17 Kasım 2021 Çarşamba

Etiket de yarım yaşam da - Eren ERGİNE- Murat UYSAL / EVRENSEL

(I) Etiket de yarım yaşam da 

Küçükçekmece’de kurulan semt pazarında etiketlerde yarım kilo fiyatları yazıyor. Yurttaşlar da genelde günü kurtaracak kadar alıyor, yarım kilo...

İstanbul Küçükçekmece’de bir semt pazarı. Karşılıklı dizilmiş tezgahlar, özenle yerleştirilmiş meyveler, sebzeler. Ucuza bulurum umuduyla akşam saatinde pazara çıkmış insanlar pazarı dört dönüyor. Pazarın bir ucundan başlıyor, diğer ucuna kadar geziyor, daha ucuza bulurum umuduyla. Keyifli olmayan bu pazar turu bir zamanlar filmlere de konu olan zabıtaların pazar denetimini hatırlatıyor. İnsanlar az çok tezgahlara asılan fiyatlara hakim, lakin fiyatlar günden güne değişiyor. Evdeki hesap çarşıya, pazara uymuyor. Gözler tıklım tıklım doldurulmuş pazar arabalarının ardından, ellerinde mısır yiyerek anne babalarını takip eden çocukları arıyor. O çocuklar artık pazarda görünmez olmuş, kuruşu kuruşuna hesap yapan aileler bırakın çoluk çocuğuna mısır almayı, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz durumda. Kurulan tezgahların ortasında pazar direklerinin dibinde kasaların üzerinde çürük meyveler sebzeler... Normalde çöpe atılması gereken bu ürünler, dar gelirli ailelerin bir öğünü. Tezgahta on liraya aldığını, çürük kasasında yarı fiyatına alıyor. Parası olan tezgaha yöneliyor, genelde sebze alınıyor, öyle eskisi gibi bir haftayı götürecek kadar değil, günü kurtaracak kadar… Yarım kilo, bir kilo. Bir tablo gibi özenle dizilmiş meyvelere ise yurttaş çoğunlukla bakmakla yetiniyor. Pazarcıların da dediği gibi “Artık meyve taneyle alınıyor!”

DAHA UCUZUNU BULMAK İÇİN TEZGAH TEZGAH GEZİYOR

30 yıllık pazarcı olan Burhan’ın tezgahındayız. Üç çocuk babası Burhan için pazarcılık baba hatta dede mesleği. 6-7 metrelik bir tezgahın bir ucunda meyve diğer ucunda sebze satıyorlar. Çok değil bundan 7 yıl önce, 4 metrelik bir tezgaha, günde 5-6 ton meyve sebze indirdiklerinden bahsediyor. Peki ya şimdi? “100-150 kiloyu geçmez” diyor. Alım gücü düştü, A’dan Z’ye her şeye zam geldi. Pazarcı yoksulluğu da tepkiyi de öfkeyi de en iyi görenlerden. Pazarın giriş ve orta bölümleri kısmen daha pahalı, sona doğru yürüdükçe hem fiyatlar hem de kalite düşüyor. Burhan’ın tezgahı onlardan biri. Daha ucuzunu bulmak için tezgah tezgah gezen yurttaşın yolu Burhan’ın önüne çıkıyor. Kolları sıvadık, önlüğü giydik, tartının başına geçtik bir pazarcı edasıyla yurttaşlarla konuştuk. Bir yandan meyve sebze tarttık, bir yandan alışverişe gelen yurttaşlara ekonomiyi sorduk.

YA PARASININ YETTİĞİ KADARINI ALIYOR YA DA ÇÜRÜĞE YÖNELİYOR

Patlıcanın 5, domatesin 6, fasulyenin 10, biberin 12 lira olduğu tezgahın arkasında biz, önünde çoğunlukla kadınlar. Bazılarının cebinde 50, bazılarının cebinde 100 lira var. 300 lirayla çıkan da yok değil ancak onlar da her istediğini alabilmiş değil. Etiketlerde büyük puntolarla fiyatlar yazılsa da pazara çıkanlar etiket fiyatını pazarcıya onaylatmadan elini meyve sebzeye sürmüyor. Zira pazar esnafı içinde, etiketlere yarım kilo fiyatı yazarak, müşteri çekmeye çalışanlar var. Tezgaha gelenlerin her biri “Nereye kadar dayanacağız?”, “Bu koşullarda nasıl yaşayacağız?” diye sormaktan kendini alamıyor. Fiyata bakıyor, cebinden çıkan paraya bakıyor. Ya parasının yettiği kadarını alıyor ya da tezgahtan ayıklanan yaralı, çürük, fiyatı yarıya düşmüş ürünlere yöneliyor. Biz sormadan onlar anlatıyor; ödenemeyen kiraları, üst üste binen faturaları, marketi, pazarı, çarşıyı…

BEŞ POŞET SEBZE 200 LİRA OLUR MU?

Bir yandan sebzenin sağlamını seçmeye çalışan kadınlar bir yandan da tezgahın arkasındaki bize dert yanıyor. “Beş poşet sebze 200 lira olur mu?” diye hışımla giriyor söze: “3 bin lira maaşla nasıl geçinecek bu millet? Yarı aç yarı tok yatıyoruz” diyor. Bir başkası ise ona şöyle destek çıkıyor: “Bazı insanlar çıkıp şükrediyor ama buraya baksana beş poşete 200 lira para vermiş kadın. Zor durumda herkes zor durumda.”

Tek maaşın yetmediğini, 30 lirayla pazara çıkmak zorunda kaldığını söyleyen kadın, “1-2 kilo sebze ya alırım ya alamam” diyor. Tezgahın öbür ucundan yanıt gecikmiyor: “30 liraya 2 kilo domates alırsın anca.” Kabullenmiş bir edayla kafasını sallayarak “Çok zor durumdayız. Keşke herkes konuşsa, itiraz etse, durumunu anlatsa” diyor. Tartışma alevlendikçe başkaları da dahil oluyor: “Devlet sanki görmüyor mu bunları? Onların karnı tok sırtı pek ya, biz umurlarında olmuyoruz. Kızımın eşi çalışıyor yetmiyor, kızım da bir iş bulmuş ona gidiyor, iki küçük çocuğu var evde tek bırakıyor.”

"EKMEK PARASI BULAMAYACAĞIZ BÖYLE GİDERSE"

Pazarda sadece pazarcıyla müşteri yok. Sabahtan beri pazarı dört dönen, mendil satan yaşlıca bir adam yanaşıyor yanımıza, elinde satamadığı mendiller, peçeteler... “Ne olacak böyle? Sabah 12’de girdim pazara bu saate kadar üç paket satamadım. Mendil satıyorum peçete satıyorum piyasa bitik. Ekmek parası bulamayacağız böyle giderse. Bu saate kadar dolandım 35-40 lira anca kazanabildim. 3-5 kuruş fazla kazanırım diye dolanıyorum ama olmuyor yok. Eskiden on paket satıyordum şimdi üç paket satamadım” diyor. Mendil satan adam da tezgaha gelen kadınlar da yok diyor ancak yan tezgahtaki peynirci, “Ekonomi güzel ya. Halkımız 3 kilo 5 kilo alıyor peyniri” diyor ancak önünde yarımşar kilo poşetlenmiş peynirler duruyor. Tezgahın önünden geçen bir kadın peynirciye cevap verir gibi cebinden çıkardığı 20 lirayı, “Bu kadar, bununla geldim pazara” diye sallıyor. O an pazarcı Burhan’ın o meşhur anonsu duyuluyor: “Param olsa da ben alsam.”  Fotoğraf: Eren Ergine | Evrensel

                                                                 ***

(II) Yoksulluğun ‘ikinci el’ hali - Meltem AKYOL / Evrensel (08/11/2021)

İstanbul’un Fatih ilçesinde kurulan pazarda en kalabalık tezgahlarda, ikinci el eşyalar bulunuyor. Yoksulluk derinleştikçe insanlar ikinci el eşyaya yöneliyor.

Elif 38, Menekşe 57 yaşında. Bir semt pazarında yan yana tezgahlarda ikinci el eşya satıyorlar. Dertleri ayrı, ama hikayeleri benzer. İkisinin de yollarını burada kesiştiren şey diğerleri ile aynı: Yokluk. Yoksulluk derinleştikçe pazardaki tezgahlara yenileri ekleniyor, müşterilere de…

“Sana nasıl diyeyim, hayat öyle pahalı oldu ki. Sıfırını alamayan millet ne yapsın, bizim tezgahlara mecbur… Yalan değil bizim işler arttı, ama işte millet fakirleşti ondan” diye anlatıyor Elif, yokluğun tek kendi derdi olmadığını. 

“Bazıları geliyor hiç parası yok, anlıyorum artık. Çok fakir var, fakir geri gitti, zengin zenginleşti” diyor Menekşe.

Buyurun, yoksulluğun ikinci el hikayesi…

İKİNCİ EL YOKSULLUK

Yoksulluk artıyor, enflasyon yukarı, TL baş aşağı gidiyor. Ülkede emekçiler için tam teşekküllü bir kriz var. Yoksulluk sınırı 10 bin lirayı aştı, toplumun yüzde 40’ı asgari ücretle çalışıyor. Yüzde 30’u yoksulluk, yüzde 20’i açlık sınırının altında. Dolar 10, Euro 11 lira. O yüzdem öyle üste-başa sıfır bir şeyler almak büyük lüks… Şöyle bir kaban almak istesen -öyle çok iyisinden de değil hani, hatta orta hallisinden bile vazgeçsen- 250 TL’den başlıyor… Bir yandan her yanı saran yoksulluk, bir yanda ihtiyaçlar, kış. Mecbur tutuyorsunuz ikinci el tezgahların yolunu. Burası Fatih’te bir pazar, cumartesi pazarı. Sabah erkenden pazara uğruyorum. Yeni yeni kuruluyor, tezgahlardan yükselen pazarcıların sesleri henüz karışmamış birbirine. Birkaç kişi hariç, pazarcılardan başka kimsecikler yok. Bir sokağa dalıyorum, bütün sokak ikinci el tezgahları ile dolu. Pazarın diğer bölümlerinin aksine burası kalabalık. Ayakkabı, mont, kazak, yatak örtüsü… Ne ararsan. Üst üste atılmış her şey. Tezgahları karıştıran kadın-erkek kalabalıklar… Burada ‘şunun büyük bedenini alabilir miyim’ diye soracağınız tezgahtarlar yok, deneme kabinleri de. Bedenlerden üçer beşer de yok. Sabrınız varsa -ki aslında onu ihtiyaçlarınızın aciliyeti belirliyor- hepsine tek tek karıştırıp bakmalı. Uygun bedenini bulduğunuzda bu kez durumunu incelemeli, sonra da en az hasarlıyı en ucuza almalı. Saat, gözlük, çanta, perde… Ne ararsanız. Pazarın bu bölümündeki tezgah sayısı da müşterisi de artıyor her geçen hafta. Hemen hepsinin hikayesi birbirine benziyor: Yokluk… Sonra evdeki kıyafeti kapan tezgah açıyor, ihtiyacını alamayan tezgaha koşuyor…

İşte bu yoksulluğun ikinci el hali.

MENEKŞE’NİN HİKAYESİ: TAM RAHATA ÇIKTIK DERKEN…

Bir tezgaha yanaşıyorum, Menekşe’nin tezgahına… Kazaklar 25 lira, montlar 50. Arkaya astıkları daha pahalı, 100’e de var, 150’ye de. Biraz sohbet ediyoruz ayak üstü, Menekşe 57 yaşında. Ardahanlı bir ailenin 13 çocuğundan biri. “Biz kızlar hiç okuyamadık, erkekleri gönderdiler. Ama ben çocuklarım liseye gidene kadar okuma yazmayı söktüm” diyor. Sohbet ilerleyince tezgahın arkasına geçiyorum. Anlatırken bir çay da bana dolduruyor: “Ardahan’dan İstanbul’a taşındığımızda hiçbir şeyimiz yoktu, bir battaniye ile geldik. Eşim çalıştı. Ben de çocuk baktım, eve parça başı iş aldım. Öyle toparladık biraz. Tam biraz rahata erdik dedik. Eşim bir plastik fabrikasında çalışıyordu. 2008’di, iş yerinin arabası bir yere mal götürürken eşimi de eve bırakacaktı. Kaza oldu, eşimin bacağı koptu. 4 ay hastanede yattı, kazadan önce oğlumu da yeni evlendirmiştik, borçlanmıştık. Üstüne kaza… Onun başında hastanede beklerken atkı-şal falan yapıp sattım, kimseye muhtaç olmadım. 2 sene öyle geldik gittik, sonra iyileşti. Biraz sürüklüyordu ayağını, başka bir şey kalmadı. Toparladı, yeniden işe döndü, emekli oldu.”

Tam işte rahata erdik dediklerinde başlamış daha kötü günler. Gözleri doluyor anlatırken:

“Bir kurbanda midesi bulandı eşimin, öyle aklıma bir şey geldiğinden değil, randevu aldım hastaneden. Daha emekli olalı 2 ay olmuş. Akciğer kanseri dediler, çok dağınıkmış. Araba yok, hastaneye gidip geliyoruz, taksi ile. İşte orada yemek falan, tek maaş olmuyordu, evimiz de kendimizindi ha. Ona rağmen çok parasız kaldık, çocuklar da veriyordu ama onların da kredi borcu vardı. Kirada olmamıza rağmen, ama bir maaşla olmuyordu… Ne yapalım diye karar kara düşünüyoruz…”

HASTANE KORİDORLARINDAN İKİNCİ EL TEZGAHINA

İşte o zaman Menekşe’nin imdadına ikinci el eşya tezgahları yetişiyor: “Bir cumartesi günü pazara gittim, pijama alacağım. Baktım millet ikinci el şeyler satıyor. Birine ‘elimde elbiseler var, getirsem burada satabilir miyim’ diye sordum. ‘Getir’ dedi. Daha bu hastalık falan yokken gelin kıyafetler getirmiş, durumu olmayan birine verelim diye. Meğer biz olacakmışız. Neyse sonra getirdim kıyafetleri, durumumu da anlattım. Allah razı olsun beni çok az para ile idare etti. Kendi tezgahını paylaştı. İlk hafta çok zor oldu. Alışamadım, bocaladım… Sonrası mecburiyet. Alışılıyor. Kimseye muhtaç etmedim kendimi de eşimi de… Gelinin getirdikleri ile başladım, sonra kızınkileri sattım, konu komşu verdi. Derken bu sefer satın almaya başladım. 2 sene öyle gittik, sonra beyne de sıçradı. Yatalak oldu. Son bir senesi çok ağır geçti. Tek başıma yapamıyordum, oğlum işten çıktı. Öyle öyle 2019’da vefat etti eşim işte. Bana 3-6 ay yaşatmaya bak demişlerdi, ben 3.5 sene yaşattım.”

BAZILARININ HİÇ PARASI YOK, ANLIYORUM ARTIK

Menekşe işleri biraz büyütmüş bu süreçte, tezgahı geniş… Yoksulluk arttıkça ikinci el eşyaya yöneliyor ya insanlar. Onun farkında. İlk başladığı günlerle bugünleri kıyaslayarak anlatıyor: “Önceleri böyle değildi. Daha iyiydi insanların durumu, yani yine fakirler vardı ama bu kadar değildi. Meraklısı gelirdi, bir de işte en fakirler. Ama şimdi. Bazıları geliyor hiç parası yok, anlıyorum artık. Hayat çok zorlaştı. İnsanlar çok yoksullaştı, çocuklarına, torunlarına buradan elbise alıyor insanlar. Kış geldi işte monttur, kazaktır. Kara kara düşünüyorlar. Çok fakir var, fakir geri gitti, zengin zenginleşti.”

ELİF’İN HİKAYESİ: YALAN YOK, ÇÖPE ÇIKIYORDUM

Elif de 2 yıldır çıkıyor pazara, ikinci ele. Menekşe’nin hemen yanında tezgahı. Biz konuşurken o da merak ediyor, uzun uzun soruyor ne yaptığımı… Ve sorma sırası ben de… 38 yaşında olduğunu öğreniyorum önce, 3 çocuk var. En büyüğü 18’ine girince kaçıp evlenmiş. Şimdi bir çocuğu var. Diğer ikisi, Ali ve Narin; yanındalar. Okul yok ya, evde de bakacak kimse. Tezgah başındalar mecburen. Narin gelenlerle ilgileniyor biz konuşurken, arada ‘Anne bu kaç para, 5 lira olur mu, bunun büyüğünden var mı?’ diye soruyor.

Elif’ten dinleyelim: “Yalan yok, çöpe çıkıyordum ben, kağıt falan topluyordum. Benim adam davul-zurna çalışıyor. Düğünlerde falan. O da iş olmayınca çöpe çıkıyordu. Öyle böyle geçiniyorduk. Sonra pandemi geldi, çöpe gidemedik, mikrop kaparız diye. Ee düğünler iptal… Masraflar durmuyor tabi… Kira birikti. Ne yapsak diye bakınıyoruz, bir arkadaşım pazarda tezgah açıyordu, ikinci el. Bizim durum iyice sıkışınca ‘gel sen de yap’ dedi, önce bir iki parça götürdüm. Evde vardı, çöplerden bulduklarım vardı, yakayıp pakladım tabi... Komşular veriyordu. Getirip döküyordum pazara… İşte en azından üç beş bir şey çıksın diye… Öyle öyle şimdi tezgahım var, Salı günleri Şehremini’ye çıkıyorum, oradaki pazara. Eşyaları da ikinci elçilerden alıyorum, işte üçe alsam beşe veriyorum, beşe alsam ona veriyorum.”

Salı pazarına eşi de geliyor yanına, Koah hastası, tansiyonu da var. Düzenli iş yok, sigorta yok… Ne yapıyorsunuz diyorum, başını yukarı kaldırıp “Allah’a kalmış” diyor. Düğün sezonu açıldı, işleri oluyormuş eşinin. “Ama çöpe artık çıkamıyoruz” diyor. Ben sormadan gerekçesini de ekleyerek: “İşte topladılar arabaları ya, ondan çıkamıyoruz. Çöpü bile çok gördüler yani… Eee biz de sigorta yok, düzenli iş yok. Ev kira, 1000 lira veriyorum, bir oda bir salon, bodrum kat ha.”

1 LİRAYA, 5 LİRAYA KANAAT EDİYORUZ, FAKİRİZ

İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın küresel yoksulluk verilerine göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi 6 milyar 900 milyon insanın toplam gelirinin iki katına sahip. Bu veriler Elif’in, “Bak burada 1 liraya, 5 liraya kanaat ediyoruz, çünkü fakiriz, yok. Zengin zenginleşti. Biz…” sözleri ile ete kemiğe bürünüyor sanki… Devamını da dinleyelim: “Sana nasıl diyeyim, hayat öyle pahalı oldu ki… Pahalılıktan bir şey alamıyor insanlar. Buraya geliyorlar. Bak işte sen gördün, 10 diyorum, 7 olmaz mı diyor, 6 desen, 5 yap… Bir lira, üç lira diyorsun ama işte insanlar ona bile muhtaç. Gözünle görüyorsun işte ya. Bak… Yalan değil bizim işler arttı. Sıfırını alamayan millet ne yapsın, bizim tezgahlara mecbur… Ama paranın değeri yok, 50 lira olmuş 10 lira. Çocuklara meyve alamıyoruz artık. Eee pandemi var, yiyeceksin ki hasta olmayasın. Ama nerde… Her şeye zam koydular, millet alamıyor. Ne yapsınlar… Meyvecilerin içine giremiyoruz.  Bizim işler arttı, ama işte millet fakirleşti ondan arttı. Pahalılık olmasa daha iyi. Zengine bir şey olmuyor ki anam, o istediğin alır… Bizim gibi üçe beşe mi bakar…”

Ali para istiyor, biz sohbeti noktalarken. Jöle alçakmış, ‘saçlarımı yapcam’ diyor. Bozuk veriyor annesi de Ali bozuklarla jöle alınmayacağını öğrenmiş çoktan, ‘ona gelmez’ diyor.

O sırada 60’larını geçmiş bir kadın birkaç parça çocuk giysisi alıyor, 15 liraya, ‘Bizim komşu var, onun çocuğunu alıyorum’ diye açıklama yaparak… O giderken yenileri geliyor… Pazarlık devam… Elif akşam eve 3-5 daha fazla götürmenin derdinde, yolu ikinci ele düşmüş yoksullar, 3-5 arttırmanın…(Fotoğraflar: Meltem Akyol | Evrensel)

                                                                                  ***

(III) 17’sinde ertelenen hayaller 90’ında pazar tezgahında bekleyen hayatlar!

(Meltem AKYOL-EVRENSEL / 22/10/2021)

90 yaşında pazarda tezgah kuran yurttaş, “Kızımın yanında kalıyorum. Harçlığımı çıkarayım diyorum da o da artık çok zor” diyor. Gençlerin hayali bile ertelenmiş!

Pazara giden, eve torbasını dolduramadan dönüyor. Önce temel ihtiyaçlar alınmaya çalışılıyor, ama o bile artık olmuyor. Esenyurt Tabela  olarak bilinen bölgede bir semt pazarındayız. 17’sinde ertelenen hayaller, 90’ında pazar tezgahında bekleyen hayatlar gördük…

Bu sözler de pazar alışverişine çıkanlarla yaptığımız sohbetten çıkanlar:

“Et alamıyoruz, eskiden 20 lira ile pazara giderdik… Şeftalinin kilosu 10 lira.  Alamıyorum, 2 çocuğum var, kiradayım. Eşim çalışıyor sadece… İstediklerimin çoğunu alamıyorum.”

“Alamıyorum, kızım bak uzanıyorum alamıyorum. Pahalı… Zaten aldığımız emekli maaşı. 1000 lirası kiraya gidiyor. 30’lu yumurta bile 30 lirayı geçmiş.”

“İnsanlar şu çöpün yanına atılan çürükleri toplamak için sıraya giriyor. Bunları ben görüyorum da devlet görmüyor mu, ben utanıyorum da onlar hiç utanmıyor mu?”

UZANIYORUM, ALAMIYORUM

Kredi kartı borcu takipte olan yurttaş sayısı, 1 milyon 287 bin 898 oldu. Elektriğe son üç yılda yüzde 132, doğal gaza yüzde 95 zam yapıldı. Kiralar son 1 yılda yüzde 50 arttı. Türkiye, dünyanın en yüksek 8. enflasyonu ile karşı karşıya. Türk lirası dolar karşısında sürekli geriliyor. Son 10 günde asgari ücret 316 dolardan 305 dolara geriledi. Asgari ücretli 12 dolar daha yoksullaştı. Bir çırpıda sıraladığımız bütün bu rakamların hayatlara nasıl yansıdığının fotoğrafı Esenyurt pazarında gördüklerimiz.

Pazarı boydan boya dolaşıyoruz. İncir 10 lira, patlıcan 9, barbunya, biber ve fasulye 10 lira. Balıkçıların sesi yükseliyor… Hamsi 30 lira. Ona meyvecilerin sesi ekleniyor: Üzüm, elma, incir… Muzun adı geçmiyor, yanına yanaşanı az. Pazarcılardan birine, “Tezgahlar dolu satış az mı” diye soruyorum, “İnsanlar önce meyve yemekten vazgeçti, alabilenler de akşamı bekliyor” diyor.

Bazı tezgahların önünde uzun kuyruklar. Etiketlere bakınca anlaşılıyor nedeni: Biraz daha ucuz… Önünde bekleyen Ayşe teyzeye soruyorum nasıl diye: “Pek iyi değil ama daha ucuz, ne yapalım. Bak şurada meyveler… Alamıyorum, kızım bak uzanıyorum alamıyorum… Pahalı… Zaten aldığımız emekli maaşı. 1000 lirası kiraya gidiyor… Faturalar, o bu… Ne yapacaksın? 30’lu yumurta bile 30 lirayı geçmiş. Ucuzluk kovalıyoruz ki işte…”

17’SİNDE BELİRSİZ ZAMANA ERTELENEN HAYALLER

Rojda’yı 17’sinde daha. Pazardan çıkarken yakalıyorum. Evde sınava hazırlanıyor. “Evde” diye özellikle belirtiyorum çünkü herhangi bir kursa gidemiyor. Elinde biraz ıspanak, bir demet maydanoz, 1 küçük lahana var. “Eee” diyorum, “Bu kadar mı pazar alışverişi?” Bu kadar değil elbet de. “De”’si var: “Biz evde çok kalabalığız, annem babam, kardeşler, evli olanlar da bizle, onların eşleri, çocukları… O yüzden fiyatlara bakmaya geldik, akşam geliriz annemle.” Saate bakıyorum beşe geliyor. “Artık akşam” diyorum… “Ama fiyatlar için daha değil” diyerek uzaklaşıyor… Sinema, tiyatro, arkadaşlarla dışarı çıkabilmek, istediği kitabı alabilmek… Bunları açamıyorum bile… “E sen gençsin” diye başlayacak oluyorum, “Hepsini erteledik abla, ne zamana o da belli değil. Hele bir üniversite olsun da” diyor uzaklaşırken…

90’INDA PAZAR TEZGAHI BAŞINDA

Onunla konuşurken küçük tezgah çekiyor dikkatimi. Yaklaşıyorum yanına. Başında bekleyen Osman amca 90’a yaklaşmış. Bulaşık süngeri, bezi satıyor. Zor olmuyor mu diyecek oluyorum anlatıyor: “Zor olmaz olur mu. Ne yapayım, 3 aylık maaş var, kızımın yanında kalıyorum. Oğlanlar gelinler bakmadı. İhtiyaçlara yetmiyor ki o. Harçlığımı çıkarayım diyorum da o da artık çok zor. 3 Pazar geziyorum işte…” “Geçim zor” diyor ben uzaklaşırken: “3 bin lira alsan da geçinmek zor…”

Uzaklaşırken bir Rojda’yı, bir Osman amcayı düşünüyorum. Biri 17’sinde ertelemiş tüm hayallerini, diğeri 90’ında tezgah başında hâlâ…

"GÖZÜ HER ŞEYDE KALIYOR İNSANIN…"

Bir köşeye çekiliyorum, Cesiye kaldırımda oturuyor, pazarı bitirmiş soluklanıyor. Yanına oturuyorum. 32’sinde daha. 2 çocuk var, ikisi de okula gidiyor. Biri yanında, Ahmet.

Aldıklarını sayıyoruz bir bir: “1 lahana, turşu için, 5 kilo 24 lira. Kaya tuzu, onun fiyatını unuttum, yarım kilo biber 5 lira, şeftali 10 lira, çocuk çok istedi, mecbur bu sefer aldım. Ne yapayım. Birkaç bir şey daha var. Biber, soğan, patates, havuç, elma, sarımsak… 150 lira ile geldik, hemen hemen bitti.”

Muz da istemiş Ahmet, “Ama onu alamadık, bir dahakine dedim” diyor. Domates ve salatalıktan da vazgeçmiş bu seferlik.

Kiradalar, 750 lira, 3 ay sonra zam dönemi. Şimdiden “1000 lira yapacağım, haberiniz olsun” diye aramış ev sahibi. Kabul etmiş Cesiyeler de. “Mecbur”.

Kadınlar en çok kendinden vazgeçiyor böyle zor zamanlarda. Kendine alacağını çocuğuna alıyor, kıyafet ihtiyacından vazgeçiyor. Öyle yaptığını anlatıyor o da: “Eskiden eşimin iş yeri vardı, iflas etti. Düzenli gelir yok, sigorta yok. Kendim için en son ne zaman bir şey aldım bilmiyorum, kardeşim veriyor hep. Niyetlensem almaya, sonra çocuğa şunu alayım, eve bunu alayım diye vazgeçiyorum. Hayalimiz yok artık, ayı çıkarmak dışında bir şey düşünmüyor insanlar. Karın tokluğuna yaşıyoruz denir ya. Öyle… Gözü her şeyde kalıyor insanın valla.” Yükü ağır bu cümlenin. O uzaklaşırken bunu düşünüyorum.

ET HAYALDİ, MEYVE BİLE HAYAL OLUYOR

Nazlı bir elinde çocuğu, elinde de birkaç poşeti ile hızla pazardan çıkmaya çalışıyor, bitti mi alışveriş diye soruyorum, “Bitmek zorunda” diyor.

“Eşim tek can çalışıyor, asgari ücretle. Temizlik görevlisi. 2 çocuk var, ikisi de okula gidiyor. 1000 lira kira, faturalar… Masraflar çok. 90 lira verdi pazar için” diyor anlatırken.

Arabasını göstererek başlıyor anlatmaya: “Et zaten hayal oldu alamıyoruz. Meyveden de geçtik. Bak yaz bitti, meyve alamıyorsun. O bile hayal oluyor… Çocuklar da istiyor… Eskiden 20 lira ile pazara giderdik… Şeftalinin kilosu 10 lira… Alamıyorum, 2 çocuğum var, kiradayım eşim çalışıyor sadece… İstediklerimin çoğunu alamıyorum.”

Gitmem lazım diyor, uzaklaşırken “Bak sadece ben değil, herkes öyle. Belki daha kötüleri de var” diyor.

BEN UTANIYORUM DA ONLAR UTANMIYOR MU?

Son 15 yılda 112 bin esnaf kepenk kapattı. “Sıra bize ne zaman gelecek” diye bekliyor çoğu esnaf. Mahallenin Bakkalı Yunus 30 yıllık esnaf. 3 çocuk okuttu bakkallıkla, dördüncü de bitirince… “Ağustos ayında elektrik faturasına 1000 lira verdim, bu ay (eylül) 700, bazı dolapları çektim çünkü. Geçen yıl ağustosun faturası 650-700 liraydı. Ben şimdi bu rakamları biliyorum, az geldi deseler de biliyorum, çok geldi deseler de…” diye bir çırpıda özetliyor vaziyetini. Ve ekliyor: “Bakkallık öldü, ben buraya kira vermiyorum, bak versem devam edemezdim, çoktan kapatmıştım.”

Veresiye vermiyor artık. Öyle dese de veresiye defterleri boy boy, bazılarından umudu kesmiş artık. Bazılarına ‘Kıyamıyor”, “Gelmeyeceğini bile bile veriyorum, biliyorum çünkü yok” diyor. Karşımızda büyük bir çöp konteyneri, büyük marketler atıklarını oraya bırakıyor. “Bak” diye anlatmaya başlıyor gözünü ayırmadan: “Şu çöpün yanına her gün sabah ve akşam marketler çürük çarığını bırakır, artık onun önünde sıra oluyor, insanlar sıraya giriyor o çürükleri toplamak için. Akrabaları görüyorum, utanmasınlar diye içeri geçiyorum, bakmıyorum.”

O sırada eşi pazardan geliyor, istediklerini alamadı o da. Akşam bir daha gidecek. “Her şey ateş pahası” diyor çıkarken, Yunus anlatmaya devam ediyor: “Bak biz ufak tüpü 17 liraya satıyorduk, dün geldi 33 lira. Gelecek hafta gelse biraz daha artar. Ve ekliyor: “Bunları ben görüyorum da devlet görmüyor mu, ben utanıyorum da onlar hiç utanmıyor mu?”

ŞİDDETLE YAŞAMAYA MECBUR EDEN YOKSULLUK

Pazarın çıkışında bekliyoruz. Fatma da bekliyor. Biz konuşurken yanımıza gelip gelmemekte tereddüt ettiğini fark ettiğimden ben gidiyorum yanına. 51 yaşında, kızını bekliyor. Bugün pazara çıkamayacak, küçük kızın dişi şişmiş, pazar parası oraya gidecek. Cebinde ne var diye soruyorum, 20 çocukta var, biraz da bende. O da yeterse… Biraz daha konuşunca anlatıyor: “Ben bir AVM’de temizlik işçisiyim, asgari ücretle çalışıyorum, eşimden ayrıyım, 3 çocuğumla hayat mücadelesi veriyorum. Ev kira, elektrik, doğal gaz, internet… Bak işte bir masraf çıkınca pazardan vazgeçtim, evdekilerle idare edilecek.”

Ek iş yapmayı da düşünmüş, ama bir ay önce çalışırken kolunu kırmış. Hâlâ biraz sıkıntı var… Ek iş de ileri bir tarihe ertelenmiş. 6 ay sonra emekli olacak, heyecanlı. Ama çalışmaya da devam edecek: “Ne kadar alacağım ki, asgari ücret bile değil. Ee mecbur devam… Ekonomi o kadar zor ki, insanlar ne pişirecek, ocağa ne koyacak bilemiyoruz. Onu oradan alıp oraya koyuyoruz da… Nereye kadar. Kimileri var ki çöplerden ekmek topluyor. Yorulduk ya.”

“Peki ne zaman ayrıldın” diye soruyorum, 4 yıl olmuş. “Neden” diye soruyorum, susuyor. Şiddet mi vardı diyorum, liseli kızı giriyor söze, “O da kelime mi.” Fatma devam ediyor: “Alkol alıyordu. Bu zamana kadar hem o dayağı yedim hem çalıştım… Mecburdum, o çocukları büyüttüm de nasıl büyüttüm. Hayat mücadelesi veriyorum, sade ben değil. Herkes…” (Fotoğraf: Meltem Akyol)

                                                                                    ***

(IV) "Porsiyonlar küçüldü", tek torbaya iki ailenin pazar alışverişi sığıyor-Uğur ÖKDEMİR / EVRENSEL (31/10/2021)

Pazar alışverişini yapıp evin yolunu tutan bir kadın zamlar karşısında artan pahalılığa şu sözlerle tepkisini dile getirdi: “Pazar sepetinin dolu olduğuna bakmayın iki ailenin alışverişi var burada."

Bursa’nın Yıldırım ilçesinde yurttaşlar, “Hayat pahalılığının herkes farkında ama kimse ses çıkarmıyor” diyor. Tek pazar çantasında iki ailenin alışverişi var. 700 bine yakın nüfusuyla Bursa’nın en büyük ilçelerinden biri olan Yıldırım’da bulunan Teleferik pazar alanında geçtiğimiz gün Emek Partisi Yıldırım İlçe örgütü “Geçinemiyoruz, Zamlar Geri Çekilsin, Ücretler Artırılsın” konulu bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı takip ederken pazardaki yoksullaşmaya ve insanların tepkilerine şahit olduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın "Porsiyonları küçültün" önerisi, ücretlerin erimesiyle kendiliğinden gerçek olmuş.

Pazarın hemen girişinde tatlı satan ve 55 yaşının üzerinde olan bir kadın açıklama sonrası, “Aslında herkes yoksullaştı, bu tür açıklamaların çok fazla yapılması gerekiyor” diyerek insanların çıkış yolu aradığını söyledi.

İnsanların ses çıkarmamasının nedeninin korku olduğunu ifade eden kadın, “Her şey çok pahalı, insanların alım gücü çok düştü. Bunu da tezgahlarda yapılan satışla görebiliyoruz” dedi.

Saray’da yaşayanların insanların feryadını, çaresizliğini duymak yerine sağır ve dilsizi oynadığını belirten kadın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “2023’e birlikte yürüyor muyuz” söylemine ilişkin, “Bunu hangi yüzle soruyor anlamış değilim” diyerek tepki gösterdi.

"HER ZAMAN PAZARA ÇIKAMIYORUZ"

Pazar alışverişini yapıp evin yolunu tutan bir kadın da zamlar karşısında artan pahalılığa şu sözlerle tepkisini dile getirdi: “Pazar sepetinin dolu olduğuna bakmayın iki ailenin alışverişi var burada. Her zaman çıkamıyoruz pazara ayda bir anca. Geçen hafta 60 liraya aldığım yağ 70 lira olmuş. Marketlere gidip denetim yapıyorlar ama onlar çıkınca hemen fiyatları arttırıyorlar.”

"EN UCUZ ÜRÜN HANGİ TEZGAHTA ONU ARIYORUM"

Aldığı ürünün bir sonraki hafta aynı fiyatta olmadığını söyleyen bir başka kadın ise, “Pazarcılara da bir şey demiyorum. Bu ürün onlara gelene kadar zamlanıyor, onlar da kendi zammını koyarak satıyor. Olan bizlere oluyor. Eskiden kilo kilo alırdık ama şimdi bunun gerçekliği yok” diyerek yaşadığı yoksullaşmayı anlattı.

Tüm tezgahları tek tek dolandığını söyleyen kadın, “Hangi tezgahta ürün daha ucuz onu alıyorum. Artık ürün kaliteli veya kalitesiz ona bakmadan alıyorum. Geçinmek her geçen gün zorlaşıyor. Kış ayı geldi ve giderlerimiz daha da artacak bunu biliyorum. O yüzden nereden tasarruf yapabilirim onu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

Emek Partisi Yıldırım İlçe Örgütü “Geçinemiyoruz, Zamlar geri çekilsin, ücretler artırılsın” talebiyle yaptığı açıklamada, “Sermaye partileri oyu halktan alıp sermayeye hizmet ediyor. Bir yanda vergi yükü altında ezilen ve her gün gelen zamlarla temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan milyonlarca işçi, emekçi, emekli ve yoksul köylü; diğer yanda halktan toplanan vergilerle oluşan bütçeyi iktidar eliyle hortumlayan yandaş sermaye grupları var” dedi. Açıklamada, enflasyon karşısında ücret ve maaşların erimeye devam ettiği vurgulanırken, “Emekçi halk kitleleri, hayat pahalılığı ve borç batağında çırpındığı, geçiş garantili köprü ve otoyollar, uçuş garantili havaalanları, hasta garantili şehir hastaneleri aracılığıyla milyonlarca lira inşaat şirketlerine aktarılmaktadır. Kamu-Özel Ortaklığı adı altında halkın birikimi şirketlere peşkeş çekilmektedir” denildi.

Emek Partisi Yıldırım İlçe Örgütü, taleplerini şöyle açıkladı:

  • -Elektrik, su, doğal gaz, telefon, internet faturalarına yapılan zamlar geri alınmalı, geliri olmayan ailelerin faturaları devlet tarafından ödenmelidir.
  • -Başta asgari ücret olmak üzere, işçilerin eriyen ücretleri gerçek enflasyon oranında artırılmalı, ek zam yapılmalıdır.
  • -Asgari ücret insanca yaşanacak bir düzeye çıkarılmalı ve vergiden muaf olmalıdır. 
  • -Hanesinde çalışan olmayan her eve en az asgari ücret kadar ödeme yapılmalıdır. 
  • -KDV başta olmak üzere temel tüketim maddeleri üzerindeki tüm dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.
  • (Fotoğraf: DHA)






Kargo ücretsiz "Diriliş Ertuğrul Kılıcı" - Filiz GAZİ / BİRGÜN



Eminönü’nde birçok dükkânda satır ve benzeri kesici aletler rahatlıkla alınabiliyor. Sorduğum bir satır için “Vitrinden indireyim, el yapımıdır o” deniyor. Yine internet üzerinden üstünde kurt resmi olan sallama satırdan, Diriliş Ertuğrul Kılıcı’na kadar satış yapılıyor. Konuştuğum kişi, Diriliş Ertuğrul Kılıcı için bir miktar kapora istiyor. El yapımı olduğunu, sipariş üzerine üretildiğini söyleyerek “En geç 10 gün içinde elinize ulaşır” diyor.

İstanbul’da sokak ortasında Can Göktuğ Boz tarafından samuray kılıcıyla öldürülen Başak Cengiz cinayetinden sonra öldürme maksatlı kullanılabilecek kesici aletlerin internet üzerinden denetimsiz bir şekilde kolaylıkla satın alınabilmesi bir kez daha gündeme geldi.

İlgili sitelerde üstünde kurt resmi olan “sallama satırdan”, “Diriliş Ertuğrul Kılıcı”na kadar her çeşitte öldürücü aletler satılıyor. Konuştuğum kişi, “Diriliş Ertuğrul kılıcı” için bir miktar kapora istiyor. El yapımı olduğunu, sipariş üzerine üretildiğini söyleyerek “En geç 10 gün içinde elinize ulaşır” diyor.

‘SİLAH KÜLTÜRÜ’ BÜYÜK TEHLİKE

Yine yakın zamanda Çorum'un Bayat ilçesinde düğün töreninde havaya ateş açıldığı sırada kurşunların isabet ettiği iki kişi hayatını kaybetti. Ülkedeki “silah kültürü”, ruhsatsız silah sayısının yüksek olmasının bir nedeni. Silah üreticileri ve devletlerin yakın ilişkileri, silahlanmama karşıtı politikalar karşısındaki en büyük engel. Ülkede babadan, dededen kalma silah geleneğinin yerleşikliği de düşünüldüğünde ruhsatsız silah sayısını kestirmek zor.

Jandarma Genel Komutanlığı 2020 Yılı Faaliyet Raporu’na göre, Jandarmaya 2019 yılında silah bulundurma ruhsatı için 13 bin 206 başvuru yapılırken, 2020 yılında bu oran yüzde 34 artarak ve 17 bin 751’e çıkmış.

HER BAŞVURAN SİLAH ALMAMALI

Psikiyatrist Dr. Ayhan Akcan, “Silah ruhsat alımında gerekli prosedürlerin uygulandığını düşünüyor musunuz?” sorusuna “Uygulanmıyor. En azından sağlık muayenesi daha ayrıntılı olabilir” diyerek yanıt veriyor ve şöyle açıklıyor:

“Özellikle psikolojik değerlendirmesinde; kişilik özelliklerinde nevrotiklik, psikotiklik ve yalan söyleme düzeyi, bağımlılık düzeyi; özellikle kumar ve internet bağımlılık düzeyi, psikolojik hastalık düzeyi; takıntılı, aşırı kıskançlık, şizofren ve sürekli kaygı hali, şiddet boyutu ve ayrıca gerçeği değerlendirme özelliklerine bakılabilir.

Bu testler bilgisayar üzerinden dokunmatik ekran ile yapılmalı. Test öncesi onam alınarak, test anında video kayıt yapılmalı. Raporda test anında çekilen fotoğraflar mutlaka yer almalı. Sonuçta her başvuran silah almamalı. Silah ruhsatı için başvuranların üçte birinde psikiyatrik sorun olma ihtimali vardır. ‘Psikolojik değerlendirme’ eziyet ve külfete dönüşmemesi için; baştan imza attırarak taahhüt altına alındığında uygulanmalıdır. Çok dikkatli olunmalıdır. Terste tepebilir. Kayıt dışına talebi artırır.”

Av tüfeğinin ve benzeri silahların satın alma sürecinin nasıl olduğunu öğrenmek üzere İstanbul Eminönü’ne gidiyorum. Baştan sona av tüfeklerinin, silahların satıldığı bir sokağa yönlendiriliyorum. İkamet edilen yerin Emniyet Müdürlüğü’nün ruhsat bürosuna başvurma, sağlık raporu alma gibi bir dizi prosedür sonrasında alınan evraklar olmadan silah alamayacağım söyleniyor; “Bu evraklar olmadan yivsiz ya da yivli av silahı alma şansınız yok. Kuru sıkı alsanız dahi bazı evraklar istiyoruz.” Aynı sokakta birçok dükkânda satır benzeri kesici aletler ise rahatlıkla alınabiliyor. Sorduğum bir satır için fiyat verilerek, “Vitrinden indireyim, el yapımıdır o” deniyor.

TAKSİTLE ALINMIŞ BİR SİLAHLA ÖLDÜRÜLDÜ

2019 yılında, 17 yaşındaki lise öğrencisi Helin Palandöken sosyal medya hesabında “Gizli bir platonik sapığım var. Sokağa çıkmaya korkuyorum” diye yazdıktan birkaç gün sonra pompalı tüfekle vurularak öldürülmüştü. Babası Nihat Palandöken’le konuşuyoruz. “Kızım 9 taksitle alınmış bir silahla öldürüldü” diyor. “Bu kadar basit…”

“Bugün bir bankaya kredi çekmek için gitsen, 9 taksit yaptıramazsın. Bir sürü evrak isterler, kefil isterler. İnternetten ekmek peynir gibi silah satılıyor. Ben kendim aradım, denedim. Evraka gerek var mı dedim, yok dedi. Kapıdan teslim… Devlet bile isteye bunu engellemiyor. O günden bu yana mücadele ediyorum, alanlardayım. Hiçbir şey değişmedi. İstanbul Sözleşmesi tam etkin kullanılmadığı sürece bu cinayetler durdurulamaz. Bundan en çok kadınlar zarar görüyor.”

O GÜN ÜÇ KİŞİ ÖLDÜ

Sinem Cebeci, 12 Ağustos 2019’da bayram tatili için gittiği Balıkesir’in Erdek ilçesinde 10 yaşındaki kızı Selen’i maganda kurşunları sebebiyle kaybetti. Cebeci o günü şu sözlerle anlatıyor:

“Eğlence için gittiğimiz yere pompalı tüfekle ateş edildi. Çıkan saçmalar kızımın başına isabet etti. Ruhsatsız, pompalı tüfekle tek el ateş etti, tek mermiden çıkan saçmalardan o gün üç kişi öldü. Kızımı ve üç kişiyi öldüren kişi, saldırdığı kişilerle bir gün önce tartıştıkları için tahrik indirimi aldı.”

“Bir insanı hayattan kopararak birçok insanın da hayatını değiştirmiş oluyorsunuz. Çekirdek ailemin, yakınlarımızın hayatı değişti. Eski fotoğraflarımıza bakıyoruz, ne kadar çok gülüyormuşuz diyoruz. Çünkü şu an öyle bir gülüşümüz yok.”

YILDA BİNLERCE KİŞİ ÖLÜYOR

Bireysel silahlanma ve bireysel şiddete karşı mücadele eden Umut Vakfı’nın "Türkiye’nin silahlı şiddet haritası” adlı 2020 yılına ait silahlı şiddetle ilgili hazırladığı rapora göre; yıl içinde yaşanan 3 bin 682 silahlı şiddetin yüzde 85’i ateşli silahlarla işlendi. Bu olayların 3 bin 128’inde ateşli silahlar (bin 303’ü tüfek, bin 825’i tabanca), 554’ünde ise kesici ve delici aletler kullanıldı.

Umut Vakfı’nın 1 Ocak 2021- 24 Eylül 2021 tarihleri arasında basına yansıyan silahlı şiddetle ilgili haberleri tarayarak hazırladığı rapora göre ise 2 bin 592 silahlı şiddet olayı tespit edildi. Bu olaylarda 1470 kişi öldü, 2 bin 693 kişi yaralandı. 2 bin 592 silahlı şiddet olayının 208’i direkt; düğün, nişan, asker eğlencesi gibi kutlamalarda ve trafikteki tartışmalarda ya da havaya ateş açılması sonucu gerçekleşti. 2 bin 185’inde ateşli silahlar, 407’sinde ise kesici aletler kullanıldı. Raporun bir dikkat çekici verisi ise ateşli silahlarla işlenen cinayetlerin 98’inin polis-asker ve emekli güvenlik mensupları tarafından işlenmesi.

SİLAH, ERKEKLİK VE GÜÇ

Kadına şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlanmış İstanbul Sözleşmesi’ni 11 Mayıs 2011’de ilk imzalayan ülkelerden biriydik ve sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni 20 Mart 2021 tarihinde bir gecede feshetti. Sözleşmeden çıkılan tarih olan 20 Mart- 24 Eylül 2021 arasında 304 kadın cinayeti işlendi.

Umut Vakfı’ndan Ebru İlke, silahlı şiddet olaylarının her geçen yıl arttığını söylüyor:

“15 Temmuz’dan sonra çok daha fazla bireysel silahlanma oldu. Öyle telefonlar alıyoruz ki! ‘Biz 15 Temmuz’u gördük, silahı nasıl yasaklamak istersiniz’ deniyor. Geçtiğimiz yıl pandemiden dolayı yılın yarıdan fazlasını evlerimizde geçirdik. Bu süreçte aile içinde öldürülmelerin arttığını gördük. Silahlı şiddet olaylarının daha çok eğitimsiz kesimlerde olduğu düşünülür oysa son yıllarda iş bulamadığı, ekonomik sıkıntı çektiği için psikolojik rahatsızlıkları olan insanlar artık annelerini, babalarını, en yakınlarını öldürüyorlar.”

İLGİLİ MERCİLERDEN YANIT ALAMIYORUZ

İlke, silahlı şiddete ilişkin olaylarda, “at, avrat, silah” geleneğinden kaynaklı etkiden de bahsediyor:

“Bize özgün şöyle bir tarafı var. ‘At, avrat, silah’ geleneğinden kaynaklı bir durum var. Silah, erkeklik ve güçle ilişkilendiriliyor. Boşandıktan 10 yıl sonra eşi başkasıyla evlenmek istediği zaman gidip eşini öldürüyor. Olabilecek şey değil, insanın mantığı almıyor. Trafikte de öyle, niye bana baktın diye insanlar birbirini vuruyor. Bizi yönetenlerde de şiddet dili hâkim. Televizyonlarda haftada kaç gün şiddet dizileri veriliyor. Tüm bunların hepsi etkili.

Açıkladığımız sayılardan çok daha fazla olduğunu düşünüyoruz. CİMER’den ve ilgili bakanlıklardan defalarca bilgi edinmeye çalıştık, yanıt alamadık. Yerelde çoğu olayların basına yansıdığını düşünmüyoruz. Şöyle bir örnek vermek isterim. Samsun’da bir köyde İstanbul’dan bir aile düğüne gidiyor. Düğünde maganda kurşunuyla 9 yaşında kızları öldürülüyor. Aynı köyde bir yıl sonra yine İstanbul’dan giden iki çocuk annesi bir kadın hayatını maganda kurşunuyla kaybetti.”

HUKUK İŞLETİLMİYOR

Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Timur Demirbaş, öncelikle “Yasal düzenleme var ama uygulanmıyor. Cezası olsa bile cezasızlık var” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Av silahları bakımından yeterli koruma sağlanmıyor. 6136 sayılı kanundaki gibi hapis cezası verilsin diyoruz ama genellikle para cezası öngörülüyor. Pompalı tüfeklerin internette satışı yapılıyor. Normal olarak bu tip olaylardan o ilin Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı sorumludur ama böyle bir sorumluluk hiç konuşulmuyor. Bakın, İstanbul’da Esenyurt her gün Teksas gibi…”

Demirbaş, 25 Mart. 2020 tarihinde, 7226 sayılı Kanun ile 2521 sayılı Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı Satımı ve Bulundurulmasına Dair Kanun’un 11’inci maddesinde yapılan değişiklikle pompalı ya da av tüfeği olarak bilinen silahların izinsiz ya da izin belgesine aykırı üretim, satış ve reklam yasağına ilişkin olumlu düzenlemeler yapıldığını belirtiyor.

“Buna göre, izinsiz üretim yapanlara 5 yıla, yasadışı satışını yapanlara 3 yıla kadar hapis cezası getirildi. Herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla ticari reklamı veya tanıtımının yapılamayacağı, bu silahların kullanılmasını özendiren veya teşvik eden kampanyalar düzenlenemeyeceği de yasaya eklendi. Örneğin, internette ya da sosyal medyada bu silahların reklamını yapmanın cezası bu yıl 114 bin 326 TL oldu. Ancak ruhsatsız tüfek sahibi olmakla ilgili yaptırımların hâlâ herhangi bir caydırıcılığı bulunmuyor.”

KAYIP SİLAHLAR TEHDİT OLUŞTURUYOR

İçişleri Bakanlığı’nın faaliyet raporunda yer alan istatistiklere göre kayıp ve çalıntı silah sayısı yıllara göre şöyle:

→ 2014’te 14 bin 682 silah

→ 2015’te 91 bin 120 silah

→ 2016’da 107 bin 628 silah

→ 2017’de 106 bin 740 silah.

Buna göre 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kayıp silah sayısının 7,5 kat arttığı görülüyor.

Filiz GAZİ / BİRGÜN

Planlar Tosyalı için değiştirilmiş - İsmail Arı / BİRGÜN

 Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyesi Fuat Tosyalı’nın şirketi için imar planlarını değiştirdiği açığa çıktı. Şirket, İskenderun’a denizi doldurarak liman inşa edecek.


Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) Yönetim Kurulu Üyesi olan ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Fuat Tosyalı’nın şirketi için imar planlarının değiştirildiği ortaya çıktı. Yapılan imar planı değişikliğiyle deniz doldurularak binlerce metrekare büyüklüğünde bir liman inşa edilecek.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Hatay'ın İskenderun ilçesindeki 2’nci Organize Sanayi Bölgesi’nin imar planlarını değiştirdi. Yapılan plan değişikliğiyle, Fuat Tosyalı’nın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Tosyalı Holding’in sanayi bölgesinde denizi doldurarak yaklaşık 80 bin metrekare büyüklüğünde liman inşa etmesinin önü açıldı.

Bakanlık, plan değişikliği için AKP’li İskenderun Belediyesi’nin görüşünü de sordu. İskenderun Belediyesi’nin imar planı değişikliğine ilişkin “olumlu” görüşü de 1 Eylül tarihinde CHP'li meclis üyelerinin ret oylarına karşın AKP’li ve MHP’li meclis üyelerinin oy çokluğuyla Belediye Meclisi'nde kabul edildi.

KİRLİLİĞİ ARTIRACAK

CHP'li meclis üyeleri plan değişikliğine şu ifadelerle itiraz etti: “Yapılması planlanan iskele ve deniz dolgu alanı, denizlerimizdeki ekolojik dengeyi bozacak, balık yuvalama alanlarına zarar verecek. Plan değişikliğiyle deniz kirliliğinin daha da çok artacağı ve değişiklikte hiçbir kamu yararının sağlanmadığı kanaatine varılmıştır. Bu nedenlerden dolayı denizin doldurulmasına karşıyız.”

AKP'Lİ BAŞKANIN AĞABEYİ

Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı ise AKP'li İskenderun Belediye Başkanı Mehmet Fatih Tosyalı’nın ağabeyi. Fuat Tosyalı, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 2018 yılında Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) Yönetim Kurulu Üyesi olarak atamıştı.

TANK PALET DE TOSYALI’NIN

Ayrıca Tosyalı Holding, geçen yaz Ethem Sancak ve Talip Öztürk’e ait BMC'nin 50,1'lik hissesini satın aldı. Nisan 2018’de Altay Tankı ihalesini alan BMC’ye 2019 yılında Sakarya’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait Tank-Palet Fabrikası 50 milyon dolar yatırım şartıyla 25 yıllığına tahsis edilmişti. Yani bu satışla beraber uzun bir süre gündem olan tank palet fabrikasında en büyük söz sahibi de Tosyalı Holding oldu.

AYRICALIKLI MUAMELE

Hatay Büyükşehir Belediyesi ve İskenderun Belediyesi Meclisi’nin CHP’li Meclis Üyesi Ali Mutlu, BirGün’e yaptığı açıklamada, iktidarın ve AKP’li belediyenin Tosyalı Holding’e ayrıcalıklı davrandığını belirterek şunları söyledi: “Biz bir sanayicinin, iş insanının yatırım yapmasına karşı değiliz ama bunun eşit koşullarda olması lazım. Birçok şirketin talepleri bekletilirken Bakanlık ve AKP’li İskenderun Belediyesi, Tosyalı Holding’in hiçbir talebini geri çevirmiyor. Birçok şirketin yaptığı başvuru belediye meclisi toplantısının gündemine alınmıyor. Çünkü gündem alma yetkisi belediye başkanında. Ancak, AKP’li İskenderun Belediye Başkanı Tosyalı’nın ağabeyinin şirketiyle alakalı gelen birçok teklif hızlıca gündeme alınıp kabul ediliyor. İskenderun Körfezi’nden başka yerlerde olmayan birçok balık türü var. Bun türlerin yok olmaması lazım. Tosyalı Holding İskenderun’u kendilerine özel bir alan olarak seçmiş.”

***

İHALELERİN VAZGEÇİLMEZİ

Fuat Tosyalı’nın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Tosyalı Holding’e bağlı birçok şirket bulunuyor. Holding'e bağlı şirketler kamu kurumları ile belediyelerden 2012 ile 2021 yıllarını kapsayan son 10 yıllık dönemde tam 1 milyar 170 milyon TL değerinde 43 ayrı ihale aldı. Bu ihalelerin çok büyük kısmını ise kamu kurumlarının açtığı "boru alım" ihaleleri oluşturuyor.

İsmail Arı / BİRGÜN



Türk Hava Yolları'nda TÜGVA biletleri - Murat AĞIREL / Yeniçağ

 Türk Hava Yolları…

Göklerde ülkemizi temsil eden kişilerden bağımsız söylüyorum güzide markamız…

1933 yılında kurulan Türk Hava Yolları'nın yüzde 50,88'i halka arz edilmiş durumda. Ortaklık hisselerinin yüzde 49,12'si Türkiye Varlık Fonu'na; bir adet C grubu hisse ise T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na ait.

Ödenmiş sermayesi, 1,38 milyar TL olan ortaklığın altı adet bağlı ortaklığı, 12 adet de müşterek yönetimine sahip olduğu toplamda 18 adet bağlı ortaklık ve iştiraki var.

Türk Hava Yolları'nın, 2020 yıl sonu itibarıyla 363 uçağa sahip filosuyla, yolcu taşıyan hava yolları arasında filo büyüklüğü bakımından dünyanın en büyük 9'uncu hava yolu şirketi olacağı öngörülüyor.

Yani küresel çapta tanınan bir firmadan bahsediyoruz.

Öte yandan…

Türk Hava Yolları, operasyonel açıdan 2020 yılında karşılaşılan zorluklar neticesinde 255 milyon ABD doları esas faaliyet zararı elde etti.

Ağustos 2021 tarihinde THY Basın Müşavirliği'nden ikinci çeyrek verilerinin paylaşıldığı açıklamada, THY'nin , bu zorlu dönemde COVID-19 salgını kaynaklı krizin etkilerine rağmen 2021 yılının ikinci çeyreğini 114 milyon dolar esas faaliyet kârı ve 62 milyon dolar net zarar ile tamamladığı bildirildi.

Peki, bunları neden anlatıyorum?

THY ismi, başarılarından ziyade liyakatsiz ve havacılık sektöründeki deneyimi sadece uçağa yolcu olarak binmek olan bazı vakıf kökenli kişilerin yönetime atanması ile gündemden düşmüyor.

Yine de anlatacağım konu bu da değil.

Metin Cihan sosyal medya hesabından bazı evraklar paylaştı. TÜGVA ile THY arasında yapılan bir sponsorluk anlaşmasının belgeleri.

THY'den "Bölge Uzmanı Yetiştirme Programı" kapsamında çeşitli ülkelere gönderilecek gençler için 1500 adet uçak bileti isteniyor.



Biletler veriliyor, proje gerçekleştiriliyor.
























Lakin THY sponsorluğu sadece bununla bitmiyor.

THY'den emekli olan okurum tarafından bana bir bilgi iletildi. THY bazı vakıflar ile -ki bu vakıf isimlerini tahmin edersiniz- protokoller imzalamış. Sponsorluk anlaşmaları yani. Söz konusu da sadece TÜGVA değilmiş.

Ben TÜGVA yetkililerine de doğrulatmak için gönderdiğim belgeleri tekrar gözden geçirdim.

Söz konusu belgelerde bazı bilgiler çıktı.

Şöyle ki:


2016 Vakıf gider tablosunun "Çeşitli Giderler" kısmında 62 bin TL yurt içi seyahat gideri yer alıyor.

Başka bir tabloda da çeşitli kademede bulunan TÜGVA yöneticilerinin yaptığı seyahat tablosu var. Bu tabloda yurt içi uçuş gideri 127 bin TL. Ayrıca listede uçak ücretlerinin yanında "iskonto" ibaresi yer alıyor. Yani TÜGVA yetkilileri de yurt içi uçuşlarında uçuş ücretini neredeyse ödememişler.

Bedavaya uçmuşlar desek yeridir.

Peki, başka hangi vakıf ile sözleşme var diye araştırmaya koyuldum.

Tabii yönetiminde bu vakıfların yöneticilerinin bulunduğu THY çalışanlarından resmî cevap almak imkânsıza yakın. Ancak aldığım bilgilere göre birçok vakıf bu şekilde THY ile protokol yapmış.

Murat AĞIREL / Yeniçağ

16 Kasım 2021 Salı

Paramount yazışmaları ve Bodrum’daki otel derebeyliği - Bahadır Özgür / BİRGÜN


 

“Cihan iyi sabahlar…” 25 Mart 2020 günü iletilen bir mailin üzerine düşülen not böyle başlıyordu: “Ekteki dosyaları okuduktan sonra onay verirsen, kararları uygulamaları için göndereceğim.”

Mesajın sahibi, Paramount Otel’in Genel Müdürü Geylan Dursunoğlu’ydu. Gönderilen adres, skandalın kilit ismi Cihan Ekşioğlu. Bedava kalan kim varsa adını verdiği kişi yani.

Atilla Uras’ın mirasçılarındaki belgelerin arasından çıkan mesaj, otelin Unico Sigorta’ya satışıyla ilgiliydi. Sezgin Baran Korkmaz’ın avukatlarının hazırladığı dökümanlar önce Ekşioğlu’na sunuluyordu. Ekşioğlu’nun oteli satan kişi olduğunu gösteren ilk “resmi belge” sayılır yazışma. Dahası da var.

Lakin çoğu kimsenin aklında şu sorular dolanıp duruyor hala: “Bir otel için kopan fırtına nedendir? Devlet niye müdahale etmiyor?”

Ne var ki yanıt, otelin içinde değil sadece. Zira Paramount, uzun zamandır Bodrum’da devam eden bir mülkiyet değişiminin en yozlaşmış parçasıdır. Haliyle bu “şer yuvasının” kıymeti, biraz da etrafında olup bitenlerle alakalıdır.

                                                                       ***

Berthold Brecht’in “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi” oyunu, bir Hitler alegorisidir. Sebze piyasasında hakimiyet kurmaya girişen karnabahar tröstünün mafyayla işbirliğini anlatır. Mafya-sermaye ilişkisinde iki nokta öne çıkar. İlki; mafya, asla patronlar kulübünden güçlü olamaz. İkincisi; piyasanın olağan akışında halledilemeyen işlerde devreye girer ve çarkları hızlandırır.

Paramount vakası da bir AKP dönemi alegorisi işte. Bir yüzünde çete dururken, diğer yüzü düpedüz mülkiyet değişimine uzanır. Yukarıda aktardığımız mail de bunu temsil ediyor bir bakıma. Ekşioğlu’nda bir yüze, Dursunoğlu’nda diğer yüze bakıyoruz.

Gelin, Paramount merkezli farklı bir bilanço çıkarmaya çalışalım şimdi. Torba koylarını “hilal taktiğiyle” çevirmiş bir dizi otelin hikayesi, anlatılmaya değer çünkü. Üzerlerine isim etiketlerini yapıştırdığımızda, tesadüf olamayacak bir harita çıkıyor; sanki bir “otel derebeyliği!”

Biraz geriye gidelim; 8 yıl öncesine, Recep Tayyip Erdoğan’ın Rixos’taki tatiline… Bir sabah yatla Torba’yı dolaşmış, ardından gazetecilere koyların talan edildiğini anlatıyordu. “Bakalım” diyordu Erdoğan; “Çevre için ortalığı ayağa kaldıranlar, attığımız adımlarda nerede duracaklar.”

Denetimler başladı hemen. Yıkım kararları filan çıktı. Katiyen “dokunulmayacak” olanlar da vardı. Tabiat parkını işgal eden Vogue Otel mesela. Yeni dikilenlerin sayısı da arttı üstelik.

***

Bodrum 80’lerden beri gözde mülk, malum. İstanbul sermayesinin tatilin ötesine taşan iştahı, Özal’ın “turizm teşvikleriyle” kabarmıştı. 90’larda besin zincirine mafya ve beraberindeki isimler eklendi. Alaattin Çakıcı’yla ilişkisi sık gündeme gelen ve en son Bülent Eczacıbaşı’nın şortla şantiyesini bastığı Çağlar İnşaat meşhurdu. 2000’den sonra emirler ve oligarklar karnavala katılıyor; marinalar, dev yatlar, özel jetlerle beraber Bodrum, paranın toplandığı bir Akdeniz “açık şehri”ne dönüşüyordu. AKP de kendi “çitleme harekatına” girişti. Mevcut birikimin bir kısmı hızla el değiştirirken ormanlar, kıyılar, koylar inşaat furyasından aşina olduğumuz gruplara transfer edilmeye başlandı. Dolayısıyla inşaatta gördüğümüz yapının benzeri, burada da şekillendi.

Tekrar Torba haritasına dönelim ve bu oligarşik yapının turizmdeki halini somutlamaya çalışalım.

***

“AKP dönemi otelcileri Tamince’nin cebinden çıktı” denilse yeridir hani. Hanutçuluktan Rus ortaklı Rixos imparatorluğuna ulaşan Tamince’nin yanında yöresinde kim varsa, Torba koylarında boy gösteriyor. Tamince, 2003’te Paramount’un yanına kondurduğu Rixos’un başına, adı hiç duyulmamış bir hemşerisini, Vedat Dalkıran’ı getirdi. Sonrasında nerede yeni otel açılsa, Dalkıran orada belirdi. Janna, Sedative, Jumeriah markalarını Dubai’den getiren oydu. Paramount’un el değiştirmesini başlatan isimdi.

Erdoğan’ın açıklamasından bir yıl sonra, Tamince’nin diğer hemşerisi Turan Avcı da Torba’ya hicret etti. Rusya’ya deri satmakla başlayan ticari hayatı, inşaata girmesiyle değişmişti. Rusya’ya gidenin “inşaatçıya”, Dubai aktarması yapanın da “turizmciye” dönüşmesi ilginç bir “yandaş evrimi” olsa gerek. Bir tür “hac” rotası gibi.

Avcı da Bodrum’daki ilk otelini tabiat parkının dörtte birini işgal ederek dikiyordu. Vouge Otel’i 2013’te dönemin Turizm Bakanı Ömer Çelik açtı.

Torba’ya hızlı giriş yapan bir başka isim de Azat Grup’tu. 2013’te Antalya’da, Rixos’un 3 No’lu odasında kurulan Metin Azat şirketi, organize sanayi bölgesine taşınıp Free Wood Mobilya ve İnşaat adını aldı. Bugün Torba’daki Door’a ve Oba adlı iki otelin sahibi.

Paramount’un satışında rol alan Dursunoğlu aynı bölgedeki Sarpedor’un işletmecisiydi. 2021’de Door’a’nın yönetimine geçti. Oba’nın ortağını ise iyi tanıyoruz. Melih Gökçek’in semirttiği Söğüt İnşaat’ın sahibi, dolmuş şoförlüğünden milyarlarca liralık ihalelere terfi eden Mustafa Akan. (https://www.birgun.net/haber/melih-gokcek-le-yolunu-buldu-360003Sedat Peker’in açıklamaları sayesinde 2017 referandumunda Süleyman Soylu’ya özel jet kiraladığını da yakın zamanda öğrendik. Ankara’da kurduğu Akanhan Petrol Turizm AŞ’ye, 2020’de Erol Azat dahil oldu. Ve beraberce yıkılmaya yüz tutmuş Angel’s Otel’i alıp, enine-boyuna iki kat büyütüp, tüm sahili yutup Bodrum’un ilk muhafazakar oteli Oba’yı açtılar. 

Eski ve yeni hali şöyle:

Torba’nın en renkli siması ise Şaban Kayıkçı kuşkusuz. Parlak kariyeri, Gübretaş’ın 2008’de yaklaşık 700 milyon dolara İran’da aldığı petrokimya tesisi Razi’ye, satıştan dört ay önce kurduğu Asya Gaz’ın ortak olmasıyla başlıyor. Sonrası fırtına... Denizcilik şirketi, Arabistan’da enerji yatırımı, Kocaeli’de 10 bin konutluk proje, bir dönem Haliçport’ta Tamince ile işbirliği derken, ikametgahı Dubai’de görünen Kayıkçı, 2018’de SBK’dan aldığı Kervansaray Otel’i, Duja Bodrum’a çevirip turizme de daldı.

Tabiat parkının kalan kısmında, Ortakent’te, Cennet Koyu’nda, Güvercinlik’te vs. olanları saymadan Torba’daki değişimin portresi böyle.

İp gibi dizilen şu mülkiyet haritası da özet olsun:

Paramount’un ucu nereye varıyor az çok belli olmuştur. Yine de baştaki mesajdan bir yıl sonra gönderilen bir başka yazışmayı da aktaralım ki, otelin kimin hükmünde olduğu biraz daha aydınlansın.

Otelle ilgili kıyametin koptuğu günlerdeki özel misafirler, Erdoğan’ın daimi danışmanı Mücahit Arslan’ın “ağabey” dediği Şaban Kayıkçı’nın damadı ve kızıydı. Ev sahibi ise Uğur Berke Kayıkçı. Anlaşıldığı kadarıyla Duja ile Be Premium’u (Paramount’u yeni adı) aynı kişiler yönetiyor. Oğul Kayıkçı’nın, Gübretaş’ın 2020’de satılan milyon dolarlık iki gemisini alan Marshall Adaları’ndaki off shore şirketin kurucusu olduğunu; o şirketin Türkiye şubesinin de Burak Erdoğan’ın ortak olduğu MB Denizcilik’in adresinde bulunduğunu not edelim.

Her şey ne kadar da Emile Zola’nın, Bonaparte dönemini özetlediği şekilde ilerliyor: “Tüm servetler tahtın etrafında toplanmalı.”

***

Bu köşede elimden geldiğince “seçimle gideceklerin”, “seçimle geri vermeyecekleri” şeylerin peşine düşmeye çalışacağım. Daima ilham kaynağı olan Zola’nın, tahtın düşüşünü müjdeleyen “Yıkılış” romanının son sayfasının son cümleleri de Birgün hikayesinin başlangıcı olsun:

“Her şey bitmişti: Peş peşe gelen bozgunlar, kaybedilen taşra illeri, ödenecek milyarlar… Toprak mahvolmuş, çöle dönmüş, ocak yanmış, yıkılmıştı. Jean, alçak gönüllü ve kederli düştü yola; geleceğe yürüyordu, kendisini bekleyen o büyük, o çetin işe, Fransa’yı yeni baştan kurmaya.”

Bahadır Özgür / BİRGÜN