Başta Ergenekon ve Balyoz olmak üzere “Kumpas Davaları”nı izlemek, suçlananların yanı başında olmak üzere kurduğumuz “Simgesel EylemGrubu”ndan Nilüfer Dündar, pazartesi sabahı aradı: “Cumhuriyet’e operasyon yapılıyor, ‘Halk TV’yi açın!” dedi soluk soluğa.
Biz bu kanalı izleyemiyoruz, ama kısa bir süre sonra, öteki kanallarda yer almaya başladı -bir bakıma- “Cumhuriyet’e Darbe” haberi, “onca yıllık” bir okur -ister istemez- gazetesiyle özdeşleşiyor, bütünleşiyor; gazetesiyle ilgili bu denli olumsuz bir haber duyunca, “aaa...olmaz!” dışında, insanın içinde gittikçe artan, dile getirilmesi zor bir “sızı” beliriyor...
Kanalları izlemeyi sürdürürken, bir ara Cumhuriyet’in, Babiâli’deki binasını düşündüm; Nadir Nadi, H.V. Velidedeoğlu, İlhan Selçuk, Mehmet Kemal, Melih Cevdet Anday, Sami Karaören her günkü toplantıdalar; gazetede neler yazılacak toplantısı değil bu; ülkede yaşananlarla ilgili görüş alışverişi.
Yine de bu toplantının oluşturduğu bir ortamda basılır gazete; kuşkusuz, laikliği -çağdaşlığı hedefe koyanlarla, emek sömürücüleriyle, emperyalizmin ülke içindeki maşalarıyla kesintisiz bir savaşımı (mücadeleyi) sürdüren bir doğrultuda ve bir “Devrim Gazetesi” olmanın bilinci içinde.
Özellikle bu bilincin yıpranması, geçerliliğinin yitirilmesi durumunda gazetenin gerçek sahibi olan “okurlar” devreye giriverirler, çünkü onlar “Cumhuriyet Okurları”dır.
Ayrıca gazetenin “92 yıllık” tarihinde, karşı karşıya kaldığı tüm saldırılarda, kuşatmalarda, baskılarda gazetesinin yanında olan okuru, “31 Ekim Pazartesi”günü, “hukuku, adaleti” pervasızca çiğneyen bu saldırıda da gazetesinin yanındaydı; “24 saat” nöbette...
Üstelik bu nöbeti tutanlar arasında, son dönemin Cumhuriyeti’ni eleştiren okuyucuların, dahası büsbütün uzaklaşanların da olması, “2002” yılında Fransa’da yaşananları anımsattı.
O yıl yapılan “Cumhurbaşkanı” seçimine aday olarak katılan, ne ki ülkeyi başka bir Fransa’ya dönüştürecek olan ünlü “Le Pen”in, “2. tura” dek gelmesi karşısında, her renkteki “sol” birleşerek “J. Chirac”ın seçilmesini sağlamışlardı...
Okurlarının ve destekçilerinin bu “eylem”ine, Cumhuriyet de, tutuklu yazarlarımızın köşelerini boş bırakarak -bir bakıma- “eylemsel” bir destek veriyor; çizerimiz “Musa Kart” da tutuklananlardan...
Ayrıca, “Silivri Çadır Tiyatrosu”ndan sonra, “yargı”nın bu “2. gösteri”sini, Musa Kart -şimdilik- sözel olarak ortaya koydu: “Durum karikatürlerimden de komik!”diyerek, gerçekten de öyle “FETÖ’yü ve ‘PKK’yı eleştiren yüzlerce, binlerce karikatürçizdim!” diyor...
Değerli dostlar, insan bu denli “maskaralık” karşısında yazıyı noktalayıp, “eylem”e koşmak istiyor; sanırım öyle yapmalı; Cumhuriyet’in bahçesinde olmalı, “eylem” de “yazı” da var “söz” de...
Biz bu kanalı izleyemiyoruz, ama kısa bir süre sonra, öteki kanallarda yer almaya başladı -bir bakıma- “Cumhuriyet’e Darbe” haberi, “onca yıllık” bir okur -ister istemez- gazetesiyle özdeşleşiyor, bütünleşiyor; gazetesiyle ilgili bu denli olumsuz bir haber duyunca, “aaa...olmaz!” dışında, insanın içinde gittikçe artan, dile getirilmesi zor bir “sızı” beliriyor...
Kanalları izlemeyi sürdürürken, bir ara Cumhuriyet’in, Babiâli’deki binasını düşündüm; Nadir Nadi, H.V. Velidedeoğlu, İlhan Selçuk, Mehmet Kemal, Melih Cevdet Anday, Sami Karaören her günkü toplantıdalar; gazetede neler yazılacak toplantısı değil bu; ülkede yaşananlarla ilgili görüş alışverişi.
Yine de bu toplantının oluşturduğu bir ortamda basılır gazete; kuşkusuz, laikliği -çağdaşlığı hedefe koyanlarla, emek sömürücüleriyle, emperyalizmin ülke içindeki maşalarıyla kesintisiz bir savaşımı (mücadeleyi) sürdüren bir doğrultuda ve bir “Devrim Gazetesi” olmanın bilinci içinde.
Özellikle bu bilincin yıpranması, geçerliliğinin yitirilmesi durumunda gazetenin gerçek sahibi olan “okurlar” devreye giriverirler, çünkü onlar “Cumhuriyet Okurları”dır.
Ayrıca gazetenin “92 yıllık” tarihinde, karşı karşıya kaldığı tüm saldırılarda, kuşatmalarda, baskılarda gazetesinin yanında olan okuru, “31 Ekim Pazartesi”günü, “hukuku, adaleti” pervasızca çiğneyen bu saldırıda da gazetesinin yanındaydı; “24 saat” nöbette...
Üstelik bu nöbeti tutanlar arasında, son dönemin Cumhuriyeti’ni eleştiren okuyucuların, dahası büsbütün uzaklaşanların da olması, “2002” yılında Fransa’da yaşananları anımsattı.
O yıl yapılan “Cumhurbaşkanı” seçimine aday olarak katılan, ne ki ülkeyi başka bir Fransa’ya dönüştürecek olan ünlü “Le Pen”in, “2. tura” dek gelmesi karşısında, her renkteki “sol” birleşerek “J. Chirac”ın seçilmesini sağlamışlardı...
Okurlarının ve destekçilerinin bu “eylem”ine, Cumhuriyet de, tutuklu yazarlarımızın köşelerini boş bırakarak -bir bakıma- “eylemsel” bir destek veriyor; çizerimiz “Musa Kart” da tutuklananlardan...
Ayrıca, “Silivri Çadır Tiyatrosu”ndan sonra, “yargı”nın bu “2. gösteri”sini, Musa Kart -şimdilik- sözel olarak ortaya koydu: “Durum karikatürlerimden de komik!”diyerek, gerçekten de öyle “FETÖ’yü ve ‘PKK’yı eleştiren yüzlerce, binlerce karikatürçizdim!” diyor...
Değerli dostlar, insan bu denli “maskaralık” karşısında yazıyı noktalayıp, “eylem”e koşmak istiyor; sanırım öyle yapmalı; Cumhuriyet’in bahçesinde olmalı, “eylem” de “yazı” da var “söz” de...