7 Mart 2019 Perşembe

Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler(IV) - (Kaynak-T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı)



Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler



51) Sardis Kökenli Tıp Aletleri (2009 A.B.D.) 6 Ekim 2008 tarihinde ABD Arizona eyaleti Phoenix kentinde ikamet eden R.V. STEPHENS, Sardes antik kentine ait olduğunu belirttiği tıp aletleri koleksiyonunu, geçen yaz Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında, Türkiye’ye bağışlamak istediğini belirtmiş, söz konusu eserleri 21/07/2009 tarihinde ülkemize getirmiş ve Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nde düzenlenen bir törenle eserler Müze Müdürlüğü tarafından teslim alınmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından eserler üzerinde yapılan inceleme sonucunda, eser grubunun Roma Dönemi’ne ait 12 adet bronz cerrahi alet ile olasılıkla 1 adet sarkaçtan oluştuğu anlaşılmıştır. Eserlerin tümünün 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında müzelik değerde olduğu ve eserlerin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Maden ve Hulliyat eserleri koleksiyonuna kaydedileceği belirtilmiştir.



52) Efes Kökenli Stel (2009 Almanya)  Alman Vatandaşı Ilse WIGAND Efes Müze Müdürlüğüne bir dilekçe vererek Efes Kökenli olduğunu belirttiği steli iade etmek istediğini belirtmiş, bunun üzerine gerekli çalışmalar yapılarak, eserin Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla ülkemize getirilmesi sağlanmıştır. Eser 03.10.2009 tarihinde Efes Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüne teslim edilmiştir.



53) Avusturya Tarafından İade Edilen 4 Adet Eser (2009 Avusturya) Avusturya Innsbruck’daki “Tyrol Museum Landesmuseum Ferdinandeum” isimli müzeye Hülya ÖZDEMİR isimli bir Türk vatandaşı tarafından getirilen bir adet kandil ve bir adet sikkeye Avusturyalı yetkililer tarafından el konulması üzerine yapılan araştırmalarda eserlerin ülkemiz kökenli olabileceği belirlenmiş ve iade çalışmalarına başlanmıştır. Söz konusu eserlere ek olarak Nişan Bagos AŞÇİYAN isimli bir vatandaşın ülkemize hediye etmek istediği el yazması Kur’an yapraklarının da Bakanlığımız görevlilerine teslim edilmek üzere Salzburg Başkonsolosluğumuzdan alındığının bildirilmesi üzerine her iki gruptaki eserlerin 03.02.2009 tarihinde ülkemize iadeleri sağlanmıştır. Eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğünde koruma altına alınmıştır.



54) Tatarlı Tümülüsü'ne Ait Ahşaplar (2010 Almanya) Bir kısmı 1969 yılında ülkemizden kaçırılan ve M.Ö. 450 yıllarına tarihlenen Afyon Tatarlı Tümülüsüne ait ahşap parçalarının Almanya, Münih Arkeoloji Müzesinde olduğu, Prof. Dr. Peter Ian KUNIHOLM’un 2005 tarihindeki dilekçesinde bildirilmiştir. Bakanlığımızın girişimleri sonucunda Münih Arkeoloji Müzesinde bulunan 38 küçük ahşap parçası ve 4 adet kalas 18.02.2010 tarihinde ülkemize getirilmiş olup Afyonkarahisar Müze Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Afyonkarahisar Müzesi Müdürlüğüne götürülen ahşap parçaları müze müdürlüğünde bulunan diğer ahşap parçalarla birlikte Türk ve Alman restoratörlerin ortak çalışmasıyla yeniden ayağa kaldırılması ve Tatarlı Tümülüsünün Mezar Odasının İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde İstanbul’da sergilenmesi planlanmaktadır. 



55) Sırbistan’dan İadesi Sağlanan 1865 Adet Eser 2004 tarihinde Sırbistan Batrovci Sınır Kapısı’nda ele geçirilen eserlerin çoğunluğunun Anadolu kökenli olduğunun belirlenmesi üzerine, konu öncelikle iki ülke uzmanlarınca yapılan görüşmelerde gündeme alınmış, 25.02.2011 tarihinde Sn. Bakanımız Ertuğrul GÜNAY ve heyetinin Sırbistan ziyareti sırasında ülkemize iadesi sağlanmıştır. Söz konusu eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.



56) İngiltere’den İadesi Sağlanan 17 Adet Eser  Son olarak, 1963-1970 yılları arasında ülkemizde yaşamış bir İngiliz vatandaşının oğlu, babasının ülkemizde bulunduğu yıllarda edinmiş olduğu çeşitli dönemlere ait ve çok iyi durumda olan eserleri ülkemize iade etmek istediğini bildirmiştir. 30.03.2011 tarihinde Bakanlığımız uzmanlarınca teslim alınan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.




57) Almanya'dan İadesi Sağlanan Boğazköy Sfenksi Boğazköy’de, 1906-1907 ve 1911-1912 yıllarında Müze-i Hümayun başkanlığında ve Alman heyet üyelerinin de katılımıyla yapılan kazılarda Hitit Kraliyet Arşivi’ne ait 10.400 civarında tablet ve iki sfenks bulunmuştur.


Yapılan anlaşma gereğince, 1915 ve 1917 tarihlerinde tabletler ve sfenksler, temizleme, onarım ve yayın çalışmaları için -iade edilmek üzere- Alman kazı ekibi üyeleri tarafından Berlin’e götürülmüştür. Onarımları tamamlanan 3.000 civarında tablet ile sfenkslerden biri ve bu sfenkse ait kanat parçaları 1924-1942 yılları arasında ülkemize iade edilmiştir.Almanya’da kalan sfenksin iadesi için 1938 yılına kadar görüşmelere devam edilmiştir. Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlaması ve savaş sonrası Berlin Müzeleri’nin Doğu Almanya’da kalması nedeniyle ilişkiler kesilmiştir.

Ülkemizin,  1973 yılında Doğu Almanya’yı resmi olarak tanıması ile 1974 yılında sfenksin iadesine ilişkin görüşmelere yeniden başlanmıştır.

 Doğu Almanya ile geliştirilen iyi ilişkiler neticesinde, 1987 yılında geriye kalan yaklaşık 7.400 tabletin iadesi sağlanmış ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde koruma altına alınmıştır. Aynı yıl içinde sfenksin iadesi amacıyla UNESCO’ya başvuru yapılmıştır.Birincisi 18 Nisan 2011 tarihinde Ankara’da, ikincisi 13 Mayıs 2011 tarihinde Berlin’de gerçekleştirilen toplantılar sonucunda, bir anlaşma metni üzerinde mutabakata varılmış olup, eserin iadesi 27.07.2011 tarihinde sağlanmıştır.

Boğazköy Sfenksi M.Ö. 1300 yıllarına, Hitit İmparatorluk Dönemine tarihlendirilmekte olup,  yaklaşık olarak 3300 yıllıktır. Kireçtaşından yapılmış olan söz konusu eser, 258 cm. boyunda, 175 cm. eninde ve yaklaşık olarak 1700 kg. ağırlığındadır. 
  
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde restorasyon çalışmaları tamamlanan Sfenks diğer eşiyle birlikte Boğazköy Müzesine taşınmış olup, 26.11.2011 tarihinde yapılan bir törenle Boğazköy Müzesinde sergilenmeye başlanmıştır.


58) Amerika'dan İadesi Sağlanan Yorgun Herakles Heykeli (2011) Perge Örenyeri’nden 1980 yılında bilimsel kazılar sonucu alt yarısı çıkarılan Herakles Heykelinin, üst yarısının Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde (BGSM) bulunduğunun 1990 yılında tespit edilmesi üzerine Bakanlığımız girişimleri başlatılmış ve Dışişleri Bakanlığı ile koordineli olarak uzun yıllar devam etmiştir. Bakanlığımız heyetinin 22-23 Eylül 2011 tarihleri arasında Amerika’da Boston Güzel Sanatlar Müzesi yetkilileri ile karşılıklı iyi niyet çerçevesinde gerçekleştirdiği müzakereler sonucu 22.09.2011 tarihinde BGSM ile bir mutabakat zaptı imzalanarak Herakles Heykeli’nin üst yarısı teslim alınmıştır. Söz konusu heykel, Başbakanımızın ve beraberindeki heyetin bulunduğu uçakla 25.09.2011 tarihinde ülkemize getirilerek Bakanlığımız uzmanları nezaretinde Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilmiştir.Antalya Müzesi’nde bulunan söz konusu heykelin alt bölümü ile yurt dışından getirilen üst bölümü restoratörlerimiz tarafından titizlikle birleştirilerek 09.10.2011 tarihinde Antalya Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır.



59) Washington Kültür ve Tanıtma Müşavirliği'ne Teslim Edilen Eserler (2012 A.B.D.)

Bakanlığımız Washington Kültür ve Tanıtma Müşavirliğimize yapılan iki başvuru neticesinde ülkemiz kökenli ve ülkemizden çeşitli zamanlarda yurt dışına çıkarılan bir adet yazıt ve bir adet heykel başı ülkemize iade edilmek üzere anılan müşavirliğimize teslim edilmiştir. Bu eserlerden Roma Dönemi’ne tarihlenen, mermerden 11 satırlık yazıt, 1964-1996 yılları arasında ülkemizde görev yapan bir Amerikalı tarafından Amerika Birleşik Devletlerine götürülmüştür. Söz konusu eserin ülkemiz kökenli olması nedeniyle adı geçen şahsın oğlu tarafından Bakanlığımız Washington Kültür ve Tanıtma Müşavirliğine başvurularak, ülkemize iade edilmek istenmiştir. Diğer eser ise yine bir Amerikan vatandaşı tarafından posta yoluyla müşavirliğimize gönderilmiştir.
 
Söz konusu 2 adet eser 25.07.2012 tarihinde Bakanlığımız uzmanları refakatinde Dışişleri Bakanlığından teslim alınmış olup aynı gün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğüne teslim edilerek, muhafaza altına alınmıştır.


60) Amerika'dan İadesi Sağlanan Troya Eserleri (2012 A.B.D.) Çanakkale İli, Troya Antik Kenti’nden kaçak kazılar yoluyla elde edilerek Amerika Birleşik Devletleri’ne götürülen Troya eserleri, Pensilvanya Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi (Penn Müzesi) tarafından, kaçak olduğu bilinmeden anılan ülke kanunlarına uygun olarak 1966 yılında satın alınmıştır.

Erken Tunç Çağına tarihlenen 24 parça altın takıdan oluşan eserler, Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün girişimleri sonucu Penn Müzesi yetkililerinin de konu hakkında gösterdikleri iyi niyet ve işbirliği sayesinde 01/09/2012 tarihinde ülkemize iade edilmiştir.
Söz konusu eserler, Troya Antik Kenti’nde yapılması planlanan müzenin çalışmaları tamamlanıncaya kadar Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde teşhirde ve ziyarete açıktır.


61) Hannover Başkonsolosluğu’na Teslim Edilen 4 Adet Mermer Kültür Varlığı (2012 Almanya) Bir Alman vatandaşı tarafından Hannover Başkonsolosluğu’na teslim edilen 4 parça mermer eser diplomatik kargo ile yurda getirilerek 27.03.2012 tarihinde Bakanlığımız uzmanları tarafından Dışişleri Bakanlığı’ndan teslim alınmıştır. Söz konusu eserler aynı gün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilmiş olup halen anılan müze müdürlüğünde muhafaza edilmektedir.



62) Bursa Sinanpaşa Camii’nin Çinileri (2012 İngiltere) Bursa Sinanpaşa Camii’nde 2002 yılında gerçekleştirilen soygunda çalınan ve üzerinde Kur’an-ı Kerim’den Haşr Suresi’nin 23. Ayeti’nin bir bölümünün yazılı olduğu pencere süslemesini oluşturan 34 parça çini karo; 08.08.2012 tarihinde İngiltere’den iadesi sağlanarak Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilmiştir. 


Bakanlığımızca görevlendirilen konuyla ilgili 5 kişilik uzman bir ekiple çiniler üzerinde temizlik, restorasyon ve konservasyon çalışmaları yürütülmüştür. Söz konusu eser, muhafaza altına alındığı Ankara Etnoğrafya Müzesi Müdürlüğü’nde teşhirde ve ziyarete açıktır.Bu eserde işlenen Haşr Suresi’nin 23. Ayeti meali, Diyanet İşleri Başkanlığınca şöyle aktarılmaktadır: “O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olandır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.”



63) Bulgaristan'dan İadesi Sağlanan 19 Adet Muhtelif Eser ile 1 Adet Mermer Heykel (2012 Bulgaristan)  Bulgaristan’ın Lesovo Sınır Kapısı’nda, gümrük kapısı görevlileri tarafından yapılan bir aramada Türk plakalı tekstil ürünü taşıyan bir kamyonda M.S 2. yüzyıla tarihlenen Akdeniz mermerinden yapılma bir heykelin ele geçirildiğinin ve söz konusu heykelin Burgaz Bölge Tarih Müzesi’ne bağışlandığının 2011 yılı Ekim ayında Dışişleri Bakanlığı tarafından Bakanlığımıza bildirilmesi üzerine eserin iadesi için Bakanlığımızca gerekli girişimler başlatılmıştır.Batı Anadolu ve Akdeniz bölgesindeki antik kentlerden birinde bulunmuş olabileceği düşünülen söz konusu heykele ait fotoğraflar üzerinden uzmanlar tarafından yapılan inceleme sonucunda; eserin M.Ö 2. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olduğu, kronolojik özelliğinin Geç Helenistik Devir’de Anadolu kökenli kadın heykelleri ve mezar taşlarında çok görülen bir özellik olduğu, incelemeye konu eserin 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yurt dışına çıkarılması yasak eserlerden olduğu ifade edilmiştir.

Sayın Bakanımız Ertuğrul GÜNAY ve maiyetindeki bir ekip tarafından 06-07 Kasım 2012 tarihleri arasında Bulgaristan’a gerçekleştirilen ziyaret esnasında yaklaşık 97 cm boyundaki söz konusu mermer kadın heykeli ile sikke, kurşun mühür, şamdan altlığı ve bronz mumluklardan oluşan 19 adet eserin daha ülkemize iadesi sağlanmıştır.
Söz konusu eserler 07/11/2012 tarihinde Edirne Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilerek muhafaza altına alınmıştır.


64) Dallas Sanat Müzesi'nden İadesi Sağlanan Orpheus Mozaiği (2012 A.B.D.) 

Antik Yunan mitolojisinde müzik, şiir gibi kavramlarla özdeşleştirilen ozan Orpheus’un vahşi hayvanları ehlileştirme sahnesinin yer aldığı Roma Dönemi’ne ait Mozaik panonun Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Dallas Sanat Müzesi’nde sergilendiğinin Bakanlığımızca öğrenilmesi üzerine yapılan araştırmalar sonucu söz konusu eserin Şanlıurfa (Edessa)’ya ait olduğu tespit edilmiştir. 2012 yılında, Mozaik panonun Şanlıurfa’dan yasa dışı yollarla nasıl çıkarıldığının araştırılması amacı ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılarak söz konusu eserin kaçırılışına dair deliller toplanmıştır. 


Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının somut veri sağlanmasında gösterdiği titizlik sayesinde eserin kaçak kazı yapılırken, yerinden sökülmeden önce kaçakçılar tarafından çekilen fotoğraflarına ulaşılmıştır. Eserin 1998 yılında kaçak kazı ile yerinden söküldüğü anlaşılmış ve yerinde çekilen fotoğraflar Dallas Sanat Müzesi’ne gönderilmiştir.  Konu ile ilgili olarak yapılan görüşmeler sonucu karşılıklı iyi niyet çerçevesinde ikili kültürel işbirliğini kapsayan bir mutabakat zaptı hazırlanmıştır. Bakanlığımızı temsilen bir heyet Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek 03.12.2012 tarihinde Dallas Sanat Müzesi yetkilileri ile söz konusu mutabakat zaptını imzalamış ve eseri teslim almıştır. 


Eser Türk Hava Yolları tarafından titizlikle taşınarak 06.12.2012 tarihinde ülkemize getirilmiş olup 09.12.2012 tarihinden itibaren İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde sergilenmektedir.



65) Taş Eser (2012 A.B.D.) Kimliği bilinmeyen bir Amerikalı şahıs tarafından New York Kain Türk Kültür Merkezi’ne bırakılan taş eser, New York Başkonsolosluğu aracılığıyla Türkiye’ye gönderilmiştir. 28/12/2012 tarihinde Bakanlığımız uzmanları tarafından teslim alınan söz konusu eser, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza edilmektedir.


(devam edecek....)

Mustafa Kırcı
(Kaynak : T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı)


 
 


6 Mart 2019 Çarşamba

Evet, gençlik hâlâ bizzat bahardır - MİNE SÖĞÜT

Bu kesinlikle bir Türkiye baharı değildi; orası baştan beri belliydi ama olan bitenin gerçek kahramanları bizzat hayatlarının baharındaydılar. 

Bu öyle güzel bir bahardı ki, gazdan kaçarken bile çarpıştıklarında birbirlerinden özür diliyorlardı. 

Karşılarına cop ve kalkanlarla dikilen yaşıtları polislere yüksek sesle kitap okuyorlardı.
 
Bütün gün saldırılara direnip sabaha karşı sokaklardaki çöpleri topluyorlardı. 

TOMA’ların yolunu kesecek barikatlar için harıl harıl malzeme ararken, simitçinin tezgâhını kenara çekip kolluyorlardı. 

Gaz saldırıları sırasında kendilerinden çok, korkmuş, yaralanmış sokak hayvanları için telaşlanıyorlardı. 

Devamlı, “Şiddet yok arkadaşlar! Şiddet yok!” diye bağırıyorlardı. 
Yaptıkları en “fena” şey, arada sırada melodili sloganlarla Tayyip Erdoğan’a “ayıp”  laflar söylemekti. 

Sokaktaki çocuklar itaatsiz, sivil ve pasiftiler. Karşılarındaki polis ise itaatkâr, resmi ve manik. Kontrolden çıkan resmi şiddet, üç gün önce polislere kitap okuyarak direnen çocuklardan birini nihayetinde isyan ettirdi.
 
Çocuk “Yeter, halk darbe yapsın artık” dedi.

Haliniz var mı, ona halkın darbe değil, yapsa yapsa devrim yapabileceğini anlatmaya? 
Diliniz varır mı, devrimin silahsız yapılmadığını, silahla yapılanından da bir hayır gelmediğini söylemeye? 

Peki, ya cesaretiniz var mı; gençlik ne kadar ilkbaharsa halk da o kadar sonbahardır demeye? 

Halk yani, geniş kitle orta yaşlıdır. Kaybedecek çok şeyi vardır: Ailesi, evi, işi, düzeni, huzuru... O yüzden orta yollu politikaları sever. Kolay boyun eğer. İsyana dudak büker. Dününe sahip çıkar, yarınıyla ilgili hayaller kurar ama bugününü asla tehlikeye atmaz. Düzen düşkünüdür. İşine gelmeyen çoğu şeyi duymaz, görmez, söylemez. Çoğunluk olmanın olanaklarıyla, hayatın bir köşesine siner ve temkinlere bürünür. 

Provokasyonların göz göre göre işe yaraması bundandır. Geniş kitleler bilgileri sezgileriyle birleştirip “Gerçek nedir” sorusuna yanıt aramakla uğraşmazlar. Yanıta giden yolun ve belki de bulacakları yanıtın, güvenli sandıkları hayatlarına zarar vermesinden korkarlar. Geniş kitleler o yüzden gördüklerini, duyduklarını olduğu gibi kabul etmek isterler. Güçlü olanın diline inanmaya yatkındırlar. 

Kurnaz iktidarlar güçlerini bu omurgasız geniş kitlelerden alırlar. Onları, dilinin kemiği olmayan yöneticilerle rahatça yönetirler. 

Sonra bir bakarsınız, gençlerin sivil itaatsizliği, pasif direnişi, soylu talepleri geniş kitlelerin marazi tercihleri yüzünden, yoldan çıkarılmış bir öfkenin kurbanı oluvermiş. Güçlü bir politik karşı çıkışa dönüşebilecek temiz enerji bir anda kolayca kirletilmiş. 
Elimizde ne var bir bakalım: İktidar tarafından kimi susturulmuş kimi yönlendirilmiş bir basın, bilgi kirliliğiyle aklı karıştırılmış geniş kitleler, cezaevlerine kapatılmış aydınlar, olan bitene isyan edip sokaklara dökülen çoğu genç binlerce insan, onları öldüresiye geri püskürtmeye çalışan gözü dönmüş bir polis gücü ve bir türlü içinden çıkılamayan kocaman bir “Bundan sonra ne olacak” sorusu... 

Bu ülkede bundan önce de benzer şeyler yaşandı ve sonrasında hiçbir zaman “iyi şeyler” olmadı. 

Artık öğrendik, bahar muhteşemdir ama... Maalesef öncesi dondurucu soğuk, sonrası kavurucu sıcak... 

Oysa kurdukları yeni bir dille iktidara itiraz eden bu gençler baştan aşağıya haklılar ve son derece masumlar. 

Günlerdir zift gibi karanlık bir dille onları hırpalayan iktidarsa baştan aşağıya haksız ve son derece küstah. 

Her zaman olduğu gibi küstahlık muhtemelen masumiyeti yenecek. 

Ama bu, masumiyetin küstahlıktan daha bilge olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.

***
Yukarıdaki yazı Gezi’nin ilk günlerinde, 4 Haziran 2013 tarihinde yazıldı. 
Aradan neredeyse altı yıl geçti. 

Gezi’yi bir terör hareketi gibi göstermek için, hukuka ayıp zorlamalarla hazırlanan ve ülkenin kıymetli aklını bir suçmuş gibi damgalayan iddianame masumiyeti alaşağı etmeye çalışan niyeti bozuk bir küstahlığın nişanesi. 

Ve masumiyet bu topraklarda hâlâ o küstahlıktan daha bilge ve değerli.

Mine Söğüt / CUMHURİYET

İşsizlik Fonu yağmasında SGK’nın payı var mı? - KADİR SEV

Bağımsız denetçi raporlarında; “belgeleri incelemedik ama yağmalandığı izlenimi edinmedik” yazıyor.

İnanmayabilirsiniz, 2015 yılı raporundan kısa bir alıntı yapalım;
“Fon yönetimi, Sayıştay raporuna dayanarak, bilgilerin güncel tutarlarının bildirilmesi için defalarca SGK’na başvurmuş olmasına karşın yanıt alamamıştır. SGK ile Fon yönetimi arasında mutabakat sağlanmadığı görülmektedir. Bununla birlikte mali tabloların gerçeği doğru ve dürüst bir biçimde yansıtmadığı konusunda herhangi bir hususa rastlanılmamaktadır.”

İşsizlik Sigortası Fonunu hem bağımsız denetçi sıfatıyla yeminli mali müşavirler hem de Sayıştay denetliyor. Sonucu görüyorsunuz…

Rapora konu edilen olay kısaca şöyle:
İşsizlik sigortası prim hesaplarının sigortalı ve işyeri bazında tutulması; tahsil edilmesi; Fon hesabına yatırılması görevlerini, 4447 sayılı Yasa gereği SGK yürütüyor. İki Kurum arasında yapılan bir protokole göre bu bilgileri içeren ayrıntılı cetvelleri İŞKUR’a vermesi gerekiyor.

Sayıştay denetçileri 2006 yılında cetvellerle, Fon hesabına yatırılan tutarları karşılaştırmış; 553 milyon lira eksik yatırıldığını görmüşler. Nedeni araştırılınca, patronlardan tahsil edilemediği için yatırılmadığı anlaşılmış. Denetçiler bunu sorgu konusu yapmış. SGK’dan ses çıkmamış. Üstelik o tarihten sonra bir daha cetvel falan da vermemişler.

Sayıştay, 12 yıl boyunca hem cetvelleri istemiş hem de 553 milyon liranın tahsil edilip edilmediğini; edilmemişse nedenini; edilmişse Fon hesabına yatırılıp yatırılmadığını sormuş. SGK bu soruları her seferinde; “tahsil edilip aktarılmayan para yoktur” sözleriyle yanıtlamakla yetinmiş.

Ocak-Haziran/2018 dönemi bağımsız denetim raporunda, Fonun 553 milyon lira alacağının, İŞKUR yönetim kurulunun Şubat/2018 tarihinde aldığı bir karar uyarınca silindiği belirtiliyor.

Sayıştay’ın 2017 yılı raporunda ise “silme” sözcüğü kullanılmıyor. Fon yönetimi 2017 yılındaki Sayıştay sorgusunu; “düzeltme kaydı yapılarak fark 14 milyon liraya düşürülmüştür” diye yanıtlamış.

Fonun yarım milyar lirayı aşan parasının iç edildiği anlaşılıyor.

İŞKUR yönetim kuruluna Fon alacaklarını silmek yetkisi tanındığını düşünemeyiz.
Burada biraz duralım:
Kurum yönetim kurulu 6 kişiden oluşuyor. Genel Müdür, doğal üyesi. Çalışma ile Maliye Bakanlıklarından birer temsilci görevlendiriliyor. Kalan üç üyesinden birini TESK, kalan ikisini ise en çok üyesi olan işveren ve işçi konfederasyonları seçiyor. İşveren temsilcisi olarak atanan üye TİSK ve aynı zamanda MESS üyesi. İşçileri ise geçtiğimiz Ekim ayında bir milyon liralık makam aracı almasıyla ünlenen Şeker İş Genel Başkanı temsil ediyor.

Yukarıdaki bileşimden, hiç kuşkunuz olmasın, işçilerin çıkarına olacak bir karar çıkmaz.

Fonun 553 milyon lira alacağını hangi yasadan aldığı yetkiye dayanarak ve neden sildiğinin hesabını, Yönetim Kurulunun doyurucu biçimde vermesini dileyip bu konuyu geçelim.

Daha önemli konuya odaklanalım: SGK’nın, söz konusu edilen ayrıntılı cetvelleri, Sayıştay’ın ısrarla istemesine karşın vermekten kaçınmasını hayra yoramayız. İşsizlik Fonunun el konulan parası, büyük bir olasılıkla bundan ibaret değildir.
Sayıştay raporlarından anlaşıldığına göre güvenilir bilgilere ne Fon ne de SGK kayıtlarından ulaşılabiliyor. Kendi içlerinde bile çelişiyor. Tahsil edilmemiş prim anapara ve gecikme cezalarına ilişkin bilgiler muhasebeye değil, SGK bilgi sistemlerine işleniyor, bu yüzden doğru olup olmadığı anlaşılamıyor.

Kısaca söylersek, işsizlik fonu primlerinin nasıl izlendiğini; tahakkuk ve tahsil edilmesinde kaçaklar olup olmadığını; paraların Fon hesabına eksiksiz ve zamanında yatırılıp yatırılmadığını Sayıştay da merak ediyor.

Kadir Sev / SOL

Ayı Parti - KAAN SEZYUM

Seçimler yaklaşıyor. Ayı Parti olarak kendimizi seçim bildirgemizi yayınlamak zorunda hissediyoruz. Sonuçta belediyeler seçilecek, bütün oylar Ayı Parti’de toplansın istiyoruz. Partimizin eski adı olan At Parti’yi kısa sürede bıraktık. Çünkü istenmeyen partilerle fonetik olarak benzerlik göstermek zorunda kalıyordu. Ayı Parti yeni ismiyle daha da bir Ayı, daha da bir şey… Vatandaşımız ne isterse o…

İlk ismimiz ve logomuzdaki konan kelebek imgesini Ayı Parti’nin yepyeni logosuna da kondurduk haliyle… Ayı Parti olarak sizlere biraz kendimizden bahsetmek istiyoruz haliyle.
Öncelikle moraliniz her kötü olduğunda bizi dinlemelisiniz. Çünkü biz moralinizden de kötüyüz… Sonuçta yapacaklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.
Öncelikle memleketimize hizmet için geldiğimizi söylemekten gurur duyuyoruz. Biz köle değil, sizi köle yapmaya geldik. Bunun adına da ‘Hizmetkâr olmak’ diyoruz. Tabii burada biz Ferhat’ız, siz de deleceğimiz dağlarsınız. Şirin de olabilirsiniz, o zaman da sizi işe yollar, sosyal güvencelerinizi filan elinizden alırız.
Evet hizmet dedik… Bakın geldiğimizde ne yapacağız biliyor musunuz? Bütün memleketi karış karış satacağız. Sizin için satıyoruz ayol. Tabii arada biraz da komisyon çözülür. Eşe dosta satarız en kötü, onlardan para sakallarız. Gerekirse vakıf işine gireriz. Vakfımıza bağış filan yaptırıp olayı çözeriz. Nedir yani? 
Şimdi memleketi karış karış satmak deyince hemen korkmayın. Sizlere hizmet için buradayız. Mesela köprüler yaptıracağız. Cebimizden beş kuruş çıkmayacak. Kullanmayacağınız yollar yaptıracağız eşe dosta. Bir de bu yollara, köprülere hayvan gibi geçiş garantisi vereceğiz. Siz kullanmasanız da köprüleri yapan dostlarımıza yıllar boyu cebimizden (yani bizim cebimizden değil tabii) milyonlarca, milyarlarca dolar akıtacağız. Malum döviz kuru yazıklar olsun sana, ülkemiz senin yüzünden batıyor.
Ha bu iş bi yerden devam edecek. Sonra ülkemize yabancı sermaye gelsin diye, sağda solda atar yaptığımız ülkelerden genetiği değiştirilmiş tohumlar alacağız. Binlerce yıllık verimli Anadolu topraklarını, kendi tohumlarımızı bir kenara atıp, her seferinde bir mevsim ürün veren tohumlara mecbur bırakacağız köylümüzü. Ya gelmişiz 2019 yılına niye hala köylü gibi toprakla uğraşalım deyip ülkemizi bir tarım ülkesi olmaktan çıkartıp, patatese, soğana, mercimeğe muhtaç hale getireceğiz. Ayı Parti olmak bunu gerektirir. Ayı Parti’de her şeyi tek bir yere bağlıyoruz, sonra da kafamıza takmıyoruz. Gerekirse tarikatlarla, acayip acayip bademlerle yatıp kalkıyoruz, işimiz bitince hiçbirini tanımıyoruz. Ayı Partililer olarak birbirimizi çok koruyoruz, çünkü korumazsak valla işimiz zor. Herkesi kendimize benzetip herkesi Ayı Partili yapmak istiyoruz. Televizyonlar Ayı Partili, gazeteler Ayı Partili, insanlar Ayı partili olacak ülkemizde. Tek pati, tek kürk, tek yürek, tek hayvan için oylar bize.
Diğer partilerin hepsi terörist, hepsi yalancı, hepsi hırsız, hepsi vatan hayini, hepsi başka ülkelerin ajanı, hepsi bakın bizim Ayı Parti dışında herkesin hepsi üçkâğıtçı, valla da billah da bu böyle.
Sadece bize oy verin, biz de sizin belanızı verelim.
KAAN SEZYUM / BİRGÜN

“Sınavdan sınava koşacaksınız” - FATİH YAŞLI

Günümüzün en önemli filozoflarından Slavoj Zizek, 2. Dünya Savaşı’na dair şöyle bir anekdot anlatır: 1942 yılının sonlarında, Hitler’in özel treni bir hastane treninin yanında durur. Trendeki yaralı askerler, Hitler’in yardımcılarıyla toplantı halinde olduğu ve yemeklerin “harika Çin porselenleriyle” servis edildiği lüks restoran vagonuna büyülenmiş bir şekilde bakmaya başlarlar, o esnada Hitler durumu fark eder ve büyük bir öfkeyle trenin perdelerini kapattırır.

Zizek, Hitler’in öfkelenmesinin nedenini “kendi gerçekliğine tecavüz edilmesi” olarak açıklar; tüm o bin yıllık imparatorluk, dünya egemenliği, üstün ırk fantezileri, yani Nazi gerçekliği, hakikat karşısında, yani yaralı ve perişan haldeki askerler karşısında darmadağın olmuştur bu karşılaşma anıyla.
Bu tür karşılaşma anlarına bizden de örnekler verilebilir. Örneğin bundan yıllar önce, “Reis”in kendisini protesto eden bir çiftçiye tarıma verdikleri desteği anlatırken çiftçinin “Benim mahsulüm öldükten sonra mı, iki senedir anamız ağlıyor” diye çıkışması üzerine çiftçiyi “Ananı da al git” diyerek kovması böyle bir andır.
“Reis”i bu kadar sinirlendiren şey, kendi gerçekliğinde, daha doğrusu fantezi evreninde hakikat aracılığıyla açılan deliktir, çiftçi hakikati dile getirmiş, iktidarın tarım politikalarıyla ilgili yarattığı illüzyonu teşhir etmiştir. Öfkenin ilk nedeni budur. İkincisi ise çiftçinin bunu yapacak cesareti kendinde bulması, “Reis”in karşısına çıkıp bunu cesurca söyleyebilmesidir, oysa “Reis” kimsenin bunu yapabileceğine ihtimal vermiyordur, biraz da şaşkınlıkla karışıktır öfkesi.
Benzer bir hadise TEKEL direnişi esnasında yaşanmıştır. TEKEL işçileri Ankara’daki çadırlı direniş eylemi öncesinde, mitinglerine giderek “Reis”e seslerini duyuracaklarını düşünmüş, “Reis” ise işçileri kürsüden “Devletin malı deniz yemeyen domuz. Bunlar yan gelip yatıyorlar, oturup para istiyorlar. Bunlar yetimin hakkını yiyorlar” diye azarlamıştır.
Burada da öfkenin nedeni aynıdır. Özelleştirme ile ilgili bir illüzyon yaratılması, TEKEL’in uluslararası sermayeye satılmasının meşruiyet zemininin yaratılması ve buna herkesin ikna olması gerekmektedir ama işçiler bu illüzyona hakikati dayatmakta, bunu da yine doğrudan “Reis”i muhatap alarak yapmaktadırlar, yani iki kere suçludurlar!
Buradan günümüze gelebiliriz, Güneysu’daki o son “karşılaşma” anına yani. Konuşması esnasında atama bekleyen öğretmenler seslerini “Reis”e duyurmaya çalışıyorlar. “Reis” ise önce “bu tür şeyleri bana söylemeyin, kimden ne istediğinizi bilmiyorsunuz. Tamam mı?” diyor ve konuşmasına devam etmek istiyor; ancak “sınavdan sınava koşuyoruz” lafını duyunca sinirleniyor ve değişen bir yüz ifadesi ve ses tonuyla gruptakileri “Sınavdan sınava koşmaya devam edin. Sınavdan sınava koşacaksınız ki başarılı olacaksınız. Hiç sınava girmeden gelsin bizim ayağımıza olmaz…” diye azarlıyor.
İşte bir kez daha illüzyonun dağıldığı o hakikat anı… Tam da kürsüden dünyanın bizi nasıl kıskandığını, yerli silah sanayini, ekonomimizin büyüklüğünü, işsizlik ve enflasyonun yalan olduğunu, illet ve zillet ittifakının suçlarını duyacakken, birileri çıkıp hakikati, yani işsizliği, yani gençlerin gelecek kaygısını, yani gidişatı hatırlatıyor, fanteziyi bir anlığına da olsa askıya alıyor, hükümsüz kılıyor, büyüyü bozuyor. “Reis” işte tam olarak buna kızıyor.
Kriz derinleştikçe, “varlık kuyrukları” da dâhil olmak üzere bu tür anlara daha da çok tanıklık edeceğiz. Bu anları çoğaltmak, politize etmek, yalanın karşısına hakikatin siyasetini koymak gerekiyor.
Fatih Yaşlı / BİRGÜN

Cennet Muğla hedefte? Bir oyun bile önemi var... - Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

Kurdun, kuşun dili olsa gelecekler...
Badem, sedir, fıstık, çam ağaçlarının ayakları olsa koşup oy kullanacaklar...
Sudaki balık, kovandaki arı, sahildeki köpek...
Muğla'yı kaybetmemek için...
Dişlerini kıyılara geçirmiş kepçeleri durdurmak için...
Her bir oyun önemi var...
Başlığa bakıp abartı sanmayın...
Dünyanın en güzel koylarına, eşsiz ormanlarına, havasına, suyuna sahip Muğla beton çetelerinin, rant vampirlerinin hedefinde...
İstanbul'da "deniz bitti"!... Hepsini kastetmiyorum ama betoncu müteahhitler için rant Muğla'da... Bodrum'dan Marmaris'e, Datça'dan Fethiye'ye...

Neler oluyor anlatayım;

Geçen hafta Bodrum'un gündemi bir anda değişti... Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan Bodrum'a geldi ve AKP'nin seçim bürosunu ziyaret etti... Ardından yaptığı konuşmada; "Cumhurbaşkanı olarak biz de Muğla'ya ve Bodrum'a gereken hizmeti getirelim istiyoruz..." dedi.

Bodrum'da içme suyu problemini kendilerinin hallettiğini söyledi. O projeyi Bodrumlular gayet iyi biliyor... DSİ'nin yaptırdığı proje Muğla Büyükşehir Belediyesi'nin başına bela oldu... Çünkü projeyi yapan müteahhit "işi kuralına göre yapmadığı için" su borusu patlatmada dünya şampiyonu oldu. MUSKİ arızaları tamir etmek için büyük çaba harcadı.

Yani vatandaşın; "sürekli su borusu patlıyor" şikâyetinin nedeni işte AKP iktidarının DSİ'ye yaptırdığı ve Erdoğan'ın söz ettiği şaibeli hattın ta kendisi...
Ancak anlatmak istediğim mesele bu da değil...

Muğla ilk kez büyük motivasyonla AKP'nin hedefinde... Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan bir hafta önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Bodrum'daydı... O da Muğla'yı ve ilçelerini almak için çeşitli önerilerde bulundu...

Erdoğan'ın yazlık sarayının yer aldığı ve on binlerce ağacın kesildiği Okluk Koyu'nu biliyorsunuz... Koyun bulunduğu Gökova Körfezi için betoncular planlarını yaptılar. Gökova Körfezi'ni imara açmak için AKP'nin büyük çaba harcadığını ve buna karşılık CHP'li Muğla Büyükşehir Belediyesi'nin tüm Meclis ile birlikte nasıl direndiğini sizlere daha önce aktarmıştım.

Şimdi seçimler geldi çattı...

Muğla Büyükşehir Belediyesi'nde İYİ Parti ile CHP ortak hareket ediyor. CHP'nin her dönemde oyunu yükselten ve bölgenin sevilen belediye başkanı Dr. Osman Gürün ittifakın Büyükşehir adayı...

Belki de hiçbir seçim bölgesinde olmadığı kadar anlamlı bir ittifak Muğla'daki...
Millet İttifakı; Muğla'da betona, ranta ve yağmaya karşı yapılmış bir ittifaktır...

AKP'nin kazanması halinde olacaklar için Okluk Koyu'ndaki korkunç örneğe bir bakınız...

Muğla'da çok ilginç bir süreç yaşanıyor... Muğla'yı işlenmemiş ham bir elmasa benzeten ve korumak için büyük çaba harcayan Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün'e karşı AKP'nin kazanma olasılığı sıfırdı...


Ancak bu kritik günlerde iki "bağımsız" aday ortaya çıkıverdi... Biri Bodrum Belediye Başkanı, diğeri ise Fethiye Belediye Başkanı...

İkisinin de Büyükşehir Belediyesine seçilmesi olasılık dahilinde değil...

Peki neden aday oldular?

Onların alacağı her bir oyun AKP'ye yarayacağını bilmiyorlar mı?

AKP'nin, MHP dahil Osman Gürün'e gücü yetmiyor... Ancak oyların bölünmesi halinde şansları var...

Bu kadar kritik bir seçimde, rantiyenin ittifakı Muğla'yı kazanırsa bunun sorumluluğunu nasıl taşıyacaklar?

Kaybedeceklerini bildikleri halde AKP'nin değirmenine neden su taşıyorlar?
Kurdun, kuşun dili olsa gelecekler...

Badem, sedir, fıstık, çam ağaçlarının ayakları olsa koşup oy kullanacaklar...
Sudaki balık, kovandaki arı, sahildeki köpek...
Bilge insanın örneği Muğlalılar... Kentine sahip çık... Sandığa git...

Senin her bir oyuna; Milletin İttifakı kadar dilini bilmediğimiz canlıların, cennet doğanın, kutsal yaşam hakkının ihtiyacı var.


Tuncay MOLLAVEİSOĞLU / YENİÇAĞ

5 Mart 2019 Salı

Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler(III) - (Kaynak-T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı)



Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler




26) Heatrow Havaaalanı’nda Ele Geçen Eserler (İngiltere) (2000) Bir Türk vatandaşı tarafından İstanbul’dan Londra’ya gönderilen eserler, 7 Mart 1996 tarihinde Heathrow Havaalanı’nda ele geçirilmiştir. Fotoğraflar üzerinden yapılan inceleme neticesinde eserlerin Anadolu kökenli olduğu tespit edilmiştir. Heykel, bilezik, kâse-şişe ve sikkeden oluşan eser grubu 2000 yılında ülkemize getirilmiş ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.



27) Menil Koleksiyonu’ndaki Zeugma Mozaiği’ne Ait Parçalar (A.B.D.) (2000) 1993 yılında Gaziantep İli, Nizip İlçesi, Belkıs Köyünde yer alan Zeugma Örenyerinin aşağı kısımlarında yapılan kurtarma kazısında , bir roma villasının mozaik döşemeli terasının ortasında yer alan panonun alt kısmında iki adet giyimli figürün dizden yukarısının ve soldaki figürün üst kısmında yer alan yazının yarısının sökülmek suretiyle çıkarılmış olduğu görülmüştür. Pano orta boşluğu ile birlikte Gaziantep Müzesi’ne taşınmış ve teşhire konmuştur.Söz konusu parçaların ABD Rice Üniversitesi Menil Koleksiyonu’nda bulunduğu belirlenmiş ve söz konusu parçaların 30 yıl önce yapılan kaçak kazılarla açığa çıkarıldığı ve Amerika’ya kaçırıldığı tespit edilmiştir.19 Haziran 2000 tarihinde ülkemize iadesi sağlanan eser Gaziantep Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.



28) Nuruosmaniye Kütüphanesi’nden Çalınan Kur’an-ı Kerim (A.B.D.) (2000)  Nuruosmaniye Yazma Eserler Kütüphanesi fihristine, 1755-1756 yıllarında iki cilt olarak kayıtlı Kuran-ı Kerim’in, kayıp olan birinci cildinin ABD Baltimore’da bulunan John Hopkins Üniversitesine bağlı Milton S. Eisenhower Kütüphanesi’nde olduğu Washington Büyükelçiliğimiz tarafından tespit edilmiştir. Durumun Bakanlığımıza bildirilmesinin ardından gerekli girişimlerde bulunularak 28 Şubat 2000 tarihinde eserin  ülkemize iadesi sağlanmıştır.



29) Oklahoma Eserleri I (A.B.D.) (2000) Türkiye’den kaçırıldığı anlaşılan 133 parça kültür varlığının Oklahoma City’deki ABD Gümrüğü tarafından ele geçirildiğinin Bakanlığımıza bildirilmesi üzerine başlatılan çalışmalar neticesinde 10 Mart 2000 tarihinde ülkemize getirilen eserler, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne teslim edilerek koruma altına alınmıştır.



30) Oklahoma Eserleri II (A.B.D.) (2001) 1997 yılında Oklahoma Gümrüğü’nde ele geçen 133 parça eserin ABD makamlarınca iadesinin ardından, önceki eserlerle bağlantılı başka eserlerin ele geçirilmiş olduğu bildirilmiştir. 2 Mayıs 2001 tarihinde iadesi sağlanan eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştır. 



31) Kalsruhe’den İade Edilen Pişmiş Toprak Heykelcik (Almanya) (2001)  Kalsruhe Başkonsolosluğumuza ve Bakanlığımıza, yurtdışına kaçırılmış eserlerle ilgili yapılan bir ihbar sonucu, ihbarda adı geçen şahıslar tarafından pişmiş toprak Aphrodite Heykelciği başkonsolosluğa teslim edilmiştir.10 Mayıs 2001 tarihinde ülkemize getirilmiş ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde koruma altına alınmıştır.



32) Topkapı Sarayı Müzesi’nden Çalınan Kuran-ı Kerim (Kıbrıs) (2000) İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi teşhirinden 2 Kasım 1999 tarihinde çalınan Kuran-ı Kerim 27 Mart 2000 tarihinde KKTC Ercan Havaalanı’nda düzenlenen bir operasyonla ele geçirilmiş ve 2 Haziran 2000 tarihinde ülkemize getirilerek Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki yerine konmuştur.



33) Tutlingen'de Ele Geçirilen Eserler (Almanya) (2001)  Yunan-Bizans dönemlerine ait 86 adet gümüş, 2 adet elektron, 3 adet altın sikke ve 1 adet altın diademden oluşan eser grubu 29 Eylül 1998 tarihinde Tutlingen polisince bir Türk vatandaşının arabasında ele geçirilmiştir. Berlin Büyükelçiliğimiz aracılığıyla eserler ülkemize getirilmiştir.



34) Bremen’de Ele Geçirilen Eserler (Almanya) (2001)  Alman Federal Cumhuriyeti makamlarınca Bremen’de dört adet seramik eşya ve bir adet altın taç ele geçirilmiş ve ülkemizden kaçırıldığının ispatlanması durumunda eserlerin iade edilebileceği bildirilmiştir. Anadolu kökenli olduğu ispatlanan eserler,  24 Nisan 2001 tarihinde ülkemize iade edilmiş ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.



35) Mermer Kabartma Levha (Almanya) (2001) 1998’de Almanya Interpol birimleri tarafınca iki Türk vatandaşından yakalanan mermer kabartma levha, 2001 yılında ülkemize getirilerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde koruma altına alınmıştır.



36) Bronz Dionysos Heykeli (İngiltere) (2002) Bir Türk vatandaşı tarafından yasa dışı yollarla Amerika’ya çıkarılan Bronz Diyonysos Heykeli, 23 Kasım 2002 tarihinde ülkemize getirilerek Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.


37) Zürih’de ele geçirilen eserler (İsviçre) 2004

38) Sultan II.Adbülhamit ve kızı Ayşe Osmanoğlu’na ait eşyalar (Paris) (2005)


39) Afrodisias Friz Bloğu (İngiltere) (2006) Eserin Türkiye'ye ait olduğuna ilişkin Prof. Erim ile Prof. Smith'in raporları da İngiliz yetkililere iletildi. Dışişleri, İçişleri ve Adalet bakanlıkları aracılığıyla ve Adli Yardımlaşma Anlaşması çerçevesinde yapılan girişimler sonucunda 11 Mart 2004'te Metropolitan polisi tarafından esere el konuldu. Dışişleri Bakanlığı, 29 Haziran 2006'da iade engeli kalmadığını bildirince iki uzman İngiltere'ye giderek, Türk Büyükelçiliği'nde eseri teslim aldı.


40) Avusturya'da Ele Geçirilen Eserler (Innsbruck 2007) Avusturya’da bir otoyolda 20.02.2005 tarihinde ele geçirilen 316 parça Anadolu kökenli eser 11.04.2007 tarihinde teslim alınarak ülkemize getirilmiştir. Söz konusu eserler Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesine teslim edilmiştir.



41) Birleşik Arap Emirlikleri'nden Ele Geçirilen Eserler  Birleşik Arap Emirlikleri, Şarika (Sharjah) eyaleti havaalanında, 01.04.2007 tarihinde gümrük kontrolü sırasında 23 parça Roma Dönemine ait tarihi eserin yasa dışı yollarla Türkiye’den getirildiği tespit edilmiştir. İki ülke yetkililerinin aralarında yapmış oldukları müzakereler sonucunda eserler Bakanlığımız uzmanlarınca teslim alınarak, 10 Temmuz 2007 tarihinde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde koruma altına alınmıştır. Ayrıca eserlerin yurtdışına nakline aracılık eden nakliye firması hakkında adli makamlara suç duyurusunda bulunulmuştur. 



42) Roma Dönemi'ne Ait Yüzük (2007- İngiltere)  İngiltere’de East Midland Havalimanı’ndan giriş yapan bir yolcunun üzerinde bulunan ve Efes antik kentinden götürülen yüzük 22.06.2007 tarihinde ülkemize getirilmiş olup, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.



43) Münih Başkonsolosluğumuza Teslim Edilen Dört Adet Sikke (2007 Münih)  Almanya’da bir Türk vatandaşı ile Sieglinde JOHN isimli Alman vatandaşı Ülkemiz kökenli 4 adet sikkeyi Münih Başkonsolosluğumuza teslim etmiştir. Eserler 25.09 2007 tarihinde Genel Müdürlüğümüz uzmanları tarafından Dışişleri Bakanlığı’ndan teslim alınarak, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.



44) İki Adet Mermer Stel Parçası (2007 Almanya)  12 Eylül 2007 tarihinde Nürnberg’de ele geçirilen iki adet stel parçası, 05.10.2007 tarihinde, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla teslim alınarak, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğüne teslim edilmiştir.



45) Laodikya Antik Kenti'nden Çalınan Bronz El (İsviçre) Denizli İli, Merkez İlçe’ye bağlı Laodikya Antik Kenti kazı deposundan 02.05.2005 tarihinde çalındığı tespit edilen Roma Dönemi’ne ait bir bronz heykelin sağ eli, İsviçre’nin Basel kentinde ele geçirilmiştir. Bakanlığımızca gerçekleştirilen girişimler sonucunda ülkemize iadesine karar verilen eser, Dışişleri Bakanlığınca diplomatik kargo ile Ankara’ya ulaştırılmış ve eser 01.11.2007 tarihinde Dışişleri Bakanlığından teslim alınmıştır. Söz konusu eser Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.



46) Agora Ören Yerinden Çalınan Heykel Başı (Almanya) İzmir İli, Agora Örenyeri deposundan 16.02.2004’te çalınan ve İnterpol Bülteninde yayınlanan eser, 16.06.2004 tarihinde Gorny & Mosch Müzayede Evi’nde açık artırmaya sunulmak üzereyken, Almanya İnterpolü’nce ele geçirilerek, 01.10.2007 tarihinde Münih Başkonsolosluğumuza teslim edilmiştir. Söz konusu eser Dışişleri Bakanlığınca diplomatik kargo ile Ankara’ya ulaştırılmış olup, 01.11.2007 tarihinde Dışişleri Bakanlığı’ndan teslim alınarak, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.



47) Balıkesir Saraylar Açıkhava Müzesinden Çalınan Zırhlı İmparator Heykeli Başı (Almanya) Balıkesir, Marmara Saraylar Açıkhava Müzesinden 16.10.2001 tarihinde çalınan ve İnterpol Bülteninde yayınlanan eser, 27.09.2005 tarihinde Münih’de ele geçirilmiştir. Bakanlığımızca gerçekleştirilen girişimler sonucunda, Alman adli makamları eserin ülkemize iadesi kararını almıştır. Dışişleri Bakanlığı tarafından eserin 18.10.2007 tarihinde Münih Başkonsolosluğumuza teslim edildiği ve diplomatik kargo ile Ankara’ya ulaştırılacağı bildirilmiştir. Söz konusu eser Dışişleri Bakanlığından 28.12.2007 tarihinde teslim alınarak, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.



48) Kocaeli Fuar Alanından Çalınan Heykel Başı (Almanya 2008) Kocaeli Müzesi Müdürlüğü fuar alanında sergilenmekteyken 19.12.2001 tarihinde kırılarak çalınan 7 envanter no’lu heykel başı, 16.11.2004 tarihinde Interpol tarafından Almanya’nın Münih şehrinde bulunmuştur. Söz konusu eser Bakanlığımızca yapılan girişimler sonucunda Almanya’nın yetkili makamlarınca dava yoluna gidilmeksizin ülkemize iadesine karar verilmiştir. 02.04.2008 tarihinde Münih Başkonsolosluğumuzca teslim alınarak Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla diplomatik kargo ile ülkemize gönderilen eser, Bakanlığımız yetkililerince 08.05.2008 tarihinde teslim alınmış olup Kocaeli Müzesi Müdürlüğünde koruma altına alınmıştır. 



49) Bremen Bit Pazarında Ele Geçen 1182 Adet Eser (Almanya 2008)  Almanya’nın Bremen kentinde, 29.02.2002 tarihinde Anadolu kökenli eserler ele geçirilmiş ve adli yardım talebimize istinaden eserlerin ülkemize iadesinin mümkün olmadığı öğrenilmiştir. Dışişleri Bakanlığı, Hannover Başkonsolosluğu aracılığıyla temin edilen bir avukatlık firması tarafından ülkemiz adına eserlerin mülkiyet ilişkilerinin belirlenmesi amacıyla Almanya’da dava açılmıştır. Yetkili savcılığın Bakanlığımızın itirazını haklı bulması sonucunda, 09.10.2008 tarihinde eserler Hannover Başkonsolosluğumuza teslim edilmiştir. Grek, Roma ve Bizans dönemine ait 716 sikke ile madeni süs eşyaları; mücevherler, haçlar ve mızrak uçlarından oluşan 466 adet olmak üzere toplam 1182 eser ülkemize getirilerek 17.12.2008 tarihinde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına alınmıştır.



50) Hırvatistan Macelj Karayolu'nda Ele Geçen Eserler (2009)  Hırvatistan’ın Macelj uluslararası karayolunda 2007 yılında bir araçta yapılan aramada 115 adet sikke 7 adet yüzük, 9 adet kurşun madde ve 2 adet ok ucundan oluşan 133 parça kültür varlığı ele geçirilmiş, yapılan araştırmalar sonucunda şahsın yakalanmadan birkaç gün önce Edirne Hamzabeyli Karayolu’ndan çıkış yaptığı saptanmıştır. Eserlere ait araştırmalar sonucunda akademisyenler ve müze uzmanlarımız tarafından düzenlenen raporlara dayanılarak, gerekli girişimler başlatılmış ve bu girişimler sonucunda 2009 yılı Haziran ayında eserlerin ülkemize iadesi sağlanmıştır. Söz konusu eserler 02.06.2009 tarihinde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir. 

(devam edecek....)

Mustafa Kırcı
(Kaynak : T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı)

Sarayın kadınlarından kadına bakış - SEMA KARADAL

Sümeyye Erdoğan Bayraktar, geçen hafta KADEM’in (Kadın ve Demokrasi Derneği) Bayburt Temsilciliği’nin açılışında konuştu.  Kadın ve erkeğin toplumda hangi rolleri alacağı konusunda temel referansın İslam dini olmasından dolayı akıllarının ve gönüllerinin rahat olduğunu söyledi ve ekledi: “Hiçbir kanun koyucunun, akademisyenin veya kadın hakları savunucusunun bize Allahu Teala kadar adil davranamayacağını biliyoruz”.

Ona göre güncel kadın tartışmalarının nedeni modern çağ ve yitirilen geleneklerdi. Büyükannelerimizin tarlalarda çalıştığı zamanlarda kadın sorunu yoktu. Ne zaman modern çağ hem erkeği hem kadını ailesinden kopardı, insanları çekirdek ailelere böldü, o zaman işler değişti. 

Kapitalizmin dinamiklerinden kırptıklarını geleneksellik ve dinin öğretilerine yerleştirince ortaya masalsı bir anlatı çıkmış gerçekten. Tam da bu noktada, yüzyıllardır din ve gelenekler aracılığıyla insanlara yapılanın tekrar ediliyor olduğunu da hatırlatmalıyız. Kadının toplumdaki ikincil konumunun sürmesinde din her zaman çok önemli bir belirleyici oldu. Sümeyye Erdoğan, bugün biraz daha süsleyerek aslında meselenin kadının çalışması olmadığını söylüyor. Kadın da çalışabilir ama ailedeki görevlerini ihmal etmeden, dine ve geleneklere uygun biçimde…

Sümeyye Erdoğan’ın kurucularından olduğu, adında kadın ve demokrasi olan KADEM’in kadından çok aileyi ve kadının aile içindeki rolünü dert ettiği açık. Şimdiye dek yaptığı işlere baktığımızda temel hedefinin AKP’nin politikalarını kadın üzerinden güçlendirmek olduğunu görmek de zor değil. Örneğin, medeni hukuku hiçe sayan, erken yaşta ya da zorla evlilikleri kolaylaştıran müftülere nikah yetkisi verilmesi sürecinin en büyük destekçilerinden biri KADEM’di. Eski başkanı Sare Aydın Yılmaz’a göre cinsiyet eşitliği, yüzde 99’u Müslüman olan ülkede İslam’ın kadın ve erkeğe yüklediği gerçek rollere uymuyordu. Cumhuriyet’in ortaya çıkardığı kadın figürü yüzünden kadınlar erkekleşmişlerdi. Geleneksel ve dini pratikten uzak, başörtüsü takmayan, spor müsabakalarına katılan ve toplumsal alanlarda erkeklerle bir arada olmaktan kaçınmayan ve meslek sahibi olan kadınlar!

Hem kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği geleneksellik ve dinden uzaklaşmaya bağlayacaksın, hem de bizzat din eliyle kadının aşağılanmasını görmezden geleceksin. Hem kadını sadece aile içindeki annelik ve eşlik rolüyle özdeşleştireceksin hem de mesele kadının çalışıp çalışmaması değil diyeceksin. Hem dinin adaletini en tepeye yerleştirip gönlümüz rahat diyeceksin, hem de küçücük çocukların din adına zorla evlendirilmesine göz yumacaksın. 
Kapitalizmin gelişimi ile sömürünün arttığı, insanların çekirdek aile içine hapsolduğu bir gerçek. Ancak bu önceki feodal toplumlarda kadının ikinci sınıf olmadığı anlamına gelmez. Ya da kadınların kurtuluşu için yüzyıllarca yıl geriye gitmek gerektiği…Kadınların kimi gerekçelerle din adına şeytan ilan edildiği, taşlandığı ve hatta canice yöntemlerle öldürüldüğü bir tarihi nereye koyuyor acaba Sümeyye Erdoğan? 

İnsanlık Aydınlanma Dönemi ile birlikte eşitlik, özgürlük ve adalet adına büyük kazanımlar elde etti, dinin toplumsal alandaki etkisi de azaldı. Bugün kapitalizme karşı mücadele etme zorunluluğu, bu tarihsel kazanımları değersizleştiremez. Cumhuriyet sayesinde bu ülkede kadınların hem yasalar önünde hem de toplumsal alanda eşitlenmesi yolunda büyük adımlar atıldı. Oy hakkından medeni hukuka, eğitim ve çalışma hakkından örtünme zorunluluğun ortadan kalkmasına, kadının toplumsal yaşama dahil olabilmesinin önü açıldı. Yetmedi çünkü sermaye ile iş birliğinin devam ettiği bir düzende yapılan iyileştirmeler sınırlı olmaya mahkumdu. Dinci gericilik, toplumsal alanda ve siyasal alanda geriye düşmekle birlikte varlığını sürdürdüğünden, belirleyici olmaya da devam edecekti. Bu iş birliğinin devam etmesi, dinci gericiliğin iktidarına zemin hazırladı.

Oysa inanç, sadece kişinin iç dünyasına ait bir mesele olmalıdır. Adalet ise kişisel inançlara teslim edilemeyecek kadar yaşamsaldır. İnsanlığın bugün ihtiyacı olan şey, aklın ve bilim ışığında sömürünün ve eşitsizliğin olmadığı yepyeni ve ileri bir düzen. Kadınların kurtuluşu da saraydan bakanların, plaza patronlarının, gericilerin aklıyla değil sosyalizmle mümkün.

Sema Karadal / SOL

Hangi “Devrim Yasası” ile hangi laiklik korunmalı? - TURAN ESER

3 Mart 1924’de TBMM’de bazı “devrim kanunları” kabul edildi.

Bunlardan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, şeriatı temel alan eğitim yerine, bilimsel ve eleştirel aklı temel alan eğitim hedeflemişti. 

Bugün eğitim dinselleştirilmiş, okullaşma stratejisi imam hatipleşme ve “ara eleman ülkesinin” meslek liselerine dönüştürülmüş. Neo liberal, tekçi, mezhepçi ve İslamcı ihtiyaçların üretim kurumu haline getirilmiştir.
Bir diğeri ise “Şeriye ve Evkaf Vekaleti”nin kaldırılmasıdır. Bu kurum ise kişiler arası, toplumsal ve sosyal ilişkileri İslam dini ve şeriat kurallarına göre düzenleyen bir tür fetva ve ceza bakanlığıydı. “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” ve Halifeliğin kaldırılması ile birlikte “modern hukukun” önünü açması bekleniyordu. 
Peki bugün durum ne? Gözardı edilen 95 yıllık süreçte, “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve 13 Mart 1975 yılından kurulan Türk Diyanet Vakfı (TDV) 95 yıl önce çıkarılan bu devrim yasasını işlevsiz kıldı. Laiklik karşıtı mezhepçi, tekçi yapı haline geldi. 
Özellikle DİB’in son 16 yıldaki değişimi, etki, müdahale ve yetki alanlarına bakıldığında tekrar “Şeriye Vekaleti” haline dönüşmüştür. Öyle ki, mahkemeler bile gayri müslimlerin inanç özgürlüğü ya da Alevilerin “Cemevlerinin tanınması“ konusunda açtığı davalarda DİB’e “görüş” sormaktadır. DİB’in yargıya verdiği “bilirkişi görüşleri” kesin hüküm niteliğinde.
Türkiye’yi “laik” görenler, bu gerçekle yüzleşmek yerine, “Türkiye laiktir, laik kalacak” gibi hamaset ile olmayanı korumaya devam ediyorlar.
Türkiye’de din ve devlet ilişkilerindeki radikal değişimleri göz ardı etmek, siyasal İslamcı hegemonyaya hizmet etmektir. Çünkü dönüşümler laiklik değil, gericilik lehine gelişti.
Devlet tekelinde din, siyaseti de dinselleştirdi. Bugün TBMM’de tüm partilerin dini istismar etmesi bile, laikliği önemsemediklerinin temel göstergesidir.
Bugün kamu kurum ve hizmetlerindeki hukuksal düzenlemeler siyasal İslamcılığın devlet tekelinde kurumsallaşarak hegemonya kurmasına hizmet ediyor.
Özellikle de 1948’lerden itibaren adım adım başlayan, 12 Eylül ve 16 yıllık AKP dönemindeki dinselleşme süreci izlenmelidir. Bunlar 3 Mart 1924 tarihli “devrim yasalarının” rövanşı niteliğindedir.
İslamcı cemaat vakıfları ve DİB ile yapılan “İş Birliği Protokolleri” ile eğitim, dinselleştirilmiştir.
Dinin kurumsallaştırıldığı ülkelerde, laiklik kurumsallaşamaz. Türkiye’de din bizzat kamu kurumları, kamu bütçesi ve kamu personeli eliyle Sünni-Hanefi mezhebi üzerinde inşa edilmiştir.
Osmanlıdan beri süregelen Şeyhülislamlık makamı devam ediyor. Diyanet artık, caminin dışına çıkarak 4-6 yaş çocuklara kadar yönelmiştir. Aynı zamanda iktidarın siyasi büroları gibi çalışmaktadırlar. Çünkü İslamcılık, iradenin yönlendirildiği bir toplum modeli arzuluyor. 
İslamcılık dün olduğu gibi, bugün de hegemonya kurma sürecinde sırtını neoliberalizme ve devletin kamusal gücüne yaslıyor. Bununla hepimizin köklü bir yüzleşmeye ihtiyacı vardır.
Özetle ifade edecek olursak, devrim yasaları Türkiye’de devleti, siyaseti değil, halkın önemli bir kesimini laikleştirmiştir!
Devlet laik olmadığı için, hem laikliğe hem halka hem de dine zarar vermeye devam ediyor. Dolayısıyla korunması değil, kazanılması gereken bir laiklik ve demokratik cumhuriyet talebi vardır.
Turan Eser / BİRGÜN