9 Ağustos 2021 Pazartesi

Türkiye nasıl bir ülke? - Engin Solakoğlu / SOL

 Ormanlar yanıyor. Türkiye’nin kıyı şeridinde yitirilen canın ve malın haddi hesabı yok. Yangın yerine gerçeği ve bilgiyi söndürmeye yeminli bir zihniyetle mücadele etmek zorundayız.


Her sabah uyandıktan kısa bir süre sonra karşılaştığımız ve gün boyunca devam eden olaylar aklımıza hep şuna benzer soruları getiriyor. “Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?”. “Bu nasıl bir ülke?”. “Bu ne biçim ülke?”. “Dünyanın başka neresinde böyle bir şey olabilir?”. “Ne biçim bir ülkeyiz biz?”. Keza bunlara benzeyen içerikte yargı belirten “Bu ancak Türkiye’de olur.” mealinde cümleler kuruyoruz.

Derdimiz çok. Başta ülkeyi yönetenlerin iyi niyet ve beceri yoksunluğu olmak üzere devasa sorunlarımız var. Yarının ne olacağını bilememek hepimizi kaygılandırıyor. Gördüklerimiz karşısında sinirleniyor ve sosyal medyayla sınırlı da kalsa isyan ediyoruz. Bütün bu olumsuz tabloya tek bir tanım altında toplamayı denersem, “kronik umutsuzluk” içindeyiz.

Tamam, üzülmekte haksız değiliz. Cumhuriyet’in eksik ve yetersiz bulduğumuz, değiştirilmesi ve iyileştirilmesini zorunlu gördüğümüz ne kadar kazanımı varsa hoyratça yok edildiğine tanık olduk. Anadolu aydınlanması ve çağdaş uygarlık düzeyi diye çıkılan çetin ama onurlu yol, derin ve tekinsiz bir karanlığın dehlizlerinde kaybolan, emekçiye paralı, sermayeye “geçiş garantili” bir otoyola dönüştürülmüş durumda.

100 yıl önce en temel haklarından yoksun bırakılmış, üç beş sarıklının karınca dualarına ve üfürüğüne terk edilmiş bir toplumu çağa taşıma hedefini taşıyan eğitim şimdi can çekişiyor. Çocuklarımızın önüne konan seçenek, “kırk katır mı, kırk satır mı?” misali, ya niteliği ziyadesiyle şüpheli paralı eğitim, ya da varlığını sürdürüyor olması Cumhuriyeti kuranların ve onları takip edenlerin en büyük günahlarından biri olan ve gerçek dünyada hiçbir karşılığı bulunmayan bir hurafe eğitimi.

Göçmenlerle birlikte 90 milyon nüfusa ulaşmış bir ülkede o nüfusu artık besleyemez hale getirilmiş bir tarım sektörü. Ancak göçmen işçinin emeğinin acımasız sömürüsüyle varlığını sürdüren bir sanayi. Mutsuz, yoksullaştırılmış, birbirlerini de başkalarını da sevmeyen, birbirlerinin yediğine içtiğine, giydiğine çıkardığına karışmaya kalkışan, her an birbirine girmeye hazır görünen milyonlar. Yöneten zihniyet destekli kadın cinayetleri. Sabahtan akşama yalan söylemeyi siyaset ve yaşam biçimi olarak belirlemiş yöneticiler.

Bu görüntüye bakıp bunalmamak, yakınmamak, neden başka bir ülkede doğmadığına hayıflanmamak, çareyi başka diyarlarda aramamak güç görünebilir ama resmin tamamı bu değil. Sızlanmak ve kaçış yolları aramak da çare değil. Seferis’in o güzel dizelerinde dediği gibi “yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın…”. Hem Seferis yalnız da değil vaz geçmemek bahsinde. Büyük İnsanlığın ozanı Nazım’ın Yaşamaya Dair şiirini okuyun bir daha, şu dizeleri yineleyin içinizden veya yüksek sesle:


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yani ağır bastığından.

Ormanlar yanıyor. Türkiye’nin kıyı şeridinde yitirilen canın ve malın haddi hesabı yok. Yangın yerine gerçeği ve bilgiyi söndürmeye yeminli bir zihniyetle mücadele etmek zorundayız. Bunların hepsi gerçek ama bir yandan da müthiş bir dayanışma, yardımlaşma ve mücadele inadı var. Yangının dumanı, isi gözlerinize perde çekmesin. Binlerce insan koştu yangın alanlarına. Lumpenliğin ve faşizmin yol barajlarına da maruz kaldılar giderken. Yılmadılar. Oralara gidemeyenler bulundukları yerden karınca kararınca katkıda bulunarak katıldılar bu büyük kavgaya.

Eczacı Cem Kılınç’a ve arkadaşlarına bakın örneğin. Birkaç gün içinde bilgilerini emekleriyle harmanlayıp “Boyun Eğme” adıyla yanık ve yara merhemleri hazırlayıp gönderdiler yangın bölgelerine. Yüzlerce veteriner dağıldı mücadele sahasına hayvanların yardımına koşmak için. Altlarına milyonluk makam araçları çekenlere değil, üç otuz paraya canını tehlikeye atan, iki ağaç eksik yansın diye kendisi yanan orman işçilerine, ormanı hepimizden iyi bilen orman köylülerinin çabalarına bakın. Yangın alanlarına yiyecek, içecek koşturan kadın kooperatiflerine, örgütlülüğün erdemini bir kez daha ortaya koyan TKP semtevleri önderliğinde yardım dağıtan gönüllülere bakın. Ciğerlerinizin salt dumansız havayla değil, cesaret ve sevgiyle, aklınızın ise umutla yeniden dolduğuna tanık olacaksınız.

Kimin yazdığını anımsamıyorum şimdi ama sosyal medyada dolaşan metinlerden birinde okuduğum bir cümle kalmış aklımda: “…bu halk ne güzel devrim yapar diye düşündüm” diyordu mealen. Bu yazının esin kaynaklarından biri oldu o cümle. Yazanın aklına, fikrine sağlık.

Yangın sürecinde tanık olduğunuz olumlu örnekleri bir daha anımsayın ve “Türkiye nasıl bir ülke?” sorusunu yeniden yöneltin şimdi kendinize.

Sizin yanıtlarınızı bilemem ama benim yanıtlarım aşağıda:

-Her ülke gibi iyisiyle kötüsüyle, alçağıyla yiğidiyle güzel bir ülke Türkiye.

-Yoksul olmadığı halde emperyalizm ve yerel işbirlikçileri eliyle yoksullaştırılan ama donanımlı insan kaynağıyla bu yoksulluğu aşması işten bile olmayacak bir ülke Türkiye.

-Elifi görse mertek sanacak kapıkullarıyla değil, örgütlenen halkıyla birlikte yönetildiğinde yaralarını hızla saracak ve büyüyecek bir ülke Türkiye.

-Betonla, asfaltla, ormanların içine hançer gibi sokulmuş zehir saçan termik santrallarıyla, acımasız doğa katliamıyla değil, dayanışan, direnen, insan gibi yaşamayı talep ve elde eden halkıyla kalkınacak bir ülke Türkiye.

-Savaşla değil, barış ve kardeşlik içinde komşu halklarla el ele bölgesini ve dünyayı da güzelleştirecek bir ülke Türkiye.

Türkiye işte böyle bir ülke.

Engin Solakoğlu / SOL

7 Ağustos 2021 Cumartesi

Ziya Selçuk: Eğitimin değil özel okul patronlarının 'utanmaz adamı' - SOL(Eğitim)

 İstifa ettiği, her an görevden alınabileceği söyleniyor. Neden olarak gösterilenler bir yana Selçuk’un devlet okullarına verdiği zarar çoktan istifa etmesini gerektirirdi.

Bugün Milli Eğitim Bakanı ama görevinin değişebileceği söylentileri uzun süredir yayılıyor. Ziya Selçuk’un kariyerinde hep altı çizilen akademik geçmişi oldu. Öte yandan Selçuk’u aslında Maya Okulları’nın kurucu patronu olarak anmak gerekir.

Bakan olmadan önce hisselerini kardeşlerine devreden Selçuk’un bakanlık pratiği, özellikle pandemi döneminde yaptıklarına da bakılırsa, özel okulları gönendirmek, devlet okullarındaki eğitimiyse batırmak şeklinde yazıldı.

Bugün, pandemi döneminde yetkilerini kullanamamaktan, bazı tarikat ve cemaatlerin bakanlıktaki kadrolaşmasından rahatsız olduğu söylentileri dolaştırılıyor. Okulların açılması için gösterdiği çabaların engellerle karşılandığı bile söyleniyor. Öte yandan Selçuk'un pandemi döneminde devlet okullarıyla ilgili attığı adımlar yalnızca "sabotaj" kelimesiyle açıklanabilir.

Kendisi de bakanlığa özel okul patronluğundan yükselen, bakan olurken hisselerini kardeşlerine devrederek "kamu görevine erdemli geçiş yaptığı" görüntüsü veren Selçuk, devlet okullarında eğitimi baltalayan ve bir bakıma tasfiye eden, öte yandan özel okullara "yürü ya kulum" diyen tavırlarıyla tarihe geçmiş olacak.

Selçuk, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden mezun.  

Eğitimde Psikolojik Hizmetler ve Psikolojik Danışma - Rehberlik alanlarında lisans ve yüksek lisans derecesini Ankara Üniversitesi’nde alırken, doktorasını Hacettepe Üniversitesi’nde tamamlamış. 1989 yılında doktorasını tamamladıktan sonra Gazi Üniversitesi’nde doçentlik  ve profesörlük ünvanını almış ve 20 yıl boyunca aynı üniversitede öğretim görevliliği yapmış. Son olarak Kapadokya Üniversitesi, Beşeri Bilimler Fakültesi, Psikoloji Bölümü’nde görev yaptığı görülüyor. Bakan Selçuk Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği Anabilim Dalı’nda öğretim görevliği yaparken birçok tezin danışmanlığını yürütmüş.

Danışmanlık yaptığı tez çalışmaları içinde özel okullar ve özel okul öğretmenleriyle ilgili bölümler dikkat çekiyor. Tez çalışmalarından birinin başlığı şöyle:  “Özel öğretim kurumundaki sınıf öğretmenlerinin milli eğitim ideolojisini yeniden üretme pratiklerinin okul etnografyasıyla incelenmesi.”

Tam bu sıralarda 2002 yılında Ziya Selçuk kuruculuğunda Maya Okulları açılıyor. TED Üniversitesi'nin kuruluşunda öncülük etmesinin yanı sıra çok sayıda özel eğitim-öğretim kurumunun kuruluşunu da üstlenirken TED Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcılığı da yapıyor Selçuk. Bakanlığa geldiği dönemde akademisyen sıfatıyla anılan Selçuk aslında özel eğitim-öğretim kurumlarıyla da yakından ilişkiliydi. 
Selçuk’un bu ilgisi MEB’in internet sitesinde “çok sayıda resmi ve özel okulun modellenmesinde öncülük ettiği” şeklinde veriliyor. 

Bunlar şu şekilde anlatılmış:

“Eğitim siyaseti alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında başkanlık ve üyelik, TUBİTAK-SOBAG Yürütme Kurulu Üyeliği, Satranç Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği, Voleybol Federasyonu Eğitim Kurulu Başkanlığı, PDR Derneği Yöneticiliği, köşe yazarlığı, uluslararası kuruluşlarda proje uzmanlığı görevlerini başarıyla yürütmüştür. Aynı zamanda Türk Zekâ Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği, bilimsel dergi editörlüğü, Yunus Emre Enstitüsü Bilim Diplomasisi Kurul Üyeliği ve benzeri birçok görevde bulunmuştur.”

Radikal gazetesinde de köşe yazarlığı yapan Ziya Selçuk aynı köşede kendisine gelen soruları cevaplarken 2011 yılında “Her milletvekili seçimi sonrası olduğu gibi, şimdi de eğitim alanındaki beklentilerimiz artıyor. Sizce nelere dikkat edilmeli?” sorusuna şöyle cevap veriyor:


“Eğitimde beklentilerin yüksek olması doğal. Çok güçlü bir liderlik, haklar ve eşitlik temelli ulusal bir program hazırlanması, işin ruhuna yönelik yapısal değişimleri içeren bir mevzuat değişikliği, toplumsal taleplerin dikkate alınması, öğretmene gereken değerin verilmesi, eğitime ayrılan kamu kaynaklarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranının arttırılması ve etkin kullanımı temel konular olabilir.”

Selçuk’un bu açıklamaları yaptığı sıralarda kurucusu olduğu Maya Okulları sermayesi hızla büyüyor. Haber sitelerinde 2002’de Maya Okullarının kuruluşu şöyle anlatılıyor:

“Maya-Gen Eğitim Yayıncılık Bilgisayar, İnşaat, Besin, Pazarlama, Turizm, Ticaret Limited Şirketi” Ankara’da kuruldu. Şirketin sermayesi kurulduğunda 10 bin liraydı ve 3 ortakları vardı. Sermayenin 3 bin 500 lirası Esat Keskiner’e, 5 bin 500 lirası Ziya Selçuk’a ve 2 bin lirası Celal Koyuncu’ya aitti.”

Koyuncu, 24 Eylül 2004 tarihinde payını Bakan Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’a devrediyor. İlerleyen yıllarda ortaklığa kardeş Hamdi Selçuk da dahil oluyor. 2002’de AKP’nin iktidar olmasıyla palazlanması hızlanan patronlarla ilgili bir eğilimi burada da görüyoruz.

Şirket’in gerçek büyüklüğü ölçmek için yeterli olmasa da yapılan sermaye artırımları bir gösterge olarak görülebilir. Sermaye artırımında ilk olarak milyon lirayı 2007 yılında görüyorlar. 24 Ocak 2007 tarihinde 10 bin lira olan sermaye 2 milyon liraya çıkarılıyor. Bir sermaye artırımı da 12 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştiriliyor. 2 milyon lira olan sermaye ölçüsü 5 milyon liraya çıkarılıyor ve ardından şubeler açılmaya başlanıyor

Selçuk 2018 tarihinde bakan olarak atanmadan 1 gün önce hissesini kardeşi Oktay Selçuk’a devrediyor. Devrettiği pay 2 milyon 500 bin lira. Ziya Selçuk bakan olduktan yaklaşık 2 ay sonra şirket yeni bir şube açıyor, Gölbaşı’nda açılan Maya Okulları İncek Anadolu Lisesi’yle şirketin 5 vilayette bulunan şube sayısı 9’a çıkıyor.

Bakan olduktan sonra da aldığı her kararda ne öğrencileri ne eğitimi düşünen Ziya Selçuk hep özel okul patronlarının çıkarlarına uygun adımlar attı. Patron olmayı çok iyi bilen Selçuk’un kurucusu ve kardeşleri aracılığıyla sahibi olduğu Özel Maya Okullarında, 2016 yılında öğretmenlerine yılda bir kez verilen Öğretime Hazırlık Ödeneği öğretmenlerin maaş hesabına yatırıldıktan sonra bu para “elden” geri isteniyor. Pek çok özel okul patronunun yasadışı bir şekilde hayata geçirdiği bu uygulamayı kabul etmeyip parayı okula iade etmeyen beş öğretmenin işine son veriliyor.

Son günlerde ise Ziya Selçuk ve Maya Okulları tekrar gündeme geldi. Pandemi döneminde alınan önlemlere Maya Okullarında uyulmadığını söyleyen CHP Milli Eğitim Komisyonu üyesi Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel şöyle bir açıklama yaptı:

“Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı’nın ilgili yazısına istinaden bir karar veriyor. Diyor ki pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri öğretmenlerimiz idari izinlidir, uzaktan eğitim olmayacak diyor. Ancak dediğine kendi okulunda uymuyor.Öğretmenler Maya kolejinde ve bazı özel okullarda çalışmaya devam ediyor.’’

Son olarak Maya Okulları yine sermaye artırımı ile haberlere konu oldu. 2013 yılında 5 milyon olan sermayesini 27 Aralık 2019 tarihinde 10 milyon değerinde arttırarak, 15 milyon liraya çıkardığını açıkladı. Son sermaye artırımı Ziya Selçuk bakan olduktan sonra yapıldı ve mevcut 5 milyon liralık sermayenin üstüne 10 milyon lira konuldu. Böylece 18 yılda şirketin kayıtlı sermayesi 10 bin liradan 15 milyon liraya yükselmiş oldu.

                                                                                        ***

Özel okullardan devlet okullarına geçiş apar topar yasaklandı.(18/11/2020) - SOL

Henüz ortada bir genelge yokken Erdoğan'ın açıklamasının hemen ardından nakiller kapatıldı. Bu durumda özel okullardan devlet okullarına geçiş engellenmiş oldu.

İktidarın özel okul patronlarını korumak adına attığı adımlara bir yenisi daha eklendi.

Salgının başlangıcında da benzer bir adım atan iktidar, soL'un ulaştığı bilgiye göre okullar arası öğrenci nakillerini yeniden durdurdu.

Halihazırda kamuoyuna açıklanmış bir belge olmamasına karşın öğrencilerini devlet okullarına almak isteyen özel okul velileri, işlemlerini gerçekleştiremedi.

Ulaştığımız özel okul kaynakları, bugünden itibaren geçiş işlemlerinin durdurulduğunu, geçiş işlemlerinin bu nedenle kapatıldığını açıkladı.

Söz konusu engel AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm okullarda çevrimiçi eğitime geçiliceğini duyurmasını takiben geldi.

Nakil işlemi yaptırmak isteyen veliler şu ekranla karşılaştı:

Başvurular kapatıldı, kabuller önümüzdeki günlerde bitiyor

Edinilen bilgiye göre "Koronavirüs tedbirleri kapsamında" ilköğretim ve ortaöğretim kademesindeki nakil başvuru işlemleri bugün itibariyle kapatıldı. İlköğretim için bugün nakil kabul işlemleri açık, yarından itibaren nakil kabuller kapanacak. Ortaöğretim için ise cuma günü nakil kabul günü olarak işlem yapıldıktan sonra nakil kabulleri kapanacak.

                                                                       ***

Annelerden Ziya Selçuk'a: Utanmazsınız, suçlusunuz, istifa edin! (10/05/2021) - SOL

Milli Eğitim Bakanı'nın anneler gününde sosyal medya hesabından yayınladığı videoya tepki gösteren kadınlar, 'Yönetemediniz, tükettiniz, istifa edin' dedi.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, anneler günü nedeniyle sosyal medya hesabından bir bir video yayınladı.

https://www.youtube.com/watch?v=3RaOzEpBVyY

Videoda, pandemide çalıştığı yerde işyükü artan, ev işlerinin yükünü sırtlanan, çocuk bakımını üstelenmek zorunda kalan annelere, "Verdiğiniz destek, gösterdiğiniz çaba, gayret ve ilgi için; sevginiz, iyiliğiniz, dostluğunuz için çok teşekkür ederiz" denilmesi tepki çekti.

Kendilerine "teşekkür" edilmesine tepki gösteren Kadın Dayanışma Komiteleri üyeleri, annelerin pandemide yaşadıklarını anlatarak, "Böyle bir videoyu hazırlamak annelere hakarettir. Yaşadığımız tüm olumsuzlukların nedeni sizsiniz. İstifa edin. Yönetemediniz, tükettiniz, ellerinizi ve kirli eğitim sisteminizi çocuklarımızın üzerinden çekin" dedi.

Duygu, Öğretmen, İzmir: Bu süreçte verdiğimiz sınavın ve yaşadığımız tüm olumsuzlukların nedeni sizsiniz. Cumhurbaşkanınız lebalep kongreler yaparken çıtınız çıkmadı, vakalar yükselince de ilk iş olarak okulları kapattınız. Bir öğretmen olarak öğrencilerimin sorduğu, “Öğretmenim annemin interneti bitti, tabletimiz yok derse giremeyeceğiz, öğretmenim komşumuz artık internet vermiyor, öğretmenim annem hastanede derse giremiyorum, öğretmenim okullar ne zaman açılacak?“ cümlelerine sizin yüzünüzden cevap veremedim. “Okullar kapanırsa evde hep ev işi yapacağım, LGS’ye hazırlanamam.” diyen öğrencimin yüzüne sizin yüzünüzden bakamadım. Bizi çocuklarımızın ve onların ailelerinin karşısında çaresiz bırakırken şimdi annelik güzellemesi yapmayın. İnanın o annelerin öfkesi sizi bir kaşık suda boğar.

Duygu, İzmir: Gördük ki, her geçen gün yönetememinizin sonucunda artan pandemi koşullarını, “açsak mı kapasak mı”, “yok yok açalım, hayır vazgeçtim kapayalım” haline getirdiğiniz gericilik ve piyasacılığın ellerinde çöken eğitim sistemini, kaybolan nesilleri bir çırpıda unutuvermiş, kadınlara, annelere seslenmişsiniz. Başından beri kadına yüklenmiş annelik misyonu üzerinden şirinlik yapıp eğitime eşit şekilde ulaşamayan çocukları unutuvermişsiniz. Annelerin sizin güzellemelerinize ihtiyacı olmadığı gibi, bu düzenin biçtiği rolü her fırsatta da reddedecek anneler, kadınlar var karşınızda.

'Oğlumu evde yalnız bırakıp işe gitmek zorunda kaldım'

Ebru, Yönetici Asistanı, İzmir: Geçim mücadelesi içinde, kadın olarak toplumdan soyutlanmaya çalışıldığım evliliğimi sonlandırdım birkaç ay önce. Pandemide, ekonomik ve psikolojik bir yığın sorumluluğun altında oğlumu daha bu yaşta evde yalnız bırakıp işe gitmek zorunda kaldım. Evden çalışmaya geçtiğimizde ise bir yandan iş yapmaya çalışıp bir yandan çocuğun uzaktan eğitime sokmaya çalıştığım bir dönemde, anneliği bize sorsunlar! Anne olmak güzel de, bütün bu yükü kaldırmak zorunda bırakıldığımız düzeninizde kime neyin güzellemesini yapıyorsunuz?

Pelin, Devlet Memuru, Ankara: Biz de çocuklarımızın eğitiminde vermedikleri destek için, devlet okullarını bitirip çocuklarımızı imam-hatip veya meslek liselerine mahkum ettikleri için, gericileştirdikleri, berbat ettikleri eğitim sistemi için, çocuğum laik eğitim görsün isteyip özel okullara mahkum ettikleri ailelerin bir de devasa okul taksitleriyle bellerini büktükleri için, yoksul çocukları eğitimsiz bırakıp sadece özel okul patronlarının kârını düşündükleri için, çocuklarımızın öğretmenlerini hunharca sömürdükleri için, çalışan annelere sağlamadıkları kreş hakkı için, anneleri eve hapsetmeye çalıştıkları için, bir de utanmadan anneler günümüzü kutladıkları için teşekkür ederiz! Eminim anneleri kendileriyle gurur duyuyordur! Cidden alay eder gibi, yazıklar olsun!

'Eğitime ayrılması gereken bütçe eşe dosta ayrılıyor'

Eren, Akademisyen, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı'nın çocuklarımızın eğitim hayatına dair en ufak bir gerçek kaygısı olmadığını zaten görmüştük. Çocukları internetsiz, bilgisayarsız, öğretmensiz, arkadaşsız içeri hapsetmekten başka politika geliştirmediler. O da yetmedi, olabilecek en emrivaki şekilde anneleri de birlikte hapsettiler. Koskoca Milli Eğitim Bakanına teşekkür edecek tek şey bulamadık bir yılı aşkın süredir ama Anneler Günü şarlatanlığı yapmak için teşekkür videoları çekmişler. Siz özel okulları kurtarın, öğretmenlere aşıyı çok görün, koca bir neslin yıllarını çalın diye çocuklarımızla hapsolduk biz. Bundan ötesi ikiyüzlülüktür.

Sema, Ev Emekçisi, Ankara: Eğitime ayrılması gereken bütçe eşe dosta ayrılıyor. Biz ödediğimiz vergilerin bu ülkenin geleceği çocuklara yatırılmasını ve eğitimde fırsat eşitliği olmasını istiyoruz. Pandemi süreci zaten çok derin olan devlet okulu ve özel okul arasında ki farkı iyice derinleştirdi. Öğretmenler ilk aşılanması gerekenler iken ve okulların kapatılması en son düşünülmesi gereken iken ilk kapatılan okullar oldu. Biz geleceğimizi dinciliğe ve de yetersiz yönetime değil akilciliga ve bilime emanet etmek istiyoruz. Uzaktan eğitim ile çocuklarımız eve kapatıldı. Sosyalleşme ve eğitimden mahrum bırakıldı ve bunun telafisi nasıl olacak bilmiyoruz. Bu duruma neden olan eğitim sistemi ve Milli Eğitim Bakanı kendini hangi konuda başarılı görüyor?

Mehtap, Ankara, Ev Emekçisi: Özel okulların devlet okullarının önüne geçmesi ve sistemin buna göre şekillenip devam etmesi ile devlet okullarının niteliğini düşürdüler.

Selin, Ankara, Özel Sektör Çalışanı: Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, eğitimde uygulanan müfredatın aynısı verilmeye çalışıldı. Zaten müfredatta bir seyreltme ve azaltma vardı. Ders kitapları da uzaktan eğitime uygun olmadığından canlı derslerde normal ders kitaplarının kullanılması başlı başına bir fiyasko. Uzaktan eğitime uygun basılı ve dijital materyaller kullanılabilirdi en azından.

'Ziya Bey’in yönetemediği eğitimin yükü de biz annelerin sırtına bindi'

Ruken, Ev Emekçisi, Van: Dört çocuk annesiyim. Benim maratonum sabah 9’da başlar akşam 12’de sona erer. Bu zaman içinde inanın benim kendime ayırabilecek bir yarım saatim bile yok. Milli Eğitim video paylaşmış, bunu paylaşacak en son kişiler sizlersiniz. Gelin bize sorun asıl, ne yaşıyoruz. Okula giden iki kızım var, bize tablet verilmedi, her ikisinin de derslerine ben yardımcı oldum. Tabletimiz olmadan, hiçbir eğitim desteği almadan çocuklarıma hem annelik hem öğretmenlik yaptım bu süreçte. Yetmiyormuş gibi canlı dersler bazen aynı ana denk geliyordu, biri derse girerken diğeri giremiyordu; ona öğretmenliği ben yaptım. Benim zaten bir sürü sorumluluğum var, ben evde ücretsiz bir işçiyim. Temizlik, ütü, yemek, kocaya hizmet hepsi bende. Bi de üstüne Ziya Bey’in yönetemediği eğitimin yükü de biz annelerin sırtına bindi. Benim gibi milyonlarca anne var. Her şeyi tek başımıza yoksulluğumuzla halletmeye çalıştık. Hiçbir destek sağlamadığınız bu süreçte yüzsüzlüğünüzle anneliğimizi kutlayacak en son kişiler sizsiniz! Daha fazla çocuklarımızı geleceksiz bırakmayın, yıkılın annelerin karşısından, istifa edin. Yönetemediniz, tükettiniz, ellerinizi ve kirli eğitim sisteminizi çocuklarımızın üzerinden çekin.

Sevil, Muhasebeci, Bursa: Ben uzaktan çalışan bir muhasebeciyim. Oğlum 12 yaşında, Orta 2’ye gidiyor. Her gün sabah dersleri başlıyor, aynı odada aynı internetle karşılıklı o derslerine girerken ben de bilgisayarımla çalışıyorum. Sürekli sistemde sorun oluyor, benden destek alması gerekiyor ve işim bölünüyor. Tabi ki evden çalıştığımız için yemek yapmak veya diğer ihtiyaçları gidermek hep benim üzerimde. Bazen yemek yetiştiremiyorum, çok geç yemek yiyebiliyoruz. Oğlum uzaktan ders esnasında uyuyor bazen, derslerini dinlemiyor; hep onu kontrol etmek, müdahale etmek zorunda kalıyorum. Kendi işlerim bölünüyor, her şey yarım kalıyor. Bu durumdan çok rahatsızım, Ziya Selçuk’a da tivit attım: “Ben bir anneyim, öğretmen değilim, bir an önce okulları açın” diye. Bu şekilde kamerası kapalı olan çocuğun ne yaptığını öğretmen de bilemiyor, inanın oğlumun sınıfında üç kişiyle ders yapılıyor. Sadece derse katıldığı için çocuklara takdir teşekkür veriyorlar. Bizi bu duruma siz soktunuz, bi de kalkıp videoyla teşekkür ediyorsunuz.

'Animasyonda kadının yüzü bile yok'

Hicran, Öğretmen, Adana: Paylaştığınız videoda yüzünü göstermeye tenezzül etmediğiniz kadınlar, çocuklarını çürümüş düzeninizden korumak için itinayla büyütecek ve sonra bu düzeni başınıza çocuklarıyla beraber yıkacaklar, işte ancak o zaman anneler günü kutlu olacak. Zaten animasyonda kadının yüzü bile yok. Kadın çocuğun isteklerini karşılamak üzere var olan, çocukla hayatını değiş tokuş etmenin fedakarlık diye sunulduğu bir garabet. Siyasal islamcılara göre o kadar yer kadına kâfi. 

Gül, Gebze, Fabrika İşçisi: Bir buçuk dönemdir çocuklarımız evde, psikolojileri bozuldu, acaba Eğitim Bakanı onların ve annelerinin yerine koymuş mu kendisini? Sağlık çalışanı annelerin, hâlâ aşı yapılmayan eğitimci annelerin, emekçi annelerin yerine koymuş mu kendisini? Mesela kirada oturan, küçük çocukları olan, çocuklarına kıyafet, gıda alışverişi yapamayan annelerin yerine koymuş mu kendisini? Ben çalışan bir anne olarak haftanın altı günü günde sekiz saat ağzımda maske ile çalışmaktan yoruldum artık. Hadi kendimden de geçtim ama eğitimcilerimiz, öğrencilerimiz, sağlıkçılarımız gerçek anlamda aşılansın istiyorum.

Gönül, İstanbul, Temizlik İşçisi: Annelerin omuzlarındaki yük pandemi döneminde iki kat daha artmışken böyle bir videoyu hazırlamak annelere hakarettir. 

(SOL)



6 Ağustos 2021 Cuma

Ezidi çocuğu kaçıran ve derin internette satışa çıkaran IŞİD'liler serbest bırakıldı. - EVRENSEL


 Ezidi kız çocuğunu kaçıran ve derin internette satışa çıkaran IŞİD’lilerin üçü de serbest bırakıldı.

Ankara’da şubat ayında derin internette satışa çıkarılan Ezidi kız çocuğunu kaçıran IŞİD’lilerin üçü de serbest bırakıldı.

Gazete Duvar’dan Hale Gönültaş’ın haberine göre, 8 Mart’ta kabul edilen iddianamede ise her üç IŞİD’li için “DAEŞ terör örgütü üyeliği” ve “üst düzey yöneticilik” suçlamalarında bulunuldu. Irak’ın Ankara Büyükelçiliği’nden bir diplomat Ankara’da IŞİD’in elinden kurtarılan Ezidi kız çocuğunun ailesine ulaşmak için her yolu denediklerini ancak bugüne kadar ulaşılamadığını belirterek, “Ailesinin tamamının IŞİD’in Şengal katliamında öldürüldüğünü düşünüyoruz” dedi.

Ankara’da geçen şubat ayında polis ve istihbarat ekiplerinin IŞİD’in hücre evine düzenledikleri operasyonla Ezidi bir kız çocuğu kurtarılmıştı. Çocuk IŞİD’liler tarafından derin internette satışa çıkartılmış polis ve istihbarat ekipleri ise hücre evibaskını ve çocuğun kurtarılmasını bir basın bildirisi ve video görüntüleri ile kamuoyuna duyurmuştu.

İKİ IŞİD’Lİ SERBEST BIRAKILDI, BİR IŞİD’Lİ TUTUKLANDI

Ankara’daki IŞİD hücre evi operasyonunun ardından Ezidi kız çocuğunu kaçırıp evlerinde rehin tuttukları suçlamasıyla Irak vatandaşları Anas V., Nasır H.R. ve Sabah A.H.O’nin ifadeleri alınmıştı. Gözaltına alınanlardan Anas V. ve Nasır H.R., ifade ve savcılık sorgularının ardından 27 Şubat’ta adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Sabah A.H.O. ise tutuklanarak Sincan F Tipi Kapalı Cezaevine konuldu.

İDDİANAME 8 MART’TA KABUL EDİLDİ

Ezidi kız çocuğunu kaçıran IŞİD’lilere ilişkin iddianame 8 Mart 2021 tarihinde kabul edildi. İddianamede her üç IŞİD’li için de “DAEŞ terör örgütü üyesi” ve “örgüt yönetiminde yer almak” suçlamasında bulunuldu.

“KURULUŞUNDA IŞİD’E KATILDIM”

İddianamede ismi yer alan örgüt elemanlarından Sabah A.H.O.’nun ifadesine göre Ezidi kız çocuğu 2014 yılında ağabeyi Sabbar H.O. tarafından Irak’taki evlerine 2014 yılında henüz iki-iki buçuk yaşındayken, “Bu çocuk Ezidi. DAEŞ’ten 500 dolara satın aldım. Artık bu evde büyüyecek” diyerek getirildi. “Çocuğun Irak’taki evimize getirilmesinde benim sorumluluğum yok. Abim Sabbar tarafından getirildi. Aise ismini de abim koydu. Abim sonra bombalamada öldü. Ben Ezidi kadın, çocuk satış piyasasını bilmem. Ben çocuk kaçırmadım. Ben çocuk satın almadım” dedi. Sabah A.H.O., Ebu Abdullah’ın çağrısı ile kuruluşunda IŞİD’e katıldığını, Ebu Abdullah’ın Irak’ta IŞİD’in üst düzey isimlerinden biri olduğunu, onun emir ve talimatlarını uyguladığını ifade etti. IŞİD’te maaşlı olarak çalıştığını görevlerinden birinin de köylerde “ribat” ve (nöbet tutma) gelişmeleri örgüt yönetimine bildirmek olduğunu dile getirdi. Silah kullandığını, çatışmalarda yer aldığını da ifade etti. Sabah A.H.O. Irak güvenlik güçlerince, 2017 yılının başında IŞİD üyeliği ve faaliyetleri nedeniyle tutuklandı. İfadesine göre Irak hapishanesindeki altı aylık tutukluğu sırasında işkence gördü. Serbest bırakılmasının ardından “Said Ahmet Muhammed” adına düzenlenen sahte pasaportla Suriye üzerinden Türkiye’ye giriş yaptı. Eşi, öz çocukları, yengesi ve Ezidi kız çocuğunu Türkiye’ye daha önceden Ankara’da yaşayan babasının ikinci eşinin evine gönderdiğini dile getirdi. Kendisinin de Ankara’ya geldiğinde ailesinin yanına yerleştiğini ifade etti.

IŞİD’Lİ KAÇIRDIĞI EZİDİ ÇOCUĞA İL GÖÇ İDARESİNDEN KİMLİK ÇIKARTTI

İddianameye göre, IŞİD’li Sabbar H.O. 2018 yılında ağabeyinin eşi ile Ankara İl Göç İdaresi’ne giderek Ezidi kız çocuğu için kimlik başvurusunda bulundu. Sabbar H.O. çocuğa kimlik çıkartmakta geciktiklerini beyan etti. Çocuğa ağabeyinin ismi ve 990….6990 numarası ile “Aişe Sabbar. A.O.” ismiyle kimlik çıkartıldı.

IŞİD YÖNETİCİLERİNİN İSİMLERİNİ VERDİ, İLK DURUŞMADA SERBEST BIRAKILDI

Sabah A.H.O., Ezidi kız çocuğunu derin internette satışa çıkartmalarının ardından polis ve istihbaratın evlerine düzenlediği baskın sonrası tutuklandı. Sabah A.H.O. Etkin Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak için IŞİD’in Suriye ve Irak’taki üst düzey yöneticilerinin isimlerini verdi. Bu isimlere de iddianamede yer verildi.Sabah A.H.O., 10 Haziran’da 23’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla ifade verdi. Sabah A.H.O. ilk duruşmada denetimli serbestlik şartıyla tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Duruşmaya tutuksuz yargılanan Anas V. ve Nasır H.R. de katıldı.

İDDİANAMEYE GÖRE BIRAKILAN DİĞER İKİ IŞİD’Lİ IŞİD KOMUTANI’NA BAĞLI ÇALIŞTI

TEM ekiplerinin Ezidi kız çocuğunu kurtarma operasyonunda gözaltına aldığı IŞİD’lilerden Anas V. ve Nasır H.R. ise gözaltı işlemlerinin yapıldığı 27 Şubat’ta tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ancak 8 Mart’ta kabul edilen savcılık iddianamesinde bu kişilere ilişkin “terör örgütü üyeliği” ve “terör örgütü üst düzey yöneticisi” suçlamasında bulunuldu.İddianamede, Anas V. ve Nasır H.R.’nin Irak’tan yasa dışı yollarla Türkiye’ye giriş yaptıkları bilgisine yer verildi. Söz konusu iki şahıs, Ezidi kız çocuğunun Türkiye’ye kaçırılması konusunda bilgileri olmadığını söyledi. Her iki IŞİD’li de “Biz birbirimizi tanımıyoruz. Gözaltında tanıştık” iddiasında bulundu.

IRAKLI YETKİLİ: ÇOCUĞUN AİLESİNİN TAMAMININ KATLEDİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ

IŞİD’liler tarafından 2014 yılında para karşılığı satın alınıp daha sonra Türkiye’ye getirilen Ezidi kız çocuğu ise 27 Şubat’taki polis operasyonunun ardından devlet koruması altına alınmıştı. Ankara’daki hücre evinden geçen şubat ayında kurtarılan ve yedi yaşında olduğu açıklanan Ezidi kız çocuğunun ailesini bulmak için Dışişleri Bakanlığının Irak hükümeti ile sürdürdüğü çaba sonuç vermedi.

Irak’ın Ankara Büyükelçiliği’nden bir diplomat, “Çocuğun ailesine bugüne kadar ulaşılamadı. Ailesinin tamamının IŞİD’in Şengal katliamında öldürüldüğünü düşünüyoruz” dedi.

Ezidi kız çocuğu halen Ankara’da devlet koruması altında tutuluyor. 

(EVRENSEL)

                                                                       ***

IŞİD 9 yaşındaki kız çocuklarını 200 bin dinara satıyor - Felat BOZARSLAN - EVRENSEL -(02/01/2015)

IRAK Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) işgal ettiği yerlerde yakaladığı Hristiyan ve Êzidi kadınları köle pazarlarında sattığı iddiaları ilk kez resmi olarak belgelendi.

Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) işgal ettiği yerlerde yakaladığı Hristiyan ve Êzidi kadınları köle pazarlarında sattığı iddiaları ilk kez resmi olarak belgelendi.

Irak'ta öldürülen IŞİD'in 'emir' statüsünü verdiği üst düzey bir yöneticisinin üzerinden çıkan ve örgütün mührünün bulunduğu belgede, IŞİD tarafından bir pazar kurulduğu, burada Hristiyan ve şeytana tapan kadınların satıldığının yazıldığı belirtildi.

Üzerinde hicri takvime göre 14 Zilhicce 1435 (16 Ekim 2014) tarihi bulunan belgede pazarda her yaştan kadının olduğu, yaşı büyük kadınların ucuz, yaşı küçüklerin ise daha pahalı fiyata satıldığı belirtildi.

‘ALIŞVERİŞİ KABUL ETMEYENLER ÖLDÜRÜLECEKTİR’

IŞİD'in sadece yönetici düzeyindeki emirlerine gönderdiği belirtilen 'Ganimet satış fiyatları' belgesinde, "Bismillahirrahmanirrahim. Bize bir haber geldi. Kadınları ve ganimetleri satmak için bir çarşı var. Bu çarşıda fiyatlar şu anda çok düştü. Fiyatların düşmesi İslam ekonomisi düştüğü içindir. Bu alışverişi kabul etmeyenler öldürülecektir" ifadeleri yer aldı.

Belgede ganimet satışındaki düşüşün ardından IŞİD gelirlerinin ve mücahitlerin finansmanının karşılanması nedeniyle ganimetlerin satıldığı pazarlara kontrol konulmasının gerektiği kaydedildi.

1-9 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUKLARI 200 BİN DİNAR

Belgenin alt kısmındaki fiyat listesinde satılacak kadınların tümünün yanında 'Şeytana tapan veya Hristiyan kadınlar' ifadeleri yer aldı. Listeye göre 30- 40 yaş arasındaki bir kadının 75 bin dinara (139 TL) satılacağı belirtildi. Listede 20-30 yaş arasındaki kadının 100 bin dinar (186 TL), 10-20 yaş arasındaki kadının 150 bin dinar (278 TL), 40-50 yaşında olan kadınların 50 bin dinara (92 TL) satılacağı kaydedildi. Listenin en altında ise 1-9 yaş aralığında bulunan kız çocuklarının ise 200 bin dinara (370 TL) satılacağı talimatı verildi.

TÜRKLER VE SURİYELİLER İSTEDİĞİ KADAR KADIN ALABİLİR

Belgenin en alt kısmındaki açıklamada ise bir kişinin en fazla 3 kadın alabileceği belirtildi. Açıklama kısmında sadece Türkler ve Suriyelilerin istediği kadar kadın satın alabileceği ifadeleri yer aldı.

Irak'ta bulunan güvenlik güçleri, IŞİD'in Musul'da büyük bir ekonomik kriz yarattığını ve örgütün bu krizden kurtulmak için çareler aradığını belirtti. Uzmanlar, ele geçirilen belgenin örgütün köle pazarlarındaki satışı düzenlemek için yazmış olabileceğini kaydetti. 

Felat BOZARSLAN - EVRENSEL -(02/01/2015)

                                                                          ***

14 yaşındaki Ezidi çocuk 5 gündür Ankara'da kayıp! - Eylem NAZLIER /EVRENSEL (06 Haziran 2017)

Annesi ve kardeşleriyle birlikte Almanya'ya gitmek için Irak'tan Ankara'ya gelen 14 yaşındaki Jihat Ali Emir Bapir 5 gündür kayıp.

IŞİD'in Şengal'e saldırması sonucunda çocukları ile birlikte 3 yıl önce Irak'a sığınan Sisar Hasen, eşinin bulunduğu Almanya'ya gitmek için Ankara'ya geldi. 

Yurtdışı işlemleri bitene kadar 7 çocuğuyla birlikte Ankara Cebeci'deki kiralık bir evde konaklayan anne, en büyük oğlunu burada kaybetti. 

Yanına Türkçe konuşmasını bilen bir yurttaş alarak karakola başvuran anne Hasen, 

"Türkçe bile bilmiyorum. Burada hiç kimsem yok. Çocuğumun bulunması için yardım istiyorum" dedi. 


KARDEŞİNE, 'PARA KAZANACAĞIM, 2 SAATE GELECEĞİM' DEDİ

Anne Hasen, oğlunun kendisine, "Anne ben sıkıldım kardeşimle biraz dışarı çıkıp geleceğiz" dedikten sonra bir daha oğlundan haber alamadığını söylüyor:

"14 ve 12 yaşındaki oğlum dışarı çıktıktan sonra kaybolan oğlum Jihat, 12 yaşındaki kardeşine, 'Bak şurada insanlar çanta taşıyarak para kazanıyor. Ben de gidip 2 saat çalışıp para kazandıktan sonra geleceğim. Anneme bir şey söyleme...' diyerek gitmiş. Ben de akşama kadar oğlumu bekledim. Ama oğlum bir daha gelmedi. Şu an 4 gündür oğlumu arıyorum. Ben de nerede olduğumu tam olarak bilmiyorum. Artık kaybolacağım korkusuyla oğlumu daha fazla arayamadım."

'5 GÜNDÜR UYUYAMIYORUM...'

Hasen'in eşi Almanya'da ailesine kavuşmayı bekliyor. 4 kızı ve 3 oğlu olan anne Hasen'in en büyük oğlu 5 gündür kaybolduğu için o günden beri gözüne uyku girmediğini söylüyor. Oğlu bulunmayana kadar Ankara'dan ayrılmayacağını söyleyen Hasen şöyle devam ediyor:

"Eşim Almanya'da bizi bekliyor. Ama oğlumu almadan gitmeyeceğiz. Şengal'den bir felaket yüzünden kaçtık, Ankara'da başka bir felakatle karşılaştık. Şu an yarım insan gibi yaşıyorum. İnsanlardan tek isteğim oğlumu bulduklarında bize ulaşsınlar."

'ÇOCUĞUN BULUNMASI İÇİN FOTOĞRAFLARI DAĞITILDI'

Çocuğun bulunması için aileye yardım eden Türkiyeli yurttaş Ferit Balkır ise emniyete gittiklerini ve çocuğun bulunması için çocuğun fotoğraflarının Ankara'ya dağıtıldığın belirtti:

"Aile 5 gündür perişan halde. Biz de çocuğun bulunması için elimizden geleni yapıyoruz. Eğer ki çocuğu bulan varsa Ankara Cebeci Sultan Murat mahallesine getirip bize ulaştırsınlar."

Eylem NAZLIER /EVRENSEL (06 Haziran 2017)



Yurttaşların Akbelen Ormanı için nöbetini sürdüğü İkizköy tedirgin: ‘Köyü boşaltın denildi; yetkili gelmedi’ - Gizay Arden Çelik / Cumhuriyet

 


Muğla'nın Milas ilçesindeki yangının ilerlemesi nedeniyle Yeniköy Termik Santrale yakınlığı bulunan İkizköy’de köylüler tedirgin... Köy halkından Ayşe Enginsu, “Bekledik ama hiç kimse gelmedi” dedi.

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de yapılması planlanan kömür madeni için Akbelen Ormanı’nın asırlık kızılçam ağaçlarının kesilmesine karşı köylülerin çadır nöbeti sürerken yurttaşlar bir de yangın nedeniyle tedirginlik yaşıyor.


İkizköy, yangının tehdit ettiği Fesleğen köyüne yaklaşık 15 kilometre, Yeniköy Termik Santrali ile 5.6 km arası uzaklıkta bulunuyor. Akçakaya ve Fesleğen köyü yangın nedeniyle tahliye edilirken Yeniköy Termik Santrali önünden itibaren resmi araçlar haricinde geçişlere izin verilmiyor. İkizköy’de yaşayan köylüler ise ilk önce kendilerine ‘köyü boşaltın’ demeleri daha sonra da yetkililerin gelmemesi ve açıklamada bulunmamasına tepkili. İkizköy’de yaşayan köylülerden Ayşe Enginsu, önceki gün gece yarısı yaşadıklarını Cumhuriyet’e anlattı. 

Köy meydanına herkes toplansın anonsu yapıldığını belirten Enginsu, “Hepimiz apar topar köy meydanında toplandık. Muhtar dedi ki; ‘çıkarılma emri’ geldi. Köyden çıkmamız gerektiğini söyledi. Tamam çıkacağız ama benim mesela 15 tane koyunum var. Ondan sonra 90 yaşında kayınvalidem var. Ayrıca özel aracım yok. Gecenin saat 12’sinde nereye gideceğim? Ondan sonra biz bu soruyu muhtara sorduk. Muhtar,’AFAD’dan birisi gelecek şimdi. Koordineli bir şekilde köyü boşaltacaklar. Kendi araçlarıyla toplanma alanına götürecekler." dedi. 


"HERKES DİKEN ÜSTÜNDE"

Enginsu devamında şunları söyledi:

"Bekledik ama hiç kimse gelmedi. Biz stresimizden ölüyoruz. Daha önce çantalarımı falan hazırlamıştım. Acil bir durum için... Milas’ta çocuklarım var bir tane nakliye aracı bulduk. Kızılcayıkık köyüne annemin oraya hayvanları götürecektim. Saat birde muhtardan sonra jandarma köye geldi. Jandarma köyün içine girerken anons yaptı. ‘Köy halkı acil köyü boşaltın...’ Ondan sonra herkes diken üstünde tabi, jandarmanın önüne koştu. Kimisi arabam yok diyor, kimisi hayvanlarım var diyor. Ben jandarmaya halka açıklama yapması gerektiğini söyledim. ‘Nereye gideceğiz, bir toplanma alanı var mı’ dedim. Hayvanlarımı nereye götüreceğim diye sordum. ‘Hayvanlar gitmeyecek’ diye cevap verdi. Ben gidince nereden bileyim köyü yakmayacakların, hayvanlarımın çalınmayacağını... Jandarma dedi ki; ‘bir kilometre ötede Çam köyü var’. Buraya gelen yangın ve duman oraya gelmeyecek mi?”

‘NE MUHTAR GELDİ GERİYE NE JANDARMA’

Hiçbir koordinasyon ve organizenin yapılmadığını aktaran Enginsu, “Jandarma, ‘halka gidin Çam köyünde toplanın’ dedi. Bizde dedik ki; oraya gidiyorsak hiç gitmeyeceğiz. Bu arada saat 02.00 oldu. Jandarma, burada bekleyin dağılmayın, ben muhtarı alıp geleyim, muhtarla birlikte toplantı yapalım. Bir gitti, gidiş o gidiş. Ne muhtar geldi geriye ne jandarma geldi ne de AFAD... Muhtarın kendisi zaten köyün içerisinde oturmuyor. 2 km ötede evi var onun. O kendini garantiye aldı zaten. Hiçbir şekilde yüz göz olmuyor. Bu ağaçların kesilmesinde şirketten taraf oldu zaten. Biz stresimizden ölüyoruz. Köy şu anda normal hayatına devam ediyor. Hayvanlarımızı otlattık, zeytin ağaçlarımızı suladık geldik. Hayatın biraz normalleşmesi lazım psikolojimiz bozuldu. Burada o kadar çok duman vardı, o kadar çok kül yağdı ki güneş görünmedi” ifadelerini kullandı.

Gizay Arden Çelik / Cumhuriyet

Kalbiyle koşanlar - Burçak Özoğlu / SOL

 


Küba’lı sporcular, kalpleriyle, inatlarıyla yarışıyorlar. Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...

İzlemeye doyulmaz bir sahne: “Juantorena kalbiyle koşar ve halkı heyecandan titrer” sözleriyle çalan salsa parçasında ancak omuz hizasına kadar gelebilen neşeli kalabalıkla birlikte sokakta kıvrak hareketlerle dans eden bir büyük adam. Alberto Juantorena.

Kelimenin gerçek anlamıyla büyük, 1 metre 88 santim boyu, 2 metre 75 santimlik adım aralığıyla, lakabını hak eden boyutta yapılı bir insan Juantorena. Lakabı, “La Caballo” yani at, ya da hadi tamam kibarlığı bir yana bırakalım, “aygır”. Aygır ama en asilinden, yağızından.

Kübalı atlet, Alberto Juantorena, 1976 Montreal Olimpiyat oyunlarında pistte 400 ve 800 metre koşularında aldığı altın madalyalarla tarihe yazılan olimpiyat efsanelerinden biri. 

Olimpiyat tarihinde 400 ve 800 metre koşularının her ikisini de koşan sporcu sayısı oldukça enderdir. Juantorena bu iki mesafeyi aynı olimpiyat oyunlarında bir kaç gün arayla koşan ve her ikisinde de altın madalya alan, üstelik bir de dünya rekoru kıran tarihteki ilk ve tek sporcu, Tokyo 2020 dahil, yani hala öyle.

Juantorena, 400 metre koşusunda favori olan Afrika kökenli Amerikalı Fred Newhouse’ı efsanevi bir çekişme sonucu geçer ve dünya rekorunu kırar, ancak 800 metredeki zaferinde bir gölge vardır. 1976 Montreal Olimpiyatlarına, Güney Afrika’nın ırkçı ayrımcı politikalarını protesto ederek katılmayan ülkeler arasında Kenya da vardır, dolayısıyla 800 metre koşusunun tartışmasız favorisi Kenyalı atlet Mike Boit olimpiyat yarışında yer almaz. Kübalı atlet, efsane oluşunun şanstan olmayışını hemen bir yıl sonra 1977’de Stuttgart’ta düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonasında Boit’i de geçerek kanıtlar.

Ancak La Caballo’yu efsane yapan ve benim bugünkü yazıma konu etmeme neden olan şey onun bu sportif başarısının çok çok ötesine uzanıyor. Juantorena, efsane bir atlet olmasının yanısıra, bugün hala ülkesine tüm varlığıyla hizmet etmeye devam eden, yurtsever bir devrimci. Sporcu olarak uluslararası boyutlarda elde ettiği başarıların, madalyaların kürsülerin değil, Fidel’in onu kucakladığı anların anısıyla övünüyor, halkıyla içiçe, ayrıcalıksız oluşuyla gururlanıyor.

Tokyo 2020 Olimpiyat oyunlarının en çekişmeli ve heyecanlı anlarının yaşandığı bu günlerde İngiliz Marc Craig’in yönetmenliğini yaptığı bir belgesel film dijital platformlardan yayına girdi. “Running for the Revolution” (Devrim için koşmak) filmi, efsane Alberto Juantorena’yı, sporculuğunu, yurtseverliğini, Küba’yı, Küba’da sporun ne anlama geldiğini, Fidel’i ve daha başka birçok şeyi anlatıyor. Yazının girişinde betimlediğim sahne de o belgeselden.

Ben filmi izleme olanağına ulaştım, sizlerin de erişip izleyebileceğiniz zamana kadar dayanamayıp, tam da bugünlerde gereksinim duyduğumuz umuda güce ve inada kaynak olacağını düşündüğüm için sizlerle bir kısmını da olsa paylaşmak istedim.

Filmde Juantorena’nın ağzından hem kendi hikayesini hem de Küba Devriminin sporda yarattığı müthiş başarının kaynaklarını dinliyoruz.


Devrimden hemen sonra ülkenin en büyük spor kompleksinin açılışını yaparken Fidel’i duyuyoruz bir de:Burası işçilerimizin çocuklarına armağanımız olsun” diyor, “Halkımızın mücadelesini, kolektif çalışma bilincini, savaşma yeteneğini burada geliştirsinler, biraz da eğlensinler tabi! diye ekliyor.

Belgeselin odağında Küba- ABD ilişkileri de yer alıyor. Yönetmenin niyetini bir yana bırakıp izleyince, ABD ablukasının ülkede her alanda olduğu gibi sporda da ne denli ağır bir yoksunluk ve olanaksızlık yarattığının da belgelendiğini görüyoruz.

Alberto Juantorena müsabık sporculuğu bıraktığı 1980’li yıllardan itibaren Küba’da spor alanında idarecilik yapmış, hala da yapıyor. Küba atletizm federasyonunun başında olmasının yanısıra ülkenin uluslararası spor elçiliğini de yürütüyor. Doğrudan Fidel ile birlikte çalışarak başladığı ve yıllardır sürdürdüğü bu görevleri sayesinde de ablukanın sportif etkinlikleri ve gelişimi nasıl zorladığını doğrudan örnekleyerek aktarabiliyor.

Tüm bunlara rağmen Juantorena, Küba’da sporun devrimden sonra geçirdiği büyük değişim ve ilerlemeyi gururla aktarıyor. Gururlanmakta hiç de haksız değil.

Küba, Güney Amerika kıtasında Tokyo 2020 olimpiyatlarına kadar en fazla madalyaya sahip ülkeydi. Bu yıl da hızını kesmedi, 5 Ağustos itibariyle, 5 altın, 3 gümüş, 4 bronz madalya ile toplamda 17. ülke durumunda. Önümüzdeki günlerde final ve veya yarı final oynayacak, yarışacak sporcuları da düşünürsek bu sayının daha da artacağından emin olabiliriz.

Ne umut verici ki, Fidel’in emanetini hala gururla taşıyor, La Caballo’nun efsanesini sürdürüyorlar.

İzlemişsinizdir, boksör Julio César La Cruz, ülkesini terk ederek İspanya’ya iltica eden Emmanuel Reyes’i yendiği maçından sonra zaferini ¡Patria o vida No! ¡Patria o muerte, venceremos! Vatan yahut yaşam değil (karşı devrimcilerin sloganı), Vatan yahut ölüm, kazanacağız! sözleriyle kutladı.

La Cruz, bugün saat 09:05’te final maçına çıkacak, ve şimdiden yazayım buraya, sonuç ne olursa olsun, KAZANACAK!

Diğer taraftan, bu yıl Küba bir Olimpiyat efsanesi daha kazandı. Mijaín López Nuñez, üstüste dört kez aynı branşta Olimpiyat şampiyonu olarak tarihe adını yazdırdı. Mijaín, güreş sporu tarihinin bu efsanevi ünvanını “yenilmez kumandan” Fidel Castro’ya armağan ettiğini duyurdu tüm dünyaya. Dev sporcu kendi başarısını ve gövdesinin heybetini ülkesinin adına kattı gururla.

Küba’lı sporcular Tokyo 2020’de sadece sportif bir mücadelenin içerisinde değiller unutmayalım. Her bir branş için, kullanılan malzemede gramın önemi varken sınırlı olanaklarla elde ettikleri ekipmanlarıyla oyunlara katılmışken, hazırlık için rakipleri yüksek teknolojik donanımlı sahalarda idman yaparken onlar hala Fidel’in neredeyse 60 yıllık emaneti stadyumun mütevazi pistlerinde ter dökmüşken, dünyanın her köşesinden her tür cahilliğin ülkeleri üzerine ahkam kesmesini dinlemek zorunda iken: Kalpleriyle, inançlarıyla, inatlarıyla, koşuyorlar, yarışıyorlar, dövüşüyorlar..

Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...

Burçak Özoğlu / SOL


5 Ağustos 2021 Perşembe

Marmara Üniversitesi, akademik usulleri hiçe sayarak Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezini akladı! - Berkant GÜLTEKİN / BİRGÜN



Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu, BirGün'ün sunduğu açık kanıtlara rağmen Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde intihal olmadığı yönünde tartışmalı bir karara imza attı. Kavcıoğlu’nun net şekilde dipnotsuz ve tırnaksız olarak Merkez Bankası raporundan tezine monte ettiği uzun paragraflar, tezin farklı yerlerindeki tablolar için gösterilen ve sayfa numaralarının dahi belirtilmediği kaynaklarla ilişkiliymiş gibi değerlendirilerek ‘sorunsuz’ görüldü. Prof. Dr. Ömer Akgiray başkanlığındaki kurul bu kararıyla, alıntı ve atıflar konusundaki akademik usulleri hiçe saydı.

BirGün’ün Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezindeki intihal izlerini ortaya çıkarmasının ardından tezle ilgili inceleme başlatan Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu, BirGün'ün görsellerle ortaya koyduğu açık kanıtlara rağmen tezde intihal olmadığı yönünde oldukça tartışmalı bir karara imza attı.

CİMER üzerinden BirGün’ün yaptığı başvuruya yanıt veren Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu Başkanı, aynı zamanda Mühendislik Fakültesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı olan Prof. Dr. Ömer Akgiray, konunun, kurulun 28 Temmuz 2021 tarihli toplantısında gündeme alındığını kaydetti.

BirGün’ün 22 Mart 2021 tarihli, “Yeni MB Başkanı'nın doktora tezinde MB raporundan intihal izleri” başlıklı haberinde yer alan iddiaların incelendiğinin belirtildiği cevapta, Şahap Kavcıoğlu’nun, Merkez Bankası’nın 2001 yılı faaliyet raporundan tezine monte ettiği bölümlerle ilgili soru işaretleri doğuran görüşlere yer verildi.

İLGİNÇ YORUM: TEZDEKİ ANLATIMDAN ATIF YAPILDIĞI ANLAŞILIYOR

Prof. Dr. Osman Akgiray'ın imzasını taşıyan yanıta göre kurul, Kavcıoğlu’nun Merkez Bankası raporundan noktasına virgülüne dokunmadan tezine aldığı dipnotsuz ve tırnaksız paragrafları, tezin farklı yerindeki tablolar için kullanılan ve sayfa numaralarının dahi belirtilmediği kaynaklarla ilişkilendirerek, “Şikayete konu edilen paragrafların başında ve sonunda bahis konusu Rapor’a atıf yapıldığı, bu paragraflarda verilen bilgilerin Rapor’a dayandığının tezdeki anlatımdan anlaşıldığı, tez yazarının başkasına ait özgün buluş, bilgi ve fikirleri kendisine aitmiş gibi gösterdiğine dair açık bir bulgu olmadığı görülmektedir” tespitinde bulundu.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu bu kararıyla, Şahap Kavcıoğlu’nun kopyala-yapıştır tekniğini andırır şekilde Merkez Bankası raporundan kendi tezine transfer ettiği uzun paragrafları, ‘yayın etiği ihlali oluşmadığı’ kanaatine vararak akladı.

Ancak kurulun bu kararı, alıntılar ile atıfların ne şekilde yapılabileceğinin aktarıldığı ve başta Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezini sunduğu Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu da olmak üzere pek çok tez yazım kılavuzuyla açıkça çelişiyor.

ENSTİTÜ’NÜN KILAVUZU VE AKADEMİK USULLER NE DİYOR?

Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu’nun 4’üncü bölümünün 11’inci maddesinde yer alan ‘metin aktarmaları’ kısmında, tezlere doğrudan ve dolaylı olarak aktarma yapılabileceği, doğrudan aktarmanın üç satırdan az yapıldığı durumlarda mutlaka tırnak işareti kullanılması ve alıntı yapılan kısmın sonuna alıntı yapılan kaynaktan dipnot verilmesi gerektiği belirtiliyor.

Kılavuza göre, Kavcıoğlu'nun tezindeki gibi doğrudan aktarmanın üç satırı geçtiği durumlarda ise alıntının, yeni paragraf belirtilerek, sol ve sağ kenardan en az 8 boşluk ve satırlar arasında tek aralık bırakılarak, italik karakterle 11 punto ile yazılması gerekiyor.

TÜBİTAK çatısı altında faaliyet yürüten Dergipark’ta yer alan ‘Atıf ve Kaynakça Kuralları’ makalesinin ‘metin içerisinde atıf yapma’ kısmında da kelime sayısı 40’tan fazla olan alıntılarda, alıntı yapılan bölüme 1,25 cm içeriden yazılarak başlanması ve alıntının sonunda atıf yapılan kaynağın parantez içinde belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu’nun ‘sorunsuz’ gördüğü Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde ise akademik alıntı ve atıf kurallarına uyulmadığı; tezde alıntı yapılan bölümlerde alıntı yapıldığına dair herhangi bir işaret bulunmadığı ve bu nedenle söz konusu kısımların Kavcıoğlu’nun özgün ifadeleriyle ayrılamadığı görülüyor.

Akademik usullere göre alıntı yapma kuralları ve Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde yaptığı alıntılar karşılaştırılmalı olarak şu şekilde:






Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü'nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu


KAYNAKÇADA DA RAPORA YER VERİLMİYOR

Öte yandan Şahap Kavcıoğlu, tezinde işaret vermeden alıntı yaptığı Merkez Bankası raporuna, tezinin kaynakça bölümünde yer vermiyor. Bu durum, Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu’nun tezi dair sunduğu görüşü de boşa düşürüyor. Zira Yayın Etik Kurulu, tablolardaki kaynakları yeterli olduğu görüşüyle tezde intihal olmadığını savunuyor. Ancak Kavcıoğlu’nun Merkez Bankası raporunu kaynakçada göstermemesi, BirGün’ün söz konusu paragraflara herhangi bir dipnot düşülmediği ve bu nedenle intihal niteliği taşıdığı yönündeki savını haklı çıkarıyor.

TEZ DANIŞMANI, ENSTİTÜ’NÜN MÜDÜRÜ VE VARLIK FONU’NUN YÖNETİCİSİ

Şahap Kavcıoğlu’nun tez danışmanı olan Prof. Dr. Erişah Arıcan ise bugün, Kavcıoğlu’nun tezini sunduğu Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Müdürü olarak görev yapıyor.

Arıcan ayrıca, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 11 Eylül 2018’de Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyesi olarak atandı.

Bununla birlikte Arıcan, 27 Eylül 2018 tarihinden bu yana da Borsa İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı.

Arıcan öte yandan, Erdoğan'ın damadı, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın tez danışmanı olmasıyla da tanınıyor.

NE OLMUŞTU?

BirGün, 22 Mart 2021 tarihli haberinde, Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun 2003 yılında Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’ne sunduğu “Ticari Bankalarda Sorunlu Kredilerin Yönetimi, Çözümü ve Takibi İçin Bir Uygulama” başlıklı doktora tezinde, Merkez Bankası’nın 2001 yılına ait “70’inci Hesap Yılı Hakkında Banka Meclisi’nce Hazırlanan Faaliyet Raporu”ndan kopyala-yapıştır tekniğiyle intihal yaptığını gündeme getirmişti.

Kavcıoğlu geçen süre boyunca habere ilişkin herhangi bir açıklama yapmazken, BirGün, 24 Mayıs 2021 tarihinde CİMER üzerinden Yükseköğretim Kurumu’na (YÖK) konuyla ilgili olarak şu soruları yöneltmişti:

"22 Mart 2021'de yayımlanan habere göre, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, 2003 yılında Marmara Üniversitesi'ne sunduğu doktora tezinde Merkez Bankası raporundan intihal yapmıştır.

İntihal vakasını kanıtlayan dökümanlara haberde yer verilmiştir.

YÖK, intihal olduğu ortaya çıkan tezlerle ilgili ne tür işlemler yapmaktadır?

İntihal olduğu ortaya çıkan doktora tezinin iptal edilmesi için gerekli süreç başlatılmış mıdır?

YÖK dışında konuyla ilgilenen bir devlet kurumu bulunmakta mıdır?

Doktora tezinde akademik hırsızlık yapan bir kişinin, kamu görevinde bulunması Anayasa'yla uyumlu mudur?"

YÖK ise gazetemize verdiği yanıtta, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi uyarınca, başvurunun Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’ne iletildiğini belirtmişti.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu Başkanı Osman Akgiray da CİMER üzerinden BirGün’e verdiği yanıtta, Kavcıoğlu’nun doktora tezindeki intihal izlerini ortaya çıkaran haberimiz üzerine, tezi incelemesi için raportör görevlendirildiğini belirtmişti.

Berkant GÜLTEKİN / BİRGÜN