13 Ağustos 2021 Cuma

İktidarın onuru (!) ve havalimanı bekçiliği - Mehmet Ali Güller / Cumhuriyet


Kâbil Havalimanı’nın Afganistan’ı terk eden ABD açısından önemi nedir? 

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price açıklıyor: 

Bir havalimanı olmanınötesinde öneme sahip. Önemi, ticari ve hava taşımacılığının ötesinde. Kâbil’de güvenli bir havalimanı olması bizim açımızdan bölgede diplomatik olarak da bulunmanın önemli bir noktası.  

Dolayısıyla bu havalimanının güvenli bir şekilde işlevini sürdürmesi bizim açımızdan son derece önemli.

Peki, havalimanı ABD açısından bu kadar önemli madem, neden kendisi korumuyor? Neden AKP hükümeti ABD için çok önemli olan bu işe talip?

ABD GÖREVİNE İSTEKLİ OLMAK!

Daha üç gün önce AKP iktidarı, yönetiminden medyadaki kalemlerine kadar esip gürlüyordu: Halk, nasıl olur da yangın nedeniyle dünyadan yardım isterdi, onurları kırılmıştı! 

Otel görevlisine “beni tercih et” maskesi takarak turizm reklamı vermeleri onura dokunmamıştı ama yangın nedeniyle yardım istenmesi onurlarını kırmıştı!

Evet, daha üç gün önce “onur” edebiyatı yapanlar, ABD adına havalimanı bekçiliğine talip olmaktan da hiç rahatsız değiller!

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’ın “Türk ortaklarımızın Kâbil Havalimanı’nı korumak konusunda istekli olmalarından son derece memnunuz” (10.8.2021) sözleri de onurlarına dokunmuyor! Pentagon Sözcüsü John Kirby’nin “Türkiye’nin Kâbil Havalimanı konusunda istekli olmasına minnettarız” (13.7.2021) demesi de onurlarına dokunmamıştı!

ERDOĞAN’IN FIRSAT GÖRDÜĞÜ GÖREV

AKP hükümeti mevcut sorunlara rağmen, ABD ve AB desteği alabilmek adına bu göreve talip olmayı, çok önemli fırsat olarak görüyor.

Bu fırsat sayesinde S-400 basıncını azaltmayı, bu fırsat sayesinde Batı’dan borç ve kredi musluklarını açabilmeyi umuyor. Seçim kazanabilmesi için para akışını ve Batı desteğini olmazsa olmaz görüyor. 

Haliyle ABD de bunu görüyor. Nitekim Biden’ın 14 Haziran’da Erdoğan’la “havalimanı bekçiliği” konusunda “genel mutabakata” varmalarından bu yana, S-400 basıncı hafiflemiş durumda... 

KÂBİL GÖREVİNİN ALTI SORUNU

Ancak AKP hükümeti açısından altı sorun var: 

1) NATO misyonunun bittiği şartlarda Kâbil’de Türk askeri bulundurmak, mevcut tezkereyle mümkün değil. Cumhurbaşkanı kararı yetmeyeceği ve anayasaya aykırı olacağı için yeni bir TBMM tezkeresi şart. 

2) ABD’nin kendi işbirlikçisi Afganlar için Türkiye’yi “bekleme istasyonu” gibi işaret etmesi ve hızla artan Afgan göçü, bunun kamuoyunda doğurduğu tepki, AKP hükümetine kendi tabanından bile basınç oluşturuyor. 

3) Kâbil Havalimanı bekçiliği, her ne kadar AKP buna “işletmecilik” dese de, başladığı anda Türk askerini havalimanından Batı büyükelçiliklerine kadar olan bölgeyi koruma göreviyle karşı karşıya getirecek.

4) Taliban, pek çok kez Türkiye’nin Kâbil Havalimanı’nda bulunmasını kabul etmediklerini, ABD’yle anlaşmanın gereği olarak Türk askerlerinin de çekilmesi gerektiğini açıkladı. 

5) AKP hükümeti, ABD adına görevini sahada kolaylaştırabilmek için Pakistan’ı, AB desteğini alabilmek için de Macaristan’ı görevine ortak etmeye çalışıyor ancak henüz istediği sonucu alamadı. 

6) AKP hükümeti, görevin zorluğu ve Taliban’la karşı karşıya gelme riskinin yüksekliği nedeniyle, ABD’den hava desteği başta askeri destek istiyor. Mali ve lojistik destek istediklerini de zaten açıklamışlardı.

İşte bu altı madde nedeniyle 14 Haziran’dan bu yana Washington ile Ankara arasında, ağırlıkla savunma bakanları üzerinden müzakere/pazarlık sürüyor. 

KAMUOYU TEPKİSİ 

AKP hükümeti, oldukça sıkışmış durumda: Bir yanda iktidarını koruyabilmek için Batı’nın siyasi ve ekonomik desteğine ihtiyaç duyuyor ama bir yandan da o desteğin karşılığında talip olduğu havalimanı bekçiliği görevinin doğurduğu göç krizi sorunları nedeniyle içeride tepki görüyor ve kan kaybediyor. 

Türkiye kamuoyunun bu tepkiyi sürdürmesi; hem Mehmetçiğine reva görülen havalimanı bekçiliğinin engellenmesi için hem de ABD’nin Türkiye’yi işaret etmesiyle yoğunlaşan Afgan göçünün kesilebilmesi için hayati önemde... 

Mehmet Ali Güller / Cumhuriyet

12 Ağustos 2021 Perşembe

Kokainden önce işlenen suç - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 

Önce özet: 

Brezilya polisi, Türk tescilli bir özel uçakta 1304 kilo kokain ele geçirdi. 

İçinde uyuşturucu bulunan o uçak bir zamanlar devletindi. Turgut Özal döneminde alınmış ve ülkeyi yönetenlerin hizmetinde kullanılmıştı. 

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İstanbul’a götüren de oydu. 

Eski adıyla TC-ATA uçağının yeni sahibi 2017 yılında Affan Yatırım Holding bünyesindeki ACM Havayolları oldu.  

Şimdi... 

Uyuşturucunun bulunduğu bavulların sahibi İspanya vatandaşıydı. 

Uçağın sahibi ACM Havayolları, kendilerinin ve tutuklanan Türk pilotun “kokainden haberinin olmadığını” iddia etti. 

Brezilya polisi ise yaptığı açıklamada, 48 yaşındaki Türk pilotun, uçaktaki uyuşturucuyu bildiğini öne sürdü. 

Kim haklı, zamanla göreceğiz. 

Ben ise farklı bir noktaya dikkat çekeceğim. 

Açıyorum Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) 9 Haziran 2016 tarihli kararını okuyorum... 

Bir şirket, 2013’te Tüpraş’tan 27 D 3729 plakalı araçla akaryakıt aldı. Aldığı akaryakıtı Antalya Havalimanı’ndaki uçaklara yükleyeceği sanılıyordu. Lisanslı o şirket resmi kâğıda böyle yazdırdı. 

Ancak sonradan öğrenildi ki; bu bir yalandı. Alınan yakıt uçaklara aktarılmadı. Bir nevi akaryakıt kaçakçılığı yapıldı. 

Neyse ki işlenen suç üzerine EPDK inceleme başlattı. Üç yıldan fazla süren soruşturma sonrasında da hüküm kuruldu. 350 bin lira para cezası verildi ve şirketin akaryakıt teslimi lisansı iptal edildi. 

Doğru tahmin ettiniz... İşte devletin kurumu tarafından akaryakıt suçu ortaya çıkarılan o şirketin adı Affan Havacılık Akaryakıt’tı. 

O şirket, 2018’de devlete en fazla vergi borcu olanların listesinde birinci sıradaydı. 

Sona geliyorum. Yani... 

Yanisi şu: 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, cumhurbaşkanlarını, başbakanlarını taşıyan uçağını... 

Akaryakıt üzerinden suç işlediği devlet tarafından tespit edilen kişilerin bir başka şirketine sattı. 

Ardından da akaryakıt teslimi lisansını iptal ettiği o insanlara bu kez de uçak işletme lisansı verdi. 

Ve bugün o yeni lisans ile havalanan eski devlet uçağında yüzlerce kilo uyuşturucu bulundu. 

Nereden tutsanız elinizde kalıyor. 

BAKANLIĞA SALDIRIDAN HELA ÇIKTI 

Tarım ve Orman Bakanlığı, kendisine yapılan siber saldırıyı üzerinden 10 gün geçtikten sonra resmi olarak doğruladı. O açıklamadaki en önemli nokta ise sondaydı: “Sistemler veri kaybı olmadan ayağa kaldırılmıştır.” 

Doğru muydu bu? 

Keşke! Bir çiftçi gibi e-Devlet üzerinden bakanlığın sayfasına girip işlem yapmak istediğinizde şu mesajla karşılaşıyorsunuz: 

Sistemde yaşanan bir teknik aksaklık nedeni ile işleminiz tamamlanamadı.

Keza, bakanlığın ilaç takip sistemini kullanan veterinerler de benzer şeyler söylüyor. 

İstanbul Veteriner Hekimler Odası Başkanı Prof. Dr. Murat Arslan’ı aradım. Kendisine “Sistem veri kaybı olmadan ayağa kalktı mı” diye sordum. Yanıtı şu oldu: 

Biz başından beri sistemin güvenli olmadığını, teknik olarak da bir hekimin uygulamasının zor olduğunu ifade ettik. Yaptığımız görüşmeler sonuç vermeyince dava konusu yaptık. Gelinen noktada sorunlar halen devam ediyor. Üyelerimiz daha önce kullandıkları ve stoklarından düştükleri tıbbi ürünlerin geri yüklendiğini, hiç almadıkları ürünlerin de kendilerinde göründüğünü bildiriyor. Sadece 1 rakamının olduğu T.C. kimlik numaralarıyla, bazı ilaçların bize aitmiş gibi gösterildiğine şahit oluyoruz. Belli bölgelerde ise sisteme hiç girilemiyor. Bir ilacın eksikliğinin bile cezalandırıldığı bu sistemde, hiçbir sorumluluğumuz olmadığı halde meslektaşlarımızın çok ciddi cezalarla karşı karşıya kalacağı kaygısını yaşıyoruz. Zira stokların hatalı girilmesinden dolayı yaklaşık 14 bin lira ceza veriliyor.” 

Özetle bakanlık yine doğruyu söylemiyordu. 

Bununla birlikte... 

Saldırıyı yapan hacker grubunun adının “Ragnarok” olduğunu öğrendim. 

Grubun Rus menşeili olduğu düşünülüyor. Ragnarok’un kendi ürettiği ve bakanlığa saldırıda kullandığı fidyeci virüs varyantının adı ise “Hela”. Hacker grubu bir Marvel filmi olan Ragnarok’tan, fidyeci virüs varyantı ise o filmdeki ölüm tanrıçası Hela’dan alıyor adını. 

SOYLU VİDEOSUNDAKİ HABER BAŞKA 

Bir video onlarca haber sitesinde manşetlere taşındı. Buna göre, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile vatandaşlar arasında “Suriyeliler” tartışması çıkmıştı. Videoda bir vatandaş, Türkiye’deki Suriyelileri kastederek “Bakanım, bayram ziyaretlerine gidiyorlar” diyordu. Bakan Soylu da “Ben gönderiyorum, sebebini de anlatayım. Bir milyon insan şehit oldu Suriye’de” diye yanıt veriyordu. 

Ve özetle şöyle devam ediyordu: 

Biz Suriyelileri, Afganları, Pakistanlıları gönderdiğimizde ağır işlerde kimler çalışacak?” 

Öncelikle şunu yazmak gerek: Sosyal medyada yoğun paylaşım alınca gündeme gelen bu video yeni değildi. Tam iki yıl öncesine, 14 Haziran 2019 tarihine aitti. Bakan Soylu’nun seçim çalışmaları için gittiği İstanbul Gaziosmanpaşa’da çekildi. 

Bana kalırsa o videodaki asıl haber değeri de başkaydı. 

Hatırlayın, MHP lideri Devlet Bahçeli daha kısa süre önce Türkgün gazetesine konuştu. Ne diyordu orada Bahçeli, Suriyelilere dair:  

Bayram münasebetiyle kendi ülkelerine gidebilenlerin, bu gidişlerinde sorun yaşamayanların geri dönüşlerine de lüzum yoktur.” 

Anlaşıldı sanırım gelmek istediğim nokta. 

Bahçeli’nin en kritik konularda arkasında durduğu Soylu ile “Suriyeliler” konusunda fikir ayrılığı var gibiydi.

Barış Pehlivan / CUMHURİYET

‘Gardırop Erdoğancılığı’ ve ‘reisçilik putu’ - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Peygamber, “La ilahe illallah”, “Allah’tan başka ilah yoktur” dedi. Devesinden indi, asasını havaya kaldırdı. Önündeki ilk puta darbe indirdi. Kendilerinden marifet beklenen Hübel, Lat, Menat, Uzza... Yüzlerce put birer birer yıkıldı. Ancak “put yapma” da “put yıkma” da bitmedi. Put, aksi sanılsa da bir heykel değildi. Üzerine iktidar elbisesi giydirilmiş, büyüdükçe de insandan uzaklaşmış bir hikâyeydi. Kimi zaman taştan topraktan, kimi zaman etten kandan, kimi zaman paradan ya da güçten putlar yaratılmaya devam etti. Eksik olmasınlar, her devrimci de eylemine “putları yıkıyoruz” diye başladı.

Ardında elif ve vav harfli tablo. Önünde ay yıldızlı bayrak. Solunda kimsenin okumadığı ama “çok kazandıran” bir dergi. Yorulduğunda AKP logolu bardağa uzanıp dudağına götürüyor. “La ilahe illallah” demiyor ama devrin anahtar kelimelerini sıralıyor: “Reis sevdalısıyım, teşkilattan yetişmiş bir insanım”.

Kim olduğunu bilmediğimiz ama adını sürekli mafyayla, uyuşturucu baronlarıyla, AKP’li siyasetçilerle, cinsellik öyküleriyle andığımız Aliye Uzun; Sedat Peker’e yanıtına böyle başladı. Peker, Roya Abidini isimli bir kadının kayıt dışı parasını kurtarmak için, Burhan Kuzu’nun kendisinden yardım istediğini söylemişti. Dediğine göre Kuzu ile Abidini’yi, Aliye Uzun tanıştırmıştı. Kuzu’yu, uyuşturucu baronu Zindaşti ile de Aliye Uzun’un tanıştırdığını hatırlattı. Uzun’un verdiği yanıtın öyküsü de böylece başlamış oldu.

GÖRÜNÜR SEBEP VATANDAŞLIK

Gerçekten de Uzun, daha önce söylediği bir şeyi tekrar etti. “Zindaşti’nin ülkemize yatırım yapacağını düşündüğüm için Burhan Hoca ile tanıştırdım” ifadeleriyle bağlantının kendisini olduğunu kabul etti.

Geçen yıl İsmail Saymaz’a verdiği röportaj sayesinde ilişkinin bu kadar olmadığını da anlıyorduk. Zindaşti’yle gönül ilişkisi sorulduğunda “öyle bir şey oldu” demiş, “flörtleşme gibi” diye devam etmişti. 

Teşkilattan Aliye Hanım”ın Zindaşti’yle daha derine inmesi sadece “duygusal” değil...

Uyuşturucu Baronu Zindaşti’yi, Aliye Uzun üzerinden Burhan Kuzu ile buluşturan görünür rica “vatandaşlık”tı. Şimdi çarşıda pazarda dağıtılan Türk vatandaşlığı, Zindaşti’ye verilmiyordu. Sebebi de sır değil. Tonlarca uyuşturucu ile yakalanan, Ergenekon kumpasında Zekeriya Öz’ün gizli tanığı olan, adı bir dizi cinayetle anılan adama neyse ki devletin güvenlik bürokrasisi vatandaşlığı uygun bulmamıştı! İşte bu durumda Burhan Kuzu devreye girmiş, aldığı ihale mafyanın pençesine düşmesiyle sonlanmıştı.

MAFYANIN AĞINDAKİ KUZU

Bedava sanmayın. Bu iş farklı bir yolla oluyor. “Okunmayan ama çok kazandıran dergi” dedik ya. Zindaşti, Aliye Uzun’un vatandaşlık işi için 650 bin lira istediğini, Uzun’un dergisine 100 bin lira verdiğini söylüyordu. “İş takibi ve danışmanlık yapıyorum” diyen ve bunu da para karşılığı yaptığını söyleyen Uzun, hem vatandaşlık işini hem de dergiye verilen parayı kabul etti. 

Burhan Kuzu, “iş takibi” yapan Uzun için kritik bir istasyondu. Zira Cumhurbaşkanlığı hattından açtığı telefonlarla bir dediği ikiletilmiyordu. Bunları da aslında hem Burhan Kuzu hem muhatapları kabul etti. Zindaşti’yi bırakan hâkim de  bırakmayan hâkimler de, kendilerini Burhan Kuzu’nun aradığını açıkladı. Burhan Kuzu Zindaşti’nin vatandaşlığı için aracılık ettiğini de hâkimleri aradığını da itiraf etti. Sedat Peker’in videolarından sonra, gazetemizde, Zehra Özdilek’in haberinden öğrendik ki, Burhan Kuzu yalnız Zindaşti’nin değil, onun kanlısı Orhan Ünğan’ın da işlerini görmüştü.

Peki Burhan Kuzu, bu illetin pençesine nasıl düştü? Onu da öğrendik. Zehra Özdilek’in haberi, “Naci bana kumpas kurdu” diyen Burhan Kuzu’nun özel hayatına dair bir kaset çekildiğini ve kendisine bununla şantaj yapıldığını ortaya çıkarıyordu. Görüntüler, polisin operasyonuyla Zindaşti’nin telefonundan çıkmıştı.

ZİNDAŞTİ’NİN KUCAĞINDAKİ FOTOĞRAF

Aliye Uzun’a tekrar dönelim. Peker’e verdiği cevapta, Zindaşti’den şikâyetçi olduğunu söyledi. Tutanağını da gösterdi. Gerçekten de 26 Mart 2016 tarihinde, Sarıyer Asayiş Büro Amirliği’ne, Zindaşti’yi şikâyet etmişti.

Neden mi? Sebebi o gün yaşanan bir silahlı çatışma.

Uzun ile Zindaşti, al-verli ilişki kurarken, o günlerde sahiden birbirine düştü. Zindaşti, taahhüt ettiği parayı vermeyince, Aliye Uzun ondan ilginç bir şekilde intikam aldı. Zindaşti, iki gün sonra, 28 Mart 2016 günü, polise verdiği ifadede kopuşlarını şöyle anlattı:

Yeğenime Aliye Uzun’u arattım. Kimliğin henüz çıkmadığını, kimlik çıkmadan da herhangi bir ödeme yapmayacağımızı söylettim. Aliye Uzun da kucağıma oturduğu fotoğrafı internete koyacağını söyledi. Bir süre sonra yeğenim olan Emel D. aradı. ‘Dayı Aliye senin uygunsuz fotoğraflarını yayımlamış’ dedi. Aliye’yi arattım. Aliye ‘Beni ve partimi karşınıza almayın, benim dergimin vergisini ödeyin’ dedi.

Zindaşti’nin yeğeni de bunu doğruladı. Yalan söylüyorlar diyebilirsiniz. Ancak Aliye Uzun tarafı da hikâyeyi doğruluyor. Uzun ile aynı gün ifade veren, “iş arkadaşı” Ömer Erdal Akkartal da şantaj olayını şöyle anlatıyor:

Aliye Uzun aradı. Telefonu açtığımda Aliye ağlıyordu. İranlı olduğunu bildiğim Naci (Zindaşti) isimli şahsın kendisini aradığını, Naci ile çekilmiş fotoğrafını Twitter’da paylaştığı için hakaretler ettiğini, tehdit ettiğini söyledi. Bunun üzerine Naci’nin kullandığı telefonu aradım.”

Aliye Uzun’un kucak fotoğrafıyla Zindaşti’ye şantaj yapmasının ardından, telefonda iki erkek kavga etti. Ardından Sarıyer’de silahlı çatışmaya girdiler. İşte Aliye Uzun’un “Zindaşti’den şikâyetçi oldum” dediği hadise buydu. Yani artık olmak zorundaydı!

‘KULE’DE TOPLU SEKS BULUŞMASI

Bu kadar değil...

Zindaşti, kucağındaki Uzun ile tanışıklığını da anlattı:

Arkadaşlarımla haftada bir iki defa âlem yaparız. (...) Aliye’yi aradım ve 6-7 kız için kendisiyle kız başına 500 Avro’dan anlaştık. Aliye kızlarla birlikte daireme geldi. Misafirlerim Aliye’nin getirdiği kızları seçip odalarına geçti. Bana da Aliye Uzun kaldığı için onunla ilişkiye girdim. Aliye Uzun ile bu şekilde tanıştım.

Türkiye’nin ünlü “kuleleri”nden birinde, haftada 1-2 yaşanan partide, hangi siyasetçiler hangi zavallı kadınlar vardı bilmiyoruz. Ancak tüm parçalar yan yana gelince, “iş takipçileri”nin olağanüstü ricaları için Cumhurbaşkanlığı hattını bile kullanan Burhan Kuzu’nun, içinde bulunduğu şartları daha iyi anlıyoruz.

KUZU’NUN ŞÜPHELİ ÖLÜMÜNÜN KAYNAĞI

Seks partileri, şantaj, mafya, uyuşturucu, çatışmalar, cinayet ile örülü hikâyenin özeti Aliye Uzun’un anlattığı pankartta gizli. Türkiye, “iş takipçisi” olan, “partimi karşınıza almayın” diyerek iş gören Uzun’u, 15 Temmuz’un 2. yıldönümünde Trump Towers’tan sallandırdığı “1. Başkan Erdoğan” pankartıyla tanıdı. Erdoğan’ın resmi, “Reis sloganları”, “din-iman-vatan-millet” edebiyatı bu çürümenin örtüsü olmuştu. 

Ölümünüzdeki şüphenin kaynağı genellikle yaşamınızdaki şüphedir. Şüpheli bir hayat süren Kuzu’nun “ecel saati”ne doğal olarak kimse inanmadı. Hele Kuzu ile neredeyse aynı gün, onunla fotoğraflarıyla gündeme gelen Fatma Mavi isminde bir kadın öldürülüp cinayete yangın süsü verilince, işler daha da karmaşıklaştı. 

Bir zamanlar putlara savaş açtıklarını söyledikleri bir “dava”ları vardı. İktidarda olmak, o davanın yerine; gücün, paranın, makamın putlarını koydu. Kaçınılmaz; “dava” denilen içi boşalmış hikâye, artık “gardırop Erdoğancılığı”na dönüştü.  

Mana”; yerini Aliye Uzun’un başkan pankartına, masasındaki AKP logolu bardağa, anahtarlığındaki maskota bıraktı. Tapılan “Reisçilik putu”, “maneviyat” dedikleri değerlerin çekici oldu. “CeHaPe zihniyeti reisimizi öldürmeye çalışıyor” diyen Aliye Uzun’un çekici de videosundaki “Arabama binip Ankara’ya gidiyorum, bakanlıklara giriyorum” diyen sözlerinin içinde, devletin zirvesindeki fotoğraflarının ucundaydı.

Siz bakmayın heybetlerine. Safa Tepesi’ne dikilen “İsaf” ile Merve Tepesi’ne dikilen “Naile”nin mitolojisini Diyanet Ansiklopedisi şöyle anlatıyor: “Kabileleri hac için Mekke’ye geldiğinde bu ikisi Kâbe’ye girmiş, orada baş başa kaldıkları bir sırada cinsel ilişkide bulunmuş ve hemen ikisi de taş haline gelmiştir.” Aslında ibret olsun diye dikilen putlarının önünde, bir süre sonra tapınanlar o kadar çoktu ki, onları yıkmak işin aslını anlatmaktan daha kolay hale gelmişti.

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

10 Ağustos 2021 Salı

THK Kayyumları çift maaşlı çıktı - İsmail Arı / BİRGÜN

 


THK’yi yöneten üç kişilik Kayyum Heyeti üyelerinin de en az iki maaş aldığı açığa çıktı. BirGün’ün ulaştığı Kayyum Heyeti Üyesi Kaya, tüm kayyum heyeti üyelerinin çift maaşlı olduğunu kabul etti.

Birçok kentte etkili olan ve günlerce süren orman yangınlarında kullanılmayan söndürme uçaklarıyla gündeme oturan Türk Hava Kurumu’nu (THK) yöneten kayyum heyeti de çift maaşlı çıktı. 2019 yılında Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kararıyla THK’ye atanan üç kişilik kayyum heyeti üyeleri, kamudan en az iki maaş alıyor.

THK’den 7 Ağustos tarihinden yapılan açıklamaya göre, "THK’ye kayyum atayan mahkeme, kayyum heyeti üyelerinin aylık 4’er bin TL ücret almasına" karar verdi.

THK Kayyum Heyeti Başkan Vekili Hacı Abdullah Kaya aynı zamanda Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan müsteşar maaşı alıyor. Kaya yaklaşık 10 bin TL’lik müsteşar maaşının yanı sıra bir de THK’den 4 bin TL’lik kayyumluk ücreti aldığı için aylık geliri 14 bin TL’yi buluyor. Aynı zamanda Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyesi de olan Kaya, buradan bir ücret almadığını iddia etti. YÖK üyelerinin ise ayda 37 bin 796 TL ücret aldığı biliniyor.

HEM KAYYUM HEM DAİRE BAŞKANI

Bir diğer THK Kayyum Heyeti Üyesi Adnan Zengin de en az iki maaş alıyor. Zengin, THK kayyum heyeti üyeliği dışında bir de İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’nde İşlemler ve Mevzuat Daire Başkanlığı görevini yürütüyor. Daire başkanlığı görevinden yaklaşık 13 bin 500 TL maaş aldığı tahmin edilen Zengin, THK Kayyum Heyeti Üyeliği’nden de aylık 4 bin TL ücret alıyor. Zengin’in aylık ücreti 17 bin TL’yi geçiyor.

Yurttaşlar orman yangınlarıyla boğuşurken düğüne gittiğini açıklayarak bir skandala imza atan
THK Kayyum Heyeti Başkanı Cenap Aşcı da çift maaşlı çıktı. 63’üncü AKP Hükümeti’nde Gümrük ve Ticaret Bakanı olarak görev yapan Aşcı, THK kayyumluk ücretinin dışında kamudan bir de müsteşar maaşı alıyor. Aşcı’nın da aldığı maaşlarının toplamı Hacı Abdullah Kaya’nınki gibi 14 bin TL’yi buluyor.

                                                  ***


Kayyum kabul etti: Herkes alıyor

BirGün, THK Kayyum Heyeti Başkanvekili Hacı Abdullah Kaya’ya ulaştı. THK kayyum heyeti üyelerinin tamamının da çift maaşlı olduğunu söyleyen Kaya, “Sadece ben değil Kayyum Heyeti Başkanı Cenap Bey de ayrıca müsteşar maaşı alıyor. Adnan Zengin de bizden farklı olarak daire başkanı maaşı alıyor” ifadelerini kullandı. Kaya, “Maaş konusunda net olarak doğru olan şu; halen müsteşar kadrosundayım ve müsteşar maaşı alıyorum. YÖK'ten herhangi bir para almıyorum ve orada ücretsiz çalışıyorum. YÖK'ten maaş veya ücret almıyorum. Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nden de bir ücret almıyoruz. Sadece mahkemenin takdir ettiği 4 bin TL ücreti alıyoruz. Kayyumluk ücretimizin de artması için bir talepte bulunmadık” dedi. Kaya, “THK şubelerine neden AKP’lileri atıyorsunuz ve THK’yi genel kurulu götürecek misiniz?” sorularını ise yanıtsız bıraktı.

İsmail Arı / BİRGÜN

Sizin hiç örtülü ödeneğiniz yok mu? - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

Türkiye, bu köşeden duydu: 

Tarım ve Orman Bakanlığı’na ait bilişim sistemleri siber saldırıya uğradı. Ve maalesef Türkiye’nin tüm tarım ve hayvancılık verisi hackerların eline geçti. 

İşte o skandalda yeni perde açacak notlarım var: 

- Saldırının üzerinden neredeyse 10 gün geçti. Ancak bu satırlar yazılırken sorun halen çözülmemişti.

- Kullandıkları ilaç takip sisteminde ciddi açıklar olduğunu veterinerler uzun zamandır dile getiriyordu. Öyle ki hayvan sahiplerinin T.C. kimlik numaraları ile adresleri ilgisiz insanlar tarafından kolayca görülebilir haldeydi. Meğer bu konuda meslek odaları bakanlığa birçok dava açmış. 

- Bilişim altyapısında uygulama, veri tabanı ve yedeklerin ayrı sunucularda olması gerekti. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı hepsini aynı sunucuya, yani tüm yumurtaları aynı sepete koymuş. Böylece sızmak da tüm sistemi ele geçirmek de kolay olmuş. 

- Kadrolaşmak için yapılan mobbing öyle bir hale gelmiş ki liyakat sahibi birçok yetenekli isim bakanlıktan ayrılmak zorunda kalmış. Yerlerine ise vasıfsız isimler bilişim departmanına alınmış. 

- 6 bin liraya çalıştırıldığı için bakanlıktan ayrılıp Microsoft’a geçen yetenekli bir Türk mühendis varmış. Gün gelmiş, bakanlık bir sorununu çözmesi için o eski çalışanından hizmet almış. Ve bir günlük hizmet için Microsoft’a 10 bin lira ödeme yapılmış. 

- Bakanlığın Yazılım ve Uygulama Geliştirme Dairesi Başkanı olan eski bakan Mehdi Eker’in bir köylüsünün yaşanan skandalda payı konuşuluyormuş. 

Şimdi... 

CHP milletvekili Gamze Taşcıer, bakanlığın tüm verilerini ele geçiren saldırganlara istedikleri fidyenin ödendiğini ileri sürdü. 

Bir iddiayı da ben soruyla yazayım: 

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Bilgi İşlem Dairesi Başkanı Recep Gülnar, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi’ne “sizin bir örtülü ödeneğiniz yok mu, şu fidyeyi versek de kurtulsak” dedi mi? 

                                                                       ***


KİM, NEDEN KORKUYOR?

“Maalesef son yıllarda kandan beslenen ancak barış ve kardeşlik sözünü dillerinden düşürmeyen bu odaklar, devletin tüm kurumlarına ve teşkilatımızın tüm hücrelerine giren örgütle de adeta kol kola girerek ihanet sarmalını derinleştirmeye çalışıyorlar. Bu örgütün teşkilatımızın içerisine sızdırdıkları aracılığıyla istihbarat zafiyetleri oluşturulmaya çalışılmış, ilimizin plaka tanıma sistemi, ağabeylerinden aldıkları talimatla kapatılarak asayiş ve terör olayları tırmandırılmaya çalışılmıştır.” 

Şanlıurfa Emniyet Müdürü Eyüp Pınarbaşı’nın bu sözlerini düşünüyorum birkaç gündür. Altı yıl önce, Ceylanpınar’da şehit edilen iki polis memurunun cenaze töreninde söylemişti. 

Adını vermiyordu ama adres belliydi. PKK ile FETÖ’nün işbirliği yaptığını anlatmaya çalışıyordu. Kuşku yok ki yakın tarihi olgularla okuyanlar için şaşırtıcı değildi. Gelin görün ki Emniyet müdürünün sıcağı sıcağına yaptığı bu tespiti yargı o dosyada hep görmezden geliyordu. 

Gündemin yoğunluğunda irdeleyemedik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 29 Haziran’da bir itirazı vardı. Daha hayatlarının baharında olan polisler Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar’ın şehit edilmesine dair davada verilen beraat kararlarının bozulması istendi. Eksik araştırmayla hüküm kurulduğu değerlendirmesi yapıldı. Cinayeti PKK’nin işlediği vurgulandı. 

İşte tam da burada kafamı karıştıran noktalar var. 

PKK polis katili bir terör örgütü müdür? Evet. 

Ceylanpınar’daki polislerin şehit edilmesinde PKK’nin rolü olabilir mi? Evet. 

Keza PKK de sonradan kaçmaya çalışsa da saldırıyı ilk başta üstlendi mi? Evet. 

Evet de... 

Yargı, aradan altı yıl geçmesine rağmen şu olgulardan neden hiç şüphe etmiyor: 

Sanıklarla ilgili ihbarda bulunan numaranın sahibinin kardeşleri FETÖ şüphelisi çıktı. 

Şehit polislerin otopsi savcısı FETÖ’den ihraç edildi. 

Sanıkları tutuklayan hâkim FETÖ’den tutuklandı. 

Şehit polislerin evini bilmediğini iddia eden bir polisin o evde 10 ayrı parmak izi bulundu. 

Bazı polislerin soruşturma kapsamında yalanlar söylediği tanık beyanlarıyla ortaya serildi. 

Uzatabilirim ama gerek yok. Derdim şu: 

Evet, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bozma gerekçesinde iki polisle ilgili şüphelerini belirtmiş ama derine inmemiş. Nihayetinde cinayet suçlamasından beraat eden sanıklar tekrar sanık sandalyesine oturur mu, son kararı göreceğiz. 

Lakin, ilgisiz çok yerde FETÖ’yü bulabilen yargı mekanizmasının Ceylanpınar’da FETÖ parmağından ısrarla kaçması kafamı kurcalıyor. 

O saldırı çözüm sürecinin bitmesine gerekçe gösterildi. O halde, süreci bitirenler arasında devletin üniformasını giymiş teröristlerin de olabilme ihtimalinden korkanlar mı var? 

                                                                              ***


TARİKATLARLA VAR, ÇYDD İLE YOK 

Ziya Selçuk’un istifa mektubunu cebinde taşıdığını 6 Temmuz tarihli Arka Bahçe’de okumuştunuz. Neden gittiği tartışıladursun, Selçuk’un üç yıllık Milli Eğitim Bakanlığı döneminde şu yapılanlar unutulmasın: 

1- Danıştay’ın iptal etmesine karşın MEB ile Bilal Erdoğan’ın Yüksek İstişare Kurulu’nda yer aldığı TÜGVA, yeniden protokol imzaladı. 

2- İskenderpaşa tarikatına yakın Server Yaşam Vakfı ile okullarda işbirliğine gidildi. 

3- Atatürk’ü hedef alan eski imam Mustafa Demirkan’ın yönetiminde olduğu vakıfla Güneysu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü “eğitim seferberliği” protokolü imzaladı. 

4- MEB, Deniz Feneri Derneği ve ÖNDER İmam Hatipliler Derneği ortak bir protokole imza attı. 

5- Bileşenleri arasında Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, ÖNDER İmam Hatipliler Derneği, TÜGVA gibi kurumların olduğu Eğitime Destek Platformu, hemen hemen her il ve ilçede bakanlıkla ortak çalışmalar yürüttü. 

Gazetemizde Sefa Uyar imzalı birçok haberde de MEB’in kapısının tarikatlara nasıl açıldığını okudunuz. 

Peki... 

Ziya Selçuk’un bakan olduğu dönemde... 

Onlarca yıldır çocukların ve gençlerin daha çağdaş bir Türkiye’de büyümesi için çabalayan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile MEB ortak bir projeye imza attı mı? 

ÇYDD Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel’e sordum bunu. “Hayır” dedi. 

Ziya Selçuk, benim için bu yanıtta saklıdır.  

Barış Pehlivan / Cumhuriyet

50 yıllık orman mühendisi yangınla nasıl mücadele edileceğini anlattı - ALİ UFUK ARİKAN - KÖYCEĞİZ / SOL-Söyleşi

 'Karşı ateş, emniyet şeritlerinin açılması, genç ormanlarda yeterli aralık verilmesi, orman yollarının ikmal edilmesi. Bunlar çok önemli. Tamam uçağı alamıyorsun diyelim ama yolu da mı yapamıyorsun?'

Muğla dahil ülkenin birçok yerinde orman teşkilatında orman yüksek mühendisi olarak görev yapmış bir ismi, Ergin Eke’yi evinde ziyaret ediyoruz. Kısa süre önce geçirdiği rahatsızlık nedeniyle ülkenin birçok yerinde çıkan yangınları evinde takip etmek durumunda kalan bir büyük bir orman emekçisi Eke.

1961 yılında İstanbul’da orman fakültesine giren Eke, 1965'teki mezuniyetinden sonra “orman olan bir yerde görev verin” diyor ve ilk olarak Bolu’da göreve başlıyor.

Orman işletme şefliği, müdür muavinliği, şube müdürlüğü yapıyor yıllar içinde. Birçok bölgede çalışıyor bu süreçte. Bolu, Gümüşhane, Antalya, Isparta ve şu an yangının merkezlerinden olan Muğla Köyceğiz bunlardan bazıları.

70’li yıllarda yaşanan büyük Marmaris yangını sırasında Köyceğiz’e uzanan alevleri durduran ekibin başındaki isim olarak biliniyor Eke. Şimdi ormanlar bir kez daha yanıyor ve yıllardır bu konuda büyük bir tecrübe biriktiren Eke’yle Köyceğiz’deki evinde, televizyonda yangın görüntüleri varken yangınların nasıl bu kadar büyüdüğünü, ne eksiklikler gözlemlediğini konuşuyoruz.

Orman Genel Müdürlüğü’nün üç temel görevi olduğunu söyleyerek sözlerine başlıyor, “Ormanları korumak, ormanlarda ağaçlandırma yapmak, orman ürünlerinden yararlanmak. Bunların içinde en önemli görev ormanları korumak. Korumanın en önemli başlığı ise orman yangınlarını engellemek."

Orman teşkilatının senelerce bu konuda çok başarılı mücadeleler verdiğini söyleyen Eke, “Son dönemde havadan müdahale olanakları ortaya çıktı, burada gördüğümüz kadarıyla yetersiz kalındı. Bu tabloda orman teşkilatı ve belediyelere suç yüklenmeye çalışıldığını gördük” ifadeleriyle asıl sorumluluğa işaret etti.

Köyceğiz Çayhisar bölgesindeki yangını soğutma çalışmaları sürerken...















Madde madde ormanların nasıl korunacağını anlattı

Daha sonra tecrübelerini ve bu konudaki temel prensipleri anlatıyor:

  • Ormanlar nasıl korunur? Genç ağaçlar çok sıkışık, tepeler birbirine yaklaşmış durumda. Halbuki bakım tedbirleriyle aralarındaki mesafeyi ayarlamak ve hassas durumlardan kurtarmak gerek.
  • Bir diğeri orman yangınlarını engellemek için yangın emniyet şeritleri açılmalı. Genç ormanlarda bunlar özenli ve planlı şekilde yapılmalı. Teknik tartışmalar yapmak suretiyle mesafeler ayarlanmalı, üstelik bu sayede orman köylülerine de iş olanakları sağlanmış olur.
  • Yangın söndürme uçakları ve helikopterlerin hangi bölgelerde daha yararlı olacağına ilişkin plan yapmak da bu konudaki önemli başlıklardan.
  • Orman teşkilatının hassas tüm noktalarda yangın planları yapması gerekir. Yangın çıkması muhtemel yerlere nasıl ulaşılır, kiminle söndürülür, hangi malzemelere ihtiyaç var hepsi planlamalı. İhbar alınır alınmaz bu planların tatbikine hiç zaman geçirmeden girişilmeli.
  • Çok erken, çabuk müdahale etmek, ilgili yere ulaşmak gerekir. Bu yüzden yollar çok önemli, yangın alanlarına gidecek yolların planı yapılmalı, sadece havadan müdahaleyle çözmek mümkün değil. Benim görev zamanımda Marmaris’te büyük bir yangın çıkmıştı, o zaman yol yoktu. Biz yangın alanına ulaşmak için saatlerce gittik, şimdiki gibi büyük bir yangındı, büyük olmasının tek nedeni yolların olmamasıydı.

Plan yaparken sadece yolların değil en ufak ayrıntıların da önemli olduğuna işaret ediyor Eke ve ekliyor: "Tüm gereçlerin planlaması gerekiyor. Mesala işçilerin kullandığı tırmık, motorlu testere, kazma, kürek gibi şeyler basit gibi görünür ama çok kritik bunlar, elle toprak atarak sönmez bu yangın. Biz tüm bu ayrıntılara dair yangın planlaması yapardık, o plana göre ihtiyaç duyulan malzemeler alınırdı."

        Gönüllüler yangın bölgesinde canla başla çalışarak ve büyük bir          dayanışmayla öne çıktı















'İşçileri alırken yakınım diye bakmamak gerekir, bunun kötü sonuçları olur'

"Yörelerde yangın ekipleri bulunur, o işçileri alırken yakınım diye bakmamak gerekir, bunun kötü sonuçları olur" diyerek yandaşlığı kaldırmayacak bir işten söz ettiklerini işaret ediyor ve şöyle devam ediyor:

"Bilemiyorum böyle bir durum var mıdır diye ama… Şu anki teknik kadronun durumu nedir onu da bilemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim, bundan 30-40 sene önce orman yangınlarıyla mücadelede baya başarılı sonuçlar alıyorduk, bu konuda yetişmişti işçilerimiz, elemanlarımız. Birçok yangınla başarıyla mücadele ettik. Sadece Marmaris yangını çok büyük oldu ama onun da nedeni yol olmamasıydı. Kendimizi yangın alanına ulaştığımızda rüzgar terse döndüğünde çok zor kurtulduk. Yangının ilerlediği yola müdahaleye doğru bir plan yaptık ve yangının ilerlediği Köyceğiz mıntıkasına ulaşacağı noktada kestik yangını.

Yangının ilerleyeceği yeri çıplaklaştırdık, eğer durduramasaydık Döğüşbelen’e Köyceğiz’e doğru geliyordu yangın. O zaman uçak, helikopter yoktu ama çok başarılı müdahalelerde bulunuyorduk, şimdi başka olanaklar var ama başarılı olunamıyor. Demek ki var bir eksiklik, bu konuda en ince ayrıntısına kadar zamanında yaptığımız planlamalar oluyordu, bu konularda da eksiklikler olabilir tabii.

Ancak yangın uçakları ve helikopterleri varken bu konuda gerekli planlama yapılıp kullanılmalıydı, bu da büyük eksiklik ancak tek başına bununla da açıklanamayabilir yaşananlar."

1965 yılında mezun olarak aktif olarak göreve başlayan Eke, 50 yıldan uzun bir süredir ormanlar için mücadele ediyor












'Karşı ateş çaresiz kaldığınız noktalarda gerekli'

"Yangın söndürme konusunda çok önemli tekniklerden birisi karşı ateş. Karşı ateş çaresiz kaldığınız noktalarda büyük yangınların olmaması için düşünülen, hatta gerekli olan bir teknik. Ancak herkes korkuyor bundan sanırım. Bu çok etkili bir teknik olabilir ama bu konuda elemanların çok iyi yetişmesi gerekiyor. Buna teknik elemanlar tek başlarına karar veremez, korkarlar. Tüm kadronun, yangın amirinin çok iyi eğitilmiş olması gerekir, yangın amiri çaresiz kalırsa bunun uygulamalıdır tüm bilimsel bilgilerle birlikte. İddia ediyorum helikopter, uçak, karadan müdahale kadar etkili bir yöntemdir bu. Hatta onların kurtaramayacağı şeyleri kurtarabilir.

Bu tehlikeli bir şey, iyi kullanılmadığı takdirde kullanan kişi töhmet altında kalabilir, bu yüzden orman müdürlüğü bu konuda kadrolarını yetiştirmeli, eğitimler yapmalı."

'Bakın demin bahsettim, ne kadar sık ağaçlar...'

Orman köylülerini yetiştirmenin ve eğitmenin yangınla mücadelede çok önemli olduğuna işaret ederek devam ediyor Eke, çocuk yaştan itibaren orman konusunda oldukça bilgili olan isimlerin bu süreçte çok daha büyük rol oynaması gerektiğine vurgu yapıyor.

Tam da bu sırada televizyonda yangın bölgesinden görüntüler verilince şunları söylüyor deneyimli orman emekçisi: "Bakın demin bahsettim, ne kadar sık ağaçlar. Böyle olunca örtü yangınından gövde ve tepe yangınına sirayet ediyor. Yeteri kadar aralık verilmeli, böyle olmaması gerekiyor. Doğru ve gerekli çalışma yapılmalı, bunların planlanması gerekir. Bu bir eksiklik olarak görülebilir."

Köyceğiz Çövenli bölgesindeki yangından bir kare...











Tablonun özeti: Tamam uçağı alamıyorsun diyelim ama yolu da mı yapamıyorsun?

Köyceğiz'de yangın ilk çıktığında bulunduğu evden tabloyu gördüğünü söyleyen Eke,  "'Bu söner, küçük bir alan' dedim ama öyle olmadı, yeterli ve hızlı gerekli müdahale yapılsa söndürülebilirdi, çok yayıldı. Maalesef buraya uçak da gelmedi" diyor.

Deneyimli mühendis şöyle özetliyor yaşananları:

"Şunu söyleyebiliriz; ormanda yangınla ilgili teknik tedbirler ihmal edilmemeli, bu teknik tedbirleri uygulayacak ekipler eğitimden geçirilerek eğitilmeli. Karşı ateş, yangın emniyet şeritlerinin açılması, genç ormanlarda yeteri aralık verilmesi, orman yollarının ikmal edilmesi. Bunlar çok önemli. Tamam uçağı alamıyorsun diyelim ama yolu da mı yapamıyorsun?"

'Kesim işleri müteahhitlere verildi, bundan kesinlikle vazgeçilmesi lazım'

Kesim işleri, nakliyat işleri müteahhitlere verildi, bundan kesinlikle vazgeçilmesi lazım. Eskiden bunu orman köylüsü yapardı, yangında ne yapacağını, ağaç kesimini çok iyi biliyordu, çünkü orada, ormanın içinde yetişiyor. Sen şimdi bunu müteahhite ver, olur mu? Eğitim de veriliyordu orman köylüsüne ama daha çocukluktan itibaren biliyorlardı ne yapacaklarını…

Gönüllü meselesi

Son olarak son yangın gündemine damgasını vuran gönüllü desteğini soruyoruz Eke'ye. Bunun çok değerli olduğunu söylüyor ama görev yaptığı döneme dair de bir atıfta bulunuyor: "Eskiden böyle gönüllü ekiplerine ihtiyaç yoktu, gerekli kadrolar vardı, ihtiyaçlar zaten hep planlıydı, bunların hepsi bir plan dahilindeydi. Köylüyle birlikte yapılırdı tüm çalışmalar. Sen tuttun kesim işlerini müteahhitlere verdin, orman köylülerine darbe vurdun."

ALİ UFUK ARİKAN - KÖYCEĞİZ / SOL-Söyleşi