5 Ağustos 2021 Perşembe

Yangın söndüremeyen bir yalakalık öyküsü - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET



Muğla’nın Milas ilçesi Hisarbaşı Mahallesi sakinlerinin yıllar süren şikâyeti vardı. Biraz tuhaf ama evleri titriyordu. Titremeye bir gürültü de eşlik ediyordu. Şüphelendikleri müstakil eve giren çıkan da belli değildi. Ev sahiplerine ilişkin de efsaneler dilden dile dolaşıyordu. Evinin altında tarihi eserlerin gömülü olduğuna inanan adamın şüpheli ölümü, evin yıllar sonra ederinden çok yükseğe satılması, anlatılan define hikâyeleri, eve gelip giden yabancı plakalı araçlar... Elbette vatandaşlar yaşananlar için defalarca ihbarda bulundular. Gelgelelim, polis yıllar süren titremenin nedeniyle ilgili hiçbir şey bulamadı!

Ancak 2009 yılına gelindiğinde, bir muhbirin her şeyi anlatmasıyla mesele gizlenemez oldu. Evin altında yıllarca kazı yapılmıştı. 2010’da operasyon yapıldı. Ortaya çıkan şey inanılmazdı. Pers İmparatorluğu döneminde Karia’yı (bugünkü Muğla civarı) başarıyla yöneten Vali (Satrap) Hekatomnos’un anıtmezarı buradaydı. Üzerine leyleklerin yüzlerce yıldır yuva yapmaları nedeniyle halkın “Uzunyuva” dediği bölgedeki sütunun da bu anıtmezarın parçası olduğu anlaşıldı. Hekatomnos mezarı, dünyada son yılların en büyük arkeolojik buluşuydu. 

Definecilerin bir kısmı yakalandı, tutuklandı, bazıları sadece yüz liralık, bazıları kısa süreli sembolik hapis cezalarıyla kurtuldu. Ancak hemen herkese göre yakalananlar küçük balıktı. Zira soygun yıllarca sürmüş, mezarlıkta gömülü hazineler çoktan yurtdışına götürülmüştü. Polis operasyon yaptığında lahitlerdeki altın varakları kazımaya, mermerleri parçalamaya çalışan küçük hırsızlar kalmıştı. Mermerlerdeki tarihi resimler de mahvolmuştu.

Yıllar süren titremenin nedeni evin içinde iş makineleriyle yapılan ve 12 metreye ulaşan kazıydı. Nasıl oluyorsa, devlet görevlilerinin gözü önünde bu yapılabilmişti! Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, soygun yapılan eve kadar geldi. Hem Türkiye’nin hem insanlığın ortak mirasının çalınmasında, bazı kamu görevlilerinin de parmağı olduğu imasında bulundu. 2400 yıllık eserden büyülendiğini, hayatında böylesini görmediğini söyleyen Günay, “Soygunun çok bilimsel çevrelerden ekonomik destek de alınarak yapıldığını anladık” dedi, “Büyük bir organize hırsızlık vakası” dedi, “İçişleri Bakanlığı müfettişleri de olaya el koyarlarsa iyi olur” dedi... 

Peki, bugün ne oldu?

TURİZM BAKANI AKP İÇİN GELSİN!

2019 yerel seçimlerine doğru giden günler. Bir pastanın etrafında yapılan kutlama gibi. Bir sürü adam hoparlörü açık telefonun etrafında toplanmış. Cumhurbaşkanı’nın aramasını kutluyorlar. Erdoğan, devlet başkanı şapkasını çıkarmış. AKP Genel Başkanı olarak konuşuyor. CHP’de aday yapılmayınca AKP’ye geçen Barış Saylak’ı kutluyor. Bundan sonra yapılacakları anlatıyor. “Bilgisayarının köşesinde hâlâ CHP’nin amblemi duruyor, onu hemen sil” diye başlıyor. 

Elini öpmeye gelmek istiyorum Ankara’ya” diye devam eden, “büyüksün reisim büyük” diye yumruğun havada bittiği konuşmada, çiçeği burnunda AKP’linin Cumhurbaşkanı’ndan istedikleri var. “5 tane yatırımcı bakanımı burada istiyorum” diye başlıyor. Milas’ın tarih ve turizm kenti olduğunu hatırlatıp “Kültür ve Turizm Bakanımızı istiyorum” diye devam ediyor. Neden olduğunu da açıklıyor: “Hekatomnos mezarı var, ne yazık ki yarım kaldı, onunla ilgili söz versinler yeter”.  

İşte Saylak’ın bahsettiği mezar, 2010’da soygunculara göstermelik operasyonla fark edilen o mezar. Yani aradan 10 yıl geçmiş, ama devlet soyguncular kadar hızlı çalışamamış!

BAKAN, AKP İÇİN MİLAS’TA

Konuşmanın devamında Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı’nın “dışarıdan” olduğunu, bu nedenle seçim çalışmalarına katılamadığını söyledikten sonra “Onlar artık perde arkasında katılacaklar” diye bulduğu çözümü de açıklıyor. 

Dönemin haberlerini açıp bakıyorum. Gerçekten de “Büyük Reis”, Saylak’ın istediğini yapmış. Kültür Bakanı’nı “perde arkası”ndan çalıştırmış. Seçime sayılı günler kala, 13 Mart 2019 tarihli Anadolu Ajansı Haberi Kültür Bakanı’nın Milas’a, Hekatomnos Mezarı’na geldiğini haber veriyor. “Hekatomnos kral mezar alanı çok önemli bir değer. UNESCO Kalıcı Miras Listesi’ne de girebilecek adaylardan biri, o yüzden de desteklenmesi lazım” diyen Turizm Bakanı, anıtmezar için projelerini de açıklıyordu.

Bu kadar değil...

Saylak, Erdoğan’dan konuşmada, seçim kazanmak için “bakan doğalgazı” da istiyordu. 6 Aralık 2018 tarihli haberler bu merakımızı da gideriyor. AKP Milas adayı Barış Saylak ile poz veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Milas doğalgaz projesinin hazır olduğunu, çok yakında çalışmanın başlayacağını açıkladı. 

Sözler verildi, arkadan çalışmalar yapıldı. Ama olmadı. Erdoğan’a “Namus ve şeref sözü veriyorum, 1 Nisan’da Milas’ı getireceğim” diyen Barış Saylak, devletin seferberliğine rağmen seçimi kaybetti.

ORMAN MÜDÜRÜ OLDU

Geçen pazartesi akşamı Halk TV’de, Sözüm Var programına, Milas’ın CHP’li belediye başkanı bağlanmıştı. Cumhurbaşkanı’nın ve bakanların, günler süren Milas yangınında, kendisiyle temasa geçmemesinden yakınıyordu. Konuşması bitince, iki yıl önceki rakibi Saylak’ın şimdi nerede olduğunu anlattım. Erdoğan, seçimi kaybeden Saylak’ı, veteriner olması sebebiyle olacak, Muğla Tarım ve Orman İl Müdürü yapmıştı. Milas’ın da Bodrum’un da Marmaris’in de, kısacası bütün Muğla’nın ormanları, “büyüksün Reisim büyük” diyen, “seçim kaybeden AKP’li”ye bağlanmıştı. Belediyede veterinerlik, nikâh memurluğu, mezbaha sorumlusu görevlerinde bulunan, “Büyük Reis” dedikten sonra kariyer sıçramasıyla İl Tarım ve Orman Müdürü olan Saylak, günler süren yangını “söndüremeyen” yöneticilerden biriydi. 

CHP’den AKP’ye geçip aday olan Saylak’la izleyenlerin yüzünü kızartan konuşmayı yapan Erdoğan, CHP’li mevcut başkanla bir doğal afet sırasında bile konuşmamıştı. Bu da Erdoğan’ın bütün milletin cumhurbaşkanı değil, sadece bir siyasi görüşün başı olduğunun da açık örneğiydi. Erdoğan’ı bile utandıracak şekilde övmesi sayesinde Saylak, ülkenin en güzel ormanlarının başına yönetici yapılmıştı. Bu da devrin çürümesinin açık bir sembolüydü.

HIRSIZLIK ALETLERİ SERGİDE

Hekatomnos Mezarı mı? 

Soyulmuş haliyle bile dünyayı hayran bırakan, arkeolojide yüzyılın keşfi sayılan, klasik çağın zirvesi anıtmezar çalışması, AKP Milas’ta seçimi kaybettikten iki yıl sonra bile bitmedi! Haliyle, Doğulu bir ülkenin ileri görüşlü yöneticisi olarak bilinen Hekatomnos’un yaşamının dönemeçlerinin resimlerini millet göremedi. 

Yıllar süren çalışmalara, Türk bilim adamları yetişemeyince, dünyaya “help me” denilerek, uluslararası bilim adamları Türkiye’ye çağrıldı.  

İskoç polisi, Edinburg’da mezardan çalınmış altın tacı yakalayıp Türkiye’ye gönderdi. Ama çalıntı eserlerin satış fotoğraflarında kolu gözüken, beyaz gömlekli, anahtarlığına akbil takmış, arkeoloji bilgisi derin “yerli hırsızlar” yakalanamadı. 

Yine de ibret olsun diye, soygunda kullanılan silindirik karot çekirdeklerinin, İngiliz anahtarlarının, boruların anıtmezarın bir köşesinde sergileneceği açıklandı. Evleri titreyen halkın, siyasetin, bürokrasinin, soygunun birbirine karıştığı bu öyküde, paha biçilmez mirasa, bu dönemin katkısı hırsızlık aletleri ve yanmış ağaçlar oldu. 

Ne diyelim, Ey Karia ahalisi titre ve özüne dön!

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Saray rejimi kül oldu, yeniyi halk kuracak - BİRGÜN

 


Ülkenin her yanı yangınlarla boğuşurken kibrinden ödün vermeyen Saray yönetimi ısrarla ‘Devletimiz büyüktür’ diyor. Halkı yalnız bırakan o ‘büyük devlet’, yurttaşa ya borç veriyor ya da IBAN. Dayanışma içindeki milyonlar ülkenin yarınlarının gerçek kurucularıdır. İktidar ve ortakları her yangına körükle gitse de ülkedeki 19 yıllık yangını dayanışma içindeki halkın kendi iradesi söndürecek. ‘Tek adam’ rejimi tüm kurumlarıyla birlikte çözülüyor. Tel tel dökülen sistemin artık dikiş tutmayacağını vurgulayan siyaset bilimciler Saray yönetimi için bu durumun daha fazla sürdürülemez olduğuna, yenilik talebinin ise daha güçlü savunulması gerektiğine dikkat çekiyor.

Ülke yangın yeri. Freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağıya iniyor. Selden, yağmurdan, yangından insanlarımız ölüyor. 

Ormanlar yok oluyor. Evler, yollar sular altında kalıyor. Üstelik her yıl en az birkaç kez tekrarlanıyor. 

Bakanlar hiç sorumlulukları yokmuş gibi bir çizme ve yelek giyerek ama her biri sadece kendilerine tahsis edilmiş özel uçaklarla felaket bölgelerine gidiyor. Birkaç kare fotoğraf bolca hamaset ve en nihayetinde halka ya borç alacağı bankayı adres olarak gösteriyor ya da yardım için IBAN numarası vererek olay yerinden uzaklaşıyor. 

Rize, Giresun, Erzincan, Soma, Van, Antalya ya da Muğla hiç fark etmiyor. İktidar yetkilileri her yerde aynı terane aynı aymazlıkla davranıyorlar. Aynı ezber cümleler ile halkın karşısına çıkıyorlar: “Devletimiz büyüktür.” Büyük devlet ya borç veriyor ya da para istiyor.

DEVLETİ SORANLARA: ZENGİNİN YANINDA

Türkiye son 18 yılın en yüksek temmuz enflasyonunu yaşadı. Yıllık enflasyon Merkez Bankası’nın faiz oranına yaklaştı. Üstelik bu TÜİK rakamlarına göre. Üretici enflasyonu ise yüzde 44’lere dayandı. Bu durum enflasyonun daha da yukarılara tırmanacağını gösteriyor. Dar gelirli, her hafta artan fiyatlarla nasıl baş edeceğini düşünürken maaşlar yerinde sayıyor. Hükümetin vereceği zam müjdesine bakıyor. Ama bu nasıl büyük devlet ve onu yöneten hükümet ki çalışanına enflasyon farkı oranında zam vermemek için elektrik zammını bile haziranda değil temmuz başında yapmayı düşünebiliyor. Zamlar yağmur gibi yağarken yurttaşını koruyacak bir şemsiyeyi bile çok görüyor.

Bir de hiç maaş alamayanlar var. Açlığa mahkum milyonlar. Bu gerçek ortadayken bile Erdoğan ekran karşısına geçip ihtiyacı olan herkese ne kadar çok nakdi yardım yaptıklarını övünerek anlatabiliyor.

BÜTÜN RANT YANDAŞLARA PAYLAŞTIRILDI

Kısıtlı kamu kaynaklarının neredeyse tamamı yandaşa ayrıldı. Otoyollar, köprüler, dev hastaneler, havaalanları yaptırılıp milyonlarca liralık rant paylaşıldı. Yalanlarını daha geniş kitlelere aktarmak için kamu bankalarından krediler kullandırılıp medya tekeli oluşturuldu. Yandaş medyayı yaratmak yetmedi yaşatmak için yine belediyelerin ve kamunun reklamlarıyla ayakta tutulmaya çalışıldı. Milyonlarca emekçinin alın teriyle biriktirilen kamu serveti çarçur edildi. Merkez Bankası’nın rezervi bile seçim politikasına kurban edildi.

Ekmek isteyen, iş isteyen milyonlara kapı gösterilirken, yandaşla bir olup servetlerine servet kattılar. Nerdeyse tüm AKP’li siyasetçiler en zenginler listesine girecek hale geldi. Devlet oldular, 80 milyonun yarattığı kaynağı kendilerine aldılar.

saray-rejimi-kul-oldu-yeniyi-halk-kuracak-906058-1.



SIKIŞINCA YURTTAŞA ‘GÖREV SENDE’ DEDİLER

İktidar yurttaşı ancak çaresiz kaldığında hatırladı. Pandemiden ekonomik krize, doğa felaketlere kadar bu durum hiç değişmedi. Ranta açtıkları orman alanlarıyla, dere yataklarıyla ilgili de halkı suçlamayı ihmal etmediler. Sürekli görev tanımladılar. Felaket bölgelerinde Cumhurbaşkanı’nın etrafına toplanıp acaba ne yardım gelecek diye umutla bekleyenler kafalarına atılan bir poşet çayla karşılaştı. Milyonluk araçlarla ortalıkta dolaşıp, lüks uçaklarla halka yukarıdan bakanlar, insanları ayaklarına çağırmaktan çekinmedi. Çocuğuna mama alamayan vatandaşın “açım” çığlığına bile laf edip “aç olan bunu söylemez” diyecek kadar alçaldılar.

İktidar ancak çaresiz kalındığı anlarda yurttaşı hatırladı. Altından kalkamadığı büyüklükte gelişmeler yaşanınca para istenmekten bile çekinmediler. O kadar kibir ve gösteriş altında yarı aç yarı tok yaşayan milyonlardan yardım isterken yüzleri kızarmadı. Bu kadar rezillik sonrası bir avuç şakşakçı ve trol dışında etrafında tek bir aklıselim insan bile kalmadı. Ülke gerçeklikten kopmuş, ranta, şatafata ve lükse alışmış aç gözlü bir yönetici elitin pençesine düşmüş durumda.

DÜZEN KÜL OLDU YENİSİ GELİYOR

Son bir haftada yaşananlar bile tek başına gösteriyor ki yanan, kül olan sadece ormanlar değil bu düzenin kendisi. Dumanı tüten bir düzenle karşı karşıyayız. Büyük ortak o tarafa bakmadan durumu kurtaracağını düşünürken küçük ortak yaşanan rezilliği görmeden hâlâ hain arama peşinde.

YENİYİ MİLYONLARIN İRADESİ KURACAK

Bu yıkıntının altından kurtulmanın ilk ve tek yolu önce bu iktidardan kurtulmaktan geçiyor. Sonrasına dair ilk adımlar halkın içinde boy vermeye başladı bile. Dayanışarak, birbirini destekleyerek, uzağı yakın ederek ve iyiliği örgütleyerek kötülüğe karşı direnen milyonlar ülkenin yarınlarının gerçek kurucuları olacak. Kahraman aramadan, kendi öz gücüne inanıp yangına kovayla su taşıyan milyonlar bu ülkenin geleceğidir.

Kuşkusuz ki yanan, çöken, yok olan her ev bizim vatanımızdır. Vatan yanıyor. İktidar ve onun ortakları her yangına benzinle gitse de milyonlar elleriyle bile bu yangını söndürecek. Ülkedeki yangını halk söndürecek.

***

Siyaset Bilimci Akademisyen Seren Selvin Korkmaz:

Yangınla ilgi mesele sistem krizi olarak değerlendirilebilir. Yangına müdahale edilememesi ve diğer bir takım doğal afetlerde hükümetin, insanları sürekli başlarının çaresine bakmaya davet ettiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Başkanlık sistemi bir istikrar ve hızlı kriz çözümü vaadiyle gelmişti ama burada en büyük istikrar halkı başlarının çaresine bakmaya davet etmek oldu. Yönetim krizine ilişkin iki önemli nokta var: Birincisi sistemin tamamen şeffaflıktan uzak olması. Son dönemlerde özellikle yangınlarla ilgili hikâyelerde gözlemlediğimiz nokta doğru bilgilere ulaşamamamız ve yangın söndürme uçaklarıyla ilgili anlatılanlar oldu. Uçaklar var mı yok mu, satıldı mı? Tartışması devam ediyor. Demek ki şeffaflık bulunmamakta. Dolayısı ile yeni bir sistem talebinde de ilk üzerinde durulması gereken noktalardan biri şeffaflıktır.

Liyakat yok itaat var

İkinci bir nokta ise sistemin tamamen sadakate bağlı olması. Liyakat sahibi sorun çözebilen kişiler yerine kurumlara liyakatleri daha az ama daha sadık insanların doldurulduğu görülüyor. Yöneticiler sadakat ölçütünde işlerini yaptıkları sürece sorunlara çözüm bulamıyorlar. AKP güvenlikçi politikaları öne çıkaran bir parti. Yurttaşların bir kısmı güvenlik talep edebilir. Bugün insanların can ve mal güvenliğini bile sağlayamayan bir yönetim var. Hak, adalet, özgürlük bunların hepsini geçtim, can güvenliğimiz bile sağlanamıyor. Herkes endişe eder durumda.

Sistemin bu şekilde sürdürülebilir olmadığı görülüyor. Rejim bir takım çarpıtmalarla, yalanlarla, sürdürülmeye çalışılıyor. Bu yalanlar halkın yaşadığı gerçeklerle çatışır ise destek azalıyor. Sistem kendini sürdüremiyor çünkü eskiden de Türkiye’de ahbap-çavuş ilişkileri vardı ama bu ilişkiler ağından toplumun daha geniş kesimleri faydalanabiliyordu. Başkanlık sistemi o kadar merkezi ki hem kaynaklardan faydalanan hem de karar alma mekanizmalarındaki söz sahibi grubun niteliği çok azaldı. Toplumun AKP seçmeni bile iktidarın nimetlerinden uzak.

Sistem bu şekilde sürdürülemez

Kendi çıkar ağlarını da sürdüremez duruma geldiler. Çünkü sistem tümüyle merkezileşti, tek kişiye hapsoldu. Dökülen bir bürokrasi var. Bakanlar arasında yaşanan çatışmaları görüyoruz, belli bakanların sorunları ortaya çıkıyor. İktidarla ilgili sürekli bir sorun var. Bunları toparlayıcı bir mekanizması yok. Kendi içlerinde bile denge denetleme mekanizmaları yok oldu. Bu sebeplerden dolayı en ufak bir çöküşte bu sadakat ağları güçlü olmadığı için çok çabuk dağılıyor. Geminin batma hikâyesi gibi. Neredeyse parti diye bir şey kalmadı. AKP eridi. Bir yerde parti eriyip lider ön plana çıkarsa çok kırılganlaşır.

***

Siyaset Bilimci Akademisyen Berk Esen: Artan orman yangınlarına hükümetin yeterli tepkiyi gösterememesi durumundan bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ne kadar kötü bir siyasi rejim olduğunu ve Türkiye’yi ne kadar büyük bir felakete sürüklediğini görüyoruz. Zaten dış politikadan iktisada, pandemi yönetiminden orman yangınlarına kadar her alanda son 3 senede bunun örneklerini gördük. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan şey aslında bizim birçok rejimde gördüğümüz otoriter bir yönetim sistemi. Burada tepede bir kişi var ve bütün sorumluluk o kişide toplanmış durumda. Dolayısı ile onun altında yer alan farklı bakanlıklarda özellikle ve bürokraside bu tarz konulara müdahale etmesi beklenen ve aslında yetki sahibi olan kurumların ve makam sahiplerinin kendilerini sorumlu hissetmedikleri ve tek adam rejiminden korktukları için hamle yapamadıklarını görüyoruz.

saray-rejimi-kul-oldu-yeniyi-halk-kuracak-906059-1.



Otoritenin doğal sonucu

Türkiye Cumhuriyetinin devlet kapasitesi birçok gelişmekte olan ülkeye göre daha yüksek olmasına karşın Türkiye çok düşük bir kapasite ile çalışıyor. Bu da Türkiye’deki tek adam rejiminin ve onun yarattığı otoritenin bir doğal sonucudur. Biz bu sonucu yangınlara verilen ‘yetersiz’ tepkide gördük. Burada bir partizan uygulama olduğunu düşünüyorum. Yanan bölgelerinin çoğu muhalif seçmenlerin yaşadığı ve CHP’li belediyelerin yönettiği bölgeler. Oralara siyaseten de bir mesaj vermek için belki de o seçmenlere tepki olarak hükümet hiçbir çözüm önerisi getirmiyor. Buna karşı muhalefetin yapabileceği çok fazla şey var. Bunlardan bir tanesi ise pandemiden iktisadi sorunlara, dış politikadaki faciadan yangınlar konusuna kadar, her noktada bunların bir rejim sorunu olduğunu ve yaşanan sıkıntıların temel müsebbibinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu çok açık bir dille ve mütemadiyen ve sadece kendi seçmenlerini değil aynı zamanda AKP seçmenlerine yönelik bir şekilde aktarması gerekiyor. Bu bir sistem sorunudur. Bu sistem değişmeden ve bu sistemi kuran kişi iktidardan ayrılmadan bu sorunların hiçbirisine çözüm getirilemez. Hatta var olan sorunlarda daha kötü bir noktaya gelerek büyüyecek. Muhalefetin bulabildiği her kanaldan bunu seçmenlere aktarması ve bir rejim tartışması başlatması gerekiyor.

Biz artık Büyükşehir Belediyelerinden Türkiye’deki bu sistem çöküşünü telafi edebilecek hamleler bekliyoruz. Hükümetin müdahale edemediği her noktada sanki onlar hükümetmiş gibi müdahale etmeliler. Aslında bütün seçmenleri, ülkeyi AKP’den ve bu bozuk yönetimden çok daha iyi bir şekilde idare edebilecekleri mesajını vermeleri gerekiyor. Muhalefetin daha fazla AKP’li seçmenlere ulaşması gerekiyor. Bu bölgelerde evi yanan, evinden tahliye edilmek durumunda kalan birçok AKP’li ve MHP’li seçmen var. Onlara bu somut sorunları gündeme getirerek muhalefetin ulaşabilmesi gerekli. Bütün bunlar sonucunda Türkiye’deki gerekli rejim değişikliğinin yapılabileceğini düşünüyorum. Hükümet ülkeyi yönetemiyor dolayası ile erken seçime ihtiyacımız var. Muhalefetin zaman kaybetmeden erken seçim çağrısı yapması ve bunu her gün yinelemesi gerekiyor.

***

Halk ülkenin kötüye gittiğini düşünüyor

Metropoll Araştırma'nın kurucusu Özer Sancar, Haziran ayında yaptıkları Türkiye'nin nabzı araştırmasından bir bölüm yayınladı. Araştırmada 'Genel olarak düşündüğünüzde Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor?' sorusu soruldu.

Ankete katılanların yüzde 59'u Türkiye'nin kötüye gittiğini düşündüğünü söylerken iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 27.4'te kaldı. 'Fikrim yok' diyenlerin oranı yüzde 2.5, 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenlerin oranı yüzde 10.7 oldu. Araştırmanın partilere göre dağılımına bakıldığında ise Cumhur İttifakı'nın ortağı MHP'lilerin de iktidardan rahatsız olduğu görüldü. MHP'lilerin yüzde 30.9'u Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünürken yüzde 50.6'sı 'Kötüye gidiyor' dedi. Yüzde 11 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' yüzde 7.4 'Fikrim/cevap yok' seçeneğini işaretledi. AKP’de Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 57.6 oldu. Kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 28 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenlerin oranı yüzde 12.7 olarak ölçüldü.

CHP'de Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 88.4 olarak hesaplandı. Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünen CHP'lilerin oranı yüzde 6.8. Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünen partiler arasında en yüksek oran İYİ Parti'de çıktı. Yüzde 94 Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünüyor. İyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 2.6. 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenler ise yüzde 3.3. HDP'lilerin yüzde 81.8'i 'Türkiye kötüye gidiyor' seçeneğini işaretledi. Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 2.4. Yüzde 14.1 "Türkiye ne iyiye ne kötüye gidiyor" seçeneğini işaretledi. Saadet Partisi'nin yüzde 57.9'u Türkiye'nin kötüye gittiği görüşünde. Yüzde 15.8'i Türkiye'nin iyiye gittiğine inanıyor. Yüzde 26.3 ise 'Türkiye ne iyiye ne kötüye gidiyor" diyor.

***

Sadece Saray’ın masrafları kısılsa uçak filosu kurulabilirdi

CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer, Türkiye'de devam eden orman yangınlarına ilişkin iktidara eleştirilerde bulundu. Saray'ın günlük masrafının 11 milyon lira olduğunu belirten Sümer, "Sadece Saray'ın masrafları kısılsa bırakın bakımı yangın söndürmede kullanılacak uçak filosu kurulabilirdi" ifadelerini kullandı. Sümer, Türkiye'deki orman yangınları ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. “Türkiye artık bu iktidarın yanlış politikaları yüzünden ağır bedeller ödemeyi hak etmiyor" diyen Sümer, "İktidar yetkilileri televizyon kanallarına çıkıp Ay’a gideceklerini, planlamaların başladığını dile getiriyorlar. Bir bakıyoruz kendilerini herkesten üstün gören iktidarın yangın söndürme uçağı dahi yok. 'Bakımına çok para gerekiyordu, kapasitesi yetersiz olduğu için THK’nın uçaklarını kullanmıyoruz' söylemleri liyakatsizliğin en net göstergesidir” dedi.

***

‘Erdoğan istifa’ çağrısı

İktidarın felaketler karşısında çaresizliğine tepki gösteren binlerce insan sosyal medyadan ‘Erdoğan İstifa’ kampanyası başlattı. Ülkeyi esir alan yangınlarda iktidarın basiretsizliğini ve yurttaşların mücadelesini paylaşan binlerce sosyal medya kullanıcısı Erdoğan’ı istifaya çağırdı. Sosyal medya hesabı üzerinden başlatılan #tayyiperdoğanistifa hastagine 335 bin kişi destek verdi.

***

Yalnızca birkaç örnek bile iktidarın halkı kaderine terk ettiğini anlatmaya yetti

• Erdoğan "Evimize ekmek götüremiyoruz" diyen esnafa, “Bu biraz bana abartılı geldi” ifadelerini kullandı.

• Pandemide ekonomik kriz derinleşti, işsizlik arttı. Desteksiz kalan binlerce esnaf kepenk kapattı.

• Her felaketin ardından yurttaşların yaralarını sarmayan iktidar, halka IBAN numarası verdi.

• Hangarlarda çürümeye terk edilen THK uçakları yangına müdahale edemedi. İktidar müdahalede yetersiz kalırken yurttaşlar yangınla dayanışma içinde mücadele etmek zorunda kaldı.

• AKP’li Gündoğmuş Belediye Başkanı Mehmet Özeren yeni yapılacak TOKİ evleriyle ilgili verdiği demeçte, “…Çok eski evi olan vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler diye düşünüyorum” dedi

• Cumhurbaşkanı Erdoğan, sel ve yangın felaketlerinin ardından gittiği her bölgede yurttaşlara çay fırlatmayı bir gelenek haline getirdi. Bu davranışı yurttaşların yoğun tepkisine neden oldu.

BİRGÜN

3 Ağustos 2021 Salı

Bavyera, Guam, Pasifik Yüzyılı - İbrahim Varlı / BİRGÜN


Paylaşım, güç, nüfuz savaşlarının en sıcak bölgelerinden olan Asya-Pasifik’e büyük bir 

yığınak var. 

Özellikle Batı Pasifik’te tehlikeli bir askeri rekabet yaşanıyor. Çin ile ABD’nin en büyük 

kapışma mecralarından birine dönüşen Pasifik’te askeri politik hamleler peş peşe geliyor. 

Güney Çin Denizi’nde Çin’i sıkıştırmak isteyen ABD her geçen gün baskı 

ve provokasyonlarını  artırıyor. 

Tahkimatını sürdüren ABD liderliğindeki Batılı aktörler manevra üstüne manevra yapıyor. 

Güney Çin Denizi’nde Çin’i sıkıştırmak isteyen ABD her geçen gün hamle üstüne hamle 

yapıyor. Bu denizde ABD ve Çin donanmalarına bağlı gemiler ve savaş uçakları sık sık 

çatışmanın eşiğinden dönüyorlar.

Batı Pasifik’teki Guam adasındaki ABD Deniz Üssü bölge stratejisinin merkezi. Guam - 

Hawaii’den sonra - ABD ordusunun Pasifik’ten Çin’e doğru giden yolda ikinci önemli durağı. 

Papua Yeni Gine’nin kuzeyinde ve Pasifik’te Filipinler’in doğusunda yer alan Guam, büyük 

stratejik öneme sahip. Birleşmiş Milletler tarafından “Kendi Kendini Yönetmeyen Bölge” olarak 

listelenen, aslında sömürgelikten kurtarılacak bir alan olarak sınıflandırılan ada, iki önemli 

ABD üssüne ev sahipliği yapıyor: Andersen Hava Kuvvetleri Üssü. Burası Çin’e yönelik 

saldırıların yapıldığı Andersen Hava Kuvvetleri Üssü. Apra Limanı’ndaki Guam Deniz 

Üssü’nün yanında ikinci büyük üs.

ABD silahlı kuvvetleri Japonya, Güney Kore, Filipinler gibi müttefikleriyle beraber yaptığı manevralarla Çin’i Doğudan Pasifik hattından sıkıştırma arayışında. Rusya etkisi nedeniyle Batı’dan ve kuzeyden bu kuşatma stratejisi için en işlevsel hat doğu ve güney cephesi kalıyor.

Bir tatbikat bitmeden diğeri başlıyor. “Forager 21”, “Talisman Saber”, “Pacific Griffin”, “Pacific Iron” bunlar ABD silahlı kuvvetlerinin şu anda Pasifik’te yürütmekte olduğu veya henüz tamamlamış çeşitli savaş tatbikatlarından sadece birkaçı.

ALMANYA, İNGİLTERE CEPHEYE

Müttefik devletlerin askerleri bunların birçoğunda yer alıyor ve müttefik devletlerin paylaşımdan daha fazla pay kapmak ve kendi küresel çıkarları için düzenlediği manevralar da var. Bunlardan birisi de İngiltere ve Fransa gibi denizaşırı emperyalist güçlerin gölgesinde kalsa da Almanya. Transatlantik ittifakın yeniden canlandırılmasıyla Berlin ABD istekleri doğrultusunda küresel siyaset sahnesinde daha fazla rol almaya başlayacağının işaretlerini verdi. Bu biraz da Kuzey Akım-2 boru hattının diyeti olacak gibi.

Doğu Asya ve Pasifik sularında görev yapacak Bavyera fırkateyni dün Almanya’nın kuzeyindeki Wilhelmshaven limanından yola çıktı. Alman sol gazete Jungewelt’ten Jörg Kronauer’in yazdığı gibi “Bayern” zararsız bir eğitim gezisine çıkmıyor, büyük bir askeri yığınağın yapıldığı, savaş baltalarının çıkarıldığı bölgeye gidiyor.

ABD’nin 11 Temmuz’da başlattığı Forager 21, tatbikatı hafta sonuna kadar devam edecek. ABD silahlı kuvvetlerine göre, bu “Defender Pacific 21” bağlamındaki ana tatbikat. Bu da, büyük ABD birimlerinin her yıl Atlantik üzerinden Rusya sınırına doğru yer değiştirdiği ana manevra olan “Defender Europe”un karşılığı. Defender Pacific ise Çin’e doğru yürüyüşün provasını yapıyor.

İngiltere, geçen haftalarda kalıcı olarak Asya Pasifik’e iki savaş gemisi konuşlandırma kararı aldı. İngiliz emperyalizmi bir süredir, ABD’nin yanında bölgede daha fazla rol alma arayışında. Çin’e karşı Japonya ile bağlarını daha da güçlendirmeye çalışıyor. Eylül ayında Queen Elizabeth uçak gemisi ve eskort gemilerinden oluşan savaş görev grubu Asya Pasifik’te göreve başlayacak. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace geçen günlerde Japon mevkidaşı Nobuo Kishi ile Tokyo’da bir araya gelmişti.


DÜNYANIN YENİ AĞIRLIK MERKEZİ

ABD liderliğindeki Batı emperyalizminin askeri yığınak yaptığı Asya Pasifik bölgesi dünyanın yeni ekonomik ve siyasi güç merkezi. Obama ve sonrasındaki tüm ABD başkanlarının tüm ulusal güvenlik stratejilerinde bu durum açıkça belirtiliyor. Ortadoğu, Afganistan, Orta Asya’daki askeri önceliğin yerine ağırlığın Pasifik’e kaydırılması büyük kapışmanın yeni cephesini işaret ediyor.

Asya Pasifik Bölgesi, dünya nüfusunun yüzde 40’ını, küresel ticaret hacminin yüzde 30’unu ve dünya ekonomik büyüklüğünün yüzde 23’ünü kapsıyor. Dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 60’ını, Asya-Pasifik ülkeleri sağlıyor. Dünyanın en büyük üç ekonomisi, ABD, Çin, Japonya Pasifik’te. Tarihte ilk defa, Pasifik üzerinden yapılan ticaret, Atlantik’i geçti. 21’nci yüzyılın bir “Pasifik Yüzyılı” olması öngörülüyor. Bering Boğazı’nın da zamanla deniz ticaret trafiğine açılacak olması bütün askeri, ticari, jeopolitik dengeleri değiştirecektir.

Paylaşım, güç savaşının bu yeni evresi, yüzyıl öncesindekinden de daha büyük, tehlikeli kırılmalara işaret ediyor... Saflar netleşiyor, cephe hatları tahkim ediliyor...

İbrahim Varlı / BİRGÜN 

Türkiye’de tiksindirici borç - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Borçların yeniden yapılandırılması süreci, “128 milyar nerede?” soruşturması ile paralel yürütülmeli. Sistem partilerinin cesur adımlar atmasının zorluğu göz önüne alınırsa sosyalistlere büyük sorumluluk düşüyor.

İsterseniz Türkiye ekonomisi bağlamında tiksindirici borç konusunu tartışmaya dış borçlara bir göz atarak başlayalım. 

2021 Mart sonu itibarıyla dış borçlar 448.4 milyar dolardır. 2017 sonundaki 454.4 milyar dolarla kıyaslayınca dış borç bakiyesinde hafif bir düşüş gözlenmekle birlikte, Türkiye ekonomisinin dolar bazında daralması sonucu dış borç yükü artmıştır. Dış borcun GSYH’ye oranı %61.5’tir.

Diğer dikkat çeken bir olgu, toplam dış borçlar içerisinde kamu kesiminin dış borçlarının ağırlığının artıyor olmasıdır. Merkez Bankası dış yükümlülükleri dâhil kamu kesiminin dış borçları 2021 Mart’ta rekor bir düzeye, 195.8 milyar dolara, toplam dış borçlar içerisindeki ağırlığı ise %43.6’ya ulaşmıştır. Bu oran, örneğin 2017 sonunda %30.3’tü.

Burada en dikkat çeken nokta, finansal kesim dışındaki firmaların, döviz kurlarının sıçraması ve uzun vadeli yatırım olanaklarının tıkanmasıyla yurt içinden sağladıkları döviz kredilerini azaltmalarıdır. 2018 Mart’ta 186.5 milyar dolar olan bakiye 2021 Nisan’da 147.5 milyar dolara inmiştir.

Buna karşın finansal kesimin dış borçlarında ıse düşüş gözleniyor. 2017 sonunda 115.1 milyar dolar olan bankaların uzun vadeli dış borcu, 2021 Mayıs’ta 68.2 milyar dolara gerilemiştir. Finansal kesimin 2014 sonunda 41.5 milyar dolar olan kısa vadeli dış borcu ise 2021 Mart’ta 9.1 milyar dolara kadar düşmüştür.

DÖVİZ CİNSİ İÇ BORÇLAR

Üzerinde konuşulması gereken başka bir gelişme, Türkiye’nin döviz cinsinden iç borçlarının artışıdır. Haziran 2021 Kamu Borç Yönetimi Raporuna göre daha 2018 sonunda 1.1 milyar dolar olan kamunun döviz cinsi iç borçları Mayıs 2021 itibarıyla 33.8 milyar dolardır. İktisat tarihçisi Barry Eichengreen’in “ilk günah” diye adlandırdığı döviz cinsi iç borçlanmanın bir yandan döviz kurlarının daha fazla artmasını engellerken, diğer yandan rezervlerin tamamen erimemesi amacıyla hızlandırılması ihtimali akla geliyor. 2017 sonunda kamu iç borç stokunun %17.7’si kamu bankaları, %17.8’i özel bankalar, %19.4’ü yurtdışında yerleşiklerin elinde bulunmaktaydı. 2021 Mayıs’a gelindiğinde bu oranlar %36.7, %18.7 ve %3.8’di. Diğer bir ifadeyle, yabancılar yerine kamu bankaları iç borçların 1 numaralı müşterisi haline gelmişlerdi. Böylelikle döviz cinsi iç borç kağıtlarını TL fonlarıyla satın alan kamu bankalarının bilançolarındaki döviz pozisyonları da makyajlanmış oluyordu.

HAZİNE GARANTİLİ DIŞ BORÇLAR

Devletin dış alem olan yükümlülüklerinin bir kısmı da Hazine garantileridir. Bu garantilerin üç türü vardır. 1) Hazine garantili dış borçlar, 2) Hazine garantisi kapsamında sağlanan kredileri, 3)Borç üstlenimine tabii kredi anlaşmaları.

1) Hazine garantili dış borçların 11.8 milyar doları ağırlıklı kamu bankaları olmak üzere kamu kesimine, 3.1 milyar doları ise özel kesime aittir.

2) Hazine garantisi kapsamında sağlanan krediler, hepsi kamu kesimine verilmiş 2.7 milyar dolardır.

3) Borç üstlenimine tabii kredi anlaşmaları, hepsi Kamu Özel İşbirliği kapsamında bulunan 7 Yap-İşlet-Devret projesine ait olup, 17.2 milyar dolar tutarındadır.































KAMU-ÖZEL-İŞBİRLİĞİ PROJELERİ

Hazine garantilerinin söz konusu olduğu diğer bir mecra da Kamu-Özel-İşbirliği projeleridir. Bu projelerde 4 farklı model kullanılıyor. 121 projeyle en yaygın rastlanan Yap-İşlet-Devret modelini,109 projeyle işletme hakkı devri, 18 projeyle Yap-Kirala-Devret ve 5 projeyle Yap-İşlet modelleri izliyor. KÖİ projelerinde 25.1 milyar dolarlık karayolu, 19.4 milyar dolarlık havaalanı inşaatı; 18,9 milyar dolarlık enerji sektörü yatırımı vardır. Yap-Kirala-Devret modeliyle ise 11 milyar dolarlık sağlık projesi finanse edılmiştir. İşletme hakkı devri modelinde ise, 54.9 milyar dolar havaalanı, 19.2 milyar dolar enerji, 2.7 milyar dolar liman, 926 milyon dolar yat limanı projesi yer alıyor. Daha küçük projelerin de katılmasıyla 159.4 milyar dolarlık KÖİ portföyü bulunduğu anlaşılıyor. Ancak bu toplamın ne kadarının dış krediye dayandığını bilemiyoruz. (Bu bilgiler Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, KÖİ Proje Göstergeleri, Nisan 2021’den alınmıştır.)

NE YAPMALI?

Şimdi 20 Temmuz 2021 tarihli “Şu Musibet Borçlar Konusu” yazımızdaki sınıflandırma çerçevesinde farklı borç kategorilerinin analizine geçebiliriz. Ancak bu değerlendirmelerin bir fikir verme, bir pozisyon belirleme anlamı taşıdığını; yoksa her bir kategori için tüm borç sözleşmelerini incelemeyi gerektiren çok daha ayrıntılı çalışmaların zorunlu olduğunu söylemeliyiz.

Kanal İstanbul: Bu projenin yol açacağı ekonomik, özellikle Montrö Anlaşması bağlantılı jeostratejik, ekolojik, sismik, şehirleşmeye ilişkin sakıncalar meslek kuruluşları, konunun uzmanları, araştırmacı gazeteciler tarafından ortaya kondu, konuyor. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Kanal İstanbul Projesini “tiksindirici borç” ilan etmesi gayet yerinde ve zamanında olmuştur. Toplumsal muhalefetin diğer unsurlarının da bir an önce bu yönde tavır almaları beklenir. Böylelikle bu projeyi fonlaması söz konusu olan kreditörler önceden uyarılmış, tiksindirici borç ilanının en önemli bir koşulu yerine getirilmiş olacaktır. Kaldı ki 2019 İstanbul yerel seçimlerinde bir anlamda Kanal İstanbul Projesi oylanmış ve projeye karşı duruşunu açıkça ortaya koyan Ekrem İmamoğlu’nun zaferiyle, halk tarafından reddedilmiştir.

Kanal İstanbul’un 1) Fener ve tahliyesi ücretleri, 2)Kılavuz hizmet ücretleri, 3)Römorkör hizmet ücretlerine ilişkin çok yönlü garantiler içerdiği, işletilmesi halinde de kamuya ciddi yükler getireceği ortaya kondu.(Çiğdem Toker, Kanal İstanbul Garantileri, Sözcü Gazetesi 12.04.2021.)

Kamu-Özel-İşbirliği Projeleri: Bu projeler içerisinde Zafer Havalimanı gibi baştan yanlış, hiçbir ekonomik gerekçesi bulunmayan örnekler de vardır. Diğer bazı projeler altyapı, sağlık, enerji üretimi gibi hizmetler sunuyorlar. Ancak tanınan fiyat ve miktar garantileri kamuyu zarara uğratıyor. Öncelikle kapitalizmin kendi mantığı içerisinde bile, “işletme riski veya ticari risk” adı verilen, üretilen mal ve hizmetlere talebin riskini ifade eden temel bir kavram vardır. Yatırımcıya “kârlar bana, zararlar kamuya” mantığıyla, iş hacmine ilişkin baştan teminat verilmesi tümden yanlıştır. Aynı şekilde döviz kuru oynaklığı bilinirken, döviz kurlarının artması halinde Hazine’nin gelirlerinde paralel bir artışın söz konusu olmayacağı ortadayken, verilen döviz cinsi fiyat garantileri de hepten yanlıştır. Üstelik Covid-19 salgınını mücbir sebep kabul ederek İstanbul Havalimanı’nın kira ödemelerinin faiziyle birlikte 2024’e kadar ertelenmesine karar verilirken; Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü benzerlerinde aynı uygulamanın yapılmayarak kamunun neden zarara uğratıldığının hesabı sorulmalıdır.

Bu projeler için proje sözleşmelerinin ayrıntısıyla incelenmesi, sözleşme şartlarının kamu çıkarı gözetilerek yeniden düzenlenmesi en doğru adım olacaktır. “Söke söke alırlar” beyanlarında bulunanlar da cevabını alacaktır.

Türkiye Varlık Fonu: Bir kere bu yapı, “ülke varlık fonu” uygulamalarına ters bir şekilde, ülkenin varlıklarının ve gelir kaynaklarının yönetilmesine yönelik bir pratiğe sahip değildir. Tam aksine, portföyüne Ziraat Bankası, THY, BOTAŞ benzeri kamu kuruluşlarını katarak, sorumsuz bir borçlanma mekanizması işlevi görmektedir. Örneğin, 2021 Mart’ında %95 hazine garantisiyle Citibank ve ICBD bank liderliğinde 1 milyar 250 milyon avro borçlanmaya gidilmiştir. Türkiye Varlık Fonu bünyesindeki 23 şirket ve 2 lisans hakkının çoğu Sayıştay denetimi dışındadır. Kuruluşlarından beri Türkiye Varlık Fonu’nun ne işlev gördüğü kamuoyu tarafından bilinmemekte, Cumhurbaşkanı sabit kalmak üzere yönetimi sürekli değişmektedir. Toplumsal muhalefetin, özellikle siyasi partilerin Türkiye Varlık Fonu’nun tasfiye edileceğini, tüm hesaplarının incelenerek kamuyu zarara uğratanlardan hesap sorulacağını bir an önce deklare etmeleri doğru olacaktır. Nasıl bugün Malezya hükümeti 1MBD ülke fonu yolsuzluluğu nedeniyle Deutsche Bank’ı, J.P. Morgan Bankası`nı dava ediyorsa, aynı akıbetin Citibank benzerlerini de beklediği bilinmelidir.

Kamunun Dış Borçları: Türkiye’nin dış borçlarının GSMH’ye oranı giderek yükselmekte, bu önümüzdeki yıllarda borç servislerinin giderek daha zorlaşacağını göstermektedir. Önümüzdeki 5 yılda 60.6 milyar dolar merkezi yönetim dış borç ödemesi yapılacaktır. Bunun 19.3 milyar doları faiz ödemesidir. ABD’nin 5 yıllık tahvil faizlerinin %0.72, Almanya’nın 5 yıllık faizlerinin -%0.72, İngiltere’nin 5 yıllık tahvil faizlerinin %0.28 olduğu bir konjonktürde bu aşırı bir borç yüküdür. Nitekim Türkiye’nin 5 yıllık tahvil faizleri %5.16’dır. 2021 yılında gerçekleşen 3.5 milyar dolarlık yurt dışı tahvil satışının 5 yıllık yarısı %4.75, 10 yıllık yarısı %5.875’ten satışa çıkarılmış ve yatırımcıyı %4.90 ve %5.95 getiri sağlayacak bir şekilde alıcı bulmuştur. Bunlar çok yüksek faiz yükleridir. Bir ülke zorlanarak da olsa bu borçları ödese, bu kendi yurttaşlarının refahı pahasına adil olmayan bir yükle gerçekleşecektir. Bu kadar faiz ödemenin hakkaniyetli olmadığı üzerinden harekete geçilmelidir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, UNCTAD’ın hazırladığı çerçevede, bir hükümetin makroekonomik politikaları doğrultusunda borçlarını yeniden yapılandırma hakkını kabul etmiştir. (United Nations Resolutian Adapted by the General Assembly on 10 September 2015.) Burada “sürdürülemez borç” süreci de işletilebilir. Hatırlanırsa ilk yazımızda açıkladığımız bu kavram hükümetlerin sağlık, eğitim gibi temel insan hakları yükümlülüklerinin veya kamusal altyapı yatırımlarının yanısıra kalkınma için gerekli programlarını aksatmadan geri ödenemeyecek borçlar için devreye sokuluyordu. Muhalefet partilerinin bu doğrultuda pozisyonlarını açıklamaları, toplumsal muhalefet bileşenleri ve halk tarafından talep edilmelidir.

Borçların yeniden yapılandırılması süreci, “128 milyar nerede?” soruşturması ile paralel yürütülmelidir.Bu noktada sistem partilerinin cesur adımlar atmasının zorluğu göz önüne alınırsa, sosyalistlere büyük sorumluluk düşmektedr.

Dünya ortamı da özellikle GOÜ’lerin ağırlaşan borç yükleri, aksayan kalkınma projeleri düşünüldüğünde borç yeniden yapılandırmaları için çok elverişlidir. Bu konunun tartışılması ve borç denetim komitelerinin oluşumu ayrı bir yazının konusu olacaktır.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN


Siyasal İslamı faşizm ve felaket kapitalizmi ile buluşturan Cumhur İttifakı, ülkenin başına gelen en kötü beladır.- Zülal Kalkandelen / CUMHURİYET

 

Türkiye, cayır cayır yandı. Ormanlar, 

köyler yok oldu. 8 insan hayatını kaybetti. 

Hiçbir suçu olmayan binlerce hayvan, 

çığlık çığlığa diri diri kavruldu... 

İktidar, bir kez daha ülkeyi bir felaket 

karşısında çaresiz durumda bıraktı.

Kimin ne yaptığını ya da yapmadığını 

özetlersek...

Yangınların söndürülmesi için havadan müdahale şarttı ama  Erdoğan’ın  “teknolojileri eski”, Tarım ve Orman Bakanı   Pakdemirli’nin  “motorlarına kuş yuva yapmış” dediği uçaklar yıllarca bakımsızlıktan hangarda çürümeye terk edilmişti. 

Hükümet, acil durumlarda yangın söndürme görevini yapabilen askeri helikopterleri görevlendirmedi.

TSK’den yardım alınmadı. Deniz Kuvvetleri’nin gemilerinde yangınla mücadele için bulunan uzman personele görev verilmedi.

Her biri tonlarca su alabilen yüzlerce TOMA kullanılmadı.

Yurtdışından yardım çok geç istendi; sonunda AB’den 3 uçak geleceği açıklandı. Bu uçakların THK’deki iş görmez denilerek ihaleye sokulmayan uçaklar ile aynı marka olduğu anlaşıldı!

ERDOĞAN NE YAPTI?

Jet uçağına binip Marmaris’e gitti. Afet bölgesinde halka hitap etti, bez torbaların içindeki çay paketlerini vatandaşa fırlattı. Bununla yetinmedi; yol boyu otobüsten çay fırlatmaya devam etti.

Ormanları, bahçeleri ve traktörleri yanan, köyleri yok olan; evini, yakınını ve işini kaybeden insanlara yapılan bu muamelenin ne kadar aşağılayıcı olduğunu, çevresinde kimsenin düşünememesi de akıl alır gibi değil ama yaşananların hepsi akla aykırı zaten...

Erdoğan, Marmaris’te yangın söndürme ekiplerine su taşırken hayatını kaybeden Şahin Akdemir’in ailesiyle de görüştü. Bu AKP’nin Twitter hesabında  “Erdoğan’ın taziye ziyareti” olarak duyurulurken CHP Genel Başkan Yardımcısı  Gülizar Biçer Karaca, ailenin Erdoğan’ın ayağına getirildiğini, bunun bizzat tanığı olduğunu açıkladı. 

Nitekim AKP’nin paylaştığı fotoğraflarda da görüşmenin yapıldığı mekânda Cumhurbaşkanlığı forsunun bulunduğu bayrak görülüyordu...

2014’te Soma faciasından sonra Erdoğan’ın Başbakan olarak bölgeye yaptığı ziyarette olanları hatırlarsanız, Marmarisliler çay fırlatma ile ucuz atlattı denebilir...

PAKDEMİRLİ NE YAPTI?

“Orman teşkilatı yerleşim yerlerini korumaktan, birinci derecede aslında sorumluluk belediyelerdedir, ormanların yanmasına müsaade etmek zorunda kaldı” diyerek sorumluluktan kurtulmaya çalıştı. Sanki muhalefet büyükşehir belediyelerini kazanınca yetkilerini ellerinden almaya başlayan AKP değilmiş gibi!

2019’da İzmir yangınından sonra İzmir milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin soru önergesine yanıt verdiğinde, “Bakanlığımızca, orman yangınlarına müdahalede yeterli sayıda araç, görev alan personel, ekipman, helikopter ve arazöz sayısı bulunmaktadır” diyen Pakdemirli, geçen hafta, “Envanterimizde yangın söndürme uçağımız ve helikopterimiz yok; bu ezelden beri böyle” dedi.

TBMM NE YAPTI?

Bir de baktık ki Meclis, tatile girmeden önceki son günde Turizm Teşvik Kanunu çıkarmış. Erdoğan’ın imzasıyla ormanları yapılaşmaya açan o kanun, yangın sırasında 28 Temmuz’da yürürlüğe girdi.

Üstelik kanun oylanırken İYİ Partililer kabul oyu verirken CHP ve HDP milletvekilleri oylamaya çok büyük oranda katılmamış, 4 TİP milletvekili de Genel Kurul’da bulunmamış. TBMM daha ne yapsın değil mi!

VATANDAŞ NE YAPTI?

İktidarın beceriksizliğine dayanamayan bir adam, Marmaris’te yangına acilen 

müdahale edilmesi için kafasına silah dayadı.

İnsanlar bidonlarla yangın tankerinin deposuna su taşıdı...

Alevler köyleri yutarken havadan müdahale yapılması için yetkililere çağrı yaptı.

Hükümetin aczi karşısında umudunu kesenler, sosyal medya paylaşımlarıyla yurtdışından yardım istedi. 

İktidar ulusal seferberlik ilan etmese de yurttaşlar kendileri seferber oldu.

YANDAŞ MEDYA NE YAPTI?

Tek bir örnek yeterli. A Haber manşeti attı: “Dünya Türkiye’yi konuşuyor. Türkiye, yangınlara hızlı müdahalesiyle örnek oldu!” Dünya Türkiye’yi konuşuyordu ama kötü yönetimiyle ibretlik vaka olduğu için konuşuyordu. 

Telafisi olanaksız vahim kayıplar verilirken felaket kapitalizmi tüm vahşiliğiyle şaha kalktı. Yangın devam ederken TOKİ, yöresel mimariye uygun olarak köy evleri yapacaklarını, 1 yıl içinde tamamlayacaklarını duyurup ev modellerini paylaştı! Erdoğan, afet bölgesinde vatandaşlara kredi teklif etti. 

Son 20 yıldır depremlerin, maden faciasının, sel ve yangınların böylesine büyük zararlara yol açmasının sorumlusu, hak yiyen, hukuk tanımayan, doğayı peşkeş çeken AKP’dir. Anayasanın, felaketlerin büyümeden engellenmesi için kendilerine getirdiği kamusal yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, bir kez daha suç işlemiştir. 

Siyasal İslamı faşizm ve felaket kapitalizmi ile buluşturan Cumhur İttifakı, bu ülkenin başına gelen en kötü beladır. İnsan, hayvan ve doğanın kurtuluşu için ilk hedef, ilk seçimde bu iktidardan kurtulmaktır.

Zülal Kalkandelen / CUMHURİYET 

Hesabı ödemeden nereye? - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 

Arka Bahçe’de öğrendiniz: 

1- İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) kasasından AKP milletvekili Ravza Kavakçı Kan’a 155 bin dolar ve 59 bin lira verildi. 

2- İBB’nin ulaşım şirketinden maaş alan Kan’ın cüzdanı, “ABD’de siyaset bilimi okusun” diye bu parayla dolduruldu. 

3- Bugünkü İBB yönetimi, “eğitim bursu” adı altında 2008-2013 arasında hukuka aykırı şekilde akıtılan bu paranın faiziyle birlikte geri alınması için yargıya başvurdu. 

Şimdi... 

Soru şu: Ravza Kavakçı Kan, 

ABD’deki eğitimi bitince 

İBB’deki işine geri döndü mü? 

Yanıta geleceğim. Ama önce... 

Burs sözleşmesine göre Kan’ın ABD’deki eğitim süresi dört yıldı. Ancak o ABD’de yaklaşık bir yıl daha fazla kaldı. Peki, bu sürenin neden uzatıldığına dair İBB arşivinde bir belge var mıydı? Yok. 

Ne mi oldu? Şu: Kan, cebimizden çıkan parayla ABD’de daha fazla yaşasın diye dönemin İBB yönetimi devreye girdi. 1 Şubat 2013’ten sonra 6 ay süreyle ücretsiz izne çıkarıldı. Peki, kâğıt üstünde dahi Kan’ın bu yönde talebi olduğuna dair İBB arşivinde bir belge var mıydı? Yok. 

Kan, ABD’deki eğitimini 27 Temmuz 2013’te bitirdi. Yasaya göre, 15 gün içinde işine dönmek için İBB’ye müracaat etmeliydi. Yoksa, oluşan kamu zararının karşılanması için hukuki süreç başlayacaktı. Peki, Kan’ın ABD’deki eğitim bitince işine dönmek için başvuruda bulunduğuna dair İBB arşivinde bir belge var mıydı? Yok. 

Evet, ABD’deki tatlı hayat bitince Kan’ın İBB’de işbaşı yapması gerekiyordu. Belediyedeki mecburi hizmet sürecinde hiçbir şekilde başka yerde çalışamazdı. 

Ya o ne yaptı? İBB binasına karayolu ile 1140 kilometre uzakta olan Gaziantep’teki Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde dört aydan fazla çalıştı. 

Bitti mi? Bitmedi. 

Ravza Kavakçı Kan, 2015’te milletvekili seçildi. Bundan dolayı İBB ile iş sözleşmesi askıya alındı. Lakin ne zamanki milletvekilliği bitecek, o zaman borcu olan 4 yıl 2 ay zorunlu hizmet süresini İBB’de tamamlayacaktı. Yasa ve sözleşmeler bunu emrediyordu. 

Acaba, diyorum... 

Cebimizden çıkan paralarla hukuksuz bir şekilde ABD’de yıllarını geçiren AKP milletvekili Kan farklı mı düşünüyordu? 

Zira, SGK’nin Emeklilik Dairesi 17 Şubat 2021’de İBB’ye bir resmi yazı gönderdi. SGK, Kan’a “emekli ikramiyesi ödenebilmesi” için bilgiler istiyordu. 

İnsanın aklına geliyor: AKP milletvekili İBB’ye, daha doğrusu bize borcunu ödemeden emeklilik hayatına mı geçmek istiyordu? 

Ya da Tevfik Fikret’in şu satırlarını mı okudu: 

“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak...”


DEPREM OLURSA BAŞIMIZA GELECEKLER

Tarım ve Orman Bakanı Bekir 

Pakdemirli yanına başka 

bakanları, önüne kameraları 

alıp şunu dedi: 

“Envanterimizde yangın söndürme uçağımız ve helikopterimiz yok.” 

Şunu merak ediyorum: Beklenen İstanbul depremi olursa aynı bakanlar ne diyecek? 

Öyle ya... 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kandilli Rasathanesi’nin birlikte hazırladığı rapora göre; eğer İstanbul’da 7.5 büyüklüğünde deprem olursa... 

Kentteki binaların yüzde 43’ü hasar görecek. 25 milyon ton ağırlığında enkaz oluşacak. 14 bin 150 kişi ölecek. 

İBB Deprem Risk Yönetimi Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Tayfun Kahraman ile konuştum. “Eğer İstanbul’da deprem olursa neyimiz eksik” diye sordum.   

Notlarımdan aktarıyorum... 

1- İstanbul ile Ankara arasında koordinasyon planlaması yok. Yani, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki ilişki sorunlu. İBB, İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD dahil birçok kurumun kapısını aşındırmış ancak sonuç alamamış. Böylece olası bir depremde ortak bir çalışma yapılması bu aşamada güç. 

2- Yeterli tespit yok. Mesela, İstanbul’un 800 noktasında patlayıcı ya da yanıcı maddelerin depolandığı fabrikaların varlığı biliniyor. Ama merdiven altı denilen, kayıt dışı belki yüzlerce yerin olduğu düşünülüyor. Yani, olası bir depremde İstanbul’un neresinde nasıl bir tehlikenin bizi beklediğini bilmiyoruz. 

3- Eğitim yok. İstanbul’da büyük deprem olursa, maalesef ilk 72 saat insanların çoğu kendi başına kalacak. O halde ilkyardım ve kurtarma operasyonları sırasında nasıl hareket edeceklerini bilmeleri gerekiyor. Ancak İstanbullu bu konuda eğitimsiz. 

4- Telefon ve internet altyapısı yetersiz. 2019’daki 5.8 büyüklüğündeki İstanbul depremi bunu bir kez daha hatırlattı. İBB’nin 17 Ağustos’un yıldönümünde alternatif bir iletişim uygulamasını kamuoyuna duyuracağını öğrendim. Kaç kez söylendi; GSM firmalarının da elini taşın altına koyması şart. 


IŞIKÇILARIN DİYANET’LE SAVAŞI 

Işıkçılar cemaatinin yayın organı Türkiye gazetesinde ilginç şeyler oluyor. 

En bilinen yazarlarından   

Ahmet Şimşirgil Diyanet’e çok 

sert eleştiriler yöneltti. 

Kurumun zuhr-i âhir namazını 

kaldırdığını belirtip şunları 

yazdı:

“Diyanet’in dini bir meselede kafasına göre bir fetvası olamaz. Yoksa Diyanet kendisini bir mezhep yerine mi koymaktadır?” 

Yetmedi, bir yazı daha kaleme aldı Türkiye’de: 

“Diyanet camiası namazları, ibadetleri yok etmekle mi uğraşıyor? Neden asıl meselelere eğilmiyor ve niçin gençlerimizle ilgilenmiyor? 

Ne oldu, başınızı kuma mı gömdünüz? Ses verin! Fakat şunu söyleyeyim: Milletin sesi durmayacak daha güçlü bir şekilde ‘ne oluyor’ avazelerine muhatap olacaksınız.”

Sonra, gazetenin kim olduğu şüpheli “Ahmet Akışık” adlı yazarı topa girdi. Türkiye yazarı Diyanet’in “Batı patentli Ilımlı Islam ilkeleri doğrultusunda” yapay bir İslam ortaya koyduğunu iddia ediyordu. 

Peki, nedendi? Neden Türkiye gazetesi Diyanet’e karşı kılıcını yeniden çekti? Hatırlayalım, Diyanet’in gizli tarikatlar raporunda şöyle yazıyordu Işıkçılar cemaatine dair: 

- Yapı bir cemaatten daha çok bir şirkete dönüştü. 

- Kendi yayınlarını satmayı kaza namazının yerine sayıyorlar. 

- Bazı söylemleri din istismarına kapı aralıyor. 

Ama yeni bir gelişme daha olmalıydı. Acaba, Diyanet’in yeni yayımladığı “Din İstismarı İle Mücadelede Sahih Dini Bilginin Önemi” adlı kitap mı kızdırdı? 

Işıkçılar cemaati o kitaptaki “kavramları istismar”, “ibadetleri tahrif” gibi eleştirileri üzerine mi aldı? 

Ya da Diyanet’in şu tespiti mi ağırlarına gitti: 

“İstismarcı gruplar, elde ettikleri güç ve imkânları Müslümanların ortak yararı yerine sadece kendi mensuplarının çıkarları için kullanmaktadır.” 

Bakalım, kim geri adım atacak...  

Barış Pehlivan / CUMHURİYET