Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dinin güncellenmesi gerektiği şeklindeki açıklamasının yankıları devam ediyor.
Bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu olan ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç, İslam’da güncellemenin kaçınılmaz olduğunu ancak söz konusu açıklamanın muhafazakar gençlerin dinden soğuduğu gerçeğinin görülmesi üzerine yapıldığına dikkat çekiyor. Kılıç, Cumhuriyet rejiminin, İslam’ı güncellediğini, Mustafa Kemal Atatürk ve ilk diyanet işleri başkanı Mehmed Rıfat Efendi’nin, İslam’ın son çağdaki en büyük yenileyicileri olduğunu söylüyor.
Bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu olan ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç, İslam’da güncellemenin kaçınılmaz olduğunu ancak söz konusu açıklamanın muhafazakar gençlerin dinden soğuduğu gerçeğinin görülmesi üzerine yapıldığına dikkat çekiyor. Kılıç, Cumhuriyet rejiminin, İslam’ı güncellediğini, Mustafa Kemal Atatürk ve ilk diyanet işleri başkanı Mehmed Rıfat Efendi’nin, İslam’ın son çağdaki en büyük yenileyicileri olduğunu söylüyor.
»Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam’ın güncellenmesi gerektiği yönündeki açıklamasının yankıları sürüyor. Peki, İslam’ın güncellenmesinden kasıt tam olarak nedir? Bu açıklama, her şeyi tek elde toplamış olan Erdoğan’ın şimdi de dini tek elde toplama çabası olarak okunabilir mi?
Bugün elbette Kur’an’da anlatıldığı ileri sürülen cari İslam, büyük ölçüde uygulanamaz hale gelmiş durumda. Bu krizin aşılması için Kur’an’ı ve aklı esas alarak İslam’ın yeniden yorumlanması ve güncellenmesi kaçınılmazdır. Ben şiddetli bir şekilde İslam’ın güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne ki, güncelleme olsun ya da olmasın, zaten soysal gelişmeler güncellemeyi dayatıyor. Retorik düzeyde karşı çıkanlar dahi kendilerince farkında olarak ya da olmayarak pratikte güncellemeye gidiyorlar. Bu kaçınılmaz.
Bugün elbette Kur’an’da anlatıldığı ileri sürülen cari İslam, büyük ölçüde uygulanamaz hale gelmiş durumda. Bu krizin aşılması için Kur’an’ı ve aklı esas alarak İslam’ın yeniden yorumlanması ve güncellenmesi kaçınılmazdır. Ben şiddetli bir şekilde İslam’ın güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne ki, güncelleme olsun ya da olmasın, zaten soysal gelişmeler güncellemeyi dayatıyor. Retorik düzeyde karşı çıkanlar dahi kendilerince farkında olarak ya da olmayarak pratikte güncellemeye gidiyorlar. Bu kaçınılmaz.
»Öyleyse neden tepki çekiyor?
İslam’la ilgili konuşurken kullandığınız tabirler Arapça kökenli değilse, İslami kaynaklarda geçmeyen kelimeler ise dinci çevrelerin tepkisini çekiyor. Güncelleme yeni bir terim, reform ise Batılı, dolayısıyla dini literatürde yok. Bunun yerine, dini terminolojide “tecdid” sözcüğünü görüyoruz ki bu da “yenilenme” anlamına geliyor. Bu işi yapana da müceddid deniyor. Eğer Erdoğan, güncelleme tabiri yerine, geleneksel İslami literatürdeki tabirlerle konuşsaydı, dinci çevreler daha sıcak bakarlardı çünkü tecdid, İslami kesimlerce özümsenmiş ve kabul edilmiştir.
İslam’la ilgili konuşurken kullandığınız tabirler Arapça kökenli değilse, İslami kaynaklarda geçmeyen kelimeler ise dinci çevrelerin tepkisini çekiyor. Güncelleme yeni bir terim, reform ise Batılı, dolayısıyla dini literatürde yok. Bunun yerine, dini terminolojide “tecdid” sözcüğünü görüyoruz ki bu da “yenilenme” anlamına geliyor. Bu işi yapana da müceddid deniyor. Eğer Erdoğan, güncelleme tabiri yerine, geleneksel İslami literatürdeki tabirlerle konuşsaydı, dinci çevreler daha sıcak bakarlardı çünkü tecdid, İslami kesimlerce özümsenmiş ve kabul edilmiştir.
»Yani buradaki sorun dil, öyle mi?
Evet. Zaten her cemaat ve tarikat, kurucu liderini yenileyici, müceddid olarak görür. O lideri İslam’ı özüne döndüren, İslam’ı yenileyen, İslam’daki hurafeleri temizleyen dolayısıyla İslam’ı yeniden gün yüzüne çıkaran olarak görür. Ancak tabii rakip gruplar kendileri gibi olmayanları ve onların liderlerini de İslam’ı tahrip etmekle suçlar.
Evet. Zaten her cemaat ve tarikat, kurucu liderini yenileyici, müceddid olarak görür. O lideri İslam’ı özüne döndüren, İslam’ı yenileyen, İslam’daki hurafeleri temizleyen dolayısıyla İslam’ı yeniden gün yüzüne çıkaran olarak görür. Ancak tabii rakip gruplar kendileri gibi olmayanları ve onların liderlerini de İslam’ı tahrip etmekle suçlar.
»Bu konu neden şimdi gündeme geldi?
Bir tıkanmışlığın ifadesi. Gerek dinen gerekse siyaseten. Zira marjinal dini grup ve hocaların yüzyıllar önceki hali yansıtan fetvaları hem genel anlamda İslam’a zarar veriyor hem de bu fetvalar laik kesim ile birlikte yeni, genç nesli dinden soğutuyor. AKP bunun farkında. Muhafazakar ailelerin çocuklarında, giderek tırmanan şekilde, “İslam bu mudur, din bu mudur” algısı oluştu. Muhafazakar ailelerden gelen gençlerin, dinle ilişkisini yeniden sorgulama noktasına gelmesi, siyasi iktidarda yeni kadrolar ve genç seçmenleri açısından kaygı verici bir boyuta ulaştı. Çünkü muhafazakar kesimi partiye bağlayan en önemli bağ din unsuruydu. Eğer din, bu gençler nezdinde sorgulanma noktasında geldiyse, din üzerinde yapılan siyasetin etkili olmayacağı da ortada. Bu sebeple dinde açılım, güncelleme çıkışları geldi.
»Muhafazakâr gençlerdeki sorgulamanın gerisinde tam olarak ne var?
Çevremdeki pek çok tesettürlü genç hanım, artık, tesettüre dinin emri olduğu için mi yoksa mahalle baskısı nedeniyle mi girdiğini sorguluyor. Yani tesettürün, dinin emri olup olmadığını sorguluyor. Son birkaç yılda ardı ardına gelen “fetvalar” gerçek mi diyorlar. Çünkü bizim toplumumuz, Müslüman olmasına rağmen, dini gelenek olarak yaşayan, Kuran okumaya gerek duymayan bir toplum. Müslüman’ım diyoruz ama toplumda Kuran’ı anlamak için okuyanların oranı yüzde 3- 5’i geçmez. Arapça okuyup anlamayanları saymıyorum. Zaten din adamlarının Arapça okunmasını istemesinin sebebi de bu. Kimse anlamasın da kendilerinin tekelinde kalsın istiyorlar. Dahası, gençler, AKP döneminde dinsel inançların dünyevi menfaatler için kullanıldığını açık bir biçimde gördü. Dini inanışları siyasi ve dünyevi menfaatler için çok pervasızca kullananların büyük bir güce ulaşarak, alternatifleri sindirmeleri ve artık rol yapma ihtiyacı da hissetmez hale gelmeleri son derece itici bir tablo olarak karşılarına çıktı. Tüm bu nedenlerle gençler dinden uzaklaştı, hatta bazı kesimlerde deizme yönelik de büyük bir ilgi var. Muhafazakar ailelere sahip gençler bu düşüncelerini kamuya açmıyorlar ama daha özel toplantılarda ve sohbetlerde bu görüşlerini dile getiriyorlar.
Bir tıkanmışlığın ifadesi. Gerek dinen gerekse siyaseten. Zira marjinal dini grup ve hocaların yüzyıllar önceki hali yansıtan fetvaları hem genel anlamda İslam’a zarar veriyor hem de bu fetvalar laik kesim ile birlikte yeni, genç nesli dinden soğutuyor. AKP bunun farkında. Muhafazakar ailelerin çocuklarında, giderek tırmanan şekilde, “İslam bu mudur, din bu mudur” algısı oluştu. Muhafazakar ailelerden gelen gençlerin, dinle ilişkisini yeniden sorgulama noktasına gelmesi, siyasi iktidarda yeni kadrolar ve genç seçmenleri açısından kaygı verici bir boyuta ulaştı. Çünkü muhafazakar kesimi partiye bağlayan en önemli bağ din unsuruydu. Eğer din, bu gençler nezdinde sorgulanma noktasında geldiyse, din üzerinde yapılan siyasetin etkili olmayacağı da ortada. Bu sebeple dinde açılım, güncelleme çıkışları geldi.
»Muhafazakâr gençlerdeki sorgulamanın gerisinde tam olarak ne var?
Çevremdeki pek çok tesettürlü genç hanım, artık, tesettüre dinin emri olduğu için mi yoksa mahalle baskısı nedeniyle mi girdiğini sorguluyor. Yani tesettürün, dinin emri olup olmadığını sorguluyor. Son birkaç yılda ardı ardına gelen “fetvalar” gerçek mi diyorlar. Çünkü bizim toplumumuz, Müslüman olmasına rağmen, dini gelenek olarak yaşayan, Kuran okumaya gerek duymayan bir toplum. Müslüman’ım diyoruz ama toplumda Kuran’ı anlamak için okuyanların oranı yüzde 3- 5’i geçmez. Arapça okuyup anlamayanları saymıyorum. Zaten din adamlarının Arapça okunmasını istemesinin sebebi de bu. Kimse anlamasın da kendilerinin tekelinde kalsın istiyorlar. Dahası, gençler, AKP döneminde dinsel inançların dünyevi menfaatler için kullanıldığını açık bir biçimde gördü. Dini inanışları siyasi ve dünyevi menfaatler için çok pervasızca kullananların büyük bir güce ulaşarak, alternatifleri sindirmeleri ve artık rol yapma ihtiyacı da hissetmez hale gelmeleri son derece itici bir tablo olarak karşılarına çıktı. Tüm bu nedenlerle gençler dinden uzaklaştı, hatta bazı kesimlerde deizme yönelik de büyük bir ilgi var. Muhafazakar ailelere sahip gençler bu düşüncelerini kamuya açmıyorlar ama daha özel toplantılarda ve sohbetlerde bu görüşlerini dile getiriyorlar.
»İslam’ın güncellenmesi konuşulurken, özellikle işaret edilen konular nelerdir?
Dinin üç temel alanı vardır, inanç, ibadet ve ahlak. Güncelleme daha çok ahlaki alan, günlük yaşamdaki eylemlerle ilgilenir. Kadınların statüsü ve hakları, bu anlamda en çok tartışılan alanlardan biridir. Kur’an’daki bazı ayetlerden çıkan sonuçlara göre, iki kadının şahitliği bir erkek şahitliğine eşittir. Mirasta, kız çocukların hakkı yarımdır. Erkek aynı anda 4 eşe kadar evlenebilir. Ayrıca tesettürle ilgili tarihsel hükümler var ancak tesettür kavramı Kur’an’da yok. Yani kadın hakları ve kadının statüsü ile harem selamlık anlayışı konusunda güncelleme şart.
Dinin üç temel alanı vardır, inanç, ibadet ve ahlak. Güncelleme daha çok ahlaki alan, günlük yaşamdaki eylemlerle ilgilenir. Kadınların statüsü ve hakları, bu anlamda en çok tartışılan alanlardan biridir. Kur’an’daki bazı ayetlerden çıkan sonuçlara göre, iki kadının şahitliği bir erkek şahitliğine eşittir. Mirasta, kız çocukların hakkı yarımdır. Erkek aynı anda 4 eşe kadar evlenebilir. Ayrıca tesettürle ilgili tarihsel hükümler var ancak tesettür kavramı Kur’an’da yok. Yani kadın hakları ve kadının statüsü ile harem selamlık anlayışı konusunda güncelleme şart.
»Hukuk devletiyiz, dikkat çektiğiniz konuları tartışmaya gerek bile yok.
Cumhuriyet rejimi, kabul edilsin veya edilmesin, İslam’ı güncellemiştir. Laik, hukuk devleti, dinin güncellenmesidir. Mustafa Kemal Atatürk ve ilk diyanet işleri başkanı Mehmed Rıfat Efendi, İslam’ın son çağdaki en büyük yenileyicileridir. Örneğin dindar hanımlar, geçmişte başörtülerini özgürce takamamaktan şikayetçi olurlardı ama hiçbir zaman, hiçbir Müslüman kadının “Kur’an’a göre bizim miras hakkımızın yarısını almamız lazım, yarısını alalım”, ya da “şahitliğimizin yarım sayılması lazım” dediğini duymadım. Demek istediğim, en dindar kesimler bile bugün laik hukuka uymuşlardır.
Cumhuriyet rejimi, kabul edilsin veya edilmesin, İslam’ı güncellemiştir. Laik, hukuk devleti, dinin güncellenmesidir. Mustafa Kemal Atatürk ve ilk diyanet işleri başkanı Mehmed Rıfat Efendi, İslam’ın son çağdaki en büyük yenileyicileridir. Örneğin dindar hanımlar, geçmişte başörtülerini özgürce takamamaktan şikayetçi olurlardı ama hiçbir zaman, hiçbir Müslüman kadının “Kur’an’a göre bizim miras hakkımızın yarısını almamız lazım, yarısını alalım”, ya da “şahitliğimizin yarım sayılması lazım” dediğini duymadım. Demek istediğim, en dindar kesimler bile bugün laik hukuka uymuşlardır.
»Prof. Dr. Esergül Balcı ve ekibinin yaklaşık bir yıl boyunca sahada çalışarak hazırladığı “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” raporuna göre Türkiye’de 2.6 milyon kişinin bir tarikatla organik bağı bulunuyor. Bu rakam size ne ifade ediyor?
2.6 milyon insan çok şaşırtıcı bir rakam. Zira dinin siyaset ve ticarette bu kadar öne çıktığı bir zaman diliminde dahi, halkın 2.6 milyonu tarikat ve cemaatle irtibatlı haldeyse bu, tarikat ve cemaatlerin toplumsal bünyeye ne kadar yabancı olduğunu gösterir. Bakın, Türkiye’de doğrudan doğruya parti kuran tarikatlar oldu. Haydar Baş’ın Türkiye Partisi, ya da tutunamadı ama İskenderpaşa cemaatinin Sağduyu Partisi gibi… Ama bugün AKP aslında Türkiye’deki cemaat ve tarikatların koalisyonu şeklindedir. Zamanında buna eklemlenmiş başka kesimler de oldu, liberaller ve soldan bazı isimler vitrin için kullanılmıştır. Bugün din devlet ilişkisi açısından, artık siyasi iktidar halka, devlete yurttaş olmak yerine dine mümin olmak kavramını ulaştırmaya çalışıyor. Yani yurttaşlık yerine müminlik kavramı öne çıkıyor.
“Türkiye’de iyi ki sol düşünce var”
»Toplumu keskin hatlarla bölen strateji bu…
Evet. Allah’ın dini, devletin dini haline getirildi. Devlet de Allah yerine konuldu. Devlet adamları da Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi algılanmaya başlandı. Şimdi bazı çevrelerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi algılanıyor, sorgulanamaz, eleştirilemez. Eleştiren de cezalandırılmak isteniyor. Zaten bu nedenle Cumhurbaşkanı’na hakaret nedeniyle hakkında cezai işlem başlatılanların sayısı tarihte hiç olmadığı kadar fazla. Cumhurbaşkanı, Allah’ın gölgesidir onu eleştirmek Allah’a yönelik eleştiridir diyorlar. Ben muhafazakar dindar kesimden geliyorum ama bugün ulaştığım noktada, Türkiye’de iyi ki sol ve sosyalist düşünce var diyorum. Dinin temel değerleri açısından baktığımda, kendisini sol olarak niteleyen insanların daha ahlaklı, dürüst ve daha tutarlı olduklarını görüyorum.
2.6 milyon insan çok şaşırtıcı bir rakam. Zira dinin siyaset ve ticarette bu kadar öne çıktığı bir zaman diliminde dahi, halkın 2.6 milyonu tarikat ve cemaatle irtibatlı haldeyse bu, tarikat ve cemaatlerin toplumsal bünyeye ne kadar yabancı olduğunu gösterir. Bakın, Türkiye’de doğrudan doğruya parti kuran tarikatlar oldu. Haydar Baş’ın Türkiye Partisi, ya da tutunamadı ama İskenderpaşa cemaatinin Sağduyu Partisi gibi… Ama bugün AKP aslında Türkiye’deki cemaat ve tarikatların koalisyonu şeklindedir. Zamanında buna eklemlenmiş başka kesimler de oldu, liberaller ve soldan bazı isimler vitrin için kullanılmıştır. Bugün din devlet ilişkisi açısından, artık siyasi iktidar halka, devlete yurttaş olmak yerine dine mümin olmak kavramını ulaştırmaya çalışıyor. Yani yurttaşlık yerine müminlik kavramı öne çıkıyor.
“Türkiye’de iyi ki sol düşünce var”
»Toplumu keskin hatlarla bölen strateji bu…
Evet. Allah’ın dini, devletin dini haline getirildi. Devlet de Allah yerine konuldu. Devlet adamları da Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi algılanmaya başlandı. Şimdi bazı çevrelerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi algılanıyor, sorgulanamaz, eleştirilemez. Eleştiren de cezalandırılmak isteniyor. Zaten bu nedenle Cumhurbaşkanı’na hakaret nedeniyle hakkında cezai işlem başlatılanların sayısı tarihte hiç olmadığı kadar fazla. Cumhurbaşkanı, Allah’ın gölgesidir onu eleştirmek Allah’a yönelik eleştiridir diyorlar. Ben muhafazakar dindar kesimden geliyorum ama bugün ulaştığım noktada, Türkiye’de iyi ki sol ve sosyalist düşünce var diyorum. Dinin temel değerleri açısından baktığımda, kendisini sol olarak niteleyen insanların daha ahlaklı, dürüst ve daha tutarlı olduklarını görüyorum.
***
İslam’ı güncelleyecek olan alimlerdir
»İslam’ı güncelleme meselesi konuşuluyor ama güncelleyecek olan kim, kime işaret ediliyor?
Kuran dinin güncellenmesi gerektiğini de, kimin güncelleyeceğini de söylüyor. Raad suresi 38. Ayet: “her zamanın bir hükmü vardır.” Yunus suresinde bir ayet: “aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağar”. Bu ve başka ayetler zaten İslam’ın güncellenmesi gerektiği yorumu ortada. Bunu kim yapacak: Ali İmran suresinde bir ayet: “Kuran’ın yorumunu ancak Allah bilir ve ilimde derinleşmiş olan alimler bilir”. O zaman demek ki güncelleme işini, ilimde derinleşmiş alimler yapacak.
»İslam’ı güncelleme meselesi konuşuluyor ama güncelleyecek olan kim, kime işaret ediliyor?
Kuran dinin güncellenmesi gerektiğini de, kimin güncelleyeceğini de söylüyor. Raad suresi 38. Ayet: “her zamanın bir hükmü vardır.” Yunus suresinde bir ayet: “aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağar”. Bu ve başka ayetler zaten İslam’ın güncellenmesi gerektiği yorumu ortada. Bunu kim yapacak: Ali İmran suresinde bir ayet: “Kuran’ın yorumunu ancak Allah bilir ve ilimde derinleşmiş olan alimler bilir”. O zaman demek ki güncelleme işini, ilimde derinleşmiş alimler yapacak.
***
Tarikat ve cemaatler için artık ortak düşman yok
»Tarikatlar ve cemaatler arasında çatışmacı söylemler hız kazanıyor. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün cemaat ve tarikatlar, dini manevi bir oluşum olmaktan çok ticari oluşum şeklinde yaşıyor. Büyük holdinglere, şirketlere, televizyon kanallarına sahipler. Bu tarikat ve cemaatlere mensup kitlenin büyük bir çoğunluğu yoksul olsa da önder kadrosu çok zengin bir hayat yaşıyor. Bu da aslında toplumdaki sınıfsal ayrılıklarını derinleştiren ve daha acıklı hale getiren bir görüntü sunuyor. Bugün, Gülen cemaatinin tasfiyesinden sonra açılan büyük alanda yer kapma mücadelesi devam ediyor. Tarikat ve cemaatler yarış içindeler. Birbirleriyle ilişkileri de geçmişe göre daha çatışmalı. Geçmişte birbirlerinden pek hazzetmeseler de açıkça bir çatışma içine girmiyorlardı çünkü karşılarında bir “ortak düşman” vardı: Laik Kemalist sistem. Şimdi bu sistemin yıkıldığını vehmediyorlar. Artık birbirimizle olan ilişkilerde de çatışmalı bir döneme girebiliriz, rakibimizi zayıf noktalarından vurabiliriz gibi bir yaklaşıma yöneldiler ve bunun tezahurunu görüyoruz.
»Tarikatlar ve cemaatler arasında çatışmacı söylemler hız kazanıyor. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün cemaat ve tarikatlar, dini manevi bir oluşum olmaktan çok ticari oluşum şeklinde yaşıyor. Büyük holdinglere, şirketlere, televizyon kanallarına sahipler. Bu tarikat ve cemaatlere mensup kitlenin büyük bir çoğunluğu yoksul olsa da önder kadrosu çok zengin bir hayat yaşıyor. Bu da aslında toplumdaki sınıfsal ayrılıklarını derinleştiren ve daha acıklı hale getiren bir görüntü sunuyor. Bugün, Gülen cemaatinin tasfiyesinden sonra açılan büyük alanda yer kapma mücadelesi devam ediyor. Tarikat ve cemaatler yarış içindeler. Birbirleriyle ilişkileri de geçmişe göre daha çatışmalı. Geçmişte birbirlerinden pek hazzetmeseler de açıkça bir çatışma içine girmiyorlardı çünkü karşılarında bir “ortak düşman” vardı: Laik Kemalist sistem. Şimdi bu sistemin yıkıldığını vehmediyorlar. Artık birbirimizle olan ilişkilerde de çatışmalı bir döneme girebiliriz, rakibimizi zayıf noktalarından vurabiliriz gibi bir yaklaşıma yöneldiler ve bunun tezahurunu görüyoruz.
MELTEM YILMAZ / BİRGÜN