8 Mart 2019 Cuma

Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler(V) - (Kaynak-T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı)



Yurt Dışından İadesi Sağlanan Eserler




66) Kanatlı Denizatı Broşu (2013 Almanya) Uşak Müzesi Müdürlüğü'nden sahtesi ile değiştirildiği tespit edilen ve “İnterpol Çalıntı Sanat Eserleri Veri Tabanı”nda uluslararası alanda arattırılması sağlanan kanatlı deniz atı broşuna benzer bir eserin Almanya, Hagen’de yürütülen bir soruşturma kapsamında bulunduğu Bakanlığımıza bildirilmiştir.

 
Söz konusu eser üzerinde gerçekleştirilen analiz ve incelemeler sonucu eserin Uşak Müzesi Müdürlüğü’nden çalınan kanatlı deniz atı broşu olduğu tespit edilmiş ve eserin ülkemize iadesine ilişkin gerekli girişimler Adalet, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı ile koordineli olarak sürdürülmüştür.
 
Alman yetkili makamları nezdinde yapılan girişimler sonucu eser 06.03.2013 tarihinde Sayın Bakanımıza teslim edilerek ülkemize iadesi sağlanmış, 08.03.2013 tarihinde Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü O. Murat Süslü tarafından Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğüne teslim edilmiştir.


67) Avustralya'dan Getirilen 23 Parça Sikke (2013)  Avustralyalı bir dinbilimci yıllarca koleksiyonunda gözü gibi baktığı sikkelerinin, ölümünün ardından Türkiye’ye verilmesini istedi.

Türkiye’nin var gücüyle, ülke topraklarından başta kaçakçılık olmak üzere çeşitli nedenlerle götürülen, kültür varlıklarını geri getirme çalışmaları artık kişilere de esin kaynağı oluyor. Avustralyalı din bilimci Julie HOOKE’un kişisel koleksiyonunda özenle koruduğu Anadolu bölgesi kaynaklı sikkeler yeniden ana topraklarına döndü.
 
Türkiye’nin son dönem atağa geçerek kaçak eserlerin yeniden ana topraklarına dönüşünü sağlamak için özverili çalışmalarını dünya basınından takip eden HOOKE, yıllar önce müzayedelerden satın altığı sikkelerin Türkiye’ye gönderilmesini meslektaşı Rosemary CANAVAN’a vasiyet etti.
 
2012 yılında Julie HOOKE’un vefatı üzerine Avustralya’da Katolik İlahiyat Üniversitesi’nde dekan yardımcısı olan CANAVAN, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile temasa geçti. HOOKE’un vasiyetini aktararak sikkelere ait liste ile talebine ilişkin dilekçeyi Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne iletti. Bunun üzerine, CANAVAN ile irtibata geçilerek, sikkelerin Melburn Başkonsolosluğumuza verilmesi, oradan Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’na nakli ve devamında 03.05.2013 tarihinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne teslimi sağlandı.
 
Kültür Varlıkları Genel Müdür Yardımcısı Zülküf Yılmaz, “Avustralya’dan getirilen 23 parça sikkenin 22’si tunç biri gümüş. M.Ö. birinci ve 2. YY. Roma dönemine ait şehir sikkeleridir.” dedi.
 
Bir süre “dün”e meraklı “günümüz” insanıyla Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde buluşucak olan sikkeler daha sonra Julie HOOKE’un vasiyeti üzerine  Denizli Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilerek kendisinin adının geçtiği bir plaketle sergilenecek.
 
Sikkelerin Türkiye’den nasıl çıktığı bilinmemekle birlikte söz konusu liste incelendiğinde çoğunlukla Roma Dönemi’ne ait olduğu ve büyük bir kısmının antik dönemde Mysia (Anadolu’nun kuzeybatısı) ve Phrygia (bugünkü Afyon, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Çorum’u içine alan bölge) olarak adlandırılan bölgelerden geldiği anlaşılan 23 adet sikke olduğu belirlendi.
 


68) 18. Yüzyıl Osmanlı Mezar Taşları (2013 - İngiltere)  İngiltere'de bir müzayededeki satışı Sayın Bakanımız Ömer Çelik'in girişimiyle durdurulan Osmanlı mezar taşları Türkiye'ye getirildi.

Sayın Bakan Çelik'in, Londra'da satışa çıkarılan 18'inci yüzyıla ait dört Osmanlı mezar taşının satışının durdurulmasını sağlamasının ardından, Türk-İslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü uzmanlarınca gerçekleştirilen incelemeler sonucunda, mezar taşlarının İstanbul'dan çalındığına ilişkin kanaatin kuvvetlenmesi üzerine, Sayın Bakanımızın talimatı ve Bakanlığın ısrarlı takibiyle yürütülen görüşmeler neticesinde, müzayede evi mezar taşlarının Türkiye'ye iadesini kabul etmiştir.
 
29 Ağustos 2013 tarihinde Londra Kültür ve Tanıtma Müşavirliğince müzayede evinden alınarak, Türkiye'nin Londra Büyükelçiliğine teslim edilen dört mezar taşının biri kadın diğerleri ise erkek mezar taşıdır.
 
Osmanlı Türkçesiyle Arap harfleriyle yazılmış ve dört satır yazı ile ölüm tarihi verilmiş olan kadın mezar taşının üzerindeki metnin Latin harflerine çevirisi şu şekildedir.
 
1- Merhume ve mağfure
2- Şerif Mustafa Kerimesi
3- Hadice Kadın ruhuna
4- El- Fatiha sene 1154
 
Şerif Mustafa’nın kerimesi Hadice (Hatice) Hanımın Miladi takvime göre 1741/1742 senesinde vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Diğer mezar taşlarının ise yapılacak incelme sonucunda kimlere ait oldukları kesin olarak tespit edilecektir.


69) Aksaray Ulu Camii Mimber Kapısı Kanatları (2013) Kültür ve Turizm Bakanlığı 1998’den bu yana Interpol tarafından aranan Aksaray Ulu Camii Kapı Kanatları’nın Türkiye’ye iadesini sağladı.

 
Minber kapısının kanatları 22.02.1998 tarihinde yerinden sökülerek götürülmüş ve o günden bu yana 15 yıldır Interpol aracılığıyla aranmaktaydı. Uzmanlar, hakkında çalıntı ve polis kayıtları bulunan kapının uzun yıllardır bulunamamış olmasının sebebi, eserin kaçakçılarca kamuoyuna unutturularak bir nevi soğutma devresine sokulmak istenmesi olarak değerlendiriyor.
 
Kapı kanatları, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in talimatıyla Bakanlığın diplomatik ilişkileri ve hukuki hakları dikkatli ve ısrarlı bir şekilde devreye sokarak yürüttüğü çalışmalar sonucunda gizli bir operasyonla Türkiye’ye getirildi.
 
İade sağlandıktan sonra ilk olarak kapı kanatlarının orijinal olup olmadığını anlamak üzere uzmanlar incelemede bulundu. İnceleme sonucu hazırlanan raporda, kanatlarının Aksaray Ulu Camii minberinin kapısına ait olduğu kesin olarak belirlendi ve tarihi eser 20.11.2013’te Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına alındı.


70) ABD'den İade Edilen Amforalar (2014)  Vaşington Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’ne başvuran Amerikalı Rick O’Ryan isimli bir şahsın, özellikle son yıllarda yurt dışında tespit edilen ülkemiz kökenli kültür varlıklarının iadesi konusunda Bakanlığımızın gayretli çalışmalarından etkilendiğini ifade ederek 1950’li yılların başlarında Türkiye’de görevli bulunan babasının ABD’ye götürdüğü 2 adet amforayı ülkemize iade etmek istemesi üzerine Bakanlığımızın girişimiyle diplomatik kargo yoluyla ülkemize gönderilen 2 adet amfora, 19/02/2014 tarihinde Bakanlığımız uzmanları tarafından teslim alınmıştır.

 
Geç Doğu Roma Dönemi’ne tarihlendiği anlaşılan söz konusu amforalar halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza edilmektedir.


71) ABD'den İade Edilen Amforalar (2014)  Vaşington Büyükelçiliği’ne başvuran Amerikalı Kyoko Schmidt isimli bir şahsın merhum eşinin 1965 yılında Türkiye’de yaşadığı dönemde aldığı 2 adet amforayı ülkemize iade etmek istemesi üzerine Vaşington Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’ne teslim edilen amforalar diplomatik kargoyla ülkemize getirilerek 09/04/2014 tarihinde Bakanlığımız uzmanları tarafından teslim alınmıştır.

Söz konusu amforalar halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza edilmektedir.


72) ABD'den İadesi Sağlanan At Gemi (2014) Bakanlığımızın ülkemiz kökenli kültür varlıklarının ülkemize iadesi yönündeki haklı çalışmaları pazar ülkeler olarak nitelendirilen Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de yankı bulmaktadır. Bu ülkelerde farkındalığın arttırılmasına yönelik çalışmalarımız neticesinde Amerika Birleşik Devletleri'nin ikamet eden Anne Daughtry adlı şahıs, elinde bulunan bir adet Anadolu kökenli kültür varlığının ait olduğu ülkede korunması gerektiğini bildirerek Los Angeles Başkonsolosluğumuza teslim etmiştir.

Milattan Sonra 2. Yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi'ne ait bronz at koşum takımı parçası (Gem) 19 Eylül 2014 tarihinde teslim alınarak Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.


73) ABD'den İadesi Sağlanan Lydia Bölgesi'ne Ait 10 Adet Mezar ve Adak Steli (2014)

2006 yılında Genel Müdürlüğümüze iletilen bir dilekçede, Lidya Bölgesine ait Manisa kökenli mezar ve adak stellerinin ABD’de internet üzerinden satışa çıkarıldığı bildirilmiştir.
Yoğun çalışmalar sonucunda, 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ömer Çelik’in talimatıyla, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları nezdinde stellerle ilgili tekrar girişimde bulunulması talep edilmiştir.
Bu esnada, FBI ve Vaşington Emniyet Müşavirliğimizce gerçekleştirilen ortak çalışmalar sonucu, stellerden 10 tanesinin yeri tespit edilmiştir.
M.S. 1-3. yüzyıllara ait oldukları tespit edilen 10 adet stel, 4 Ağustos 2014 tarihinde Vaşington Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’nce teslim alınmıştır.
Diplomatik kargoyla gelen eserler Bakanlığımız uzmanları tarafından 9 Eylül 2014 tarihinde teslim alınarak aynı gün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne teslim edilmiştir. 


74) Avustralya'dan İadesi Sağlanan "Yortan Kabı" (2014) Özellikle Truva, Semahöyük, Beycesultan, Afyon-Kusura, Aphrodisias gibi merkezlerde M.Ö. III. bin yıla tarihlenen arkeolojik tabakalarda görülen Yortan Tipli bir kabın  www.e-bay.com  isimli internet sitesinde satışa çıkarıldığı tespit edilmiştir.


Genel Müdürlüğümüzce bahse konu eserin ülkemize iadesi için Dışişleri Bakanlığımız aracılığı ile gerekli girişimleri başlatmış olup yapılan görüşmeler sonucu eserin satıştan çekilmesi sağlanmış ve 17 Ekim 2014 tarihinde Melburn Başkonsolosluğumuzca teslim alınmıştır. 

Ülkemize iadesi sağlanan eser 04.11.2014 tarihi itibariyle Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne nakledilmiş ve sergilenmeye başlamıştır.


75) Amerika Birleşik Devletleri tarafından New York Havalimanı’nda ele geçirilerek ülkemize iade edilen 69 adet kültür varlığı (2014) 

2,7 x 0,7 x 0,3 – 4,8 x 1,6 x 0,5 cm ölçüleri arasında 43 adet bronz ok ucu; 5,6 x 0,7 x 0,7 – 7,3 x 0,7 x 0,7 cm ölçüleri arasında 9 adet demir ok ucu; 2,3 cm halka çapı ve 1,6 cm kaş çapı olan Roma dönemine ait 1 adet bronz yüzük; 2,9 cm genişliğinde, 5,2 cm uzunluğunda ve 0,4 cm kalınlığında olan 1 adet bronz at çeneliği; 1 adet gümüş sikke (Miletos, M.Ö. 5. yy, obol); 5 adet bronz sikke; 9 adet gümüş sikke (Osmanlı akçesi).


76) İngiltere’den İadesi Sağlanan Türk Bayrağı (2014) 

I.Cihan Harbi esnasında, Şam şehrindeki Osmanlı Karargâhı’nın İngiliz kuvvetlerince işgal edilmesinin ardından gönderden indirildiği ve İngiliz General Edmund Allenby tarafından büyük dedesi Başçavuş Edgar Turner’e teslim edildiği iddiası ile Jack TURNER isimli İngiliz vatandaşı tarafından Londra Büyükelçiliğimize teslim edilen Osmanlı Bayrağı, 29.12.2014 tarihinde Bakanlığımız uzmanlarınca teslim alınmıştır.

208cm x 169 cm. ebatlarında olan bayrak 81 cm. genişliğinde iki ayrı kumaşın ortadan dikilerek bir araya getirilmesiyle oluşturulan bayrağa ilişkin; İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez ve Bölge Laboratuvarı Müdürlüğü ve Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü uzmanlarınca yapılan dönemsel özellik değerlendirmesi, dokuma türü, kir analizi, lif ve doğal boyar madde analizi sonucunda; bayrağın 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra üretildiği tespit edilmiş ve I. Dünya Savaşı yıllarında kullanılmış, dönemin özelliklerini yansıtan bir bayrak olabileceği kanaatine varılmıştır.

Söz konusu bayrak, Ankara Cumhuriyet Müzesi Müdürlüğü’nde sergilenmektedir.


77) A.B.D. Brauer Sanat Müzesi’nden İadesi Sağlanan 2 adet Stel (2015)

Bakanlığımızın yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılmış ülkemiz kökenli eserlerin iadesi kapsamında almış olduğu başarılı sonuçlar son yıllarda artarak devam etmektedir. Ülkemizin bu çabası neticesinde yurt dışında bulunan kişi ve kurumlar elinde bulundurdukları Türkiye kökenli eserleri kendi rızaları ile iade etmektedirler. Bu kapsamda, son olarak, ABD’nin Indiana Eyaletindeki Valparaiso Üniversitesi, Brauer Sanat Müzesi koleksiyonunda bulunan Sardis Kökenli 2 adet mezar stelinin ait olduğu topraklara iadesi sağlanmıştır. Söz konusu eserler 5 Haziran 2015 Genel Müdürlüğümüz yetkilileri tarafından teslim alınarak Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde muhafaza altına alınmıştır.


78) Avusturya’dan İadesi Sağlanan Boğa Figürini (2015)

Avusturya, Viyana’dan bir şahıs tarafından kargo ile Antalya Müzesi Müdürlüğü’ne bir boğa figürini gönderilmiştir. Kargo içerisinde ayrıca Antalya Müzesi Müdürlüğü hitaplı Almanca bir not bulunmuştur. Söz konusu notta, şahsın 1963 yılında bir haftalığına geldiği Antalya’da bahse konu eseri satın aldığı ve artık eseri kendi anayurduna iade etmek istediği ifade edilmektedir. 
Söz konusu eser Tunç Çağı’na (M.Ö. 3000-M.Ö. 1200) ait olup pişmiş topraktandır. Yaklaşık olarak 9 cm yüksekliğinde ve 7 cm eninde olup Antalya Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza edilmektedir. 


79) ABD’den İadesi Sağlanan 2 Adet El Yazması Eser (2015)

Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde yapılan sayım sonucunda yerinde olmadığı tespit edilen 111 adet el yazması eserin bulunabilmesi amacıyla 2000 yılında gerekli duyurular yapılarak söz konusu eserlerin İnterpol Çalıntı Eser Veri Tabanında yayınlanması sağlanmıştır.
Bu eserlerden 5544 Demirbaş Numaralı "Lubab el İşaret ve’t-Tenbihat" ve 5545 Demirbaş Numaralı "Miftahu'l Ulum" adlı iki adet el yazmasının, ABD’deki Pennsylvania Üniversitesi, Schoenberg Koleksiyonunda olduğunun tespiti üzerine, el yazmalarının ülkemize iadesi kapsamında gerekli girişimler başlatılmıştır.
Bakanlığımızın girişimleri ve karşı tarafın uzlaşmacı tutumu sonucunda iade edilen eserler 17.06.2015 tarihinde Ankara Etnoğrafya Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza altına alınmıştır.
Söz konusu el yazmalarının her ikisi de Arapça kaleme alınmıştır. 
"Lubab el İşaret ve’t-Tenbihat" Hicri 606 (Miladi 1209-1210) tarihlidir. Yazarı Fahreddin el Razi’dir. Felsefe ve kelama ilişkin yazılmış bir eserdir.
"Miftahu'l Ulum" Hicri 671 (Miladi 1272-1273) tarihlidir. Yazarı Ebu Ya'kub es-Sekkaki’dir. Behzat bin Ali tarafından kopyalanmış nüshasıdır. Arapça gramer konusunda yazılmış bir eserdir. 

80) İsviçre’den İade Edilen Kültür Varlıkları

Ülkemiz kökenli bazı kültür varlıkları, bir İsviçre vatandaşı tarafından Zürich Kültür ve Tanıtma Ataşeliğimize posta yoluyla gönderilmiştir.
 Söz konusu eserler Roma ve Geç Roma dönemine ait seramik ve mimari parçalardan oluşmakta olup 10 adettir. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğünde muhafaza edilmektedir. 
 

81) Amerika Birleşik Devletleri’nden İade Edilen Kültür Varlıkları

Ülkemiz kökenli bazı kültür varlıkları, bir Amerikan vatandaşı tarafından Vaşington Kültür ve Tanıtma Ataşeliğine teslim edilmiştir.
Roma Dönemine ait 4 adet mimari parçanın, 7 adet mermer yer döşeme parçasının, 1 adet mozaik parçasının (3 adet tessera) ve 2 adet Selçuklu Dönemi sırlı kaide parçasının oluşturduğu eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde muhafaza edilmektedir. 


82) Amerika Birleşik Devletleri’nden İadesi Sağlanan Osmanlı Devlet Arması

Amerika Birleşik Devletleri'nde ikamet eden bir Türk tarafından kendisinde bulunan Osmanlı devlet armasını ülkemize teslim etmek istediği bildirilmiştir.
Bu kapsamda;  bahse konu Osmanlı Devlet Arması, Los Angeles Başkonsolosluğumuz yetkililerince teslim alınarak diplomatik kargo ile ülkemize getirilmiştir.
Bakanlığımız uzmanları tarafından 26/01/2016 tarihinde Dışişleri Bakanlığı’ndan teslim alınmış ve aynı gün Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilmiştir.
Söz konusu arma, Sultan II. Abdulhamid Dönemi’ne ait olup, krem renkli atlas kumaş üzerine renkli ipliklerle işlenmiştir. Eserin ölçüleri 35 x 40 cm, çerçevenin ölçüleri ise 59 x 65 cm olup çerçevesi günümüz yapımıdır. 
Armadaki güneş, devletin büyüklüğünü, güneşin ortasındaki tuğra, en büyük Müslüman Türk hanedanını, kavuk, saltanat ve hilafeti, çiçekler, müsamahayı, terazi, adaleti, kitap, Kur’an-ı Kerim’i, silahlar, orduyu, madalyonlar, çeşitli milletlerden oluşan Osmanlı toplumunu temsil etmektedir.


83) Bursa İznik Müzesi Müdürlüğü’nden Çalınan Lahit Parçası

Bursa İli, İznik Müze Müdürlüğü bahçesinde muhafaza edilen 1516 envanter numaralı lahit parçasının çalındığının 15/05/2011 tarihinde tespit edilmesi üzerine yurt içinde ve yurt dışında arattırılması için gerekli girişimler Bakanlığımızca başlatılmıştır.
Almanya, Münih’te bulunan Gorny & Mosch Müzayede Evinin Aralık 2012 tarihli ve 210 numaralı açık arttırmasında 8 lot sayısıyla satışa sunulduğu öğrenilen eserin satışı durdurulmuştur.
Bakanlığımız, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın koordineli çalışmasıyla söz konusu eser, 12/08/2015 tarihinde teslim alınarak aynı gün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nde muhafaza altına alınmıştır.


84) İsviçre’den İadesi Sağlanan Herakles Lahdi

İsviçre’nin Cenevre gümrüğünde ele geçirilen Herakles lahdi ile ilgili süreç, 2011 yılında İsviçre Interpol biriminin İçişleri Bakanlığımız, Emniyet Genel Müdürlüğünü bilgilendirmesi ile başlamıştır. Bu tarihten itibaren Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından araştırma ve inceleme çalışmaları başlatılmış; Türk ve yabancı arkeologlardan rapor istenmiştir. Söz konusu raporlar ve daha sonraki araştırmalar sonucunda eserin, Antalya, Perge antik kentinden kaçak kazılar yoluyla elde edildiği ve yasadışı olarak ülkemiz dışına çıkarıldığı anlaşılmıştır.
İsviçre, Cenevre Başsavcılığının 2015 yılındaki lahdin ülkemize iade kararı, önce Cenevre Mahkemesinde, ardından İsviçre Federal Mahkemesinde temyiz edilmiştir. Davacıların, Federal Mahkeme kararını vermeden önce temyiz başvurularını geri çekmesi üzerine Herakles lahdinin ülkemize iadesi kesinleşmiştir.
13 Eylül 2017 tarihinde Türkiye’ye getirilen Herakles lahdi, 24 Eylül 2017 tarihinde yapılan açılış töreni ile Antalya Müzesinde sergilenmeye başlamıştır.


85) İskoçya'dan İadesi Sağlanan Altın Taç

İskoçya’nın Edinburgh şehrinde ele geçirilen MÖ 4. yüzyıla tarihlenen ülkemiz kökenli altın tacın iadesi için çalışmalar 2010 yılında başlatılmıştır. 2013 yılında İskoçya’da açılan mülkiyet tespiti davasında eserin ülkemiz kökenli olduğuna yönelik argümanlarımız, bilimsel ve yasal tespitlerimiz mahkemeye delil olarak sunulmuştur. 5 Aralık 2017 tarihli duruşmada ilgili şahıs sahiplik iddiasından vazgeçmiş ve eserin mülkiyeti Edinburgh Mahkemesince ülkemize verilmiştir. Karya dönemine ait olduğu belirlenen “Altın Taç” 18 Ocak 2018 tarihinde Türkiye’ye getirilmiştir.


86) Fransa'dan İadesi Sağlanan Bronz Dağ Keçisi Heykelciği

Erzurum Müzesi Müdürlüğünden kaybolan ve Interpol Çalıntı Sanat Eserleri Veritabanına kayıtlı bir bronz dağ keçisi heykelciğinin Fransa’da faaliyet gösteren bir galeride olduğunun tespit edilmesi üzerine gerekli araştırma ve incelemeler Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir.
Konunun öncelikle iyi niyet çerçevesinde çözümünü teminen, kanıtlayıcı belgeler eseri elinde bulunduran kuruluşa sunulmuş ve iade talebimizin iletilmiştir.
Yapılan görüşmeler neticesinde heykelcik, galeri sahibi tarafından iyi niyet çerçevesinde Bakanlığımıza iade edilmiş ve 15 Ocak 2018 tarihinde ülkemize getirilmiştir.

(Bitti..)

Mustafa Kırcı
(Kaynak : T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı)

 
 

Dünya Emekçi Kadınlar Gününde kadınlarımız - Rıfat Okçabol

Savaşlarda olsun günlük yaşamda olsun tarih boyunca kadınlar mağdur olmuştur. Bazı topluluklarda, tanrılarını memnun etmek için genç kızlar kurban edilmiştir. Günümüz yaşamına kültürel ve düşünsel etkileri olan Eski Yunan’da bile kızlar eğitim dışında tutulmuştur. Göksel dinler genelde erkek egemen anlayışı pekiştirip sürdürmüş, cariyeliği ve köleliği benimsemiştir. Ortaçağda da kızlar eğitimden uzak kalmıştır. Rönesans ve aydınlanma süreçlerinde insancıl düşüncelerin yaygınlaşması sonrasında okullar kızlara da açılmıştır. Ancak 4 Temmuz 1776 tarihli Amerika Bağımsızlık Bildirgesinde, “tüm insanlar eşit yaratılmışlardır, Yaradanları tarafından bağışlanmış bazı haklara sahiptirler Yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları bunlar arasındadır” denmesiyle, ilk kez “insanların eşitliği” gibi yeni bir anlayış resmen kabul edilmiştir. 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ilk maddesi de “insanlar sahip oldukları haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar, özgür ve eşit yaşarlar”  demektedir. Ancak resmi belgelerinde eşitlik vurgusu yapan devletler, belirttikleri eşitliği uygulamakta da ayak diremişlerdir. Örneğin köle ticaretine son verilmesi bile yüz yıl kadar sonra olmuştur.

Eşitlik konusunu tüm üye devletlerin benimsemesi ise Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948’de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle gerçekleşmiştir. Bu bildirgenin ikinci maddesi, “herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir”  şeklindedir. 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14’ücü maddesi şöyledir: “bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”  İnsan hakları, en azından gelişmiş Batı ülkelerinde, hızla benimsenmiştir. BM’de, 16 Aralık1977 tarihinde, ABD’de 1857’de greve çıkan dokuma işçisi kadınlardan 129’unun yakılarak öldürüldüğü 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması ve 20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesiyle de, “on sekiz yaşına kadar her insanın çocuk sayılacağı” kabul edilmiştir.

Osmanlıda toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamındaki ilk hareketi, 1921’de erkeklerin okuduğu sınıflara giren kız üniversitesinde okuyan öğrenciler başlatmıştır. Cumhuriyetin ilanıyla, karma eğitime geçilmesi, öğretim birliği yasası ile evlilikte ve mirasta kadınları eşit konuma getiren medeni kanun ve kadınlara seçme hakkı verilmesiyle toplumsal cinsiyet eşitliği konularında önemli adımlar atılmıştır. Bu gelişmelerin ürünü olarak, yerli ve yabancıların yaptığı araştırmaların da gösterdiği gibi (bkz. Türkiye eğitim sistemi, Ütopya Yayınevi, 2005),Türkiye gençliği 1950 sonu ve 1960’larda, Batıdaki gençler gibi insan hakları başta olmak üzere evrensel değerleri benimseyen bir gençlik haline gelmiştir.

Ancak, 1960 sonlarında genelkurmay başkanlığından gelen Cumhurbaşkanı Sunay, ülke geleceğini 1968 üniversite gençliğine değil de imam hatiplilere bırakılmasını istemiştir. 1965-1980 arasında 10 küsur yıl birkaç kez başbakanlık yapan Demirel de bu düşünceye paralel bir tutum göstermiştir. 12 Eylül 1980 darbecileri, Türk-İslam sentezi anlayışıyla ve de özellikle AKP’nin gerici politika ve uygulamalarıyla, toplumsal cinsiyet eşitliği, laiklik, bilimsellik, adalet ve barışseverlik gibi değerlerden uzaklaşılmıştır.

2017 öğretim izlencesi ve bu izlenceye göre hazırlanan ders kitapları, toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı niteliktedir. AKP’yle Diyanetin hemen tüm karar ve uygulamalarında cinsiyet eşitliği karşıtlığı vardır. İmam hatipler, öncelikli olarak toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığının öğretildiği okullardır. Toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemeyenler artıkça, kızların imam hatiplere ya da açıköğretime gitmeleri yaygınlaşmakta, kadının işgücüne katılımı azalmakta, türbana girenler, çocuk istismarı, çocuk evlilikleri, hamile çocuklar, kadına karşı işlenen suçlar ve cinayetler artmaktadır.

İmam hatip okullarındaki sayısal artış, ülkeyi yönetenlerin bu anlayışa karşı olmaları, AKP’lilerin ve yandaşlarının he gün artan karşıt söylemleri ile bakanlığın ve YÖK’ün gericilerin baskısı üzerine toplumsal cinsiyet eşitliği projesinden vaz geçmeleri, Türkiye’yi bir beka sorunuyla karşı karşıya getirmiştir. Bu beka sorunu, AKP’nin seçim konuşmalarında dile getirdiği türden değil, kadının eşitlik konusundaki beka sorunudur.

Ancak her şeyden önce yapılması gereken şey, öncelikle kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğine sahip çıkmasıdır.

Rıfat Okçabol / SOL

Türkiye'nin emekçi kadınları.(ANALİZ) - Ekin Bulut

Kadın emekçiler işsiz ve güvencesiz... Ancak seslerini yükseltmekten geri durmayan farklı işyerlerinden, mesleklerden, mahallelerden emekçi kadınlar türlü vesileyle boyun eğmeyeceklerini gösteriyor, direniyor, insanca bir gelecek için umut oluyor...

Son bir yıldır AKP hükümeti ekonomik ve siyasi krizi yönetme çabaları içerisinde patronlara türlü teşvikler, vergi muafiyetleri sağlarken; emekçiler işlerini kaybetme korkusu ve geçim sıkıntısı içinde tanzim sebze meyve satışlarını takip etmek zorunda bırakılıyor. İktidar bir yandan yerel seçimlerde kartlarını tekrar karmaya hazırlanırken, diğer yandan emperyalist masada yer kapmaca oyununu dengesiz hamlelerle devam ettirmeye çalışıyor.  

Tüm bunların ortasında emekçi kadınlar her emekçinin maruz kaldığı pahalılık ve sömürüye ek olarak piyasacı devlet politikalarının, şiddetin ve bitmek bilmeyen adaletsiz yargı süreçlerinin ortasında duruyor. Geçtiğimiz yıllarda şiddetin direkt fiziksel olanına maruz kalan ve kadın cinayetlerinde öldürülen kadınlara binlercesi katıldı. Ayrıntılarını bilmesek de benzer hikayeleri olan bu kadınlar içerisinde çalışan öğrenci Şule Çet’in süren davası bir yanda patronların, mesleki etikten yoksun uzmanların, eli satırlı hukukçuların olduğu, diğer yanda emekçi ailelerin, çalışan öğrencilerin ve emekçi kadınların olduğu tarafların aslında kimlerden oluştuğunu çok daha net bir şekilde gözler önüne seriyor.

KADIN EMEKÇİLER İŞSİZ VE GÜVENCESİZ
Geçtiğimiz gün Aydın’da yapılan Mikro Kredi Destekleme toplantısına katılan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, Türkiye’de son yılda kadınların iş gücüne ilave katılım oranlarında Avrupa’da birinci olduğunu söyledi. 5 bin TL’lik kredilerle iş kurulabileceği yanılsaması yaratmaya çalışan iktidar dün açıklanan 2018 İstatistiklerle Kadın Raporu’nda “Kadınların istihdam oranı erkeklerin yarısından az oldu” başlığını bile başarı olarak propaganda etme potansiyeline sahip. Bakan kadınların ailenin bütçesine ancak katkı yapabileceğini, tek başına kendisini ya da ailesini geçindirecek kadar kazanamayacağını türlü şekillerle dile getirmiş oluyor.

TUİK Kadın  Raporu’nda 15 yaş üstü istihdam oranı yüzde 28.9 iken,  bu kadınların iş gücüne katılım oranları  yüzde 33.6 olarak açıklanmış. Yani her 10 kadından ancak 3’ü ekonomik hayata katılabiliyor. Bu kadınların neredeyse yarısı kayıt dışı ve güvencesiz işlerde çalıştırılıyor. Esnek çalışmaya mecbur edilen kadınların yoğun olduğu iş kolları genellikle denetimlerin dışında kaldığından iş kazaları ve cinayetleri kayıtlarına gerçekler çok az yansıyabiliyor. Tarımın büyük oranda tasfiye edildiği Türkiye’de işçi kadınların onlarcası traktör ve kamyon kasalarında tarlalara taşınırken trafik kazalarında, fabrikalara giderken servis kazalarında, yüksek düşme ile iş cinayetlerinde ölüyor.

30 yaş altı yüksek öğrenim görmüş kadın ve erkeklerin sayısı birbirine yaklaştığı halde, eğitim düzeyi yüksek olan genç kadınlar aynı niteliklerdeki erkeklere göre iş bulmakta ya da bulundukları işlerde kalıcı olmakta zorlanıyor. Yüksek öğretim gören erkeklerde işsizlik oranı yüzde 8,7 iken, bu oran yüksek öğrenim gören kadınlarda yüzde 18,4’e çıkıyor.

Kadınların artan eğitim düzeylerine rağmen ucuz, gecici ve niteliksiz işlerde istihdamı, nitelikli işlere göre daha fazla artıyor. Bunda ekonomik büyümenin sürdürülmesi için özellikle eğitim düzeyi düşük olan kadınların ucuz işçi olarak piyasaya sürülmelerinin patronlar için avantajları belirleyici rol oynuyor. Bir diğer daha az belirleyici olan şey nitelikli işçi olarak çalışma hayatına katılan kadınların sayısı arttıkça bu kadınların ev işleri ve bakım için çalışacak kişilere olan ihtiyacı artıyor olması oluyor. Bakıcı, temizlikçi, gündelikçi, yaşlı bakıcısı olarak başka bir kadın bu kadınların ev içi hizmetlerini üstleniyor. Diğer yandan nitelikli kadın emek gücünün yoğunlaştığı eğitim, sağlık, finans gibi sektörlerde uzun çalışma saatleri artık sıradanlaştırılıyor. Yüklenen aşırı sorumluluklara her türlü mobbing, görece düşük ücretler ekleniyor.

TÜRKİYE'DE KADINLARIN MÜCADELESİ
Geçtiğimiz yıl ve takip eden aylar kadınların hayatın her alanında karşılaştıkları ayrımcılığa ve baskıya karşı mücadeleyi yükselttikleri bir yıldı:
  • Hiçbir gerekçe göstermeden birçok işçiyi işten çıkaran Anı Tur’a işçiler direnişle karşılık verdiler ve haklarını almayı başardılar. Bu kazanımlar sonrası Anı Tur’da staj yapan liseler öğrenciler de haklarını almak üzere bir araya geldiler.
  • Erdoğan “grevsiz bir toplum meydana getirdik” diye övünürken, kadın işçilerin yoğun çalıştığı Gripin ilaç fabrikasında işçilerin zam taleplerinin karşılık bulmaması üzerine greve gidildi ve on günlük grev sonrası işçilerin mücadeleleri kazanımla sonuçladı.
  • Yıllardır HES’lere karşı mücadele eden kadınlara bu yıl JES’lere karşı mücadele eden Egeli kadınlar katıldı, Aydın Efeler’de Kızılcaköyü kadınları yanlarına jandarmayı alıp gelen şirket yetkililerin karşına dikildi.
  • Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesinde bulunan Metin Seçkin Ortaokulu’nda harem-selamlık uygulaması başlatan müdürün karşısına veli ve öğrenciler çıktılar. İstanbul Bahçeşehir Atatürk Anadolu Lisesinde yaşanan taciz için  “Siz de o kadar dar pantolon giymeyin” diyen müdüre karşı, öğrenciler okullarında eylem başlattılar, öğrencilerin örgütlü tepkisi sonrası okul müdürü açığa alındı, tacizci hakkında işlem başlatıldı.
  • Konya'da Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Dekan Prof.Dr.Mehmet Keralı “İyi bir ev hanımı olmak bakan, başkan, bir iş kadını olmaktan elzemdir.' diyerek seçimlerde hiçbir kadın adaya oy vermeyeceğini açıkladı. Yoğun tepkiler üzerine görevinden istifa etti.
  • Ama hiç şüphesiz Flormar işçisi kadınlar, uzun süredir görmediğimiz, hepimizi heyecanlandıran bir direnişe imza attı. Örgütlü bir gücü karşılarında görmekten korkan patron sınıfının tüm çabalarına rağmen, örgütlendikçe güçlenen, güçlendikçe sınıf mücadelesinin ve dayanışmasının önemli bir parçası haline gelen Flormar direnişçileri bugün 297. gününde fabrikaları önünde inatla mücadele etmeye devam ediyor.
Her yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde seslerini yükseltmekten geri durmayan farklı işyerlerinden, mesleklerden, mahallelerden emekçi kadınlar türlü vesileyle boyun eğmeyeceklerini gösteriyor, direniyor, insanca bir gelecek için umut oluyor.

Ekin Bulut / SOL

Bir Burhan Kuzu bombası da benden - Murat AĞIREL

Geçtiğimiz günden bu yana gündem, Burhan Kuzu'nun Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan fotoğrafı oldu.
Fotoğrafta Burhan Kuzu'nun bulunduğu yemek masasında İranlı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti de yer alıyordu.

Orada dikkat çekmeyen çok önemli bir ayrıntı daha var aslında...
Ama gelin önce olayın başlangıcını anlatayım.
Zindaşti, bir dizi suçtan aranırken İstanbul'da yakalandı. İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimi C.Ö. tarafından hemen tahliye edildi. O zamanlar bu jet tahliyeyi kimse anlayamadı.
Tahliyenin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı derhal tahliyeye itiraz edip tutuklama kararı çıkarttırdıysa da Zindaşti kayıplara karıştı.
HSK bu rezalet üzerine hemen soruşturma açtı. Ve skandal daha da büyüdü.
Hakim ifadesinde şöyle diyordu:
"İktidar partisinden eski milletvekili beni sürekli arayarak bu şahsın mutlaka tahliye edilmesi gerektiği yönünde telkinde ve baskıda bulundu. Devletin bu konuda bir duyarlılığı olduğunu belirtti."

Habertürk yazarı Fatih Altaylı ise hakimin ifadesinde bahsettiği "eski milletvekili"nin Burhan Kuzu olduğunu işaret etti. Altaylı'ya yanıt veren Burhan Kuzu, "Ben ne o İranlıyı tanırım ne de o hâkimle görüşmem oldu. Hele hele duygusallık dediğin para işleri benim asla yapmayacağım işler. Bu bilgiyi kim verdi size bilmem" dedi.

Tam bunlar konuşulurken...

Burhan Kuzu ve Zindaşti ilişkisini kanıtlayan fotoğrafı Cumhuriyet gazetesi yayımladı. Konu ile ilgili Cumhuriyet gazetesinden Zehra Özdilek, Burhan Kuzu ile konuşmuş ve iddiaları sormuş.
"Şahsı asla tanımam ve olayla da hiçbir ilgim yoktur" açıklaması yapan Burhan Kuzu, fotoğraflarının ortaya çıkmasının ardından Zindaşti ile yemek yediğini kabul ederek "2011 veya 2014... Vatandaşlık için yardım istedi. Vatandaşlık Genel Müdürlüğü'ne müracaat etti. Ben de genel müdürü aradım yardımcı olmalarını istedim. Müdür bir ay sonra bana döndü, 'hocam bu adamın sıkıntıları falan var' dedi. Ben de sıkıntı varsa kalsın dedim. Bir daha da görmedim adamı, ilk ve son görüşümdü" cevabını vermiş.

Buraya kadar okuduğunuz bilgiler daha önce yayınlandı.
Ben ise size o fotoğrafın siyasi yansımasını değil üzerinde durulmayan, konuşulmayan ve gizlenen yönünü açıklayacağım.
Hem de ilk defa...
Ne mi bu açıklayacağım bilgiler?
Anlatayım:

***

Tarih: 29 Mart 2016
İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti, emniyette verdiği ifadesinde öyle iddialarda bulunuyor ki ayrıntıları dudak uçuklatan cinsten.

Zindaşti, arkadaşlarıyla alem yapmak için kadın bulması için birini arıyor. Aradığı kişi kendisini Aliye Uzun'a yönlendiriyor ve numarasını veriyor. Kadınlar geliyor... Zindaşti polise verdiği ifadesinde Aliye Uzun'un kendisine, "AK Parti Beşiktaş Kadın kollarında görevliyim, benim Ak Parti'de çevrem var" dediğini aktarıyor.
"Sana vatandaşlık alabilirim" dediğini, kendisinin de ona "Vatandaşlık alırsan sana Range Rover cip hediye edeceğim" dediğini söylüyor. Aliye Uzun'un ise cip istemediğini 500 bin lira karşılığında Türk vatandaşı yapacağını söylediğini aktaran Zindaşti, Uzun'un işlemleri başlatmak için 150 bin lira para istemesi üzerine kabul ettiğini belirtiyor.

Zindaşti ifadesinde "Aliye ile ilişkisinin devam ettiğini, bir dergi basımı konusunda kendisine 50 bin lira vererek yardım ettiğini, dergi işleri için toplamda 100 bin lira para harcadığını..." anlatıyor. Savunmadaki bu kısmı özetleyerek yazıyorum.

Aliye Uzun ile iş yapmaya devam eden Zindaşti, bir yat almak istediğini Uzun'a bildiriyor. Aliye Uzun da kendisinin Ömer Erdal Akkartal isimli bir arkadaşı olduğunu ve onun da yatını sattığını söylüyor. Yatı almak için 1 Milyon 300 bin euroya anlaşıyorlar. Fakat Zindaşti şüpheleniyor araştırma yapıyor ve şahsın kendisini dolandırmak istediğine kanaat getiriyor. Zindaşti bu olaylardan sonra Erdal ve Aliye ile arayı açıyor. Aliye Uzun sonraki zaman içerisinde vatandaşlık başvurusu ile ilgili gelişme var bahanesi ile Zindaşti'ye ulaşmaya çalışınca Ekrem Öztunç isimli yeğeni görüşüyor. Zindaşti'nin uygunsuz resimlerini paylaşmak ile tehdit ediyor ve fotoğraf gönderiyor. Derginin vergisini ödemesini istiyor. Zindaşti ödemeyince devreye Erdal Akkartal giriyor. Restleşmeden sonra Zindaşti ve 3 adamı Erdal Akkartal'ın verdiği adrese gidiyor ve çatışma yaşanıyor. Zindaşti'nin bir adamı vuruluyor ve olay yerinden kaçıyorlar. Zindaşti polise gitmiyor doğal olarak Erdal Akkartal da "Benim aranmam var polise gitmedim kapatalım" diye olayı kapatıyorlar.

***

Peki, bu kadar olayı niye anlatıyorum?
Başa dönelim...
Burhan Kuzu'nun Cumhuriyet'te yayımlanan fotoğrafında dikkat çekmeyen ayrıntıyı kastediyorum.
İşte tüm bu savunmada geçen iddialarda bahsedilen Aliye Uzun, Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı fotoğrafta Burhan Kuzu'nun yanında oturan kişinin ta kendisiydi.
Aliye Uzun kim mi?
Mecidiyeköy'deki Trump Towers'a Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın posterini astıran bir isim. AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Av. Şeyma Döğücü ve Başkan yardımcılarının ziyaret ettiği Ahmet Hakan'ın Hürriyet'teki köşesinde "kahraman" diye bahsettiği bir isim.

Sosyal medya hesabında paylaştığı fotoğraflarda ise Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'a yakın olduğu izlenimi veriyor. Cumhurbaşkanı ve eşi Emine Hanım ile birlikte fotoğrafları bulunuyor. Cumhurbaşkanı ile gittiği yurt dışı ziyaretleri kapsamında, Saray'da, Cumhurbaşkanı danışmanları ile hatta Binali Yıldırım ve eşi ile çekilmiş onlarca fotoğrafı var.

Ha bu arada...

Zindaşti'nin ifadesinde bahsi geçen dergiyi araştırdım. Aliye Uzun ile bağlantılı olan iki dergiye ulaştım.
İlk derginin isimi ALİYES.
2014 yılı Mart ayında çıkan sayısında karşıma kim çıktı dersiniz?
Burhan Kuzu!
Burhan Kuzu ile röportajın kamera arkası görüntülerine ait videoyu da Aliye Uzun derginin Instagram adresinde yayınlamış. İsteyen girip bakabilir. Silinmezse tabi...
İkinci dergi de aynı yayın konsepti ile "Business Woman" adı ile devam ediyor. Bu dergi 2017 yılında yayın hayatına başlamış. Ne tesadüf Aliye Uzun adı ile 2017 yılında 1000 lira sermayeli bir şirket Uzun Yayıncılık adını almış.

AKP'nin ve Cumhurbaşkanı'nın en üst kademesinde bulunan kişiler ile gezdiği açık ortada olan hatta kendini resmi görevliymiş lanse ederek gezen bu kişi için neden bir soruşturma başlatılmamış?

Sayın Burhan Kuzu'nun bilgisi var mı?

Sadece bir fotoğraf ve benim ulaşabildiklerim bunlar. Neresinden bakarsanız bakın iddialar rezalet. İlişkiler rezalet.
Bu kişiler bu noktalara nasıl ulaşıyorlar?
Bu paranın kaynağı ne?
Bu kişilerin siyasi bağlantıları kimler?
Bu iddiaların tamamı aydınlatılmalı ve kamuoyu bilgi sahibi yapılmalıdır.

NOT: Aliye Uzun'a, cevap hakkını kullanması için tüm iletişim kanallarından ulaşmaya çalıştım ama başaramadım. İsterse bu köşede gazetecilik ilkeleri gereği açıklamasına yer verebilirim.


Murat AĞIREL / YENİÇAĞ

S-400'ler 31 Mart'ın pazarlığı mı?. - Ahmet TAKAN

Ankara'ya gelenleri gidenleri eksik olmuyor.. Temsilcileri başkentte tam saha pres yaparken okyanus ötesinden tehdit, şantaj en üst perdeye yükseldi;
"Yaptırım uygularız", " sonuçları ağır olur"...

Türkiye'nin peşinatını ödeyip Rusya'dan satın alacağı S-400'lerden vazgeçirmek için ABD, kapalı kapılar arkasında yürüttüğü vazgeçirme çabalarını (!) tamamen aleniyete döktü.. Adice, küstahça... Hem de Erdoğan'ın Trump ile dostluk ilişkileri zirve noktasındayken!..Papaz Brunson'un serbest bırakılması ile sonuçlanan sürecin bir benzerini yaşıyoruz gibi... Fotoğrafı daha  net anlayabilmek için filmi kısa bir süreliğine geri sarmak lazım;

Türkiye'ye geldiğinde en üst düzeyde ağırlanan hatta bir akşam da konsere götürülen ABD Başkanının çok itibar ettiği Güney Carolina Senatörü Lindsey Graham, Münih Konferansı'ndan döndükten sonra bir grup senatör ile birlikte mektup yazdı. ABD Başkanı Donald Trump, bir grup senatörün ABD'nin Suriye'de asker bırakmasına yönelik mektubun üzerine imzasıyla "Yüzde yüz katılıyorum. Tümü yapılıyor" notunu düştü.


Senatörlerin yazdığı mektupta "bölgede istikrar sağlamak için" ve "radikal İslamcı terör örgütü IŞİD'in geri dönmesini engellemek için"  Suriye'de "ABD'li ve Avrupalı bir grup askerin kalması gerektiğini düşündükleri" belirtiliyordu. Lindsey Graham'ın öncülüğünde bir grup senatörce imzalanan ve 22 Şubat'ta Beyaz Saray'a gönderilen mektupta her nedense Türkiye'nin talepleri hiç hatırlanmamıştı, dikkate alan tek bir satır yoktu!.. Onca ağırlama, pohpohlama boşa mı gitmişti acaba?.. Donald Trump, ABD'nin Suriye'de asker bırakması ve Avrupa ülkelerinin de asker göndererek bu çabaya destek vermesini memnuniyetle karşıladıklarını ifade ettikleri mektuptaki "Sizin gibi biz de IŞİD'in tekrar geri dönmemesi, İran'ın cesaretlenmemesi gibi Suriye'deki kazanımlarımızı kaybetmemek, kazanımlarımızı pekiştirmek ve Cenevre'den ABD menfaatleri için en iyi sonucun çıkmasını sağlamak için uğraşıyoruz." ifadesini parantez içine almıştı.

Sonra...

Bu hafta başında, Viyana'da çok önemli bir zirve gerçekleşti. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford ile Rusya Savunma Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valery Gerasimov, Viyana'da bir araya geldi. Rusya Savunma Bakanlığı, yapılan görüşmede füze savunma sistemleri, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması (INF), Stratejik Silah Azaltma Antlaşması konularının ele alındığını duyurdu. Açıklamada, "taraflar Suriye'deki gelişmelerle ilgili görüş alışverişinde bulundu. Olayları önlemede etkileşimi sürdürme ihtiyacına odaklanıldı" denildi. Başka bir detay basına sızmadı. Ankara'nın derin kulislerine, görüşmede, Suriye'de çatışmazlık kararı çıktığı, ABD'nin Suriye'nin Kuzey'inde kuracağı koalisyon gücü hakkında bilgi, verdiği, Rusların da onayladığına dair söylentiler dolaştı.

ABD ve Rusya kendi çıkarları doğrultusunda oyunu çok akıllı oynuyor. Rusya, Adana Mutabakatı'nı gösterip, Türkiye'ye Suriye topraklarında bulunamazsın diyor. ABD, güvenlikli bölgede kontrol sende olamaz belki bir parça içine dahil edebiliriz diyor. Arada sıkıştık kaldık. ABD, "S-400 almayacaksın" tehditlerini Obama'nın meşhur beysbol sopası gibi sürekli üzerimizde sallıyor. Erdoğan'ın "bu işi bitirdik dönüş olmaz" sözlerinin yazılı medyaya yansıdığı dün, havuzun iki iri gazetesinde benzer satırlarla yazılan (!) iki ayrı köşe yazısı dikkat çekiciydi. Neredeyse başlıkları bile ikiz kardeş gibiydi. Köşe yazılarında, Türkiye S-400'lerden vazgeçirilmeye çalışılırken, ABD'den "cömert" Patriot teklifi geldiği anlatılıyordu. Ama bu "cömertliğin" detayları hakkında bilgi verilmiyordu. "ABD, Türkiye'yi S-400'lerden vazgeçirmek için masaya tekrar Patriot teklifi sürdüğü, 2015'te Türkiye'ye sunulan Patriot teklifine kıyasla daha iyi koşulları olduğu savunulan teklifin ABD'nin hiçbir müttefikine sunmadığı kadar iyi olduğu iddiası" işleniyordu. Çok iyi bir algı, kamuoyunu hazırlamak için usta bir alt yapı çalışması olduğu kesin!.. Ancak, yazarların kaleme aldığı bilgiler ABD tarafından mı yoksa sarayın ABD masasından mı verilmişti?.. Bu soruya ilişkin bir ip ucu mevcut değildi. Dedim ya; Brunson sürecine çok benzer bir süreç!.. Bir dünya efelenmenin ardından terörist olduğu mahkeme tarafından tescillenen Brunson kuş olup ülkesine uçuvermişti. Trump da ,medya önünde, Türkiye'ye baskı yapıp Brunson'u nasıl serbest bıraktırdığını ballandıra ballandıra bizlerle alay edercesine anlatmıştı.

Tam saha pres için Ankara'ya gelen ABD'lilerin odalarda ne dayattığına gelince... Ankara'nın derin kulislerinde konuşulanlara göre, ABD iktidardan, "31 Mart seçimlerini beklemeden bir an önce 'S-400 almaktan vazgeçtik' açıklamasının yapılmasını istiyor". "Bizimkiler" de topu çevirip 31 Mart sonrası için zaman kazanmaya çalışıyor.

Bu işin sonu ne olur?.. Suriye'de, S-400 alımında ABD ile Rusya arasında sıkıştırılan Türkiye, ara bir formül bulabilir mi?.. Türkiye'yi dış politikada bataklığa gömen AKP iktidarı, "S-400'lerden vaz geçtik" der mi?. .Peşinatını ödediğimiz S-400'leri Türkiye, bir başka ülkeye pazarlayabilir mi?.. Veya parasını ödediğimiz halde Rusya'da depolarda bekletileceği taahhüt edilir mi?.. Yoksa... Yoksa... Putin'in gönlü hoş edilip, S-400'lerin parası, düşürülen Rus savaş uçağının tazminatı olarak Rusya'ya bağışlanabilir mi?..

Bu sorulara cevap vermeden önce kendinize de bir sorun; siz papaz Brunson'un ABD'ye uçakla gönderilemeyeceğine inanmayanlardan mıydınız?..


Ahmet Takan / YENİÇAĞ

7 Mart 2019 Perşembe

Örgüt üyesi olmadıklarına ve iyi hallerine ilişkin bir kanaat oluşmuş: IŞİD’cilere emsal karar - ERK ACARER

IŞİD bayrağı ve örgütsel mühimmat üyelik için yeterli neden sayılmadı, beraat verildi. Tazminat hakları da vardır denilen kararda, Yargıtay ilamı referans alındı.




Türkiye’de adalete olan güven her geçen gün biraz daha sarsılıp azalırken, ters orantılı olarak IŞİD’ci ya da şüphelisi olanların yargılamalarındaki çifte standart dikkat çekiyor. İstanbul’da yakalanıp 1 yıl dolmadan tahliye edilen 4 IŞİD sanığının dosyası emsal. 


Çeçenistan’da çekilen silahlı görseller, kamuflajlı kıyafetle yine kamuflajlı bir ölünün gömülmesine ilişkin video, IŞİD’e ait fotoğraflar, bayraklar, 4 adet 9 mm. çapında Glock marka boş şarjör, pompalı bir yivsiz tüfek, 247 adet MKE yapımı dolu fişek, bir havalı tabanca, 3 kutu havalı tabanca mermisi, 29 adet hava tüpü örgüt üyeliği için yeterli sayılmadı. Baskında polisten kurtulmak için çatı katına kaçmak ve bu esnada boşluğa atılan siyah bir poşetten çıkan bir adet 9 mm çapındaki ruhsatsız dolu tabanca da örgütle organik bir bağ işareti olarak değerlendirilmedi; beraat verildi.

BAGAJDAN ÇIKAN UZUN NAMLULAR

Beylikdüzü Dereağzı Mahallesi sakinleri, bir sitenin iki ayrı bloğunda ikamet edenlere yönelik ihbarda bulundu. Emniyete, çok sayıda yabancı erkek ve kadının kaldığı, gece geç saatlerde kalabalık grupların gelip gittiği, bina giriş ve çıkışlarında şüpheli hareketler sergilendiği bildirildi. Siyah çarşaflı bir kadının yabancı plakalı araç bagajından çıkardığı uzun namlulu tüfekleri, siyah bir poşete koyup tekrar eve döndüğü ifade edildi.

SİLAHI KAYBETMEK İSTEDİ

İhbar üzerine, İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri baskın düzenledi. Rus uyruklu Ruslan A. ile Dağıstan uyruklu eşi Saida N. bir evde, Dağıstan uyruklu Movsur C. ile Rusya Federasyonu vatandaşı Nagiyat M. adlı kadın ise diğer bir evde yakalandı. İki ayrı daireden çok sayıda silah ve mühimmat çıktı. Ayrıca Movsur C. isimli şahıs elindeki siyah naylon poşet ile çatı katına kaçtı. Poşetten çıkardığı silahı boşluğa attı.

ÖNCE 2 KADIN TAHLİYE EDİLDİ

Tüm sanıklar gözatına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/11/2017 tarihli soruşturması sonucunda 4 IŞİD şüphelisi hakkında iddianame düzenledi. “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” ve “Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler bulundurma” suçlarından dava açıldı. Şüpheliler, 30.08.2017 tarihinde çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanıp cezaevine gönderildiler. İki kadın sanık, Nagiyat M. ve Saida N. 2018’in Mart ayında tahliye edildi. 

KAMUFLAJLA ÖLÜ GÖMÜYORDU

Çeçenistan’da çekilen silahlı fotoğraflar, kamuflajlı kıyafetle yine kamuflajlı bir ölünün gömülmesine ilişkin videoları bulunan, 2015’te Antep’te yakalanıp sınır dışı edilen ancak tekrar Türkiye’ye giren Ruslan A. ile Telagram Programı’nda IŞİD yazışmaları çıkan ve polislerden silahla kaçan Movsur C. de bir yıl dolmadan, 07.11.2018’de tahliye edildiler.

İYİ HALDEN BERAAT

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, bu delillerin tek başına örgüt üyesi olmaya yeterli olmadığına hükmedip; “İyi hallerine ilişkin bir kanaat oluştu” dedi. Ayrıca şahısların, cezaevinde kaldıkları süre için tazminat haklarının da oluştuğu belirtildi. Resmi evrak ve pasaportta sahtecilik suyundan da yargılanan sanıkların bu suçlardan aldıkları cezaların uygulaması da geri bırakıldı.

YARGITAY REFERANS ALINDI

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, kararında Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 26/0/2017 tarih ve 2017/1809 Esas, 2017/5155 Karar sayılı ilamına dikkat çekti: “Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir.”
Erk Acarer / BİRGÜN

Flash TV’nin karartılmasının sırrı - Barış Terkoğlu

Koltuk altınızda Dostoyevski var, Nâzım’ı ezber ettiniz, dilinizde Dadaloğlu türküleri. Ama mahallenin kabadayısı, dul Leman Abla’ya musallat olduğunda görmezden geldiniz. Hani nerede devrimciliğiniz?
 
Tabii ki Flash TV’nin baskılar nedeniyle yayınına ara vermesinden söz ediyorum. Zulmün sıradanlaşması mı diyelim, kulakları sağır eden sessizliğin göze perde olması mı?

Hadi Levent Kırca’ya “muhalif” dediniz, Sarı Bıyık’la derdiniz neydi? Zuhal Olcay’a bile hapis cezası verildi de Dilber Ay’ın mahpus programı ne vakit sakıncalı oldu? Fatih Portakal sinirinizi hoplattı da Donald Trump’a göbek attıran haber spikeri nasıl düşman oldu? 

Gitmesek de görmesek de 28 yıldır hayatımızda olan Flash TV, “iktidar sahiplerinin hukuk tanımaz uygulamaları, idari ve siyasi baskılar dayanılmaz bir hal aldı”  diyerek yayınına ara verdi. Kısa süre önce kapısına AKP’li belediyenin dozerle dayandığını görmüştük. Ne olduğunu anlayamamıştık.

‘Kanalın başına şunu koy’ 
Ekranın kararmasının ardından kanalın sahibi Ömer Ziya Göktuğ ile görüştüm. Pek göz önünde olmasa da aslında onu AKP camiası tanıyor. Eski bir Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) örgütçüsü. Kimi İslamcı, kimi ülkücü olmuş kuşağın içinden merkez sağa yakın görüşlerle çıkmış. Cuma namazına da meyhaneye de giden eski muhafazakâr kuşağın son temsilcilerinden biri. 

“Tayyip Bey’i İmam Hatip Lisesi’nden beri 50 yıldır tanırım” diyen Göktuğ’un Erdoğan’la arasının açılması yeni değil. Milli Görüş’teki ayrılık sürecinde Erdoğan’a uzak duran Göktuğ, “Başbakan olduktan sonraki ilk bakanlar kurulunda ‘benden uzak durmalarını’ söylemiş” diye anlatıyor ters düşmelerini. 

O günden beri sanki hem Ömer Ziya Göktuğ’un, hem de Flash TV’nin suyu ısınıyor. 
Kaçımız Ergenekon kumpasında mağdur edilen, yurdundan uzakta bir otel odasında hayata veda eden Erhan Göksel’in Gerçek Kesit programını hatırlar? 

Göktuğ, “Erhan Göksel’e program yaptırma dediler” diye anlatıyor sonucu.  Abdüllatif Şener’i kanala çıkarma diye uyardılar”, “Turhan Çömez’i işten at, dediler”  sözleriyle devam ediyor. “Satır satır geri çektiler bizi” sözleri nasıl törpülendiklerinin özeti gibi. Ancak daha beteri var: “Kanalın başına şunu koy,diye adam gönderdiler.”         
Yandaş medyayı ihya eden kamu reklamları Flash TV’ye uğramamış. Bunun yerine kanalı uyaran resmi yazılar almışlar. 

Flash TV deyip küçümsemeyin. Kanal, pek çok kimsenin hayal edip de ulaşamadığı bir kesimin takibinde. “Dışarıdan bakınca ‘halay yapıyorsun’ diyorlar. Benim de bir izleyicim var” diyen Göktuğ, hiç de azımsanmayacak reytinglerini anlattı. Belki de asıl gücü şu sözlerde saklıydı: Cami imamından genelev kadınlarına kadar bütün vatandaşlara  yayın yapan bir kanalız. BizHalk TV gibi CHP’lilere, Ülke TV gibi AK Partililere yayın yapmıyoruz. Biz ortalama insana yayın yapıyoruz. Bu insanlar ülkenin sessiz çoğunluğu. Herkes Flash TV’nin sıradan vatandaş üzerindeki etkisini bilir.”

İpler nasıl koptu 
Göktuğ’un anlattığına göre son dönemde ise ipleri kopartan olaylar ardı ardına gelmiş: 
“Bizim 2 tane haber programımız var. Sabahki iki buçuk saat filan. Bir de gece kuşağı bir saat kadar sürüyor. Bu iki yayın zaman zaman hükümeti eleştiriyor.Yıkıcı değil, objektif eleştirilerde bulunuyor. Rahatsız olmuşlar. Bizden bu iki yayının da kaldırılmasını istediler.” 

Ömer Ziya Göktuğ, talepleri reddettiğini anlatıyor: “Bizde editoryal bağımsızlık var. Bir harf karışmam işlerine. Onlara güvenirim. ‘Buna dokunma, şuna dokunma’  diyemem.  Benden bunu söylememi beklediler.”

24 Haziran seçiminde yaşadıkları ise menzile girmelerini sağlamış. 


“Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde iki adayın da mitinglerini yayımladık” diyen Göktuğ, tarafsızlığın yetmediğini şöyle aktarıyor: “Bizim binamız Bursa’da stadın karşısında. Kim orada miting yapsa ‘binaya benim resmimi as’ diye rica ediyor. Muharrem Bey’in resmini astık. Tayyip Bey’in resmini asmaya mecburmuşuz gibi yaptılar. Kızdım, son anda asmadık.” 

Erdoğan’ın o gün “o binayı indireceğiz” dediğini iddia eden Göktuğ; Bursa Belediyesi’nin, Cumhurbaşkanı’nın telkinleriyle, Flash TV binasını yıkmaya karar verdiğini ifade ediyor. Göktuğ’a göre deprem yönetmeliği de bahane ediliyor.
 
19 senedir ayakta olan bina için özel bir şirketten alınan hatalı raporla yıkım kararı alındığını söyleyen Göktuğ, hem ODTÜ’den hem Uludağ Üniversitesi’nden lehine çıkan raporları gösterdi. ODTÜ’den iki profesörün imzaladığı değerlendirmeyi aktaralım:  “Yapıya ‘risklidir’ denmesinin hatalı olduğu kanaatine varılmıştır.” 

Yerel mahkemeler belediyenin yıkımını durdurmazken, son bir umutla istinaf mahkemesine götürülen dosya için 20 Şubat’ta Flash TV lehine karar çıktı. Ancak buna rağmen belediye ekibi kanalı yıkmaya başladı.

Maklubeci başkanın ekibi 
Yıkımı yapan kim mi? 
Hani geçen günlerde Türkan Saylan’ı, Uğur Mumcu’yu, Bahriye Üçok’u, Nâzım Hikmet’i hedef alan Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı. Hani şu FETÖ’nün her kurumunda fotoğrafı çıkan, maklube sofralarından el sallayan Alinur Aktaş
Sanki kurtları çakallara boğdurmaya yemin etmişler... 

“Gelinen noktada hukuk tanımazlık, çok açıkça hedef alma var” diyen Göktuğ, “bağımsız tarafsız yayıncılık yaptırmadılar, onurumuzu kurtarmak için ara verdik” diye anlatıyor yaptığı seçimi. 

“Memleket hayırlı bir yere doğru gitmiyor, bu hal iyi bir hal değil” sözleriyle ruh halini özetleyen Ömer Ziya Göktuğ’un bir de duası var: “Allah kimseyi zalimin radarına sokmasın.” 

Sormadan edemiyorum: Flash TV yayınından dahi korkan iktidara “güçlü” diyebilir miyiz? 

Bırakın Leman Ablalar özgür olsun, düğünlerde oynasın, cenazelerde helva dağıtsın!

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

1924’ün 95. yılında genel manzara - Örsan K. Öymen

3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Öğretim Birliği Yasası (Tevhidi Tedrisat Kanunu) ile tüm vatandaşlar için bilimsel ve laik eğitim modeli devreye girdi. Bu devrimle birlikte medrese tarzı dinci “eğitim” sistemine son verildi; dogmatizmden, sorgulayıcı, analitik ve yaratıcı düşünceye geçiş süreci başladı. 
3 Mart 1924 tarihinde, TBMM kararıyla, Öğretim Birliği Yasası’nın kabulü ile birlikte, Halifelik makamı ve şeriata dayalı Şeriye ve Evkaf Bakanlığı da kaldırıldı. Böylece bu tarihte laiklik yolunda üç büyük devrim gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülük ettiği bu devrimler bu haftanın başında 95. yılında kutlandı.
 
Bu devrimlerin 95. yılında anlaşılması gereken şudur: AKP iktidarı, 4 bini aşkın imam hatip okulu, 10 bini aşkın Kuran kursu, 80’i aşkın ilahiyat fakültesi ve “4+4+4” olarak bilinen “eğitim” modeli ile, Öğretim Birliği Yasası’nı delmiştir ve ihlal etmiştir. Adnan MenderesSüleyman DemirelNecmettin ErbakanAlparslan TürkeşKenan Evren ve Turgut Özal tarafından altyapısı tamamlanan bu süreç, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP döneminde nicelik bağlamında tavan yapmıştır. 

Öğretim Birliği Yasası’nın delinmesiyle, kutuplaşmış ve karşıt kamplara ayrılmış bir toplum, ayrı dünyaları temsil eden bireyler ortaya çıkmıştır. Öğretim Birliği Yasası’nın ihlal edilmesi sadece bir eğitim sorunu değildir, aynı zamanda bir milli güvenlik sorunudur. 

Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Necmettin Erbakan’ın, Alparslan Türkeş’in, Kenan Evren’in ve Turgut Özal’ın ülkeyi yönettiği dönemlerde kurulan imam hatip okullarında yetişenler, bugün Türkiye’yi yönetmektedirler. Erdoğan dahil, AKP kadrolarının büyük çoğunluğu bu dönemlerde kurulan imam hatip okullarında yetişmişlerdir. 

AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde yaklaşık olarak 400 imam hatip okulu vardı. Bu sayı AKP döneminde 4 bini aşmıştır. Bu veriler, Türkiye’nin geleceği konusunda, Türkiye’yi gelecekte yönetecek kadroların yapısı konusunda, önemli bir ipucu vermektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilemez olan ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan ikinci maddesindeki demokratik, laik, hukuk devleti ilkesi, söz konusu imam hatip okullarında ve Kuran kurslarında yetişen AKP kadroları tarafından fiilen ortadan kaldırılmıştır. 

Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV” ve “Casusluk” olarak bilinen sahte yargı süreçleri, hukuk skandalları, yalan ve iftira kumpasları, imam hatip okullarında ve Kuran kurslarında yetişen kadroların eseridir.“Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV” ve “Casusluk” olarak bilinen kumpaslarla birlikte asrın safsatası olan “Gezi” iddianamesi, imam hatip okullarında ve Kuran kurslarında yetişen kadroların eseridir. 

Nâzım Hikmet’i, Uğur Mumcu’yu, Bahriye Üçok’u ve Türkan Saylan’ı devlet ve bayrak düşmanı ilan eden çarpık zihniyet; Allah’ın AKP’ye oy verenlerden ahirette hesap sormayacağını haykıran meczupluk; imam hatip okullarında ve Kuran kurslarında yetişen kadroların yarattıkları ortamın sonucudur. 

İşin garibi, söz konusu kadrolar, imam hatip okullarında ve Kuran kurslarında, İslam dinini de öğrenememişlerdir. Öğrenmiş olsalardı, yalan söyleyenin, iftira atanın, zalim olanın, adil olmayanın, merhametsiz olanın, hırsızlık yapanın Müslüman olamayacağını bilirlerdi. Öğrenmiş olsalardı, sadece namaz kılmakla, oruç tutmakla, içki içmemekle, baş örtmekle Müslüman olunamayacağını bilirlerdi. 

Öğretim Birliği Yasası’nın kabulünün 95. yılında görüyoruz ki, AKP’nin karşıdevrim hareketi, demokrasinin, laikliğin ve hukukun ne olduğunu anlayamadığı gibi, İslam dininin ne olduğunu da anlayamamıştır. 

Aldıkları medrese tarzı “eğitim”, sözcüğün tam anlamıyla boştur, anlamsızdır ve zaman kaybından  başka bir şey değildir.

Örsan K. Öymen / CUMHURİYET