Şimdi bizi ülkeyi soyup soğana çevirenlerle aynı gemide olduğumuza ikna
etmeye çalışıyorlar. En büyük suçları işleyip sonra pişkince yüzümüze
gülenlerle aramızda bir mesafe olmadığına inanmamızı istiyorlar. Halbuki
düne kadar bizden fenası yoktu.
Ignazio Silone’nin 1934’te yazdığı “Tilki” (La Volpe) adlı öykü, İsviçre’de İtalya sınırındaki küçük bir köyde geçer. Karanlık bir dönemdir bu. İtalya’da faşizm hüküm sürmektedir. Komünistlerin ve rejim karşıtlarının çoğu ya öldürülmüş ya da şimdi Hırvatistan sınırları içinde kalan Arbe gibi sürgün adalarına gönderilmiştir.
“Tilki”nin ana karakteri Daniel, ilk bakışta ailesiyle huzurlu bir hayat süren sıradan bir çiftçi gibi görünür. Ama aslında Mussolini’ye karşı örgütlenen anti-faşist hareketin parçasıdır. Arkadaşı Agostino ile birlikte, İsviçre’ye geçmek isteyenlere yardım etmek başta olmak üzere birçok faaliyeti birden yürütürler. Öykü, Daniel’in geceleri kümese girip tavukları öldüren tilkiyi yakalamak için bir tuzak kurmasıyla açılır ve kendisine karşı kurulan bir başka tuzakla karşılaşmasıyla devam eder. İtalyan gizli servisi, Daniel’in evine bir ajan göndermiştir. Adam eve yaralı olarak ulaştığı için, ailenin bütün kadınları ama özellikle de evin büyük kızı Silvia tarafından misafir muamelesi görür. Yüzü gözü sarılı bir vaziyette olduğundan gerçek kimliği de uzun süre ortaya çıkmaz. Daniel ise, durumu şüpheli bulur. Fakat evine sığınmış hasta bir adama ihanet etmeyi kendine yakıştıramaz. Böyle davranırsa, inandığı her şeyi yok saymış olacaktır çünkü.
Bir gece yemekler yenip içkiler içildikten sonra ikisinin arasında ilginç bir konuşma geçer. Yakınlarda bir tren kazası olmuş ve yüzlerce kişi ölmüştür. Ajan gazetede okuduğu bu haber hakkında, bilgece olduğunu düşündüğü bir iki laf eder. Ona göre, bütün insanlık aynı gemidedir. İşte bakınız, der, bu trene binen herkesin farklı farklı hayatları, beklentileri, hayalleri vardı. Kimi yoksul kimi zengindi. Aralarında öğrenciler, köylüler, iş adamları, askerler, doktorlar, avukatlar vardı. Kimi sevgilisine yazacağı mektubu düşünüyordu, kimi pazardaki fiyatları, kimi ise akşam ne yiyeceğini. Ama trenler çarpıştığında, işçinin yamalı kasketi ile iş adamının gümüş saplı bastonu aynı yöne doğru savruldu, öğrencinin elindeki kitapla avukatın o anda üzerinde çalıştığı dava dosyası da öyle. Hepsi öldüler. Her birimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. Bu dünyada hepimiz aynı gemideyiz.
Daniel ise, size burada kısaca aktardığım bu uzun tiradı, sabır ve nezaketle dinler. Romantik ve idealist bir genç kız olan Silvia’nın bu süslü konuşmadan etkilendiğinin farkındadır. Bu da onu ayrıca tedirgin etmektedir.
Karşısındaki adam kentli bir mühendistir. Eğitimlidir, iyi giyimlidir, ağzı laf yapıyordur. Fakat kendisine atfettiği derinlikte sahte bir taraf vardır. Üstelik kaza ile ilgili haberi de yeterince dikkatli okumamıştır. Daniel sonunda adama dönüp şöyle der: “Ölümün yarattığı eşitlik duygusundan söz ediyorsunuz. Fakat belli ki, demiryolları sizinle aynı fikirde değil. Kürk mantolu cesetlerin diğerleriyle yan yana yol kenarında yatmasına gönülleri razı gelmemiş, onları alıp başka bir yere götürmüşler.” Sonra kızının şaşkın bakışları arasında devam eder: “Evet, hepimiz öleceğiz. Ama aynı gemide değiliz.”
II. Dünya Savaşı sırasında kendisi de faşizme karşı mücadele eden Ignazio Silone’nin, önemli bir ahlâki mesele üzerine kurduğu bu uzunca öykü birçok açıdan ilginçtir. İki tuzak arasında gidip gelerek ilerleyen karmaşık olay örgüsü, öyküye adını veren tilki figürü üzerinden açılan zengin sembolizmi ve ana karakterinin sağlam kişiliği sebebiyle bizi etkiler. Yalnızca taşıdığı siyasi gerilim nedeniyle değil, şiddete nasıl karşı koyacağımız sorusunu çok insani bir yerden sorduğu için de önemlidir. Yine de, bence en unutulmaz tarafı, Daniel’e söylettiği bu cümledir: Aynı gemide değiliz.
“Tilki”nin ana karakteri Daniel gibi, Ignazio Silone de kimlerle aynı gemide olmadığını çok iyi bilir. Taşrada küçük bir kasabada doğup büyümüştür. Yoksulluk ve adaletsizlikle erken yaşlarda tanışmıştır. Annesi, bir kardeşi ve ailesinin büyük bir kısmı 1915’teki depremde yıkıntıların altında kalır. Hayatta kalan diğer kardeşi faşistler tarafından öldürülür. Karısı ise bir ayaklanmada vurulur. Daniel’e yukarıda alıntıladığım cümleyi söyletir, çünkü bazıları çalıp çırparak cebini doldururken, diğerlerinin yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşadığının farkındadır.
Hangi tarafta yer alacağına daha gencecik bir delikanlı iken İtalyan Sosyalist Partisi’ne üye olduğunda karar vermiştir. Daha sonra bu partinin liderliğini yapacak ve Komünist Parti’nin de kurucu üyelerinden biri olacaktır.
Bu seçiminin ideolojik olduğu kadar kişisel ahlakı ve seçimleriyle de ilişkisi olduğunun farkındadır, Silone. Belki de bu nedenle, “Tilki”de karakterini sadece sınıfsal aidiyeti açısından değil ahlâken de malum geminin yolcularından ayırır. Öykünün bir yerinde, “Faşistler senin gibi vicdani meselelerle zaman kaybetmiyor, bizi buldukları yerde öldürüyorlar,” diyerek isyan eden arkadaşı Agostino’ya “Biliyorum,” diye cevap verir Daniel: “İşte tam da bu nedenle faşist değilim.”
Şimdi bizi ülkeyi soyup soğana çevirenlerle aynı gemide olduğumuza ikna etmeye çalışıyorlar. En büyük suçları işleyip sonra pişkince yüzümüze gülenlerle aramızda bir mesafe olmadığına inanmamızı istiyorlar. Halbuki düne kadar bizden fenası yoktu. Fatih Yaşlı’nın geçen gün BirGün’de çıkan harika yazısında söylediği gibi, “Hava güneşliyken, deniz dalgasızken ve yelkenler rüzgârla şişiyorken aynı gemide olduğumuz akıllarına bile gelmedi.” Ne zaman ki, işler sarpa sarmaya başladı, şimdi birden milli hislerimiz kabarsın, birlik beraberlik şarkıları söyleyelim istiyorlar.
Oysa biz nerede durduğumuzu gayet iyi biliyoruz.
O zaman, Silone’yi ve unutulmaz karakteri Daniel’in söylediğini hatırlamanın zamanıdır: Biz onlarla aynı gemide değiliz. Hiç olmadık.
MELTEM GÜRLE / BİRGÜN
Ignazio Silone’nin 1934’te yazdığı “Tilki” (La Volpe) adlı öykü, İsviçre’de İtalya sınırındaki küçük bir köyde geçer. Karanlık bir dönemdir bu. İtalya’da faşizm hüküm sürmektedir. Komünistlerin ve rejim karşıtlarının çoğu ya öldürülmüş ya da şimdi Hırvatistan sınırları içinde kalan Arbe gibi sürgün adalarına gönderilmiştir.
“Tilki”nin ana karakteri Daniel, ilk bakışta ailesiyle huzurlu bir hayat süren sıradan bir çiftçi gibi görünür. Ama aslında Mussolini’ye karşı örgütlenen anti-faşist hareketin parçasıdır. Arkadaşı Agostino ile birlikte, İsviçre’ye geçmek isteyenlere yardım etmek başta olmak üzere birçok faaliyeti birden yürütürler. Öykü, Daniel’in geceleri kümese girip tavukları öldüren tilkiyi yakalamak için bir tuzak kurmasıyla açılır ve kendisine karşı kurulan bir başka tuzakla karşılaşmasıyla devam eder. İtalyan gizli servisi, Daniel’in evine bir ajan göndermiştir. Adam eve yaralı olarak ulaştığı için, ailenin bütün kadınları ama özellikle de evin büyük kızı Silvia tarafından misafir muamelesi görür. Yüzü gözü sarılı bir vaziyette olduğundan gerçek kimliği de uzun süre ortaya çıkmaz. Daniel ise, durumu şüpheli bulur. Fakat evine sığınmış hasta bir adama ihanet etmeyi kendine yakıştıramaz. Böyle davranırsa, inandığı her şeyi yok saymış olacaktır çünkü.
Bir gece yemekler yenip içkiler içildikten sonra ikisinin arasında ilginç bir konuşma geçer. Yakınlarda bir tren kazası olmuş ve yüzlerce kişi ölmüştür. Ajan gazetede okuduğu bu haber hakkında, bilgece olduğunu düşündüğü bir iki laf eder. Ona göre, bütün insanlık aynı gemidedir. İşte bakınız, der, bu trene binen herkesin farklı farklı hayatları, beklentileri, hayalleri vardı. Kimi yoksul kimi zengindi. Aralarında öğrenciler, köylüler, iş adamları, askerler, doktorlar, avukatlar vardı. Kimi sevgilisine yazacağı mektubu düşünüyordu, kimi pazardaki fiyatları, kimi ise akşam ne yiyeceğini. Ama trenler çarpıştığında, işçinin yamalı kasketi ile iş adamının gümüş saplı bastonu aynı yöne doğru savruldu, öğrencinin elindeki kitapla avukatın o anda üzerinde çalıştığı dava dosyası da öyle. Hepsi öldüler. Her birimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. Bu dünyada hepimiz aynı gemideyiz.
Daniel ise, size burada kısaca aktardığım bu uzun tiradı, sabır ve nezaketle dinler. Romantik ve idealist bir genç kız olan Silvia’nın bu süslü konuşmadan etkilendiğinin farkındadır. Bu da onu ayrıca tedirgin etmektedir.
Karşısındaki adam kentli bir mühendistir. Eğitimlidir, iyi giyimlidir, ağzı laf yapıyordur. Fakat kendisine atfettiği derinlikte sahte bir taraf vardır. Üstelik kaza ile ilgili haberi de yeterince dikkatli okumamıştır. Daniel sonunda adama dönüp şöyle der: “Ölümün yarattığı eşitlik duygusundan söz ediyorsunuz. Fakat belli ki, demiryolları sizinle aynı fikirde değil. Kürk mantolu cesetlerin diğerleriyle yan yana yol kenarında yatmasına gönülleri razı gelmemiş, onları alıp başka bir yere götürmüşler.” Sonra kızının şaşkın bakışları arasında devam eder: “Evet, hepimiz öleceğiz. Ama aynı gemide değiliz.”
II. Dünya Savaşı sırasında kendisi de faşizme karşı mücadele eden Ignazio Silone’nin, önemli bir ahlâki mesele üzerine kurduğu bu uzunca öykü birçok açıdan ilginçtir. İki tuzak arasında gidip gelerek ilerleyen karmaşık olay örgüsü, öyküye adını veren tilki figürü üzerinden açılan zengin sembolizmi ve ana karakterinin sağlam kişiliği sebebiyle bizi etkiler. Yalnızca taşıdığı siyasi gerilim nedeniyle değil, şiddete nasıl karşı koyacağımız sorusunu çok insani bir yerden sorduğu için de önemlidir. Yine de, bence en unutulmaz tarafı, Daniel’e söylettiği bu cümledir: Aynı gemide değiliz.
“Tilki”nin ana karakteri Daniel gibi, Ignazio Silone de kimlerle aynı gemide olmadığını çok iyi bilir. Taşrada küçük bir kasabada doğup büyümüştür. Yoksulluk ve adaletsizlikle erken yaşlarda tanışmıştır. Annesi, bir kardeşi ve ailesinin büyük bir kısmı 1915’teki depremde yıkıntıların altında kalır. Hayatta kalan diğer kardeşi faşistler tarafından öldürülür. Karısı ise bir ayaklanmada vurulur. Daniel’e yukarıda alıntıladığım cümleyi söyletir, çünkü bazıları çalıp çırparak cebini doldururken, diğerlerinin yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşadığının farkındadır.
Hangi tarafta yer alacağına daha gencecik bir delikanlı iken İtalyan Sosyalist Partisi’ne üye olduğunda karar vermiştir. Daha sonra bu partinin liderliğini yapacak ve Komünist Parti’nin de kurucu üyelerinden biri olacaktır.
Bu seçiminin ideolojik olduğu kadar kişisel ahlakı ve seçimleriyle de ilişkisi olduğunun farkındadır, Silone. Belki de bu nedenle, “Tilki”de karakterini sadece sınıfsal aidiyeti açısından değil ahlâken de malum geminin yolcularından ayırır. Öykünün bir yerinde, “Faşistler senin gibi vicdani meselelerle zaman kaybetmiyor, bizi buldukları yerde öldürüyorlar,” diyerek isyan eden arkadaşı Agostino’ya “Biliyorum,” diye cevap verir Daniel: “İşte tam da bu nedenle faşist değilim.”
Şimdi bizi ülkeyi soyup soğana çevirenlerle aynı gemide olduğumuza ikna etmeye çalışıyorlar. En büyük suçları işleyip sonra pişkince yüzümüze gülenlerle aramızda bir mesafe olmadığına inanmamızı istiyorlar. Halbuki düne kadar bizden fenası yoktu. Fatih Yaşlı’nın geçen gün BirGün’de çıkan harika yazısında söylediği gibi, “Hava güneşliyken, deniz dalgasızken ve yelkenler rüzgârla şişiyorken aynı gemide olduğumuz akıllarına bile gelmedi.” Ne zaman ki, işler sarpa sarmaya başladı, şimdi birden milli hislerimiz kabarsın, birlik beraberlik şarkıları söyleyelim istiyorlar.
Oysa biz nerede durduğumuzu gayet iyi biliyoruz.
O zaman, Silone’yi ve unutulmaz karakteri Daniel’in söylediğini hatırlamanın zamanıdır: Biz onlarla aynı gemide değiliz. Hiç olmadık.
MELTEM GÜRLE / BİRGÜN