İçişleri Bakanı kalkıp “Sen bittin”, “Turpun büyüğü heybede”, “Daha yeni başladık” diyor.
Üstüne üstlük “şerefsiz”, “sahtekâr”, “ihanet” gibi günlük siyaset dilinin eksilmeyen kelimeleriyle de süslüyor konuşmasını.
AKP köşeye sıkıştıkça siyaset yapma biçimi de çirkefleşiyor.
Havuz gazetecilerinden Ak trollerine, milletvekillerinden bakanlarına, hakaret, küfür, yalan bir siyaset yapma biçimi olarak kalıcılaşıyor.
Bu ülkenin İçişleri Bakanı, ana muhalefet partisi liderini “Kılıçdaroğlu sana açık açık söylüyorum, sen bittin” diyerek tehdit ediyor.
CHP Sözcüsü Bülent Tezcan da karşı karşıya kaldığı bu siyaset yapma biçimine, İçişleri Bakanı’nın bu üslubuna ister istemez “Üçüncü sınıf mafya babası kılıklı” benzetmesini yapıyor.
AKP’nin bu saldırganlığının nedeni, CHP’nin iktidarın baskıcı uygulamalarına yönelik eleştirilerini sıralaması, etik olmayan işleri kamuoyuna açıklaması.
Efendim niye Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çocuklarının ve yakınlarının Man Adası’na para gönderdiğine ilişkin banka kayıtlarını açıklamış. Ortada suç yokmuş. Onlar zaten Erdoğan daha belediye başkanı, cumhurbaşkanı olmadan önce ticaretle uğraşan milyon dolarlık iş yapan insanlarmış. Zaten o kâğıtlar iki banka arasındaki havaleyi gösteriyormuş ama nasıl oluyorsa bir de sahteymiş.
Niyeyse bu ülkede hep başbakanların, cumhurbaşkanlarının ya da bakanların çocukları iş insanı zaten. Üstelik öyle başarılılar ki milyon dolarlık işlere imza atıyorlar. Politikacıların hem de iktidar partisindeki politikacıların çocuklarının kafası ticarete çok yatkın demek ki!
Adalet Yürüyüşü’nden bu yana Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’li milletvekillerini “vatan hainliği” ile suçluyorlar. Anketlerde istedikleri oy oranını yakalayamadıkları için seçime de gidemiyorlar. HDP’ye yaptıkları gibi CHP’yi de bir şekilde engelleyebilmenin yollarını bulmaya çalışıyorlar.
Çaresizler. Öyle çaresizler ki gözleri hiçbir şeyi görmüyor. Korkuyorlar. Korktukları için de yarattıkları korku iklimi dağılmasın istiyorlar.
CHP liderine bangır bangır bağırarak “elindeki kâğıtları savcılığa ver” diyorlar. Ama gelin görün ki CHP o belgeleri savcılığa vermeden önce tasdik ettirmek için noter bulamıyor.
Koskoca Ankara’da noterler korkuyor. Sonunda “kahraman” bir noter bulup belgeler tasdik ettiriliyor ve ondan sonra savcılığa verilebiliyor.
Kılıçdaroğlu ile bir nehir söyleşi yapılıyor. Kitap olarak basılacak. Adı “Umut Hep Var.”
Ancak matbaa kitabı basmıyor. İçeriğinden ötürü çeşitli sıkıntılar yaşayabileceklerini, incelemelere maruz kalabileceklerini söylüyorlar.
İçerik dedikleri Kılıçdaroğlu ile yapılan söyleşi.
Daha önce basılmayan kitaplar toplatılmış, kitaba “bomba” muamelesi yapılmıştı ya da yayınevleri kitapları yayımlamamıştı. Ama ilk kez bir matbaa “içeriği” nedeniyle kitabı basmayacağını söylüyor.
Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon, “Gerekirse elle yazar yine basarız” o kitabı diyor ve gelinen noktanın ne olduğunu Artı TV’de şöyle anlatıyordu:
“Geçmişte FETÖ’cülerin yayınevlerine doğrudan baskıları vardı. Kitaplar o dönemde daha basılmadan toplatıldı. Ama baskı doğrudan yayınevlerineydi. Şimdi geldiğimiz noktada matbaalara yapılıyor. Herhalde kâğıtçılara kadar varacak bu iş. Yakında birileri çıkıp ‘şunlara kâğıt satın, bunlara satmayın’ diyecek.”
Sonu yaklaştıkça AKP iktidarının siyaset yapma biçimi çirkefleşiyor, ülkeyi yönetme biçimi daha baskıcı bir hal alıyor.
Anlaşılan o ki artık sözün bittiği yerdeyiz.
İşte yarattıkları Türkiye; matbaalar kitap basmaktan, noterler belge tasdik etmekten korkuyor.
Ayşe Yıldırım / CUMHURİYET
Üstüne üstlük “şerefsiz”, “sahtekâr”, “ihanet” gibi günlük siyaset dilinin eksilmeyen kelimeleriyle de süslüyor konuşmasını.
AKP köşeye sıkıştıkça siyaset yapma biçimi de çirkefleşiyor.
Havuz gazetecilerinden Ak trollerine, milletvekillerinden bakanlarına, hakaret, küfür, yalan bir siyaset yapma biçimi olarak kalıcılaşıyor.
Bu ülkenin İçişleri Bakanı, ana muhalefet partisi liderini “Kılıçdaroğlu sana açık açık söylüyorum, sen bittin” diyerek tehdit ediyor.
CHP Sözcüsü Bülent Tezcan da karşı karşıya kaldığı bu siyaset yapma biçimine, İçişleri Bakanı’nın bu üslubuna ister istemez “Üçüncü sınıf mafya babası kılıklı” benzetmesini yapıyor.
AKP’nin bu saldırganlığının nedeni, CHP’nin iktidarın baskıcı uygulamalarına yönelik eleştirilerini sıralaması, etik olmayan işleri kamuoyuna açıklaması.
Efendim niye Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çocuklarının ve yakınlarının Man Adası’na para gönderdiğine ilişkin banka kayıtlarını açıklamış. Ortada suç yokmuş. Onlar zaten Erdoğan daha belediye başkanı, cumhurbaşkanı olmadan önce ticaretle uğraşan milyon dolarlık iş yapan insanlarmış. Zaten o kâğıtlar iki banka arasındaki havaleyi gösteriyormuş ama nasıl oluyorsa bir de sahteymiş.
Niyeyse bu ülkede hep başbakanların, cumhurbaşkanlarının ya da bakanların çocukları iş insanı zaten. Üstelik öyle başarılılar ki milyon dolarlık işlere imza atıyorlar. Politikacıların hem de iktidar partisindeki politikacıların çocuklarının kafası ticarete çok yatkın demek ki!
Adalet Yürüyüşü’nden bu yana Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’li milletvekillerini “vatan hainliği” ile suçluyorlar. Anketlerde istedikleri oy oranını yakalayamadıkları için seçime de gidemiyorlar. HDP’ye yaptıkları gibi CHP’yi de bir şekilde engelleyebilmenin yollarını bulmaya çalışıyorlar.
Çaresizler. Öyle çaresizler ki gözleri hiçbir şeyi görmüyor. Korkuyorlar. Korktukları için de yarattıkları korku iklimi dağılmasın istiyorlar.
CHP liderine bangır bangır bağırarak “elindeki kâğıtları savcılığa ver” diyorlar. Ama gelin görün ki CHP o belgeleri savcılığa vermeden önce tasdik ettirmek için noter bulamıyor.
Koskoca Ankara’da noterler korkuyor. Sonunda “kahraman” bir noter bulup belgeler tasdik ettiriliyor ve ondan sonra savcılığa verilebiliyor.
Kılıçdaroğlu ile bir nehir söyleşi yapılıyor. Kitap olarak basılacak. Adı “Umut Hep Var.”
Ancak matbaa kitabı basmıyor. İçeriğinden ötürü çeşitli sıkıntılar yaşayabileceklerini, incelemelere maruz kalabileceklerini söylüyorlar.
İçerik dedikleri Kılıçdaroğlu ile yapılan söyleşi.
Daha önce basılmayan kitaplar toplatılmış, kitaba “bomba” muamelesi yapılmıştı ya da yayınevleri kitapları yayımlamamıştı. Ama ilk kez bir matbaa “içeriği” nedeniyle kitabı basmayacağını söylüyor.
Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon, “Gerekirse elle yazar yine basarız” o kitabı diyor ve gelinen noktanın ne olduğunu Artı TV’de şöyle anlatıyordu:
“Geçmişte FETÖ’cülerin yayınevlerine doğrudan baskıları vardı. Kitaplar o dönemde daha basılmadan toplatıldı. Ama baskı doğrudan yayınevlerineydi. Şimdi geldiğimiz noktada matbaalara yapılıyor. Herhalde kâğıtçılara kadar varacak bu iş. Yakında birileri çıkıp ‘şunlara kâğıt satın, bunlara satmayın’ diyecek.”
Sonu yaklaştıkça AKP iktidarının siyaset yapma biçimi çirkefleşiyor, ülkeyi yönetme biçimi daha baskıcı bir hal alıyor.
Anlaşılan o ki artık sözün bittiği yerdeyiz.
İşte yarattıkları Türkiye; matbaalar kitap basmaktan, noterler belge tasdik etmekten korkuyor.
Ayşe Yıldırım / CUMHURİYET