Zarrab’ın tanıklığını, Paradise Papers’ı, Man Adası belgeleriyle
sendeleyen iktidardan “karşı hamle” geldi. İçişleri Bakanlığı’nın
talimatıyla CHP’nin Ataşehir Belediye Başkanı İlgezdi görevinden
uzaklaştırıldı. Bu işlemin zamanlamasına, yapılış şekline ve yandaş
medyadaki tezvirata bakıldığında “münferit” bir olayla değil muhalefete
yönelik yeni bir operasyon dalgasıyla karşı karşıya olduğumuzu
anlıyoruz. Zaten bu satırlar yazılırken CHP’li bazı belediyelere yine
müfettiş gönderildiğine dair haberler ortalıkta dolaşmaya başladı.
Öncelikle şu notu düşelim. Belediyelere ilişkin iddialar elbette
soruşturulmalıdır ancak bu iş kendini aklama makinesine dönüşmüş siyasal
iktidara bırakılamaz.
AKP önce CHP’li vekillere kanca attı. Berberoğlu’nun tutuklanmasını takiben partinin kamuoyunda bilinen yüzlerine yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı ama umdukları sonucu alamadılar. Adalet Yürüyüşü etrafında oluşan halk gücü iktidarı durdurdu. Ardından Saray AKP’li belediyelere el attı. Hedefinin yalnızca şaibeli isimlerden kurtulmak olmadığı belliydi. İcraatları yıllardır tartışma konusu olan belediye başkanlarını tehdit ve şantajla istifa ettirdiler; “ödül” olarak da yargı sürecinden muaf tuttular. AKP’li belediyelerde “yenilenme” söyleminin köpürtüldüğü günlerde AKP Milletvekili Baybatur sıranın CHP’li ve MHP’li belediyelere de geleceğini söyleyiverdi. MHP ittifakın parçası olduğundan ona “sıra gelmesi” pek mümkün değildi, topun ağzında olan CHP’li belediyelerdi.
İktidar, nicedir belediyeler üzerinden CHP’yi köşeye sıkıştırmak istiyor. Muhalefete “hırsızlık, yolsuzluk için üzerimize gelmeyin” mesajını iletirken Kılıçdaroğlu’nun dürüst lider imajını da dolaylı olarak sarsmayı amaçlıyor. “SSK’yı Kemal Bey batırdı” safsatasıyla arpa boyu yol kat edemeyen iktidar belediye operasyonundan CHP yönetimini devirmek için medet umuyor. Kılıçdaroğlu’nun “haysiyet cellatlığı” olarak tanımladığı tam da bu işte.
Öte yandan iktidarın CHP’li belediyelerle uğraşmasının başka nedenleri de var. Türkiye’nin en büyük iki şehrini 23 yıldır yöneten bir zihniyet, 15 yıldır iktidarda olan bir parti İstanbul’un, Ankara’nın eğitim ve gelir düzeyi yüksek semtlerinde seçim kazanamadı, İzmir, Eskişehir ve Çanakkale gibi aynı kategorideki illerde de hep mağlubiyet yaşadı hem de tüm devlet araçlarını seferber etmesine rağmen. Üstelik bu ilçeler iktidarın talan siyasetine ve fetihçi politikalarına direnişin merkezi konumunda. Başta yeşil alanlar olmak üzere kamu arazilerinin yandaş sermayeye peşkeş çekilmesine itiraz ediyorlar, okullarını korumak için mücadele veriyorlar, iktidarın unutturmak istediği 29 Ekimlere coşkuyla sahip çıkıyorlar. Ve 16 Nisan’da rekor düzeyde Hayır oyu çıkardılar. Saray’ın nefretini misliyle artıran da en çok bu sonuncusu.
İktidarın Kadıköy’den Nilüfer’e ya da Çankaya’dan Şişli’ye belediyelerle uğraşması Erdoğan’ın “kültürel iktidarı ele geçiremedik” itirafı ile yakından ilişkili. AKP kendi belediyelerinde İslamcı yaşamı dayattıkça bunalanlar seküler mahallelere sığınıyor. Bunlar arasında beyaz yakalı muhafazakârlar bile var. Saray ise CHP’li belediyeleri bir yandan “sapkın, din düşmanı, Batı hayranı” olmakla itham ediliyor bir yandan da Bakanlıklar ve Büyükşehir marifetiyle iktidarın sembollerini tepeden inmeci bir biçimde ilçelere monte ediliyor. Hatırlayalım daha geçen ay Erdoğan, kent konseyinde kadınlar, gençler, LGBTİ adaylar için kota uygulamasını hayata geçiren Nilüfer Belediyesini hedef almıştı. Çağdaş belediyeciliğin örneklerini “gayri ahlâki”, “gayri milli” ilan etmişti. Çanakkale’de 18 Mart etkinliklerini parti propagandasına çeviren AKP, Çanakkale Belediye Başkanını “konuşturmamaya” karar vermişti. Kadıköy’de ise semt sakinlerinin ve CHP’li belediyenin fikri dahi alınmadan sahildeki dolgu alana dev cami inşaatına karar verildi. Bunların hiçbiri birbirinden ayrı düşünülemez.
Saray’ın politik ve kültürel tekçi siyaseti muhalif yerel siyasete tahammül edemiyor, bu çok net. Ana muhalefetin bu tablodan ders çıkarması gerektiği de bir o kadar açık. Eğer iktidarın yolsuzluklarının üzerine gidecek bir politik hattı merkeze alıyorsanız bunun toplumsal tabanını ivedilikle örgütlemeniz gerekir. Hesabı sokakta soracak cesareti gösterememek karşı saldırıya kapı aralamaktır. İktidarın CHP’li belediyelere yaptığı operasyonu, kurmak istediği rejim ile ilişkilendiremezseniz tehdidin boyutlarını tarif edemezsiniz. Zira Saray nasıl bir yargı, nasıl bir üniversite, nasıl bir medya istiyorsa öyle bir belediye istiyor.
Bu nedenle şaibeli referandumun sonuçlarına, OHAL’e, KHK’lere karşı çıkmadan seçmen iradesi korunamaz.
Bu nedenle CHP’li belediyeleri “milli irade” kapsamında savunmak ancak kayyım atanan belediyelere ses çıkardığınızda anlam kazanır.
Bu nedenle laiklik mücadelesi ile adalet ve demokrasi mücadelesi mahallelerde birleştirilmeden seçim hesapları yapılamaz.
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN / BİRGÜN
AKP önce CHP’li vekillere kanca attı. Berberoğlu’nun tutuklanmasını takiben partinin kamuoyunda bilinen yüzlerine yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı ama umdukları sonucu alamadılar. Adalet Yürüyüşü etrafında oluşan halk gücü iktidarı durdurdu. Ardından Saray AKP’li belediyelere el attı. Hedefinin yalnızca şaibeli isimlerden kurtulmak olmadığı belliydi. İcraatları yıllardır tartışma konusu olan belediye başkanlarını tehdit ve şantajla istifa ettirdiler; “ödül” olarak da yargı sürecinden muaf tuttular. AKP’li belediyelerde “yenilenme” söyleminin köpürtüldüğü günlerde AKP Milletvekili Baybatur sıranın CHP’li ve MHP’li belediyelere de geleceğini söyleyiverdi. MHP ittifakın parçası olduğundan ona “sıra gelmesi” pek mümkün değildi, topun ağzında olan CHP’li belediyelerdi.
İktidar, nicedir belediyeler üzerinden CHP’yi köşeye sıkıştırmak istiyor. Muhalefete “hırsızlık, yolsuzluk için üzerimize gelmeyin” mesajını iletirken Kılıçdaroğlu’nun dürüst lider imajını da dolaylı olarak sarsmayı amaçlıyor. “SSK’yı Kemal Bey batırdı” safsatasıyla arpa boyu yol kat edemeyen iktidar belediye operasyonundan CHP yönetimini devirmek için medet umuyor. Kılıçdaroğlu’nun “haysiyet cellatlığı” olarak tanımladığı tam da bu işte.
Öte yandan iktidarın CHP’li belediyelerle uğraşmasının başka nedenleri de var. Türkiye’nin en büyük iki şehrini 23 yıldır yöneten bir zihniyet, 15 yıldır iktidarda olan bir parti İstanbul’un, Ankara’nın eğitim ve gelir düzeyi yüksek semtlerinde seçim kazanamadı, İzmir, Eskişehir ve Çanakkale gibi aynı kategorideki illerde de hep mağlubiyet yaşadı hem de tüm devlet araçlarını seferber etmesine rağmen. Üstelik bu ilçeler iktidarın talan siyasetine ve fetihçi politikalarına direnişin merkezi konumunda. Başta yeşil alanlar olmak üzere kamu arazilerinin yandaş sermayeye peşkeş çekilmesine itiraz ediyorlar, okullarını korumak için mücadele veriyorlar, iktidarın unutturmak istediği 29 Ekimlere coşkuyla sahip çıkıyorlar. Ve 16 Nisan’da rekor düzeyde Hayır oyu çıkardılar. Saray’ın nefretini misliyle artıran da en çok bu sonuncusu.
İktidarın Kadıköy’den Nilüfer’e ya da Çankaya’dan Şişli’ye belediyelerle uğraşması Erdoğan’ın “kültürel iktidarı ele geçiremedik” itirafı ile yakından ilişkili. AKP kendi belediyelerinde İslamcı yaşamı dayattıkça bunalanlar seküler mahallelere sığınıyor. Bunlar arasında beyaz yakalı muhafazakârlar bile var. Saray ise CHP’li belediyeleri bir yandan “sapkın, din düşmanı, Batı hayranı” olmakla itham ediliyor bir yandan da Bakanlıklar ve Büyükşehir marifetiyle iktidarın sembollerini tepeden inmeci bir biçimde ilçelere monte ediliyor. Hatırlayalım daha geçen ay Erdoğan, kent konseyinde kadınlar, gençler, LGBTİ adaylar için kota uygulamasını hayata geçiren Nilüfer Belediyesini hedef almıştı. Çağdaş belediyeciliğin örneklerini “gayri ahlâki”, “gayri milli” ilan etmişti. Çanakkale’de 18 Mart etkinliklerini parti propagandasına çeviren AKP, Çanakkale Belediye Başkanını “konuşturmamaya” karar vermişti. Kadıköy’de ise semt sakinlerinin ve CHP’li belediyenin fikri dahi alınmadan sahildeki dolgu alana dev cami inşaatına karar verildi. Bunların hiçbiri birbirinden ayrı düşünülemez.
Saray’ın politik ve kültürel tekçi siyaseti muhalif yerel siyasete tahammül edemiyor, bu çok net. Ana muhalefetin bu tablodan ders çıkarması gerektiği de bir o kadar açık. Eğer iktidarın yolsuzluklarının üzerine gidecek bir politik hattı merkeze alıyorsanız bunun toplumsal tabanını ivedilikle örgütlemeniz gerekir. Hesabı sokakta soracak cesareti gösterememek karşı saldırıya kapı aralamaktır. İktidarın CHP’li belediyelere yaptığı operasyonu, kurmak istediği rejim ile ilişkilendiremezseniz tehdidin boyutlarını tarif edemezsiniz. Zira Saray nasıl bir yargı, nasıl bir üniversite, nasıl bir medya istiyorsa öyle bir belediye istiyor.
Bu nedenle şaibeli referandumun sonuçlarına, OHAL’e, KHK’lere karşı çıkmadan seçmen iradesi korunamaz.
Bu nedenle CHP’li belediyeleri “milli irade” kapsamında savunmak ancak kayyım atanan belediyelere ses çıkardığınızda anlam kazanır.
Bu nedenle laiklik mücadelesi ile adalet ve demokrasi mücadelesi mahallelerde birleştirilmeden seçim hesapları yapılamaz.
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN / BİRGÜN