Sözü hiç ama hiç dolandırmadan söyleyeceğim: Türkiye’de en yaratıcı üç ya da beş tiyatro yönetmeninin adını söyle deseler bana, hiç kuşkusuz bunlardan biri Başar Sabuncu olurdu.
O benim için düş gücünü, birikimle, gerçeklikle, sahicilikle, inandırıcılıkla, yetenekle bütünleyen ve bana sık sık “Yaşasın tiyatro” çığlıkları attıran; kimi temsilden sonra“iyi ki yaşıyorum” dedirten, tiyatronun ne muhteşem, ne harikulade, ne müthiş, ne olağanüstü bir düşünce ve eylem sanatı olduğuna beni inandıran yönetmendi.
Kavgayla başlayan hayranlık
Yıl 1974. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başında Muhsin Ertuğrul. Askeri darbeyle uzaklaştırıldığı tiyatrosuna döneli çok olmamış. Tiyatro beş sahnesiyle açılımlar yaşıyor. Sınır yok. Müthiş idealist, ütopik bir dönem yaşıyoruz... Herkes “uçuyor”... Tiyatrodaki bir grup genç yönetmen “merkezi yönetim”e karşı, “yerinden yönetim”diye başkaldırdı. İçlerinden biri de Başar Sabuncu. Ben de Sanat Dergisi’nde bu savaşın izini sürüyorum.
Başar’la bol bol kavga ediyoruz. Tamam “yerinden yönetim”i ben de yeğlerim ama Hoca’ya karşı sürdürülen hoyratlık beni kahrediyor. Sonunda, yerinden yönetim galip geldi. Muhsin Hoca tiyatrodan ayrıldı... Onca kavgamız Fatih Şehir Tiyatrosu’nun başına geçen Başar Sabuncu’nun sahnelediği oyunlara hayran olmamı engellemedi.
1402’liklerin mücadelesi
Yıl 1980. Her baskı döneminde ilk tokadı sanat yiyordu. 12 Eylül faşizmi İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu da vuracaktı. 1402’likler “vatan haini” olarak tiyatrodan atılırlarken aralarında Başar Sabuncu da vardı. Tiyatronun başına getirilen Vasfi Rıza Zobu,“müfettişlik” görevini benimsediğinden kovulanların haklarını aramak bana düştü.
Bunu aramızda hiç konuşmadık. Ama o mücadeledeki duruşumdan sonra Başar’la hiç ama hiç anlaşamadığımız konularda bile en keyifli tartışmaları yaptık.
Tam o baskı döneminde Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde Shakespeare’den Can
Yücel’in çılgın çevirisi (ya da yeniden söyleyişiyle) “Bahar Noktası” (A Midsummer Night’s Dream) oyununu sahnelemişti Başar Sabuncu. Ve tiyatrodan atıldığı için programdan adı silinmişti. Tıpkı üstü siyahla kapatılan kimi oyuncuların adları gibi...
Onu eşsiz kılan
Sevgili Başar, birkaç gündür senin için, daha doğrusu sahnelediğin oyunlar için yazdığım sayfalar dolusu eleştiri yazısını anımsıyorum. Bir araya getirsem, bir kitap olur. Şu birkaç satırda nasıl özetleyeyim ki...
“Bahar Noktası”nda, gerçeği düşe, düşü gerçeğe çevirdin! Ayrıca her oyuncunun farklı yönetmenin elinde nasıl değişebileceğini gösterdin. Bin kez izlediğim o oyunculara sanki büyülü bir toz serpmiştin.
Jean Genet’nin “Balkon”unda hepimize kimliklerimizi sorgulattın. Ülkemizi, günümüzde yaşadıklarımızı, tiyatroyu, “oynamayı” sorgulattın...
Lorca’nın “Kanlı Düğün”de yalınlığın görkemiyle sarstın bizleri.
Gogol’un “Palto”sunda tiyatronun tüm öğelerini atağa geçirdin.
“Bir Ata Krallığım” oyununu Shakespeare’in nice oyunundan yazmıştın. Güç, iktidar hırsı ve şiddet arasındaki ilişkiyi gösterdin. Yazdığım yazının başlığı aklımda.“Shakespeare Susurluk’u Biliyor muydu?”
Hangi birini ansam ki: İstanbul Şehir Tiyatrosu’na taşıdığın Nâzım Hikmet veBrecht’leri mi? Vasıf Öngören’in “Zengin Mutfağı” ya da “Kaldırım Serçesi”ni mi...
Yazarlığını yönetmenliğinin, yönetmenliğini yazarlığının hizmetine verdin. Bütüncül tiyatroyu seçtin. Toplumsal yaşamla tiyatroyu bütünledin. Hep doğru bildiğini yaptın. Ödün vermedin. Çağrışımları, simgeleri, açılımları çok sevdin. İlişkileri, yazarla, oyuncularınla, tasarımcılarınla ve seyirciyle ilişkilerini sonuna dek zorladın. Tiyatro sanatını muhteşem bir şölene dönüştürdün.
Ülkem adına, tiyatro sanatı adına, sana çok teşekkür ediyorum. Seni çok özleyeceğiz.
ZEYNEP ORAL
Cumhuriyet
O benim için düş gücünü, birikimle, gerçeklikle, sahicilikle, inandırıcılıkla, yetenekle bütünleyen ve bana sık sık “Yaşasın tiyatro” çığlıkları attıran; kimi temsilden sonra“iyi ki yaşıyorum” dedirten, tiyatronun ne muhteşem, ne harikulade, ne müthiş, ne olağanüstü bir düşünce ve eylem sanatı olduğuna beni inandıran yönetmendi.
Kavgayla başlayan hayranlık
Yıl 1974. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başında Muhsin Ertuğrul. Askeri darbeyle uzaklaştırıldığı tiyatrosuna döneli çok olmamış. Tiyatro beş sahnesiyle açılımlar yaşıyor. Sınır yok. Müthiş idealist, ütopik bir dönem yaşıyoruz... Herkes “uçuyor”... Tiyatrodaki bir grup genç yönetmen “merkezi yönetim”e karşı, “yerinden yönetim”diye başkaldırdı. İçlerinden biri de Başar Sabuncu. Ben de Sanat Dergisi’nde bu savaşın izini sürüyorum.
Başar’la bol bol kavga ediyoruz. Tamam “yerinden yönetim”i ben de yeğlerim ama Hoca’ya karşı sürdürülen hoyratlık beni kahrediyor. Sonunda, yerinden yönetim galip geldi. Muhsin Hoca tiyatrodan ayrıldı... Onca kavgamız Fatih Şehir Tiyatrosu’nun başına geçen Başar Sabuncu’nun sahnelediği oyunlara hayran olmamı engellemedi.
1402’liklerin mücadelesi
Yıl 1980. Her baskı döneminde ilk tokadı sanat yiyordu. 12 Eylül faşizmi İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu da vuracaktı. 1402’likler “vatan haini” olarak tiyatrodan atılırlarken aralarında Başar Sabuncu da vardı. Tiyatronun başına getirilen Vasfi Rıza Zobu,“müfettişlik” görevini benimsediğinden kovulanların haklarını aramak bana düştü.
Bunu aramızda hiç konuşmadık. Ama o mücadeledeki duruşumdan sonra Başar’la hiç ama hiç anlaşamadığımız konularda bile en keyifli tartışmaları yaptık.
Tam o baskı döneminde Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde Shakespeare’den Can
Yücel’in çılgın çevirisi (ya da yeniden söyleyişiyle) “Bahar Noktası” (A Midsummer Night’s Dream) oyununu sahnelemişti Başar Sabuncu. Ve tiyatrodan atıldığı için programdan adı silinmişti. Tıpkı üstü siyahla kapatılan kimi oyuncuların adları gibi...
Onu eşsiz kılan
Sevgili Başar, birkaç gündür senin için, daha doğrusu sahnelediğin oyunlar için yazdığım sayfalar dolusu eleştiri yazısını anımsıyorum. Bir araya getirsem, bir kitap olur. Şu birkaç satırda nasıl özetleyeyim ki...
“Bahar Noktası”nda, gerçeği düşe, düşü gerçeğe çevirdin! Ayrıca her oyuncunun farklı yönetmenin elinde nasıl değişebileceğini gösterdin. Bin kez izlediğim o oyunculara sanki büyülü bir toz serpmiştin.
Jean Genet’nin “Balkon”unda hepimize kimliklerimizi sorgulattın. Ülkemizi, günümüzde yaşadıklarımızı, tiyatroyu, “oynamayı” sorgulattın...
Lorca’nın “Kanlı Düğün”de yalınlığın görkemiyle sarstın bizleri.
Gogol’un “Palto”sunda tiyatronun tüm öğelerini atağa geçirdin.
“Bir Ata Krallığım” oyununu Shakespeare’in nice oyunundan yazmıştın. Güç, iktidar hırsı ve şiddet arasındaki ilişkiyi gösterdin. Yazdığım yazının başlığı aklımda.“Shakespeare Susurluk’u Biliyor muydu?”
Hangi birini ansam ki: İstanbul Şehir Tiyatrosu’na taşıdığın Nâzım Hikmet veBrecht’leri mi? Vasıf Öngören’in “Zengin Mutfağı” ya da “Kaldırım Serçesi”ni mi...
Yazarlığını yönetmenliğinin, yönetmenliğini yazarlığının hizmetine verdin. Bütüncül tiyatroyu seçtin. Toplumsal yaşamla tiyatroyu bütünledin. Hep doğru bildiğini yaptın. Ödün vermedin. Çağrışımları, simgeleri, açılımları çok sevdin. İlişkileri, yazarla, oyuncularınla, tasarımcılarınla ve seyirciyle ilişkilerini sonuna dek zorladın. Tiyatro sanatını muhteşem bir şölene dönüştürdün.
Ülkem adına, tiyatro sanatı adına, sana çok teşekkür ediyorum. Seni çok özleyeceğiz.
ZEYNEP ORAL
Cumhuriyet