“Aslanlar, kaçak gergedan avcılarını yedi!” Geçtiğimiz haftanın en heyecanlı, en sevindirici haberiydi bu. Üstelik en az iki kişiydiler aslanların midesine inen arkadaşlar. Avcılardan geriye kalanlar birkaç parça kemik, bir tüfek ve bir baltadan ibaretti.
Son on yılda yedi binden fazla gergedan bu zerzevatlar tarafından öldürülmüş ama haber olmamıştı nedense. Haberden anlaşıldığı kadarıyla gergedan boynuzu oldukça pahalı bir materyalmiş. Asya ülkelerinde cinsel gücü arttırdığına inanılıyormuş. Yedi bin gergedanın ölümünden sonra Asya’da bir cinsel güç patlaması olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat üç kaçakçının yenmesinin sosyal medyada belirgin bir dalgalanmaya yol açtığı kesin. Demek ki gergedan boynuzunun etkisinin şüpheli olmasına karşı, kaçakçıların yenmesinin insanlarda belli etki yarattığı kuşku götürmez!
Haberin yer aldığı sosyal medya paylaşımlarının altındaki yorumlara baktım. Aslanlara tek kem söz yoktu. Hatta kitlesel bir teşvik vardı devamını getirmeleri için. Hâlbuki benzeri durumların vahşet olarak algılandığı da vakidir.
Neden böyle peki? Çünkü bu olayda aslanlara olmasa bile gergedanlara yönelik açık tartışılmaz bir zulüm var. Üstelik bu zulmün itici gücü insanların cinsellik üzerinden geliştirdiği bir boş inanç. Boş inanç deyip geçmeyin, yeterince çok kişi tarafından paylaşılınca piyasada gergedan boynuzu gibi tuhaf mallara bile bir talep oluşturabiliyor. Talep varsa illa ki arz olacak; buna kısaca piyasa diyoruz. Fakat tabii ki talebin ve arzın varlığı ortada dönen işin adil, ahlaka uygun veya hukuki olduğunu göstermiyor.
Sonuç itibariyle yedi bin gergedanı telef eden bu kaçakçılar hemcinslerinin hukuk düzeninden sıyrılmayı başarmış, ama bir avuç gariban aslan fırsatını bulup faturayı kesmiş arkadaşlara. Adil mi? Adil. Yasal mı? En azından doğanın yasalarına uygun. Eşitlikçi mi? Kesinlikle. Elinde balta ve tüfek olan adamları yemek ölümü göze almayı gerektirir çünkü. Bileğinin hakkıyla yemiş aslanlar!
Buradaki sorun yedi bin gergedanın ve hısım akrabalarının toplaşıp bunu neden daha önce yapmadıkları. Velev ki korkmuşlardır, velev ki gaflet ve delalet içindedirler. Her ne olursa olsun, gergedanlar arasında olmasa bile belli ki insanlar arasında hala güçlü bir adalet duygusu var. Hele kaçakçıları yiyen aslanlar söz konusu oldu mu çok belirgin bir şekilde açığa vurulan bir duygu bu. Sadece insanların kendi aralarındaki adaletsizliklerde belli aksamalar oluyor. Son 15-20 yılda oyları götürüp götürüp adaletsize, kaçakçıya, piyasacıya vermelerini başka türlü açıklayamayız. İnsani bir kusurdur!
***
Bu mutlu aslan haberinin medyada yer aldığı gün vize işlemleri ile meşguldüm. Sevgili arkadaşlarımız Serpil ve Bruno bizi şarap tadımına götürmeye kararlı. Fakat kahretsin ki ülkemizin son görüntüsü Serengeti düzlüklerinden hallice. Sırtlanlar öyle çoğaldı ki “benim zavallı ve yoksul ülkem”de, değme aslanlar bile kuyruğu kıstırıp kaçmakta buluyor çareyi. Misal, aslanların gergedan kaçakçılarını yemesi gibi tuhaf şeyler bizde olmaz. Bizde olacak olan anca kaçakçıların gergedan avına giderken mola yerinde aslanları yakalayıp tecavüz etmesi gibi olağan şeylerdir.
Hal böyle olunca özellikle batılı ülkeler bizden gelenlerden fena halde işkillenmiştir. Hayır, haksız buluyor değiliz. Zaten ne istiyorlarsa yaptık. Mesela annemizin kızlık soyadı üzerinde doktora tezine dönüşebilecek kadar malzeme topladık. Banka hesap hareketlerimizi rapor ettik. Çoğu fatura, kart ödemesinden ibaret olan bu çıktıkları gören görevli halinden pek memnun görünüyordu. En tuhafı da emekli maaş dökümleriydi. Ulan ben vermeye utanıyorum, aldığında sen ne yapacaksın ki? Üç beş yüz dolar etmiyor “çeynç” etmeye kalksan.
Her ne ise, o emekli maaşının yarısını da arkadaşlara vize parası olarak takdim edip düştük yola. Eskilerin deyişiyle el elde baş başta eve doğru ilerliyoruz. Bakırköy Meydanının kıyısında kalmış, her nasılsa, Müslüman mezarlığında ilişti gözüm o mezar taşına. Taşta “Fabrikatör Falanca” yazıyordu. Vay be dedim, içimden, adam öteki dünyaya bile fabrikatör olarak gitmiş iyi mi? Fabrikaları da yanında götürmüş olabilir üstelik. Zira ülkemizde türüne az rastlanır bir şey artık fabrika. Onları kapatıp yerlerine AVM’ler, Towerlar, Hiller, Centerler yaptılar. Fakat dikkat ettim, kimse mezar taşına “Avematör” veya “Centeratör” yazdırmıyor. “Zengin falanca” diye yazdıran da yok. Demek ki “fabrikatör”ün bir meşruiyeti var toplumun gözünde ama nesebi belirsiz zenginliğin yok. Mola yerlerinde aslanların başına gelenlere rağmen böyle bu.
Bizim Müjdat Gezen bu lakırdıdan esinlenerek “Darbukatör Baryam” diye bir tip icat ettiydi vakti zamanında. Fabrikatör olur da darbukatör olmaz mı? Kapı gibi darbukaları var adamın, vurdu mu hopluyorsun yerinden.
Fakat gelin görün ki fabrikatöre belirgin bir sempatisi olmasına rağmen zenginlere açıkça âşık halkımız. Bunun sebebi de “bende yok, bari zenginler yesin” gibi arızi bir adalet duygusu olabilir. Misal bizim işçi Atakan Boyoğlu’na vermediler oylarını ama koşa koşa Lamborciynili Kenan Sofuoğlu’na verdiler. Gocunuyor muyuz? Tabii ki hayır. İnanç işidir… Fakat yine de bu kadar çok sırtlan hayra alamet değil.
***
Kaçakçıların gergedanları, aslanların kaçakçıları sildiği o coğrafyadan bu haberimiz de. Nijerya'da kendisini geleneksel şifacı ilan eden Chinaka Adoezuwe, müşterilerinden birine yaptığı ve "kurşungeçirmez" olduğunu söylediği muskayı test ederken açılan ateşle hayatını kaybetmiş. Burada da ilkinde olduğu gibi inançtan kaynaklanan bir piyasa olayı var aslında. Muskanın kendisini kurşundan koruyacağına inanan müşteriler var, müşterilere muska tedarik eden girişimciler var. Bu vakada görülüyor ki imalatçı da aynı inancı, üstelik müşterilerinden daha kuvvetle taşıyor. Tek sorun tüfeğin inançsız olmasında!
Nijerya polisi de inançsız olmalı ki muskacının müşterisini cinayet şüphesiyle gözaltına almış. Hâlbuki buradaki tek suç, satıcının müşteriye ayıplı mal kakalamaya kalkması. Bizde piyasa sistemi oturduğundan böyle nahoş şeylerle karşılaşmıyoruz çok şükür. Mesela Cüppeli Ahmet Hocanın sattığı terlikleri alan müşterilerin tamamı sırat köprüsünü sağ salim geçmiş durumda. Hiçbiri dönüp hocaya “vay bana ayıplı terlik sattın, köprüden geçemedim, ateşlere düştüm, kıçım başım yandı” diye şikâyet ettiği vaki değildir.
***
Piyasa mucizevi bir mekanizma. Gergedanı maymuna, aslanı mazluma çevirebilir. Boynuzu değerli, adaleti değersiz kılabilir. Kendini düzenin sahibi sananı dama çıkardığı bile vakidir.
Bakın mesela, AKP kurucularından Oktay Çiftçi geçen hafta, “Evime ekmek götüremez oldum” diyerek intihara kalkıştı. Arkadaşları, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşmak isteyen Çiftçi'yi, "Komünistleri bize güldürme" diyerek ikna etmeye çalıştı. Aralarından biri bile “lanet olsun seni bu duruma düşüren piyasaya” demedi misal.
***
Niye yazdın bunca şeyi diye soracaksınız biliyorum. Ben de zaten onun gerilimi içindeyim. Şöyle toparlayıp kurtulayım:
1. Hırsızlar gergedanları soyabilir ama bir gün aslanların gergedanların öcünü alma ihtimali hep vardır.
2. Mezar taşına “fabrikatör” diye yazdıran vardır ama “zengin” diye yazdıran yoktur. Sadece zenginlik ayıp bir şeydir çünkü.
3. İnancın fazlası ölümcüldür. Kararında bırakmak gerek.
4. Kurşungeçirmez muska yapıp satabilirsin ama asla üzerinde deneme.
5. Komünistler mazluma gülmez ama bu AKP’lilere gülesimiz var!
Orhan Gökdemir / SOL