Son yazıma birçok itiraz geldi. Doğruydu gerçi söylediklerimiz ama pek romantikti. Tek adam rejimine son vermek için Temel Molla ve Meral Asena’yı da dikkate almamız, desteklememiz gerekiyordu. Hem alacağımız oy toplam oyun yüzde kaçıydı şunun şurasında. Azdı az olmasına ama ziyan etmemekte de fayda vardı.
Bu yalın gerçekçilik karşısında kanı donuyor insanın. Öyle bir gerçekçilik ki bu, insanı insanlığından çıkarır; faşistten ırkçı, dinciden yobaz yapar. Zaten bu yönde gelişmelere sıklıkla tanık oluyoruz son günlerde. Koşup saray değneğine bile oy verdiler, 100 bin imza barajını geçsin diye. Barajı geçer geçmez oy verenlere küfür etmeye başladı değnek. Suç onda değil, koşup ona oy veren gerçekçimizde!
Gerçekçi olmadığımı saklayacak değilim bu nedenle. Bizim fıtratımızda var romantizm. Solculuğun ve devrimciliğin olmazsa olmazıdır bildiğim. Onsuz yola çıkılmaz, eylem yapılmaz, yazı yazılmaz, söz sarf edilmez. Yoksa kim, oy oranı yüzde bilmem kaçken düzeni değiştirmeye yeltenebilir ki?
Zaten devrim için yola çıkanın oy oranı hesapladığını sanmam. Başka verilerimiz var bunun için. Mesela tarihin gidişinden gelen bir cüretimiz var. Sınıfımızdan kaynaklanan bir gücümüz, teorimizden kaynaklanan sonsuz bir güvenimiz var. Bütün bunları abartıyoruz biliyorum ama bu abartmaya yol açan şey döğüşen, değiştiren yoldaşlarımızın tecrübeleridir.
***
Marx, kadim arkadaşı Engels’le yola çıktığında, yoldaki ayak izleri yok denecek kadar azdı. Ellerindeki tek cephane British Museum Kütüphanesi’nde yutarcasına okudukları kitaplardan, belgelerden devşirdiği notlardı. Onları fırlattılar burjuvazinin suratına. Kazanmadıklarını, yol almadıklarını söyleyemem.
Mustafa Suphi, 1913’te Sinop’a sürgüne gönderildi. Oradan Sivastopol’a kaçtı, Kafkasya’ya geçti, yakalanıp Urallara sürüldü.1918’de Yeni Dünya’yı çıkarmaya başladı. 1920’de arkadaşlarıyla TKP’yi kurdu. Bir avuç insandılar. Partinin kuruluşundan 2-3 ay sonra Ankara’ya gidip “Milli Mücadele”ye katılma kararı verdiler. 1921’de derdest edilip, elleri ayakları bağlanarak Karadeniz’in karanlık sularına atıldılar. Katillerinin, alacakları oyu hesaplayıp harekete geçtiklerini sanmıyorum. Korktukları şey yoldaşlarımızın devrimci romantizmidir.
Osmanlı İmparatorluğunun tozunu attıran İttihat ve Terakki enikonu bir Rumeli hareketiydi. Mithat Şükrü Bleda’nın evinde toplanan 10 kişi kurdu örgütü. Birden ona kadar numara verdiler kuruculara. Sonraki üyelere numara verirken önüne 100 eklediler ki örgüt kalabalık görünsün. Abdülhamit alaşağı edilip, hürriyet ilan edildiğinde İstanbul’da örgütü bile yoktu teşkilatın. Talat koştu geldi, apar topar bir teşkilat oluşturdu başkentte. Ardından imparatorluğun tek hâkimi oldular.
Peki, nasıl oldu bu? Mesela, 200’ü sivil 400 kişiyle dağa çıkan Resneli Niyazi sayesinde oldu. Acayip bir romantiktir. Abdülhamit’in onun üzerine gönderdiği ümmi Şemsi Paşa’yı gözünü kırpmadan vuran Teğmen Atıf Kamçıl sayesinde oldu. Tetiği çeken parmağının titrememesinin tek nedeni iflah olmaz romantizmidir.
Cumhuriyet kurulurken ülke 10 yılı aşan uzun iç savaştan çıkmıştı daha. İçeride ve dışarıdaki çatışmalarda, Balkanlar’da, Çanakkale’de okuryazarlarının neredeyse tamamını kaybetmişti ülke. Aydını kıt bir devrimdir Cumhuriyet. Tarihin gördüğü en romantik işlerden biridir.
TİP, meclisi 15 kişiyle silkeledi. Denizler, Mahirler bir avuç romantiktiler. Fidel ve arkadaşları bir kayığa doluşup Küba’ya çıktıklarında 82 kişiydiler. Basıldılar, aralarından sadece 11’i sağ kalmayı başardı. Vazgeçmediler. Bundan daha romantik bir karar bilmiyorum.
Büyük Fransız Devrimi aslında Paris devrimidir. 150 kilometre ötesinde yaşayanlar 6 ay sonra duymuştu kralın alaşağı edildiğini ve papazların giyotine gönderildiğini. Yapanlar birer şiir dizesi gibidir. Rus devrimi bir avuç cüretkâr devrimcinin işidir. Görüp görebileceğiniz en romantik insanlardır hepsi. Devrim dediğimiz şey, romantik bir mucizedir yani.
***
Devrimci dediğin hayallerinin peşinden gider ama ayağının yere basmadığı anlamına gelmez bu. Bir aşk halidir demek ki. Suphi ve yoldaşlarını öldürülebileceklerini bile bile yola düşürendir. Paris’te, genç erkek ve kadınları kurşun yağmuruna aldırmadan yürütendir. Resneli Niyazi’ye dört yüz kişiyle padişaha kafa tutturandır. Che’yi başka ülkelerin, başka devrimlerinin parçası yapandır. Deniz’i darağacında dimdik tutandır.
Tutkusuz bir devrim düşünemeyiz.
Bizim romantizmimiz gerçeklikten yola çıkan ve o gerçekliğe bulduğu yerde hücum eden bir romantizmdir yalnız. Başka bir gerçekliğin ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu söylüyoruz, inanıyoruz. Başka türlü nasıl yaparız?
Sovyetler yıkıldı. Solun ve fikirlerinin yenildiği yanılsaması hala diri. Ama işte, “gerçek” hiç de göründüğü gibi değil. Biz buradayız, yenildiğimize değil tam tersine zamanımızın geldiğine inanıyoruz. Gücümüzün yerinde, sınıfımızın zinde olduğundan kuşkumuz yok. Öyle veya böyle, az oyla veya çok oyla yeni bir dünya kuracağız, mecburuz. Romantiğiz demek ki!
***
Bakıyoruz bizden önce geçenlere, düşenlere, direnenlere: Her biri iflah olmaz birer romantiktir.
Yeniden baktık her birine. Yan yana geldik, düşlerimizi, aklımızı, bilincimizi birleştirdik. Aldığımız, alacağımız oyun düzeni değiştireceğini iddia etmiyoruz, hayır. Bu seçim de diğerleri gibi düzenin seçimidir çünkü. Ama garantisini veriyoruz, gelirsen düzeni değiştirmenin yolunu anlatacağız, tartışacağız, yol alacağız. Ve kesinlikle bir adım daha yaklaşmış olacağız hedefe.
Öyle bir karanlığın içindeyiz ki buna inat vazgeçmemektir romantizm. Neden gerçekçi olalım? Romantiğiz evet. Üçüne beşine bakmayacağız. Molla’dan, Asena’dan kurtuluş ummayacağız.
Gerçekçi değiliz, asla. Devrim dediğin, romantik bir mucize değil mi zaten?
İşte, tutkuyla bağlandığımız tek gerçeğimiz bu!
Orhan Gökdemir / SOL