Darbe girişimi sonrasında Lozan Antlaşması’nın 93. yıldönümü olan 24 Temmuz 2016’da, Başbakan Yıldırım, "Cumhuriyetimizin ilk siyasi başarılarından biri olan Lozan Barış Antlaşması, aziz milletimizin canıyla, kanıyla ve kararlılığıyla zafere taşıdığı milli mücadelemizin bir neticesidir" diyor. Aynı gün, “Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir. Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir” diyen Cumhurbaşkanı, Eylül sonunda ise şöyle konuşuyor: “… Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. İşte şu an Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik…”
Şaşılacak bir durum değil mi?
İtalyanlarla 1912’de yapılan bir antlaşmayla, Trablusgarp’a özerklik tanınıp Rodos ve çevresindeki adalar ile on iki ada geçici olarak İtalyanlara terk ediliyor. Yunanlılarla 1913’te yapılan antlaşmayla da, diğer Ege adaları Yunanistan’a bırakılıyor. Yani adalar, Lozan’dan çok önce Osmanlı zamanında kaybediliyor. Üstelik Sevr Antlaşmasıyla Türkiye 480 bin kilometrekareye sıkıştırılmışken, Lozan antlaşmasıyla Türkiye toprağı 736 bin kilometrekareye çıkıyor. Ayrıca 1912’de kaybedilmiş adalardan İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları da, Lozan’da geri alınıyor.
Lozan’da toprak kazanılırken, Yunanistan’ın Egede 17 ada ile pek çok kayalıklara son yıllarda el koymasıyla AKP zamanından bu topraklar kaybedilmiş oluyor!
Bu gerçekler ışığında Cumhurbaşkanı’nın söylemi bir kez daha şaşırtıcı olmuyor mu?
Osmanlının en güçlü padişahlarının arasında, amca, baba, kardeş, evlat ve torun katilleri bulunuyor. Herhangi bir meziyetleri olduğu ya da halk seçtiği için padişah olunmuyor; padişah sülalesinden gelen büyük erkek çocuk, deli olsa bile padişah olabiliyor. Padişahların genelde cariye sayısı bilinmiyor eş sayısı iki elin parmaklarını geçebiliyor. Osmanlıda saray ve yakın çevresi Osmanlıcayı, halklar da kendi dillerini kullanırken Müslüman okullarında Arapça ve Farsça okutuluyor. Padişah II. Mustafa’dan (1695-1703) itibaren gerileme devrinin 8 padişahı ile çöküş devrinin 8 padişahı zamanında, Osmanlı sürekli toprak kaybediyor. Bu padişahların halife olması, ne toprak kaybını önlüyor ne çocuk katilliğini, ne de cariyeliği. Hatta Balkan Savaşlarında Müslüman Arnavutlar ve I. Dünya Savaşı’nda da Müslüman Araplar halifeye/Osmanlıya karşı savaşıyor.
Bu halife-padişahlardan 1839-1861 yıllarında padişahlık yapan Abdülmecit, eğitimde çağdaş okullar açmaya ve Avrupa’ya öğrenci gönderilmesine başlamışsa da, Osmanlıyı borç batağına sokup Avrupa’nın “Hasta adamı” haline getiriyor. Avrupa’nın isteği üzerine, Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanlarını ilan ediyor, Kırım Savaşı’ndan sonra dışarıdan borç almaya başlayıp aldığı borçların bir kısmıyla, Dolmabahçe Sarayı ile Beykoz ve Küçüksu Kasrını yaptırıyor.
Bu halife-padişahlardan II. Abdülhamit zamanı (1876-1909) ise en çok toprak kaybedilen dönemlerden biri oluyor. Osmanlı donanması Haliç’te çürürken Kıbrıs’ın yönetimi İngilizlere devrediliyor. Fransızlar 1881’de Tunus’u, İngilizler de 1882’de Mısırı işgal ediyor. 1887’de (93 Harbinde), Ruslar doğuda Erzurum’a ve batıda da Yeşilköy’e kadar geliyor. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Romanya elden çıkıyor, Ardahan Batum, Kars, Doğubeyazıt Ruslara ve Teselya Yunanlara bırakılıyor. 1897 yılında yapılan savaşlarda Atina işgal edilmiş olsa da, yapılan barış ile Yunanistan kaybettiği toprakları geri alıyor ve Girit’e özerklik veriliyor. İlk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan edip Meclis-i Mebusan’ı 19 Mart 1877'de açsa da, 1878’de meclisi kapatıp Kanun-i Esasi’yi rafa kaldırıyor! 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı kuruyor. Batı ülkelerine öğrenci gönderilmesi uygulamasına son veriyor. Osmanlı borçlarının yönetimi, ödeme ve vergilerin toplanması işleri, 1881’de kurulan ve yabancı bankerlerden oluşan Duyunu Umumiye bırakılıyor. Onun zamanında, yalnız Protestan okullarının sayısı yerli okulların sayısını geçiyor. Bağdat ve Hicaz demiryolu inşaatında, arkeolojik eserlerin Almanlar tarafından götürülmesine izin veriyor. Onun dönemine "Devr-i İstibdâd" (İstibdat Dönemi), ona da, “Kızıl Sultan” deniyor.
Bu halife-padişahlardan V. Mehmet Reşat zamanında (1909-1918), Balkan savaşlarında tüm Balkanlar elden çıkıyor ve Osmanlının sonunu getirecek I. Dünya Savaşı’na giriliyor.
Bu halife-padişahlardan Vahdettin zamanında (1918-1922), I. Dünya Savaşı sonunda, Mondros ve Sevr antlaşmalarını imzalıyor. Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Mekke elden çıkıyor; Anadolu’nun önemli bir bölümü yabancı ülkeler tarafından paylaşılıyor. Başta İngilizler olmak üzere işgalcilerle işbirliği yapan Vahdettin, Kurtuluş Savaşı sonrasında İngiltere’ye kaçıyor!
İnsanların kendi iradeleriyle başbakanı ve cumhurbaşkanını seçebildiği günümüz Türkiye’sinde, ülkeyi düşman işgalinden kurtaran, halk egemenliğinin kaynağı olan Cumhuriyeti kuran, ülke insanının kul/ümmet değil yurttaş olmasını sağlayan olanağı sağlayan Cumhuriyetin kurucularına değil de, padişahlara hayranlık artıyor! Şaşılası bir durum değil mi?
Cumhuriyetin kurucuları hakkında hemen hiçbir olumlu söz söylemeyen AKP’li TBMM Başkanlığı, 17 Kasım 2011’de, Osmanlıyı emperyalistlerin oyuncağı haline getiren Abdülmecit için Sempozyum düzenliyor! Cumhuriyetin kazanımları unutturulmaya çalışılırken, Cumhuriyet rejimiyle ilgili bayramların kutlanmasından vazgeçilirken ve fırsat buldukça, “İki ayyaş” gibi söylemlerle Cumhuriyetin kurucularına hakaret edilirken, demokratikliğin ve halk egemenliğinin beşiği olan TBMM’nin AKP’li başkanı, kızıl sultan II. Abdülhamid için, “Vefa borcunu ödedik” dediği bir sempozyum düzenliyor!
Şaşılacak bir durum değil mi?
Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'te imzalanırken, halifelik 3 Mart 1924'te çıkarılan bir yasayla (meclis iradesiyle) kaldırılıyor; bir AKP milletvekili, “Lozan'da en büyük ihanet halifeliğin kaldırılmasıdır” diyebiliyor!
Şaşılacak bir durum değil mi?
Bu şaşılası gerçekler ışığında, “Hedef 2023” söyleminde şaşılası bir şey kalmıyor.
Rıfat Okçabol/ SOL