1 Eylül 2013 Pazar

Bu Ülkeyle Baş Edemezsin! - Orhan Bursalı

Bu ulusla, bir ulusla savaşacak kadar kimse büyük olamaz...
Bugün 1 Eylül... İnsanlar İstanbul’u ve bütün Türkiye’yi el ele saracaklar, kucaklayacaklar, bağırlarına basacaklar birbirlerini... Haritaya bakıyorum, müthiş güzel bir el ele görüntüsü, uzaydan... Marslılar kıskanıyor, uzaylılar şüphesiz, vallahi billahi de dünyaya özel gezilerle geliyor, bu görüntüyü kaçıracak kadar aptal değiller!
Türkiye, duyuyor musun!
Hey feldmareşallığa soyunan, bu ülkeyle baş edemezsin... Suriye halkının üzerine bomba yağdırmak için çırpınıp dururken ve ABD’yi ikide bir kışkırtırken Yeni Osmanlı tayfan ile birlikte, Türkiye Barış Günü’yle yanıt veriyor...
Bu ülkeyle, bu insanlarla, bu milletle, bu halkla baş etmek zor!
Bu ülkeyi her şeyiyle, ruhuyla, bütünlüğüyle, doğasıyla yiyip bitirmeye çalışırken iktidarın, bu insanlar ortalığa güzellik saçıyor... Yok etmeye çalıştığın her şeyi yerlerine koymak için harekete geçiyorlar...
Arkanı dönüyorsun, kırık dökük gri merdivenlerini gökkuşağınaboyuyorlar...
Sabaha karşı boyacılarınla, belediyenle baskın düzenliyor, merdivenleri griye çeviriyorsun... Milletin alaya aldığını görünce bu kez gelip kendince renklendiriyorsun...
Derken, Duran Adam gibi, renkli merdivenler Ankara’da patlak veriyor...
Gezi ruhu bu kez gökkuşağı merdivenleriyle pardon diyor!
***
Biliyorsun ki, renkli merdivenler değil orada gördüğün: Hadi git artık seni istemiyoruz... Doğru okuyorsun!
Yana döneceksin ki, bu kez önünde Gezi müziği çalan renk ahenk dev bir balon karşında...
Patlatsan mı tutuklasan mı, yoksa ne?..
Rüyamda gördüm, millet avuç içi kâğıtları sağa sola yapıştırıyor, üzerinde tek cümle, tek sözcük, neyi ne kadar sevdiklerini anlatan... Önünde sağında solunda, duvarlarda reklamlarda... Bir tık, tamam. Hey ne oluyor diye uyanıyorum...
Kusura bakma, bu milletle baş etmek zor... Orayı kirletiyorsun, burayı süpürüp temizliyorlar...
“Sıcak sonbahar” korkusu yaşıyorsun... Güya protestolar seni apansız yakalayacak da, önlem almaya başlamışsın...
Renkli merdivenlere bir baksan!.. Bu millet her gün bir protesto, direniş yaratıyor da farkında değilsin...
***
Sopa gösteriyorsun! 
İzmir’de “Gezi”ci gençlere yazılan iddianameye bakıyorum, oturup yazmışsın bir güzel! Hepsi senin ifaden, söylemin, cezan, mantığın, isteğin...
Sokak serserileriymiş...
“Gezi Meydan Muharebesi”ni Türkiye ölçeğinde kaybettin...
Feldmareşal apoletini tam takacaktın ki, topun, tüfeğin, TOMA’n, mermin, biber gibi kimyasal gazların fayda etmedi... İki seksen yerdesin...
Milletin duvarı önünde feldmareşal apoletin eriyip aktı gitti... Nereye diye sorma...
Şimdi Suriye’de çizmelerini geçirdin ayağına, komutan ceketini, şapkanı tutmasalar giyeceksin...
Müslüman kanını durduracakmışsın, öyle duyduk...
Binlerce Müslüman kanı akıtarak...
Biliyoruz ki orada uluslararası teröristlere verdiğin silahların öldürdüğü Suriyelinin çetelesini tutmuyorsun, ama bu millet tutuyor...
Helikopterine bin yarın, şöyle önce İstanbul’un üzerinde bir uç, sayamayacağın kadar el ele yüz binlerce insan, işte tutulan çetele üzerindeki öldürülen, bombalanacak, bombalanmasını istediğin, bu millete gösterdiğin sopaların uzandığı insanları, sayıları işaret ediyor.
***


Bu millet büyüktür...
Arkasında 30 Ağustos’ta sopaladığın insanları var eden Büyük Zafer, Kurtuluş Savaşı, Büyük Kuruluş, bir “ulus” olarak yeniden varolma, bir büyük dil, bir büyük tarih, Atatürk ve şanlı arkadaşları, şehit subayları erleri... Şanlı direnişler var...
Oralarda pişerek bu millet büyüdü, büyüdü, büyüdü...
Taksim oldu, Türkiye oldu, ODTÜ ormanı oldu; Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş oldu...
Milletine karşı, bir millete karşı savaşan kimse muharebe kazanamamıştır.
Buna kalkışanlar hep yok olmuşlar, milletler ise hep var olmuşlar.
Tarihe bak...
Bu ülkeyle, bu milletle baş edemezsin!

Orhan Bursalı
1 Eylül 2013 - Cumhuriyet

AKP'nin işi gücü rant - Cumhuriyet Portal

Bakanlar Kurulu tüm mesaisini, Kanal İstanbulhavalimanı gibi dev inşaat projelerine harcadı.
S Bilişim Danışmanlık’ın ‘Türkiye’de Siyasi İstikrar BakanlıkPerformansları X’ raporuna göre 2013 yılının ilkyarısında alınan Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ını imar ve gayrimenkuleilişkin kararlar oluşturdu.
AKP hükümetinin art arda açıkladığı dev projeler, enerji yatırımları ve kentsel dönüşüm, son yıllarda Bakanlar Kurulu’nun gündeminde imar konusunu bir numaralı gündem maddesi haline getirdi. Özellikle inşaat eksenli büyüyen Türkiye ekonomisi kabinenin de gündemini şekillendiriyor. Hükümet son yıllarda üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, İzmir-İstanbul otoyolu, Marmaray, nükleer santral inşası, Gezi Parkı yayalaştırma projesi gibi dev projelere başladı. Bu projeleri hızla hayata geçirmek için de Bakanlar Kurulu neredeyse tüm enerjisini bu alandaki kararları çıkarmada harcadı.
2013’ün yılının ilk yarısında alınan Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ını imar ve gayrimenkule ilişkin kararlar oluşturdu.
S Bilişim Danışmanlık’ın “Türkiye’de Siyasi İstikrar Bakanlık Performansları X” 2013 yılı ara raporuna göre 2013 yılının ilk yarısında Bakanlar Kurulu 346 karar aldı. Bu kararların 206’sını, yani yüzde 59.54’ünü imar kararları oluşturdu. 2012’de de Bakanlar Kurulu’nun aldığı 618 kararın 253’ü imara ilişkin kararlardan meydana geldi.
İmara ilişkin kararların özellikle 2012 sonrasında Bakanlar Kurulu’nun gündeminde ağırlıklık kazanması dikkat çekiyor. 2009’da kararların sadece yüzde 5’i imar ve gayrimenkullere ilişkinken bu oran 2010’da yüzde 17’ye, 2011’de yüzde 23’e, 2012’de ise yüzde 41’e fırladı.
Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü ve diğer altyapı yatırımlarındaki artış ve kentsel dönüşüm kararları, özellikle “acele” kamulaştırma kararlarının son yıllarda önemli ölçüde artmasına neden oldu. 2010’da bu yönde 19 karar alınırken, 2011’de 28, 2012’de 176, 2013’ün ilk 6 ayında 145 karar alındı.
Alınan imar ve gayrimenkul kararlarını, acele kamulaştırma, afet işleri, vakıf taşınmazlarının tahsisi, kamulaştırma, altyapı ve kentsel dönüşüm, riskli alan belirleme ve toplulaştırma kararları oluşturdu.
Cumhuriyet Portal

30 Ağustos 2013

Vurgunun şifreleri - Cumhuriyet Portal

AKP’li 10 ilçe belediyesinin denetim komisyonu raporlarında çarpıcı iddialar

İstanbul'da AKP’li ilçe belediyelerinin 2012 yılındaki icraatlarını denetlemek üzerekurulan denetim komisyonlarının raporlarına düşülen muhalefet şerhleri  iddiasından geçilmiyor. Muhalefet şerhlerinde “ihale evrakı gizleniyor, doğal afet olmuş gibi ihaleye çıkılıyor, ihaleler adrese teslim yapılıyor, belediye meclis üyeleri ihale alıyor, yaklaşık maliyeti verenle ihaleyi alan firmalar hep aynı, deprem yardımının teslim tutanağı yok, ihaleden önce işi alan şirketler faturalar kesiyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne borçlar mali tabloda gözükmüyor” iddiaları “isim isim, firma firma” yer alıyor. İstanbul’daki 10 ilçe belediyesinin denetim komisyonu raporlarına düşülen muhalefet şerhlerindeki yolsuzluk iddiaları özetle şöyle:
yolsuzluk
Bahçelievler
ADRESE TESLİM İHALELER
Belediyenin aşina olduğu firma!- Yaklaşık maliyeti 18 milyon 586 bin TL olan sözleşme bedeli 18 milyon 579 bin TL olan 33 aylık Güvenlik Hizmeti İhalesi’ne 23 firma istekli olmuş. Bunlardan dördü ihaleye teklif sunmuş. İhaleye teklif sunan firmalardan Şark Özel Güvenlik Ltd. Şti. evrakının fotokopi olması nedeniyle, UMUT Özel Güvenlik Ltd. Şti.-BELPA Ltd. Şti. birim cetveli fiyatı cetveli olmadığından, VİP Özel Güvenlik ihale yasaklısı olduğundan değerlendirme dışı bırakılmış, geçerli teklif olarak Yavuz Güvenlik Ltd. Şti.’nin teklifi kabul edilmiş ve ihale onun vermiş olduğu teklifle 18 milyon 579 bin 748 TL ile Yavuz Güvenlik’e verilmiştir. Yavuz Güvenlik belediyenin aşina olduğu firmalardan biridir. Yavuz Güvenlik’in sahiplerinin kurduğu iki şirket 2012 yılı içinde 5 milyon 100 bin TL tutarında iki ihale daha almıştır. İhalelerin hepsinde benzer yöntem izlenmiştir. 
Kağıthane
YÜZDE 45’E ULAŞAN KIRIM 
Büyük kamu zararı şüphesi - Yapılan büyük ihalelerin çok yüksek oranda yüzde 45’e varan kırımlarla ihale edildiği görülmektedir. Bu işlerin yapım ve imalat aşamasının nasıl denetlendiğine ve iş kabullerinin doğru yapılıp yapılmadığına dair geniş şüphelerimizin oluştuğunu, eğer burada bir kayırma var ise ciddi bir kamu zararı oluştuğunu düşünmekteyiz. İhalelerin hak ediş incelemelerinin bağımsız yeminli müşavirler tarafından yapılmasının ciddi yarar getireceğini düşünüyoruz.
Sancaktepe
İBB’YE OLAN BORÇLAR ‘KAYIP’
Mali tablolarda eksilikler - Sancaktepe Belediye Başkanlığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne olan borçlarının her ay düzenli olarak mahsuplaşma yoluyla ödendiği görülmüştür. Ancak Sancaktepe Belediye Başkanlığı’nın İBB’ye olan borçlarının mali tablolarda görülmediği anlaşılmıştır. Bu durum mali tabloların doğru ve güvenilirliğini ortadan tamamen kaldırmaktadır. (31.12.2012 itibarıyla 8 milyon 507 bin TL’lik bakiye.)
Güngören
FAHİŞ FİYAT VE AYNI FİRMALAR
Aynı firmalar- Yaklaşık maliyet hesaplamasında gerekli özen gösterilmediği, aynı firmalardan ve fahiş fiyatlarla alımlar yapıldığı, ihalelerde rekabet ortamının oluşmadığı, Kamu İhale Kanunu’nun ilkelerine uyulmaması sebebiyle..
Gaziosmanpaşa
İhalede ‘danışıklı dövüş’ yaptılar
Firmalar anlaştı: Parklara çocuk oyun grubu, fitnes aleti ve kauçuk zemin alım ihalesinin yaklaşık maliyet oluşturmak üzere piyasa araştırmasında 3 firmadan teklif alınmış. Teklif veren Global Park 1 milyon 300 bin TL, Doğa Park 1 milyon 275 bin TL, Umut Turizm 1 milyon 320 bin TL fiyat vererek 1 milyon 298 bin TL yaklaşık maliyet oluşturulmuş. Açılan ihaleye 3 firma girmiş, bunlardan yüksek fiyatlı ilk firma elenmiş, diğer ikisi Global Park (1 milyon 203 bin) ve Doğa Park (1 milyon 135 bin+KDV) firmaları olup, ihaleyi Doğa Park almış, ancak ihaleyi aldığı halde sözleşmeyi imzalamaya gelmemiş ve ihale ikinci düşük teklif veren Global Park’a verilmiş. Birincisi aynı firmaların yaklaşık maliyet teklifi verip aynı zamanda ihaleye girmeleri, ihaleyi kazandığı halde imzalamaya gelmeyerek ihalenin diğer firmaya verilmesi, iki firmanın arasında karşılıklı anlaşma olduğunun açık göstergesidir.
Çekmeköy
Afet olmuş gibi!
Kamu zararı oluştuğu açık - Kamu ihalelerinde suiistimale en açık düzenleme 4734 sayılı kanunun 21/b maddesinde öngörülen istisnai alım yöntemidir. Bu maddeye göre doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması halinde idarenin davet edeceği en az üç firma ile ilansız ihale olarak yapılması öngörülmüştür. 2012 yılı içerisinde Çekmeköy Belediyesi’nce bu maddeye göre 2 adet ihale yapılmıştır. Bu hizmetlerin alımı aşamasında “can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen” hangi durumlar olduğu anlaşılamamaktadır. Açık ihaleler ile 21/b kapsamında yapılan ihaleler karşılaştırıldığında açık ihalelerdeki kırım oranlarının 21/b kapsamındaki ihalelerde düştüğü, rekabet ortamının iyi oluşturulamadığı ve idarenin sadece yasanın zorunluluklarını yerine getirdiği görülmektedir. Bu yöntemle yapılan ihalede kamu zararının oluştuğu açıktır.
EYÜP
ŞİRKETLER TEKLİFTEN ÖNCE FATURAYI KESMİŞ
*Yaklaşık maliyeti belirleyenle ihaleyi kazanan hep aynı firmalar - Eyüp Belediyesi uygulamalarında hem yaklaşık maliyeti belirleyen, hem ihaleye giren, dolayısıyla ihaleyi kazanan firmaların hep aynı olduğu görülüyor. Sadece 3 firmanın katıldığı bir ihalede yaklaşık maliyetin öğrenilmesinin ne kadar kolay olacağı ortadadır. Görüşümüze göre Eyüp Belediyesi’nin pazarlık usulü ile ihalelerinin yapılış biçiminde çok temel bir sorun vardır ve bu sorun mutlaka çözülmelidir. İhalelerde gizlilik ve kamu yararı ilkelerini koruyan yeni düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
* Deprem yardımının teslim tutanağı yok - 25 yevmiye No’lu evrakla deprem yardımı olarak Van-Erciş’e gönderilmek üzere Erzincan Has Bakliyat-Ertürk Saltabaş’tan alımı yapılan kuru gıda malzemelerinin teslim tutanakları, çıkış kayıtları yoktur. Ayrıca kime, nerede ve ne zaman teslim edildiği belli değildir.
* Formaliteyi tamamlamak için sonradan dosyaya! - 2394 yevmiye No’lu Ankara Yayınevi Organizasyon ve Danışmanlık Hizmetleri’nden 22-d’ye göre yapılan mal alımı ile ilgili olarak; fatura, tekliflerin verilmesinden 1 gün önce kesilmiş olup, satışın yasal prosedür uygulanmadan yapıldığı anlaşılmıştır. Formaliteyi tamamlamak için de sonradan teklifler dosyaya konmuştur. Yeşil alanlara dikim, ağaç ve bitki alımı ile ilgili olarak 3 Mayıs 2012 tarihinde fatura kesilmiş olan malzemelerin depodan çıkış fişlerinin 2-3 ay öncesine ait olduğu görülmüştür. Tüm bunlar alımın ve teslimlerin usulsüz olduğunu göstermektedir. Muayene ve Kabul Komisyonu tutanağı olan malzemelerin alınmadan teslim alınmış gibi evrak düzenlendiği, ürünlerin depoda bulunamamasından anlaşılmıştır.
* İleriyi gören başkan yardımcısı - Yurtdışı gezisi ile ilgili olarak başkan yardımcısı Şengül Kocabaş’a yapılan ödeme usulsüzdür. Çünkü; Belediye Meclisi’nce yurtdışı gezi kararı 01.10.2012 tarihinde verilmiş, gezinin 02-09.10.2012 tarihleri arasında yapılacağı belirtilmiştir. Oysa ki Kocabaş biletini 27.09.2012 tarihinde almış ve gruptan ayrı olarak, meclisçe belirtilen tarihten önce 01.10.2012 tarihinde yurtdışına çıkmıştır.
Pendik
Başkana 11 danışman 
* Belediye meclis üyeleri ihale alıyor - Pendik Belediyesi iştiraki olan PENYAPSAN A.Ş. 2012 yılı ile ilgili olarak 1’i pazarlık, 10’u açık olmak üzere 11 adet ihale almıştır. Bu ihalelerin toplam bedeli 27 milyon 738 bin 998 TL’dir. Belediye meclis üyesi Selahattin Turhanın meclis üyesi olduğu döneme ait 5 ayrı ihalenin toplam bedeli ise 8 milyon 239 bin 340 TL’dir. Belediye meclis üyelerinin kendi belediyelerinden ihale almaları mümkün değildir.
* Danışmanlar cenneti! - Pendik Belediyesi gerçek anlamda başkan danışmanları cenneti. Büyükşehir Kanunu’nun 20. maddesi, başkan danışmanlarının sayısını “nüfusu 2 milyondan fazla olan büyükşehirlerde 10, diğer büyükşehirlerde ise 5” olarak sınırlamıştır. Ancak Pendik ilçe belediyesi olmasına rağmen yıl içinde bir ara sayıları 11’i bulan başkan danışmanları cenneti haline dönüştü. 2012 yılında araç, telefon ve diğer giderleri hariç başkan danışmanları için yapılan harcama 713 bin 810 TL’dir. (Şerh: Süleyman Tarık Balyalı)
Küçükçekmece
İHALE EVRAKI GİZLENİYOR
* Denetimin şeffaf yapılması engellendi - İstenilmesine rağmen 2012 yılı içerisinde ihale ile satışı yapılan belediye yerlerine ait evraklar, belediye birimleri tarafından komisyona teslim edilmemiştir. Yapılıp yapılmadığına dair bir bilgi de bildirilmemiştir. Bu durum denetimin şeffaf ve gerçekçi bir şekilde yapılmasını engellemiştir.
* İşçiler ihale ediliyor! - Her ne kadar kâğıt üzerinde güvenlik hizmetleri ihale edilmiş gibi görünse de, fiili uygulamada, işçiler ihale edilmekte, güvenlik şirketleri yalnızca işçilerin sigorta primleri ve ücretlerini yatırmakta, işin sevk ve organizasyonu kamu kurumlarınca yapılmakta, işçilere emir ve talimatı kamu kurumları vermekte, işten çıkarma da dahil olmak üzere işçilere ilişkin tüm işverenlik yetkileri kamu kurumlarınca kullanılmaktadır. Bu personelin alımı özellikle siyasi olarak kullanılmakta, taşeronlarca siyasi nitelik taşıyan adaylara ayrıcalık tanınmaktadır.
Cumhuriyet Portal
1 Eylül 2013

31 Ağustos 2013 Cumartesi

İçi Boşaltılmış - Şükran Soner

Siz hiç içi bu kadar boşaltılmış bir 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları günü yaşadınız mı? Resmi geçit töreninin başlama saatlerinde Vatan Caddesi’nden geçiyordum. Hiç böylesine sessiz, insansız, çoluk çocuksuz, polis bariyerlerinin arkasındaki yerlerini almamış, sivil halkın katılmadığı, deyim yerindeyse yok olduğu bir geçit törenine tanık olmamıştım... Gazeteye gelip de sözde tören yerinden canlı yayın yapan habercilerin, polis bariyerlerinin hemen arkasından, arkalarında görüntüyü kurtaracak tek bir insan bile olmadan, “Sabahın erken saatlerinden itibaren, çoluk çocuk kalabalık halkın toplandığı coşkulu törenlerde..” diye cümle kurmalarından mesleğim adına böylesine utanmamıştım...
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin önünü açan, emperyalizme karşı kazanılan zaferin yıldönümünü sivil iktidar gücünü gösterme adına üstüne almak başka, içini anlamı, işlevleri, sonuçları ile doldurmaya gerçekten gönüllü olmak çok başka... İktidarlarının organizasyonu, sorumluluğunda düzenlenen en sıradan etkinlik, açılışlarda bile toplanması öngörülen gönüllü-zorunlu katılımlarla oluşturulan kalabalıklara ne oldu? İddia ediyorum, Fatih Belediyesi ölçeğinde aynı caddenin sonundaki amatör futbol sahası çevresinde düzenlenmiş iftar yemeği kalabalığından bile eser yoktu. Görüntü sonuçlarına bakarsak başkent Ankara’da bile Başbakan Erdoğan’ın katıldığı yol açılışı törenini, jetlerin uçuşlarındaki ses-hız uçuş tekniği görkemini saymazsak, tüm kutlama etkinlikleri bir diğeri ile sönüklükte yarıştılar...
Sabahtan akşama ortak medyatik koronuzla Cumhuriyeti, kazanımlarını, Kurtuluş Savaşı destanının yaratılabilmesi koşullarını, Atatürk devrimlerini... İktidarlarınızın süreci boyunca karalayan kampanyaların üzerine, militan kadrolarınızın en sıradan etkinliklerinizde verdikleri destek, içi bilinçli boşaltılmış 30 Ağustos etkinliklerinde söz konusu olamaz. 30 Ağustos’un sonuçlarına, kazanımlarına değer veren kitleler ise sizin kerhen içinde olduğunuz kutlamalara inanıp destek vermezler... Hele de 30 Ağustos zaferinin askeri, siyasal lideri Atatürk’ün, en olumsuz koşullarda yaratılmış kurtuluş destanından sonra “Savaş cinayettir” sözü ile, sadece savaşın kaçınılmaz olanına onay veren sözleri ile... İktidarlarının bugün Suriye, Mısır siyasal İslamcı-ırkçı ayrımcı cephelerde iç savaşlarında, Irak’ta emperyal işgalde üstlendiği tek yanlı militanca roller ile “30 Ağustos zaferinin” özde çelişkileri...
***
Laf aramızda İktidarları, en son Irak, Suriye, Mısır özellerinde, BM-ABD-AB ekseninde yaşananlardan.. Ortadoğu-İslam dünyası halklarının çektikleri büyük acılar, yüz binlerin yaşamlarına mal olan kanlı katliamlardan, insanlık dışı, İslama göre de sözde İslam adına işlenen ağır günah suçlarından ders almış olarak 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 91. yıldönümünden kimi dersler çıkarma çabası içinde olsalardı da... Dünü, bayramın 91. yıldönümünü coşkulu kutlayabilecek moral değerlerimiz ayrışmış cephelerdeki halkımızın tümü için diplerdeydi...
Suriye’de daha çok kan akmaması adına, ABD’nin kırmızı çizgileri olan kimyasalların Esad yönetimince kullanılmış olması olasılığına sığınmış, BM’den Suriye’yi bombalayacak destek kararının çıkmasını umutla besleyen bir dünya, insanlık gerçeği ile yüz yüzeyiz... İktidarımız Suriye’de başka, Mısır’da başka çizgide bir emperyal güç siyaseti beklentisi içinde, birincisinde Esad’ı devirecek askeri, şov niteliğinde de kalsa havadan bombardıman operasyonuyla müdahale, ikincisinde destekleri ile devrildiği varsayılan ye iktidarını geri verecek bir irade bekliyoruz...
Öylesine büyük bir kaos, batağın içindeyiz ki, insanlık adına ortak akıl üretme çabalarında ortalığa saçılan veriler, olasılıklar, ürettikleri artıları ve eksileri ile bölgede çok daha uzun sürecek iç savaşlar, kan dökülmesi, mezhep çatışmalarının doğrudan tetikleyicileri olacaklar... Zaten sonuçta da üretilmeye çaışılan çözüm önerileri arasında, İslam dünyasının tüm ırklar, mezhepler, şeriat yorumları, siyasal İslami akımları ile akıllarını başlarına devşirecekleri, sorunlarını birlikte yaşama, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti içinde çözmeye çalışacakları, en zayıfından en hayalci düşlere bile yer yok. Emperyal güç odaklarının silahlı, caydırıcı güçleri odaklı, İslam dünyasını bir barış dengesine zorlayabilecekleri formülleri var ancak. İslam dünyasının sömürülmesi, başta zengin enerji kaynaklarının çıkarlarına kullanılması için çatıştırılmaları gerçeği kabul görmüş olarak elbet...
Tabii “Zayıf mum ışığı kadar umut verici olmasa bile, bugüne kadar yaşanmış acılardan çok ağır bedeller ödemiş İslam dünyası halklarının bu dışardan formüllerle ödedikleri bedellerden aldıkları derslerle bu diplerde kaostan, bataklıktan çıkma çırpınışları işe yarayabilir mi” sorusunu da artık soranlar çıkmıyor değil... Bu yıl içi boşaltılmış olsa da, 30 Ağustos Zafer Bayramımızdan önümüzdeki yıllarda en çok bölgemiz için çıkarılacak çok anlamlı dersler olduğu kuşkusuz...
Mursi’


Şükran Soner
31 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Efsane Dekan - Işık Kansu

Meral Uysal, Prof. Dr. Cevat Geray’ın anılarını derlemiş, “Efsane Dekan”adlı kitap, güzel bir kitap olmuş. İşte o kitaptan bir küçük anı:
Cevat Geray, ortaokul birinci sınıfta iken bir yakınları olan kuyumcuya çırak verilmiş:
“Bir gün dükkânda kimse yoktu. Tomarla para gördüm yerde. Aldım kaldırdım, patronun tezgâhının üstüne koydum. Karşıdan beni seyrederlermiş. Güvenilir bir insan olup olmadığımı sınamışlardı. Böylelikle güvenilirlik testini kazanmıştım.” 
Meral Uysal, Geray’a “O ustanın sözünü dinleyip kuyumcu olsaydınız...” diye üsteleyince aldığı karşılık şöyle olmuş:
“Belki zengin olurdum, ama adam olmayabilirdim.” 
Adam gibi adam olmanın gizlerini Cevat Geray’ın anılarında bulabiliriz...
Az Kaldı
Osmanlı’yı geri getirdiler ya... Tayyip ile Gül kardeşinin ulusal kurtuluşun simgesi 26 Ağustos’u görmezden gelmeleri, unutmaları çok doğal.
Ali Sirmen’in geçenlerde yazdığı gibi, yediler, içtiler, eğlendiler, sıra demokratik yollardan hesap vermeye gelecek.
İşte o gün, İstanbul rıhtımında artık bir İngiliz zırhlısı bulurlar mı, bulmazlar mı, o da onların sorunu. 
Durum
Yeni vizyonumuz:
Yurtta dayak, dünyada savaş.
Avrasya’dan Koparken 
Daha birkaç yıl öncesine değin Avrasya’nın önemi dile getiriliyordu. Şimdiyse“stratejik derinlik” dedikleri şey bizi giderek Ortadoğu bataklığına saplıyor.
Siyaset bilimci, yazar dostumuz Doç. Dr. Barış Doster’e göre, Türkiye’nin Avrasya’yı unutmasının başta gelen nedenlerinden birisi, iktidarın ideoloji seçimi. Türk ulusu kavramıyla olduğu gibi, Türk dünyasıyla da araya mesafe koyuyor:
“ABD’ye olan bağımlılığı, ABD’nin verdiği görevle tüm enerjisini ve önceliğini Ortadoğu’ya vermesi, Avrasya’nın yükselen siyasi ve iktisadi potansiyelini görmesini de engelliyor. Başbakan, her ne kadar Rusya lideri Putin’le yaptığı görüşmede, ‘Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın, biz de AB’den ayrılalım’ dese de, Türkiye’nin, hele de laik Cumhuriyetten ve Atatürkün bölge merkezli dış politikasından hızla uzaklaştığı bir süreçte, üzerinde çalışılmış, kapsamlı, tutarlı, kısa, orta ve uzun vadeye yayılmış bir Avrasya stratejisi bulunmuyor.” 
Ortadoğu bataklığına saplanmanın bir başka nedeni de AKP’nin dincilikle kaplanmış Arap muhipliği galiba. Doster, bu görüşe katılıyor:
“Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına saplanmasının temel nedeni, iktidarın kafasındaki ideolojik kara delikler, dincilik, mezhepçilik, Arap seviciliktir. Ekonomik anlamda, özellikle Körfez sermayesinden gelen kaynağa duyulan gereksinimin de bunda payı vardır. Ayrıca, İran’ı çevreleyip yalnızlaştırmak, büyük gerginlik yaşadığımız Suriye ile bir dönemler yakınlaşarak onu İran’dan koparmaya çalışmak, Arap dünyasında itibar kazanmak için ABD’nin olur’unu alarak İsrail’le danışıklı dövüş yapmak, denetimli gerginlik yaşamak hep aynı paket program kapsamındadır. Kaldı ki tüm bu adımlar, iktidarın çekirdek seçmen tabanında da karşılık bulmaktadır.” 
Bataktan sıyrılmak için tutunacak bir dal ararsak Cumhuriyetin köklerine bakmak gerekecek. O kökü çürütemediler daha... 
Gaddarlık 
Karadeniz’in şırıl şırıl akan derelerine set vuran HES’ler için tünellerin yapımı sürüyor. En küçük çaplı ve 10 km uzunluğundaki bir tünelden yaklaşık 120 bin metreküp, yani 300 bin ton kaya çıkarılıyor, yeni açılan yollarla birlikte bu miktar çoğu zaman iki katına ulaşıyor. Ortaya çıkan hafriyat da tepelerden aşağıya dökülüyor. Bu arada, bölgedeki tüm bitki örtüsü yok oluyor, dere yatağı doluyor, doğal yaşam paramparça oluyor.
Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Mühendisliği Bölümü’nden Oğuz Kurdoğluve Mehmet Özalp’in saptamalarına göre, yıkımın sonucu şimdiden belli:
“Dere sistemindeki bozulmalar yine yaban hayvanlarının su ve beslenme ilişkilerini bozacak, değişik amfibi ve el değmemiş derelerin çoğunda varlığını sürdürebilen nadir bir tür olan susamuru sayısı doğrudan azalacaktır.
Örneğin Yusufeli-Altıparmak Vadisi bir başka risk altında olan alandır. Yapılan bir çalışmada 210 tür kelebek kaydedilmiştir. İngiltere’de 55, Avrupa Kıtasında 500 ve Türkiye’de 364 tür olduğu düşünülürse alanın önemi biraz daha net ortaya konmuş olmaktadır. Ancak vadide yapılması planlanan on adet HES, alanın tam anlamıyla bozulmasına, yaban hayvanları ve kelebeklerin ortamdan uzaklaşmasına yol açacaktır. 
İnşaat sırasında dere yataklarına dökülen hafriyatın, sularda bulanıklık, sıcaklık değişimi ve yumurtlama alanlarının tahribi gibi etkileri olmaktadır. Yapılan bir araştırmada, 2007 yılındaki kuraklık nedeniyle suyun debisinde düşme meydana geldiğinde, ergin ve yavru balıkların dere içinde oluşan küçük gölcüklerde mahsur kalmalarına ve yüksek sıcaklık ile oksijen azalması sonucu öldükleri ortaya konmuştur.” 
İnsanına, yurduna, kuşuna, böceğine bu denli gaddar davranan bir dönem daha anımsıyor musunuz?
IŞIK KANSU


31 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

30 Ağustos 2013 Cuma

30 Ağustos'ta Kötümserlik - Öztin Akgüç

Tarihi bir zafer gününde en azından kötümser olarak nitelendirilebilecek bir yazı yazmak gerçekten hüzün biraz da utanç verici. Türkiye büyük zaferin 91’nci yılında niçin o özlenen düzeylere gelemedi hatta günümüzde esef verici, kaygı doğurucu durumlara düştü? Bu sorunun yanıtlanması, irdelenmesi gerekir.
Sorunun kökeni Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarına kadar uzanıyor. Kurtuluş Savaşı onurlu, ülkenin bağımsızlığı idealini benimsemiş, özverili, cesur bir grup tarafından yapılmış, halkın önemli bir bölümü savaşa katılmamış, hatta çıkarılan iç isyanlarla Kurtuluş Savaşı baltalanmaya çalışılmıştır. Savaş zaferle sonuçlanınca, bir bölüm savaşa katılmış gibi görünmüş, bir yarar ummuş, geniş bir kitle de tıynetleri gereği argo bir deyişle araziye uymuş, karşıt bir hareket için elverişli bir ortamı beklemiştir. Dolayısıyla 30 Ağustos ülkede herkesin gururla kutlayacağı bir zafer günü olmamıştır.
Ülkede her zaman için Cumhuriyet karşıtı, geniş bir kitle olmuş, bu kitle Cumhuriyet karşıtı siyasal akımları her zaman desteklemiştir. Geçen dönemlerde orta sağ partilerin destekçisi olan bu kitle, artık AKP’nin arkasındadır.
Günümüzde AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’nin yumuşak karnını oluşturuyor. Yalnız destekçi kitlesinin Cumhuriyet karşıtı olması nedeniyle değil, iktidarda kalmayı bir yaşam-ölüm (hayat memat) meselesi olarak gördüğü, “ya devlet başa ya kuzgun leşe” stratejisi izlediği için. Her alanda başarısızlık baskıyı, şiddeti de artırıyor.
Sayın RTE’nin AKP’nin iktidarda kalma tutkusunu, zaafını sezen bazı güçler, blöfle, pazarlıkla hatta şantajla bir şeyler koparma peşindeler. Yerel seçimlerde oy kaybının Sayın RTE için de AKP için de sonun başlangıcı olduğunu görüyorlar. Oy kaybetmemek için AKP’nin her türlü ödünü (tavizi) verebileceğini sezinliyorlar. Cemaatin tutumunu, BDP’nin, PKK’nin blöfünü bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Aslında emperyal güçlerce desteklenen bana göre sözde Kürt bağımsızlık hareketi zor durumda. Batı’dan artık daha fazla destek gelmeyeceği, Arapların da petrol yataklarının önemli bir bölümünün Kürtlerin denetimine verilmesini kabul etmeyeceği açık. ABD, İsrail dışında da, sözde özerk Kürt bölgeleri için hami aramış, bu haminin AKP iktidarı olabileceğini öngörmüştür. Barış süreci, ABD’nin iki yanlı direktifi ile başlamıştır. Aslında emperyal güçlerce destekli, petrol kaynaklarına egemen bir Kürt devleti projesi tehlikeye düşmüş iken, AKP’nin seçim, iktidarı sürdürme zaafı, BDP’ye, PKK’ye bazı şartları dayatma, şantaj ve blöf yapma olanağını vermiştir. İktidarda kalma tutkusunun zebunu olmuş bir partinin, blöfleri görüp ödün vereceği kaygısını taşıdığım için AKP, TC’nin yumuşak karnıdır diye düşünüyorum.
Bazı çevreler Türkiye’de yaşananlar için “bunu hak etmiyoruz” diye isyanda bulunuyor. Aslında Türkiye’de geniş bir kitle özgürlüğü, bağımsızlığı hak ediyor mu? Öncelikle bu sorunun yanıtlanması gerekir. Özgürlüğü, bağımsızlığı hak etmenin bir çabası, bir bedeli olmalıdır. Geniş bir kitle hiçbir çaba harcamadan bu olanaktan yararlandığı, hazıra konduğu için değerini takdir edemiyor; belki de özgürlük, bağımsızlık onlar için bir anlam bir değer taşımıyor.
Birçok kurumun, kuruluşun unvanın başında Türk “T” harfi bulunuyor. Bu kurum ve kuruluşlar da biz bu sıfatı hak ediyor muyuz diye kendilerini sorgulamalıdırlar. Amblemlerin, logoların, unvanlarının başında bulunan T harfinin ağırlığını, sorumluluğunu duymalıdırlar.
Kurtuluş Savaşı herhalde Türkiye’nin bugünleri için yapılmadı. Asıl haksızlık, nankörlüğe kaçan saygısızlık Kurtuluş Savaşı’nı kazananlara karşı yapılıyor. Yukarıdaki açıklamalar yetersiz görülüp “Niçin kötümsersin” diye sorulabilir. Peki, iyimser olmak için geçerli neden var mı?
30 Ağustos’u hâlâ bir zafer günü olarak görenlerin bayramını kutlarım.
Öztin Akgüç

30 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

25 Ağustos 2013 Pazar

Kıyılarda Teftiş! - Oktay Ekinci

Başbakan’ın, bakanı ve bürokratlarıyla “denizden Bodrum incelemeleri”ni duyunca Turgut Özal’ı anımsadım. Rahmetli de Göcekkoylarında yatla dolaşmış, kimlerin hangi koyu istedikleri işaretlenen haritayı“yerinde!” incelemişti.
Nitekim Sarsala, Boynuzbükü, Hamam gibi mavi yolculukların gözdesi olan koylara, sahiplenen şirketlerin tabelaları bile asıldı; ancak sonradan “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilerek talandan kurtuldular...
Ne var ki ünlü kumsallardan Sarıgerme’ye dikilen otelin Pisilis antik kenti üzerine inşa edilmesine, Koruma Kurulu “sorumlular cezalandırılsın” dese de engel olunamadı.
Dahası, otelin açılışına katılan Özal, binanın “yasa dışı” olduğunu anımsatan Mimarlar Odası temsilcisine (yani, bendeniz) yanıt olarak törendeki konuşmasında diyordu ki; “Bu otel mi güzel, korumak istedikleri bu eski duvarlar mı?”
Oysa “eski” denen o duvarlar “antik Roma limanı”nın kalıntılarıydı… Üstelik arkeolojiyi temelleri altına alan otele -sanki inadına- “çevre ödülü” verdiler. Gerekçesi de “pet şişe yerine cam şişe” kullanmasıydı!
Hükümet onaylı talan


Şimdi, belki de çeyrek yüzyıl sonra yine yazlık giysilerle kıyıları “teftiş” edenErdoğan diyor ki: “Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşmalar denize kadar girmiş. Durum felaket...” (gazeteler)
Okuyunca düşündüm; acaba özellikle son yıllardaki kıyı yağması planlarına, hatta “yasal düzenlemeler”ine karşı “gecikmiş” bir “pişman”lığa mı tanık oluyoruz?
Her ne kadar Başbakan “sadece yerel yönetimler”i suçlayarak, “buna göz yuman belediyeler için görevden almalar bile olabilir” dese bile, kıyılara yönelik “merkezi yönetim” kararları da hiç iç açıcı değil.
En çarpıcı olanı, daha geçenlerde “torba yasa”ların birine sokulan maddelerle kıyılardaki 50 m’lik yapı yasağının 10 m gibi komik bir mesafeye indirilmesi... Böylece “kıyılar toplumun kullanımına açıktır” diyen anayasanın açıkça çiğnenmesi...
Acaba Başbakan, Bodrum rezaletine bu denli kızdıktan sonra 10 m’nin yeniden 50 m’ye çıkartılmasını sağlayacak mı?
Benzer şekilde, “teftiş teknesinde”ki Şehircilik ve Çevre Bakanı tarafından onaylanan planlar arasında, örneğin İstanbul’daki Yassıada’yı imara açan ve “kıyı yasasını geçersiz kılan” hükümler de iptal edilecek mi? Zira Adalar’da, kıyı yasasını hükümsüz kılan torba kanun maddeleri bile çıkarıldı. Acaba “vazgeçtik” denebilecek mi?
Merkezi hükümetin en iddialı projelerinden Galata Port’a, mimar ve plancı odalarının itiraz nedeni de “kıyıya sıfır” yapılaşmaydı. Kanuna göre kıyıda bulunmaları “zorunlu olmayan” rant tesislerinin denize düşercesine sıralandığı projeyi, mahkeme de iptal etti. Şimdi yeniden planlanan alandaki“yalı” konumlu otel ve AVM’lerden bakalım vazgeçilecek mi?
Örnekleri çoğaltmak kolay; Başbakan’ın “inceleme gezisi” kıyılarımız açısından umut içerse bile durum ancak uygulamada belli olacak… Sabırla bekliyoruz.
Oktay Ekinci
25 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Diren Robinson! - Cumhuriyet Portal

Beyoğlu’nun simgelerinden Robinson Crusoe Kitabevi’ni yaşatma kampanyasına yazarlardan destek.



1994 yılında “duvarlar boyunca kitap” sözünden yola çıkılarak kurulan ve çoktandır Beyoğlu’nun simgelerinden biri olan Robinson Crusoe Kitabevi, yaşadığı ekonomik sıkıntıyı aşmak amacıyla “önce öde sonra al” kampanyası başlattı. Bu kampanyayla kitabevi sahipleri, okurlarını, içinde sonrasında harcanmak üzere bakiye bulunan RobKart’lardan edinmeye çağırıyor.

Mimarisi Han Tümertekin’e, logo tasarımı Bülent Erkmen’e ait olan, kapı numarasından hareketle namı diğer Rob 389, pek çoklarının aksine, kitap satış mağazasından çok kütüphane görünümü taşıyor. Kitabı ön plana çıkaran, “hediyelik eşya” karmaşasından uzakta, içinde dolaşırken kulağınıza “iyi” müziğin çalındığı, sade, her ayrıntısı özenle düşünülerek kurulmuş bir mekân burası.

Edebiyat eserleri ve albümlerinin yanı sıra, tüm sanat dallarına ait yabancı dillerdeki kitapları raflarında bulunduran kitabevi, okurlara yurtdışından kitap getirtme olanağı da sunuyor. Ne var ki sahip olduğu ayrıcalıklara karşın, Robinson Crusoe bugün ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Kitabevinin sitesindeki çağrıda “Beyoğlu’nda son yıllarda yaratılan ve acımasızca sürdürülen inşaat ortamının olumsuzluklarına karşın, kiralar ve diğer giderlerin artmaya devam ettiğine” dikkat çekilerek Robinson Crusoe’un kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği projelerle bir vakıf gibi çalıştığı, “tıpkı Markiz ya da Emek Sineması gibi yitirildiğinde farkına varılacak değerlerden biri olduğu” belirtiliyor. “Kültür varlığı nedir” diye sorulan duyuruda, edinilecek RobKart’larla “kültür varlığının geleceğini korumanız altına gireceğini hatırlatmak isteriz” deniliyor.
 Yazarlardan imza günü
 Kitabevinin çağrısı şimdiden karşılığını buldu. Ayşe Kulin, Ahmet Ümitve Buket Uzuner destek olmak için kitabevinde imza günü düzenleyecek. İlk olarak Ayşe Kulin dün okurlarıyla buluştu. Ahmet Ümit yarın, Buket Uzuner ise 28 Ağustos’ta Robinson Crusoe’da kitaplarını imzalayacak.

Ümit, Twitter hesabında “Bu sadece imza etkinliği değil, kitapçı dostlarla dayanışma” derken, birçok sanatçı da aynı sosyal paylaşım sitesinde destek mesajları yayımladı.

Yazar Hakan Bıçakçı, herkesi dünyanın en güzel kitapçılarından Robinson Crusoe 389’a destek olmaya çağırarak, ilk iş olarak gidip kartını alacağını söylerken yazar ve seslendirme sanatçısı Yekta Kopan “Geldim, Robinson kartımı aldım bile. Biliyoruz, direnmek zor. Ama o roman yıllarca piyasaya, o romanın kahramanı yıllarca adadaki vahşi doğaya nasıl direndiyse Robinson da direnir” diyor.

Edebiyat eleştirmeni ve NotosKitap’ın yayın yönetmeni Semih Gümüşde desteğini şöyle dile getiriyor: “Notos, Beyoğlu’nun yaklaşık 20 yaşındaki kitapçısı Robinson Crusoe 389’u zor durumdan çıkarmak için desteğini veriyor.”

Cumhuriyet Portal
25 Ağustos 2013

Bencillik Bir Kişilik Bozukluğudur - Ataol Behramoğlu

Son birkaç haftada sanat ve kültür alanını da ilgilendiren birkaç söyleşi, bencilliğin nasıl bir kişilik bozukluğu olabileceğini gözler önüne seriyor.
Bu öyle bir kişilik bozulmasıdır ki insanı iftiraya, yalana, ihanete bile sürükler.
Toplumsal yaşamımızın geçmişinde, yola devrimci olarak çıkıp, kariyerini ihbarcı ve sonuçta emniyet görevlisi olarak tamamlamış kişiler vardır.
Bu gibiler kendi arkadaşları ve sonraki kuşaklarca alay edilerek ve lanetlenerek anımsanır.
Benmerkezciliğin yaygın olduğu sanat-kültür dünyasında da bu türden örneklere rastlanır.
Sözünü ettiğim söyleşilerden ilki “Sanat Camiasındaki Ergenekon’a ArtıkUyanın” başlığı ile 13.08.2013’te “Star Magazin”de yayımlandı.
Söyleşinin bütününü ve burada adını anmak istemediğim sinema yönetmeninin kimliğini merak edenler söz konusu gazeteden bulup öğrenirler.
“Yöntem olarak yirmili yaşlarımdan beri hep kendimi olayların dışında tutarım” derken bireyci kimliğini açığa vuran bu sanatçı, nedense dışında kalmak istemediği Gezi olayları sırasında sanat çevrelerince dışlanıp eleştirilmesine belli ki çok içerlemiş.
Ancak bir ihbarcının söyleyebileceği şu sözler dökülüyor ağzından: “…son iki yıldır sürekli uyarıyoruz hükümeti. ‘Sanat camiası içindeki Ergenekon uzantılarına’ artık uyanın diye.(…) Hükümete de kızgınım
bu yüzden, çünkü yıllarca bunun araştırılmasını istedik. Sadece askerler mi? Ergenekon’un sivil uzantıları var. Sanat ve kültür dünyasında da yok mu?” 
Bir sanatçının ağzından çıktığına inanılması güç bu sözleri, belli ki hasım olarak gördüğü, rahatsızlık duyduğu kişi ve çevrelere saldırıları, hakaretleri izliyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse (kuşkusuz benim eksikliğimdir) herhangi bir filmini görmediğim, zaten adını ilk kez bu vesile ile duyduğum bu yönetmen, sözlerinin sadece içeriğiyle değil, dağınık bir kişiliği ele veren söyleyiş biçimiyle de, bana Ergenekon ihbarcısı “haham” Tuncay Güney “tipoloji”sini çağrıştırdı…
Söz konusu kişi aynı söyleşide sanat dünyasındaki ihbarcılığıyla da yetinmiyor ve birilerini hükümete ihbar etme alışkanlığını Koç Vakfı’na kadar uzatıyor…
Güya bu Vakıf, bu kişinin bir “video yerleştirme” sergisine maddi destek sağlayacakken, bir TV konuşmasında “AKP’yi yeterince eleştirmediği”nden ötürü desteğini geri çekmiş…
Bu sözler de bana, bencilliğin kan kardeşi (kankası!) sayabileceğimiz çıkarcılığın insanı ne ölçüde alçaltabileceğinin örneği gibi göründü…

***

Son günlerde Nobel ödüllü yazarımızla da birkaç söyleşi yayımlandı.
Belli ki, zaten kendisi de söylüyor, yeni bir kitabının, daha doğrusu eski kitaplarının yeni biçimlerde pazarlanmasının hazırlığı yapılmakta.
Bu anlaşılır bir şeydir.
Bir endüstri dalı olan yayın dünyasında da piyasa kuralları işleyecektir…
Söz konusu yazarımızın başarısının küçümsenemeyecek bir bölümünü bu işleri iyi bilmesine borçlu olduğunda kuşku yok.
Bu söyleşilerden görebildiğim birinde, kendisine ilişkin ya da genel olarak söyledikleri, okur için ilginç olabilir.
Ergenekon davası üzerine söyledikleri ise bu yazının başlığını haklı çıkaracak nitelikteydi…
Kendisinin bu ve benzer konulardaki görüşleri biliniyor.
Fakat bu kez dikkat çeken, rahatlamış tavrı, yanı sıra da alttan alta duyumsanan “timsah gözyaşları”ydı…
“Ergenekoncuların (kimlerse onlar) hapiste olmasına” üzülüyormuş…
Ama sanırsınız ki bu dava ve benzerleri ona ve “onun gibilere” karşı “tehditler azalsın”, “kampanyalar sona ersin” diye açılmış...
Şimdi artık sorun kalmamış… Kendi sözleriyle: “Zaten artık dava da yok çok şükür.”
Gerçi yine koruması varmış ama “Ergenekon davasından beri sokakta gazeteci, yazar öldürülmüyor, mahkeme kapılarında kimseye saldırılmıyor”muş…
Özetle, kahramanımızın (Tanrı korusun!) bir saldırıya uğrama, cezaevine düşme olasılığı ortadan kalkmış…
***

Bencillik ve yol arkadaşı çıkarcılık gerçekten de bir kişilik bozukluğudur.
Görme yetinizi kaybettirir, insanlığınızı alçaltır…
Yetenekli bir sanatçı da olsanız, yeteneğinizi yerlerde süründürür…
Ataol Behramoğlu
24 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Mehmet Görmez'in 'Uygarlık Çatışması' - Nilgün Cerrahoğlu

Hollanda kökenli Amerikalı tarihçi Hendrik Willem van Loon’un “Gençler İçin Uygarlık Tarihi” kitabını
624 sayfalık kitap fevkalade akıcı. Su gibi okunuyor. Sade gençlere değil, dünya tarihi hakkında hızlandırılmış, derli toplu formatta bilgi tazelemek isteyen herkese ivedilikle öneririm.
Kitabı kaleme almaktaki meramını yazar, “dörtnala koşan bir tarih hikâyesi yazmak” olarak özetlemiş ve bunu da başarmış. Bir “uygarlık tarihi” olmaktan ziyade gerçekte “uygarlık tarihinin öyküsü” Van Loon’un kitabı.
Anekdotlarla renklendirilmiş salon sohbeti havasında aktarılan insanlık serüvenini izlerken bir an dahi sıkılmıyorsunuz.
Tarih boyunca gelişen dramatik çatışmaları açıklarken yazar bir yerde, bir“sessiz film” örneği kullanıyor…
yeni bitirdim.
Altyazıyı okuyamamak
“Sessiz filmlerin” revaçta olduğu yıllarda yazan Loon; “Sessiz filmlerde”diyerek söze giriyor:
“Şakalar ve komik sözler genellikle yazılı olarak ekranda gösterilir. Seyircilere bakın. Birkaç kişi, sözcükleri adeta yutar. Satırları bir saniyede okurlar. Diğerleri daha yavaştır. Kimilerinin okuması yirmi-otuz saniye kadar sürebilir. Son olarak, hiçbir şey okumayanlar gelir. Onlar, daha zeki olanlar bir sonraki yazıyı okumaya başladıkları sırada önceki şakayı ancak kavrarlar… Bu durumun gerçek hayattan farkı yoktur.” (Gençler İçin Uygarlık Tarihi, Hendrik Willem van Loon, Say tarih dizisi, s. 463)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in BM teşkilatına yönelik olarak BM ile işbirliği kapsamında sarf ettiği, “Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza insanlığa karşı cinayetleri önleyin!” sözlerini duyunca; uygarlık tarihinin bu harika “sessiz film alegorisini” düşündüm.
Görmez, gözümün önünde, sessiz filmlerin altyazısını okumaktan aciz bir“uygarlık filmi izleyicisi” olarak canlandı.
Bu filmin “tek tanrılı dinler” bölümünde evet doğru, kadınlar insandan sayılmıyordu…
Kutsal kitapların tümünde kadın erkeğin dipnotu gibi yansıtılıyordu…
Tevrat ve İncil’de, kadının örneğin erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı anlatılıyordu…
Kuran’da kadının yeri ise herkesin malumu. Ayrıntıya girmiyorum.
Bozkurt Güvenç’in son kitabı “Kadın Sorunları Sözlüğü”nden tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, kısaca tüm semavi dinlerde “Kadın erkek için vardır!” denebilir.
Kadın bu nedenle tek başına “insan” kategorisine girmez/giremezdi…
Ancak “uygarlık”, arkada bıraktığımız son yüzyılda, bu alanda muazzam aşamalar kaydetti.
Kutsal kitapların “kadın” için tanımladığı “erkeğe bağımlı rolün” zihinlerde aşılması, çeşitli merhalelerle mümkün olabildi.
20. yüzyıl başında kadınlara öncelikle eşit oy hakkı tanındı. Giderek kadına yasalarda eşitlik hakları teslim edildi. Ancak çoğu kez “kâğıt üzerinde” kalan bu yasal eşitlik hakkının yaygın ihlali karşısında, dünyada “kadının insan hakları mücadelesi” başlatıldı. 20. yüzyılın nihayet son on yıllık diliminde, kadının da “insan haklarına” -kölelerden ve siyahlardan çok sonra!- sahip olduğu zihinlere kazındı. Bu hak, kadınlara teslim edildi.
İnsanlık tarihinin upuzun serüveni düşünüldüğünde, aslına bakarsanız bu çok geciken bir hak teslimi!
Ne var ki tek tanrılı dinlerin bağnazlığı karşısında mücadele çok zaman aldı. Ama bugün papa dahil, kadınlar hakkında kelam eden tüm dini liderler alabildiğince dikkatli ve özenli davranıyor. Çünkü “kadının tek başına birey olduğu” ve “insan hakları mücadelesinin” ayrılmaz parçası olduğu gerçeği, önemli tüm uluslararası anlaşmalar, sözleşmelere ve bundan böyle belgelere geçti.
BM örgütü, tüm bu mücadelede, en önsafta rol oynadı.
Kadına karşı şiddet hakkında dünyada ciddi farkındalık yaratan ve kadına karşı ayrımcılığı dünya çapında izleyen faaliyetler başlattı…
Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemeye yönelik gayet etkin takip yapan“CEDAW” sözgelimi kuruldu…
Görmez, adıyla müsemma
Mehmet Görmez şimdi ya kadın konusundaki geleneksel tüm algıları tersyüz eden BM faaliyetlerine açıkça karşı çıkıyor; Mısır-Suriye’deki insanlık suçlarına sözüm ona öncelik tanımak perdesi altında bir “tavır” koyuyor…
Ya da “uygarlık serüveninin” altyazısını ıskaladığı için; yüz yılı aşan kadın hakları mücadelesi ile kadın hakları kazanımını yok varsayıyor…
İki halde de derin bir “uygarlık çatışması” söz konusu.
“Uygarlıklar ittifakı” (Sahi! Öyle bir şey vardı değil mi?) öncüsü ülkenin diyanet lideri, dünyada ilk dereceden önemsenen bir konu olan “kadının insan haklarını” sıfırlayarak salt “İhvan” duyarlılığını öne çıkarıyor.
“İnsan” deyince aklına yalnız belli ki “İhvan” geliyor.
İhvan’ınki can, kadınınki patlıcan durumu oluyor!
Günde ortalama 5 kadın cinayetinin işlendiği yerde; “Canım şu kabak tadı veren kadın meselelerini bırakın da insan=‘İhvan’la ilgilenin!” demeye getiren Görmez, tam adı ile müsemma bir portre çiziyor.
Nilgün Cerrahoğlu
24 Ağustos 2013 - Cumhuriyet