25 Ağustos 2013 Pazar

'Erdoğan'ın açıklamaları acınası' - Cumhuriyet Portal

Erdoğan’ın suçladığı Fransız düşünür Bernard-Henri Levy Cumhuriyet’e konuştu .

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın üç gündür hedefinde yer alan, Mısır’daki darbenin sorumlusu olarak gsöterdiği Fransız düşünür Bernard-Henr Levy, tüm iddialara yanıt verdi.Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Levy’nin Başbakan Erdoğan’ın suçlamalarına karşı yanıtları şöyle:

 - Mısır’daki yönetim değişikliğinden dolayı neden Erdoğan’ın sizi suçladığını düşünüyorsunuz?
 Sayın Erdoğan sayıklıyor. Fransa’da aklını kaybettiği ve saçmaladığı konuşuluyor. Fransa’da ve ABD’de herkes ona gülüyor artık.
 - Bir ülkedeki yönetimi değiştirecek gücünüz var mı?
 Tabii ki hayır! Zaten bu yüzden bu tutum gülünç ve hatta acınası. Klasik bir şema bu. Anlamadığınız bir fenomenle karşı karşıyasınız. Soğukkanlılığınızı yitiriyorsunuz. Büyük umut ve hırslarınızın olduğu Müslüman Kardeşler de devriliyor. Ve bu sırada basit ve şeytani bir sebep arıyorsunuz. Ve bu nedenler arasından, asla eskimeyen Siyon Tarikatı’ndan başkası da yükselemezdi, ki Sayın Erdoğan’ın rejiminde bu tarikatı bir bestseller olarak görüyoruz. Tüm bunlar içler acısı.
 - İsrail’in Mısır’da askerleri desteklediği doğru mu?
 Belki de. Bir bilgim yok. Ama İsrail İsrail’dir, ben de benim. Erdoğan’ın saçma saldırısını yaptığı gün benim Avrupa ve Avrupa dışındaki gezetelere Kahire’deki katliama karşı nasıl bir dehşet içinde olduğumu yazdığım bir yazımın yayımlandığı gündü.
 - O konferanstaki mesajınız neydi?
 Benim söylediğim, büyük bir halkın -ki Mısır halkı büyük bir halktır- bir tarafta Mübarek’in generallerinin dönüşü ile diğer tarafta kadınlardan ve tüm özgürlüklerden nefret eden sakallı İslamcılardan başka bir seçeneğinin olması gerektiğidir. Bu benim kişisel konumumdur ve Mısır toplumunun bugünkünden iyi olabileceğini düşünmemden kaynaklanmaktadır.
 - Bu konferansı hatırlıyor musunuz?
 Tabii ki hatırlıyorum. Tel Aviv Üniversitesi’nde o zaman daha bakan olmamış olan Sayın Livni ile bir akademik tartışmaydı. Prensipler üzerine bir tartışmaydı.
 - Konferansta verdiğiniz ana mesaj neydi?
 Esas mesajım; demokrasilerin Arap Baharı’ndan korkmamaları gerektiğiydi. İsrail de bir demokrasi olduğuna göre mesajım İsrail hükümetine de bir mesajdı aslında. Özgür ülkelerin, başka halkların, hele ki komşu halkların, özgürlük meşalesini ellerine aldıklarını görmeleri her zaman iyidir. İsrail’e komşu bir Filistin devletinin kurulmasından yana birisi olarak hep “Korkmayın; Arap baharlarının sunduğu bu tarihi fırsatı değerlendirin” dedim.
 - Siz Müslüman Kardeşler’in seçilseler de yönetemeyeceğini söylediniz mi?
 İdeolojileri göz önüne alındığında, diğer ideolojileri bitirmek için iktidara el koyacaklarının net olduğunu söyledim. Gittikçe totaliterleşen bir din devleti kuracaklarını ve devlete ve yönetim kademelerine sızacaklarını, en sonunda da onları iktidara taşıyan demokrasiyi ortadan kaldıracaklarını söyledim.
 - Nasıl bildiniz?
 Saklamıyorlardı ki. Seçimler, demokrasi onlar için iktidara gelmenin bir aracıydı sadece. Müslüman Kardeşler hep böyleydi. İslamcılar hep böyleydi.
 - Demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmadığını mı söylediniz orada?
 Etkileşimli, izleyicilerin de sorularıyla katıldığı heyecanlı bir tartışmaydı. O nedenle ne söylediğimi tam olarak hatırlayamıyorum ama ‘evet’. Demokrasi sadece seçimler demek değil, bir değerler birliğidir. Bunların başında da düşünce özgürlüğü, fikirlerin çokluğu, laiklik, hukukun üstünlüğü gelir.
 - Seçimler demokrasi için şart mı?
 Demokrasi tabii ki seçimsiz olmaz. Ancak tekrar ediyorum; demokrasi aynı zamanda açık ve çoğulcu bir toplumun oluşturulması, düşünce özgürlüğü, din özgürlüğü, örf âdet özgürlüğü gibi bireysel özgürlüklere saygıdır. Demokrasi aynı zamanda çatışmaların düzenlenmesi ve çözümlenmesidir. Özellikle sınıf çatışmalarının hukuk kuralları aracılığıyla çözüme kavuşturulmasıdır. Demokrasi yandaş olmayan, mezhebe dayanmayan bir yönetimdir. Ayrıca iktidardaki partinin, muhalefete ve azınlıklara saygı duyduğu bir rejimdir demokrasi. Saydıklarımın Müslüman Kardeşler’e ne kadar pahalıya patlayacağını anlıyor musunuz?
 - Mısır’daki darbe miydi? İyi darbe ile kötü darbe arasındaki fark nedir?
 “İyi” darbe fikrini sevmiyorum ama yine de onun da bir örneği var; o da 25 Nisan 1975’teki Lizbon darbesi. Askerler, Salazar sonrası diktatörlüğü devirdiler. Ben de oradaydım, orada yaşananlara birinci elden tanık oldum. Bu darbe kan dökülmeden yapıldı, komutanların halkla el ele olduklarını ve demokrasiyi yeniden kurduklarını gördüm. Bugün Kahire’de olanlar bundan çok uzak.
 - Sizce Yahudi kimliğinizle Müslüman Kardeşler’i sevmemeniz arasında bir bağ var mı?
 Evet Yahudiyim, inancım çok derin. Ama sizi hayal kırıklığına uğratmak pahasına söylemem gerekir ki, düşmalığımın temelinde Yahudi olmamın yattığını düşünmüyorum. Müslüman Kardeşler’in tarihini biliyor musunuz? Ortaya çıkışlarını? 1928 yılında bir çeşit Arap Nazizmi olarak ortaya çıkıyorlar. Nazi görüşünün Avrupa’ya özgü olduğu anlatılır fakat bu yanlıştır. Arap Nazizmi de vardı ve ortaya çıkışı ilk Müslüman Kardeşler zamanında El Benna ile olmuştur. Bana göre bu bile Müslüman Kardeşler’e güvenmemem için yeterli bir sebeptir.
 - Müslümanlar yeterince birlik mi olamadı?
 Neden birleşilsin? Her ne pahasına olursa olsun birleşmek gerekli midir? Müslüman dünya en az medeniyetten oluşur; Arap, Pers ve Osmanlı. Ve en az iki büyük siyasi özlem vardır: Bir yandan barışa, demokrasiye, insan haklarına özlem; diğer yandan karanlık tarafın çekiciliği. “Birlik” adı altında tüm bunları birleştirmek menfaatimize midir? AKP tarafından paranoyak bir biçimde ifade edildiği gibi düşman bir dünyaya karşı “ulusal birlik” bahanesiyle kendini otoriterleşmeye bırakmak Türklerin yararına mıdır? Türkiye’de, İran’da ve Mısır’daki siyasi savaşta laik güçlerin, aydınlık çağın ve gelişmenin muzaffer olacağına inanıyorum.
 - Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra İsrail ve Türkiye arasındaki görüşmelerin devam etmesini bekler misiniz?
 Evet, tabii ki. İki büyük ülke arasındaki ilişkiler kişiler çatışsa bile asla bitmeyecektir.
 - İlişkiler Erdoğan yüzünden mi bozuluyor yani?
 Evet, Erdoğan yüzünden. Şimon Peres’in ertesi gün özür dilemesine rağmen. Bakın Türklerin gerçekten de büyük bir sorunudur Erdoğan. Bunu bu kadar net dile getirdiğim için de bağışlayın lütfen. Türkiye’nin doğal ortaklarıyla ilişkilerinin normale dönmesi için, yani demokratik ülkelerle ve özellikle İsrail ile ilişkilerin düzelmesi için Erdoğan sayfasının artık kapanması gerekmektedir.
- İsrail istihbaratı ile bağınız var mı?
 Ciddi misiniz?
 - Bu soruyu soranlar var?
Bu soruları soranlar Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ı mahkemeye yollayanlardır. Ya da büyük Hrant Dink’i vatan hainliği bahanesiyle öldürenlerdir. Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de özgür entelektüellerin var olabileceğini algılayamayan sersem insanlar var. Ben bu entelektüellerden biriyim. Bu bağlamda İsrail’in var olma hakkını savunuyorum, Filistinlilerin devlet kurma hakkını savunduğum gibi. Kendi ülkemde antisemitizme karşı savaşıyorum, hem de SOS Racisme’e (ırkçılıkla mücadele eden bir örgüt) destek veriyorum. Fransa’da, Le Pen’e karşıyım ama esas Libya’da, devrimci Libyalı gençlerle beraber mücadele ederek hayatımı riske atarım. 1971 yılındakı Bangladeş seyahatimden ya da Afganistan’a duyduğum sevgiden, Bosna’da geçirdiğim yıllar ve hizmetlerimden sonra çok da gururlandığım bir şekilde Saraybosna fahri vatandaşı unvanı almış olmamdan ya da Sayın Erdoğan görmezden gelmeyi tercih etse de, Müslüman Kardeşler’e hiçbir sempati beslemesem de, Mısırlı askeri güçlerin yaptığı katliama karşı olan duruşumdan bahsetmiyorum bile.

- Mısır’da akan kan nasıl durdurulur?

Askerleri, Mısır’a askeri ya da başka yardımların hepsini kesmekle tehdit ederek. Sonrasında bu yardımları uluslararası gözetim altında, en yakın zamanda yapılacak özgür seçimlere yönlendirerek.

- Suriye’de olanlara ne diyorsunuz?

Suriye ayrı bir konu. Ne sonuç çıkarsa çıksın jenerasyonumuzun utanç kaynağı olacaktır. Uluslararası toplumun şimdiden yüz binden fazla ölüme sebebiyet vermiş olan bu katliama olan sessizliği ve eylemsizliği beni dehşete düşürüyor. Ve halkını yönetme meşruluğunu tamamen kaybetmiş Esad’ı devirecek bir askeri müdahaleyi de destekliyorum. Obama neredeyse günü gününe bir yıl önce kimyasal silah kullanımının aşılmaması gereken bir sınır olduğunu söylemişti. İşte bugün o sınırdayız. O sınır artık geçildi. Gaza maruz kalan, boğulan, acı çeken çocukların resimlerini görüyoruz ve hiçbir şey yapmıyoruz. Bu korkunç.

- Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizimki, hatta bütün Avrupa’ınki gibi hayal kırıklığı. Bosna’da olduğu gibi barbarlığa karşı özgürlük mücadelesinde liderlik pozisyonunda bir Türkiye bekleyebilirdik. Güçlü Türk ordusunun sınırındaki tampon bölgeleri ve ibadethaneleri Suriyeli siviller için güven altına almasını beklerdik ama bu olmadı. Ve sanki diktatörlerin yüce ortaklığını ortaya çıkarır gibi Erdoğan, demokrat ve sol kesimi cezalandırmayı, hoşnutsuzluğunu dile getirip protesto edenler üzerine ateş açmayı, acı çeken bir ulusa yardım etmeye katkıda bulunmaya tercih etti. Fransız bir entelektüelle uğraşmak yerine Esad’la ilgilense daha iyi yapar. Türkiye’nin düşmanı Bernard-Henri Levy değil, Esad’dır.

- Suriye’de Güvenlik Konseyi’nin Rusya ve Çin yüzünden harekete geçememesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

O zaman Güvenlik Konseyi olmadan harekete geçilmeli. Sarkozy, Konsey’in onayını almamış olsaydı Libya için bu şekilde harekete geçecekti. Obama, Hollande, Erdoğan ve Arap Ligi ülkelerinin bugün bu katliamı durdurmak için yapması gereken budur.

- Erdoğan ile tanıştınız mı?

Hayır. Asla. Ama memnun olurum. Ankara’da ya da başka bir yerde. Tüm bunları onunla konuşmak isterim. Büyük bir ülkenin yöneticisinin “İsrail, Levy vasıtasıyla bu komploların merkezinde yer almaktadır” gibi saçma bir cümle kurmasına sebep olan nedenleri anlayabilmek isterim. Bu saçmalık gerçekten ilginç ve endişe verici. Bu kadar önemli bir insanın Nil kıyılarında yaşananlara sorumlu ararken böylesi çocukça açıklamalara başvurması kaygı verici.

- Çocukça doğru kelime mi?

Çocukça değilse antisemitik. Ki bu iki kelime iyi bir ikili oluşturuyor. Sayın Erdoğan, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in temelini oluşturduğu bir Osmanlıcılık oyunu oynayan büyük bir çocuk. Aniden oyun bozuldu ve kral tepinmeye başladı ve asla eskimeyen Yahudi komplosu bahanesine sarıldı.

- Erdoğan’ı karizmatik buluyor musunuz? Sizce nasıl bir lider?

Bu kadar tarihi ve siyasi kültürü olan bir ülkeyi 12 yıl yönettiğine göre bir karizması vardır elbette. Ama sanırım artık onu kaybetti. Tekrar ediyorum kendisiyle tanışmadım. Fakat uzaktan hükümranlığının sonuna yaklaşan bir yönetici gibi gözüküyor, tüm yaptıkları, çalkantıları bunu gösteriyor.

- Onu bir diktatör olarak görüyor musunuz?

Gazeteci ve entelektüellerin tutuklanması... Kamu yararı bahanesiyle alkol satışlarının düzenlenmesi... Yazarlara, mizahçılara, piyanistlere yönelik hakaret dolu hükümler... Kürtlerin ve diğer azınlıkların baskılanması... Delilik derecesine varacak saplantıyla Ermeni soykırımının inkâr edilmesi ve hatta telaffuz dahi edilmemesi... Bunlar Devlet İslamcılığının, Osmanlılaştırılmış Putinizmin ve modernlikten korkunun harmanlanmış hali. Tüm bunlar göz önünde bulundurulursa, bana göre bir çeşit diktatörlük olarak yorumlanabilir.

- Türkiye’nin her geçen gün daha da yalnızlaştığını düşünüyor musunuz?

Evet. Fakat bu yalnızlık Erdoğan’ın tercihi. Modernliğe sırtını dönerek, Kemalizmin getirilerini bozarak, Ermeni sorununu inkâr ederek yalnızlaştı Türkiye. Ve bu; ülkenizin tarihi açısından bakacak olursak büyük bir hata.

- Bunun, danışmanlarının dediği gibi ‘değerli yalnızlık’ olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben olsam bu lafı görmezden gelirdim. Bu cümle de zaten biraz evvel size söylediğimi onaylar nitelikte. Bir Osmanlı nostaljisi ile katı bir milliyetçilik anlayışı sonuçta yalnızlığı getiriyor. Türkiye’yi seviyorum ve daha iyisini hak ettiğini düşünüyorum.

- Batı’nın Türkiye’yi terk ettiğini düşünüyor musunuz?

Avrupa’nın Türkiye ile bir sorunu olduğu aşikâr. Ancak aşikâr olduğu halde çok bilinmeyen konu Erdoğan’ın Avrupa ile olan sorunu. Bu nedenle 12 yıldır Avrupa’ya sırtını sönmek ve bağlarını koparmak için elinden geleni yaptı. Batılı yöneticiler Erdoğan’a karşı çok düşmanca tavır almadılar. Paradoks da buradan doğuyor ya zaten. Ilımlı İslam konseptini Hıristiyan demokrasileri olan İtalya ve Almanya’ya benzeterek biz Avrupalılar ortaya attık. Fakat bugün görüyoruz ki bu ahlaki açıdan sakıncalı bir illüzyon yaratmış. Peki nasıl oldu da Erdoğan’ın İslamcılığı yanlış analiz edildi? Başta Avrupalı politikacılar, maneviyat ve mantıkla çeşitli uyarlamaların yapılabileceği değerlendirmesinde bulundu. Sonrasında ise gelecekte Orta Asya boru hattı vasıtasıyla enerji konusunda Moskova’ya muhtaç olunmayacağı fikri nedeniyle özgürlüklerin kısıtlanmasına, komşu Ermenistan’ın bastırılmasına, Sovyetler Birliği’nden ayrılan Müslüman cumhuriyetler üzerindeki etkinin artırılması politikalarına, tereddütsüz yerel otoritelere tam destek verilmesine gözlerimizi yumduk. Bu bizim sorumluluğumuz, yani Batı Avrupalıların ve bu iğrenç bir şey.

Cumhuriyet Portal
24 Ağustos 2013

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ahmet Eyüce - Oktay Ekinci

Mimarlık dünyamızın “özgün fikirler”iyle tanınan öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Eyüce’yi 10 Ağustos Cumartesi İstanbul’daki KaracaahmetMezarlığı’nda sonsuz dinlencesine uğurlarken, Cumhuriyet’teki haberine şunu eklemiştim:
“Eyüce’nin Şeker Bayramı nedeniyle bulunduğu İzmir-Çeşme’deki sıcaklarla baş edemediği söylense bile, yılların duyarlı mimarı olarak yarımadadaki betonlaşmaya dayanamadığını tahmin edenler de yanılıyor sayılmazlar...”
Neden mi?
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü’nün kuruluşunda önemli katkıları olan mimar Eyüce, 1973’te ODTÜ’den mezun olmuştu. Yüksek lisans ve doktorasını yaptığı Ege Üniversitesi’nin emektarı olarak İzmir’in mimarlık ortamına unutulmaz kazanımlar armağan etti. Bu süreçte en etkili çalışmaları ise “kent ve mimarlık kimliği” üzerineydi.
Örneğin son zamanlarda yitirilen “sokak” ve “mahalle” gibi bize ait kavramların yeniden önemsenmesini savunan Eyüce’ye göre AVM’leri yaygınlaştırmak yerine “çarşı-pazar” geleneğimizin sürdürülmesi, günümüz mimarlığının esasları arasında yer almalıydı…
İstanbul’daki Bahçeşehir Üniversitesi’nin Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanlığı’nı bu düşünceleriyle üstlendiğinde, akademik yaşamının en verimli yıllarını okulun karşısındaki Sinan Paşa Camisi’nde noktalayacağını nereden bilebilirdi?
O gün ikindideki cenaze namazına zor yetişmiş, görebildiğim duayenlerdenMetin SözenDoğan HasolCengiz Bektaş, İzmir’den Aysel Çetinsoy, Mimarlar Odası’ndan Sami Yılmaztürk, Bursa’dan Neslihan Dostoğlu’yla birlikte öğretim üyesi arkadaşları, üniversite yöneticileri, yakınları, dostları ve öğrencileriyle.. kalabalık, gözü nemli bir topluluğun “şaşkınlık dolu hüzün”lerine ortak olmuştum.
Eşi ve meslektaşı Özen Hanım’a sarılırken “Yokluğunu yaşatmayacağız”demem üzerine şunları söyledi: “Ahmet’i sadece ben değil, hepimiz çok seviyoruz; düşüncelerini sonuna dek savunarak yaşatacağız, size güveniyorum...”
Mimaride önce insan
Peki, neydi Ahmet Eyüce’nin onca insanı ve meslektaşını bir araya toplaya(bile)n düşünceleri?
Haberde yer verdiğim bir özeti yineliyorum: “Modern mimarlığı kimlikli kentleşmeden uzaklaşmanın aracı olarak kullanmaya çalışanları en kapsamlı sorgulayan mimarların başında Eyüce gelmiştir.”
Nitekim Çatı ve Cephe dergisindeki bir röportajında, insanı dışlayan“kentsel dönüşüm” kavramını sorgularken bakın neler söylüyor: “Mesela son dönemde ‘soylulaştırma’ diye bir kavram çıktı. Burada oturanların yerine başkaları gelince semt soylulaşmış mı olacak? Sağlıklaştırma daha doğru kavram.” (Nisan-2007)
Aynı bakış açısıyla “kültürel miras”la ilgili şu sözlerini de sayısız kez kullanmışımdır: “Tarihi, turistler için değil kendimiz için koruduğumuz zaman karakterli toplum olur; dünyanın kişilikli kentlerini yaratabiliriz.”
Eyüce, çağdaş mimarlığımızın kimlikli gelişmesine yaptığı akademik katkılarla kuşaktan kuşağa anılacak. Bahçeşehir’in bu katkılara desteğini hep gururla anlatırdı; aynı üniversitede adının sonsuza dek yaşatılacağından eminim.Işıklar içinde yatsın...
Oktay Ekinci

21 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

18 Ağustos 2013 Pazar

ABD ve AKP: Nereye? - ORHAN BURSALI

İktidarın en yakını Yeni Şafak’ın geçen günkü manşeti, doğrudan ABD’yi hedef alıyordu, İsrail’in yanı sıra... Bu “Gezi Direnişi’ni faiz lobisi, dış güçler düzenledi” biçimindeki, aslında dolaylı olarak suçlanmasından sonra, bu kez ismiyle ABD manşetten sanırım ilk kez suçlanarak anıldı.
Bunu, diplomatik deyimle, not edelim! RTE’nin onayı olmadan bu manşet zor atılır, belki sadece gazetecilik refleksi ile! Gazetecilik refleksi onlara bu manşeti attırmadan önce de oturup bin kez hükümet refleksini düşünürler...
RTE- ABD ilişkisi bana göre, aşağı doğru bir nitelik kazandı.
RTE, bir yandan ABD’nin desteği olmadan iktidarda çok fazla duramayacağının bilincindedir. Nasıl yani derseniz: ABD ile RTE arasında giderek limonileşen bir ilişki, dünya piyasalarında siyasi istikrarsızlık çağrısı yapar. Türkiye’nin riski artar! Sıcak para çoook nazlanır, sıcak paranın en çok risk seveni kalır ve istikrarsızlığın doğurduğu ortamdan büyük paralar kazanmanın pususuna yatar (borç faizinde artış, dolar-TL oynaklığı, devlet tahvilleri faiz yüksekliği vb). Tabii bu durum derecelendirme kurumlarının notlarına da hemen yansır... Hazine üç ay önceye kıyasla, yüzde yüz daha çok faiz öder oldu (%5’ten %10’a). Faik Öztrak’a göre önümüzdeki bir yıl içinde iktidar 163 milyar $ (+60 milyar cari açık) borcu çevirmek zorunda.
Bu gelişmeyi şimdiden uluslararası piyasalarda paranın boğazının sıkılmasısonucu ile de olsa kısmen gözlüyoruz! Türkiye en çok etkilenecek ülkeler listesine hemen girdi!
***
Gezi’den önce ABD ile RTE arasında derin sorunlar başlamıştı. Gezi olaylarında iktidarın halkı düşman gören zulmüne, ABD’den 10’a yakın uyarı yapıldı. Başkan yardımcısı katına kadar çıktı uyarılar! Bu uyarıların ABD’nin demokratik endişelerinden kaynaklandığını söylemek mümkün değil. Aralarındaki sorunlu ilişkiler (Irak-Suriye), peş peşe uyarıların kaynağıdır. Yağ-bal olsalardı, tek uyarı ile geçiştirilirdi, bunun nedeni de “aman sevgili müttefikimiz güme gitmesin” olurdu! 
İktidar bu mesajı kuşkunuz olmasın ki aldı!
Mısır, ABD ile RTE-iktidarı arasında ayırt edici diğer ciddi konu oldu. RTE’nin, Arap dünyasının en önemli ülkelerinden Mısır’da Mursi ile kurduğu ilişki, öyle sıradan değil, çok boyutludur. Mursi’nin yönlendiricisi RTE-Davutoğlu’dur. Ankara- Kahire ittifakı-hattı ile, aslında RTE İslam dünyasında birden ciddi bir ağırlık zanacakatı.
RTE için Mısır/Mursi/İhvan güçlü bir kaldıraçtı... Ankara-Kahire birlikteliği, İslam dünyasında ciddi bir etkileme rüzgârı estirecekti. RTE türünde bir iktidar yapısı ile RTE aynı zamanda içeride de İslami iktidarına güçlü bir dayanak elde edecekti. Bu amaçla Mursi/İhvan iktidarına büyük yatırımlar yapıldı. Milyar doları aşan borçlar verildi, işadamlarıyla seferler düzenlendi, bizimkiler fabrikalar-işyerleri açtılar ve İhvan (Müslüman Kardeşler) iktidarın güçlendirmeye çalıştılar...
***
Ancak, Mursi’nin Mısır’da RTE’den bile daha büyük adımlarla, Mısır’ın tamamını İhvanlaştırma baskısı ve zulmü, 16 milyon insanı sokağa döktü... Keşke Tahrir Meydanı’ndaki milyonlarca kişi Mursi’nin sarayını basıp iktidarı ele geçirseydi de askeri darbe olmasaydı! 
ABD ve Batı’nın suskunluğu, Mısır’ın köktendinciliğe yönelik diktatoryal iktidarını sağlamlaştırma hamlelerinden ileri geliyor. Bu endişe yarattı. Unutmayalım ki Mursi, seçmenin yüzde 42 katılımıyla başkan seçilmişti! Yani zaten baştan bir temsil-meşruiyet sorunu ile iktidar olmuştu!
Şimdi AKP ve tayfaları terör estiriyor Türkiye’de... Bu, AKP iktidarına karşı muhalif çevrelere tam bir intikam ve yıldırma amaçlı terördür.
İki yönü var bu terörün: İlki, RTE’nin Mursi-Kahire politikası ve aksının tam çökmesidir. Rüyası bitti adamların! Bunun kızgınlığı ve hıncı var. İkincisi ise Mursi’nin gidiş biçimi, on milyonu aşan Mısırlının sokağa dökülüp Mursi’yi istifaya zorlaması ve sonunda askeri yolla gitmesi, Ankara’ya da korkulu düş gördürüyor. Askeri değil ama milyonlarca insanın RTE iktidarını hedef alabilecek alanlar ve gösteriler, RTE’yi orada zorlar ve iktidarın çöküşünü getirebilir...
Başbakan bu nedenle, polisiye önlemlerini artırıyor, stadyumlara da savcılarını göndermeye hazırlanıyor! İşe bak! Sonbaharda gösteriler yaparsanız bunun bedelini ağır ödersinizdiye ağır tehditlerde bulunuyor halkına karşı! Mursi bile Mısır’da bunu söyleyememişti! RTE, Mursi rolünü değil ama halkına karşı, Mısır’da askerlerin rolünü üstlenme heveslisi olarak ortaya çıktı!
RTE, Mısır’da da ABD karşısında eğik düzlemde kayıyor...
Durun, dahası var bu ikili ilişkinin!
ORHAN BURSALI

18 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Aymazlıktan Caymazlığa Deprem...- MİNE KIRIKKANAT

Dün, Marmara’da 14 yıl önceki büyük depremin yıldönümüydü. O gün bugündür, aynı fayın çok yakında yeniden kırılacağını bilmeyen, duymayan yok.
İBB Meclisi’nin CHP’li üyesi Avukat Dr. Tuncer Özyavuz soruyor: “Peki, İstanbul’un en büyük bütçeli, en iddialı kurumu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu beklenen İstanbul depremine hazırlık için neler yapıyor?”
Tuncer Özyavuz, geçen mart ayında, yani Taksim Gezi olaylarından çok önce gönderdiği ve bugüne sakladığım iletisinde, sorusunun cevabını da vermişti. Özetleyerek bilginize sunuyorum:
“Depremden hemen sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de depremi önemsemiş, iki yıllık bir hazırlıktan sonra valilikle birlikte Acil Eylem Planıhazırlamıştı. Depremde vatandaşların nasıl davranacağı, nerelere çadır kurulacağı, nerelerin sağlık alanı olarak kullanılacağı, helikopterlerin kullanacağı alanların nereler olacağı, planda ayrıntılı olarak belirlenmişti.
Bu acil eylem planında, 1.196.757 çadır kapasiteli 484 çadırkent yeri, 219 helikopter pisti, 152 soğuk hava deposu yeri, yardım malzemeleri için 241 depo yeri tespit edilmişti.
Oysa öngörülen 484 çadırkent yerinin çoğunda bugün rezidanslar, plazalar, AVM’ler yükselmekte. İstanbul’un en lüks, en yüksek ve en pahalı binaları olarak gösterilebilecek Zeytinburnu Kazlıçeşme’de İstanbul’un tarihi siluetini bozan, Başbakan’ı küstüren Onaltı Dokuz projesi; Bayrampaşa’da Ora AVM, Zeytinburnu’nda Sahilpark Veliefendi, Bahçelievler’de Starcity Outlet Center, Zaman gazetesi binası, Ağaoğlu MyCity, Meydan AVM, Bayrampaşa’da Forum İstanbul AVM, Üsküdar’da Kiptaş Ünalan Evleri, Tuzla’da Kiptaş 2-3 Etap Konutları, Maltepe’de DAP Royal Center, Gaziosmanpaşa’da TOKİ Avrupa Konutları, Esenler’de Kemalpark Evleri, Bağcılar’da Çınar Olimpia Park Sitesi, Bakırköy’de Ataköy Konakları, Capacity AVM, Beşiktaş’ta Selenium Plaza, Ortaköy Ermeni Vakfı arazisine yapılan rezidans, Ali Sami Yen’in yerine yapılan gökdelenler, Anthill Acil Eylem Planı’nda Çadırkent olarak belirlenmiş yerlerdi!
Tüm bu çadırkent alanlarının projeleri İBB Meclisi’nde AKP’li meclis üyelerinin kararı ile kabul edildi. Bu projelere oy veren AKP’li meclis üyelerinin kaçı buraların, aslında çadırkent alanı olduğunu, oyları ile birilerine haksız kazanç sağlandığını, İstanbul’un yağmalandığını, yarın muhtemel bir İstanbul depreminde çocuklarının, torunlarının, eşlerinin sığınacağı bir çadır kent bulamamalarında kendilerinin de suçu olacağını biliyor acaba?
14 milyon nüfuslu İstanbul’un, en önemli kurumu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ve Türkiye’nin TBMM’den sonra en büyük meclisi olan İBB Meclisi’nin bir ‘Deprem ve Doğal Afet Komisyonu’ bulunmaktadır. Bu komisyonun, en yoğun çalışan komisyon olması, İstanbul’u depreme hazırlamak için gece gündüz hazırlık yapması gerekirken, şimdiye kadar hiç toplanmamış olmasının bir anlamı olsa gerekir.
AKP’nin İstanbulluyu düşündüğü yok, umarım Allah İstanbullunun yardımcısı olur...”
Demek ki sayın seyirciler, açgözü deprem meprem aymaz, AKP ranttan caymaz!
G NOKTASI
Başbakan Erdoğan’ın “Bitirin!” emri verdiği yeni Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin telaşını anlıyorum. BDP’li üyelerin acelesini de anlıyorum, çünkü bu anayasa, zaten Kürt açılımı için yapılıyor. Ama sadece Kürt sorununa çözüm değil; Türkiye’nin en büyük sorunu, demokrasi yokluğuna çare üretmesi gereken muhalefetin, CHP ile MHP’li üyelerin gayretkeşliğini kesinlikle anlamıyorum!
Yeni anayasa, Başbakan’ın diktat yöntemlerine mi set çekecek? Hükümeti, şu anki yasaların öngördüğü ve uymadığı insan hakları, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğüne mi uymak zorunda bırakacak? Yargıdaki, polisteki hukuk dışılığı mı önleyecek? Seçim yasasındaki %10 barajını mı indirecek? MEB’in iman seferberliğinde İHL’ye dönüştürdüğü genel lise öğrencilerini, illa ki imam hatip olmaktan mı kurtaracak?
Anayasa hukukçusu ve CHP milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum, uzlaşma komisyonundan alelacele geçen 60 maddeden, tam da Türkiye’de devlet şiddetiyle engellenen toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü; avukatların tutuklandığı bir süreçte savunma özgürlüğü ve çocukların zorla imam hatip yapıldığı bir dönemde inanç özgürlüğüyle ilgili maddelerde varılan savruk uzlaşmalara itiraz etmiş. Başbakan’ın direktifleri doğrultusunda tam gaz çalışan komisyonda “oyun bozan” muamelesi gören Batum’un titizliği, kendi partisinden üstelik çok saygın iki isim Atilla Kart ve Rıza Türmen’i de sinirlendirmiş.
Sevgili Süheyl Batum’a, Türkiye’nin asıl yaralarına parmak basan itirazları nedeniyle teşekkür ediyorum. Başbakan’ın “Bitirin!” direktifi doğrultusunda gayretkeşlik yapan komisyonun diğer CHP’li üyelerine de şöyle bir durup, kendilerine kime ve neye hizmet ettiklerini sormalarını öneriyorum! 
“İnanç, daima cehaletten beslenir.”

JEROME TOUZALIN
Mine Kırıkkanat

18 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

TOKİ Çeşme'de Neden Israrlı? - OKTAY EKİNCİ

Ege’deydim; gündem elbette Ergenekon kıyımıydı ama beni gören, sözü de planlanan TOKİ konutlarına da getirdi...
TOKİ, biliyorsunuz, halkın konut ihtiyacını karşılama amacı taşıyan bir kamu kuruluşu… Ne var ki hem kent ve çevre değerlerini tahrip eden, hem de yoksullar yerine varsıllara hizmet eden projeleriyle giderek tepki topluyor.
Özel yasalarla imar yetkilerini tekeline alan; ayrıcalıklı yapılaşma haklarını“konut pazarlaması”nın tekdüze rant projeleriyle uygulayan TOKİ’nin yarattığı “betonlaşma” da tepkilerin doruğa çıkmasına neden oluyor.
Nitekim İzmir’in gözbebeği Çeşme’de 430 dönüm araziyi eline geçirip 1500 konutluk bir proje uygulayacağı söyleniyor… Oysa Çeşme’de kentsel kimliği korumak, “Ege’nin tarihi kıyı yerleşimi” karakterini sürdürmek, böylece “turizm kenti” niteliğini yitirmemek için 2 kattan fazla yapıl(a)mıyor.
Herkes bu imar düzenine uyarken TOKİ’nin özel yetkilerini “şımarık”ça kullanarak 4 katlı projeyle ortaya çıkması, Çeşme’ye değil, “rant”a hizmet etmesi anlamına geliyor.
Çeşme’
‘Siyasal rant’ın projesi
Meğer Çeşme’de TOKİ sadece parasal rantın değil, “siyasi rant”ın da peşindeymiş!..
Ne var ki böylesine bir “izan”sızlık ulusal ölçekte tartışılması gerekirken ancak yerel basında yer alabiliyor… Milliyet Ege 6 Ağustos’ta birinci sayfadan verdiği Mustafa Yılmaz’ın haberinde konuyu siyasi açıdan da değerlendiriyor.
TOKİ projesinin, aslında ilçeyi ele geçirmek isteyen “AKP’nin planı” olduğu belirtilen yazıda deniyor ki: “Çeşme Belediyesi 2 kat kararını çiğneyen TOKİ’ye karşı; STK’ler ve meslek odaları büyük bir ‘planlama yanlışı’olduğunu söylüyor; Mimarlar Odası planlara dava açtı ama Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kararından dönmüyor...”
Neden?
Çevre ve demokrasi
Yanıtı yine Mustafa Yılmaz’ın aynı yazısında; “aslında AKP’nin Çeşme’ye toplu konut yapma isteği, AK Parti’nin bu ilçeyi alma girişimlerinin bir parçası. 2009 yerel seçimlerinde AKP 5245, CHP 6044 oy aldı, yani fark 800 bile değildi.”Yani ilk yerel seçimlerde yeni belediye başkanını toplu konutlara yerleştirilecek seçmenler belirleyebilir. Böylece TOKİ’nin çevre ve kent dokularına darbelerin yanı sıra “demokrasiyi etkileme” gibi bir işlevinin de olduğu kanıtlanabilir.
Çeşmeliler, TOKİ’ye karşı “çevre ve demokrasi” direnişlerinde destek bekliyorlar. İlçenin güzelliğini korumanın ulusal bir görev olduğunu da anımsatarak...
Oktay Ekinci
18 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

İhalenin ustaları - Cumhuriyet Portal

Milletvekili seçildikten sonra sahip oldukları şirketler aracılığıyla belediyelerden ihale almayı sürdüren AKP'lilerin muhalefetin eleştirisi üzerine başka şirketler aracılığıyla ihale almaya başladığı ileri sürüldü.

Yerel seçimlerle ilgili partilerin çalışmaları hızlanırken iktidar partisi AKP ile ana muhalefet partisi CHP arasındaki çekişme yolsuzluk iddialı dosyalarla başladı. CHP, vekil olduktan sonra sahip oldukları şirketler aracılığıyla belediyelerden ihale almayı sürdüren AKP’li milletvekillerinin “etik eleştiriler” üzerine farklı bir yönteme başvurduğunu ileri sürüyor. Şöyle ki; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde danışmanlarından biri olan Harun Karaca’nın sahibi olduğu şirket AKP’li belediyelerden “yoksullara dağıtılacak erzak-gıda yardım paketi” ihaleleri alıyordu. Karaca 2011 yılında AKP’den İstanbul milletvekili seçildi. Milletvekili olduktan sonra belediyelerden bir-iki ihale daha alan Karaca’nın şirketi daha sonra ihalelere girmeye ara verdi. 2012 yılında Karaca’nın şirketinin ihaleler aldığı belediyelerin “erzak ihalelerini” başka bir şirket kazanmaya başladı. AKP’li belediyeler aynıydı; fakat şirketler farklıydı. Ortak nokta ise ihaleleri alan yeni şirketin sahibi olan kişi Karaca’nın sahibi olduğu şirketin finans sorumluluğunu yapan isimdi. CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Serdar Bayraktar, bu durumu, “AKP ihalelerde kalfalık dönemini kapamış ustalık dönemine geçmiştir” sözleriyle yorumladı. AKP İstanbul Milletvekili Karaca ise “başka bir isim üzerinden ticaret yaptığı iddiasının çirkin bir iftira olduğunu” belirtti. Cumhuriyet, AKP Bitlis Milletvekili Vedat Demiröz’ün sahibi olduğu şirket ile Sivas Milletvekili Ali Turan’ın aile şirketinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle “iş yaptığını” 3 ay önce kamuoyuna duyurmuştu.
CHP, belgelere ulaştı
CHP’nin yerel seçimler öncesi İstanbul’da oluşturduğu yolsuzlukları araştırma komisyonu AKP İstanbul Milletvekili Karaca hakkında önemli bir iddiayla ilgili belgelere ulaştı. Buna göre 12 Haziran 2011 seçimlerinde İstanbul milletvekili olan Karaca’nın sahibi olduğu KA-PE Gıda Şirketi bu tarihten sonra hem Başakşehir hem Sancaktepe belediyelerinin açtığı yoksul ailelere kolilerle dağıtılan gıda paketleri için açılan ihaleleri aldı. Milletvekili olduktan sonra bu iki belediyeden ihale alan Karaca’nın şirketi 2012 yılında aynı ihalelere katılmadı. Aynı belediyelerden ihaleleri bu kez farklı bir şirket aldı. KA-PE şirketinde finans sorumluluğu da yapan bir kişiye ait olan bu şirket aynı belediyelerin erzak ihalelerini aldı. Bu firma bu iki ilçe belediyesinin dışında Fatih Belediyesi ve Sakarya Belediyesi ile birçok kamu kurumunun kolilenmiş erzak alım ihalelerini aldı. Şirketin yalnızca 4 AKP’li belediyeden aldığı ihalelerin toplam tutarı 2.5 milyon TL’ye ulaştı. İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre ise vekil Karaca 2013 yılında KA-PE şirketindeki hisselerini tamamen devretti.
CHP: Minareye kılıf bulmuşlar
İBB Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Serdar Bayraktar konuyu gazetemize şöyle değerlendirdi: “Karaca milletvekilidir. Sahibi olduğu şirket belediyelerden ihaleler almıştır. Bir TBMM üyesi anayasanın 82. maddesine göre kamusal nitelikteki kuruluşlara karşı taahhüde giremez. 2011 sonrasında ihaleleri KA-PE Gıda’da müdür olan bir kişinin sahip olduğu firmanın alması dikkate değerdir. Belirttiğimiz yolsuzluklar, etik ilkelere aykırı uygulamalar, artık yakınlar eliyle yürütülmektedir. Bu noktada AKP, ihalelerde kalfalık dönemini kapamış ustalık dönemine geçmiştir. Yani artık mızrak çuvala sığmamış. minareye kılıf bulunmuştur...”
AKP: Çok çirkin bir iftira
AKP İstanbul Milletvekili Harun Karaca ise, “İddia milletvekili olduktan sonra şirketinizin çok fazla ihale almadığı ancak KA-PE şirketinde finans sorumluluğu yapan isim adına başka bir şirket kurulduğu ve ihalelerin bu şirketin almaya başladığının görüldüğü iddiasıdır. Yani iddia ihaleleri almanız etik olmayacağı için emrinizdeki bir kişiye şirket kurdurarak bazı belediyelerden ihaleler almaya devam ettiğiniz şeklindedir. Sayın Karaca, bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz” şeklinde sorumuza şu yanıtı verdi: “Çok kısaca cevap vereceğim. Çok çirkin bir iftira olduğunu, başkası üzerinden ticaret yapmanın da etik olmadığını ifade etmek isterim.”
2004’te yine gündeme gelmişti
Karaca’nın ismi basında ilk kez 2004 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin dağıttığı on binlerce kolilik erzak için yapılan ihale sırasında gündeme gelmişti. Karaca’nın ismi o dönemde 15 millyonluk koli erzak-gıda paketi ihalesini alan şirketin ortağı olarak köşe yazılarına konu olmuştu. Karaca, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığı döneminde danışmanlarından birisiydi...
Cumhuriyet Portal

18 Ağustos 2013

11 Ağustos 2013 Pazar

Sıra Özel Büyük Kuruluşlara Geldi - Öztin Akgüç

Ekonomik model, üretim, tasarruf, yatırım üzerine değil de rant, borç, talan, tüketim üzerine oturtulduğunda, diğer olanaklar tükendiğinde, sıra büyük özel kuruluşların paylaşımına gelir.
AKP döneminde özelleştirme etiketi altında kamu malları talan edildi, babalar gibi satıldı, kamu mülksüzleşti. 2B arazileri de elden çıkarılıyor. Başlangıçta 25 milyar USD (ABD Doları) satış bedeli tahmin edilen 2B arazilerinin satışından elde edilecek hasılat 9.8 milyar USD’ye çekildi. Fiili satış bedelinin bu tutarın da altında kalacağı anlaşılıyor. 2B arazileri dışında satılabilecek bir otoyollar kaldı. Bu satıştan sonra kamuda satılabilecek fazla bir şey kalmıyor.
AKP iktidara geldiğinde dış borç tutarı 130 milyar USD dolayında idi. Günümüzde 350 milyar USD’yi geçti. Cari işlemler açığı artarak sürdüğüne göre yıl sonunda 400 milyar USD’ye yaklaşacak. Bazı yorumcular dış borcumuzun birçok ülkeyi kıskandıracak kadar düşük olduğunu söylüyor. Kendi bastığı veya kullandığı yerel para cinsinden borçlanan bir ülke ile yabancı para cinsinden borçlanan bir ülkenin borç karşılaştırması yanıltıcı olur. Biz TL basıyor, TL kullanıyor; fakat USD ve Avro alarak borçlanıyoruz. Borç ödeyebilmek için USD ve Avro cinsinden gelire gereksinimimiz var. Sürekli cari işlemler açığı verdiğimize göre, dönemsel olarak ürettiğimiz mal ve hizmetlerden daha fazlasını dış ülkelerden alıyoruz, demektir. Dış ülkelere mal ve hizmet satışımızdan elde ettiğimiz gelir, dış ülkelerden aldığımız mal ve hizmetler için yaptığımız ödemeleri dahi karşılamadığına göre, dış borç ödemek için kaynak nasıl yaratacağız? Bu sorunun yanıtını veren analist yok. Kaldı ki bizim dış borçlarımızın faiz oranı, risk primi nedeniyle çok yüksek. Batılı diye hayıflandığımız İtalya bile yıllık yüzde 1.875 faizle borçlanabiliyor. Tüm bu farklılıkları dikkate almadan bizim dış borç yükümüz hafif demek, en azından ciddiyetten uzak oluyor. 
***
Büyük şehirlerde, özellikle İstanbul’da ne park, ne yeşil alan bırakıldı. Rant uğruna her yer betonlaştırıldı. Kentsel dönüşüm diye toprak rantına el kondu. Şimdi bazı projelerle yeni rant alanları yaratılmaya çalışılıyor.
Kamu talan edildiğine, dış borçlarda sınıra yaklaşıldığına, rant alanları daraldığına göre, yandaş desteklemek, yandaş sermayeyi güçlendirmek, yandaş yaratmak için, yeni bir kaynağa gereksinim var. Yeni kaynak, özel sektörün büyük kârlı kuruluşları, bunların paylaştırılması olabilir.
Hükümetle, Sayın Başbakan’la iyi geçinelim, fırsat buldukça pohpohlayalım, bize sıra gelmez, dokunulmaz anlayışı yanlış bir davranıştır. Sonucu erteler ama değiştirmez. Türkiye’nin en büyük özel sektörüne ilişkin baskın ve incelemeler, bana göre cezalandırmadan çok, dağıtım, paylaşım güdüsü, niyeti taşıyor.
Özel sektör, bu tür uygulamalara karşı çıkarken, özür dilerim, ihtiyatı, övgüyü elden bırakmıyor. Hangi ekonomik başarı? Nerede yaratılan istihdam olanakları? Nerede artan küresel itibar? Bunların kanıtı var mı? Halkının önemli bir bölümünün yoksulluk hatta açlık sınırının altında yaşadığı bir ülkede vatandaşa nasıl olumlu katkı sağlanmış? Bu soruların da nesnel bir yanı yok.
***
Kuşkusuz bir ülkenin, gerçek anlamda girişimciye, özel sektöre gereksinimi var. Ama ne tür girişimciye? J. Schumpeter’in tanımladığı türden girişimciye... Yenilikçi, yaratıcı girişimciye, yeni ürünler geliştiren, yeni teknolojiler uygulayan, yeni pazarlar bulan, doğrudan ve dolaylı biçimde istihdam yaratan girişimciye.
Yağdanlık ve yalakalıkla, temelsiz övgülerle, iktidarla iyi geçinip kamudan teşvik, ihale, özelleştirme, kredi, fon gibi çıkarlar koparmaya çalışan, özür dilerim sözde işadamlarının ülkeye ne katkısı olabilir? İşadamlığı da nitelik gerektirir. Vasıfsızlık işadamlığı özelliği değildir.
Günümüzde kamu işletmeciliği tasfiye edildiğine, 1000 büyük sınai işletmenin en az yüzde 98’ini özel kuruluşlar oluşturduğuna göre, düşük yatırım hacmi, büyüyen cari işlemler açığı, artan dış borç, ithalatın ancak yüzde 60’ını karşılayabilen ihracat, kullanılan kaynaklara göre yeterle katma değer yaratamama gibi sonuçlardan hükümetin yanı sıra özel sektör de sorumludur.
Özel sektör kendine çekidüzen vereceğine, yağdanlık ve yalakalıkla durumunu kurtarmaya çalışıyor; hele hele kurulu özel tesislerin paylaşımını hedefliyorsa daha da yazık. Türkiye’nin ekonomik sorunları giderek ağırlaşacak demektir.
Öztin Akgüç

11 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

'Osmanım' Nasıl Kurtarılır? - Orhan Bursalı

Hemen aklınıza Vasıf Öngören’in “Asiye Nasıl Kurtulur”u gelmesin. Bu epik tiyatroyu Vasıf, sanırım 1970’lerde yazmadan önce Berlin’e gelmişti; dönemin ünlü Berliner Ensembl Tiyatrosu’nu ziyarette ve bir oyun seyretmekte tıfıl bir öğrenci olarak kendisine eşlik etmiştim. Bu tiyatronun kurucuları, efsaneBertolt Brecht und Helene Weigel idi.
Vasıf’ın “kötü yola düşmüş” Asiyesi’ni kurtaran yoktu, tersine, devlet durmadan Asiyeler doğuran, üreten toplumsal yapının destekçisiydi… Ancak toplumcu bir düzende belki Asiyeler kurtulabilirdi...
Ama aynı devlet bakın benzer bir şekilde “kötü yola düşmüş” Osmanım’ı nasıl da kurtarıyor! Demek ki isterse yapabiliyormuş!
Osmanım dediğime bakmayın, bir tabir bana ait değil, “gizli tanık” olarak dinlenirken, polisin savcıların kendisine “Osmanımmmmm” diye seslenmesiyle kimliği açığa çıktı!
Davada tanıktı, sanıktı hem de gizli tanıktı! Dünyada bir kez daha asla görülemeyecek bir “atipik” durum, Propaganda şefi ve uydurukluk makinesi gibi çalışan H. Çelik’in deyimiyle! Yani savcılar ve mahkeme etinden, sütünden, budundan herşeyinden yararlandılar; bu kadar hizmetten sonra, tabii ki salıverdiler! Neymiş? “Osmanım”ın Danıştay cinayetinde parmağı olduğu kanıtlanamamış... Oysa telefon sinyalleri, Yıldırım’n 10 dakika mesafede olduğunu gösteriyordu!
Yani “çetenin” asli elemanlarından…
***
Osman Yıldırım’ı Danıştay cinayetiyle tanıdık... “Türban kararları” bahanesiyle Danıştay’ı basan ve Yücel Özbilgin’i öldüren Alparslan Arslan ve ayrıca Cumhuriyet gazetesini de bombalayan çete üyeleri, Ankara’da yargılanıyor ve müebbet ve ağır cezalar alıyor. Bitmiş sonuçlanmış bir dava...
Ergenekon’la ilişkisi ne? Savcıların, cemaat ve iktidarın, Ergenekon davasında “kanlı bir olay”a ihtiyaç duymalarından... Danıştay baskını iktidar yandaşlarınca hemen “Ergenekon’un eylemi” diye damgalanmıştı, anımsayın! Didindiler, çırpındılar bu bağı kurmak için... Öyle ki, İlhan Selçuk’u, Mustafa Balbay’ı ve Cumhuriyet gazetesini, kendi binalarını bombalamakla suçlamaya kadar vardırdılar işi!
“Osmanım”ı ikna bu nedenle önemliydi... Ergenekon savcıları, iktidar, yüksek yargı organları eşgüdümle çalıştılar mı ‘Osmanım’ı iknada? Ergenekon eski yargıçlarından Köksal Şengün olayı bütünüyle biliyor, bu nedenle soruyor:“Osman Yıldırım’la Ankara’ya gidip kimler konuştu?” Arkadaşımız İlhan Taşçı, Cumhuriyet’te 7 Ağustos’ta “Osmanım’ın sır dolu görüşmesi” başlıklı haberinde açıkça yazıyor: Zekeriye Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel bakanlığın da izniyle Ankara’ya gidiyor, F tipi cezaevinde yatan Osman Yıldırım’la konuşuyor, onu ikna ediyorlar…
“Osmanım” ikna odasında halledilince, hemen yargı tepeden çalışıyor. Yargıtay savcısı Danıştay davası Ergenekon davasıyla birleşsin diyor, Yargıtay kabul ediyor, dava bozuluyor ve dosya Silivri’ye gönderiliyor…
Böylece “Osmanım”ın ulvi görevi başlıyor!
Sorguya alıyorlar, Danıştay baskınını Ergenekon işledi dedirtiyorlar, bazı sanıkları suçlattırıyorlar ve olayı bitiriyorlar. Artık hem sanık hem tanık o, üstelik bir de “gizli tanık”, iyi mi! Yemede yanında yat! Önemli olan hukuk mukuk değil, “Osmanım”ın tek eveti ile idam sehpasının kurulması! Osmanım’ın söylediklerini destekleyecek tek bir kanıta ihtiyaç olabilir mi?!
Osmanım” olayı, aslında bütün Ergenekon davası sanıkları arasında kurulan“suç” bağlarının tıpkısının aynısıdır!
Ama allahları var, Osmanım’a verdikleri sözü tuttular, yattığı süre kadar ceza ile salıverdiler. Yüzünü değiştirecekler, yeni kimlik verecekler, koruyacaklar..
Ohh ne âlâ, Osmanım için Mualla! Ama ben inanıyorum, şu günler geçsin, Osmanım’ın vicdanı dile gelecektir...
Tabii Danıştay cinayeti dosyası da sahipsiz kaldı, çünkü Ankara’daki yargılamada ağır ceza alanların hepsi “delil yetersizliği” ile beraat etti! Peki kim kaldı geride? Tetikçi Alparslan Arslan... Tetiği onun çektiğinden en küçük bir “karartma” yapabilselerdi, o da dışarıda olacaktı...
***
Ergenekon davası ile Yurt gazetesi genel yayın müdürü ve televizyon programcısı Merdan Yanardağ’ın bir ilgisinin olduğunu anımsayan var mı? Sorguya çağırmışlardı, ifadesini verip normal hayatına dönmüştü... Sevgili Merdan’a da suç örgütü üyeliği yüklemezler mi? Hadi bakalım, şimdi arıyorlar! Merdan, gazetesiyle, programlarıyla cemaate ve iktidara karşı dik duran bir sosyalist gazeteci arkadaşımız.
“Torba yasa”ya son anda adeta bir geceyarısı maddesi ekleyerek, suçlu ilan ediverdiler!
İşleri güçleri hayatları karartmak… Solculara karşı bitmek tükenmek bilmeyen kinleri her daim devrede! 
Orhan Bursalı

11 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Tetikçi cemaat oldu - Leyla Tavşanoğlu / Söyleşi

İngiliz gazeteci Gareth Jenkins ergenekon davasının kararlarını değerlendirdi
Cemaat güç ve iktidar elde etme hırsı içinde. Gündemlerinin tamamıyla dine dayalı olduğunu hiç düşünmüyorum. Tabii bir bölümü öyle. Ama geri kalanı iktidar ve güç hırsından kaynaklanıyor.
Çıkarlarına halel getiren kim varsa üstüne gidiyorlar.
Cezanın Tayyip Erdoğan için ciddi biçimde rahatsızlık uyandırmış olması gerekir. Burada iki varsayım var. Birincisi, Erdoğan’ın da Ergenekon üyesi olduğu, ikincisi de Erdoğan akıl tutulması nedeniyle bütün devlet sırlarını bir terör örgütü başıyla paylaşmış.
Ünlü Ergenekon raporunun yazarı İngiliz gazeteci Gareth Jenkins’le konuşuyoruz. Ergenekon kararlarını değerlendirirken öyle şeyler anlatıyor ki neredeyse dudaklarım uçukluyor. Bu söyleşiyi okuduğunuzda dehşete kapılacağınızdan hiç kuşkum yok. - Siz baştan beri Ergenekon davasının adil bir dava olmadığını ileri sürdünüz. Hatta, Ergenekon iddianamesini satır satır okuduktan sonra “Düşle Gerçek Arasında” başlıklı bir de rapor yazdınız. Şimdi Ergenekon kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
GARETH JENKINS - Ben böyle kararlar bekliyordum, ama bu kadar ağır cezalar beklemiyordum. Yani 117 yıl ceza nasıl olur? Tamam, Ergenekon davasında sanıkların mahkeme tarafından suçlu bulunacakları konusunda en ufak bir şüphem yoktu. Ama demin de dediğim gibi bu kadar uzun cezalar beklemiyordum. - Örneğin Mustafa Balbay’ın 34 yıl 6 aya mahkûm edilmesini nasıl karşıladınız?
Olaya mantık açısından baktığınız zaman Balbay’ın 34 dakikaya bile çarptırılmaması gerekir. İddianameyi, Balbay’a atfen yazılan sözleri okudum. Adam, her gazetecinin yaptığı gibi toplantılarda notlar tutmuş. Yani herhangi bir suç işlediğine, bir terörist örgüt üyesi olduğuna dair en küçük bir kanıt bile yok. Ona verilen ceza beni şaşırtmadı. Ne daha uzun ne de daha kısa bir ceza alacağını tahmin ediyordum. 
- Bir de önceki Genelkurmay başkanlarından emekli Orgeneral İlker Başbuğ’a verilen ömür boyu hapis cezası var. Başbuğ, Başbakan’ın kendisi tarafından onaylanan bir kararla Genelkurmay Başkanlığı’na atanmış ve iki yıl boyunca Başbakan’la birlikte çalışmıştı. Bu süre içinde Başbakan’ın Başbuğ’un bir terör örgütü lideri oluşundan hiçbir şekilde şüphelenmemesi biraz garip bir durum değil mi?
Bu sorunun sorulması gerekir. Olaya tarafsız bir gözle baktığınız zaman bu cezanın 
Tayyip Erdoğan için ciddi biçimde rahatsızlık uyandırmış olması gerekir. Burada iki varsayım var. Birincisi, Erdoğan’ın da Ergenekon üyesi olduğu, ikincisi de Erdoğan öyle bir akıl tutulmasına uğramış olmalı ki iki yıl boyunca bütün devlet sırlarını bir terör örgütü başıyla paylaşmış. Ergenekon davasına baktığınız zaman bu insanların birileriyle kurdukları temasları temel aldığı görülüyor. Üstelik, aralarındaki kimilerinin kötü insanlar olduklarını bildiğimiz halde bu görüşmelerde hiçbir suç delili de yok. Dolayısıyla, eğer bu dava birilerinin birileriyle temasları ve görüşmelerinden yola çıkılarak açılmışsa bugün Tayyip Erdoğan’ın da hapiste olması gerekirdi. Ama bu sözlerimden sakın Erdoğan’ın terör örgütü üyesi olduğunu düşündüğüm gibi bir anlam çıkarılmasın. Tabii ki böyle bir şeye inanamam. Ben sadece işin mantığından ya da mantıksızlığından ve varsayımlardan söz ettim.- Yani siz Ergenekon denilen bir terör örgütünün varlığını kabul etmiyor musunuz?
Etmiyorum. Ergenekon önceden hazırlanmış bir plandı.
- Peki, bu planı kim hazırlamış olabilir?
Bunu tahmin etmek zor. Dava 2007’nin yazında Ümraniye’deki bir evde el bombaları bulunması üzerine açıldı. Derken savcı 
Zekeriya Öz yine aynı yıl emniyet müdürlüğüne geçmişteki bütün siyasi ve ırkçı cinayetlerin dosyaları için başvuruda bulundu. Daha sonra tutuklanan kişilere baktığınızda bunların öbür cinayetlerle uzaktan yakından ilişkilerini gösterecek en küçük bir delil bile olmadığını görüyorsunuz. Demek ki Öz, çok önceden kafasında böyle bir örgütün varlığını tasarlamıştı. 
34 dakika bile fazla
Jenkins, Balbay’ın toplantıda not tutarak bir gazetecinin yapması gerekenleri yapmış olduğunu bu açıdan bakıldığında herhangi bir suç işlemediğini söyledi
- İyi de Zekeriya Öz bu işi tek başına yapmış olabilir mi?
Olamaz. Benim şüphem Zekeriya Öz, böyle bir örgüt olduğunu düşünen ya da böyle bir örgüt olduğu izlenimini kamuoyuna vermek isteyen bir grup insandan birisidir. Aslında Türk milleti kendisine söylenenlere inanır. Ben akılsızlar demiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Ama insanlara güveniyorlar. Kendilerine söylenenlere inanırlar. Bunlar da milletin bu söylenenlere inanma eğilimine güvendiler. 
- Davanın tam ortasında Zekeriya Öz’ün ortadan kaybolması size garip gelmiyor mu?
Gelmez olur mu? Bakın Egrenekon, Balyoz ya da İzmir’deki askeri casusluk davalarını incelediğinizde hepsine de hem yargıda hem de poliste aynı insanların baktığını fark ediyoruz. 
- Üç yıl kadar önce sizinle yaptığımız ilk söyleşide Gülen cemaatinin bu davaların tetikçisi olduğunu söylemiştiniz. Hâlâ aynı kanıda mısınız?
Bu konuda kafamda hiçbir kuşku yok. Kimi insanlar Fethullah Gülen cemaatini hizmetleri için destekliyor. Sanıyorum bu insanların birçoğu Ergenekon davasında olan bitenlerden habersiz. Birçoğu bu davaların doğru verilere dayandığına inanıyor.
Ama, medyada da boy gösteren cemaat içinde küçük bir grup bu davalarda çok önemli roller oynadılar. Örneğin, iddianameyi okurken bunun içinde yer alan iddialarla cemaat yayın organları olan Zaman, Today’s Zaman gazetelerinde çıkan haberlerdeki iddiaların birebir örtüştüğünü görmek beni şoke etmişti.
Ben Ergenekon’la ilgili raporumu yayımladığımda da bana saldıranlar bu Gülen medyasının şahsiyetleriydi.
 Ahmet Şık, Hanefi Avcı neden hapse atıldılar? Çünkü Fethullah Gülen ve cemaati aleyhinde kitap yazmışlardı. Ya da Nedim Şener...- Siz tam Ergenekon kararları açıklandığında BBC’nin Türkçe servisine bir demeç verdiniz. Orada söylediklerinizi tekrarlar mısınız?
Tutuklananlarının hepsinin ortak yanlarına baktığınız zaman tamamının Gülen cemaatinin çıkarları aleyhine faaliyet gösterdiklerini görüyorsunuz, dedim. Örneğin, 
“Baba Beni Okula Gönder” kampanyasının üyeleri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yöneticilerinin hepsi bu nedenle gözaltına alınıp tutuklandılar.
Bu insanlar okul çocuklarına Gülen cemaatinin yaptığı gibi burs veriyordu. Yani Gülen cemaatinin eğitim alanına onlara göre tecavüz ediyorlardı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alan öğrenciler, PKK üyesi olmakla suçlandılar. Yani Gülen cemaati sadece kendilerine düşman değil, çıkarlarına zarar veren rakipler olarak gördükleri insanları da cezalandırma ve öç alma yoluna gitti.
Hatta laik askerleri de Fethullah Gülen’in ABD’ye kaçmasına zorlayan kişiler olarak damgaladılar. Bir başka olay da gazetenizin başyazarı 
İlhan Selçuk’a yaptıkları inanılmaz muameleydi. Şimdi, bütün bu suçlanan kişilerin kimliklerine baktığınızda hepsinin bir şekilde Gülen cemaati aleyhinde faaliyet göstermiş şahsiyetler olduklarını fark ediyorsunuz. Demin Gülen cemaatinin düşmanlar, rakipler ve öç alma gibi üç unsurdan yola çıkarak bu davalarda hedef aldıkları insanları cezalandırma yoluna gittiğini söyledim. Bir unsur daha var. Cemaat güç ve iktidar elde etme hırsı içinde. Gündemlerinin tamamıyla dine dayalı olduğunu hiç düşünmüyorum. - Başbakan Erdoğan’a MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden yapmak istedikleri gibi mi?
Evet. - Sizin de üzerinize gelmediler mi? Bana sizi yazdığınız rapor yüzünden çok ciddi biçimde tehdit ettiklerini söylemiştiniz. Hâlâ böyle tehditler alıyor musunuz?
Özellikle medyalarında ağır karalama kampanyasına girişmişlerdi. Sadece onlar da değil. Bugün de yapabilirler. Ama ne yapabilirler? Ancak ya tutuklatırlar ya da beni sınır dışına gönderirler.
- Nasıl tutuklatırlar? Siz İngiliz vatandaşı değil misiniz?
Mantıken böyle bir şey yapamamaları lazım. Ama burada mantık yok ki. Mantık olsaydı bu dava böyle sonuçlanmazdı. Hatta olmazdı. Bunca insan bu kadar uzun süreli tutuklanmazdı. Eğer bu ülkenin haberalma örgütünün en tepesindeki isim PKK’ye yardım ve yataklık etmekten sorgulanmak istendiyse ya da 
“Baba Beni Okula Gönder” kampanyasının, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin merkezlerine baskın düzenlendiyse burada mantık aramamak lazım. Bütün bu mantıksızlıklara karşı doğru bildiğimi her zaman söyleyeceğim. 
Ergenekon algısı değişti
- Siz uluslararası platformlarda Ergenekon davasının ne olup ne olmadığını anlatmak için konferanslar verdiniz. Aldığınız tepkileri ya da değerlendirmeleri söyler misiniz?
Verdiğim konferanslar ve katıldığım panellerde anlattıklarımın uluslararası alanda insanların Ergenekon’la ilgili düşüncelerini muazzam ölçüde değiştirdiğini söyleyebilirim.
Ergenekon’la ilgili ilk yazım Ocak 2008’deydi. O sırada 
Veli Küçük, Muzaffer Tekin tutuklanmıştı. O ilk yazımda Türkiye’nin sonunda karanlık geçmişiyle yüzleşmekte olduğunu yazmıştım. Çünkü Veli Küçük’ün ya da Muzaffer Tekin’in geçmişte pek çok karanlık olaya bulaşmış olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama o yazıda da bir soru işareti vardı. Çünkü neyin olup bittiğinden tam olarak emin değildim. Aradan iki üç ay geçtikten sonra işin böyle olmadığını arkadan gelen tutuklama dalgalarından sonra anladım. Öte yandan konuştuğum insanlar benim yanıldığımı, Türkiye’nin geçmişini temizlemekte olduğunu, derin devletle hesaplaşmanın başladığını söylüyorlardı. 
Erdoğan’a gülüyorlar
- Peki, Gezi olaylarının Başbakan tarafından uluslararası komplo olarak nitelenmesine ne diyorsunuz?
Bu olaylar Başbakan’a göre, hükümeti kıskananlar tarafından tezgâhlanmış. Aslını ararsanız hiç kimse kıskanmadığı gibi gülüyorlar, sarakaya alıyorlar. Onlara iddianamenin bir bölümünü okuduğum zaman insanlar gülmekten katılıyordu. Söylemek istediğim davayla ilgili uluslararası algının muazzam ölçüde değiştiğidir. 
- Siz bütün Ergenekon davası süresince eski Genelkurmay başkanları Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt’ın ciddi biçimde sorgulanmamasına ne diyorsunuz? Oysa Büyükanıt 28 Nisan e-muhtırasını bizzat yazdığını itiraf eden kişi değil miydi?
Bir kere Özkök’e dokunmazlar çünkü cemaat onu seviyor. Büyükanıt’a neden dokunmadıklarını tam olarak bilmiyoruz. Ama Dolmabahçe’deki görüşmede bir anlaşmaya varıldığı söyleniyor. Büyükanıt’ın, kendisiyle ilgili söylentiler nedeniyle kamuoyunun diline düşmek istemediğini biliyoruz. 
Türkiye kaba kuvvet devleti
- Bütün bu konuştuklarımızdan sonra Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söyleyebilir misiniz?
Sadece bu dava değil, başka davalara da baktığımızda bunu söyleyemeyiz. Türkiye bu haliyle hukuk devleti değil, sadece bir kaba kuvvet devleti (power order). Güç kimin eline geçerse o ne yapacağına karar veriyor. 
- Önceki söyleşimizde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse bütün komutanlarının tutuklanmasının Türk ordusunda çok ciddi psikolojik sıkıntılar yaratmasının yanı sıra NATO’nun askeri gücü için de bir tehdit olduğunu söylemiştiniz. Hâlâ bu görüşte misiniz?
Evet, hâlâ bu görüşteyim. Yapılmaması gereken iki önemli şey var. Birisi siyasetin askerileştirilmemesi, ikincisi de askerin siyasete bulaştırılmamasıdır. Bu son YAŞ toplantısından sonra askerin siyasete bulaştırıldığını açıkça gördük. Asker liyakat çerçevesinde görev yapmalıdır. Siyasinin beğendiği asker atanacak, beğenmediği ise emekliye sevk edilecek diye bir durum olamaz. 
PORTRE
GARETH JENKINS
İngiliz gazeteci, yazar, analist. 1989’dan beri İstanbul’da yaşıyor. Üniversitede antik Yunanca ve Latince okudu. The Sunday Times, Jane(se yayınlarına ve kimi düşünce kuruluşlarına yazılar yazıyor. The Economist Intelligence Unit’e birkaç rapor hazırladı. Uzmanlık alanları sivil-asker ilişkileri, siyasi İslam ve terörle mücadele. “Türk Silahlı Kuvvetleri ve Siyaset” ve “Türkiye’de Siyasi İslam: Batı’ya Koşarken Yönünü Doğu’ya mı Çeviriyor?” isimli kitapları var. “Gerçekle Düş Arasında Ergenekon Davası” başlıklı ünlü raporun yazarı.

11 Ağustos 2013 - Cumhuriyet