Dersaadet'in bazı güzellik ve özelliklerini tanıyan kaç kişi kaldı? Aslında nesilleri tükendi. Aramızda kalsın bunlardan biri yani son kalıntılarındanım. Şöyle bir geçmişime bakınca, neler hatırlıyorum neler.
Hani "Yağcılarda inecek var ödülü"nü ihdas edişimi anımsayın. Bu, Eminönü-Unkapanı arasındaki yolun genişletilmesini izlemiş birisinin buluşudur. Yani benim. Mahmutpaşa ve Sultanhamam'daki sırtçı hamalların hakimiyeti yıkılalı neredeyse yarım asır oldu.
Oysa Eminönü'ndeki Yağcılar iskelesinin "sırıkçı"ları epey ilginçti. Bunlar ikili çalışırlardı. Ellerindeki esnek ve sağlam uzun ağaçlara taktıkları fıçıları iskeleden alıp, ardiyelere götürürlerdi. Eğer o daracık yolda bunlara takılırsanız yanardınız. Salına salına gidişlerinin son bulmasını beklerdiniz. Hele bir otobüsün içindeyseniz ya sabır çekmekten başka yapacak şeyiniz olmazdı.
Çok sonraları buna geçici bir çözüm bulundu. Taşıma işleri gece yarısından sonra ile sabah namazı arasına alındı. Bu defa da motorlu araçlar çoğaldı ve yine her şey kilitlendi.
Dönem değişti
Şimdi öyle mi? Tabii ki değil. Ayçiçeği, mısır, fındık, kolza ve zeytinyağı her boyda pet ve teneke kaplara aktarılmakta. İhtiyacınıza göre satın alma imkanınıza sahipsiniz. Paranız varsa hiç bir sorun yok. Bas telefonu, ya da bilmem ne kom'a gir her şey kapınıza teslim.
Olan, Niğdelilerin liderliğini yaptığı sırıklılara oldu. Semt pazarlarında bile yaşlılara ve özelliklere bayanlara yardımcı olan sırtçı çocuklara bile rastlanmaz hale geldik. Ne diyelim "marketler sağ olsun". Bu defa da bulduğunuza ve yediğiniz kazığa razı olacaksınız.
Ya yasaklar
İstanbul'la başladık, devam edelim. Bu şehir yıllar yılı mantıklı mantıksız bir sürü yasakla yönetildi. Örf, adet, gelenek, din, ahlak ve hukuk kuralları bu yasakların sebebi olmuştur.
İsterseniz Osmanlı'dan başlayalım. En çok gadre uğrayanlar hep kadınlar olmuştur. Mesela tek başlarına "gece fenerle sokağa çıkmaları" ve "paytona binmeleri" zinhar yasaktı. Eyüp Sultan'a özel bir yasak ise bölgenin ünlü kaymakçılarına girememeleriydi.
Böylesi engellemeler Cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdü. Mesela Mikap yasağı -yasak kitaplar- en bilinenlerindendir. Bundan epey ünlü yazarımız nasibini almıştır.
Ülkedeki yönetim değişiklikleri ve askeri müdahaleler her zaman yasak kapsamını genişletmiştir. Melih Cevdet Anday'ın Yanyana'sı, Şükran Kurdakul'un Giderayak'ı, Metin Eloğlu'nun Sultan Palamut'u gibi kitaplar bir türlü vitrine çıkamadılar. Hatta bugün en önemli klasikler arasında sayılan Sait Faik Abasıyanık'ın Medarı Maişet Motoru uzun yıllar tezgah altından satılabildi.
Güvercin bile!
27 Mayıs İhtilali'nin getirdiklerine birlikte bakalım:
*Adnan Menderes'in yurt dışında basılan resimleri.
*Üzerinde güvercin -barış sembolü- bulunan kartpostallar.
Hâlâ çözemediğim ise disk atan atlet figürü bulunan mavi zeminli rozet.
Şimdi sıkı durun; yasaklanan dualar bile vardı. Bunlar görüldüğü an yapıştırıldıkları yerden sökülürdü. Bu konuda özel bekçi kadrosu ihdas edildi. Peki bunlar hangi dualardı?
*Karınca duası
*Enamı şerif
*Mevlidi nebevi
Birisi bugün çıksın da bunları yasaklayan zihniyeti savunsun.
Her dönemde birtakım kısıtlamalar eksik olmadı. Saçmasapan da olsalar.
Fahrettin Kerim dönemi
Öğrencilik yıllarımda epey tanınmış hocam oldu. Bunların arasında en popüleri Ordinaryüs Profesör Doktor Fahrettin Kerim Gökay'dı. Boyunun çok kısa oluşundan dolayı vatandaş; küçük, ortası tombul rakı şişelerine "Fahrettin Kerim" ismini takmıştı.
İstanbul vali ve belediye başkanlığını birlikte yürüten Gökay, sarhoşlardan, hele yalpalayarak yürüyenlerden nefret ederdi. Hatta bir keresinde bunları "belinizden su alırım" diye tehdit etti. Aslında söylediği mantıklı gerekçeye dayanıyordu. O zamanlar şimdiki alkolmetreler yani alkol ölçücüler yoktu. Sarhoşluğun derecesi kan alma yoluyla belirleniyordu. Küçük Vali, durumu biraz da abartarak ayyaşlara gözdağı vermek istemişti.
Tükürene ceza
Daha yakın dönemden hatırladığım isim Mümtaz Tarhan'dı. Onun da takıntısı "yerlere tükürenlere" idi. Bu işi en aza indirmenin yolunu gerçekten buldu. Yollara tükürenler, anında başlarında zabıta memurlarını buluyorlardı. Kesilen ceza da o zamana göre hiç de fena değildi; 150 lira.
Tarhan'ın paralı kontrollerinde hocam Gökay'dan daha başarılı olduğunu söyleyebilirim...
Burhan Ayeri / YENİÇAĞ
Hani "Yağcılarda inecek var ödülü"nü ihdas edişimi anımsayın. Bu, Eminönü-Unkapanı arasındaki yolun genişletilmesini izlemiş birisinin buluşudur. Yani benim. Mahmutpaşa ve Sultanhamam'daki sırtçı hamalların hakimiyeti yıkılalı neredeyse yarım asır oldu.
Oysa Eminönü'ndeki Yağcılar iskelesinin "sırıkçı"ları epey ilginçti. Bunlar ikili çalışırlardı. Ellerindeki esnek ve sağlam uzun ağaçlara taktıkları fıçıları iskeleden alıp, ardiyelere götürürlerdi. Eğer o daracık yolda bunlara takılırsanız yanardınız. Salına salına gidişlerinin son bulmasını beklerdiniz. Hele bir otobüsün içindeyseniz ya sabır çekmekten başka yapacak şeyiniz olmazdı.
Çok sonraları buna geçici bir çözüm bulundu. Taşıma işleri gece yarısından sonra ile sabah namazı arasına alındı. Bu defa da motorlu araçlar çoğaldı ve yine her şey kilitlendi.
Dönem değişti
Şimdi öyle mi? Tabii ki değil. Ayçiçeği, mısır, fındık, kolza ve zeytinyağı her boyda pet ve teneke kaplara aktarılmakta. İhtiyacınıza göre satın alma imkanınıza sahipsiniz. Paranız varsa hiç bir sorun yok. Bas telefonu, ya da bilmem ne kom'a gir her şey kapınıza teslim.
Olan, Niğdelilerin liderliğini yaptığı sırıklılara oldu. Semt pazarlarında bile yaşlılara ve özelliklere bayanlara yardımcı olan sırtçı çocuklara bile rastlanmaz hale geldik. Ne diyelim "marketler sağ olsun". Bu defa da bulduğunuza ve yediğiniz kazığa razı olacaksınız.
Ya yasaklar
İstanbul'la başladık, devam edelim. Bu şehir yıllar yılı mantıklı mantıksız bir sürü yasakla yönetildi. Örf, adet, gelenek, din, ahlak ve hukuk kuralları bu yasakların sebebi olmuştur.
İsterseniz Osmanlı'dan başlayalım. En çok gadre uğrayanlar hep kadınlar olmuştur. Mesela tek başlarına "gece fenerle sokağa çıkmaları" ve "paytona binmeleri" zinhar yasaktı. Eyüp Sultan'a özel bir yasak ise bölgenin ünlü kaymakçılarına girememeleriydi.
Böylesi engellemeler Cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdü. Mesela Mikap yasağı -yasak kitaplar- en bilinenlerindendir. Bundan epey ünlü yazarımız nasibini almıştır.
Ülkedeki yönetim değişiklikleri ve askeri müdahaleler her zaman yasak kapsamını genişletmiştir. Melih Cevdet Anday'ın Yanyana'sı, Şükran Kurdakul'un Giderayak'ı, Metin Eloğlu'nun Sultan Palamut'u gibi kitaplar bir türlü vitrine çıkamadılar. Hatta bugün en önemli klasikler arasında sayılan Sait Faik Abasıyanık'ın Medarı Maişet Motoru uzun yıllar tezgah altından satılabildi.
Güvercin bile!
27 Mayıs İhtilali'nin getirdiklerine birlikte bakalım:
*Adnan Menderes'in yurt dışında basılan resimleri.
*Üzerinde güvercin -barış sembolü- bulunan kartpostallar.
Hâlâ çözemediğim ise disk atan atlet figürü bulunan mavi zeminli rozet.
Şimdi sıkı durun; yasaklanan dualar bile vardı. Bunlar görüldüğü an yapıştırıldıkları yerden sökülürdü. Bu konuda özel bekçi kadrosu ihdas edildi. Peki bunlar hangi dualardı?
*Karınca duası
*Enamı şerif
*Mevlidi nebevi
Birisi bugün çıksın da bunları yasaklayan zihniyeti savunsun.
Her dönemde birtakım kısıtlamalar eksik olmadı. Saçmasapan da olsalar.
Fahrettin Kerim dönemi
Öğrencilik yıllarımda epey tanınmış hocam oldu. Bunların arasında en popüleri Ordinaryüs Profesör Doktor Fahrettin Kerim Gökay'dı. Boyunun çok kısa oluşundan dolayı vatandaş; küçük, ortası tombul rakı şişelerine "Fahrettin Kerim" ismini takmıştı.
İstanbul vali ve belediye başkanlığını birlikte yürüten Gökay, sarhoşlardan, hele yalpalayarak yürüyenlerden nefret ederdi. Hatta bir keresinde bunları "belinizden su alırım" diye tehdit etti. Aslında söylediği mantıklı gerekçeye dayanıyordu. O zamanlar şimdiki alkolmetreler yani alkol ölçücüler yoktu. Sarhoşluğun derecesi kan alma yoluyla belirleniyordu. Küçük Vali, durumu biraz da abartarak ayyaşlara gözdağı vermek istemişti.
Tükürene ceza
Daha yakın dönemden hatırladığım isim Mümtaz Tarhan'dı. Onun da takıntısı "yerlere tükürenlere" idi. Bu işi en aza indirmenin yolunu gerçekten buldu. Yollara tükürenler, anında başlarında zabıta memurlarını buluyorlardı. Kesilen ceza da o zamana göre hiç de fena değildi; 150 lira.
Tarhan'ın paralı kontrollerinde hocam Gökay'dan daha başarılı olduğunu söyleyebilirim...
Burhan Ayeri / YENİÇAĞ