15 Şubat 2019 Cuma

Kriz nasıl seyrediyor? - KORKUT BORATAV

Bir ay önce bu köşede “Ekonomik Bunalım Nasıl Seyrediyor?” başlıklı bir yazım yayımlandı.

Yazı, Türkiye’nin ekonomik krizinin aşamalarına ilişkin şu tespit ile başlıyordu: “İlk etken, dış kaynak girişlerinde yavaşlama ile Mart’ta başladı. Mayıs’ta Cumhurbaşkanı, finans sermayesini güven kaybına sürükleyen bir söylem tutturdu. Döviz krizi tetiklendi; Ağustos-Eylül’de zirveye tırmandı. Reel ekonomi ise Eylül’de daralmaya başladı…”

Finansal kriz ile “reel” bunalımın diyalektiği…
Gerçekten de döviz krizinin zirve noktası, reel ekonomideki (üretim, istihdam, millî gelir verilerinde gözlenen) bunalımın belirginleşmesi ile (kabaca) eş-zamanlıydı.  
Bu tür bunalımların bazılarında (örneğin 1994 ve 2001 Türkiye krizlerinde) finansal çöküntüler reel ekonomideki daralma ile iç içe girer; birbirlerini besler.
2018 Türkiye krizinin diyalektiği farklılaşmıştır: Reel ekonominin bunalımı, finansal krizi hafifletmiştir.  
Nasıl? 
İç talebin ve üretimin küçülmesi sonunda oluşan cari işlem fazlası, önemli bir kırılganlığı (bir süre) ortadan kaldırmış; dış borç ödemelerine ve dövizin ucuzlamasına katkı yapmıştır. Kredi faizleri ve hacimleri birlikte düşmekte; tipik bir depresyon tablosu sergilenmektedir.

Bu çelişkili tablo, yani ekonominin diyalektiği, “ana aktörler”in yorumlarına da yansıyor: Maliye Bakanı, Ekim 2018 sonrasında finansal göstergelerin düzelmesini, bir “dengelenme süreci”  olarak yorumlamaktadır.

Finans kapitalin “sıcak para” yöneticileri de aynı görüştedir. TCMB faizinin yüksek tutulması, onlara göre şimdilik yeterli güvencedir. Bir örnek, Fidelity International’da portföy yöneticisi olduğu açıklanan Paul Greer’dir: Bu zat, “yüzde 24’lük faizlerle ‘çılgınca’ sıkı tutulan para politikası ve yıl sonunda yüzde 15’e yönelen enflasyon sayesinde Türkiye’yi” çekici bulmaktadır (Financial Times, 13 Şubat).

Üretken sektörlerde yoğunlaşan şirketlerin, derneklerin, birliklerin sözcüleri ise, 2018’in “iyi geçmediği”; 2019’un ise “kötü başladığı” teşhisinde birleşmektedir.
Ayrıntılı iktisadî çözümleme gereksizdir; sadece istatistikleri izleyiniz; aynı görüşe ulaşırsınız: Bitkisel üretimin 2018’de yüzde 5,8 düştüğü belirlendi. GSYH verilerinde inşaat sektörü Temmuz-Eylül’de yüzde 5,3 geriledi; bu oran son üç ayda belki de ikiye katlanacaktır. TÜİK sanayi üretim endeksi, Ağustos’tan bu yana her ay hızlanarak iniştedir. Aralık verisi, sanayideki çöküşü yansıtmaktadır: Yüzde 9,8’lik bir düşme…


İşsizlik, pahalılık ve borç yükü altında bunalan emekçiler de aynı görüştedir; ama, “neden?” sorusunu yanıtlayamadan…
Bu gelişimin iç çelişkilerini, dış kırılganlık verilerini içeren bir tablodan izleyelim.

Derinleşen dış kırılganlıklar
2018 krizini tetikleyici öğe, yazının başında değindiğim “dışsal şok”tur: Yabancı sermaye hareketlerinin Mart 2018’den itibaren  yavaşlaması, Ağustos ve sonrasında “net çıkış”a yönelmesi…

Bu şok, kronik dış bağımlılık içindeki Türkiye ekonomisini fazlasıyla sarsmıştır. “Güney” coğrafyasına dönük fonları yöneten finans çevreleri,  2014’ten bu yana risk değerlendirmelerinde “yükselen ekonomilerin kırılganları” listeleri oluşturmuştur. Türkiye, bu ülke listelerinin hepsinde yer almıştır.


Tablonun ilk üç sütunu, 2016-2018 arasında dış kırılganlık göstergelerinin krize gidiş süreci içinde bozulmasını yansıtıyor. Mart-Ekim 2018 arasında (sütun 3), bu göstergelerin tümü “en kötü” noktaya ulaşacaktır: Dış borçlar ve (ülkeye, şirketlere ait) net döviz açıkları bakımından bu tarih Mart’tır; diğerleri için Eylül veya Ekim’dir.

Tabloda yer  alan 2016’nın dış kırılganlık göstergelerine (sütun 1’e) göz atın; bunlar yüksektir; ancak “sürdürülebilir” sınırlar içindedir; kriz habercisi değildir. Örneğin dış borç/millî gelir ve kısa  vadeli dış borç/rezerv oranları, “kritik  eşik” olarak kabul gören sınırları (%50 ve %100’ü) fazla zorlamamaktadır.

2017’de AKP’nin seçim ekonomisi zorlaması, tüm göstergelerde hızlı, belirgin tırmanmalara yol açıyor. Mart 2018’deki dışsal şok, döviz krizini tetikliyor; sonraki yedi ayda kırılganlık göstergelerini adım adım zirveye (“en kötü” aşamaya) taşıyor: Sütun 3’te yer alan “en kötü” değerlere, dış borçlar ve döviz pozisyonu ile ilgili göstergelerde Mart’ta; cari açıkta Haziran’da  ve diğerlerinde Eylül-Ekim’de ulaşılıyor.

Eylül başında  Berat Albayrak, Londra’da finans çevrelerince “eğitilecek”; TCMB politika faizini yüzde 24’e çekecek; iki ay içinde kredi faizleri de sıçrayacaktır: Aralık 2017 ile Eylül-Ekim 2018’in kredi faizlerini karşılaştırın: Yıllık oranlar, kredi kartlarında %14,9 → %37,0; ticarî kredilerde %12,9 → %38,3…

Enflasyon ortalaması adım adım yüzde 20’ye yaklaşmaktadır; ama, faizlerdeki sıçramayı bir hali geriden seyretmektedir. Enflasyonu neredeyse bir misli aşan faizlerle, tüketimin, işletme giderlerinin borçlanarak finansmanı fiilen imkânsızdır.
Reel ekonominin bunalımı döviz krizinin zirve noktasında böylece patlak verdi; ağırlaşarak sürmektedir.

Finansal göstergelerin düzelmesi…
Tekrar edeceğim: Üretim ve tüketim daralırken finansal /dışsal kırılganlıkların daha da fazla bozulması, 2018 Türkiye’si koşullarında mümkündür; ama şimdilik muhtemel görünmemektedir.

Tablonun son sütunu, “2018’in en kötü ayı” sonrasında dış kırılganlıklarda gözlenen “hafifleme”nin boyutunu ortaya koyuyor. Dış borçlarda Eylül, diğer göstergelerde Kasım-Aralık 2018 verileri söz konusudur.

Dikkat ediniz: Finansal krizin 2018’de ulaştığı “zirve”ye göre ciddi boyutlu düzelmeler vardır; hatta cari açık ile ekonominin net döviz açığının millî gelire oranları 2017’nin altına inmiştir. Ne var ki, tüm kırılganlık göstergeleri 2016’nın hâlâ üzerinde seyretmektedir.

Aynı şekilde tüketici ve ticarî kredi faizleri de nominal olarak düşmüş; Şubat 2019’da %26,4 ve %23,8’e (yine enflasyonun üzerine) çekilmiştir.  Ancak, tüketiciler ve şirketler yüksek reel faiz ödeyecek güçte değildir ve kredi düzeyleri hâlâ düşmektedir.

Bu durumda, dışsal ve finansal kırılganlıkların 2016’daki gibi “sürdürülebilir” boyutlara dönebilmesi için reel ekonomideki bunalımın bir süre daha derinleşmesi gerekecektir. Öte yandan dış finansman sorunlarında sert bir tıkanma olasılığı her an gündemdedir.

Krizin bu iki doğrultuda “kendiliğinden seyri”, Türkiye ekonomisi için bir “Gordiyon düğümü” oluşturmuştur. Belki de düğümü çözen olağan-dışı bir hamleyle son bulması gerekecektir.

“Gordion düğümü” nasıl çözülür?
Bu tür krizleri çözme iddiası taşıyan bir IMF programını kastetmiyorum. O seçenekte bankaların batık ve riskli dış borçlarını devlet üstlenir; IMF’nin Hazine’ye açtığı kredi dış borç taksitlerini öder. IMF borçları da zaman içinde oluşan faiz dışı bütçe fazlası sayesinde (ulusal ekonomide yaratılan “artık” ile) ödenir. “Kemer sıkma” ile kriz yükü, halk sınıflarınca üstlenilmiş; alacaklılar (yabancı bankalar, rantiyeler) kurtarılmıştır.

Gerekli güvenceleri algıladıktan sonra finans kapital kredi musluklarını açar; yabancı rantiyeler portföy alımlarına başlar.

Kastettiğim “Gordion düğümü” çözümü ise, kriz maliyetinin önemlice bir bölümünü alacaklılara yıkan sağduyulu bir  tepkidir. Solculara özgü olmadığını göstermek için ana-akım iktisadın temsilcilerinden Nobel ödüllü Paul Krugman’ın 11 Ağustos’ta  New York Times’ta yayımlanan Türkiye krizine ilişkin önerisini aktarayım: “Panikli sermaye kaçışlarını önleyin; sermaye hareketlerine geçici sınırlamalar getirin; bazı döviz borçlarını reddedin. Dış borç oranındaki tırmanma böylece önlenir. Bu arada, kriz sonrası için sağlıklı bir maliye düzeni de oluşturun.”

Krugman’ın önerisine, ekonominin kronik dışsal kırılganlıklarını hafifletecek iki “sol” öğe ekleyeyim: Sermaye hareketlerinin sınırlanmasında “geçici” sıfatını kaldırın ve “sağlıklı maliye düzeni” önerisini, “ekonominin dış bağımlılıklarını hafifletmeyi hedefleyen sağlıklı bir planlama düzeni” olarak değiştirin…

Elbette bu tür önerilerin muhatabı, on üç yıl boyunca finans kapitale tam teslimiyet sonunda 2008’deki ve bugünkü krizlerin yaratıcısı olan iktidar ve İslamcı faşizm çevreleri değildir. Kendi aramızda tartışıyoruz.

Korkut Boratav / SOL

Çiftçi-Sen Genel Sekreteri anlatıyor: Tanzim satış 'müsameresi' ile neyin hazırlığı yapılıyor?- Ahmet Çınar



Türkiye'de bir haftadır tanzim satış 'müsameresi' oynanıyor. Peki nedir bu 'müsamerenin' nedeni? Neyin hazırlığı yapılıyor? Seçimden sonra gündeme gelmesi beklenen yeni Hal Yasası'yla bugünkü tanzim satış şovunun nasıl bir bağlantısı var? Yeni Hal Yasası neleri öngörüyor? Gıda tekelleri, devasa tarım şirketleri bu işin neresinde? Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem'le konuştuk...
Son günlere damgasını vuran fotoğraflardan biri, Cumhurbaşkanlığı da yapan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, Hazine ve Maliye Bakanlığı da yapan damadı Berat Albayrak'ın hıyar tezgahının başındaki fotoğrafı oldu.

Evet, tanzim satış şovlarından söz ediyoruz... İstanbul ve Ankara'da kurulan çadırlarda, ayazda metrelerce kuyruk oluşturan vatandaşlara sınırlı miktarda biber, domates, soğan, patates satılan tanzim satış "müsameresi." 

Adeta "kabzımallara karşı mücadele eden cengaver Erdoğan" portresi çizilmeye çalışılıyor. 

Biz de konuyu uzmanına, yıllardır tarım ve gıda, çiftçi ve üretici konularında mücadeleler veren Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem'e sorduk. 

Nedir bu "müsamerenin" nedeni? 
Neyin hazırlığı yapılıyor? 
Seçimden sonra gündeme gelmesi beklenen yeni Hal Yasası'yla bugünkü tanzim satış şovunun nasıl bir bağlantısı var? 
Yeni Hal Yasası neleri öngörüyor? 
Gıda tekelleri, devasa tarım şirketleri bu işin neresinde?

Biz sorduk, Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem yanıtladı...

'BİR TAŞLA İKİ KUŞ VURMAK İSTİYORLAR'
Türkiye'de bir haftadır adeta bir tanzim satış müsameresi yaşanıyor. Eleştiriler var, onaylayanlar var... Siz ne düşünüyorsunuz bu tanzim satış uygulaması hakkında... Ardında yatan nedir, bu uygulama yeni bir şeylerin hazırlığı mıdır? Asıl amaçlanan nedir?
___________________________________________________________
Bu tür popüler konuların tartışılması her zaman hoşa gitmiştir. Tartışmanın karmaşası içinde, iktidar esas yapmak isteğini hayata geçirmiştir. Bugün tanzim satışlarla iktidarın amaçladığı bir taşla iki kuş vurmaktır. Seçim öncesinde, üretici ve hal fiyatlarının altında ürün satarak propaganda yaparlarken; diğer yandan "Bakın işte, esas suçlu aracılardır ve hatta yeterli üretim yapmayanlardır" diyerek halleri şirketlere teslim edecek Yeni Hal Yasası'nın altyapısı oluşturmaktadırlar. Tanzim satışlar ortaya atıldığı ilk gün, altında yatanın asıl nedenin, yeni çıkarmak istedikleri Hal Yasası olduğunu biliyorduk.

'HALLERİ ŞİRKETLERE TESLİM ETMENİN YOLU YAPILIYOR'
Peki nedir bu yeni Hal Yasası? Seçimden sonra TBMM gündemine geleceği belirtiliyor. Yeni Hal Yasası'yla amaçlanan nedir? 
_____________________________________________________________
Çocuktan al haberi derler ya, biz de asıl niyeti Abdülkadir Selvi’den öğrendik. Dedi ki, “Tarladan tezgâha uzanan gıda zincirinde yapısal dönüşümler öngören düzenleme ile tüm süreçlerde koordineli iyileşme amaçlanıyor.” Yani, halleri şirketlere teslim edecek yeni Hal Yasası ile birlikte, şirketleşmenin önünü daha da açacak bir dizi karar alınacak. Hazine toprakları şirketlere kiralanacak. Küçük çiftçiler, üreticiler, köylüler de "sözleşmeli üreticilik" adı altında şirketlerin, gıda tekellerinin sistemine bağlanacak.

Hal Yasası'yla öngörülen "sözleşmeli üreticilik" ne anlama geliyor?
____________________________________________________________
Sözleşmeli üreticilik, bir çiftçi için kölelik anlaşması gibidir. Eşit olmayan koşullarda imzalamak zorunda bırakıldığı sözleşmelerle, şirketlere bağlanır. Artık çiftçilik ile ilgili bilgisinin hiçbir önemi kalmamıştır. Tarlasına ekeceği ürüne, ürünün cinsine, ne zaman ekeceğine, ne zaman gübre atacağına, ne zaman ve ne kadar ilaç kullanacağına kendisi değil, şirketler karar verir. Ürünün fiyatını bile şirketler belirler. Devletin garantör rolü bile oynamadığı bu sistemde, çiftçi yaptığı işe yabancılaşır, kendi toprağında işçileşir.

BUGÜNLERE NASIL GELİNDİ?
"Tanzim satış" adlı müsamere ile hazırlığı yapılan Hal Yasası arasındaki bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz? Hal Yasası'nda başka neler öngörülüyor, taslak yasalaşırsa Türkiye'yi nasıl günler bekliyor?
________________________________________
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, ister istemez biraz şematize ederek kısaca anlatmaya çalışayım. Türkiye’ye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, endüstriyel tarım politikaları uygulaması dayatıldı. Bütün dünyaya dayatılan tarım tarzı da buydu zaten. Yani petrole dayalı, yüksek girdi gerektiren, uygun tohumların (hibrit), kimyasal gübrelerin, kimyasal ilaçların kullanıldığı, uygun sulama gerektiren pahalı bir üretim tarzı... Küçük bir çiftçinin bu tarzda, pahalı bir üretimi tek başına yapabilmesi mümkün değildi. Bu tarz tarımı çiftçilerin yapabilmesi, ancak desteklenmeleri halinde mümkündü. Ülkenin tarımsal yapısı da buna uygun olarak düzenlenmişti. Onun için Ziraat Bankası düşük faiz oranlarıyla üreticilere kredi veriyordu. 1980’lere kadar ürün desteklemeleri, girdi desteklemeleri yapılıyordu. Destekleme alımları yapılıyordu. Sübvansiyonlar uygulanıyordu. Bunlar uygulandığı için, bu üretim tarzı sürüyordu.

TARIM İŞTE BÖYLE BİTİRİLDİ...
24 Ocak kararları alındı, 12 Eylül faşist darbesiyle ülke vahşi neoliberal politikalara sert bir yaşandı...
____________________________________________________________
Evet... İşte 1980’lerden sonra neoliberal politikaların baskınlık kazanmasıyla birlikte, küresel gıda ve tarım şirketleri “Artık bizim size ihtiyacımız yok, devlet devreden çıksın, küresel tarım şirketleri çiftçilerle baş başa kalsın” denildi. Ülkenin tarımsal yapısının tepeden tırnağa dağıtılması istendi ve dağıtıldı. 1999 ve 2001 yılında IMF ve Dünya Bankası’nın "tarımda dönüşüm programları" uygulanmaya başladı, AKP bu programları iştahla uyguladı. Çiftçileri üretim sürecinde destekleyecek, ürettikleri ürünleri piyasada koruyacak, piyasa düzenlemesi yapacak kurumlar yok edilmişti. Yetmiyormuş gibi, hangi ürün hasat ediliyorsa, o ürün ithal edilerek ürün fiyatları baskı altına tutuldu. Çiftçiler ne üretirse üretsin kazanamamaya, iflas etmeye başladı. TÜİK verilerine göre toplam tarım alanları 2001 yılında 41 milyon hektar iken, 2017 yılında 38 milyon hektara geriledi. Tarımdaki istihdam 17 yılda 2.4 milyon azalarak 5.3 milyona düştü. İşte, ortaya çıkan tablo bu...

'TANZİM SATIŞ' İLE AMAÇLANAN NE?
Tanzim satış uygulamasına gelirsek...
_____________________________________________________________
Tanzim satışlara dönersek, daha ucuza gıda almak için sıraya girenlerin arasında, sayıları hiç de az olmayacak oranda dünün gıda üreticileri, çiftçileri, üreticileri, köylüleri; bugünün ise kent yoksulları var. Geçici olarak uygulanan tanzim satış çadırları sayesinde, "sahte düşmanlar" yaratılacak, tarım ve gıdayı şirketlerin  denetimine bırakan politikaların devamı olan son rötuşlar yapılacaktır. Türkiye tarımı tamamıyla küresel gıda şirketlerine, tarım tekellerine ve kimya firmalarının gıda sistemine bırakılacaktır.

"Çözüm ne olmalıdır" sorusu başka bir sohbetin konusu belki ama, bir iki laf etmeden geçmek istemiyorum. Dünya çiftçilerinin küresel örgütü La Via Campesina ve onun üyesi olarak, biz çözümü Gıda Egemenliği’nde görüyoruz. Yani şirketlerin gıda sistemine karşı, halkın gıda sistemini kurmak.

Gıda politikalarının, küresel tarım ve gıda şirketleri ile piyasalar tarafından değil, gıdayı üretenler ve ona ihtiyaç duyanlar tarafından belirlenmesini savunuyoruz.
Endüstriyel, kâr amaçlı, petrole dayalı gıda sistemi karşısında, merkezinde küçük çiftçiler ve gıdaya ihtiyaç duyanların olduğu, ortak karar alma mekanizmalarının yaratmak için mücadele ediyoruz.

Çünkü halkların, kendi kültürlerine uygun, doğayla uyumlu tarım ve gıda sistemlerini belirleme hakkı vardır.

Ahmet Çınar / SOL


Meclis'te kabul edilen Maden Kanunu yasalaştı-CUMHURİYET

Maden Kanunu ile bazı kanun ve KHK'lerde değişiklik öngören kanun teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Öte yandan teklifin, ömrünü doldurmuş en az 10 termik santrale 2 yıl daha baca gazı filtresi olmadan çalışma imkanı veren 45’inci Maddesi Meclis’te grubu bulunan 5 siyasi partinin ortak önergesi ile geri çekildi.

Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Kanuna göre, MTA'nın yurt dışında faaliyet göstermek üzere kuracağı şirketlerin arama ve araştırma faaliyetleri dışında işletme faaliyetinde de bulunmasına imkan tanınıyor. Bu kapsamda kurulacak özel hukuk hükümlerine tabi olacak şirketlere, piyasa şartlarında hareket edebilmeleri amacıyla bazı kanunlardan, KHK'lerden muafiyet ve istisnalar getiriliyor.

Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ), ihtiyaç duyulması halinde, kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması amacıyla elektrik üretim tesisleri kurması, işletmesi ve ticaretinin yaptırılması konusunda görevlendirilen veya üretim tesisi işletme hakkı devredilen şirketlerin sahasından kömür alımı yapabilecek.

Maden Kanunu'nun amaçları arasına, madenlerin "milli menfaatlere uygun olarak " aranması ibaresi ekleniyor. Ayrıca, "Maden İşletme Faaliyetleri", "Madencilik Faaliyetleri", "Görünür Rezerv Geliştirme Hakkı" ve "Teknik Eleman" tanımları yapılıyor.

Kanunla, "Maden Hakları"; "Madenlerin aranması, bulunması, görünür rezervinin geliştirilmesi ve işletilebilmesi için verilen izinler ve maden yataklarının bulunmasına yardımcı olanlara maddi imkanlar tanınması" olarak ifade ediliyor.

Önemli bir kamu geliri olan ruhsat bedeli ve devlet hakkının hukuki statüleri yeniden düzenleniyor, madenlerden alınacak ruhsat bedeli ve devlet hakkı oranları revize ediliyor.

Maden istihracı ile sağlanacak gelirden devlet payına düşen ve ödeme yükümlülüğü ruhsat sahibine ait olan kısım, devlet hakkı olacak.

Taban bedelinin, ruhsatın yürürlükte kaldığı takvim yılı sayısı, maden grubu, cinsi ve alan büyüklüklerine göre belirlenen katsayılarla çarpılıp, tablolarda gösterildiği şekilde hesaplanarak her yıl ocak ayının sonuna kadar; arama ruhsatlarında tamamı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğün bütçesine ve işletme ruhsatlarında ise yüzde 30'u çevre ile uyum planı çalışmalarını sağlamak üzere teminat olarak, yüzde 20'si Genel Müdürlüğün bütçesine, yüzde 50'si ise genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere Genel Müdürlüğün muhasebe birimi hesabına ruhsat bedeli yatırılacak.

Madenlerin aranması ve işletilmesi için yönetmelikte belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde Genel Müdürlük tarafından ruhsat verilecek.

Üretime yönelik hazırlık çalışmaları ve üretim için yapılan faaliyetler, "maden işletme faaliyetleri" olarak adlandırılacak.

Madenlerin aranması, üretime yönelik hazırlık çalışmaları, üretilmesi, sevkiyatı, cevher hazırlama ve zenginleştirme, atıkların bertarafı, ruhsat sahasındaki stoklama/depolama işlemleri, maden işletmelerinin kapatılması ve çevre ile uyumlu hale getirilmesi ile ilgili tüm faaliyetler ve bu faaliyetlere yönelik geçici tesislerin yapılmasına ise "madencilik faaliyetleri" denilecek.
Kanunda, Görünür Rezerv Geliştirme Hakkı ise "Ruhsat sahibi ile veya ihalelik sahalara ilişkin Genel Müdürlük ile gerçek/tüzel kişiler ve/veya kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan sözleşme kapsamında Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama koduna göre hazırlanmış rapor ile belirlenen görünür rezervden, bu görünür rezervi ortaya çıkaran gerçek/tüzel kişiler ve/veya kamu kurum ve kuruluşlarının aldığı pay" şeklinde tanımlandı.

Görünür rezerv geliştirme hakkı hisselere bölünemeyecek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı onayıyla devredilebilecek.

Madencilik yapacak şirketlerin statüsünde madencilik yapabileceği yazılı olma şartı kaldırılacak. Buluculuk hakkı ile görünür rezerv geliştirme hakları maden siciline şerh edilecek.

Kanunla, ruhsat müracaatlarında özel izin alanı ile çakışmayan kısımların, çakışan kısımlara alınacak izinlerden bağımsız olarak ruhsatlandırılmasının önü açılıyor.

Maden sahalarında madencilik dışında herhangi bir faaliyetin rezerv kaybına neden olmamak için Genel Müdürlüğün izni olmadan yapılamayacağını düzenleyen kanun, işletme izinlerinin tapu kayıtlarına işlenmesi amaçlayarak diğer yatırımlar planlanırken bölgede maden işletmesi olup olmadığını tespit edebilmesine ve rezerv kaybına sebebiyet vermeyecek şekilde yatırımın planlanabilmesine imkan sağlıyor.

Maden Kanunu kapsamında oluşturulan "kurul" kaldırılarak, kurulun yetkileri bakanlığa devrediliyor.

Maden ruhsat sahaları
Kanunda belirtilen alanlara yapılan ruhsat müracaatlarının hak sağlaması halinde 2 ay içinde ruhsat bedeli yatırılması ve kanunda belirtilen çerçevede müracaatta bulunulması şartıyla ruhsat düzenlenecek.

Ruhsat sahasındaki bu alanlara ilişkin ilgili kurumlardan izin alınması için ruhsat sahibine bir yıl süre verilecek. Bu süre içinde bu alanların izin alınamayan kısımları ruhsat sahasından taksir edilerek ihale yolu ile ruhsatlandırılacak.

Maden ruhsat sahalarında, maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat sahasındaki geçici tesisler dışındaki faaliyetler ve/veya tesisler için bakanlığın izni olmaksızın hiçbir şekilde iş yeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenemeyecek.

Madencilik faaliyetleri ile devlet ve il yolları, otoyollar, demir yolları, havaalanı, liman, baraj, enerji tesisleri, petrol, doğal gaz, jeotermal boru hatları, su isale hatları gibi kamu yararı niteliği taşıyan ya da gerçek veya tüzel kişilere ait diğer yatırımların birbirlerini engellemesi, maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar, kamu yararı açısından yatırımların önceliği ve önemini tespit etmek üzere, ilgili bakanlığın uygun görüşü alınarak bakanlık tarafından verilecek. Bakanlık tarafından alınan bu kararlar, kamu yararı kararı yerine geçecek.

Maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale geldiği alanın ruhsattan taksir edilmesine veya ruhsatın iptal edilmesine bakanlık karar verecek.

Yatırım çakışması işlemleri nedeniyle bakanlıkça veya genel müdürlükçe herhangi bir sebeple ödenmek zorunda kalınan tutar, lehine karar verilen tarafa rücu edilecek.

Madencilik faaliyetleri ve/veya bu faaliyetlere bağlı geçici tesisler için verilmiş izinler, temditler dahil ruhsat hukuku devam ettiği sürece geçerli olacak. Ruhsatın temdit edilmesi halinde madencilik faaliyetleri ve/veya bu faaliyetlere bağlı geçici tesisler için verilmiş bütün izinler temdit süresi sonuna kadar hiçbir işleme gerek kalmaksızın uzatılmış sayılacak.

Bu ihlallerin, ilk tespit tarihinden itibaren 5 yıl içinde iki kez tekrarı halinde ise ruhsat iptal edilecek.

46 bin 579 lira idari para cezası
Çevresel etki değerlendirmesi ile ilgili karar, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı, mülkiyet izni olmadan veya düzenlemeye aykırı faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde 46 bin 579 lira tutarında idari para cezası uygulanarak bu alandaki işletme faaliyetleri durdurulacak. Bu ihlallerin, ilk tespit tarihinden itibaren 3 yıl içinde üç kez tekrarı halinde ise ruhsat iptal edilecek.

Ruhsat sahalarında ruhsat sahipleri, madencilik faaliyetleri ve madenlerin işlenmesine yönelik faaliyetler dışında hiçbir faaliyette bulunamayacak ve geçici tesisler dışında herhangi bir tesis veya altyapı tesisi kuramayacak.

Ruhsat sahalarında ruhsat sahibi veya diğer gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşları ancak Bakanlık tarafından uygun görülmesi halinde ticari veya sınai faaliyette bulunabilecek.

Maden ruhsat sahalarında rezerv kaybına sebebiyet verilmemesi için arazinin vasfına bakılmaksızın ruhsat sahaları hafriyat toprağı, cüruf, inşaat yıkıntı atığı ve benzeri atıklar için döküm alanı olarak kullanılamayacak, maden ruhsat sahalarına kamu kurum ve kuruluşları tarafından döküm izni verilemeyecek.

Ancak maden ruhsat sahalarında rezervin bittiğinin Genel Müdürlükçe tespiti halinde Genel Müdürlükçe kamu kurum ve kuruluşlarına izin verilebilecek. Rezervin bittiğinin tespit edilememesi veya rezervin varlığının tespiti halinde ise Genel Müdürlüğe bağlı kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan döküm izni talepleri ilgili fıkra kapsamında yatırım çakışması olarak değerlendirilecek ve ilgili hükümlere göre sonuçlandırılacak.

İhalelik sahalar için de arazinin vasfına bakılmaksızın, Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınacak. Bunlara aykırı hareket edenlere belirtilen idari para cezasının on katı tutarında idari para cezası uygulanarak bu faaliyetler durdurulacak, yapılan dökümün ruhsat sahasından veya ihalelik sahadan kaldırılması için 6 ay süre verilecek. Bu süre içerisinde kaldırılmaması halinde idari para cezası iki katı olarak uygulanacak.

Altın, gümüş ve platin madenleri için uygulanan devlet hakkında teşvik indirimi yüzde 40 olarak düzenleniyor. Bu şekilde altın, gümüş ve platin madenlerinden alınacak devlet hakkı oranı azaltılıyor.

Teknik elemanların ve yetkilendirilmiş tüzel kişilerin beyanlarına sorumluluk getirilerek, gerçek dışı beyanların önüne geçilmesi amacıyla idari para cezası verilecek. Cezalar kusurun ilk kez işlenmesi halinde bin lira, ikinci kez tekrarı halinde 5 bin lira olacak. Yetkilendirilmiş tüzel kişiler, hazırladıkları rapor, proje ve her türlü teknik belge veya sundukları bilgi ve belgelerden sorumlu olacak.

Kanuna göre, maden ruhsat sahibi veya vekilinin, mahallinde yapılan tetkik ve incelemelere katılmaması, herhangi bir nedenle tetkik ve incelemeleri engellemesi halinde 31 bin lira, bunların tekrarında ise iki katı tutarında idari para cezası uygulanacak. Mahallinde tetkik ve inceleme gerçekleştirilinceye kadar üretim faaliyetleri durdurulacak.

Sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülki idare amirlikleri, il özel idarelerinin yanı sıra yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları veya ilgili kamu kurum, kuruluşu tarafından tespiti halinde sevk edilen madene el konulacak.

Ödenmesi gereken devlet hakkına ilaveten sevk fişi olmaksızın sevk edilen miktar için madenin ocak başı satış bedelinin 5 katı tutarında idari para cezası verilecek. Bu hükmün ihlalinde idari para cezası 10 katı olarak uygulanacak.

Ruhsatı olmadan veya başkasına ait ruhsat alanı içerisinde üretim yapıldığının tespiti halinde faaliyetler durdurularak üretilen madene mülki idare tarafından el konulacak. Bu fiili işleyenlere kesilen tüm madenin ocak başı satış bedelinin iki katı tutarındaki idari para cezası, 5 katına çıkarılacak.

Hammadde üretim izni olmadan veya Maden İşleri Genel Müdürlüğüne bildirilen yüklenici dışında gerçek veya tüzel kişiler tarafından üretim yapıldığının tespitinde de faaliyetler durdurulacak, üretilen hammaddeye mülki idare el koyacak. El konulan madenler, mülki idare amirliklerince satılarak bedeli büyükşehir belediyesi olan illerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı, diğer illerde il özel idaresi hesabına aktarılacak.

Birinci grup (a) bendi maden ruhsatları hariç diğer grup madenlerin ruhsat bedelleri, Genel Müdürlüğün belirlediği bankada açılacak hesaba aktarılacak. İşletme ruhsat bedellerinin yüzde 50'si genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere, ilgili muhasebe birimince Hazine hebasına 15 gün içinde aktarılacak. Birinci grup (a) bendi madenlerin ruhsat bedelleri ise büyükşehirlerde yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı idaresine, diğer illerde il özel idaresi hebasına yatırılacak.
Ruhsat bedelinin her yıl ocak ayının sonuna kadar tamamının yatırılmaması halinde, yatırılmayan kısmının 2 katı ruhsat bedeli olarak her yıl haziranın son gününe kadar yatırılacak, aksi halde ruhsat iptal edilecek.

Kanunla devlet hakkı yeniden düzenleniyor. II. Grup (b) bendi madenlerde doğal taşın özelliklerine ve bulunduğu bölgeye göre ocakta oluşan piyasa satış fiyatı üzerinden yüzde 4 oranında alınan devlet hakkı, yüzde 4,5'e çıkarılıyor. IV. Grup madenlerden; altın, gümüş, platin, bakır, kurşun, çinko, krom, alüminyum ve uranyum oksit madenlerinden belirtilen oranlarda, uranyum oksit dışındaki radyoaktif mineraller ve diğer radyoaktif maddelerden yüzde 8 oranında devlet hakkı alınmaya devam edilecek. Diğerlerinden yüzde 2 oranındaki devlet hakkı ise yüzde 3 olarak artırılacak.

Üretilen madenin hammadde olarak kullanılması veya satılması halinde, aynı pazar ortamında madenin işletmelerdeki tüvenan olarak ocak başı satışında uygulanan fiyat, ocak başı satış fiyatı olacak.

Madenlerden alınan devlet hakkına esas olan emsal ocak başı satış fiyatı, bölgeler de dikkate alınarak her madene ait ayrı ayrı ve uygulandığı yıl için belirlenerek Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ilan edilecek. Ruhsat sahipleri tarafından devlet haklarının beyanında kullanılan ocak başı satış fiyatı, Genel Müdürlük tarafından ilan edilen ocak başı satış fiyatından daha düşük olamayacak.

Ruhsat sahibi tarafından beyan edilen ocak başı satış fiyatı Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından denetlenecek ve eksik beyanlar tamamlattırılacak. İşletme izni olan maden ruhsatlarından her yıl en az ruhsat bedeli kadar devlet hakkı alınacak. Kaynak tuzlaları, lületaşı ve oltu taşı için düzenlenen ruhsatlardan alınacak devlet hakkında bu şart aranmayacak.
Bu yerlerin devlet ormanlarına rastlaması ve Tarım ve Orman Bakanlığınca verilen iznin 5 hektarı geçmemesi halinde, bu alanda ağaçlandırma bedeli dışında bedel alınmayacak. Sahanın rehabilite edilerek tesliminden sonra talep halinde teslim edilen saha kadar aynı şartlarda izin verilecek.

Altın, gümüş ve platin hariç bakır, kurşun, çinko, demir, krom, civa, kalay, kobalt, nikel, alüminyum grubundaki madenlerin yurt içindeki entegre tesislerde metal hale getirilmesi durumunda devlet hakkının yüzde 75'i alınmayacak.

Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama kodu
Ruhsat sahibi, arama ve işletme ruhsatı süresince Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Koduna göre hazırlanan teknik raporlar ile kaynak veya rezerv olarak bildirdiği madenlerin bulucusu sayılacak. Bu hakkı talep eden ruhsat sahibine buluculuk belgesi verilecek.

Buluculuk hakkı hesabında kullanılacak ocak başı satış fiyatı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından her yıl belirlenerek ilan edilen ve devlet hakkı ödemelerinde esas alınan ocak başı satış fiyatından daha düşük olamayacak.

Üçüncü kişiler, ihalelik sahalara ilişkin Maden İşleri Genel Müdürlüğü veya ruhsat sahibi ile yaptıkları sözleşmeler kapsamında ruhsat sahasındaki görünür rezervi tespit etmeye ve geliştirmeye yönelik yaptıkları faaliyetler sonucunda, tespit ettikleri veya geliştirdikleri görünür rezervde pay sahibi olabilecekler. Görünür rezervi geliştirme hakkına yönelik yapılan sözleşmeler Genel Müdürlüğe başvurulması halinde bilgi amaçlı maden siciline şerh edilecek.

Süre uzatım başvurusu
Ruhsatlar, sahibinin ruhsat bedellerini ödeyerek müracaatta bulunması ve birleştirmeye konu tüm ruhsatlarının işletme izinli olması şartıyla, düzenlenme tarihi daha eski olan ruhsatta birleştirilebilecek. Diğer ruhsatlar hangi aşamada olursa olsun birleştirilemeyecek ancak kamu kurum ve kuruluşlarının ruhsatları hangi aşamada olursa olsun birleştirilebilecek.

İşletme ruhsatı taleplerinde 1. Grup (b) bendi ve 2. Grup (a) ve (c) bendi madenleri için ihale bedelinin yatırılmasından itibaren 2 ay içinde, diğer maden grupları için arama ruhsat süresi sonuna kadar, ruhsat süresi uzatım taleplerinde ise ruhsat süresinin bitiminden en geç 6 ay öncesine kadar, vadesi geçmiş borcunun bulunmaması şartı getirilecek. İşletme ruhsat taban bedeli ve işletme ruhsat bedeli yatırılması zorunlu olacak.

Yetkilendirilmiş tüzel kişilerce maden mühendisinin sorumluluğunda hazırlanan işletme projesinin, işletme projesinin uygulanabilmesi için gerekli olan mali yeterliliğine ilişkin belgelerin aktif edilmiş tebligata esas kayıtlı elektronik posta adresinin veya kurumsal elektronik tebligat sistemi adresinin, Genel Müdürlüğe sunulması gerekecek. Bu bilgi ve belgelerin eksikliği halinde talep reddedilecek. Bu eksikliklerin bulunması durumunda süre verilmeyecek ancak işletme ruhsatı taleplerinde işletme projesinde tespit edilecek teknik eksikliklerin giderilmesi için yapılacak bildirimden itibaren 3 ay içinde tamamlanacak.

Eksikliklerini verilen sürede tamamlamayanlara 31 bin 54 lira idari para cezası uygulanacak.
Kanuna göre, ihalelik sahalar, ihale edilmeksizin İhtisaslaşmış Devlet Kuruluşlarına, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı onayı ile verilebilecek.

Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, maden ruhsatı sahipleri ile yaptığı arama ve araştırma tip sözleşmelerinin maden siciline bilgi amaçlı şerh edebilecek.

Kanun, Türkiye Taş Kömürü ve Türkiye Kömür İşletmeleri uhdesinde bulunan sahaların bölünerek devredilmesi veya mevcut rödovans sahalarının rödovans alanları ile sınırlı olarak yapacakları sözleşmeye istinaden bölünerek devredilmesine imkan tanıyor.

Rödovans sözleşmeleri, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün izniyle yapılabilecek ve Genel Müdürlük bu sözleşmelere taraf olmayacak.

Kanunla, 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı özel bütçeli Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün (MAPEG) kurulması nedeniyle gerekli uyum düzenlemeleri yapılıyor.

Ölçü ve ölçü aletlerinin tamir ve ayarlarının yanı sıra muayenelerinin de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının yetki belgesini taşımayan kişilerce yapılması yasak olacak.

Ölçü aletlerinin muayenelerini veya tamir ve ayarını yapmak için yetkilendirilen servislerin, yetki kapsamındaki hizmetlerde ilgili kanun ve yönetmeliklere aykırı faaliyette bulunması da yasak olacak.
Yetkisiz olduğu halde ölçü aletlerinin bakım ve tamirini yapan kişilere ilişkin idari para cezasının caydırıcı olmaması nedeniyle, yetkisiz bakım ve tamir işlemlerinin önlenmesi amacıyla düzenleme yapılıyor. Buna göre, bu fiillerin işlenmesi halinde, alt ve üst limit belirtilerek, idari para cezalarının ölçü aletine göre nispi/oransal olarak artırımı sağlanarak bu adaletsizliğin önüne geçilecek.

Damgası kopmuş, bozulmuş, damga süresi geçmiş ölçü aletini kullanan kişiye, ölçü aletinin türüne ve kullanıldığı işin niteliğine göre 500 lira ile 10 bin lira arasında değişen idari para cezası verilecek. Ayrıca bu ölçü aletlerine el konularak mülkiyeti kamuya geçirilecek.

Yetkisiz olduğu halde, bu düzenleme kapsamına giren ölçü aletlerinin muayenelerini veya tamir ve ayarım yapan kişiye, 2 bin liradan 10 bin liraya; ayarı doğru olmayan ölçü aletlerini kullanan kişiye 200 liradan 2 bin liraya kadar idari para cezası verilecek.

Ölçü aletlerinin muayenelerini veya tamir ve ayarını yapmak için yetkilendirilen servislerin, yetki kapsamındaki hizmetlerde ilgili kanun ve yönetmeliklere aykırı faaliyette bulunması halinde 2 bin lira ile 10 bin lira arasında; uluslararası birimler sistemine göre yapılmamış olan veya bu sisteme göre imal edilmiş olmakla beraber nitelikleri bakımından bu kanun hükümlerine uygun bulunmayan ölçü ve ölçü aletlerini ticaret maksadıyla imal eden, ithal eden, satan, satışa arz eden, satın alan veya bulunduran kişiye 10 bin lira ile 50 bin lira arasında idari para cezasına hükmolunacak.
Damgalanmamış ölçü ve ölçü aletlerini satan, satışa arz eden veya ticari ilişkide kullanan kişiye 1000 liradan 10 bin liraya kadar idari para cezası verilecek.

Kanuna göre, ölçü aletlerini damgası kopmuş, bozulmuş, damga süresi dolmuş olarak kullananlar, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 90 gün içerisinde bu aletler için periyodik muayene başvurusunda bulunmaları halinde idari para cezasına çarptırılmayacak. Muayene ve damgası yapıldıktan sonra söz konusu ölçü aletlerini kullanabilecek.

Kanunla, BOTAŞ’ın uzun dönemli LNG alım satım anlaşmaları kapsamında, özellikle Nijerya gibi uzak mesafede yer alan ülkelerden temin ettiği LNG'nin kimyasal özelliği gereği gemilere yüklenen ve gemilerden boşaltılan miktarlar arasında oluşan kayıpların çoğu zaman ilgili kanunla belirtilen yüzde 4'lük orandan fazla olması nedeniyle düzenleme yapıldı. Kanunla, bu oran fiili duruma uygun hale getirilerek yüzde 6'ya çıkarıldı.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) teşkilat yapısı, hizmetlerin etkin ve verimli sunulabilmesi için yeniden yapılandırılacak. Mevcut daire başkanlıklarının görev ve yetkilerinde değişiklik yapılacak, Bilgi İşlem Dairesi kurulacak ve bir adet kadro ihdas edilecek.

Kanunla, dağıtıcı lisansları için bayilik teşkilatı, depolama kapasitesi gibi hususlarda düzenleme yapılabilmesine yönelik olarak, "bayi sayısı, depolama kapasitesi konularında sayısal büyüklüklerle sınırlama yapılmaz" ibaresi, Petrol Piyasası Kanunu'nun ilgili maddesinden çıkarıldı.
EPDK, petrol piyasasına ilişkin katılma payı veya oluşabilecek kamusal zararların tahsil ve tazmininde yaşanan sorunların önüne geçilebilmesi amacıyla lisans sahiplerinden bu düzenleme kapsamındaki mali yükümlülüklerinin tahsilinde kullanmak üzere teminat mektubu talep edebilecek. Böylece petrol piyasasında kısa süre faaliyet göstererek ve mevzuata aykırı davranışlar gösterme niyetinde olan taraflara karşı caydırıcılık artırılacak.

Kanunla, yerli üretici firmaların Türkiye'de ürettiği ve sattığı ham petrolün piyasa fiyatının altında satılması sorunu gideriliyor.

Tüm yerli ham petrol üreticileri teşvik edilecek. Yerli üreticilerin Türkiye'de petrol arama ve üretim konularında daha çok yatırım yapmaları sağlanarak, yerli üretimin artmasına katkıda bulunulabilecek.

Kanunla, 26 API gravitesi altındaki petroller için yakın coğrafyada bulunan ağır petrolleri tarif etmekte kullanılan Arap Heavy petrolü, hem her zaman ulaşılabilir olması hem de fiyat dalgalanmalarında daha dengeli davranması sebebiyle "Ras Gharib" yerine Petrol Piyasası Kanunu kapsamına alındı.

İdari para cezaları
Petrol Piyasası Kanunu'nun, "idari para cezaları" başlıklı maddesi değiştirildi.

Buna göre, fiiller niteliği itibarıyla "düzeltme imkanı olan fiiller", "düzeltme imkanı olmayan fiiller" ve "akaryakıt kaçakçılığı kapsamına giren fiiller" olmak üzere sınıflandırılacak. Akaryakıt kaçakçılığı kapsamına giren fiiller için yüksek cezalar öngörüldü.

Kaçakçılıkla ilgisi olmayan ve niteliği itibarıyla düzeltme imkanı bulunan mevzuat ihlalleri için soruşturma açma veya idari para cezası uygulanmadan önce ihtar müessesi getirilecek. İhtara rağmen mevzuata aykırı durumunu gidermeyenler için öncelikle geçici durdurma yapılacak, devamında düzeltmeyenler için soruşturma neticesinde idari para cezası uygulanacak.

İdari yaptırımlar; tedbirler, lisans iptalleri ve idari para cezalarından oluşacak. İdari para cezaları, tedbirler ve lisans iptallerinin uygulanması, kanunun diğer hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmayacak.

Petrol Piyasası Kanunu'na göre yapılan talep veya işlemlerde, kanuna karşı hile veya yalan beyanda bulunulduğunun tespiti halinde lisans iptal edilecek. Kaçak ürün ikmal edenlerin lisansı da iptal edilecek.

Teknik düzenlemelere uygun olmayan ürün ikmal edenler zararı tazmin etmekle yükümlü olacak. Teknik düzenlemelere uygun olmayan akaryakıt ikmali nedeniyle kullanıcıya verilen zarar ve hasarların tazmini hususu, lisans sahibi gerçek ve tüzel kişilerin lisanslarında ve sözleşmelerinde yer alacak. Mühürlemeye rağmen faaliyetlerini sürdüren kişiler ile suçun işlenişine iştirak eden yetkililer hakkında TCK'nin ilgili hükümleri uygulanacak.

Kanunla, Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda düzenleme de yapıldı.

Buna göre, nitelikli fiiller daha ağır cezaya muhatap olacak şekilde fiili işleyenlerin, ekonomik kazançlarıyla orantılı olarak nispi idari para cezasını öngörecek şekilde idari para cezaları yeniden düzenlenecek. İdari para cezaları 110 bin lira ile 3 milyon lira arasında uygulanacak.

Bir fiilin iki yıl geçmeden aynı kişi tarafından tekrar işlenmesi halinde idari para cezaları iki kat olarak uygulanacak.

Verilen idari para cezalarına karşı yargı yoluna başvurulması, ilgili vergi dairesine idari para cezasına ilişkin banka teminat mektubu verilmesi durumu hariç tahsil işlemlerini durdurmayacak. Teminat mektubunun miktarı, türü, hangi şartlarda paraya çevrileceği ve diğer hususlar Kurumca belirlenecek. Ayrıca cezalar tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödenecek.

Kanunla lisans sahipleri tarafından eksik harmanlanan her bir metreküp ürün için nispi oranda idari para cezası uygulanmasıyla, yaptırımların hakkaniyetli ve yükümlülüğe uyulması konusunda teşvik edici olması hedefleniyor.

45'İNCİ MADDE GERİ ÇEKİLDİ
Öte yandan teklifin, ömrünü doldurmuş en az 10 termik santrale 2 yıl daha baca gazı filtresi olmadan çalışma imkanı veren 45’inci Maddesi Meclis’te grubu bulunan 5 siyasi partinin ortak önergesi ile geri çekildi. Söz konusu maddenin çekilmesi için Meclis’e 60 bin imza verilmişti.

CUMHURİYET

14 Şubat 2019 Perşembe

DİSK işçisiz, işçiler DİSK’siz kalınca…- ALPASLAN AVAŞ

1967 yılının 13 Şubat’ı Türkiye işçi sınıfının sendikal alanda ileri atılımıdır. Türk-İş’ten kopup DİSK’i kuran beş sendika bu atılımın gerekçesini şu cümlelerle ifade ediyor: “Bugün üyeliğini bıraktığımız Türk-İş, iç ve dış sömürücülerin doğrultusunda yürüdüğü için gerçek bir işçi konfederasyonu kurmamız en önde gelen görevimiz olmalıdır.”

Arayış “gerçek sendika” içindir.

Türk-İş hangi iktidar işbaşında ise onun paralelinde yol izlemekte, üstelik bunu “partiler üstü politika” adı altında yapmaktadır. Bağımsızlığını sadece hükümet ve patronların güdümüne girmekle değil, aldığı dış yardımlarla da kaybetmiştir. Bütçesini işçi aidat gelirinin beş katına varan ABD yardımları oluşturmakta, sendikada çalışan kişilerin yarısının maaşı bu paradan karşılanmaktadır. İşçi sınıfının en güçlü silahı olan grevi bastırmak için uğraşmakta, grev yapan sendikaları cezalandırmaya soyunmaktadır.

Arayışın bu gerekçeleri ve daha fazlası ayrıntılarıyla DİSK’in kuruluş belgelerinde yer alıyor. Akla konulan işçi sınıfına ait sendikalar yaratmak, tersiyle mücadele etmektir.

Esasen DİSK’in çıkışı 47 sendikacılığı ile gecikmeli bir hesaplaşmadır da. 13 Şubat 1967’deki bu hesaplaşma, devletin ya da sermayenin verdiği kadarıyla yetinen, mücadelede meşruluğu değil yasal sınırları referans alan, varlığını işçi iradesiyle değil icazetle sürdüren sendika kabulüne karşıdır.

Bu ileri atılımı taçlandıran ise tartışmasız işyeri örgütlenmesidir. DİSK ve bağlı sendikaların toplu sözleşme yapma hakkının elinden alınması anlamına gelen yeni yasaya karşı işçilerin işyerlerinde başlatıp kent merkezlerine aktığı büyük direniş bu nedenle tesadüf değildir. Kuruluşundan sadece üç yıl sonra 1970 yılının 15-16 Haziranında işçiler, kendilerine ait bir sendikayı, o sendikanın kendilerini örgütlü kıldığı yerden, işyerlerinden başlayarak savunmuştur. 

Şalterler indi, işçiler dışarıya çıktı ve ülke gündemine müdahale etti. İşyerinde örgütlü işçinin dışında başka ne tür bir kuvvet DİSK’in böyle bir “gerçek sendika” olmasını sağlayabilirdi ki? 
DİSK demek işyeri örgütlenmesi demektir. 
Peki ya şimdi…
DİSK bugün işyeri örgütlenmesi üzerinde yükselmiyor, kendisini orada var etmiyor. DİSK kendisini güçlü kılan, kıldığı ölçüde de “gerçek bir sendika” yapan zeminin bugün çok uzağına düşmüş durumda.

Bu sadece örgütlenmenin önündeki zorluklarla açıklanabilecek bir durum değil. DİSK’i yönetenler işyeri örgütlenmesine yaslanmadan da konfederasyonun varlığını sürdürebileceğini keşfettiler. 90’ların ikinci yarısında başlayan 2000’lerin Avrupa Birliği lobiciliği, konfederasyon bütçesini ayakta tutmaya yetti. Projeler, fonlar, uluslararası eğitimler sendikaların saygın işleri oldu. Konfederasyon yöneticiliği düzenin sosyal demokrat partilerinin meclis koltuklarına basamak oldu. Sendika kurullarında görev yapan yönetici sayısı kadar bile katılım sağlanamayan basın açıklamaları, hayata tek bir noktada bile etki etmeyen iş bırakma-genel grev kararları, işçilerin gözünde konfederasyonun sadece eyleminin değil sözünün de değerini düşürdü. Birlik değil hesapçılık esas oldu. 

DİSK içinde mafya babasından sendika lideri icat etmek, ölümünün ardından onu “yaptıklarıyla yaşatma sözü vermek” ise dibe gidişin sonu yokmuş dedirtti.
Sonuç ne mi oldu? DİSK işçisiz, işçiler DİSK’siz kaldı.

DİSK yeniden ayağa kalkacaksa, bu bir kez daha işyerlerinden olacak. DİSK yeniden işçiyle buluşacaksa, önce işyerleri ayağa kalkacak. Çünkü işçi sınıfının “gerçek sendika” arayışı sona ermeyecek.

Alpaslan Savaş / SOL

İklim eylemleri daha ısınacak - EVRİM COŞAR BİLGİN

İsveçli iklim eylemcisi 16 yaşındaki Greta Thunberg’in başlattığı protesto Avrupa’ya yayıldı. İsveç Parlamentosu önünde, cuma günleri okula kırıp sabah sekizden öğleden sonra üçe kadar annesinin yoga minderi üzerinde oturma eylemi yapıp siyasileri önlem almaya mecbur etmek isteyen Greta’nın takipçileri İsviçre, Almanya ve Belçika’da siyasetçilerin koltuğunu sarsıyor. Geçen yıl 21 Ağustos’ta iklim protestosuna başlayan Thunberg, aylarca sürdürdüğü eylemleriyle bu yıl Davos’a ve Birleşmiş Milletlerin Polonya’da düzenlediği İklim Zirvesi’ne davet almıştı. Bu akımın öncüsü Thunberg iyi çalışınca İsviçre, Almanya ve Belçika’da da öğrenciler, aynı yolu takip etti. Yaklaşık altı haftadır, tüm Avrupa’da sayıları 70 bini bulan öğrenciler, okulu kırıp yolları, meydanları dolduruyor. Önümüzdeki haftalarda üniversitelilerden de perşembe günleri yapılan iklim eylemlerine destek gelecek. Avrupalı öğrencilerin amacı, iklim değişikliklerini önlemek için hareket etmeyen siyasileri hizaya getirmek. Açıkçası bunu başardılar da. Belçika’nın Flaman Bölgesi Çevre Bakanı Joke Schauvlige, geçen hafta istifasını vermek zorunda kaldı. İklim protestolarının onu istifaya zorlamak isteyen başka güçler tarafından manipüle edildiğini ve bu bilginin Belçika istihbaratı tarafından kendisiyle paylaşıldığını söyleyen Bakan, önce açıklamalarını geri aldı ve ardından da istifasını duyurdu. Bakan Joke Schauvlige, istifasını açıklarken yalan söylediğini kabul edip “Son haftalarda iyi uyuyamadım. Öfke ve dargınlık beni etkisi altına aldı. Ben de insanım ve hata yapabilirim” dedi. Bu öğrenciler “romantik silahşor” değil, kendi yarınları için meydanlarda, güçlerini kimse küçümsemesin.

İSVEÇ ÇEVRE BAKANI DA ELEŞTİRİ ALDI

İsveç’in Çevre Bakanı da bu hafta eleştiri oklarının hedefindeydi. Bu ocak ayında hükümet değişikliğiyle Çevre ve Enerji Bakanı olan Isabella Lövin, kendisine seçtiği planlama şefi Annika Jacobsson ismi dolayısıyla eleştiri aldı. “Hükümet programlarını uygulamakta bakana yardımcı olmak” gibi bir görev tanımı olan Annika Jacobsson, 2012-2014 yılları arasında Greenpeace’in İsveç şefiydi. Yeni hükümete oturan çevre ve enerji bakanlığının sorumluluk alanına nükleer güvenlik ve radyoaktif sızıntı da giriyor. Jacobsson, Greenpeace’teki görevi sırasında İsveç’teki nükleer santrallerin güvenliğiyle oldukça yakından ilgilendi. Ama duvarın diğer tarafından.
9 Ekim 2012’de 70 eylemci Forsmark ve Ringhals’taki nükleer santrallere girdi. Hem de deyim yerindeyse “kollarını sallaya sallaya”. Nükleer santrallerin tel örgüleri ve aşılması gereken duvarlarını sadece tahta merdiven dayayıp geçen eylemciler, santrallerin yeterince korunmadığını kanıtlamış oldu. Zamanında Annika Jacobsson, Greenpeace şefi olarak eylemin ardından İsveç Televizyonu’na “Santrallerin içine girilebiliyor mu diye kendi stres testimizi yaptık” açıklamasını yapmıştı. Jacobsson kendisi, “girişe” katılmamıştı ama eylemin arkasındaki isimdi. Greenpeace, bu eylemden iki yıl sonra 2014’te benzer bir izinsiz girişi Oskarshamn nükleer santraline yaptı. Bu sefer, 40 eylemci bölge mahkemesince yargılandı. Bugün bakanlıkta kendine bir makam bulan Annika Jacobsson, “O zaman ki rolüm, İsveç’in nükleer güvenliği hakkında kamu tartışması alevlendirmekti, bunu yaptık” diyor. Çevre ve Enerji Bakanı Lövin ise çalışma arkadaşının arkasında.

FİNLANDİYA’DAN VATANDAŞLIK MAAŞI DENEYİ

Finlandiya’da iki yıldır yürütülen bir toplumsal deneyin sonuçları, geçen hafta açıklanmaya başladı. Dünya basınının da ilk duyurulduğunda oldukça ilgisini çeken bu deney için 2 bin işsiz Finli vatandaş gönüllü olmuştu. Hedef 10 bin işsiz denekle çalışmaktı ama bu yakalanamadı. Finlandiya hükümeti, iki yıl boyunca 2 bin işsize, ayda 560 Euro vatandaşlık maaşı ödedi. İşsizlik parasından farklı olarak, bürokratik hiçbir zorluğu olmayan bu temel gelir, iki yıl boyunca işsiz kişiler, uzun veya kısa dönemli iş bulsa bile kesintiye uğramadı. İster evde otursunlar ister çalışsınlar ister tekrar eğitim hayatına dönsünler rasgele seçilen ve deneye katılmaya gönüllü olan 2 bin kişi, her ay ödemesini aldı. Bu gelir vergiye tabi tutulmadı ve hedef işsizleri iş edinmeleri için teşvik etmekti.
İki yıllık sonuçlar, bu deneyin uygulamaya sokulması kadar ilginç değil. Deneye katılanlar, işsizlik parasıyla vatandaşlık gelirinin aynı rakamlar olduğunu bildikleri halde, kendilerini bu gelirle daha rahat hissetmişler. Diğer işsizlerle karşılaştırıldıklarında, deney grubunun, sağlık durumunun daha iyi olduğu ortaya çıkmış. Daha az stres ve korku yaşayan bu grup, deney süresi boyunca toplumda kendilerini daha katılımcı olarak nitelemişler.
EVRİM COŞAR BİLGİN / BİRGÜN

13 Şubat 2019 Çarşamba

CHP’nin oyu (I-II) - Öztin Akgüç

(I)

Son yıllarda yapılan seçim sonuçlarından da esinlenerek CHP’nin potansiyel oyunun yüzde 25 olduğu ileri sürülmektedir. Bu savın rakip partiler tarafından desteklenmesi doğaldır. Oy potansiyeli yüzde 25 olan bir partinin TBMM’de çoğunluk sağlama, başkanlık seçimini kazanma olasılığı çok zayıftır. Bu oy oranı ile CHP’nin muhalefette kalmaya mahkûm parti olduğu algısı yaratılmaktadır. 

CHP yönetiminin de yüzde 25 oy sınırını benimsediği izlenimini veren davranış ve açıklamaları olmaktadır. 2002 sonrası rakip bir parti olmamasına, her alanda başarısız bir iktidara karşı oy oranının yüzde 25 düzeyini aşamaması, CHP yönetimine hoşgörülebilir bir özür sağlamakta, CHP’nin çekirdek oyu bu kadar gerekçesiyle, esnekleşme, sağa açılma, ittifaklar gerekli stratejisi izleme olanağını vermektedir. Gerçekten CHP’nin çekirdek oyu yüzde 25 midir? Bu savın 1950 sonrası seçim sonuçları dikkate alınarak irdelenmesi gerekir. 

Şaibeli 1946 seçim sonucu bir yana bırakılırsa, iktidarı yitirdiği 1950 seçiminde yüzde 40 oy alan CHP için en kritik seçim, ilk kez muhalefet olarak katıldığı 1954 seçimidir, mallarına el konulmuş, Halkevleri, halk odaları kapatılmış, CHP zor koşullarla seçime girerken; DP en elverişli olanaklarla seçime katılmıştır. 2. Dünya Savaşı boyunca ithalat yapılamadığından ülkede altın rezervi birikmiş, dünya savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçmiş, 1951 Kore Savaşı özel bir ekonomik konjonktür yaratmış, tarım ürünleri fiyatları artmıştı. Biriken uluslararası rezerv, dünya ekonomisinde genişleme, Kore konjonktürü DP’ye bol ithalat olanağı yaratmış, ülke savaş yılları ile kıyaslanmayacak ölçüde bolluk yaşamış. Bu koşullarla yapılan seçimde CHP’nin oyu yüzde 35.1’e düşmüştür.
 
1957 seçimlerine gidilirken koşullar değişmiş, biriken rezerv tükenmiş, Kore konjonktürü sonlanmış, ülkede döviz kıtlığı, ithalat zorlukları başlamış, enflasyon tozlanmış, bütçe açıkları büyümüş, ülkede savaş yıllarını andırır şekilde idari kararlarla tayınlama, fiyat narhları gibi uygulamalara başvurulmuştu. Enflasyon sürecinin durdurulamaması üzerine istikrar tedbirleri alınması zorunluluğu duyulmuş, belki de ekonomimizin en kapsamlı istikrar programı uygulanarak, yüzde 300 oranında devalüasyon yapılmış, tüm KİT ürünleri zamlanmış, vergiler artırılmış, kamu harcamaları kısılmıştır. 

1957 seçimi ülkedeki şaibeli seçimlerden biridir, ilk gelen bilgiler CHP’nin iktidara gelmekte olduğu yönünde iken, gece başabaş giden illerde seçim sonucu az farkla DP lehine dönmüş, resmi sonuç olarak DP’nin oyu yüzde 50’nin altına düşerken CHP’nin oyu yüzde 40.6’ya yükselmiştir. Gaziantep gibi çok az farkla DP lehine biten illerde yeniden oy sayımı yapılması, Gaziantep adliye binasının yakılmasıyla gerçekleştirilememiştir.
 
Sağcı partiler, seçimle iktidara geldikten sonra seçimle gitmemenin yollarını aramakta; başa baş giden seçimlerde daha sonraki örneklerde görüldüğü gibi, ücra yerlerde geç saatlerde sandıklar açılmakta, kalorifer dairelerinde, dere yataklarında oy torbaları bulunmakta, geçersiz oylar geçerli sayılmakta, hiçbir şey olmasa trafoya kediler girmekte, seçim sonucu bir şekilde iktidar lehine çevrilmektedir. 

1957 seçimleri DP için sonun başlangıcı olmuş, 27 Mayıs Askeri Hareketi sonrası 1961 yılındaki seçimde CHP yüzde 36.7 oyla birinci parti olmuş; ancak TBMM’de salt çoğunluğu sağlayamadığından, ülke 1964 yılında Lyondon Johnson’ın mektubuna değin İsmet İnönü başkanlığında koalisyon hükümetleriyle yönetilmiştir. 
1960’lı yıllar sol akımların güçlendiği yıllar olmuş, TİP’in ilk kez 1965 seçimine katılması; CHP’nin oylarının yüzde 28.7’ye gerilemesi etkenlerinden biri olmuştur. CHP ortanın solu sloganı ile sosyal demokrat parti kimliği aldıktan sonra ilk girdiği 1969 seçiminde oy oranı yüzde 27.4 olmuş; ancak bu seçimde CHP’den ayrılan milletvekillerinin Turhan Feyzioğlu başkanlığında oluşturduğu Milli Güven Partisi yüzde 6.6 düzeyinde oy almıştır. 

CHP’nin yüzde 33.3 oyla birinci parti olduğu 1973 seçimi sonrasında Ecevit başkanlığında koalisyon hükümeti kurulmuştur. CHP’nin birinci parti olarak en yüksek oy düzeyine ulaştığı seçim yüzde 41.4 oyla 1977 seçimidir. AKP 2002 yılında yüzde 34 oyla yüzde 66 düzeyinde milletvekilliği kazanırken, CHP’nin yüzde 41.4 oyla TBMM’de salt çoğunluk sağlayamaması, Ecevit başkanlığında bir tür '6Boalisyon hükümeti kurmak zorunda kalması, seçim sisteminin bir cilvesi olarak görülebilir. 


CHP, 1980 yılında ülke yönetimine el koyan askeri yönetimce 1981 yılında kapatılmış; 1992 yılına değin kapalı kalan CHP’nin açılış sonrası oylarındaki gelişmeler izleyen yazımızda açıklanmaya çalışılacaktır.

(II)

Cumhuriyetin ilanından önce, 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Paşa tarafından Halk Fırkası adıyla 1935 Kongresi’nde kurulan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) unvanını alan parti, 1981 yılında askeri yönetim tarafından kapatılmıştır. 

Çok partili siyasal yaşama girildikten sonra şaibeli, tartışmalı 1946 seçimi bir yana bırakılacak olursa CHP, kapatılmadan önceki 8 milletvekili seçiminde en düşük 1969 seçimi, en yüksek 1977 seçimi olmak üzere yüzde 27.4 ile yüzde 41.4 aralığında değişen oy almıştır. Bu dönemde oy oranı aritmetik ortalama olarak yüzde 35 düzeyinde olan CHP, üç kez de seçimlerde birinci parti olmuş ancak seçim sistemi cilvesi, TBMM salt çoğunluğu sağlayamadığından koalisyon hükümetleri kurmuştur. 

CHP, 1992 yılında yeniden açıldıktan sonra ilk girdiği 1995 genel seçiminde yüzde 10.7 oy almış, 1999 seçiminde ise yüzde 8.7 oy oranı ile seçim barajını aşamayarak parlamento dışı kalmıştır. CHP’nin geleneksel oyları DSP ile bölüşüldüğünden, CHP parlamento dışı kalırken DSP yüzde 22.2 oyla birinci parti olmuş, iki partinin oy oranı yine de yüzde 31 düzeyini bulmuştur. 

2002 seçiminde AKP yüzde 34 oyla TBMM’de yüzde 66 düzeyinde milletvekili kazanırken CHP, yüzde 19.4 oranı ile ana muhalefet olmuştur. 

CHP, 2002 sonrası yapılan milletvekili seçimlerinde, her alanda başarısız AKP iktidarına karşı, yüzde 25 oy oranını aşamamış, 24 Haziran 2018 seçimlerinde oy oranı yüzde 22 düzeyine değin gerilemiştir. 1977 seçimindeki oy oranının ayrıksı, istisnai olduğu düşünülse dahi, oy oranı 1950-77 dönemindeki oy ortalamasının 13 puan, oransal olarak yüzde 35 altında kalmıştır. 

CHP, oy oranının gerilemekte oluşunun, iktidar alternafi olmaktan uzaklaşmasının nedenlerini araştırmalıdır. Bu konuda yapılacak bir araştırma partiye sorunlar ve seçimlerde izlenecek strateji konusunda yol gösterici ipuçları verebilir.

CHP’li seçmen, sağcı parti seçmeninden farklı olarak, irdeler, sorgular hatta kuşkulanır. Bazı araştırmaların da desteklediği gibi, geçmiş dönemlerde CHP’ye oy vermiş seçmenin önemli bir bölümü 2002 sonrası sandığa gitmiyor. Sandığa gitmeme, ülkede mevcut düzene bir tepki olabileceği gibi, CHP yönetimine karşı bir tepki göstergesi de olabilir. Sandığa giden CHP’li seçmenin bir bölümü de terim yerinde ise stratejik oy kullanmakta, baraj altında kalabileceğini düşündüğü partinin TBMM’de temsili için oy kullanmakta; sınırlı bir bölümü de sadığa giderek tepkisini geçersiz oy atarak göstermektedir.

İlk kez oy kullandığım 1957 seçiminden bu yana CHP’ye oy veririm. Partinin kurumsal kimliği ile yöneticileri, adayları arasında ayrım yapılmasına; CHP’lilerin hancı, başkan dahil yöneticilerin, adayların yolcu olduğu düşüncesine katılırım. Sandığa gitmeyi, sandığa sahip çıkmayı görev olarak düşünür; istifaların da partinin arınması olarak yorumlanmasını doğru bulurum. 

CHP, Cumhuriyetin devrimlerini gerçekleştirme, koruma amaçlı bir misyon partisidir. Partideki görevlerden istifa edilebilir, partiden istifa ise inançlardan vazgeçmedir.
AKP- MHP ittifakı ülkede rejim değişikliğini olup bittiye getirmeye çalışıyor. Siyasal rejimin oya katılanların yüzde 50 + 1 oyu ile değiştirilmeye kalkışılması, siyasal etiğe ve hukukun genel ilkelerine uygun değildir. Özel hukukta dahi önemli kararlar yüzde 60, üçte iki gibi nitelikli çoğunlukla alınmaktadır. Kaldı ki ülkemizde yüzde 50 + 1 yeter sayısının gerçekleştiği de kuşkuludur. Bu kuşku nedeniyle ittifak, yerel seçim de olsa, fiili rejim değişikliğine demokratik meşruiyet aramaktadır. Seçim sonucunun kendileri için sonun başlangıcı da olabileceğini öngörerek, kendi bekalarını ülkenin bekasıymış gibi kamuya sunma çabası içindeler. 

CHP seçmenin seçimin bu yönünü de dikkate alarak, kişi veya kişilere kızgınlıkları bir yana bırakarak, oylarıyla partiye ve Cumhuriyete sahip çıkmaları beklenir.

Öztin Akgüç / CUMHURİYET