Anayasa Mahkemesi (AYM) ve YÖK üyeliği yapmış bir yazar, 16 Kasım’da Odatv’de çıkan yazısında[1], AKP’nin 2006 ve 2007 yıllarında üniversitelerdeki rektör adaylarını belirleme seçimlerini ortadan kaldıran yasalar çıkardığına değinmiştir. AYM, bu iki yasayı da özetle, “Anayasa’nın 130. maddesine göre üniversiteler “bilimsel özerkliğe” sahip kamu tüzel kişileridir. Bilimsel özerklik doğası gereği “yönetsel/idari özerkliği” de içerir ve her ikisi birbirini tamamlar. Bu madde uyarınca rektör seçiminde üniversiteler devre dışı bırakılamaz” diyerek iptal etmiştir. Günümüzde hem bu Anayasa maddesi hâlâ geçerliliğini korumakta hem de AYM kararları daha sonraki yıllarda benzer davalarda bir içtihat niteliğini taşımaktadır. Dolayısıyla, üniversitelerde rektör adaylarını belirleme seçimlerine son veren 676 sayılı KHK, açıkça Anayasaya aykırıdır.
Habertürk’teki 11 Kasım tarihli bir haber[2], bir yandan YÖK’ün figüranlığını öte yandan da Boğaziçi Üniversitesi (BÜ)’ne rektör atanmasının ne kadar aceleye getirildiğinin haberi gibidir. Bu habere göre YÖK 676 sayılı KHK sonrasında, bir dizi toplantı gerçekleştirmiş ve şu beş konuda görüş birliğine varmış.
1.“Akademisyenin rektörlük öncesinde dekanlık ve rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde yer alarak tecrübe kazanması” beklentisiyle (!), rektör adayı akademisyenlerde 3 yıllık profesör olma şartı aranacakmış!
2. Rektör adayı akademisyenler, YÖK’e özgeçmişi ile başvuru yapacakmış.
3. YÖK Genel Kurulu, gerekli görürse rektör adaylarını görüşmeye davet edecekmiş.
4. Adayların, PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle bağlantısı olup olmadığı araştırılacakmış. 5. İstihbarat birimlerine “güvenlik soruşturması” yaptırılacakmış.
Şimdi insan merak ediyor. BÜ’ye rektör atanma sürecinde, atanan rektör YÖK’e özgeçmişini göndermiş midir? YÖK Genel Kurulu, gerekli görüp atanan rektörü görüşmeye çağırmış mıdır? Atanan rektörün PKK ve FETO gibi terör örgütleriyle bağlantısı olup olmadığı araştırılmış mıdır? İstihbarat birimlerine güvenlik araştırılması yaptırılmış mıdır? Yoksa BÜ’ye rektör atanmasında bu süreç işletilmemiş midir? Kamuoyunun ya da en azından atamanın yapıldığı ve seçme iradeleri yok sayılan üniversite mensuplarının bu soruların yanıtlarını, en azından kimlerin rektör adaylığına başvurduklarını ya da atamanın hangi adaylar arasından yapıldığını bilme hakkı yok mudur?
676 sayılı KHK’ye göre Cumhurbaşkanı, YÖK’ten gönderilen listeye göre 1 ay içinde atama yapmazsa, YÖK 15 gün içinde aday listesini güncelleyip tekrar Cumhurbaşkanı’na sunacaktır. Cumhurbaşkanı, bu listeden birini ya da listenin dışında istediği üniversiteden bir profesörü, atama bekleyen üniversiteye rektör olarak atayacaktır. BÜ’ye yapılan rektör atanmasının hızına bakıldığında, atamanın YÖK’ün belirlediği süreçten bağımsız olarak yapıldığı olasılığı yüksek görünmektedir. Dolayısıyla atama YÖK’ün belirlediği süreçler işlemeden yapılmışsa, atamada YÖK’ün iradesi de, by-pas edilmiş olmaktadır ve yükseköğretim sistemi açısından ayrı bir keyfiliğin olduğu ortaya çıkmaktadır. Atama süreciyle ilgili bir açıklama yapılmadığı durumda yukarıda değinilen olasılık ve kuşkular daha da gerçeklik kazanacak.
Yine 676 sayılı KHK’ya göre vakıflarca kurulan üniversitelerde rektörün, mütevelli heyetinin belirleyeceği kişin,n, YÖK’ün olumlu görüşü ve teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olması, rektör atama sürecindeki bir başka çarpıklığı göstermektedir.
Üniversitelerarası Kurul’da vakıf üniversitesi rektörleri devlet üniversitesi rektörleriyle aynı statüdedir. Ancak vakıf üniversitesi rektörü, devletin bürokratı değildir. Cumhurbaşkanının, devlet tarafından kurulmamış bir vakfın başkanını, o vakfın mütevelli heyetini ya da herhangi bir özel sektöre ait şirketin genel müdürünü atayamazken, bürokrat olmayan vakıf üniversitesi rektörünü ataması, anlaşılmaz bir durum olmaktadır. Ayrıca, cumhurbaşkanınca atanan bir vakıf rektörünün işine son verme yetkisinin vakıf mütevelli heyetinde olması, durumu daha da anlaşılmaz hale getirmektedir.
Devlet üniversitesinde, BÜ örneğinde olduğu gibi 403 profesör, doçent ve yardımcı doçentten 348’inin iradesinin bir kıymeti harbiyesi yokken, bir vakıf üniversitesinin ancak birkaç akademisyeni içerebilen ve çoğu iş adamı olan 15-20 kişilik mütevelli heyetinin belirlediği kişi o üniversiteye rektör olabilmektedir. Bu durumun akademik açıdan da, demokratik açıdan da, yönetim kavramı açısından da anlamlı bir anlayış olduğunu söylemek kolay değildir. Bu uygulamayla, iş adamlığının-para babası olmanın- toplumun bilimsellikte ileriye taşınması konusunda akademisyenlikten daha yetkin bir nitelik olarak algılandığı gibi anlaşılmaz bir durum daha ortaya çıkmaktadır.
Rektör atama konusunda anlaşılmaz bir başka durum da, bu uygulamayı savunanların halidir. Örneğin Sabah Gazetesinin bir yazarı[3], BÜ’ye rektör atanmasına tepki duyulması üzerine, “Boğaziçi Üniversitesi Antarktika'da mı?” başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazısında koca bir iftira atıp BÜ akademisyenlerini, “‘Kayyum rektör istemiyoruz’ diye öğrencileri sahaya sürmekle” suçlayabilmiştir! Tepkilerini gösteren öğrencilere de, “Manyak bunlar!” diyebilmiştir! Rektör adaylarını kendilerinin belirlemesini isteyen akademisyenlere, “Nerede şeffaflık, nerede kamu denetimi, nerede hesap verilebilirlik!” diye sorup rektör atanmasını, “Türkiye, ‘meslektaş yönetimi’ paradigması yerine ‘vatandaş yönetimi’ paradigmasını esas alıyor” diyerek savunabilmiştir! Bu sevgili yazarın vakıf üniversitesine rektör atanması konusunda nasıl bir savunma getireceği bilinmese de, yazara göre, yukarıda BÜ’ye rektör atanmasıyla ilgili durum şeffaflık içermekte(!) ve bugüne kadar neredeyse hiçbir kuruma AKP yandaşı olmayan kişileri atamayan cumhurbaşkanlarının, atamalardaki keyfi ve yandaş tutumu, vatandaş yönetimi olmaktadır!
Bireysel egemenliği yerine başkasının egemenliğini yeğleyenlerin bu “vatandaş yönetimi” söylemi, ilginçlik sınırlarını zorlayan bir durum olmaktadır. Bu tür söylemlerde bulunanların, cumhurbaşkanlarının akademisyen olmayan, sözgelimi bir bahçıvanı TÜBİTAK’a ya da güreşçiyi sanat kurumuna atamak yerine üniversiteye rektör atamasına bile karşı çıkacak halleri kalmamaktadır. Ayrıca bu tür söylemler, atama yapacak kişilerin kendini “çoban”a benzetmesini de kolaylaşmaktadır.
Rıfat Okçabol/SOL