Cumhuriyet’in 91. yılını “Ulusal Kanal” gün boyu süren özel bir yayınla kutladı; bu yayında yer alan programların birinde “Söylev”e (Nutuk) de yer verildi.
“Atatürk’ün Dilinden Cumhuriyet’in Öyküsü” adlı bu programda usta TV yapımcısı ve ünlü spiker “Gülgün Feyman” ile birlikte, “Söylev”den yer yer okumalarla “19 Mayıs”tan başlayıp “29 Ekim 1923”e ulaştık.
Okudukça, bugün “AKP” iktidarındaki ülkemizin yaşadığı, yaşamakta olduğu olumsuzlukları ve özellikle yaratılan derin ayrışmayı, Atatürk’ün inanılmaz bir öngörüyle“87 yıl” önce görerek dile getirdiği uyarıları, önlemleri aktardıkça insan daha da bir üzüntü içinde kalıyor.
“Sivas Kongresi”
(4.9.1919) sırasında yapılan konuşmalarda “kurtuluş” yolunun ancak “Amerikan Mandası” yani “Amerikan Güdümü” olduğunu yana yıkıla dile getirmelerine Atatürk’ün verdiği yanıt: “Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir!” olur ki bu, Mandacılar’a okkalı bir tokattır... Peki onca yıl sonra, “Amerika tarafından kullanılması” açıkça yalvar yakar istenen ve bu “kullanılma”yı rahatça içine sindiren “R.T. Erdoğan”, 1919’un “Mandacılar”ından daha ileri gitmiş olmuyor mu?
“Söylev”i okumayı sürdürürsek Atatürk’ün, “Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın, 1920 yılı şubatında Osmanlı Mebusan Meclisi’nde açıkladığı hükümet programında yer alan‘Yerel Yönetimler Reformu’ndan” söz ettiği görülecektir.
Bu düzenlemeye göre “Yerinden yönetime geniş ölçüde yer verildiğini, tüm devletişlerinin ‘Yerel Meclisler’le yürütüleceğini” açıklar Atatürk ve ardından “bu YerelMeclisler”in alacakları bir kararla “özerklik’ten vazgeçip ‘bağımsızlık’ ilan edebileceklerini” dile getirir.
Atatürk, kuşkusuz çok haklıdır; çünkü bu “yerel yönetimler” aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin parçalanması, “Sevr Antlaşması”nda da aynen kullanılmıştır.
Peki, Erdoğan’ın “2004”te büyük bir coşkuyla hazırlatıp Meclis’ten geçirdiği “Özel İdareler Yasası”nda “özerklik”ten öte, “bağımsız” niteliğe kolayca dönüşebilecek“yerel bir meclis” oluşturulması isteğinin Sadrazam Ali Rıza Paşa’nınkinden bir ayrımı var mı?
Erdoğan’ın bu atılımı hem PKK tarafından hem de Kürt kökenli yurttaşlarımızın bir bölümünce sevinçle karşılanmamış mıydı?
Başta ABD’de olmak üzere “Alb. Peters”ın -bir bakıma- Sevr’e rahmet okutan “2. Sevr Haritası” dünya gündemine oturtulmadı mı?
Öte yanda, “Söylev”i okurken, insanlığa çok yakışan “sevgi”nin “saygı”yla birleşmesinin en güzel örneklerinden birine de tanık oluruz.
“Lozan Antlaşması” görüşmeleri, “1923 yılının temmuz ayı ortalarında anlaşmayla noktalanır; ancak Antlaşma’yı imzalaması için ‘İsmet Paşa’,Başbakan Rauf Bey’den, günlerce olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamaz; büyük bir üzüntüye düşer; delegelik görevinin kendinden alınmasını ister.” Atatürk sorunu böyle ortaya koyduktan sonra da, çözümü İnönü’ye gönderdiği telgrafla başlatır; telgraf şöyledir: “Kazandığınız başarıyı, en sıcak ve en içten duygularla kutlamak için Antlaşma’nın imzalandığını bildirmenizi bekliyoruz kardeşim!”İsmet Paşa’nın yanıtıysa: “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerindenöperim. Kardeşim sayın önderim!”
Kuşkusuz “iki sarhoş” diyerek bu ikiliyi kasteden Erdoğan’ın “yoldaş”ına bağlılığını milletin malı olan İstanbul’da, Boğaz’ın kıyısındaki “Huber Köşkü”nü “A. Gül”ailesine “tahsis etmekle” ortaya koyduğunu da bilmem ki sindirecek miyiz?
Ama şunu da unutmasak diyorum; “Afganlı” bir tarikat lideri olan “Hikmetyar”ın dizlerinin dibinde oturarak yetişen birinden daha fazla bir şey beklememeyi...
Yarın Beşiktaş’ta olalım; hem kumpasçılardan hesap sormak, hem de emekçi kardeşlerimizi anmak, ailelerinin acısını paylaşmak için.
Meriç Velidedeoğlu
Cumhuriyet
“Atatürk’ün Dilinden Cumhuriyet’in Öyküsü” adlı bu programda usta TV yapımcısı ve ünlü spiker “Gülgün Feyman” ile birlikte, “Söylev”den yer yer okumalarla “19 Mayıs”tan başlayıp “29 Ekim 1923”e ulaştık.
Okudukça, bugün “AKP” iktidarındaki ülkemizin yaşadığı, yaşamakta olduğu olumsuzlukları ve özellikle yaratılan derin ayrışmayı, Atatürk’ün inanılmaz bir öngörüyle“87 yıl” önce görerek dile getirdiği uyarıları, önlemleri aktardıkça insan daha da bir üzüntü içinde kalıyor.
“Sivas Kongresi”
(4.9.1919) sırasında yapılan konuşmalarda “kurtuluş” yolunun ancak “Amerikan Mandası” yani “Amerikan Güdümü” olduğunu yana yıkıla dile getirmelerine Atatürk’ün verdiği yanıt: “Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir!” olur ki bu, Mandacılar’a okkalı bir tokattır... Peki onca yıl sonra, “Amerika tarafından kullanılması” açıkça yalvar yakar istenen ve bu “kullanılma”yı rahatça içine sindiren “R.T. Erdoğan”, 1919’un “Mandacılar”ından daha ileri gitmiş olmuyor mu?
“Söylev”i okumayı sürdürürsek Atatürk’ün, “Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın, 1920 yılı şubatında Osmanlı Mebusan Meclisi’nde açıkladığı hükümet programında yer alan‘Yerel Yönetimler Reformu’ndan” söz ettiği görülecektir.
Bu düzenlemeye göre “Yerinden yönetime geniş ölçüde yer verildiğini, tüm devletişlerinin ‘Yerel Meclisler’le yürütüleceğini” açıklar Atatürk ve ardından “bu YerelMeclisler”in alacakları bir kararla “özerklik’ten vazgeçip ‘bağımsızlık’ ilan edebileceklerini” dile getirir.
Atatürk, kuşkusuz çok haklıdır; çünkü bu “yerel yönetimler” aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin parçalanması, “Sevr Antlaşması”nda da aynen kullanılmıştır.
Peki, Erdoğan’ın “2004”te büyük bir coşkuyla hazırlatıp Meclis’ten geçirdiği “Özel İdareler Yasası”nda “özerklik”ten öte, “bağımsız” niteliğe kolayca dönüşebilecek“yerel bir meclis” oluşturulması isteğinin Sadrazam Ali Rıza Paşa’nınkinden bir ayrımı var mı?
Erdoğan’ın bu atılımı hem PKK tarafından hem de Kürt kökenli yurttaşlarımızın bir bölümünce sevinçle karşılanmamış mıydı?
Başta ABD’de olmak üzere “Alb. Peters”ın -bir bakıma- Sevr’e rahmet okutan “2. Sevr Haritası” dünya gündemine oturtulmadı mı?
Öte yanda, “Söylev”i okurken, insanlığa çok yakışan “sevgi”nin “saygı”yla birleşmesinin en güzel örneklerinden birine de tanık oluruz.
“Lozan Antlaşması” görüşmeleri, “1923 yılının temmuz ayı ortalarında anlaşmayla noktalanır; ancak Antlaşma’yı imzalaması için ‘İsmet Paşa’,Başbakan Rauf Bey’den, günlerce olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamaz; büyük bir üzüntüye düşer; delegelik görevinin kendinden alınmasını ister.” Atatürk sorunu böyle ortaya koyduktan sonra da, çözümü İnönü’ye gönderdiği telgrafla başlatır; telgraf şöyledir: “Kazandığınız başarıyı, en sıcak ve en içten duygularla kutlamak için Antlaşma’nın imzalandığını bildirmenizi bekliyoruz kardeşim!”İsmet Paşa’nın yanıtıysa: “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerindenöperim. Kardeşim sayın önderim!”
Kuşkusuz “iki sarhoş” diyerek bu ikiliyi kasteden Erdoğan’ın “yoldaş”ına bağlılığını milletin malı olan İstanbul’da, Boğaz’ın kıyısındaki “Huber Köşkü”nü “A. Gül”ailesine “tahsis etmekle” ortaya koyduğunu da bilmem ki sindirecek miyiz?
Ama şunu da unutmasak diyorum; “Afganlı” bir tarikat lideri olan “Hikmetyar”ın dizlerinin dibinde oturarak yetişen birinden daha fazla bir şey beklememeyi...
Yarın Beşiktaş’ta olalım; hem kumpasçılardan hesap sormak, hem de emekçi kardeşlerimizi anmak, ailelerinin acısını paylaşmak için.
Meriç Velidedeoğlu
Cumhuriyet