Bazen konu bulmakta zorlanırsınız köşe yazınıza, bazen de konu
çokluğunda seçim yapmakta… Ama bir de yazacak onca konu varken onları
bir kenara bıraktıran gelişmeler olur. Dışınızda olup bitenlerle
içinizde olup bitenler, kamusal sorumluluk ile kişisel mutluluk arasında
sıkışır kalırsınız.
Öyle bir ânın içinden kalemim kâğıda değiyor bugün.
“Görünüyorum O Halde Varım: ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” başlıklı kitabım, 2017 yılının en iyi kitabı seçildi.
“Hürriyet Kitap Sanat” eki bünyesinde 10 kişilik çok kıymetli bir jüri, “zamanın sonsuz ‘görünme/beğenilme’ merakı”na neşter attığımı belirttikleri çalışmamı yılın en iyi 10 kitabı listesinde zirveye oturttu.
Takdirlerine teşekkür ediyorum!..
Biz “yazılı kültür” çocuğu olarak dünyaya gözlerimizi açtık. Memleketin, içerisine doğduğumuz kesitinde hayatın nabzını kitap, dergi, gazete tutmaktaydı.
Çocukluktan itibaren sabah ritüelimiz, evde yataktan ilk çıkan için, kapıya yönelip kapı kulpuna sıkıştırılmış gazete tomarını almaktı.
Babamın gardırobu eski yıllara ait biriktirilmiş gazetelerle doluydu. Menderes’in idamını da, İnönü’nün vefatını da manşet yapan gazeteleri saklamıştı o…
Annemi bugün bile en çok yatakta iki büklüm Fakir Baykurt’un “Tırpan”ını okurken hatırlıyorum.
Doğan Avcıoğlu’nun 2 ciltlik “Türkiye’nin Düzeni”ni ilk çıktığında taze taze alıp eve getirmişti babam.
“Hadi bakalım, bugün şu iki bölümü oku yeter, yarın diğer bölümlerle devam edersin” demişti yaz tatilinde "Pal Sokağının Çocukları"nı okurken annem…
İsmail Hami Danişmend’in “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi”ni fasikül fasikül biriktirip ciltletti babam… Meydan-Larousse’u da öyle…
Henüz daha gazetelerin kuponla ansiklopedi dağıtmadığı günlerdi o günler!..
Ortaokulda ödülüm, Türkçe öğretmenim İbrahim Göktan’dan gelmişti; İstiklal Marşı’nın ilk iki dizesini nesre sınıfta tek çevirebilen olduğum için!.. Hiç unutmadım, 9 verdi. Bir not kırdı, çünkü en sonda küçük bir hata yapmıştım:
“Yurdumun üstünde tüten en son ocak sönmeden, bu şafaklarda yüzen Alsancak korkma, sönmez” şeklinde çevirmiştim. “Sonu,‘sönmez, korkma!’ olacak” dedi, bir not kırdı.
Dünyalara değişmeyeceğim tek “kırık not”tur!..
Asistanlık sınavını kazanıp Hacettepe-Antropoloji’de karşısına çıktığımda Bozkurt (Güvenç) Hoca’mın ilk isteği, o güne kadar okuduğum kitapların listesiydi. Listeyi verdim, “Güzel” dedi ve ekledi: “Yetmez, şunları da okumaya başla hemen!..”
AVM’lerimiz yoktu, kitabevlerimiz vardı. Ankara Kızılay’da Kültür Kitabevi, Sakarya Caddesi’nde Bilgi Kitabevi, Zafer Çarşısı’nda Turhan Kitabevi, Bayraktar Kitabevi, Dost Kitabevi, sonra Konur Sokak’ta da Dost Kitabevi…
Onların içinde dolaşa dolaşa “insan” olduk!..
Şimdi elbette çok şey değişti.
Eve yine sabah gazete giriyor. Ama ilk iş, yani “ritüel”imiz giderek “Mobil”i alıp bakmak oldu ne var ne yok diye…
Akşamları çoğumuzun iki avucunu kitap kapaklarından ziyade cep telefonunun kılıf kapakları dolduruyor.
Sınıfta öğrencilerimize, “Hangi kitapları okudun, liste yap getir” demek yerine “Hiç kitap okudun mu” diye sorar olduk. Ve “Hayır, okumadım; kitapla aram yok; kitap okumakla bir şey olunacağına inanmıyorum” cevaplarıyla karşılaşır olduk.
Devir değişti. Tekno-ekonomik altyapı bizi “Gutenberg Galaksisi”nden aldı, “Bill-Gates Galaksisi”ne uçurdu. Bu “galaksi”, ekranı gözde kılarken kitabı gözden düşürdü.
Elbette yine de bilen biliyor, görselin altında hâlâ yazı var.
Büyük çoğunluk seyrin rehavetinde bir düşünsel edilgenliğe savrulsa da güçlü bir azınlık, ticari akıllı güçlü azınlık, “kültür endüstrisi”ne yön veren azınlık biliyor ki yazı yoksa, düşünce yoksa, “konsept ve kontent”, yani kavram ve içerik yoksa, görselin "canı" da yok.
Ama işte yabana atılmaz bir “sorunlu değişme” bu: “Aşk-ı Memnû”yu öncelikle dizi sanıp onun kitabını da yapmışlar diyen çocuklarımız var.
“Kürk Mantolu Madonna”yı popstar Madonna sanan yetişkinlerimiz var.
Kitapla aram yok diyen “sosyoloji” öğrencilerimiz var.
“Kitap okumaya değil, diploma almaya geldik” diyen yüksek lisans öğrencilerimiz var.
“İtinayla tez yazılır” sitelerine para döken doktora öğrencilerimiz var!..
Biliyorum, yakınmanın yararı yok. Kim bilir, belki de yaşlılıktır! Zamanında “Homeros Galaksisi”nin, yani “sözlü kültür”ün kaybına “Gutenberg Galaksisi”ne geçilirken nasıl ah-vah edildiyse, şimdi de “Bill-Gates Galaksisi”nde “yazılı kültür”ün kaybına ah-vah ediyoruz…
Mu dersiniz?!
Uzun uzun tartışılması gereken bir konu bu ve 2017’nin en iyisi olarak takdir edilen kitabım “Görünüyorum O Halde Varım”, böylesi bir tartışmada “uvertür” olabilirse mutluluğum daha da büyüyecek!..
Jürinin takdiri beni hatıraların hüzünlü dönencesine sevk etti: Annem, babam, öğretmenlerim!..
Onların "kitap gibi" hatırasından şimdi siz okurlarıma akan tarifsiz duygularımı da herhalde Özdemir Asaf’ın şu dizeleri kristalleştirebilir:
“Ağladığımı gör deye ağlamayorum;
Ağladığım için ağladığımı görüyorsun.”
Demek ki okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum, görüyorum, izliyorum, görünüyorum derken…
Bize de şu fani dünyada kalan bu oldu:
Ağlıyorum, o halde varım!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Öyle bir ânın içinden kalemim kâğıda değiyor bugün.
“Görünüyorum O Halde Varım: ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” başlıklı kitabım, 2017 yılının en iyi kitabı seçildi.
“Hürriyet Kitap Sanat” eki bünyesinde 10 kişilik çok kıymetli bir jüri, “zamanın sonsuz ‘görünme/beğenilme’ merakı”na neşter attığımı belirttikleri çalışmamı yılın en iyi 10 kitabı listesinde zirveye oturttu.
Takdirlerine teşekkür ediyorum!..
Biz “yazılı kültür” çocuğu olarak dünyaya gözlerimizi açtık. Memleketin, içerisine doğduğumuz kesitinde hayatın nabzını kitap, dergi, gazete tutmaktaydı.
Çocukluktan itibaren sabah ritüelimiz, evde yataktan ilk çıkan için, kapıya yönelip kapı kulpuna sıkıştırılmış gazete tomarını almaktı.
Babamın gardırobu eski yıllara ait biriktirilmiş gazetelerle doluydu. Menderes’in idamını da, İnönü’nün vefatını da manşet yapan gazeteleri saklamıştı o…
Annemi bugün bile en çok yatakta iki büklüm Fakir Baykurt’un “Tırpan”ını okurken hatırlıyorum.
Doğan Avcıoğlu’nun 2 ciltlik “Türkiye’nin Düzeni”ni ilk çıktığında taze taze alıp eve getirmişti babam.
“Hadi bakalım, bugün şu iki bölümü oku yeter, yarın diğer bölümlerle devam edersin” demişti yaz tatilinde "Pal Sokağının Çocukları"nı okurken annem…
İsmail Hami Danişmend’in “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi”ni fasikül fasikül biriktirip ciltletti babam… Meydan-Larousse’u da öyle…
Henüz daha gazetelerin kuponla ansiklopedi dağıtmadığı günlerdi o günler!..
Ortaokulda ödülüm, Türkçe öğretmenim İbrahim Göktan’dan gelmişti; İstiklal Marşı’nın ilk iki dizesini nesre sınıfta tek çevirebilen olduğum için!.. Hiç unutmadım, 9 verdi. Bir not kırdı, çünkü en sonda küçük bir hata yapmıştım:
“Yurdumun üstünde tüten en son ocak sönmeden, bu şafaklarda yüzen Alsancak korkma, sönmez” şeklinde çevirmiştim. “Sonu,‘sönmez, korkma!’ olacak” dedi, bir not kırdı.
Dünyalara değişmeyeceğim tek “kırık not”tur!..
Asistanlık sınavını kazanıp Hacettepe-Antropoloji’de karşısına çıktığımda Bozkurt (Güvenç) Hoca’mın ilk isteği, o güne kadar okuduğum kitapların listesiydi. Listeyi verdim, “Güzel” dedi ve ekledi: “Yetmez, şunları da okumaya başla hemen!..”
AVM’lerimiz yoktu, kitabevlerimiz vardı. Ankara Kızılay’da Kültür Kitabevi, Sakarya Caddesi’nde Bilgi Kitabevi, Zafer Çarşısı’nda Turhan Kitabevi, Bayraktar Kitabevi, Dost Kitabevi, sonra Konur Sokak’ta da Dost Kitabevi…
Onların içinde dolaşa dolaşa “insan” olduk!..
Şimdi elbette çok şey değişti.
Eve yine sabah gazete giriyor. Ama ilk iş, yani “ritüel”imiz giderek “Mobil”i alıp bakmak oldu ne var ne yok diye…
Akşamları çoğumuzun iki avucunu kitap kapaklarından ziyade cep telefonunun kılıf kapakları dolduruyor.
Sınıfta öğrencilerimize, “Hangi kitapları okudun, liste yap getir” demek yerine “Hiç kitap okudun mu” diye sorar olduk. Ve “Hayır, okumadım; kitapla aram yok; kitap okumakla bir şey olunacağına inanmıyorum” cevaplarıyla karşılaşır olduk.
Devir değişti. Tekno-ekonomik altyapı bizi “Gutenberg Galaksisi”nden aldı, “Bill-Gates Galaksisi”ne uçurdu. Bu “galaksi”, ekranı gözde kılarken kitabı gözden düşürdü.
Elbette yine de bilen biliyor, görselin altında hâlâ yazı var.
Büyük çoğunluk seyrin rehavetinde bir düşünsel edilgenliğe savrulsa da güçlü bir azınlık, ticari akıllı güçlü azınlık, “kültür endüstrisi”ne yön veren azınlık biliyor ki yazı yoksa, düşünce yoksa, “konsept ve kontent”, yani kavram ve içerik yoksa, görselin "canı" da yok.
Ama işte yabana atılmaz bir “sorunlu değişme” bu: “Aşk-ı Memnû”yu öncelikle dizi sanıp onun kitabını da yapmışlar diyen çocuklarımız var.
“Kürk Mantolu Madonna”yı popstar Madonna sanan yetişkinlerimiz var.
Kitapla aram yok diyen “sosyoloji” öğrencilerimiz var.
“Kitap okumaya değil, diploma almaya geldik” diyen yüksek lisans öğrencilerimiz var.
“İtinayla tez yazılır” sitelerine para döken doktora öğrencilerimiz var!..
Biliyorum, yakınmanın yararı yok. Kim bilir, belki de yaşlılıktır! Zamanında “Homeros Galaksisi”nin, yani “sözlü kültür”ün kaybına “Gutenberg Galaksisi”ne geçilirken nasıl ah-vah edildiyse, şimdi de “Bill-Gates Galaksisi”nde “yazılı kültür”ün kaybına ah-vah ediyoruz…
Mu dersiniz?!
Uzun uzun tartışılması gereken bir konu bu ve 2017’nin en iyisi olarak takdir edilen kitabım “Görünüyorum O Halde Varım”, böylesi bir tartışmada “uvertür” olabilirse mutluluğum daha da büyüyecek!..
Jürinin takdiri beni hatıraların hüzünlü dönencesine sevk etti: Annem, babam, öğretmenlerim!..
Onların "kitap gibi" hatırasından şimdi siz okurlarıma akan tarifsiz duygularımı da herhalde Özdemir Asaf’ın şu dizeleri kristalleştirebilir:
“Ağladığımı gör deye ağlamayorum;
Ağladığım için ağladığımı görüyorsun.”
Demek ki okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum, görüyorum, izliyorum, görünüyorum derken…
Bize de şu fani dünyada kalan bu oldu:
Ağlıyorum, o halde varım!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET