Türkiye, Batı’nın onyıllar önce yatırım yaptığı siyasal İslamcılığın yönetiminde, maalesef ‘hasta adam’ olmaya koşuyor. Ülke içinde esasen beka kaygısıyla ve ‘millicilik’ söylemiyle girişilen ‘anti-emperyalizm’ soslu manevralar, dış politikada memleketi zorlu bir döngüye sürüklemekte.
Öyle görünüyor ki, ABD hegemonyasındaki düşüş ve Rusya ve Çin ile küresel bilek güreşinin, Batı ile ‘anlaşma yolunda’ sonsuz ‘manevra alanı’ sağladığı zannedilmekte. Bu durumun, büyük güçlerin oyun sahalarında bulunan ve dengeleri gütmesi gereken orta ölçekli bir ülke için sıkıntılı sonuçlarının hesaplanmadığı aşikâr.
Elbette küresel denklemde resim karmaşık. Lakin Türkiye etrafındaki resim artık o kadar karmaşık değil.
ABD ile son ‘vize restleşmesinin’ herkesin
bildiği temellerini önceki yazıda aktardık. Ankara 15 Temmuz’dan açıkça
ABD devleti içindeki odakları sorumlu tutuyor. Suriye’de rejim
değişikliği hedefiyle geliştirilmiş ortaklık çoktan gömüldü. ‘İyi güzel günlerde’ İran’a yaptırımlardan şahsi menfaat elde edilmesi temelli ‘Zarrab davası’ bilek güreşinin görüngüsü.
Ancak Türkiye, ABD ile ilişkilerini kopartabilecek halde değilken; Batı’ya karşı sürekli ‘el yükselterek’ yüzünü Rusya Federasyonu’na (RF) çevirmiş görünümünde.
Oysa resmin RF tarafındaki görünümü de çok karmaşık değil.
Retorikteki fırtınaya karşın RF ile yakınlaşmanın
çerçevesi belli. Bir buçuk senedir esasen bir tek turizm ve enerji
alanlarında gidişat tersine çevrildi. Vize rejimi yerli yerinde.
Tek tek bakalım:
•Astana/İdlib: TSK, Suriye’de RF ve İran ile girişilmiş garantörlük icabı ‘çatışmasızlık bölgesi’ tesisi için İdlib’e giriyor. RF’nin beklentisi Türkiye’nin yıllar önce cihatçı gruplarla ‘ektiğini biçip, yakması’. Rusya için bu Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD destekli YPG’ye karşı koz. Moskova’nın İdlib’de tam istediğini almadan Afrin için ‘yeşil ışık’ yakmayacağı besbelli.
•Kırım: RF, ilişkilerde yan unsur olan, Türkiye’nin Kırım’la tarihi derinliği içinde meseleyi dert etmez görünebilir. Değil. Ankara’nın Batı çizgisinde ‘Kırım’ın tanınmayacağına’ dair her mesajına anında yanıt geliyor.
•Ekonomi: Türk Akımı ve Akkuyu nükleer santralı Rusya’nın kâr edeceği stratejik yatırımları. Normalleşmeye rağmen Rusya’nın sınırlamaları kaldırmaması nedeniyle alay konusu olmuş domates ihracatının kilidi yerinde. Ankara’nın Rus tarım ürünlerine çektiği her bürokratik çizgiye Moskova’dan ‘simetrik yanıt veririz’ açıklaması geliyor.
•Güvenlik ve savunma: Batı’ya karşı S-400 dansı komediye dönüşüyor. Kaparo ödenip anlaşma yapıldığı açıklanmışken, en son Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan ‘acele lazım’ ve “Orta ve uzun vadede ortak üretime Ruslar yanaşmazsa başka ülkeyle yaparız” demeci geldi. Nafile! Kommersant, “Rus uzmanlar, Türkiye’nin sert itirazlarına rağmen, sözleşmeyi teknoloji transferi içermeyecek şekilde imzalamayı başardı” diye yazarken, Rus istihbaratının itirazları eşliğinde alaycı değerlendirmeler okuyoruz. Çavuşoğlu’na Rostec Genel Müdürü Sergey Çemezov yanıt veriyor: “Böyle bir teknolojinin üretimine doğruca girişmek mümkün değil. Bunun için uygun kalifiye kadrolar, teknoloji okulu olmalı. Tüm bunlar da birkaç on yıl gerektirir” diyor. Türkçesi, ‘sizde teknoloji ve bilim yok’.
Eh bizde imam hatip bol!
Hal böyleyken Batılılarda Çin’le füze alımı girişimindeki türden tepki de yok. NATO Genel Sekreteri’nden “Erdoğan’a ‘Kendi kararınız’ dedim”in ötesinde söz çıkmaz oldu.
Kaçtır yazıyoruz. RF, Türkiye’yi ABD ve Batı ile ilişkilerinde ‘asset’ (kıymet) olarak görüyor. Ama bu ‘müttefiklik’ manasına gelmiyor. Rusya’nın bölgedeki müttefikleri besbelli: Suriye ve İran. İş ABD’yle bile ‘zıtlaşan’ Suudilere kadar vardı.
Dış politikada bir ülkenin reel gücü ile doğru orantılı pragmatik duruş anlaşılır. Ancak Türk dış politikası artık reel gücünün çok ötesinde, üstelik uluslararası ilişkilerde kullanışlı olan ilkeselliğin i’sinin kalmadığı bir pragmatizm dalgasında sürüklenmekte. Ve ne ABD’ye çekilen restlerin ne de RF’ne dönmenin bırakın anti-emperyalizmle, memleket ahalisinin hayrıyla alakası olmadığını da iyi biliyoruz.
Ceyda Karan / CUMHURİYET
Öyle görünüyor ki, ABD hegemonyasındaki düşüş ve Rusya ve Çin ile küresel bilek güreşinin, Batı ile ‘anlaşma yolunda’ sonsuz ‘manevra alanı’ sağladığı zannedilmekte. Bu durumun, büyük güçlerin oyun sahalarında bulunan ve dengeleri gütmesi gereken orta ölçekli bir ülke için sıkıntılı sonuçlarının hesaplanmadığı aşikâr.
Elbette küresel denklemde resim karmaşık. Lakin Türkiye etrafındaki resim artık o kadar karmaşık değil.
***
Ancak Türkiye, ABD ile ilişkilerini kopartabilecek halde değilken; Batı’ya karşı sürekli ‘el yükselterek’ yüzünü Rusya Federasyonu’na (RF) çevirmiş görünümünde.
Oysa resmin RF tarafındaki görünümü de çok karmaşık değil.
***
Tek tek bakalım:
•Astana/İdlib: TSK, Suriye’de RF ve İran ile girişilmiş garantörlük icabı ‘çatışmasızlık bölgesi’ tesisi için İdlib’e giriyor. RF’nin beklentisi Türkiye’nin yıllar önce cihatçı gruplarla ‘ektiğini biçip, yakması’. Rusya için bu Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD destekli YPG’ye karşı koz. Moskova’nın İdlib’de tam istediğini almadan Afrin için ‘yeşil ışık’ yakmayacağı besbelli.
•Kırım: RF, ilişkilerde yan unsur olan, Türkiye’nin Kırım’la tarihi derinliği içinde meseleyi dert etmez görünebilir. Değil. Ankara’nın Batı çizgisinde ‘Kırım’ın tanınmayacağına’ dair her mesajına anında yanıt geliyor.
•Ekonomi: Türk Akımı ve Akkuyu nükleer santralı Rusya’nın kâr edeceği stratejik yatırımları. Normalleşmeye rağmen Rusya’nın sınırlamaları kaldırmaması nedeniyle alay konusu olmuş domates ihracatının kilidi yerinde. Ankara’nın Rus tarım ürünlerine çektiği her bürokratik çizgiye Moskova’dan ‘simetrik yanıt veririz’ açıklaması geliyor.
•Güvenlik ve savunma: Batı’ya karşı S-400 dansı komediye dönüşüyor. Kaparo ödenip anlaşma yapıldığı açıklanmışken, en son Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan ‘acele lazım’ ve “Orta ve uzun vadede ortak üretime Ruslar yanaşmazsa başka ülkeyle yaparız” demeci geldi. Nafile! Kommersant, “Rus uzmanlar, Türkiye’nin sert itirazlarına rağmen, sözleşmeyi teknoloji transferi içermeyecek şekilde imzalamayı başardı” diye yazarken, Rus istihbaratının itirazları eşliğinde alaycı değerlendirmeler okuyoruz. Çavuşoğlu’na Rostec Genel Müdürü Sergey Çemezov yanıt veriyor: “Böyle bir teknolojinin üretimine doğruca girişmek mümkün değil. Bunun için uygun kalifiye kadrolar, teknoloji okulu olmalı. Tüm bunlar da birkaç on yıl gerektirir” diyor. Türkçesi, ‘sizde teknoloji ve bilim yok’.
Eh bizde imam hatip bol!
Hal böyleyken Batılılarda Çin’le füze alımı girişimindeki türden tepki de yok. NATO Genel Sekreteri’nden “Erdoğan’a ‘Kendi kararınız’ dedim”in ötesinde söz çıkmaz oldu.
***
Dış politikada bir ülkenin reel gücü ile doğru orantılı pragmatik duruş anlaşılır. Ancak Türk dış politikası artık reel gücünün çok ötesinde, üstelik uluslararası ilişkilerde kullanışlı olan ilkeselliğin i’sinin kalmadığı bir pragmatizm dalgasında sürüklenmekte. Ve ne ABD’ye çekilen restlerin ne de RF’ne dönmenin bırakın anti-emperyalizmle, memleket ahalisinin hayrıyla alakası olmadığını da iyi biliyoruz.
Ceyda Karan / CUMHURİYET