18 Ağustos 2021 Çarşamba

Risk haritasında 4 ilin durumu değişti - SÖZCÜ

 Coronayla mücadele kapsamında yürütülen aşılama çalışmasında 4 ilin daha rengi değişti. Ardahan, Çorum ve Mersin düşük riskli iller arasına girerek mavi renge döndü. Şırnak'ta ise en az bir doz aşı olanların oranı yüzde 65'in üzerine çıktı. Türkiye'de corona vakaları ise son günlerde artışta. Dünya sıralamasında ise Türkiye yedinci sırada bulunuyor.


Türkiye’de aşılama çalışmaları devam ediyor. Şimdiye kadar yapılan aşı sayısı 85 milyon doza ulaştı. Risk haritasında ise 4 ilin durumu değişti.

Yeni gelişmeyi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca sosyal medya hesabından duyurdu. Bakan Koca, Ardahan, Çorum ve Mersin’in düşük riskli iller arasına girerek mavi renge döndüğünü belirtti. Koca açıklamasında şu ifadeleri kullandı;

MAVİ İL SAYISI 31’E YÜKSELDİ

“Ardahan, Çorum ve Mersin düşük riskli iller arasında yerini aldı. Salgın hastalığa karşı karar verip ilk doz aşıyı olma oranları %75'in üzerinde. Haritada üç şehrimiz daha Mavi. Düşük riskli il sayımız 31'e yükseldi.”

ŞIRNAK’A DİKKAT ÇEKTİ

Bakan Koca, Şırnak’la ilgili de, “Şırnak, 18 yaş ve üstü nüfusun en az bir doz aşı olma oranı %65'in üstüne çıktı. Covid-19 Risk Haritasında bu ilimizin rengi Turuncu yerine Sarı” ifadelerini kullandı.


AŞILAMADA SON DURUM

Sağlık Bakanlığı’nın güncel verilerine göre, birinci doz Türkiye ortalaması yüzde 72.04, ikinci doz ortalaması yüzde 54.42, birinci, ikinci ve üçüncü doz toplamı ise 85 milyon 564 bin 637 oldu.

VAKA SAYISI 21 BİNİN ÜZERİNDE

Bakanlığın açıkladığı güncel tabloya göre, son 24 saatte, 21 bin 692 yeni vaka tespit edildi. Corona nedeniyle bugün 183 kişi ise hayatını kaybetti. Öte yandan 14 bin 636 kişi sağlığına kavuştu.

DÜNYA’DA YEDİNCİ SIRADAYIZ

Türkiye corona vakalarında dünyada yedinci sırada bulunuyor. Ülkedeki toplam vaka sayısı 6 milyonun üzerinde. Coronadan hayatını kaybedenlerin sayısı 53 bin 507’ye yükseldi.

Vaka sıralamasında ilk sırada ise ABD bulunuyor. Ülkedeki toplam vaka sayısı 37 milyon 793 bin 944. Corona nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 639 bin 461. ABD’yi sırasıyla Hindistan, Brezilya ve Rusya takip ediyor.(SÖZCÜ)

17 Ağustos 2021 Salı

Eğitim istediler Kur'an kursu önerildi - Hilal TOK - Berfin TÜRKMEN / EVRENSEL

 

Hürriyet Mahallesi'nde yaşayan Abdal kadınlar, çocuklarının eğitimden geri kalmaması için mahallelerinde eğitim istiyor, derneklerine öğretmen talep eden kadınlara öneri ise Kur’an kursuymuş.


Antep’te çoğunlukla Abdalların yaşadığı bir mahalle Hürriyet Mahallesi. Yoksulluğun en derini burada. Erkekler genellikle müzisyenlik, saya işçiliği, kağıt ve hurda toplayıcılığıyla geçiniyor. Kadınlar da dilenmeye ya da hurdaya çıkıyor. Mevsimine göre tarım işçiliği de yapıyor aileler. Mahallede uyuşturucu kullanımı yoğun, mahallelinin söylediğine göre 9 yaşa kadar inmiş. Okuma yazma oranı düşük. Özellikle kadınların okuma yazma öğrenecek eğitime erişim imkanı bile olmamış, pandemide ise bu kaderi çocukları da paylaşmış. Okuldan uzak, ne tablet ne bilgisayar ne internet… Eğitimden uzak kalan çocuklar, gelecek hayallerinden daha da uzaklaşmış. Abdallar eğitimden, kamusal alanda varlıklarına kadar her alanda ayrımcılığa maruz kalıyor, ötekinin de ötekisi durumunda yaşıyorlar. Mahallede savaştan kaçan Suriyeli Abdallar da yaşıyor. Bu mahallede çocuklar geleceksizliğe, aileler yokluğa yoksulluğa, güvencesizliğe, kadınlar dilenciliğe, şiddete mahkum. Ancak her konuştuğumuz kadın kendileri ve çocukları için başka bir yaşam hayal ediyor. Bunun için mahallede bir dernek çalışması da başlatmışlar, kısa sürede mahallede bir dönüşüm de sağlamışlar ancak pandemi sürecinde o da durmuş. Hürriyet Mahallesi’nden Abdal kadınlar ve çocuklar anlatıyor.

HAYALLER EĞİTİM, GERÇEKLER KUCAKTA ÇOCUK

Necla Buluter ilk önce Abdal halkının yaşadığı ayrımcılıklardan bahsediyor: “Biz düşündükleri gibi fikirsiz aptallar değiliz, biz Abdalız. Benim adım Pir Sultan Abdal’dan gelme, Hacı Bektaşi Veli’den gelme. ‘Sen Abdal mısın, o zaman sen kötüsün’ gibi görüyorlar. Bir de fakirlikten giyinmeyi bilmeyiz. Bizim de kültürümüz böyle. Beni ilk önce insan olarak gör. Okula giden çocuğumuz için veliler ‘Başında bit olur, Abdal çocukları çocuklarımızın içine koyma’ derler.  Abdallar davul, zurna çalar, köye gider çadır kurar, köylerde toprak sahiplerinin tarlalarını biçer karşılığında buğday alırdı. Eskiden öyleydi, şimdi o kalmadı. Şimdi, mahallede kadınlar hurdaya çıkar, dilenir. Ben okumayı kendi kendime öğrendim. Abilerim okula giderdi, kızları göndermezlerdi. Yaşıtım kızların bazıları okula, bazıları Kuran kursuna gidiyordu. Ben de okulu çok istedim, bir gün annemi ikna etmek için gün boyu kapının önünde ağladım, annem kafama vurup ‘Sanki öğretmen mi olacaksın’ deyip kucağıma çocuğu verdi. Bizim kızlar en fazla liseye kadar okur, o da çok nadir. Okutmuyorlar kızları, gelin ediyorlar, sonra da kızlar kocasına içki parası kazanmak için dileniyorlar, dayak yiyorlar. Bunların hepsi okumadıkları için.”

‘PANDEMİYLE DERNEK KAPANDI, ÇOCUKLAR SOKAKLARDA KALDI’

Necla çocukların bir geleceği olsun diyerek mahallede “Abdallarla Yardımlaşma, Kültür ve Spor Derneği” ve “İlk Umut Toplum Merkezi” adıyla çocukların eğitim alabileceği bir dernek açtıklarını söylüyor, “Kadınlar hurdaya gidince çocuklar sokaklarda kalıyor. Ben bu çocukların hepsini toplayıp derneğe götürüyordum. Onlara günlük yemek yapardım. İki öğretmenimiz vardı, bana da çocuklara da çok yardımları oldu. Çocuklar sokaklardan kurtuldu. Sonra pandemi çıktı, dernek kapandı, çocuklar yine sokaklarda kaldılar. Dernek hala kapalı, eğitim faaliyeti yok çünkü fon yok. Okuma yazma bilmeyen kadınlar da vardı gelen. Çok kişi okumayı öğrendi burada. Spor dersleri vardı. Mahallede uyuşturucuya düşen çok çocuk oluyordu. Anneleri babaları yok başlarında, hırsızlıktan hapse giren çok, saz çalsınlar diye aldık koyduk ama devlet hoca vermedi. Öğretmenlerin ücretini karşılamadılar. MEB’e başvurduk, ‘Kur’an kursu yapalım burayı, Kur’an hocası verelim’ dediler. Biz onlara ‘hocaya, Kur’an kursuna değil eğitime ihtiyacımız var’ dedik. ‘Ya Kur’an hocası verecekler, ya da başınızın çaresine bakacaksınız’ dediler.”

‘OKULLAR KAPANDI, UYUŞTURUCU KULLANIMI ARTTI’

Devlet okuluna giden çocukların yaşadıkları ayrımcılık ve dışlanma yüzünden okulu sevmediklerini ancak dernekte bunu aştıklarını anlatan Necla, “Dernekte çocuklar okulu öğrendi, tuvalete gitmeyi, kalem tutmayı, yemek yemeyi öğrendi. Çocuklar devlet okuluna gitmeye korkuyorlardı, ellerinden tutup biz zorla götürüyorduk. Dernekle bunu değiştirdik, okulu sevmeye başladılar, eğitim ilerlemişti. Ama dernek kapandı çocuklar okuldan uzaklaştılar” dedi. Pandemideki yasakların hurdayla geçinenleri nasıl aç bıraktığını şu sözlerle ifade etti: “Bizimkiler hurdaya gider günlük çalışır. Sokağa çıkmak yasaklanınca günlük 20 lirayı bile kazanamadılar. Bizimkiler düğünde davul zurna çalarak geçiniyorlardı. Onlar yasaklanınca düğünler bitince millet sokakta kaldı. Herkes aç kaldı. Fabrikada çalışanlar çok az. Sigortasız çalışıyor çoğunluğu, onlar da çıkarıldılar. Günlük çalışanlar çoğunlukta. Devletten gelen yardım da yetersizdi. Tablet alan olmadı, çoğunun evinde internet yok, kimisinde telefon bile yok. Evde, boşluğa düştü küçücük çocuklar, uyuşturucu kullanımı arttı. Ben çok uzun yıllar çocukların hayatları kurtulsun, bir yerlere gelsinler, uyuşturucudan uzak dursunlar, okuma yazma bilsinler, aynı sefaleti yaşamasınlar diye çabaladım ama pandemideki uygulamalar her şeyi geriletti.”

"FABRİKADA İŞ VERMEZLER, TARLADA AYRI YEMEK YERLER"

Antep’te birçok fabrika var ancak kendilerine çok az iş verildiğini söylüyor Necla: “Bizimkiler isteyerek işsiz kalmadılar. Bu Abdal çalışmaz, etmez, diyerek iş vermiyorlar. Fabrikalarda çalışanımız az. Tarlaya fıstığa çalışmaya gittiğimizde de dışlanırız. Diğerleri yemeğini bizden ayrı yer. Hacı Bektaş’ta ayrımcılık olmaması lazım hepimiz alevi toplumuyuz ama orada bile ayrımcılık var. Aynı kandan aynı candanız ama ayırıyorlar bizi. Burada Suriyelilere de ayrımcılık çok fazla. Biz Suriyelilere sahip çıktık. Savaştan sonra buraya gelen Suriyeli Abdallar var. Onlara ev vermediler. Parklarda çadırlarda kaldılar. Topladık mahallemize getirdik. Evlerimizin damlarında çadırlar kurduk, evi olanın evine yerleştirdik. Derneğe onların çocuklarından gelip eğitim gören çok vardı. Romanlar, Domlar az çok bilinir ama biz çok bilinmeyiz. Hepimiz dışlanıyoruz ama farklı toplumlarız.”

"DEVLET SORUMLU, BİR ŞEYLER YAPMALI"

Necla erken yaşta evlendirilmiş, mahallede çocuk evliliklerine karşı da bir mücadele yürütmeye çalışıyor, “Ben 14 yaşında evlenip 15 yaşında anne oldum, bunu başkaları yaşasın istemedim, ne kadar kötü olduğunu biliyorum. Çok toplantılar, görüşmeler yaptık, kocamla çok mücadele ettik, bazılarını şikâyet ettik polise. Bazılarını engelleyebildik ama bazılarına gücümüz yetmedi. Çocuk istiyormuş gibi gösteriyorlar bazen ama küçücük çocuk nasıl istesin o yaşta? Çocuğa altın küpe, bilezik takıyorlar, elbise veriyorlar çocuk ona seviniyor, evlenmek istiyor zannediyorlar. Devlet bu çocukların sorumluluğunu almalı. Bu çocuğun ne zamana kadar okuyacağını takip etmeli. Çocuk okula gitmeyince peşine düşmeli. Bu çocuklar ayrımcılığa uğrayınca okuma hevesleri kırılıyor. Ben doktor, öğretmen olacağım gibi bir hayalleri yok. Dilenen çocukları yakalayıp annelerinin babalarını yanına getiriyorlar. Gelir yok diye çocuğunu mecburen dilenmeye gönderen anneye sahip çıkmıyorlarsa burada devletin suçu var. Bu çocukların başka bir gelecekleri olabilir. Dilenmeye giden çocuk öyle büyür, kendi çocuğunu da öyle büyütür. Ben bu çocukların okula gitmesini eğitim görmesini istiyorum. Bizim mahallemize okul kursalar, çocuklarımız dışlanmadan eğitim görseler geleceğimiz değişir. Kadın sabahtan akşama kadar dileniyor ki kocasının içki parasını çıkarsın, dayak yemesin, kocanın kendine bir faydası yok ama yine de o olmadan olmaz diye, ‘naparım, nereye giderim, ne yer içerim?’ diye düşünüyorlar. Ama mahallede bir psikolog olsa bu kadınlar ‘ben bunu niye yapıyorum?’ diye düşünebilir. Bu insanların işe ihtiyacı var. Kadının ‘Ben mecbur muyum bunu çekmeye, ben kazanıp ben getiriyorum zaten’ deyip kendini kurtarması lazım, bu düşünceyi yerleştirmek için devletin bir şeyler yapması lazım.

Devletten bunları bekliyorum ben.”

"ABLA SİZ OKULU AÇMAYA MI GELDİNİZ?"

Necla’ın evinden derneğe doğru yürüyoruz, sokaklar çocuk dolu. Derneğe varana kadar kapı önlerinde oturup çocuklarını gözleyen kadınlarla sohbet ediyoruz.

Zeliha, 29 yaşında 4 çocuğu var, eşi asma tavan işçisi: “Anaokulumuz yok bu mahallede, ücretli var, gönderemiyoruz. Çocuğum bu dernekte kalem tutmayı, resim yapmayı öğrendi, tuvalet eğitimi, giyim, hijyen, yemek yemeyi bile burada öğrendi, biz öğretemedik. Bu pandemide uzaktan eğitim de alamadılar hiç, çok geride kaldılar. Tablet yok, internet yok. Okulların açılmasını çok istiyoruz. Sokağımızın hali ortada, bu sokakta oynayacağına okulun açılmasını isterim. Çocuklarımın geleceği için okullar açılsın.”

Dernekte okuma yazmayı öğrenen kadınlardan 27 yaşındaki Zeliha Yılmaz, “Hiç okula gidemedim. Okuma yazmayı öğrenmek hayatımı çok kolaylaştırdı, önce tek başıma yolculuk yapamıyordum, şimdi istediğim yere kendi başıma gidebiliyorum, çok iyi hissettim” diyor.

21 yaşında Suriyeli Zeynep de burada okuma yazma öğrenmiş: “2 çocuğum var, çok kötü zor bir yolculuk yaşadık. 11 yaşındaydım geldiğimde. Hiç gitmedim okula. Bu dernekte öğrendim okumayı. Şimdi bir yere gidince anlıyorum nerede ne var, ne oluyor, buradaki kadınlar için devam etmeli, çok okuma yazma bilmeyen kadın var.”

Ali Hüseyin Suriyeli Abdallardan, 8 yıldır saya işçisi: “4 çocuğumun 3’ü okul çağında. Önce derneğe gittiler eğitime. Başka çaremiz yoktu çünkü alışamadılar ilk devlet okuluna, buradaki eğitim sayesinde alıştılar.”

11 yaşındaki S. babaannesi ile dernek kapısı önünde oturuyor, “Ben burada okudum. Okulu çok seviyordum, her şeyi burada öğreniyordum, yemek veriyorlardı bize” diye anlatıyor sevinçle.  Babaanne K.Y., “Bir eğitim yeri yok, oyun yeri yok, o yüzden çocuklar hep sokakta, biz de buraya gönderdik çocuğu” diyor.

Babası uyuşturucudan ve S.’yi istismar etme suçundan hapiste. Babaanne dilenerek 4 toruna bakıyor: “Dernekte güvendeydi torunlarım, buraya bırakabiliyordum.” S.’nin bacağındaki alçıyı gösteriyor, “Yanıma gelirken araba çarpmış, bırakıp kaçmış, ayağı kırılmış. Bu mahallede çoluk çocuk sokakta rezil. Fakir fukaraya yardım edilsin. Bu sokakta 200 çocuk var neredeyse, burasının açılmasını çocuklarımızın geleceği için istiyoruz” diyerek derneği gösteriyor.

Derneğin kapısından girmemizle onlarca çocuğun içeri doluşması bir oluyor, dernek binasına girdiğimizde sıralara geçiyorlar hemen. Soruyorlar bize, “Abla siz okulu açmaya mı geldiniz?”

YOKSULLUĞUN İÇİNDEN BİR BAŞARI HİKAYESİ: MERVE ŞAMPİYON OLSUN!

Mahallede çocukların okuma isteği dışında da umut verici hikayeler var elbette. Merve İlgen bu umutlardan biri…

Merve’nin annesi Duygu İspir, 3 çocuğuna tek başına bakıyor, vefat eden eşinden kalan 1600 lira emekli maaşı ile geçiniyorlar: “Bir beni okuttular, üniversiteyi kazandım ama şehir dışına göndermedikleri için okuyamadım. Sonra evlendirdiler, İzmir’e akrabaların yanına gelin gittim. Çocuklarımın babası ölünce tek başıma orda kalmama izin vermediler, Antep’e ailemin yanına gelmek zorunda kaldım. Küçük bebeğim var, işe gidemiyorum. Kızım Merve umudum. Kızım hayallerini gerçekleştirsin, bir geleceği olsun diye çabalıyorum. Kick boks yapıyor, uluslararası maçlara çıkıyor, dereceleri var. Merve’nin hoca parasını zor da olsa karşılıyoruz ama maçları oluyor, gittiğinde kalacak yer, yol masrafı için para gerekiyor. Merve’nin maçları için sponsora ihtiyacımız var. Merve’nin Türkiye birinciliği ve Avrupa üçüncülüğü var. Önümüzde Nevşehir’de uluslararası Wushu şampiyonası var ama maddi olarak desteğe ihtiyacımız var gidebilmesi için. Ben yaşayamadım, çocuklarım yaşasın istiyorum. Yaşıtları gibi evlenmeye, uyuşturucuya özenmesinler diye elimden geleni yapıyorum onlar için.”

16 yaşındaki Kick boks şampiyonu Merve alıyor sözü, “Birinci sınıfta arkadaşım beni erkekler tuvaletine kaçırdı, çok korkmuştum, sonrasında tekvandoya yazıldım. Derecelerim oldu. Sonra kick boksa merak saldım. İlk maçıma bir haftalıkken çıktım, Ege bölge birinciliğim oldu. Yılda 9-10 tane maça çıkıyorum. Ama gelirimiz yok. Ancak babaannem para gönderirse emekli maaşından ya da sponsor bulursak maçlara gidebiliyorum. İleride bir sürü maç olacak, maçlara çıkamayacağım diye üzülüyorum, maça gidemeyince bir yanım eksik kalıyor. Etraftan çok ‘Sen kızsın, gitme ne işin var’ diyorlar. Şimdi Abdal grubumuzun gururu diyorlar. Buradaki derneğe hoca olmak istiyorum ileride, buradaki çocuklara örnek olmak…”

(Hilal TOK -  Berfin TÜRKMEN / EVRENSEL)

Fotoğraflar: Hilal Tok


Avrupa sınırlarını tamamen kapatıyor: Türkiye, kitlesel mülteci akınına hazır olmalı - Çağdaş Gökbel / SOL

 Türkiye AB karşısında artık keskin bir yol ayrımında ya Meksika duvarı olma onursuzluğunu kabul edecek ya da geri kabul anlaşmalarını iptal edeceğiz.

Altı AB üyesi ülke sığınmacılık başvurusu reddedilen Afganları geri göndermek istiyor. Hollanda, Danimarka, Avusturya, Almanya, Belçika ve Yunanistan AB komisyonuna başvurarak Afgan hükümeti ile temas kurmak ve emperyalist politikaları yüzünden kendi yarattıkları insani krizinden kurtulmak istiyorlar. Almanya başta olmak üzere Avrupa’da iktidarı zorlayabilecek güçlü bir devrimci hareket olmadığı için göçmen/mülteci meselesinde ırkçı çözümlere biraz daha yaklaşılıyor. Danimarka, AB içerisinde mültecilere yönelik ırkçı politikaların geliştirilmesinde başı çekiyor.

Peki, Avrupa’nın mülteciler hakkında politika geliştirebilmesi için yeterli tecrübesi var mı? Beş yıl önce euronews bu sorunun cevabını yine Danimarka örneği üzerinden arıyordu1. Mültecilerin Danimarka’daki masraflarının azaltılması ya da karşılanabilmesi için onların değerli eşyalarına el koyma fikrini geliştirdiler. Bu fikrin mucidi Nazilerdi ve maalesef ürettikleri çözümler bu faşist doktrine dayanıyor. Danimarka, oturum verdiği insanları bile sınır dışı etmeye çalışıyor ve AB ülkeleri içerisinde sıfır mülteci politikasını uyguluyor. Bir insan hakları ve demokrasi projesi olarak pazarlanan ‘AB’ tüm ilkeleriyle çatırdıyor. Çöküşe ve dağılmaya işarettir. Bir arada duruyormuş gibi görünmeleri hiçbir şey ifade etmiyor. Sıfır mülteci politikası, tüm AB üyesi ülkelerin gelecekteki politikalarına yön verecek. Siyasiler, patronlar ve olayları gerçekçi gözlemleyenlerin ortak fikri: ‘artık Avrupa’ya gelebilen geldi. Bundan sonra mülteci defteri uzun bir süre kapatılmış olacak’.

Kimin defterini kapatıyorlar? Daha önce bir Nazi toplama kampına benzettiğim Akdeniz’in mavi sularının insafına bıraktıkları insanların defterini kapatıyorlar. Burada önemli bir hatırlatma yapmakta fayda var. Fas ve İspanya arasında mülteci geçişleri nedeniyle ciddi gerilim ve krizler yaşanıyor. Hatta bu sınır bölgesinde maalesef trajik görüntüler ortaya çıktı. İspanya ordusu denizi yüzerek geçen ve sahile ulaşmayı başaran çocukların yüzüne otomatik silahlarını doğrulttu ve bu çaresiz çocukları tek tek yakaladı2. İspanya yakaladığı çocukları gerisin geri Fas’a sınır dışı etti. Adını koymaktan çekinmeyelim, doğrudan doğruya ırkçılığın sahadaki çirkin yüzüne kendi gözlerimizle tanıklık ediyoruz. Oysa Avrupa, kıyıya vuran göçmen bebeklerin cansız bedenleri için göz yaşı dökmüştü. AB, İspanya ve Fas sınırında yaşanan krizle ilgili Fas’ı uyarırken Türkiye’yi örnek gösterdi. Bu örneğin ne olduğunu ilerleyen satırlarda anlatmaya çalışacağım.3

Pek çok kötü haber var elimde. Bunlar, doğrudan Avrupa’daki göçmenlerin geleceğini etkiliyor. Bir kere yukarıdaki ülkeler ve buna İrlanda’da dahil ucuz iş gücü ya da köle emeği ihtiyacını fazlasıyla karşıladıklarını düşünüyorlar. Yani daha önce kabul ettikleri mültecileri, propaganda ettikleri gibi ‘insan haklarına ehemmiyet verdikleri’ için kabul etmediler. Ucuz iş gücüne ve bu gücü sömürmeye ihtiyaçları vardı ve artık bunu yapabilme kapasitelerini aştılar. AB üyesi ülkeler içerisinde göç politikaları konusunda daha ılımlı ve insan haklarına saygılı görünen İrlanda’nın göçmen konusunda kendi sınırlarına dayandığını söylüyor yetkililer. Elbette bazen doğrudan bazen de bana söyledikleri gibi ‘off the record’. Danimarka örneğinden devam edelim; göçmenlik hayaliyle yanıp tutuşan ama kendilerini göçmen ya da mülteci olarak görmeyen yüce Türk entelijansiyasının bu hayali gerçekleştirmek için fazla zamanı kalmamış gibi görünüyor. İnsanların dil okuluyla ya da üniversite aracılığıyla geldiklerinin ve ülkede kalmak için bu yöntemi kullandıklarının resmi makamlar farkında. Avrupa’nın yetişmiş elemana ihtiyacı var mı? Hem var, hem de yok. Çalışma alanınıza göre bu ihtiyaçlar belirleniyor ve dünyadaki dengesizliğin yarattığı kaos ortamını sonuna dek istismar ediyorlar. Haftalar öncesinde kaleme aldığım köşe yazımda İngiltere’nin yoksul ülkelerin sağlık sistemini nasıl sömürdüğünü anlatmıştım. Tıp doktoruna ve hemşirelere her daim ihtiyaç var. ‘Terk ettikleri ülkelerin insanları doktor bulamazlarsa bu bizim sorunumuz değil’. Önemli olan pahalı tıp eğitimi masraflarından kurtulmak ve kapitalizmin o altın kazan kazan kuralını kendi lehimize işletebilmek. Danimarka, eğitim amacıyla gelenlerin ülkede kalabilmelerinin önüne geçmek için her şeyi ama her şeyi yapıyor. Türkiye’nin bozulan ekonomisi ve artan döviz fiyatları AB’yi rahatsız etmiyor. Döviz kuru arttıkça onlara göre dil okuluyla veya başka yollarla ülkeye gelmeyi düşünenlerin hayalleri suya düşüyor.

İrlanda, 21 yıldır şirketlere net kâr getiren doğrudan hüküm merkezlerini ilerleyen yıllarda kapatmayı hedefliyor. Mültecilerin kaldıkları bu yerler kapitalistler için canlı birer darphane. Rakamları merak edenler için dipnotlar bölümüne Gelenek dergisinde kaleme aldığım makaleyi paylaşacağım, detaylara oradan ulaşabilirsiniz.4 Buradaki esas sorun merkezlerin nasıl kapatılacağına ilişkin. Yani hükümet, insani olmayan bu sistemden İrlanda işçi sınıfı rahatsız diye mi çıkıyor? Hayır, hükümet tepkileri dikkate almakla birlikte açıklamadığı gizli siyasi programını yürürlüğe koyuyor. Patronlar bu kârlı sistemden vazgeçmeye hazır olduklarını tek bir şartla kabul ediyorlar. İrlanda sıfır mülteci politikası uygularsa biz bu insancıl olmayan sistemde ısrar etmekten vazgeçeriz diyorlar. Oldukça mantıklı. Mülteci olmadığına göre onları barındırmaya da ihtiyaç olmayacak. Tüm bu sıraladığım şeyler gerçekten size bir çözümmüş gibi görünüyor mu? Avrupa, yoksul ülkelerdeki sömürü faaliyetlerini ve ABD’nin Ortadoğu’daki misyonunu sorguluyor mu? Zenginliğini kanlı bir ekonomiye borçlu bu yapının, dünyayı sürüklediği kaosun içerisinden çıkarması zor. Avrupa’nın mülteci sorununa bakışını en iyi özetleyen fotoğraf, Yunan sahil güvenlik ekiplerinin mızrakla mülteci botlarını patlatmasıdır. Avrupa’ya SoL bakış programında konuğum olan Emre Eren Korkmaz, sınırlarda mülteci geçişinin yüksek teknolojiyle kontrol altına alınmaya çalışıldığını ve göçmenlerin birer kobay olarak bu süreçte kullanıldıklarını söylemişti. Sınırlar sıkıca kapatılacak ve insanlar ölümü göze alarak Sisifos benzeri bir yolculuğa tutsak edilecekler.5 Tam bu noktada AB’nin mülteci politikalarının merkezini Türkiye oluşturuyor.

Avrupa siyaseti kapalı kapılar ardında Türkiye’ye yeni bir isim takmış durumda. Türkiye AB’nin Meksika duvarı olacak. Bu duvar onların düşüncelerine göre mültecileri durduracak. AB, Türkiye’nin mülteci taşıma kapasitesini zorluyor ve bu zorlamanın farkında. Almanya ve Avusturya başbakanlarının beklenen Afgan göçüyle alakalı yaklaşımları bu konuda net bir örnek sunuyor. Türkiye’ye daha fazla para verilecek ve Türkiye’nin kendi sınırlarında duvar örmesi desteklenecek. Yeni Gelen dergisindeki bir yazımda da belirttiğim gibi, Roma İmparatoru Hadrian’dan bu yana örülen duvarlar sistemin çaresizliğini sembolize etmiştir. Çaresizliğe düşen bir sistem varsa çürüyecek ve çökecektir. Neden örülen duvarlar bir çöküşe işaret ediyor? Yıllarca Berlin duvarını medeniyete, demokrasiye ve insanlığa bir saldırı olarak pazarlayanlar, bugün bir duvar histerisine tutulmuş durumdalar. Kendilerince sınır olarak belirledikleri her noktayı yüksek teknolojili devasa duvarlarla kuşatmak istiyorlar. İskoçya’daki Hadrian duvarı nasıl Roma’nın çöküşünü sembolize ediyorsa günümüzde inşa edilen duvarlar da kapitalizmin çöküşüne işaret ediyor olabilir. Ne dedi Yunanistan Göç Bakanı Mitarakis, “AB yeni bir sığınmacı krizini göğüsleyemez”. Bu sebeple Türkiye’ye AB her türlü yardımı yapmalı.6

Peki, Türkiye ekonomik krizin ortasında yeni bir sığınmacı krizini göğüsleyebilir mi? Bu pek mümkün görünmüyor. AB, oluk oluk para akıtsa bile sadece AKP rejiminin aç gözlü bürokratlarını dahi besleyemez. Bir kere öncelikle büyük palavra balonlarını patlatarak konuya eğilelim. Türkiye, fakir bir ülke. Türkiye, fakir bir ülke değil. Türkiye zengin yer üstü ve yer altı kaynaklarını bir avuç sömürgene teslim ettiği için fakirliği topluma kader olarak dayatan tipik bir kapitalist ülke. Bana inanmıyorsanız sağlamasını rahatlıkla yapabilirsiniz. Yangın söndürme uçakları yerine alınan kişisel lüks uçaklara, Yazlık ve kışlık saraylara ve hasta çocuklarına ücretsiz sağlık hizmeti taşıması gerekenlerin bozuk dezenfektan satarak zengin olduğu gibi gerçeklere bakarsanız Türkiye’nin dev bir kara delik tarafından yutulduğunu fark edeceksiniz. Bunlar sadece şu an su yüzünde olanlar; örnekleri sizler genişletebilirsiniz. Madalyonu Türkiye’den daha zengin bir ülke olan İrlanda’ya çevirecek olursak evsizlerin sokakta öldüklerini hatırlatmakta fayda var. İrlanda’nın ırkçıları ülkenin Afrikalı göçmenler tarafından işgal edildiğini söylüyor. Koronavirüs salgınında mültecilerin insani olmayan koşullarda yaşaması tüm bir toplumu saatli bombanın üzerinde oturtmak anlamına gelir dediğim için yine ırkçılar tarafından saldırıya uğradım. Irkçılar İrlandalıya ev yok, mültecilere nasıl yer yapalım, şükredin oturun oturduğunuz yerde diyor. Tüm bu söylemler size bir yerden tanıdık geliyor mu? Geliyor olmalı!7

Afganistan, Libya ve Suriye’deki savaşlar emperyalistler için yeni imkânlar ortaya çıkardı. Göç dalgasının negatif etkisini, biz alın teriyle para kazananlar hissediyoruz. Bizim dışımızdaki siyaseti yönlendirenler ya da mülteci köle emeğiyle zengin olanların keyifleri yerinde. Antep sanayisi mültecilerin köle emeği sayesinde dimdik ayakta. Hiçbir krizin gücü onları devirmeye yetmiyor. Mülteciler aracılığıyla hem AKP hem de AB toplumu bir pinpon topu gibi yönlendirebilecek imkânlara kavuşmuş durumda. 

İrlanda’da Libya göçmeni genç bir kadınla yüz yüze görüşüyorum. İnsanların arasında yaptığımız ilk görüşmede, batılıların onu aralarına kabul etmeleri için Kaddafi döneminin ‘anti demokratik’ uygulamalarını abartarak anlatıyor. Libyalı bu genç kadınla baş başa kaldığımızda kısa süre içerisinde güvenini kazanıyor ve gerçekleri anlatabilmesini sağlıyorum. Kocası hatırlayabildiğim kadarıyla kalifiye bir işçi. İrlanda’da mutlu olmadığını söyleyerek başlıyor konuşmasına. Nasıl olur? Daha birkaç dakika önce demokratik ve zengin ülkemizde mutluyduk oysa. Okuyucuya uyarım bu noktada lütfen Libyalı bu genç kadını olumsuz anlamda yargılamamaları olacak. Libyalı bu genç kadının İrlanda’da mutsuz olduğunu bir doğulu olarak daha o söylemeden hissedebilmiştim. Bu sebeple baş başa kalacağımız anı kollamış ve bu olanağı yaratabildiğim için mutlu olmuştum. Bu genç mülteci kadın, Kaddafi döneminde her şeyin mükemmel olmadığını ama İrlanda’dan daha insani çalışma koşullarına sahip olduklarını söyledi. O, İrlanda’da saatlerce çalışmak zorunda olduğu için kocasını artık daha az görüyordu. Kaddafi sonrası ülkeye çökenlerin yaşamlarını ve ülkenin zenginliğini yağma ettiğinin farkında. İlkokul çağlarında bir çocuğu olduğu için sadece onu düşünüyor ve alabildiğine mutsuz olmasına rağmen bu mutsuzluğa göğüs germeye çalışıyor. Bir anne ülkesinden uzakta, sıfırdan yeni bir dil öğrenmeye ve arkasında bıraktığı cehennemi unutmaya çalışıyor. Libya’yı cehenneme kim çevirdi? Irak, Suriye ve Afganistan tüm bu coğrafyayı yaşanamaz hale kim getirdi? Sosyal medyaya ve büyük resmi gören ultra zeki muhalif gazetecilere bakacak olursak hümanizm fetişisti sosyalistler tüm bu sorunların ana kaynağı. 

Benim takip edebildiğim Türkiye’deki sosyalist hareketlerin çoğu AKP rejiminin Suriye savaşındaki rolünün büyük bir felaketle sonuçlanacağını söylüyordu. Sadece kehanette mi bulundular? Hayır, raporlar hazırladılar ve eylemler yaptılar. O yılları çok net hatırlıyorum bu savaşın kanlı bir emperyalist operasyon olduğunu söyleyen aklı başında gazetecilere Beşşar Esad hayranı diyorlardı. O yıllarda da Sol yine diktatörlük hayranlığı yapmakla suçlanıyordu. Gel zaman, git zaman gerçekten emperyalist yağma dünyayı içerisinden çıkılması zor bir kaosa sürükledi. Coğrafi konumumuzdan ötürü Türkiye bu kaosun merkezinde yer aldı. Şimdi, sosyalistler Türkiye işçi sınıfının bu kaotik ortamdan nasıl çıkabileceğine kafa yoruyor. Televizyonlarda veya Twitter’da iddia edildiği gibi budalaca bir hümanizm savunulduğuna şahit olmadım. Şu an Türkiye’de kin ve nefreti körükleyerek AKP iktidarına payanda olanlar bunu yapabilmek için önce Sol’a tokat atmaya çalıştılar. Sözde gazeteciler bu konuda başı çekti. Tüm bu iddialar öne sürülürken kimse şunu sormadı. Değerli ve ulu gazeteci, sosyalist solun böyle bir politika geliştirdiğini iddia ediyorsun da bu iddianı hangi bildiri, program ya da bir gazete yazısına dayandırıyorsun denmedi. Gazete ve televizyonlarımız atış serbest twitter alemine benzedi. Takip edebildiğim kadarıyla bugüne kadar herhangi bir sol örgütün kapıları açalım, ülkeye insan aksın ve onlara vatandaşlık verilsin dediğini görmedim. Tam tersine emperyalist geri gönderme anlaşması iptal edilmeli, gelen insanlar tek tek kayıt altına alınmalı ve Avrupa’ya gitmek isteyenlerin yolu açılsın dendi. Avrupalı faşistler gibi insanları trenlere koyup, ziynet eşyalarını gasp edelim diyecek halimiz yok herhalde. Bunu demedikleri için insanlar hümanist ilan ediliyorsa hakikaten Taylan Kara’nın kitaplarında ve yazılarında ifade ettiği gibi aptallaştırma mekanizmalarının tutsağı olmuşuz demektir. 

  • Sonuç: İrlanda dahil olmak üzere (şu an yaşadığım ülke olduğu için buradan başladım) tüm AB üyesi ülkeler kademeli olarak sıfır mülteci politikasına geçiyor.
  • Bu göç politikası sadece savaştan, siyasi baskılardan ve ekonomik krizlerden ötürü ülkeyi gelenleri kapsamıyor. Dil okulu, çalışma ve diğer gerekçelerle AB ülkelerine gelenlerin işlemleri zorlaştırılacak ve ülkelerine geri dönmeleri sağlanacak.
  • Türkiye’nin transit geçiş noktası olmaktan çıkması AKP iktidarının dillere destan stratejik başarılarından biridir. İklim krizi, bölgesel savaşlar, salgın hastalıklar ve gıda krizinin yarattığı etkiyle Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan binlerce göçmen ülkeye gelmeye devam edebilir. Buna hazır olmak zorundayız. Ayrıca bu kriz yüksek duvarlar yapmak, askeri önlemler almak, sokakta adam kovalamakla çözülemez.
  • Türkiye AB karşısında artık keskin bir yol ayrımında ya Meksika duvarı olma onursuzluğunu kabul edecek ya da geri kabul anlaşmalarını iptal edeceğiz. Emperyalist merkezler küresel ölçekte yarattıkları felaketin sorumluluğunu eşit ölçüde üstlenmek zorundalar. Bunlar en temel çözüm önerileri. Yazıyı uzatmamak adına detaylandırmıyorum.
  • Son bir söz, 6 AB üyesi ülke neden Afganları ülkeden sınır dışı etmek istiyor? Çünkü onlara sağlamaları gereken entegrasyon programının bütçesi bile onları fazlasıyla sıkıştırıyor. Şu an Afganistan’da iç savaş kızışırken ve Taliban bir bir şehirleri ele geçirirken gönderilmesi planlanan bu insanların orada yaşaması mümkün mü? Tüm bu insanlar hayatta kalabilmek için yeniden ülkelerinden ayrılacak ve ilk hedefleri muhtemelen Türkiye olacak. İyi bir sonuç yazacaksak eğer. Yoksul ve çaresiz insanlarla uğraşmayı bir kenara bırakıp Avusturya başbakanı Sebastian Kurz’un ‘Afganlar Türkiye’ye daha çok yakışır’ küstahlığının hesabını sormayı öğrenmek zorundayız.8
Çağdaş Gökbel / SOL

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Kuzu, Zindaşti ve İran ajanları -Timur Soykan / BİRGÜN


 Burhan Kuzu, Zindaşti’nin serbest kalması için aradığı hakime ‘İran’la ilişkiler için iyi olacağını’ söylüyordu. Zindaşti’nin İran istihbaratıyla derin bağlantıları ortaya saçılırken Burhan Kuzu’nun bundan habersiz olması mümkün mü? Kuzu’nun İran’la derin bağları oldu mu?

Sedat Peker’in son ifşalarıyla, Cumhurbaşkanı danışmanı Burhan Kuzu’nun uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen Naci Sharifi Zindaşti’yi tahliye ettirmesi yeniden gündeme geldi. Bu olayın halen karanlıkta kalan pek çok noktası var.

Henüz aydınlatılmamış kısımda İran devletinin Türkiye’deki derin bağlantıları ve Burhan Kuzu ile kimlerin birlikte hareket ettiği sorularının yanıtları duruyor.

Peker’in son ifşalarında İran ve Burhan Kuzu bağlantılı bir suç faaliyeti daha öğrendik:

Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin akrabası olan Roya Abidini İskenderun Limanı’na konteyner içinde çok yüksek miktarda kayıt dışı dolar getirmiş. Aliye Uzun vasıtasıyla bu olaya dahil olan Burhan Kuzu, kayıt dışı parayı limandan çıkartmak için çalışmış. Burhan KuzuSedat Peker’den Roya Abidini isimli kadını korumasını istemiş. Sedat Peker “ABD ile sıkıntı olur” diyerek kabul etmemiş ve Burhan Kuzu’ya da bu işe karışmamasını söylemiş.

Anayasa profesörü, AKP kurucusu, eski AKP milletvekili, eski TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve ölümüne kadar Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Kurulu üyesi Burhan Kuzu, elbette ‘ABD ile sıkıntı’yı öngöremeyecek kadar saf değildi. Muhtemelen kayıt dışı milyonlarca doların İran devletinin parası olabileceğini de göz önünde bulundurmuştu.

Peki Zindaşti’nin skandal tahliyesi öncesi ve sonrasında İran devleti ile bağlantılı iddialar var mı?

Evet. Hem de nasıl…. Çok önemli dört olayı inceleyelim.

'İRAN'LA İLİŞKİLERİMİZ İÇİN...

Burhan KuzuZindaşti’yi tahliye ettirdikten sonra itirazı inceleyecek İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimi Özcan G.’yi de aramıştı. Bu sırada hapisten çıkan Zindaşti kayıplara karışmıştı ve Burhan Kuzu yeniden yakalama kararı çıkmaması için uğraşıyordu. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) müfettişine tanık olarak ifade veren Özcan G., ifadesinde şöyle dedi: “Burhan Kuzu, Zindaşti’nin tutuksuz yargılanmasının İran ile ilişkilerimiz bakımından daha 

faydalı olduğunu söyledi.”


DERİN CİNAYETE RAĞMEN TAHLİYE

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910724-1.

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910726-1.
Saeed Karimian ve yanındaki Kuveytli arkadaşı İstanbul Maslak’ta tetikçilerin açtığı çapraz ateşle öldürüldü.


Zindaşti’nin tutuklandığı suçlamalardan biri; Gem TV’nin sahibi Saeed Karimian’ın (45) 29 Nisan 2017 akşamı İstanbul Maslak’ta öldürülmesini azmettirmekti. Saeed Karimian’ın TV kanalı uydudan İran’a yayın yapıyor ve Türk dizilerini de yayınlıyordu. Saeed Karimian’ın yakınları, “İran rejimi onu batılı yaşam tarzını topluma empoze etmekle suçluyordu. Tehdit ediliyordu” dedi. Maslak’ta beyaz bir cip ile önünü kestikten sonra ateş açanlar da siyah çarşaf giymişti. Belki de katiller sadece kimliklerini gizlemek için değil bir mesaj vermek için çarşaf giymişti. Polis, MOBESE ve HTS kayıtlarından Zindaşti’nin adamı Ali Koçak’ın cinayetten önce 10 gün Gem TV ofisi önünde keşif ve takip yaptığını belirledi. Ayrıca cinayetten dakikalar önce otomobiliyle Karimian’ın aracını sollamış ve tetikçilere hedefin kimliğini doğrulamıştı. Cinayetten sonra Zindaşti’nin eşinin adına kayıtlı telefonu aramış ve HTS kayıtlarından buluştukları tespit edilmişti.

Özetle…

Burhan Kuzu, İran rejimi ile bağlantılı bir cinayetin azmettiricisi olmakla suçlanan kişiyi serbest bıraktırmıştı.


VARDANJANİ SUİKASTI

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910727-1.
Mesut Mevlevi Vardanjani, insansız hava araçları konusunda çalışan bir mühendisti ve İran cumhurbaşkanları RafsancaniAhmedinejad ile fotoğrafları vardı.


Zindaşti, Türkiye’den kaçtıktan sonra İran gizli servisi ile bağlantılı olduğu iddia edilen bir cinayetle daha suçlandı. 14 Kasım 2019 akşamı İstanbul Şişli’de sokakta yürüyen İranlı muhalif Mesut Mevlevi Vardanjani (37) kurşun yağmuruna tutulup öldürüldü. Yanında arkadaşı Ali Esfanjani vardı ama katilden sonra o da kaçmıştı.

Vardanjani, İran’da insansız hava araçları, yapay zeka ve siber saldırı konularında çalışan bir mühendisti. İran’ın eski cumhurbaşkanları RafsancaniAhmedinejad ile birlikte fotoğrafları vardı. Türkiye’de sosyal medyadan İran rejimi karşıtı yayınlar yapıyordu. 11 Ağustos 2019’da Twitter’da Devrim Muhafızlarını kastederek şöyle yazmıştı: “Yozlaşmış mafya komutanlarının kökünü kazıyacağım. Dua edin ben bu işi yapmadan onlar beni öldürmesin.”

Vardanjani’nin öldürülmesiyle ilgili iddianamede İranlıların talebi üzerine cinayeti Zindaşti’nin organize ettiği anlatıldı. SaeedKamirian suikastının firari şüphelisi Ali Koçak’ın kardeşi Abdulvahap Koçak tetikçiydi ve yakalanmıştı. Sigorta kayıtlarında Abdulvahap Koçak, Zindaşti’nin bahçıvanı olarak görünüyordu.

Olay anında Vardanjani’nin yanında olan Ali Esfanjani’nin İran istihbaratına bilgi aktardığı ve Vardanjani’yi tuzağa çektiği öne sürüldü. Abdulvahap Koçak ile Ali Esfanjani cinayetten önce buluşmuştu.

İddianamede İranlı ajanlar da suçlandı. Tutuklu sanık olan İran İstanbul Başkonsolosluğu Nüfus İşleri Daire Başkanlığı’nda görevli Muhammed RezaNasırzade cinayetten sonra kaçması için Ali Esfanjani’ye sahte kimlik sağlamıştı. Ali Esfanjani’yi İstanbul’dan İran’a kaçıran Siyavash Abazarı Shalamzarı ise ifadesinde “Ali’yi İran’da 6-7 istihbarat görevlisi alıp hemen istihbarata götürdü” dedi.


ADAM KAÇIRIP İRAN'A GÖTÜRDÜLER

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910728-1.
İran, Habib Chaab İran’a kaçırıldıktan sonra bu fotoğrafları paylaştı. Habib Chaab’ın liderlerinden olduğu ayrılıkçı bir Arap örgütün İran’ın Ahvaz kentindeki askeri törene silahlı saldırı düzenlediği iddia ediliyor.


İstanbul’da İranlı Habib Chaab’ın kaçırılması İran istihbaratının Zindaşti’yi kullandığına dair önemli iddialardan biri. İsveç’te yaşayan Habib Chaab, İran’da askeri törene silahlı saldırı düzenleyen ayrılıkçı Arap bir örgütün yöneticilerindendi. 9 Ekim 2020’de 100 bin Euro destek vereceğini söyleyen İranlı bir kadın ile buluşmak için İstanbul’a geldi. Bu tuzaktı. Kadınla buluşmak için bindiği minibüste bayıltıldı ve Van’a götürülüp İran’a kaçırıldı. Bu olayla ilgili iddianameyi TRT muhabiri Hamza Çiftçi haber yaptı. İddianameye göre; kaçırma olayını Zindaşti organize etmişti.

Tüm bu olaylar Zindaşti ve İran devletinin derin bağlantılarını ortaya koyuyor. İran ise bu iddiaları yalanlıyor. Peki Zindaşti’ye yardım ederken Burhan Kuzu bu derin bağlantılardan habersiz olabilir mi? Burhan Kuzu’dan İran istihbaratı yararlanmış olabilir mi?

Tabii çok önemli bir soru daha var:

Zindaşti’nin tahliyesi için Burhan Kuzu ile birlikte hareket edenler kimlerdi? Onların derin bağlantıları nerelere uzanıyor?

Burhan Kuzu bu olaylarda buzdağının sadece görünen kısmı. Acaba bir gün daha derinleri görebilecek miyiz?

Timur Soykan / BİRGÜN


AKP'nin gözdesi: Kim bu Abdülkadir Aksu? - SOL

 Ülkenin en karanlık dönemlerinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu, Maraş Katliamı başta olmak üzere ülkedeki birçok karanlık olayın aktörlerinden biri.


AKP yıllarının gözde ismi Abdülkadir Aksu, karanlık yılların mükafatını şimdilerde "çift maaşlarla" ve ihaleler ile alıyor. Son olarak köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi de, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi.

Aksu ailesine ait ASC Hukuk Bürosu, halihazırda Ziraat ve Vakıfbank’daki icra takip işlerine bakıyordu. 

Maraş Katliamı'nın ardından yükseldi 

Ülke yönetiminde yer alan birçok ismin yolunun da geçtiği Komünizmle Mücadele Derneği ve Milli Türk Talebe Birliği yolundan Aksu da geçti. Gençlik yıllarında bu anti-komünist derneklerde yetişti. 

Maraş Katliamı başta olmak üzere birçok karanlık olayın aktörlerinden olan ve ülkemizin en karanlık dönemlerinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu, katliamdan önce Vali Vekili olarak Maraş'ta bulunurken, katliam başlamadan kısa süre önce Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı olarak merkeze çekilmişti. 

12 Eylül faşizminin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra 1985'te yılın bürokratı seçilmişti. 

İşkence, gözaltı, siyasi cinayetler

Aksu'nun, ANAP'tan milletvekili olarak İçişleri Bakanlığı görevini sürdürdüğü 1989-1991 yılları arasında 36 kişi işkence sonucu öldü, yüzlerce dernek basıldı ve binlerce kişi gözaltında işkence gördü. 

Aksu’nun içişleri bakanı olduğu yıllarda gerçekleşen siyasi cinayetlerden bazıları: 31 Ocak 1990 Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi, Mart ayında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in saldırıya uğraması, 6 Eylül’de yazar Turan Dursun’un ve 6 Ekim’de de Prof. Dr. Bahriye Üçok’un katledilmesi.

Aksu sadece siyasi cinayetlerle de anılmıyordu. AKP çevresince ‘‘talihsiz veya kötü olay’’ olarak adlandırılan işkence ve cinayetlerden bazıları: 

  • 1989 Ocak ayında, Cizre'nin Yeşilyurt köyüne baskın düzenleyen askeri birliklerin komutanının köylülere dayak atıp dışkı yedirmesi konusunda görüşleri sorulan dönemin İçişleri Bakanı Aksu, "olacak o kadar" yanıtını vermişti. 
  • 1991 yılı Ocak ayında Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde gözaltına alınan Birtan Altınbaş, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’ndeki sorgusunun ardından 15 Ocak 1991’de komaya girerek götürüldüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Tanıklar mahkemede Altınbaş’ın işkence gördüğünü açıklarken, Abdülkadir Aksu, “kendi kendini öldürmüş” dedi.
  • Aksu'nun işkence sonucu öldürülen ancak cenazesine ulaşılamayan Cemil Kırbayır'ı yakalayan polislere, ikişer maaş ikramiye verdiği ortaya çıkmıştı. Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Ana, kayıp ailelerin sembol ismi olmuştu. “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek” diyen Berfo Ana, bunu göremeden 21 Şubat 2013 tarihinde 105 yaşında yaşamını yitirmişti.
  • Dönemin Kars milletvekili Mahmut Alınak’ın, Gülay Beceren’in felç bırakılmasıyla ilgili önergesindeki soruların kibirli bir üslupla yanıt veren Abdülkadir Aksu, suçlamaları inkar ederken bile açık verip ‘‘beyaz minibüsün’’ Emniyet Trafik Şube’ye ait olduğunu itiraf etmişti. 
  • Aksu'nun ilk bakanlık döneminde çocuklarda ‘‘nasibini’’ almış, bir çok çocuk işkenceye maruz kalmıştı. Aksu bu iddiaları da reddederken, Gaziantep Cezaevi’nde sürekli dayak ve kötü muameleden yakınan çocuklar, inceleme gezisi için orada bulunan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’ya dayak yedikleri sopayı hediye etmişlerdi. 
  • TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda ifade veren ve Kenan Evren'e, "Alevi-Kızılbaş katliamını başlatan benim" diye mektup yazdığı ileri sürülen dönemin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki, Aksu’yu yardımcısı yaptığını söylemişti. 

Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun adının da anıldığı, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın okuduğu 12 Şubat 1980 tarihli mektup şöyle:

"Beni Emniyet Genel Müdürü yapan Başbakan Süleyman Demirel değildir. Ben, beni keşfeden Amerikan Hükümeti'nin Ankara temsilcilerince tavsiye üzerine bu göreve atandım. Türkiye'de ilk defa resmi olarak Alevi-Kızılbaş 'Soykırımı'nı başlatan (devlet adına) benim. 1976 yılının Ocak ayında, Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya İl Merkezi'ndeki 40 bin Alevi-Kızılbaş'a kan kusturdum. Yavuz Sultan Selim'den sonra, en büyük Alevi-Kızılbaş düşmanı benim. Bunu ispat ettim ve ispat etmekte de devam edeceğim. Ben Beylerderesi olayları sırasında yanımda Malatya İl Jandarma Komutanı Albay olduğu halde, 'Malatya'daki tüm Alevi-Kızılbaş köylerini ortadan kaldırmalı' dedim. Benim bu sözlerimi Mayıs 1976 tarihli 'Halkın Kurtuluşu' adlı dergi apaçık yazdı. Şu anda Emniyet Genel Müdürüyüm. 1976 yılında ben Malatya'da Vali iken, Malatya Emniyet Müdürü olan (ki en az o da benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır) Abdülkadir Aksu'yu benim yardımcım yaptım. Ankara'da Alevi-Kızılbaşların oturduğu 'Kurtarılmış Bölge' adlı semtlere kan kusturan Reşat Akkaya'yı Ankara Emniyet Müdürü yapan benim. Sıkıyönetim Komutanının emriyle görevinden alındı. Zannedilmesin ki pasifize oldu. Bölgede kalarak gerçek Ankara Emniyet Müdürü yine o olacaktır. Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz. Ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı ne de bir başkası. 1981 yılı seçimlerinde AP'den Malatya Milletvekili adayıyım. Beni silah kaçakçılığı ile suçlayanlara şunu söylemek isterim ki: Ben Bulgaristan üzerinden gelen Komünist silahlarla Alevi kasaplığını yürütmüş adamım."

Aksu'nun dönüşü

22 Temmuz seçimleri sonrasında kabine dışında bırakılan Aksu, yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Dengir Mir Mehmet Fırat'ın yerine getirilmişti. 

Aksu'nun AKP döneminde, İçişleri Bakanlığı’nda iken, Emniyet ve Jandarma içinde Fethullahçı kadrolaşma operasyonun başında olduğu, kontrgerillanın yeniden yapılandırılması sürecinin merkezinde yer aldığı iddiaları da gündemden hiç düşmedi.

Aksu'nun AKP iktidarı ile birlikte tekrar İçişleri Bakanlığı'na gelmesinin ardından yine birçok karanlık olay yaşandı:

18 Aralık 2002 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu evinin önünde öldürüldü. Aradan bir yıl geçmeden İstanbul bombalarla sarsıldı. beş gün arayla önce iki sinagog ardından da HSBC Bankası’na bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda çok sayıda kişi öldü veya yaralandı.

2006'da önce Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi’nin İtalyan Rahibi Andrea Santoro öldürüldü. 17 Mayıs’ta Danıştay 12. Dairesi’ne düzenlenen silahlı saldırıda Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetti. Son olarak da Ermeni asıllı gazeteci yazar Hrant Dink suikasta kurban gitti.

Aksu'nun görevde bulunduğu dönem boyunca tekrarda onlarca insan için gözaltındayken "kendini öldürdü", "camdan atladı", "kaçarken düşüp yaralandı" açıklaması yapılmıştı. 

Aksu'nun uyuşturucu kaçakçılarıyla bağlantısı iddiaları

Daha önce, Kürt sorununda çözüm için “tespihlilerin sayısının artırılması gerektiğini” savunan ve bu şekilde Hizbullah terörüne ön ayak olan ve polis teşkilatındaki tarikatçı örgütlenmenin mimarlarından olan Aksu'nun uyuşturucu kaçakçıları ile de bağlantısı olduğu sık sık dile getirilmişti. 

Erdoğan'ın Meclis'te Kürt sorunu hakkındaki yaptığı açılımla konuşma sırasında "gözyaşlarını tutamayan" Aksu,  "Bu ülkenin insanından daha çok demokrasi esirgenmemelidir" demişti. 

29 Kasım 2010 tarihinde WikiLeaks tarafından açıklanan "05ANKARA3199" adlı, gizli ibaresi bulunan ve 6 Ağustos 2005 tarihli belgeye göre kendisinin eroin kaçakçısı, ‘‘genç kızlara düşkün olduğu’’ ve oğlunun mafya lideri olduğu iddia edilmişti.

Vakıfbank, Ziraat, Halk Bankası...

Abdülkadir Aksu, 26 Mart 2019 tarihinde Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanlığına getirilmişti. 26 Mart 2021 tarihinde de bu görevden alınmasına rağmen bağımsız üye olarak Vakıfbank Yönetim Kurulundaki görevine halen devam ediyor. Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun kurucu ortağı olduğu ASC Hukuk Bürosu ise Vakıfbank’ın icra dosyası takibi işlerini yürütüyor. Aynı zamanda Halk ve Ziraat bankalarının da icra dosyalarının takibini yapıyor. Son olarak köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi de, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Aksu ailesi spora çöktü

Türkiye Voleybol Federasyonu’nun (TVF) Asbaşkanı Ahmet Göksu, eski İçişleri Bakanı, şimdilerde ise VakıfBank’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı üstlenen Abdülkadir Aksu’nun halasının oğlu ve kayın biraderi. Uzun yıllardır TVF’nin yönetim kurulunda yer alan ve bir dönem Diyarbakırspor’un da başkanlığını yapan Göksu, "2 erkek 4 kız kardeşiz. 3 ablamın eşi de bakanlık ve milletvekilliği yaptı. Abdülkadir Aksu hala çocuğum ve eniştem olur, ayrıca Tevfik Ensari ve Esat Kemaler de diğer eniştelerim" demişti.

Yönetim kurulunda eski ve aktif bakanların kardeşleri cirit attığı Türkiye Atletizm Federasyonu’nun (TAF) yönetim kurulunda da Ali Aksu bulunuyor. 

Şeker fabrikalarını sattılar 

Türkşeker Genel Müdürü Azmi Aksu, Abdülkadir Aksu'nun öz kardeşi. Azmi Aksu, Türkiye'nin şeker politikalarını belirlemekle görevli olan Özerk Şeker Kurulu'nun başkanlığını yapıyor. 

Türkşeker'in elinde bulunan 25 şeker fabrikası ilk başta topluca satılmaya çalışılmış, bu girişim Danıştay'dan dönünce kuruma ait fabrikalar ‘‘verimsizlik’’ nedeniyle’’ parça parça satılmıştı. 

Azmi Aksu, verimsizlik nedeniyle kapatılması gerektiğini ifade ederek şunları söylemişti:  

"Bizim 25 fabrikamızdan 13'ünü kapatsak, 12'sinde daha verimli, daha az maliyetle aynı şekeri üretiriz. Türkşeker'in bugüne kadar üstlendiği sosyal sorumluluğu, dünya ve Türkiye'de yaşanan rekabet ortamında artık sürdürmesinin mümkün  değil.’’

(SOL)

                                                              ***

Çift maaşlı bakan Abdülkadir Aksu’ya bir ihale daha.(SOL)

Köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve 'çift maaşlı bakanlar'dan İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve ‘‘çift maaşlı bakanlar’’dan İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre CHP’li Murat Emir, eski avukat Aksu’nun kurucusu olduğu ASC Hukuk bürosuna verilen icra dosyaları konusunu TBMM gündemine taşıdı ve Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ndeki kaçak geçiş dosyalarının icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu’ya verildi. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, “Her taşın altından AKP’lilerin yakınları çıkıyor” dedi. Daha önce de Ankara-Niğde otoyolu, Başkent Doğalgaz, TURKCELL İletişim, Boğaziçi Elektrik ve TTNET şirketlerinin icra dosyalarının, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın avukat oğlu Ahmet Nuri Elvan’a verildiği ortaya çıkmıştı.

Emir, konuya ilişkin Aksu’nun birçok bankanın icra takip işlerini yürüttüğünü ifade ederek şunları söyledi:

“Eski Bakan Abdülkadir Aksu, 26 Mart 2019 tarihinde Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanlığına getirildi ve 26 Mart 2021 tarihinde de bu görevden alındı. Ancak bağımsız üye olarak Vakıfbank Yönetim Kurulundaki görevine devam ediyor. Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun kurucu ortağı olduğu ASC Hukuk Bürosu ise Vakıfbank’ın icra dosyası takibi işlerini yürütüyor. Aynı zamanda Halk ve Ziraat bankalarının da icra dosyalarının takibini yapıyor.”

Emir, ASC Hukuk Bürosu’nun şimdi de Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Çevre Otoyolu İşletmesi (ICA) tarafından işletilen 3. Köprü ve Kuzey Çevre Otoyolu’ndaki kaçak geçişlerin icra takip işlerini aldığını belirterek, “Bu durum, kamuda hemen her gün bir yenisine rastladığımız bakan yakınlarının siyasi ilişkilerini kullanarak etik dışı şekilde kamudan iş alması olarak karşımıza çıkıyor. Kamu bankalarının sağladığı kredi ile inşa edilen bir köprü ile otoyolun icra dosyalarının takip işlerinin oğlu tarafından yapılıyor olması, siyasi etikle bağdaşmaz” ifadelerini kullandı.

(SOL)