AKP seçim meydanlarında "oyalama" gündemleriyle muhalefeti ezmeye çalışırken, rakiplerden gelen karşı tepkiler en çok da ekonomik sorunlar üzerinde yoğunlaşıyor... Halk bu yüzden de miting alanlarını hınca hınç dolduruyor...
AKP'nin pervasız harcamaları, devlette mide bulandırıcı hale gelen israf, saraydaki şatafat ve "örtülü ödenek"teki kuşkular halkın zihninde artık daha fazla dönüyor, gelir dağılımındaki dengesizlik ise büyük öfke yaratıyor...
AKP tüm bu sosyo-ekonomik çıkmazları bayram ikramiyesi, vergi indirimleri ve imar affı gibi seçim yatırımlarıyla perdelemeye çalışıyor ama şu gerçek de hiçbir zaman örtbas edilemiyor;
Halkın büyük bölümü artık evine et ve meyve alamıyor, marketler-pazarlar ateş pahası, dövizdeki dalgalanma yoksulun alım gücünü yerle bir ediyor, üç kuruş maaş zammı alan emekliler elektrik-su-doğal gaz faturalarına bile yetişemiyor...
Türkiye tarihinde görülmemiş sosyal sorunlar boşanmaları körüklüyor, yoksulluk ve geçim sıkıntısı "cinnet" vakalarını artırıyor, özetle halkın önemli bir kesimi burnundan soluyor...
Başka bir ülkede, böylesine bir sosyo-ekonomik çöküş yaşanmış olsaydı, halk demokratik tepkisini iyice yükseltir, işte son olarak Ürdün'de olduğu gibi pahalılık ve zamlarla ilgili eylemlere direnemeyen hükümet de hemen istifa ederdi?..
Diyeceksiniz ki; "Madem bu ülkede, yıllardır zam-pahalılık-enflasyon çıkmazında büyük sosyal bunalımlar yaşanıyor, öyleyse AKP nasıl oluyor da 16 yıldır iktidarda kalabiliyor?.."
Bu duyarsızlığın din sömürüsü, geri kalmışlık, tarikat-aşiret örgütlenmesi ve cehaletin yanı sıra çok önemli bir gerekçesi var ki, "çaresizlik"le birlikte ne yazık ki "teslimiyet"i de zorunlu kılıyor!..
Yoksullaştır, köleleştir, sömür!..
Yukarıdaki saptamaların özeti şudur; Ekonomik özgürlük, sosyal güvence, yüksek yaşam standartları ve kendi kendine yetebilme gibi gerekçeler artık hak getire bu ülkede...
Çünkü Türkiye, "kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" olmaktan uzaklaşır uzaklaşmaz tüm bu gerekçeler eski bir mendil gibi çöpe atıldı ve milyonlarca insan da devlet kapısında çaresizce bekleyen dilenciler konumuna getirildi...
Ne yazık ki "üretim" ekonomisinin yerle bir edildiği bir ülkede, tarım yapılamaz hale gelince, her alanda emek mücadelesi durdu, pazarların eski coşkusu kalmadı, ticaret allak bullak oldu, enflasyon zırvaladı, "dışa bağımlılık" arttı ve tüm bu ekonomik çöküş ise sosyal patlamalara yol açtı...
Ve tüm bunlarla birlikte büyüyen işsizlik kaosu kırsaldan metropollere "göç"ü yoğunlaştırdı, sosyal güvenceden yoksun milyonlarca insan da kent merkezlerinde toplanmak zorunda bırakıldı... Peki sonra neler mi oldu?..
AKP'nin iktidara gelmesinden dört yıl sonra, 25 Mart 2006 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan, "Yeşil Kartlı sayısı 12 milyonu aştı" başlıklı bir haber, üretimden uzaklaştırılanlarla ilgili "yoksullaştır-köleleştir" stratejisinin hangi boyutlara ulaştığına da dikkat çekmişti...
O dönemde "aylık geliri 127 YTL'nin altında olanlara" verilen Yeşil Kart sayısı adeta patlama yapmış ve 12 milyonu aşmıştı... Yani, bazı illerde nüfusun yüzde 50'sinden fazlası Yeşil Kartlı'ydı...
Sağlık Bakanlığı'nın 2006'daki verilerine bakıldığında, illere göre Yeşil Kartlıların sayısı şöyle sıralanmıştı;
528 bin nüfuslu Ağrı'da 289 bin kişi, 253 bin nüfuslu Bingöl'de 151 bin kişi, 388 bin nüfuslu Bitlis'te 150 bin kişi, 1 milyon 362 bin nüfuslu Diyarbakır'da 549 bin kişi, 236 bin nüfuslu Hakkâri'de 135 bin kişi, 263 bin nüfuslu Siirt'te 133 bin kişi, 877 bin nüfuslu Van'da ise tam 491 bin kişi Yeşil Kart taşıyordu...
Devletin Fırat'la Harran'ı birleştirerek tarımsal üretimde patlama yapmayı planladığı GAP'ın merkezi Urfa'da ise Yeşil Kart'lıların sayısı 500 bini aşmıştı... İşte orada AKP bazı seçimlerde yüzde 75 oy almıştı!..
9 milyon Yeşil Kartlı...
2006'da Yeşil Kart'la ilgili şok edici rakamları TBMM gündemine getiren CHP milletvekili merhum Mevlüt Aslanoğlu, "Geliri 128 YTL olana bu kart verilmiyor!.. 18 milyon kişi başvurmuş, 12 milyon kişininki karşılanmış" diye konuşmuştu.
Gazeteci Ercan İnan ise AKP iktidarının 8. yılında, 8 Temmuz 2010'da Vatan gazetesinde Yeşil Kart'lılarla ilgili şu saptamaları yapmıştı;
"SGK'ya aktif prim ödeyenlerin sayısı 14 milyon 987 bini ancak buluyor... Üstelik bunların 435 bini de çalışmayıp dışarıdan gönüllü prim ödeyenlerden oluşuyor... Yeşil Kartlı sayısı ise 9 milyon 449 bin 734. 33 ilde Yeşil Kartlı sayısı, bir işi olup da SGK'ya prim ödeyenlerin sayısından fazla..."
AKP'nin Yeşil Kart furyasının yoğunlaştığı 2006'dan bu yana 12 yıl geçti... Ancak 20 Eylül 2017'de CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in soru önergesini yanıtlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Yeşil Kartlı sayısını 8 milyon 983 bin 853 olarak açıklamıştı...
Kaya şöyle demişti;
"2012 yılı itibariyle Yeşil Kart uygulamasına son verildi. Bu tarihten itibaren Bakanlığımızca Genel Sağlık Sigortası (GSS) iş ve işlemleri yürütülmeye başlanmıştır. GSS primleri devlet tarafından ödenen kişi sayısı 2012 yılında 9 milyon 99 bin 59, 2013 yılında 9 milyon 111 bin 923, 2014 yılında 9 milyon 368 bin 920 ve 2015 yılında 8 milyon 983 bin 853 oldu."
Yazının başından itibaren dikkat çekilen tablo yalnızca bir ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik çarpıklıkları anlatmıyor, en önemlisi de tarikat-aşiret yapılanmasından da beslenen bir iktidarın dayattığı çaresizlik ve teslimiyete de dikkat çekiyor...
Heyhat ki; ABD, Mars'ta yaşam alanları kurmayı planlarken, "kıraathane açacağım, orada bedava çay ve kek dağıtacağım" diyen bir iktidarla, "fabrika açacağız, iş vereceğiz, millet kekini kendi parasıyla alacak" diyen bir muhalefet bu ülkede kıran kırana mücadele ediyor...
İşte bu yüzden de, 24 Haziran yalnızca siyasal değişimi zorlamamalı, aynı zamanda üreten, kazanan ve onuruyla yaşamakta direnen bir ulusun direnişini de zaferle taçlandırmalı...
Çünkü yokluk-yoksulluk içinde, yedi düvele karşı, çarıkla savaşarak cumhuriyeti kuran bir kuşağın bugünkü evlatlarına "yoksullaştır-köleleştir" teslimiyeti hiç mi hiç yakışmıyor...
Mehmet Faraç / YENİÇAĞ
AKP'nin pervasız harcamaları, devlette mide bulandırıcı hale gelen israf, saraydaki şatafat ve "örtülü ödenek"teki kuşkular halkın zihninde artık daha fazla dönüyor, gelir dağılımındaki dengesizlik ise büyük öfke yaratıyor...
AKP tüm bu sosyo-ekonomik çıkmazları bayram ikramiyesi, vergi indirimleri ve imar affı gibi seçim yatırımlarıyla perdelemeye çalışıyor ama şu gerçek de hiçbir zaman örtbas edilemiyor;
Halkın büyük bölümü artık evine et ve meyve alamıyor, marketler-pazarlar ateş pahası, dövizdeki dalgalanma yoksulun alım gücünü yerle bir ediyor, üç kuruş maaş zammı alan emekliler elektrik-su-doğal gaz faturalarına bile yetişemiyor...
Türkiye tarihinde görülmemiş sosyal sorunlar boşanmaları körüklüyor, yoksulluk ve geçim sıkıntısı "cinnet" vakalarını artırıyor, özetle halkın önemli bir kesimi burnundan soluyor...
Başka bir ülkede, böylesine bir sosyo-ekonomik çöküş yaşanmış olsaydı, halk demokratik tepkisini iyice yükseltir, işte son olarak Ürdün'de olduğu gibi pahalılık ve zamlarla ilgili eylemlere direnemeyen hükümet de hemen istifa ederdi?..
Diyeceksiniz ki; "Madem bu ülkede, yıllardır zam-pahalılık-enflasyon çıkmazında büyük sosyal bunalımlar yaşanıyor, öyleyse AKP nasıl oluyor da 16 yıldır iktidarda kalabiliyor?.."
Bu duyarsızlığın din sömürüsü, geri kalmışlık, tarikat-aşiret örgütlenmesi ve cehaletin yanı sıra çok önemli bir gerekçesi var ki, "çaresizlik"le birlikte ne yazık ki "teslimiyet"i de zorunlu kılıyor!..
Yoksullaştır, köleleştir, sömür!..
Yukarıdaki saptamaların özeti şudur; Ekonomik özgürlük, sosyal güvence, yüksek yaşam standartları ve kendi kendine yetebilme gibi gerekçeler artık hak getire bu ülkede...
Çünkü Türkiye, "kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" olmaktan uzaklaşır uzaklaşmaz tüm bu gerekçeler eski bir mendil gibi çöpe atıldı ve milyonlarca insan da devlet kapısında çaresizce bekleyen dilenciler konumuna getirildi...
Ne yazık ki "üretim" ekonomisinin yerle bir edildiği bir ülkede, tarım yapılamaz hale gelince, her alanda emek mücadelesi durdu, pazarların eski coşkusu kalmadı, ticaret allak bullak oldu, enflasyon zırvaladı, "dışa bağımlılık" arttı ve tüm bu ekonomik çöküş ise sosyal patlamalara yol açtı...
Ve tüm bunlarla birlikte büyüyen işsizlik kaosu kırsaldan metropollere "göç"ü yoğunlaştırdı, sosyal güvenceden yoksun milyonlarca insan da kent merkezlerinde toplanmak zorunda bırakıldı... Peki sonra neler mi oldu?..
AKP'nin iktidara gelmesinden dört yıl sonra, 25 Mart 2006 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan, "Yeşil Kartlı sayısı 12 milyonu aştı" başlıklı bir haber, üretimden uzaklaştırılanlarla ilgili "yoksullaştır-köleleştir" stratejisinin hangi boyutlara ulaştığına da dikkat çekmişti...
O dönemde "aylık geliri 127 YTL'nin altında olanlara" verilen Yeşil Kart sayısı adeta patlama yapmış ve 12 milyonu aşmıştı... Yani, bazı illerde nüfusun yüzde 50'sinden fazlası Yeşil Kartlı'ydı...
Sağlık Bakanlığı'nın 2006'daki verilerine bakıldığında, illere göre Yeşil Kartlıların sayısı şöyle sıralanmıştı;
528 bin nüfuslu Ağrı'da 289 bin kişi, 253 bin nüfuslu Bingöl'de 151 bin kişi, 388 bin nüfuslu Bitlis'te 150 bin kişi, 1 milyon 362 bin nüfuslu Diyarbakır'da 549 bin kişi, 236 bin nüfuslu Hakkâri'de 135 bin kişi, 263 bin nüfuslu Siirt'te 133 bin kişi, 877 bin nüfuslu Van'da ise tam 491 bin kişi Yeşil Kart taşıyordu...
Devletin Fırat'la Harran'ı birleştirerek tarımsal üretimde patlama yapmayı planladığı GAP'ın merkezi Urfa'da ise Yeşil Kart'lıların sayısı 500 bini aşmıştı... İşte orada AKP bazı seçimlerde yüzde 75 oy almıştı!..
9 milyon Yeşil Kartlı...
2006'da Yeşil Kart'la ilgili şok edici rakamları TBMM gündemine getiren CHP milletvekili merhum Mevlüt Aslanoğlu, "Geliri 128 YTL olana bu kart verilmiyor!.. 18 milyon kişi başvurmuş, 12 milyon kişininki karşılanmış" diye konuşmuştu.
Gazeteci Ercan İnan ise AKP iktidarının 8. yılında, 8 Temmuz 2010'da Vatan gazetesinde Yeşil Kart'lılarla ilgili şu saptamaları yapmıştı;
"SGK'ya aktif prim ödeyenlerin sayısı 14 milyon 987 bini ancak buluyor... Üstelik bunların 435 bini de çalışmayıp dışarıdan gönüllü prim ödeyenlerden oluşuyor... Yeşil Kartlı sayısı ise 9 milyon 449 bin 734. 33 ilde Yeşil Kartlı sayısı, bir işi olup da SGK'ya prim ödeyenlerin sayısından fazla..."
AKP'nin Yeşil Kart furyasının yoğunlaştığı 2006'dan bu yana 12 yıl geçti... Ancak 20 Eylül 2017'de CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in soru önergesini yanıtlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Yeşil Kartlı sayısını 8 milyon 983 bin 853 olarak açıklamıştı...
Kaya şöyle demişti;
"2012 yılı itibariyle Yeşil Kart uygulamasına son verildi. Bu tarihten itibaren Bakanlığımızca Genel Sağlık Sigortası (GSS) iş ve işlemleri yürütülmeye başlanmıştır. GSS primleri devlet tarafından ödenen kişi sayısı 2012 yılında 9 milyon 99 bin 59, 2013 yılında 9 milyon 111 bin 923, 2014 yılında 9 milyon 368 bin 920 ve 2015 yılında 8 milyon 983 bin 853 oldu."
Yazının başından itibaren dikkat çekilen tablo yalnızca bir ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik çarpıklıkları anlatmıyor, en önemlisi de tarikat-aşiret yapılanmasından da beslenen bir iktidarın dayattığı çaresizlik ve teslimiyete de dikkat çekiyor...
Heyhat ki; ABD, Mars'ta yaşam alanları kurmayı planlarken, "kıraathane açacağım, orada bedava çay ve kek dağıtacağım" diyen bir iktidarla, "fabrika açacağız, iş vereceğiz, millet kekini kendi parasıyla alacak" diyen bir muhalefet bu ülkede kıran kırana mücadele ediyor...
İşte bu yüzden de, 24 Haziran yalnızca siyasal değişimi zorlamamalı, aynı zamanda üreten, kazanan ve onuruyla yaşamakta direnen bir ulusun direnişini de zaferle taçlandırmalı...
Çünkü yokluk-yoksulluk içinde, yedi düvele karşı, çarıkla savaşarak cumhuriyeti kuran bir kuşağın bugünkü evlatlarına "yoksullaştır-köleleştir" teslimiyeti hiç mi hiç yakışmıyor...
Mehmet Faraç / YENİÇAĞ