Türkiye iktisat politikalarında makas değişimleri Cumhuriyet'in kuruluşundan beri yaşanmaktadır. Korkut Boratav Hoca klasikleşmiş yapıtı olan "Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2015" (İmge Yn., 24. baskı, 2019, Ankara) kitabında iktisat tarihindeki kırılma dönemlerini 1908'den başlatarak ele alıyor. İktisat politikalarındaki kırılma/ geçiş dönemleri bazen siyasi dönüm noktalarıyla çakışıyor, bazen çakışmıyor. Çakışmaması demek, aynı iktisat politikalarının farklı iktidarlarca uygulamada tutulması veya aynı iktidar döneminde farklı iktisat politikalarının benimsenmesi anlamına geliyor.
İkincisinin örneği, 1930'larda uygulamaya konulan devletçi-planlı-korumacı sanayileşme politikalarında bulunabilir. 1930'lardaki planlı-devletçi sanayileşme atılımı, İngiltere'nin egemen güç olarak etkisini yitirdiği yani emperyalizmin kutupsuz kaldığı, üstelik korunmacı/ içe kapanmacı eğilimlerin egemen olduğu bir dünyada gerçekleştirilmiştir. Bunun anlamı, dış müdahalelerin değil iç dinamiklerin belirleyici olduğu bağımsız bir sanayi/kalkınma politikasının inşasıdır. M.K. Atatürk ve etrafındaki yetkin kadronun, Türkiye'nin bağımsız hareket yeteneğini yükselten bu tarihsel fırsatı kaçırmaması başlı başına büyük bir meziyettir. Sovyetler Birliği'nin Türkiye'nin sanayileşme hamlesine hem örnek olması hem de mali ve teknik destek vermesi de ikinci büyük fırsatı oluşturmuştur. Böylece, Avrupa ülkelerinin yüzyıllık süreçte gerçekleştirdiği birinci sanayileşme hamlesinin Türkiye'de sıkıştırılmış bir zaman diliminde yapılabilirliğinin denenmesine cüret edilebilmiştir. Ama cüret edilmeden büyük başarılar elde edilemiyor.
Dr. Serdar Şahinkaya dostumuz "Bir Hesaplaşma: 1930 Sanayi Kongresi, Öncesi ve Sonrası. Cumhuriyet İktisadında Makas Değişimi. Sömürge Ekonomisinden Halkçı Ekonomiye" (Telgrafhane Yn., Aralık 2019, Ankara) başlıklı son kitabında, uzmanlaştığı erken Cumhuriyet dönemi iktisat tarihi alanına etkili bir dönüş yapıyor.
(O kadar ki, geniş okuyucu kitlesine seslenen kitabı şimdiden ikinci baskısına hazırlanıyor). Biraz gölgede kalmış olan 1930 Sanayi Kongresi'ne ışık tutan yapıtında Şahinkaya, bu Kongre ile sanayileşme bakımından "1920 çizgisinin Türkiye için ancak zayıf bir zemin hazırlayabildiğini" ortaya koyan bir "hesaplaşmanın" da yapıldığını saptamaktadır (s.43). Öte yandan bu Kongre, 1933'ün yani Birinci Sanayi Planının habercisidir (s.79). 1930 Kongresi'nde öne çıkan "Türkiye sanayileşmek mecburiyetindedir" şiarı, izleyen yıllarda da ön planda olacaktır.
İÇ DİNAMİKLERDEN DIŞ DİNAMİKLERE
1939'dan sonra kendini göstermeye başlayan savaş ekonomisi ikinci sanayi planının uygulanmasına izin vermeyecektir. Ama daha kötüsü, 1946'dan itibaren Türkiye iktisadında yeni bir makas değişimi gündemdedir. Türkiye, 1930'lardaki devletçi sanayi hamlesini başarıyla uygulayan CHP eliyle bu defa liberal iktisat politikalarına ve Batı emperyalizminin etki alanına açılmaktadır. 1950'de iktidar olan DP açısından bu yeni politikanın sürdürülmesi esasen kendi felsefesiyle uyumludur.
İktisat politikalarında önemli bir makas değişimi, 1960'larda yeniden planlı bir kalkınma modelinin benimsenmesiyle başlatılacaktır. Bu politika, bazı esnetilmelere rağmen, 1970'lere de egemen olacaktır. 24 Ocak kararlarıyla açılan 1980'ler ise, IMF-Dünya Bankası güdümünde neoliberal politikaların Türkiye'yi kapitalizmin merkezi ülkelerinin birikim ihtiyaçlarına bağımlı kıldığı bir dönemin adıdır. 12 Eylül yönetimi ve izleyen Özal-ANAP iktidarı bu bağımlı kalkınma modeline tam oturmaktadır. 1990'lardaki koalisyon iktidarları döneminde IMF etkileri azalarak da olsa devam edecektir.
1998'ten itibaren girilen IMF Yakın İzleme Düzenlemesi, 9 Aralık 1999'dan itibaren IMF-DB düzeninin tüm ağırlığıyla ekonominin üzerine çöktüğü istikrar/yapısal uyum programlarıyla devam ettirilecektir. Böylece Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit Hükümetleri ile girilen IMF yolunu, 2001'de kurulup 2002'de iktidar olan AKP Hükümetleri tam bir sadakatle sürdürecektir. "Farklı iktidarlar ama tek iktisat politikası" denkleminin arkasındaki nedeni, dışa bağımlılığı kanıksamış yerli siyasetçilerin kapitalizmin merkezi kıblesinden şaşmama kararlılığında aramak gerekir.
SOL İÇİNDEN ARAYIŞLAR
Birikim modelinde tıkanmaların su yüzüne çıktığı veya liberal politikaların sürdürülemezlik sınırlarına dayandığı dönemlerde geniş anlamda sol içinden seçenek üretilmesi denenmemiş midir? Aslında denenmiştir. Kısaca gözden geçirelim.
1970 sonlarında bunun iki somut örneği vardır. Birincisi, Ecevit Hükümeti'nin DPT Müsteşarı Bilsay Kuruç Hoca'nın gözetiminde 1978'de hazırlanan Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planıdır (1979-83). Bu Plan tam bir makas değişimi anlamına gelmese de, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın (1963-67) anlayış ve ciddiyetine dönerek sanayileşmede yeni bir atılımı amaçlamaktaydı. Ancak 4. Planın uygulanması için mali olanaklar ve siyasi destek zayıftı, ülke ciddi bir döviz sıkışıklığı içindeydi ve IMF-DB gibi kuruluşlar Türkiye'ye (ve özellikle bağımsız bir çıkış arayan CHP'ye) diz çöktürme arayışındaydılar. Bu Planı finanse etmeyi reddettiler. Demirel iktidarına dayattıkları 24 Ocak 1980 Kararlarıyla zaten uygulanmasını olanaksız kıldılar. Türkiye'ye diz çöktürülmüş, merkez ülkelerinin onaylamadığı sanayileşme "fantezileri" tarihin çöp sepetine atılmıştı.
1970'lerde hem kapitalist sistemin birikim krizinin yansımaları hem de Türkiye'nin büyüme modelinin tıkanması, daha radikal arayışları da gündeme getirmişti. Türkiye İşçi Partisi'nin seferber ettiği sol akademisyen ve bürokratlardan oluşan geniş bir kadro, yoğun bir çalışmayla çok kapsamlı bir "Demokratikleşme İçin Plan, 78-82" ürününü ortaya çıkarmayı başarmıştı. Aralık 1978'de TİP yayını olarak çıkan bu 759 sayfalık Plan çalışması, türünün ender örneklerinden biriydi. Muhalif bir sosyalist partinin örgütlediği bir planlama çalışması olarak Türkiye iktisat tarihi açısından bir ilkti ve halen bir ikincisi de çıkarılabilmiş değildir. Bu tam bir alternatif plan çalışmasıydı ve iktisat politikalarında tam bir makas değişimini öngörmekteydi.
On yıl sonra, 1980'lerin büyük şoku sonrasında, 1988'den itibaren yeni bir dönemin iktisat politikalarını hazırlamaya girişen SHP yönetimi, sosyalist kökenli iktisatçıların önemli ölçüde desteğini alarak, 1989 yılında oldukça köşeli bir 'Orta Vadeli Antienflasyonist Program'ın ortaya çıkmasına vesile olmuştu. Ancak SHP içi iktidar kavgalarında güç kazanmanın bir aracı olarak kullanılmaya kurban giden bu ortak çalışmanın ne yazık ki izleyen DYP-SHP koalisyon iktidarında (1991-95) bir etkisi görülemeyecekti. (Bu konuda ayrıntılı bir yazımız, 26 Ocak 2020 tarihli BirgünPazar yazımızda bulunabilir). Ağırlıklı bölümünü sosyalist iktisatçıların oluşturduğu aydınlar grubu, 1980 sonları ile 1990 başlarındaki ortak çalışmalarıyla TÜSES yayınlarına destek vererek alternatif iktisat politikaları önermeye bıkmadan devam etmişlerdir.
1990'larda mali-ekonomik kriz belirtilerinin birikmesi ve nihayet IMF'nin baştan sorunlu 2000 yılı programıyla ekonominin Şubat 2001'de bir çöküşe sürüklenmesi sürecinde, CHP içinden de -gene sosyalist iktisatçıların katkısı alınarak- alternatif bir ekonomi programı geliştirme çabası içine girilmiş, ancak K. Derviş'in CHP'ye ithal edilmesiyle birlikte bu program da sulandırılarak gerçek bir seçenek olmaktan çıkarılmıştır. (Bu, 1978'de DB uzmanı olarak 4. Planı kösteklemesinden sonra Derviş'in ikinci köstek hamlesidir).
AKP iktidarı Mayıs 2008'e kadar IMF/DB programını büyük bir şevkle uyguladıktan sonra, elinin sözde serbest kaldığı izleyen süreçte de önceki programın neoliberal esaslarına sadık kalmıştır. 2008-2009 kriziyle birlikte koşullar değişmesine, bol dış kaynak kullanımı yani borçlanma üzerinden büyümenin finansmanının tıkanma belirtileri göstermesine rağmen yeni bir büyüme modeline geçiş yapılmamıştır. Aslında, uzun süredir sözde tek başına iktidarda olan AKP ve lideri, ekonomideki bütün tökezlemelere karşın gerçek bir makas değişimini gündeme alıp IMF güdümü dışında bir ekonomik program oluşturmayı hiç düşünmemiştir.
NE YAPMALI?
18 yıldır süren ve büyük bir çıkmaza sürüklenen AKP/IMF düzeninden sonra kitleler hem CHP'den hem de sosyalist soldan yeni bir iktisat politikası programı beklentisi içinde olabilirler. CHP içinden mevcut neoliberal politikalara gerçek bir alternatif oluşturacak bir iktisadi program çıkması olasılığı yüksek değildir. Buna karşılık, düzen dışı perspektifi olan sosyalist sol bunu yapabilir ve bize göre yapmalıdır. IMF ve AKP düzeninin anti-tezinin ne olabileceği konusunda topluma aydınlanma ve tartışma öğeleri sunulmasının, sosyalist sol dahil toplumun bütün kesimlerini geliştirici etkileri olabilecektir.
Böyle bir çabaya girişilirse, Bilsay Kuruç Hoca'nın yıllardır sabırla sürdürdüğü (koordinatörlüğünü de sevgili Serdar Şahinkaya'nın üstlendiği) "21. Yüzyıl Planlama Seminerleri"nin ilmik ilmik örülen çok zengin bir kaynak havuzu oluşturduğu hatırlanmalıdır.
Oğuz Oyan / SOL