2 Şubat 2022 Çarşamba

EMEKÇİ MÜCADELE DOSYASI (Basından derleme)

 1) Akkuyu'da 2 aydır maaş alamayan işçiler iş bıraktı (SOL)

Akkuyu Nükleer Santral projesinde, ikinci türbinde çalışan 250 taşeron firma işçisi, maaşlarının ödenmediğini belirterek iş bıraktı. 

Mersin’in Gülnar ilçesinde yapımı süren Akkuyu Nükleer Santrali’nde, taşeron firma bünyesinde çalışan 250 işçi iki aydır maaşlarının ödenmediğini belirterek, 5 gün önce iş bıraktı.

ANKA'nın haberine göre eylem sürdüğü sırada bir işçi şunları söyledi: “Ben Mersin Akkuyu’da çalışan bir işçiyim. 2 aydır maşlarımızı alamıyoruz, 4 gündür eylemdeyiz. Yarın toplu çıkış verecekler, eylem yaptığımız için bizleri koşulsuz işten çıkaracaklar. Yarın da eylem yapacağız, ancak hiçbir şekilde sesimizi duyuramıyoruz. Kiramızı ödeyemediğimiz için ev sahibi evden çıkartıyor. İşçi mutfak param yok deyip feryat ettiği için dün çıkışı verilmiş. Burada haksızlık hat safhadadır. Bugün de şantiye şefi ‘para mara yok, başınızın çaresine bakın’ diyor.”

CHP Mersin Milletvekili Cengiz Gökçel, işçilerin eylemiyle ilgili olarak şunları söyledi:

AKP 20 yılda ülkemizi öyle bir hale getirdi ki, kamu projelerinde dahi emekçilerin maaşları ödenemiyor. Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde taşeron firmalarda çalışan işçilerimizin maaşı 4 aydır ödenmiyor. Burada hükümete sesleniyorum: İşçilerimiz bu zor şartlarda elektriğin, doğalgazın, gıda ürünlerinin bu kadar pahalandığı bir dönemde 4 aydır maaşını alamazken siz ne yapıyorsunuz? Akkuyu Nükleer Güç santralinde çalışan işçilerimize sesleniyorum. Her zaman yanınızda olduk. Bundan sonra da hakkınızı almanız konusunda sizlerin yanında olacağız.”

2) Akkuyu Nükleer Santral işçileri iş bıraktı: 'Mutfak param yok' diyeni kovdular (BİRGÜN)

Dün bir arkadaşları 'mutfak param yok' diyerek tepki gösterdiği işten çıkarıldığını belirten bir işçi, “Ben Mersin Akkuyu’da çalışan bir işçiyim. 2 aydır maşlarımızı alamıyoruz, 4 gündür eylemdeyiz. Yarın toplu çıkış verecekler eylem yaptığımız için bizleri koşulsuz işten çıkaracaklar. Yarın da eylem yapacağız, ancak hiçbir şekilde sesimizi duyuramıyoruz. Kiramızı ödeyemediğimiz için ev sahibi evden çıkartıyor. İşçi mutfak param yok deyip feryat ettiği için dün çıkışı verilmiş. Burada haksızlık hat safhadadır. Bugün de şantiye şefi ‘para mara yok, başınızın çaresine bakın’ diyor.”                                                       ***

3) TKP'den direnen Yemeksepeti işçilerine destek (SOL)

TKP, hakları için direnişe geçen Yemeksepeti emekçilerine dayanışma ziyaretinde bulundu.Yemeksepeti Banabi kuryeleri ve depo çalışanları düşük ücretler ile sendikalaşma ve prim hakları için dün ve bugün kontak kapatmıştı. İzmir, Ankara, Manisa başta olmak üzere pek çok ilde eylem yapan işçilerin İstanbul Levent'teki Genel Müdürlük binası önündeki direnişleriyse sürüyor.İşçiler şirketten yanıt gelene kadar genel müdürlük binası önünden ayrılmayacağını duyururken, TKP işçilere dayanışma ziyareti yaptı. Ziyarette işçilere 4. Levent Semt Evi'nin hazırladığı çorbalar da dağıtıldı.

4) Yemeksepeti’nde günün menüsü: “Direne direne kazanacağız” (BİRGÜN)

Yemeksepeti için çalışan kuryeler, yüzde 17'lik zam dayatmasına karşı şirketin İstanbul Levent’teki genel merkezi önünde toplandı. Motorlarıyla eylem alanına gelen işçiler, “Direne direne kazanacağız” sloganı attı. Yemeksepeti kuryeleri ayrıca İzmir'de de eylem yaptı. Türkiye’de emekçilerin isyanı sokaklarda dalga dalga büyüyor. Trendyol, Hepsiburada ve çeşitli kargo şirketlerinin çalışanlarının ardından Yemeksepeti kuryeleri de kontak kapatarak direnişe geçti. Yüzde 17'lik zam dayatmasına karşı iş bırakan kuryeler, İstanbul Levent’te bulunan Yemeksepeti Genel Merkezi önünde toplandı.DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası'nın çağrısıyla Yemeksepeti Genel Merkezi önünde motorlarıyla bir araya gelen yüzlerce Yemeksepeti kuryesi, şirketin düşük zam teklifine karşı kendi taleplerini sıraladı.Emekçiler, “İşçiler burada yönetim nerede”, “Direne direne kazanacağız” ve “Yaşasın sınıf dayanışması” şeklinde sloganlar attı. Öte yandan eyleme, Turizm Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası (TEHİS) da destek verdi. Yönetimle görüşmek isteyen emekçilerin bekleyişi sürüyor.Yemeksepeti kuryeleri ayrıca İzmir'de de kontak kapattı.Yemeksepeti kuryelerinin talepleri şu şekilde: 1. Net 5500 TL maaş, prim ve yan haklar, 2. Haklarını arayan hiç bir işçi ve kurye işten ayrılmayacak, 3. İş kolumuzu derhal taşımacılığa geçirilsin, 4. Sendikal faaliyet güvence altına alınsın.

5) Direnişteki Yurtiçi Kargo emekçileri taleplerini 5 maddede dile getirdi (SOL)

Yurtiçi Kargo emekçileri direnişlerinin ikinci gününde. Emekçiler taleplerini beş maddede dile getirdi. Yurtiçi Kargo Direnişi ikinci gününe girmiş durumda. Patronların Ensesindeyiz Ağı, direnişin olduğu yerde Yurtiçi Kargo'da esnaf-kurye modeliyle çalışan Hikmet T. ve Doğuhan Ü. ile görüştü.

“%17’lik zam açıklamasının ardından oranın yükseltilmesi talebinde bulunduk." diyen çalışanlar, bunun karşılığında şube kapatıldı ve sözleşmelerin feshedildiği bilgisi sözlü olarak tarafımıza iletildi. Direnişimiz ise zammın kabul edilmemesi ve arkadaşlarımızın işten çıkarılmasıyla başlamış oldu.” ifadelerini kullandılar. Araçlarının bakım giderleri, vergileri, muayeneleri, sigortaları ve kendilerinin sigortalarını karşılamak zorunda olduğunu söyleyen çalışanlar, ellerine geçen ücretten masraflar çıkarıldığında geçinmenin mümkün olmadığını dile getirdiler. Aralık ayında yapılan zamlar ve şimdi teklif edilen zam oranlarının gülünç olduğunu ileten çalışanlar, geçen seneki zam oranının sadece 15 kuruş olmasına rağmen o sırada kargo sayısı yüksek olduğu için geçinebildiklerini söylediler ve bir arkadaşlarının çarpıcı sözünü yinelediler: “Geçen yıl dağıttığımız her bir kargo başına iki ekmek alıyorduk, 50 kuruş cebimize kalıyordu. Şimdi verebileceğiniz ücret ile iki ekmek alabilelim, 50 kuruş size kalsın.”Yurtiçi Kargo direnişindeki çalışanlar taleplerini beş maddede aşağıdaki gibi sıraladı:

  1. Tüm esnaf-kurye modeli çalışanlarına %40 zam.
  2. Garanti ücret verilmesi, sağlanamıyorsa garanti kargo sayısı belirlenmesi.
  3. İşten çıkartılan, sözleşmeleri feshedilen arkadaşlarımızın işlerinin iadesi.
  4. Yurtiçi Kargo kaynaklı cezaların bize yüklenmemesi, Yurtiçi Kargo tarafından üstlenilmesi.
  5. Çalışanlara tehditvari konuşmalar ve mobing uygulamalarının kaldırılması
                                                                       ***
6)Şimşek Çorap ve Erdal Çorap işçileri de mücadele başlattı (BİRGÜN)

İstanbul'da Alpin Çorap işçilerinin direnerek talep ettikleri hakları kazanmasının ardından Şimşek Çorap ve Erdal Çorap işçileri de ücret artışı talebiyle iş bırakma eylemi başladı. Türkiye’deki işçilerin son dönemlerde başlattığı mücadele birçok sektörde devam ediyor. İstanbul’daki Alpin Çorap işçileri geçtiğimiz günlerde başlattıkları hak mücadelesini kazanarak taleplerini aldılar. İşçilerin bu kazanımı aynı sektördeki işçileri de harekete geçti. Deriteks Sendikası’nca yapılan açıklamalarda Erdal Çorap ve Şimşek Çorap işçilerinin de hak mücadelesine başladığını duyurdu. Sosyal medyadan yapılan iki açıklama şöyle: “Çorap İşçileri birleşerek direnerek kazanıyor. Deriteks’te örgütlenen Şimşek Çorap’ta patronun en son 5600 den başlayan ücret talebi ikramiye ile 6.500 TL çıktı, teklif kabul edilmedi 7.000 talep eden işçiler, fabrikada işi durdurdu.” “Yine sendikamıza yol yürümeyi seçen Erdal Çorap işçileri de ‘Hakkımız olanı alana dek mücadeleye devam’ dedi. Verilen tekliflerin düşüklüğü nedeni ile görüşmeler bir sonraki güne bırakıldı.”

7) Hekimlerin ‘Beyaz Nöbet’i sürüyor: 8 Şubat’ta Beyaz G(ö)REV’deyiz (BİRGÜN)

Hekimler, 26 Ocak’ta başlattıkları ‘Beyaz Nöbet’lerini sürdürüyor. Türkiye’nin birçok kentinde yapılan eylemlerde hekimler taleplerini dile getirdi, 8 Şubat’ta greve çıkılacağı uyarısını yaptı. Hekimlerin ekonomik ve özlük haklarında düzenleme içeren yasa tasarısının geri çekilmesine ve bir ayı aşkın süredir Meclis gündemine gelmemesine karşı 4 Şubat’a kadar devam edecek “Beyaz Nöbet”, bugün de devam etti. Beyaz Nöbet'in altıncı gününde Türkiye’nin birçok noktasında hekimler, taleplerini dile getirdi.(İSTANBUL)Sağlık emek ve meslek örgütleri Beyaz Nöbet kapsamında İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde bir araya gelerek "Oyalama değil, hakkımız olanı istiyoruz" dedi. İstanbul Tabip Odası (İTO), İstanbul Diş Hekimleri Odası, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Veteriner Hekimler Odası, Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul Şubeleri, Genel Sağlık İş, Dev Sağlık İş, Türkiye Aile Hekimliği Uzmanlık Derneği (TAHUD) ve Birinci Basamak Birlik Dayanışma Sendikası’nın katıldığı eylemde kurum temsilcileri söz aldı. Konuşmalarının ardından ortak basın açıklamasını okundu. Açıklamada şunlar söylendi: “Öncelikle hekimlerin ve diş hekimlerin bir kısmının gelirlerinde düzenleme içeren ama onlar arasında dahi eşitsizlik yaratan ve tüm sağlık çalışanlarını kapsamayan tasarının geri çekilmesine, Ocak ayında görüşüleceği söylenmesine rağmen hâlâ görüşülmemesine itiraz ediyoruz. Tasarı kapsayıcılığı arttırılarak derhal Meclis’e getirilmelidir. Meclis’e gelene kadar genel merkezlerimizde, sağlık kurumlarında, Ankara’da TTB’de NÖBETTE olacağız. Tasarının Meclis’e getirilmemesi halinde 8 Şubat günü uyarı G(Ö)REV’inde olacağımızı buradan kamuoyuna bildirmek istiyoruz.”  (ANTALYA) Antalya Tabip Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Antalya Şubesi, sağlık emekçilerinin özlük ve ekonomik haklarını düzenleyen yasanın halen TBMM’ne getirilmemesini nedeniyle başlattıkları beyaz nöbeti Akdeniz Üniversitesi Hastanesi A Blok önünde sürdürdü. Sağlık emekçileri adına açıklama yapan Antalya Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Elmas Döşemeci “Vazgeçmiyoruz; Oyalama Değil, Hakkımız Olanı İstiyoruz!” diyerek emeğimize, geleceğimize sahip çıkmaya devam ediyoruz. Hep birlikte devam ediyoruz. Sonuç alıncaya kadar devam ediyoruz. 26 Ocak-4 Şubat arası Hakkımız olanı almak için, tasarının meclise gelmesi için Beyaz Nöbetteyiz! Yasal düzenlemeler yapılıp hakkımız verilmediği takdirde 8 Şubat’ta Beyaz G(ö)REV’deyiz!” dedi. (ADANA) Adana’da Seyhan Devlet Hastanesi önünde toplanan Adana Tabip odası, Adana Eczacı Odası, SES, Adana Diş Hekimleri Odası, Dev-Sağlık -İş, Genel Sağlık-İş, ADANAHED, TAHUD, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği yönetici ve üyeleri tüm sağlık çalışanlarının özlük haklarının düzeltilmesi için nöbet eylemi başlattılar. Kurumlar adına basın metnini okuyan Adana Tabip Odası Başkanı Uzm. Dr. Selahattin Menteş, “Halkın sağlık hakkını korumak için mücadele ederken aynı zamanda da sağlık çalışanlarının çalışma koşullarından kaynaklanan sorunlarını toplumla paylaşıyoruz” dedi. Grevin kapıda olduğunu söyleyen Başkan Uzm. Dr. Menteş, “Yeniden 26 Ocakta başlatarak isteklerimizi her gün dile getiriyoruz. İsteklerimiz yerine getirilmez ise 8 Şubatta G(ö)REV eyleminde olacağız. Eğer yine de isteklerimizi yerine getirilmez ise etkinliklerimiz artarak devam edecektir. Bu bir tehdit değildir. Geçmişte yaptıklarımız yapacaklarımızın göstergesidir. İsteklerimiz nettir ve lütfen bir an önce yerine getirin” ifadelerini kullandı.(HEKİMLERİN TALEPLERİ) - Yeni başlayan pratisyen hekim, diş hekimi ve asistan maaşları yoksulluk sınırının iki katı uzman hekim maaşı iki buçuk katı olmalıdır. - Özel sağlık sektöründe çalışan hekimlerin sosyal güvenlik primleri tavandan ve çalışılan kurumlar tarafından ödenmelidir. En düşük ücret yoksulluk sınırının iki katı olmalıdır. - Tüm hekimler için 7200 ek gösterge ve göreve başladığımız günden bu yana her yıla 120 gün yıpranma payı verilmelidir. - Aile Hekimleri en az yoksulluk sınırının iki katı maaş almalı ve ASM’ler Kamu tarafından yapılmalı ve donanımı sağlanmalıdır. Aile hekimliğindeki ceza yönetmeliği derhal kaldırılmalıdır. - Asistan hekimlerin nöbet ertesi izinlerinin ücretli olarak kullanılması sağlanmalıdır. - Tıp fakültesi öğrencileri 4’üncü sınıftan itibaren sigortalı olmalı, intörnler asgari ücret alıp ücretsiz yemek hakkından faydalanmalıdır. - Güvenli, sağlıklı çalışma alanları ve etkin bir sağlıkta şiddet yasası tekrar düzenlenmelidir. - Emekli Sandığı, SSK, Bağkur ayırmaksızın tüm hekimlerin emekli maaşları en az yoksulluk sınırının üstünde olmalıdır. - En düşük sağlık emekçisi maaşı yoksulluk sınırının en az bir buçuk katı olmalıdır Covid19 illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı kabul edilmelidir

8) Ege Şehir Hastanesi işçileri buluşuyor: Şimdi sıra kıdem tazminatlarımızda! (PATRONLARIN ENSESİNDEYİZ-SOL)

Özel Ege Şehir Hastanesi İşçileri Dayanışma Ağı yarın saat 19.00’da İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde buluşuyor. İşçiler hakları olan son kuruşu alana kadar mücadele edeceklerini duyurdu. İzmir’de bulunan Özel Ege Şehir Hastanesi’nin farklı birimlerinde çalışan işçiler, Aralık ayında maaşları ödenmediği ve yöneticileri ile yaptıkları görüşmelerden sonuç alamadıkları için Patronların Ensesindeyiz Haberleşme, Dayanışma ve Mücadele Ağı ile iletişime geçerek hakları için mücadele etmeye başlamıştı. İşçiler bir araya gelerek Özel Ege Şehir Hastanesi İşçileri Dayanışma Ağı'nı kurmuştu. Özel Ege Şehir Hastanesi İşçileri Dayanışma Ağı yarın saat 19.00’da İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde buluşuyor.

Bir çağrı yayınlayan işçilerin açıklaması şöyle: Mücadele Ettik, Kazandık! Şimdi Sıra Kıdem Tazminatlarımızda Ege Şehir Hastanesi işçileri olarak uzun süredir mücadele yürütüyoruz. Bir araya geldik, birbirimize güç verdik, mücadele ettik ve kazandık. Patronun bir sene sonra belki alırsınız dediği maaşlarımızı söke söke aldık. Patronla ve temsilcileriyle yaptığımız görüşmede kıdem tazminatlarımızın ise kısa sürede ödeneceği garantisi aldık. Ancak patron sözünü tutmadı! Bu elbette şaşırtıcı değil. Tam tersine, patron, hakları için mücadele veren bizlere saldırdı. Kimimizi yeni bulduğumuz işlerden attırdı, kimimizi tehdit etti, kimimize iftira attı. Mücadeleden gelen gücümüze inanıyoruz! Örgütlülüğümüze güveniyoruz. Hakkımız olan son bir kuruşu ondan alana kadar mücadelemize devam edeceğiz. Buraya kadar olan kısmı işin yarısı olarak kabul ediyoruz. Geri kalan yarısı için ise kollarımızı sıvıyoruz. Bu sebeple yarın, 3 Şubat Perşembe saat 19.00’da Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapacağımız toplantımıza tüm arkadaşlarımızı davet ediyoruz.

Patronların Ensesindeyiz Ağı’na aşağıdaki e-posta ve sosyal medya hesapları üzerinden ya da 0541 940 0514 numaralı telefondan ulaşılabilir:
Facebook: https://www.facebook.com/patronlarinensesindeyiz
Twitter: https://twitter.com/pensendeyiz
E-posta: iletisim@patronlarinensesindeyiz.org

9)Farplas işçileri direnişte: Kapı önündeki mücadelemizi zafer alana kadar sürdüreceğiz (SOL)

Hakları için mücadeleye başlayan Farplas işçileri bugün fabrika önünde buluştu, 'Kapı önündeki mücadelemizi zafer alana kadar sürdüreceğiz' dedi.

Farplas fabrikasında işçiler işten atılan arkadaşları ve sendika talepleri için fabrikada eylem yapmıştı. Birleşik Metal-İş Sendikası sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Farplas işçisinin mücadeleye devam ettiğini belirterek "Farplas işçileri mücadeleye kaldıkları yerden devam ediyor. 2 Şubat Çarşamba günü, saat 10:00'da fabrika önünde buluşuyoruz" dedi. Direnişe devam eden işçiler fabrika önünde bir araya gelecek. "Atılan işçiler geri alınsın" pankartının arkasında bir araya gelen işçiler toplanmaya başladı. "İşçilere değil, patronlara barikat", "İşçiye uzanan eller kırılsın", "Asla teslim olmayacağız", "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganları atan işçiler fabrikaya doğru yürüyüşe geçtiler. ('Kapı önündeki mücadelemiz zafer alanına kadar sürecek') Birleşik Metal-İş Gebze 2 nolu Şube Başkanı Necmettin Aydın şu anda bir konuşma yapıyor: "Bu fabrikada, yaklaşık olarak 15 günden beri işçi arkadaşlarımız önemli bir mücadele veriyor. Bu mücadeleyi yasadan ve anayasadan almış oldukları güç ile veriyorlar. Bu fabrikanın 60 yıllık bir fabrika ve Gebze Organize Sanayi'nin göbeğinde. Biliyorsunuz, 19 ve 20 Ocak tarihlerinde işçi arkadaşlarımız 'Artık geçinmek istiyoruz' diyerek patronun zammına karşı tepki ortaya koydular, görüşmeler gerçekleştirdiler. Yapılan görüşmede patron iyileştirme yapılacağını ve kimsenin zarar görmeyeceğini söylemişti. Biz de Birleşik Metal İş sendikası olarak arkadaşlarımızın yanında olduk. Ancak patron 150 kadar işçiyi işten çıkarttı. Kapı önündeki mücadelemizi zafer alana kadar sürdüreceğiz"

10) Batel Fabrikası'nda iş durduran işçiler patrona geri adım attırdı (SOL)

İzmir Çiğli AOSB'de bulunan Batel Elektromekanik Fabrikası epoksi bölümü işçileri bugün öğlen saatlerinde iş durdurdu. İşverene taleplerini bildiren işçilerin eyleminden sonra patron bir dizi başlıkta geri adım attı. Batel Elektrimekanik işçileri ücretlerine yansıyan primlerin arttırılması, iş yerine geliş ve gidiş için servis hakkının hayata geçirilmesi ve 2022 maaşlarının en az 5000 TL olacak şekilde düzenlenmesi talepleriyle eylem yaptı. Tüm vardiyalardan işçilerin fabrikaya gelip taleplerini patrona iletmesi sonrasında makineleri durduran işçilere çok geçmeden patron temsilcileri geri dönüş yaptı. İşçilerin talepleri doğrultusunda kişi başı 240 TL olan aylık prim 400 TL ye çıkarılırken, daha önce yalnızca tek geliş ve tek gidiş şeklinde uygulanan servisle ulaşım geliş-gidiş olacak şekilde düzenlendi. İşçilerin en düşük maaşının 5.000 TL olması yönündeki talebi ise patron geri çevirdi. Patronun teklifi üzerine kısmı bir kazanım elde eden işçiler şimdilik ise dönme kararı aldı.

11) Digiturk çalışanlarından sefalet zammına karşı alkışlı protesto (Evrensel)

İstanbul Beşiktaş'taki Genel Merkez önünde toplanan Digiturk çalışanları yüzde 3 ile 17 arasında değişen zam karşısında 10 dakikalık alkışlı protesto gerçekleştirdi. İşçiler, "Enflasyonun altında ezilmek istemiyoruz" dedi. Ayazağa'daki BeIN Sports binası önünde başlayan eylemlerini Beşiktaş'taki Digiturk Genel Merkezi önüne taşıyan çalışanlar HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm de destek verdi.















Covid’in yarattığı yoksulluk (I-II-III) - HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN / BİRGÜN

 (I) Covid’in yarattığı yoksulluk

Başlarken...


Çin’in dünyaya yeni bir koronavirüs keşfettiğini duyurmasının üzerinden geçen iki yıl, toplumsal yaşam üzerinde ciddi izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Bugüne dek 379 milyon 259 binin üzerinde insanın yakalandığı salgın hastalık nedeniyle 5 milyon 693 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Neoliberal ekonomilerin tahribatı altında karşılaşılan salgın, krizlerle boğuşan halkları her geçen gün daha da çıkmaza sokuyor.

Hâlihazırda var olan eşitsizlikleri tırmandıran pandemi, ‘birileri’ için pek de mühim değildi. Öyle ki bu dönemde dünyanın en zengin 10 insanı, toplam varlıklarını toplamda 1,5 trilyon dolara çıkarırken, yaklaşık 160 milyon kişi yoksulluğa sürüklendi. Covid-19 krizi şüphesiz hepimizi etkiledi. “Bu salgın ne zaman bitecek” sorusunu defalarca sarf ettik. Bu yazı dizisinde İrlanda, İtalya, Almanya, Portekiz, Kanada ve Türkiye’de Covid-19 sürecinde yaşananlara mercek tuttuk. Altı ülkeden akademisyenler, salgının derinleştirdiği yoksulluktan uzaktan çalışma modeline, kentlerin durumundan konut krizine bir dizi soruyu yanıtladı.

                                                                      ***

(II) Sefalet salgını

İrlanda’dan Sosyal Politika Uzmanı Dr. Matthew Donoghue, “Covid-19, refah sistemlerinin yetersiz olduğunu günyüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Devletler sadece konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar”


İrlanda yakın zaman önce Covid-19 tedbirlerini kaldıran ülkelerden biri. Ülkede artık maske takmak ve insan yoğunluğunun fazla olduğu etkinliklere girmek için aşı şartı ya da PCR testi belgesi bulundurmak zorunlu değil. Bu kararın gerekçesi ise ‘Omicron varyantı dalgası’nın atlatılması.


John Hopkins Üniversitesi’nin verilerine göre, 4,9 milyon kişinin yaşadığı ülkede bugüne dek 1 milyon 183 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı. Son 28 günde toplam 357 bin yeni vaka tespit edildi, 224 kişi yaşamını yitirdi. Koronavirüs kaynaklı ölüm sayısı ise toplamda 6 binin üzerinde.

Nüfusunun yüzde 78’i ‘tam aşılanmış’ olan İrlanda, Covid-19 günlerinde aldığı kararlarla bir dönem ‘örnek ülke’ olmasıyla hafızalarda. Zira alınan önlemler sayesinde Avrupa’da en düşük Covid-19 vaka sayılarından birine sahipti bu ülke. Ta ki hükümetin önlemleri gevşetme kararını almasına dek. 14 Ocak 2021 tarihinde İrlanda, nüfusuna oranla en çok vakanın görüldüğü ülke olmuştu. Nereden bakılsa ders niteliğindeydi yaşananlar. Bu zaman zarfında ülkenin sağlık sistemi de tartışmaya açıldı. Öyle ki OECD22 grubu içindeki ortalamadan daha düşük yoğun bakım yatağına sahiplerdi. 100 bin kişiye 5 yoğun bakım yatağı düşüyordu bu ülkede.

‘EŞİTSİZLİK ÖLDÜRÜR’

Kuşkusuz tüm bunlara ek olarak İrlanda’da da salgın, eşitsizliği daha da belirginleştirdi.

Dublin Üniversitesi Akademisi’nde Sosyal Politika Öğretim Üyesi olan Dr. Matthew Donoghue göre, İrlanda, dünyadaki en yüksek aşılama oranına sahip ülkelerden biri ancak vaka sayılarında son dönemde bir artış söz konusu. Dr. Donoghue, hastaneye kaldırılan, yoğun bakıma yatırılan ve yaşamını yitirenlerin çoğunun aşısız olduğuna vurgu yapıyor.
Bu nedenle konu elbette ‘aşı eşitsizliği’ne geliyor.

İrlandalı Sosyal Politika Uzmanı’nın bahsettiği aşıdaki adaletsizliğin boyutu korkunç durumda. Bunu Londra merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı raporu da gözler önüne serdi. Rapora göre, hâlihazırda üç milyardan fazla insanın Covid-19’a karşı iki kez aşılanmasına karşın düşük gelirli ülkelerdeki insanların yalnızca yaklaşık yüzde 9’u ancak bir doz aşılanabildi. Salgın ikinci yılını geride bıraksa da aşılardaki adaletsiz dağıtım sorunu hâlâ giderilemedi. Patent koruması da askıya alınmadı. 1982’de varlıklı ülkelerde piyasaya sürülen fakat 2000’e gelindiğinde bile dünyanın en yoksul ülkelerinden sadece yüzde 10’unun erişebildiği Hepatit B aşısı hatırlandığında yaşananlara hiç şaşırılmaması gerek.

Dr. Donoghue, aşı eşitsizliğini iki nedene bağlıyor: “İlki, devletlerin kendi vatandaşlarının sağlıklarına odaklanması. Aynı zamanda devlete bir statü sağlama meselesi... ABD’de Trump yönetimi sonrası ve İngiltere’de son yıllarda görülen milliyetçiliğin yükselişi düşünüldüğünde bu dürtü özellikle geçerli. İkinci sebep ise küresel politik ekonomidir; ticari kuruluşlar, devletler gibi, kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor. Çünkü patentlerin açıklanması farmakoloji firmalarının kârlarına zarar verecektir.” Oxfam’a benzer bir diğer raporu Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) hazırladı. Rapora göre dünya genelinde 4 milyarı aşkın insan sosyal korumadan yoksun durumda. BM’ye bağlı örgüt, salgın yüzünden dünya çapında 100 milyondan fazla çalışanın yoksulluğa sürüklendiği görüşünde.

DİBE DOĞRU YARIŞ

Dr. Donoghue, “Bu iki yılda dünyada sosyal refah sistemleri açısından ‘dibe doğru yarış’a tanıklık ettik” ifadesini kullanıyor: “İlk olarak, daha gelişmiş refah sistemleri olan ülkelerin nüfuslarını en iyi şekilde koruyabildiklerini biliyoruz. İkinci olarak pandemi devletlerin cömert refah sistemlerine güç yetiremediği ve bütçe artıklarını işletmeleri gerektiği şeklindeki ideolojik anlatıyı gözler önüne serdi. Devletler konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar. Birçok ülkenin maliye bakanı, şartlar izin verir vermez ‘mali kısıtlamaya dönüş’ün sinyalini vermiş durumda. 2008 sonrası finansal neoliberalizmin sonunun geldiği şeklinde anlatı vardı. Aksine neoliberalizm daha da kök saldı. Bu anlatının yeniden tutunmasına izin vermemeliyiz.”

İrlanda, Avrupa ülkelerinde brüt asgari ücretin en yüksek olduğu ikinci ülke (Bin 775 avro). Türkiye ise brüt asgari ücrette 25 ülke içinde 24’üncü sırada. Ücret farklı olsa da pandemi sonrası iki ülkede de yoksulluk riski altında olanların sayısı katlandı. Dr. Donoghue de salgınla birlikte hem İngiltere’de hem de İrlanda’da yoksulluğun şiddetlendiğini söylüyor. Akademisyen, “Covid-19, bu refah sistemlerinin yetersiz olduğunu gün yüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Sadece çalışmak yeterli güvence sağlamıyor. Pek çok aile, sefalet ve yoksulluktan sadece bir maaş çeki uzakta. En çok Covid-19 riski altında olanların sadece belli yaş grupları ve tıbbi arka plandan ibaret olmadığını, aynı zamanda yoksul ve belli etnik kesimlerin en riskli grupları oluşturduğunu gördük. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, etnik azınlıkların Covid-19 açısından en riskli grup olduğu görüldü. Bu gruplar ‘evde kalmaya’ güç yetiremeyen düşük ücretli emekçilerden oluşuyor.”


Peki salgından çıkarılacak dersler ne? Dr. Donoghue’nin cevabı net: “Salgın olumlu değişiklikler yapmak üzere kullanılabilir. Ancak bunun için siyasi irade olmalı. Aşağıdan doğru üretilen taleplere ihtiyacımız var. Bu, bir pandeminin ortasında kolay bir şey değil. Ancak bir gün pandemi sonlanacak ve bizler daha iyi bir dünya için mücadele etmeye ve örgütlenmeye hazırlıklı olmalıyız.”

                                                                             ***

Koronavirüs ev ve iş yaşamını flulaştırdı

Pandemi, tüm dünyada çalışma sistemlerini de değiştirdi. Bu süreçte çoğu şirket, ofis yerine ‘hibrit’ ve ‘uzaktan çalışma’ modeline geçti. Salgın hastalık sadece çalışma modelini değil, sektörleri de etkiledi. Örneğin yeme-içme, perakendecilik ve hemşirelik en çok etkilenen alanlardan. Dr. Donoghue’ye göre, evden çalışmanın etkisi sektöre, işe, hatta aile içindeki farklı mesleklere bağlı olarak bile farklılık gösteriyor. İrlandalı akademisyen, “Orta gelir grupları için evden konforlu bir şekilde çalışmak daha kolay. Bazılarının ise böyle bir seçeneği yok” diyor ve ekliyor: “Yine de bir fırsat veya lüks olarak sunulsa da evden çalışmak, beraberinde bazı maliyetleri getiriyor. Ev ve iş yaşamının flulaşması büyük bir problem. Belki de Fransa’daki ‘internete bağlanmama hakkı’ gibi açık bir yasal mevzuat gerektirecek (Fransa’da çalışanların mesai saatleri dışında iş e-postalarına bakmak zorunda olmamasını sağlayan yasayı kast ediyor). Dr. Donoghue, “Evde çalışma modeli, çalışanların bir aradalığı ve sendikalı olmasını ortadan kaldırması açısından önemli bir problem” ifadesini kullanıyor ancak “yeni yollar”ın bulunması gerektiğini de söylüyor: “Yaygın bir şekilde emeği örgütleyebilmek için en etkili yolların ne olduğunu kavrayabilmek için ilham almamız gereken şeyler var. Eski stratejileri, örgütlenme ve yoldaşlık biçimlerini unutmadan, yeni dayanışma formları bulmamız gerekecek.”

                                                                             ***

Yoksullara konut da yok

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, dünya genelinde barınma krizi yaşanıyor. Bundan özellikle yoksullar etkileniyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de, binlerce konutun kamulaştırılmasına dair yapılan referandum akıllarda. Peki ya İrlanda’da durum ne ve salgının bu süreçte etkisi ne oldu? Şöyle yanıtlıyor, Dr. Donoghue: “İrlanda’da derin bir konut krizi var. Konut piyasası el yakıyor. Dublin’de iki odalık bir ev için ortalama kira aylık bin 600 avroyu aşıyor. Bu da pek çok insanın ev satın almak için teminat biriktirmenin imkânsız olduğu anlamına geliyor. Bu, geleneksel olarak ev mülkiyetine dayalı bir toplum olan İrlanda gibi bir ülkede önemli bir problem. Pek çok protesto ve eylem düzenlendi ancak hükümet konut ihtiyacı olanları değil de ev sahipleri ve müteahhitleri desteklemeyle daha ilgili. Sosyal konut sistemi yetersiz. Devlet gerekli sayıda ev yapmadığı gibi boş mülkiyetleri de ıslah etmiyor. Bu durum ev fiyatlarını suni olarak yükseltiyor. Emlak balonu patlaması riski de göz ardı edilemez.”

                                                                          ***

(III) Fatura yine savunmasıza

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Profesör David Benassi: Fakir ülkelerin eskisinden daha da fakirleşmesi muhtemel. Dolayısıyla fatura savunmasız insanlara yansıdı.


Pandemiden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen İtalya, salgın yönetiminde “tarihe geçmiş” bir ülke… Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ)’ye göre, Fransa’dan sonra en verimli sağlık sistemine sahip ülkede, pandeminin başlarında hastanelerde yatacak yer kalmamış, morglar dolmuş, cenazeler de askeri araçlarla taşınır hale gelmişti. Neoliberal tasarruf politikalarıyla birlikte kapitalist sağlık sisteminin neden olduğu çöküşe tüm dünya tanık olmuştu.

Ülkede bugüne dek 10 milyon 925 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı, 146 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Salgınla geçen iki yılda İtalya’da yaşananlardan çıkarılacak önemli dersler var.

Fakat İtalya için tek sorun bunlar değil. Almanya ve Fransa’dan sonra AB’nin üçüncü büyük ekonomisi olsa da ülkede yoksulluk oranı olağanüstü artmış durumda. Ülke nüfusunun yüzde 9,9’una denk gelen 5,6 milyon kişi "mutlak yoksulluk sınırı" altında yaşıyor.

İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Benassi, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal politikalar çalışan bir akademisyen. BirGün’ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Benassi, “Fakir ülkelerin eskisinden daha fakir olması muhtemel” diyor.

Ülkenizdeki son duruma ilişkin gözlemleriniz neler?
Nüfusun büyük kısmının aşılanması ve halka açık yerlere girmek için zorunlu bir yeşil kart edinilmesinin yürürlüğe konulmasıyla birlikte, virüsün yayılımı sınırlandırıldı. Birkaç kentte aşı karşıtı grupların neden olduğu bazı sıkıntılar yaşanıyor.

İLO’nun raporuna göre, şu anda 4,1 milyar insan sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor. Bu tablonun nedeni için neler söylenebilir?
Bu insanlık tarihinin resmidir! Fakir ülkelerin en sonunda eskisinden daha fakir olması ve zengin ülkelerin nüfuslarını korumak için aşıların ve diğer kaynakların varlığı sayesinde bu ekonomik durgunluktan daha hızlı kurtulmaları muhtemel. Zengin ülkelerin sınırlı kaynaklara sahip tüm ülkelerin ihtiyaç duyduğu aşıların büyük bölümünü kendileri için stokladığı da bir gerçek.

Pandemiyle birlikte İtalya’da yoksulluk daha da şiddetlendi mi?


İtalya’da yoksulluk da artmış durumda. Resmi istatistiklere göre, 2020 yılında, 2019’dakine göre artık yaklaşık 1 milyon daha fazla yoksul insan hayat mücadelesi veriyor (2019’da 4,6 milyonken bu sayı 2020’de 5,6 milyona ulaşmıştır). Artış daha da büyük ölçeklerde olabilirdi; ancak 2019’da çok düşük gelirli aileleri hedefleyen yeni bir yardımın tanıtılmasının telafi edici bir etkisi de oldu (Vatandaşlık Ödeneği). AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, Vatandaşlık Ödeneği’ne sınırlı erişimleri olduğu için, salgından daha fazla etkilenmiş durumda. Son olarak, tarihte ilk kez yoksulluk kuzeyde (geleneksel olarak İtalya’nın daha zengin kısmı) güneye göre daha fazla arttı. Dolayısıyla, bu durum faturanın savunmasız insanların cebine yansıdığı anlamına geliyor.

Salgınının ilk günden bugüne, yoksullar özelinde ortaya çıkardığı en net fotoğraf sizce ne?
Salgının, yaşam süreci boyunca giderek daha fazla insanı etkileyen genel bir güvensizlikle karakterize edilen toplum modelimizin yapısal zayıflığını ortaya çıkardığını düşünüyorum. Robert Castel’in “aidiyetini koparma” dediği şey budur. Salgından asıl etkilenen elbette yoksullardır, ancak toplumsal bağların, iş piyasasının ve refah devletinin korumasının zayıflaması hepimizi ilgilendiren bir durum.

Peki, pandemide uzaktan çalışma yaygınlaştı. Fakat bu “mesai” kavramını ortadan kaldırdı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Bunun hem olumlu hem de olumsuz etkileri var. Uzaktan çalışma biçimi devlet tarafından düzenlenmeli. Bu modelin risklerinden biri de işçilerin bireyselleşmesini ve sendikalardan kopuşuna sebep olabilmesi. Sendikalar işçileri örgütlemek için yeni yollar bulmak zorunda.

Son olarak dünya genelinde yoksullar için bir barınma krizi yaşandığı ortada. Ülkenizde konut sorunu yaşanıyor mu?
Ev fiyatlarının çok yüksek olduğu bazı büyük şehirlerde konut sorunu yaşanıyor. Bazıları mortgage sisteminden kaynaklı sorunlar yaşasa da ailelerin yüzde 80’i kendi evinde oturuyor; konut sorunu İtalya’da öncelikli bir sorun değil. Kiralık ev piyasasının sınırlı olması, büyük şehirlerdeki göçmenleri de etkiliyor. Pandeminin konut sorununu çok ağırlaştırdığını düşünmüyorum. 30-40 yıldır gerçek bir sosyal konut politikamız yok.





'Metin Oktay bir antitezdir...' - İSMAİL SARP AYKURT / SOL

 

2 Şubat 1936’da doğan Metin Oktay, futbolculuğu, karakteri, siyasi fikirleri ve emekten yana duruşuyla ‘vefasını’ sürdürüyor.

Ben Metin Oktay’ı izleyemedim. Bu sebeple yazılanlar eskilere referans verse de bir nostalji olmanın ötesinde duruyor. 

Zaten hem futbol kamuoyuna hem de futbolun toplumdaki yerine bakıldığında Metin Oktay’a sahip çıkmak bir nostaljinin ötesine varmak zorunda. 

Ülkemizin çağırdıkları arasında bu da var. 

Bu kadar yeniye, dayanışmaya ihtiyaç duyuluyorsa bir ülkede, tam da bu yüzden feyz alıp ilerlemek gerekiyor, durmadan.

'Metin Oktay bir antitezdir...'

Metin Oktay öyle yapmış işte. Öyle bir yere gelmiş oturmuş ki, bir futbolcu olarak anılmanın ötesine erişmiş. Paranın futbolu bir monark gibi yönettiği bir dönemde, ayaktopunun "endüstriyel futbol" olarak adlandırıldığı emperyalist çağda, biriken kirin açık bir reddiyesine, antitezine dönüşmüş.

Paranın futbol hükümranlığı ile Metin’in gol krallığı aynı şey değil o yüzden.

Metin’in golü, sadece çizginin ötesine geçip kalmamış, futbolun saf ve temiz hâlinin temsiline varmıştır.

O da düzene, rutine, kötünün iyisine teslim olmamıştır

Elbette ki tek değildir, ama en müstesna parçalarından birisidir.

Başa dönersek, benim Metin Oktay’ı canlı izlemişliğim yoktur. Ama başrolünde kendisinin oynadığı siyah beyaz film Taçsız Kral’ı izlemek bana hep bir şeyler anlatmıştır.

Futbol da bir kavgadır, Metin o kavganın emek tarafındadır. Futbolun direksiyonunda sermaye olsa da hep emek hatırlanır, aranır.

Aralıktan bakınca, Metin Oktay oradadır.

Sahadaki Metin ile dışarıdaki Metin arasındaki farkın hiç olmadığını söylerler. Tekrarlamaktan bıkılmaz, Cemal Süreya da demiyor mu zaten? “Bir özelliği de hiç şımarmamış olmasıdır” ve “o, rolünü yanında oynayan başka oyunculara bırakmıştır” diye...

Haksız ya da yanılmış mıdır? Şımarıklar paranın yanındadır. Para artıkça para sevgileri de artmış, sağ siyasete bulaşmış, egoları tavan yapmıştır.

Metin onlardan değildir. Vefalıdır, onun krallığının nedeni ‘taçsız’ olmasıdır.

'Sahi mi Metin? Bu son mu?

Bir Fener-Cimbom maçında herkesin onu ayakta alkışladığı bir futbol centilmenidir. Kariyerinde yalnızca tek bir kırmızı kart görmüştür. Ona kartı Avusturyalı hakem Franz Wöhrer çıkartmıştır. Yıl 1968, dakika 73’tür; gerçi kart gösterememiştir Wöhrer, o zamanlar kartı yoktur hakemlerin...

‘Allahaısmarladık’ dediğini söyler Wöhrer, kariyerindeki tek karttır. Fenerbahçelilerin Metin Oktay'ın oyundan çıkmasına sebep olan futbolcuları Yılmaz Şen’i ıslıkladıkları söylenir.

1969’da bitirirken kariyerini Can Bartu ile formasını değişerek noktalayacaktır. Tercüman gazetesi onun için şunu yazacaktır: “Sahi mi Metin, bu son mu?”.

'Artık futbol oynanmayacak...'

Son maçta İslam Çupi’nin maç yazısında onun için şöyle bir not yer alır: “Beyler bundan sonra bilet almak için birbirinizi boşuna çiğnemeyin. Çünkü burada artık futbol oynanmayacak...” 

Omuzlardayken bakmayın başına taç giydirdiklerine, tacı yoktur ama karakteri, adanmışlığı, fikri vardır emeğe yaslanan... Galatasaray’ın zamanında az taraftarı olduğunu söylerler ya, Metin topyekûn bir Galatasaray’a dönüşmüştür o vakit.

'Solcu bir futbolcu: Metin Oktay...'

Futbolumuzun bir diğer büyük efsanesi, komünist futbolcu Metin Kurt, Metin Oktay’ı şu sözlerle anlatır:

“Türk futbol tarihinde, taraflı tarafsız tüm sporseverler için Metin Ağabey efsane bir isimdir… Özel yaşamında tüm insanlara karşı derin bir sevgi beslemiş, her zaman dara düşen sporcuların ve dostlarının Hızır gibi imdadına –maddi veya manevi- yetişmiştir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamına karşı yürütülen imza kampanyasına katılarak onların verdiği mücadeleye karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermişti. Onun bu yanını insanlarımızın çok azı bilir...”

Metin’lerden ilham alan futbolcu neslinin soyu ise kurumuştur. 

Cemal Süreya’ya dönelim biz: “Metin’de kendini diğer futbolculardan büyük gösteren bir şey var. Nedir bu? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi?” diye sorar üstat...

Bunların hepsi var evet, ama onu büyüten başka bir şey daha var.

O, Metin’in vefasıdır; hem işçi sınıfına hem de sevdiklerine...

“Bizi sevenleri üzmeyelim baba”dır, Metin Oktay.

Onu, emekçilerin taçsız kralı yapan bunlardır.

'Benim ayak oyunlarımın ne sözü olur, mecliste sizlerin arasında?'

Denizlerin idamını engellemek için koşturması, imza toplaması, Türkiye İşçi Partisi’ne verdiği oy, makine işçisi babası ile ev hanımı annesinin emeği ile geçen hayatı, meclisteki düzen partilerinin vekillik tekliflerini reddedip “Benim sahada yaptığım ayak oyunlarının ne değeri olur, ne sözü olur, mecliste sizlerin arasında” cevabı onu, gönüllerde ve zihinlerde başka bir yere bağlamıştır.

Farkı şudur, attığı goller onu anlatmaz. O attığı gollere anlam katmıştır.

Karakteri attığı onca golün, becerinin, tekniğin hiç arkasına düşmemiştir. Büyüklüğü buradadır.

Belki gerçek tacımız yok ama...

İzmirlidir Metin, 2 Şubat 1936’da meşin yuvarlak ile olan ilk temasını kendisi anlatır:

“Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele, avuca sığmaz...Zıp zıp zıplar, yerinde duramaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... ‘Sen nereden çıktın?’ der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatım da. Çaresiz, kader bağlamıştı bizi. Ondan ayrılamıyordum. Benim en iyi arkadaşım olmuştu”...

Onu şöyle anlatırmış bir arkadaşı: “Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi”.

Başka bir arkadaşı Rıfat Pala ise onun şöyle anlatmıştır: “Bir gün bir simitçi çocukla karşılaştık. Simit tablasını simitleriyle birlikte zorla elinden almışlardı. Metin, ne kadar simit kaybettiğini sorup, hesapladı. Sonra cebindeki bütün parayı alıp simitçiye verdi ve sonra da bana dönüp ‘Rıfat, senin cebinde ne kadar var’ diye sordu”...

Parayı elinin tersiyle itmesi, filmden bir kare değildir yalnızca, gerçektir.

Eşi Servet Oktay anlatır: “Etrafına sürekli pozitif enerji yayardı. 30 yıl aynı evde yaşadık. Bir gün kalp krizi geçirdi ve doktor istirahat verdi. Metin balkondaydı, yağmur da çok şiddetliydi. Karşıda bir kadın, çok yoksul; hâlinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış ve kadını evine kadar götürmüş. Alışverişteydim, eve geldim; Metin yok. Çılgına döndüm. Bana, ‘bir şey olmaz korkma. Kadın, zavallı, hasta biriydi’ dedi.

Metin Oktay amatör, sportmen ve emektar bir futbol ruhudur.

'Fenerbahçe'nin büyüklüğünden...'

Şimdiki gibi iğdiş edilmiş değildir, Sadece Galatasaraylılar sevmez onu. Kadıköy’de Fenerbahçe Parkı’na Metin’in heykelinin dikilmesi için izin istendiğinde “şeref duyarız” cevabını veren Fenerbahçelilerdir.

Tıpkı onun ağları yırtan golü attığında, o golün neden hatırlandığını soran gazeteciye verdiği cevap gibiydi her şey: “Fenerbahçe’nin büyüklüğünden!”...

Metin Oktay profesyonel futbolun reddiyesi bir beşeriyettir.

Siyasi tutumunu, görüşlerini gizlemeye ihtiyaç duymadı.

İlla futbol deyince golcülüğünü de hatırlamalı mı?

O zaman söz, büyük efsane Lefter’in:

“Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Yan yana oynadığımız zaman maçın golsüz bitmesi diye bir şey söz konusu olamazdı. O hazırlar, ben atardım, ben hazırlardım, o atardı!”...

Şöyle bitirmek makul olsa gerek.

Arda Uskan’ın anısıdır.

Ve Metin Oktay’ın son gecesidir, hayatta.


“Bizler sanattan konuşuyorduk ya, onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960’taki efsanevi maçta İskoçya’ya attığı golü, İstanbul’da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken 90’a taktığı golü anlattım ve bunların sırrını sordum. ‘Ellerini uzat’ dedi. İki elimi uzattım, avuçlarım yere dönüktü. O da ellerimi avucuna aldı, ‘Şimdi’ dedi, ‘İstediğin elini çek ben yakalayacağım.’ Ellerimi, Metin Oktay’ın avucundan kurtaramadım.  ‘İşte bu reflekstir bana o golleri attıran.’ Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı. ‘Bunlar işin fizik tarafı’ deyip Nazım Hikmet’ten bir şiir okudu!

“Hiçbirimiz ummazdık tabii ama ummamak bizim suçumuz. İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim...”

İyi ki doğdun Taçsız Kral...

İSMAİL SARP AYKURT / SOL

Bir 'görev adamı' hatırlatması: Bekir Bozdağ kimdir? - SOL

 Bekir Bozdağ’ın bu göreve yeniden getirilmesinin nedeni tarikat üyelerinin çoğunlukta olduğu yargı kadrolarına hâkim olması gösterildi. Halbuki giden de hakimdi, gelen de...

AKP’nin yeni Adalet Bakanı, AKP’nin eski Adalet Bakanı oldu. Böylece Bekir Bozdağ, adalete bakmaya üçüncü kez memur edildi.

Bozdağ, 2013 yılında Sadullah Ergin'in yerine bu göreve ilk kez atandı. 2015'te 8 ay süreliğine koltuğunu Kenan İpek'e bıraktı. Aynı yıl tekrar geri geldi, 2017'ye kadar Adalet Bakanı görevini sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte oluşan yeni kabinede koltuğunu Abdülhamit Gül'e devretti. Gül’ün istifasıyla koltuğu yine ona teslim ettiler. O, AKP’nin bir tür nöbetçi Adalet Bakanı.

İlahiyatçı bir hukukçu o. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dinler Tarihi Anabilim Dalında yaptı. Az hukukçu çok dinci!

2011'de AKP'nin Grup Başkanvekilliği görevini yürüttüğü sırada TBMM'de yaptığı bir konuşmada Fethullah Gülen hakkında, “Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmet yapıyor. Her şeyi de açık, devletin denetimi, gözetimi altında açık, her şeyi gözünün önünde olan” dedi. Bu konuşmadan beş yıl sonra Fethullah darbe yapıp hükümeti devirmeye kalkıştı. Hizmet adı altında kamufle ettikleri de devlette kadrolaşmaydı.

Bakan ama hep başka yere bakıyor. 15 Temmuz şeyinin ardından bu sözleri hatırlatılınca Bozdağ, “Ben o konuşmayı inanarak yaptım. Şimdi yaptığım konuşmaları da inanarak yapıyorum. Çünkü o dönemde Fetullahçı terör örgütünün suç, ihanet şebekesi olduğuna dair bir bilgim yoktu” diyerek savundu kendini. Halbuki bunu ilk bilmesi gereken oydu, çünkü en çok onun gözetimindeki Adalet Bakanlığında ve yargıda örgütlenmişlerdi.

Olmayan şeyin bakanı

Önceki görevine 17-25 Aralık sürecinde tam olarak 25 Aralık 2013’te atanan Bekir Bozdağ bu dönemde yargı içerisindeki FETÖ’cülerin temizlenmesi amacıyla kritik bir görev üstlenmişti.

Yıl 2014… Adalet Bakanı Bozdağ bir heyetle birlikte Doğu illerine gitti. Amaç yargıdaki seçimlerde AKP’li gruba destek çıkmaktı. Hazır gitmişken Başsavcı Ramazan Solmaz'ı makamında ziyaret etti. Ziyaret sırasında çekilen bir fotoğraf, yargı çevrelerince tepkiyle karşılandı. Fotoğrafta, Bakan Bozdağ, Solmaz'ın makamında oturuyor, Solmaz da Bakan Bozdağ'ın yanı başında ayakta duruyordu. Bu, yargının AKP’ye bağlandığının ilk fotoğrafıydı.

Darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) döneminde de Adalet Bakanlığı görevini yürüttü. OHAL hukuksuzluğunun baş yürütücüsü oldu. Bu dönem Türkiye’de pek çok adaletsizlik yaşandı. Parti başkanları, gazeteciler, akademisyenler ya tutuklandı ya da ihraç edildi. Ülke OHAL döneminde KHK ile yönetilirken, Bozdağ adalet arayanların samimi olmadığını iddia edebildi.

Adalet Bakanı iken, "aile içi şiddet vakalarında devletin, kadınla erkeğin arasına girmesinin ne kadar doğru" olduğunun, kadın örgütlerinden çekinmeden tartışılması gerektiğini söyledi. Bakan Bozdağ, "Acaba kadınla erkeğin yuvasını kurtarmasına, şiddetin son bulmasına, aile birlikteliğinin daha iyi hale gelmesine mi katkı sağlıyor, yoksa bu uygulamalar kadın ve erkeği bir araya getiremez hale mi getiriyor?" diye sordu. Devleti karı-koca arasında arabulucu olmaya davet etti.

2016’da yaptığı açıklamada, cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda cezayı ortadan kaldıran yasayla ilgili “küçüğün rızası var” diyerek gerekçelendirmeye kalkıştı. Çıkardıkları yasayı savunurken, “bunlar tecavüzcü değil, bunlar cinsel istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Bunlar tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dedi. Hukukla ilgisi işte bu kadardı.

2019 yılında işsizlikten sıkıldı, Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği Arabuluculuk Sınavı’na girmeye karar verdi. Sınav sonuçları açıklanınca AKP’lilerin hukuk dersinden sınıfta kaldığı anlaşıldı. Bunlar arasında 72 puanla sınavı geçemeyen AKP eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da vardı.

AKP yargısını o inşa ediyor 

CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, bakanlığı döneminde çok eleştirilen Bekir Bozdağ için şu soruyu sordu: “Adalet Bakanlığını iyi yaptıysa niye gitti, kötü yaptıysa niye geldi?” Bunun bir cevabı yok tabii. Aslında yargıyı tasfiye etmek için geldi, görevine devam ediyor.

Onun döneminde hâkim ve savcı olabilmek için hukuk fakültesi diplomasından daha çok AKP kartviziti önemli hale geldi. Bazı isimleri hatırlatalım:

-Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu, Elazığ’a hâkim olarak atandı. Hatioğlu’nun daha önce Cumhurbaşkanlığında çalıştığı ortaya çıkmıştı.

-Ensar Vakfı Ankara Şube Başkanı Ercan Poyraz, Antep’e savcı olarak atandı.

-Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) Tokat İl Başkanı olan Aykut Kağnıcı, Gebze’ye savcı olarak atandı.

-AKP Zonguldak İl Gençlik Kolları Başkanlığı yapan Abdullah Akbaş, Mersin’e savcı olarak atandı.

-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Avukatı Acer Hacer Alan Kars’ın Digor ilçesine hâkim olarak atandı.

-AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Anıl Köksal Böke, Bakırköy’e savcı olarak atandı.

-Eski AKP Milletvekili Mustafa Zeydan’ın torununun eşi olan Emina Alatlı, İstanbul’a savcı olarak atandı.

-Milli Savunma Bakan Yardımcısı ve 24. Dönem AKP Elazığ Milletvekili Şuay Alpay’ın kardeşi olan Kasım Alpay, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesine hâkim olarak atandı.

-AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatlığını da yapan Sema Cansu Bozkurt Sütçü, Gümüşhane’ye hâkim olarak atandı. Bozkurt Sütçü, aynı zamanda AKP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi olarak da görev yapmış.

-Kayseri’deki yolsuzluk iddialarıyla ilgili Mehmet Özhaseki’ye takipsizlik kararı veren Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı’nın yeğeni olan Serkan Başok, Samsun’a savcı olarak atandı.

Bir tarikatçı gitti bir tarikatçı geldi 

Yönettiği bakanlıkta adalet bırakmamıştı ama “görevden affını isteyen” eskisinin gidişinde adalet bulmayı başardı birileri. İddialara göre, Abulhamit Gül MOBESE görüntüleri nedeniyle Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya gelmiş, tartışmış ve bu nedenle istifa etmişti.

Halbuki Abdülhamit Gül de en az Bozdağ kadar hukuktan bihaber. “Pelikan” yapılanması, Süleyman Soylu ile olan tartışmaları, Sedef Kabaş için söylediği sözler, Hakyol tarikatı ilişkileriyle gündeme gelmiş bir adalet bakanıydı. Sedef Kabaş’ın gözaltına alınmasının ardından, “Edepten nasipsiz, çirkin sözleri lanetliyorum. Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır” diyerek Kabaş’ı açıkça hedef gösterebilmişti.

Bekir Bozdağ’ın bu göreve yeniden getirilmesinin nedeni tarikat üyelerinin çoğunlukta olduğu yargı kadrolarına hâkim olması gösterildi. Halbuki giden de hakimdi, hatta tarikatçıydı, Hakyolcular gurubuna mensuptu. Yani bir tarikatçı gitti, bir tarikatçı geldi. (SOL)

TARİHTE BUGÜN (2 ŞUBAT)


1938-Bursa Merinos Fabrikası Atatürk tarafından işletmeye açıldı.

1984-Vergi iadesine ilişkin yasa yürürlüğe girdi Böylece 1 Ocak 1984 tarihinden itibaren ücretlilerin, memurların, emeklilerin, bunların eş ve çocuklarının ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarının kira giderleri hariç, ev eşyaları, yiyecek, giyecek için yaptıkları harcamalar ile eğitim ve sağlık harcamaları vergi iadesine tabi olacak.

1995-İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye kitabını toplatma kararı aldı.

1957-İstanbul İşçi Sendikaları Birliği bir bildiri yayımlayarak grev hakkı istedi İstanbul İşçi Sendikaları Birliği'ne 47 sendika bağlıydı.

1995-Özelleştirme Yüksek Kurulu, Et ve Balık Kurumu'nu 2 yıl hiç ödemesiz 1,5 trilyona Hak-İş'e bağlı Öz Gıda İş sendikasına sattı.

1981-Milli Güvenlik Konseyi (MGK), eski Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar'ı Yüce Divan'a sevketti Hilmi İşgüzar yolsuzlukla suçlanıyordu ve o güne kadar Yüce Divan'a sevkedilen altıncı bakan oldu.

1991-Silopi ve Cizre'ye gazetecilerin girmesi yasaklandı.

1997-Ankara Sincan'da Refah Partili belediyenin düzenlediği "Kudüs Gecesi" tepkiye yol açtı Türkiye Sincan'daki konuşması nedeniyle İran Büyükelçisi Muhammed Reza Bagheri'yi resmen protesto etti.

1967-Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığına, Başbakanlık Özel Teknik Müşaviri Turgut Özal getirildi.

2008-Cumhuriyet mitinglerinin örgütleyicisi kadın dernekleri, bu kez de türban düzenlemesini protesto etmek için Anıtkabir'de. "2. ayın 2'sinde saat 2'de Anıtkabir’de" sloganıyla duyurulan eylem, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği öncülüğünde düzenlendi. Eyleme 50'nin üzerinde sivil toplum örgütü de destek verdi. Eyleme katılan onbinlerce kadın Anıtkabir'e sığmadı.

1918- ABD I.Dünya savaşına girdi.

1935- Kız Teknik Öğretmen Okulu kuruldu.

1928- Ankara Çimento Fabrikası açıldı.

2004-Türk belgesel sinemasının ünlü yönetmenlerinden Süha Arın, tedavi gördüğü İstanbul Haseki Kardiyoloji Enstitüsünde vefat etti.

2004- Konya'nın Selçuklu ilçesinde 11 katlı Zümrüt Apartmanı yapım hatası nedeniyle çöktü; 92 kişi öldü.

                                                                                                                       mkrc (02/02/2022)