8 Mart 2022 Salı

Üç Kadın ve 8 Mart - FİLİZ ÖZDEMİR - KARLIKTEPE KDK / SOL

 


'Onlar bunun farkında değil şu an ama ben biliyorum ki kadınlar eline kalemi aldığı vakit sadece kendi hikayelerini, kaderlerini değil bütün emekçilerin kaderini yazabilme potansiyeline sahip.'

Sol kolunu uzatıp, masanın üstündeki alarmı çalan telefonu susturmaya çalıştı Işık, gözü yarı açık bir şekilde. Kendine bir beş dakikacık daha verdi güne başlamak için. Duraksız çalışmak, düşünmek ve şehrin kalabalığına girmek için “koca” bir beş dakika.

İki kapaklı bir dolap, plastik masa ve sandalye, yatak ve bordo renk perdelerden oluşan bu sade öğrenci odasındaki eşyaları ikinci el eşya satan bir dükkandan almıştı. Neredeyse 4 yıldır da onunla birkaç ev gezmişti bu eşyalar. Artık kullanılmaktan takati kalmamış bu dolap, en son buraya taşınırken yaşlılığında biraz olsun yükünü azaltabilmek için olacak herhalde bir kapağını bırakıvermişti yolda. Olsun, yine de işini görüyordu ya Işık’ın…

Beş dakika dolmuş ve hızla yataktan fırlamıştı Işık, 8:00’daki trene yetişebilmek için. Makine mühendisliği son sınıf öğrencisiydi ve dört yıldır tek bir dersi bile kaçırmadan okula devam etmişti. Dün geceden masasının üstüne ayırıp koyduğu demir paraları saydı. Tam 13 lirası vardı. Okula gidip-gelmek ve simit çay tam 13 lira ediyordu. Dikkatlice montunun cebine bozuk paraları yerleştirip, evden çıktı.

Apartmanın merdivenlerinden inerken hayal kurmaya başlamıştı bile. Dört ay sonra mezun olduğunda herhalde hemen işe girerdi. İyi bir not ortalamasıyla mezun olacaktı çünkü üniversiteden. İlk maaşıyla önce kendine yeni, beyaz perdeler alacaktı. Kendininkiler zaten karanlık olan odasını çekilmez bir yere dönüştürüyordu. Sonra da anne ve babasına hediye almayı düşündü. Kim bilir kızları ilk maaşıyla onlara hediye aldığında ne kadar da gururlanırlardı? Ne alsaydı acaba? Aman canım ne isterlerse alırdı Işık. Ne isterlerse alabilecek kadar para kazanırdı elbette. Yani öyle olurdu herhalde.

Trene bindiğinde birden içine bir kurt düştü. Ya iş bulamazsa? Az önceki hayalleri kuran o değilmiş gibi bu seferde aklından bütün kötü senaryoları geçirmeye başladı. İş bulamamak kuvvetli bir ihtimaldi bugünlerde. Çünkü bir yandan ekonomik kriz, komşu ülkeler arasındaki savaşın küresel bir savaşa dönüşme ihtimali, enerji krizleri ülke ekonomisini daha da sarsacak gibi görünüyordu. Böyle bir durumda yurt dışına taşınmak da çare olamazdı: Bir dünya savaşı kapıdaydı. Gözünün önüne bombalanmış binalar, aç insanlar, bozulmuş yollar, yıkılmış köprüler, sessiz şehirler, boş tarlalar ve fabrikalar geldi.

Trenden indiğinde bütün bu ihtimalleri düşünmekten yorulmuş bir şekilde üniversiteye doğru yürümeye başladı. Gün daha yeni başlıyordu. Oysa Işık, o kısa tren yolculuğunda kafasındaki ihtimallerle kendi geleceğine ve dünyanın geleceğine dair çok çetin bir savaşa girmiş ve bu savaştan bütün cephanesini, enerjisini tüketmiş, mevzilerini kaybetmiş olarak çıkmıştı.

O, umutsuzca yürürken bir adam -bir belediye görevlisi olsa gerek- yanına yaklaşıp yarım ağızla “8 Mart Kadınlar Gününüz kutlu olsun” diyerek Işık’ın eline bir kırmızı karanfil tutuşturdu.

Doğru ya bugün 8 Mart’tı.

Zeynep, kozmetik ürünler üreten bir fabrikada paketleme bölümünde çalışıyordu. Bu hafta sabah vardiyasına vermişlerdi onu. Kocası da bir metal işçisiydi. Vardiyaları uyuşmadı mı günlerce görüşemezdi bazen karı-koca.

İki kızı vardı Zeynep’in. Büyük olan 17 yaşındaydı ve üniversite sınavına hazırlanıyordu. Küçükse 11’in içindeydi, ortaokula gidiyordu.

İkinci kızı doğduktan sonra masrafların altından kalkamamışlardı ve Zeynep çalışmaya başlamıştı. O zamana kadar çalışmasına izin vermeyen kocası da sus pus olmuştu masrafların altından tek başına kalkamayınca. Hâlâ daha gönlü razı değildi Zeynep’in çalışmasına, evinden uzakta olmasına. Hasta annesine gündüzleri bakacak biri yoktu. Hem bazen Zeynep yorgun geldiğinde işten, doğru düzgün yemek de koymuyordu evdekilerin önüne. Ama tek başına da altından kalkamazdı ya kira, faturalar ve taksitlerin. Ama sendika bastırıyormuş bu sene yüzde elliden fazla zam alacaklarmış. Öyle duymuştu, bekleyip göreceklerdi. Bu sene umutluydu.

“Bir gün de şaşırsa ya şu alarm, çalmayı unutsa Allah’ın belası” diye söylenerek kalktı yataktan Zeynep. Gece geç uyumasına sebep olan kocasına baktı, derin bir uyku içindeydi o. Dün gece kocası vardiyadan gelince, usulca yatakta karısına yanaşmış ve uykusunun en tatlı yerinde buz gibi elleriyle Zeynep’e dokunarak uyandırmıştı onu. Ertesi gün Zeynep’in erken kalkıp işe gidecek olmasını umursamazdı. Bunu da bilirdi Zeynep. İstemese bile hayır demenin kocasını durdurmayacağını bildiği için hiç ses etmezdi. Kocasının çabucak işini bitirmesini beklemiş ve kaldığı yerden uykuya devam etmişti o çirkin sesli alarm çalana dek.

Kalkıp çocuklara ve onlarla aynı odada yatan kayınvalidesine çabucak bir kahvaltı hazırladı. Çayın suyunun kaynamasını beklerken de elini yüzünü yıkamaya gitti istemeye istemeye. Hiç sevmezdi kış günleri o buzhane gibi olan banyoda elini yüzü yıkamayı. Kim severdi ki zaten? Tek hayali, sabahları da akşamları da sıcacık olan bir banyoydu. Öyle sıcak olsundu ki sabahları klozette otururken bacakları titremesindi, acele etmeden uzun uzun yüzünü yıkayabilsindi. Yüzüne bir iki su çarpıp, tuvalete bile girmeden hızlıca çıktı banyodan.

Evden çıkmadan çocukları okul için kaldırdı. Çayı demeyip, altını kapattı.

Kapıyı örtüp, servisin onu alacağı durağa doğru yollandı.

Servisin içi sıcacıktı. Kendi evi soğuk olduğu için nasıl zor uyuyorsa, aksine burada içerisinin sıcaklığından hemen uyuyuveriyordu. Bir saate yakın yolu vardı servisin. Gözünü yumdu.

Çok sigara içmezdi Zeynep ama öğlen yemeğinden sonra bir tane sarardı muhakkak. Sigarasıyla çayını yudumlarken telefonu çaldı. Mesaj gelmişti büyük kızın gittiği üniversite hazırlık kursundan. Mesajda en kısa sürede vadesi geçmiş taksitlerin ödenmesi “rica” ediliyordu. Yemekten sonra sigara içilen, diğer işçi kadınlarla dedikodu yapılan, Zeynep’in de günün en sevdiği zaman dilimi olan bu an, bir anda zehir olmuştu. Geçen akşam kocasıyla hesap yaparken kızın kurs taksitini unutmuşlardı. Şimdi kimden borç bulsunlardı da taksiti ödesinlerdi? Bir yolunu bulmalıydılar muhakkak.

Öğlen tatilinden sonra işinin başına döndüğünde Zeynep, bir yandan makine gibi çalışarak bir yandan da “ne yapacağız şimdi” diye düşünerek akşamı etti. Vücudunun her yerini sıkmıştı çalışırken. Özellikle dişlerini sıkmıştı. Şimdi başı ağrıyordu bundan dolayı bir de. Zaten yorgun başlanılan gün sonunda Zeynep’i şuracıkta gebertseler gıkı çıkmazdı. “Oh, kurtuldum” derdi yaşamak çilesini daha fazla çekmeyeceği için.

Çıkışta bir ufak paket tutuşturdular fabrikada kadınların. Paketleri dağıtmadan önce bir iki kısa laf ettiler. Gününüz kutlu olsun falan diyorlardı. Pek de anlamadı zaten Zeynep arka sıralarda olduğu için. “Herhâlde kabotaj bayramı” falan diye düşündü.

Servis hareket ettikten ancak sonra elindeki paketi açmayı akıl etti Zeynep. İçinden bir ruj ve göz kalemi çıktı. Kendi ürettiklerini hediye diye kendilerine vermişlerdi. Paketin üstünde de minnacık yazılmış bir yazıyı okudu: Kadınlar Gününüzü kutlarız.

Doğru ya bugün 8 Mart’tı!

Yine doğru düzgün sürememişti göz kalemini Serpil. Oldum olası beceremezdi ya bu işi; o gün de sağ göz kapağındaki çizgi soldakinden kalın olmuştu. Silip, çizgileri eşitlemeyi düşündü ancak trene gecikmek üzereydi.

Evin antresindeki dar boy aynasında kendine son kez baktı. Diz kapağının hemen altında lacivert renk bir kalem etek, üstüne de ekru renkte şifon gömlek giymişti. Kapının hemen yanındaki dolapta asılı siyah paltosunu üstüne geçirip, saçını düzeltti tekrar. Sonra koşarak yatak odasına geri gitti: parfümünü sıkmayı unutmuştu. Bitmesin diye parfümü sadece iki damlacıkla yetindi Serpil. Bu parfümlerin yenilerini almak çok pahalıydı artık. Gerçi, dün televizyonda görmüştü, “parfümlerde %20’ye varan büyük indirim” diye reklamlarda söylüyorlardı ama kredi kartının limiti zaten ağzına kadar doluydu. Şu akıllı telefonun taksiti bir bitsin, parfümü de alırdı, o pahalı markanın çantasını da alırdı; hani geçen gün bankada Yelda’nın fotoğrafını gösterdiği.

Apartman kapısından çıkarken endişeli gözlerle sağını, solunu gözledi önce onu bekleyen birisi var mı çevrede diye. Kimsenin olmadığını görünce korkarak da olsa ilk adımını attı kapıdan dışarı ve kulaklığını takıp trene kadar yaklaşık 10 dakika sürecek yolu yürümeye başladı. Arada bir kulaklığını çıkarıp, duruyor ve arkadan gelen var mı diye kontrol ediyordu. Dün gece “o saatte orada ne işi varmış” denilebilecek bir saatte arkadaşlarıyla kahve içmekten dönerken trenden evine kadar onu bir adamın takip ettiğini fark etmişti. Bugün o yüzden biraz gergindi.

Sağlıksız olduğunu bildiği halde sabahları kahvaltı etmezdi Serpil formunu korumak için. Sert bir kahve onun için kafiydi. Trenden inince istasyonunun hemen yanındaydı çalıştığı banka. İş yerine varmadan önce çalıştığı bankanın karşı çaprazındaki kahveciden küçük boy bir kahve aldı. Şekerli sert kahve ve sigara sonrası artık güne başlamaya hazırdı.

Bankanın 2. katındaydı masası. Ticari müşterilerle çalışıyordu Serpil. 6. yılını dolduracaktı bu bankada. İşini de seviyordu genel olarak. Bazen çok yoğun çalıştığı günler, can sıkan müşteriler veya uygunsuz tekliflerde bulunan müşteriler olmuştu elbet ama o kadarı her iş yerinde olurdu.

Kahvesini masasına bırakırken masanın üstünde küçük bir saksı çiçeği ve pembe kurdeleyle sarılmış çok şık bir paket koyulmuş olduğunu fark etti. Saksıyı eline alınca, saksıyı saran jelatin kağıda zımbalanmış bir yazıyı okudu: “8 Mart Kadınlar Gününüz kutlu olsun.” Kurumsal bir yerde çalıştığı için sağ olsunlar böyle günleri hiç es geçmezlerdi.

Kahvesini yudumlarken süslü paketi açıp içindeki çikolatadan atıştırmaya başlamıştı. Bugün 8 Mart olduğunu nasıl da unutmuştu? Yılın bu döneminde çok “çılgın” indirimler olurdu giysi, ayakkabı, çanta, kozmetik ve ev aletlerinde.

Kredi kartının limitinin dolu olduğu aklından çıkarak Yelda’nın gösterdiği o çantanın 8 Mart’a özel ne kadar indirime girdiğine bakmak için telefonundan uygulamayı açtı. Bir yandan da hayıflanıyordu: “Salak Serpil, nasıl unuttun, bugün 8 Mart!”

Yorulmuştum.

Üç farklı kadının hikayesi buraya kadar beni yormuştu. Bugün izin günümdü aslında ama bir şeyler tam da 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde beni bu kadınların hikayesini yazmaya itmişti.

Birbirini tanımayan ve dışarıdan bakıldığında birbirinden çok farklı hayatlar sürdüğü, beklentileri olduğu ve kadın olmaktan başka hiçbir ortak noktası olamayacağı düşünülen bu kadınlar birazdan benim evimde bir araya gelip, tanışacaklardı.

Üniversite öğrencisi Işık’la her sabah aynı saatte tren beklerken tanışmıştım. “Günaydın”dan öteye gitmeyen tanışıklığımız bir süre sonra arkadaşlığa dönüştü.

Zeynep, bir gün muayenehaneme hasta olarak gelmişti. Sabahları uyandığında çenesi, dişleri ve başı ağrıyordu Zeynep’in. Onu muayene ettiğimde çok şiddetli bir şekilde dişlerini sıktığını tespit etmiştim. Dişlerini sıkmasın da ne yapsındı? Evi muayenehaneme yakındı. Bazen ben akşamları muayenehanemden çıkarken yolda karşılaşırdık o gece vardiyasına giderken. Onunla tanışıklığımız bir gün beni evine kahve içmeye davet edince daha da ilerledi.

Karşı apartmanımda oturuyordu Serpil de. Bir akşam köpeğimi dışarı çıkardığımda tanıştık onunla. Yanımıza gelip Zeytin’i sevmişti; ayaküstü sohbet etmiştik. Öyle öğrenmiştim karşı komşum olduğunu.

Evet, bu kadınları evime davet etmiştim bu akşam, yani 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde. İstiyordum ki, toplumda sayıca ciddi bir kesimi oluşturan öğrenci, işçi ve beyaz yakalı bu üç kadın birbirini tanısın ve görsünler, iş bulamama kaygısının, taksitini, faturasını ödeyememe kaygısının, tacizin, mobbingin, kadın olmaktan çok daha önemli ve birleştirici ortak bir payda olduğunu.

Bu kadınlar birbirini tanısa ne olacak peki? Açıkçası bilmiyorum. Ben sadece bir düş kurdum, onların hikayelerinin güzel bir sonla biteceğine dair umutlarımı yeşerttim. Şimdi kalemi ellerine alıp hikayelerine mutlu bir son yazmak da, bu düzenin onlara taktığı prangalara boyun eğerek yaşayıp hikayelerini böyle bitirmek de onların elinde. Onlar bunun farkında değil elbet şu an ama ben biliyorum ki kadınlar eline kalemi aldığı vakit sadece kendi hikayelerini, kaderlerini değil bütün emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların da kaderini yazabilme potansiyeline sahip olabilirler. 

Zil çaldı.

Sanıyorum misafirlerim geldi. Çayımız da demini aldığına göre başlıyoruz o halde bizim hikayemizin ve bu düzenin sonunu yazmaya.

FİLİZ ÖZDEMİR - KARLIKTEPE KDK / SOL

8 Mart'ın gerçek tarihi - EREN KARACA / SOL Arşiv

 'Kadınlar Günü ya da Emekçi Kadınlar Günü, uluslararası bir dayanışma günüdür; proleter kadınların gücünü ve örgütlülüğünü yeniden değerlendirme günüdür.'

“8 Mart’ın tarihçesi” üzerine yazılacak bir yazının, öncelikle şimdiye kadar anlatılan bir miti düzeltmekle başlaması gerekiyor. “Mit” olduğu kanıtlanan hikâyeyi ve gerçek olmadığına dair verileri birazdan açacağız. Ancak hikâyenin gerçek olmadığını yazmakla kalmanın aslında bugüne anlamlı bir katkısı olmayabilir. Çünkü masaya yatıracağımız anlatı, gerçek olamayacak ya da gerçek olsa sahiplenmeyeceğimiz bir hikaye değil. Esas olarak sorgulanması gereken, 8 Mart’ı uluslararası bir emekçi kadınlar günü yapacak olan zeminin, bu zamana kadar neden gerçek olmayan bir hikâyeye dayandırıldığı olmalı. Gerçek 8 Mart tarihi ise, bugünkü düzenin artık 8 Mart’ları en kısa ve ironik anlatımla “kadınlar çiçektir” günü olarak yansıtabilme cüretinin altını tamamen boşaltacak kadar güçlü.

1857 MİTİ

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün neden ve nasıl 8 Mart’a tarihlendiği konusunda yazılıp çizilen Türkçe ve yabancı metinlerin birçoğu hala bir mite dayanıyor. Hepimizin karşısına bir yerlerde mutlaka çıkmış olan anlatı şöyle: 8 Mart 1857 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında direnişe başlayan çoğu kadın (ya da bazı kaynaklarda hepsi kadın) 40 bin işçi, polisin saldırısı sonucu fabrikada kilitli kalıyor. O sırada fabrikada çıkan bir yangında dışarı çıkamayan 120 işçi (bazı kaynaklarda 129 işçi) o gün can veriyor. Yazıların birçoğu, bu işçileri polisin dışarı çıkarmadığını da yazıyor. Hatta bazı hikayeler, yanan fabrikanın yakınlarında mimoza ağaçları çok olduğu için, mimozaların 8 Mart’ın simgesi olduğunu iddia ediyor. (Fusillo, 2017)

1857 hikayesinin daha erken tarihli versiyonlarının bazılarında bir yangından da bahsedilmiyor. Yangının ve ölümlerin eklenmediği hikayeler 1857 yılında tekstil işçisi kadınlara dair bir direniş öyküsü anlatıyor. Bazı kaynaklar 8 Mart tarihini, New York'ta gerçekleşen tekstil işçilerinin sendika gösterisinin polis şiddeti ile karşılaşmasına ya da New York, Chicago, Boston'da meydana gelen grev veya kazalara dayandırıyor. 

Her yıl tekrar tekrar önümüze çıkan bu 1857 hikayelerinin bir mit olduğunu, yazılan olayların herhangi bir versiyonunun aslında hiçbir tarihi belgede bulunmamasından anlıyoruz. İki Fransız yazarın 1982’de yayımladıkları kısa bir yazı, hikâyenin birdenbire nereden çıktığına dair belgeleri önümüze sunuyor. Kandel ve Picq’in (1982) makalesine göre, bu mitin farklı ve giderek çeşitlenen versiyonlarının öncüsü olacak hikâye, ilk kez 1955 yılında Fransız L’Humanite gazetesinde görülüyor.

Liliane Kandel and Françoise Picq’in “Uluslararası Kadınlar Günü’nün kökenine dair mitler” başlıklı yazıları, Fransız dergi La Revue d'en face’ta yayımlanmış. Yazarların aktardığına göre, 1857 efsanesinin ilk kez 5 Mart 1955 tarihli L’Humanite gazetesinde yayımlanan şekli şöyle:

“(Uluslararası Kadınlar Günü) New Yorklu tekstil işçilerinin 1857’nin 8 Mart’ında, kötü çalışma koşullarının ve 10 saatlik iş gününün kalkması ve kadınlar için eşit işin kabul edilmesi için yaptıkları eylemin devamıdır. Bu eylem büyük ses getirmiş ve New Yorklu kadınlar tarafından 1909’da yeniden başlatılmıştır. 1910’da [...] C.Zetkin, 8 Mart’ın uluslararası Kadınlar Günü olarak belirlenmesini önermiştir.”

Bundan yalnızca birkaç gün sonra, 13 Mart 1955’te çıkan bir yazıda ise hikâye, efsaneleşmeye uygun bir dille aktarılmış: “1857 yılında New York’ta tekstil işçileri vardı. Berbat koşullar altında, günde 10 saat, açlık sınırındaki ücretlere çalışıyorlardı. Öfkelerinden, yoksulluklarından bir direniş doğdu.” 

Aynı gazetenin daha sonraki 8 Mart yazılarında ise New Yorklu kadın tekstil işçilerinin 1857’deki hikayesinin dallanıp budaklandığı görülüyor. Fransa’daki kadın hareketlerinin önemli dergileri hikayeyi sahiplenmekle kalmayıp, her geçen yıl hikayeye mutlaka birkaç detay daha ekleyerek trajik bir mit yaratıyorlar. Kandel ve Picq’in kendi anlatımlarıyla, “hiç kimse hikâyenin doğruluğundan kuşku duymuyor, herkes hikayeyi biraz daha ayrıntılandırmak, daha iyi anlatmak ve açıklamakla uğraşıyordu.”

Buraya elzem bir not düşelim. Böylesi bir hikâye, doğruluğundan kuşku duymamızı gerektiren öğeler mi barındırıyor? Hayır. Hikâyenin zamanı tam da, Marx’ın deyimiyle, sermayenin “her gözenekten kir ve kan damlatarak” büyüdüğü zamanlar. Örneğin, 1911’de New York’ta 123’ü kadın 146 tekstil işçisi, çalıştıkları fabrikanın yanması sonucu can vermişti. New York tarihinin bu en kanlı iş cinayeti, kentin göbeğinde Manhattan’daki Triangle Gömlek Fabrikası’nda meydana gelmiş, çoğunluğu 14-23 yaş aralığında olan 123 kadın işçinin sonu olmuştu. 1857 efsanesinin muhtemel ilham kaynağı gibi görünen 1911’deki fabrika yangınının, kârdan başka bir şey düşünmeyen sermayenin ne ilk ne de son katliamı olduğunu herkes biliyor.

Bu gerçeklerden yola çıkarsak, 1950’lerin ortasında hiç de efsane gibi duyulmayan bir olayın gerçekliğinin sorgulanmaması pek de şaşırtıcı gelmeyebilir. Hikayeyi ilk çıkaranların niyetlerinin sorgulanabilirliği baki kalsa da, daha sonra bu kadar sahiplenilişi, işçi sınıfı tarihi bu “kir ve kan damlayan” trajedilerle doluyken, kötü niyetli olmaya çalışmazsak, bir ölçüde anlaşılır olabilir. Ancak, hikâyenin herhangi bir kaynağa dayanmadan giderek genişlemesi ve 50 yılı aşkın bir süredir 8 Mart tarihi anlatılarının en başına oturmasıyla gerçek tarihi arka planda bırakması, artık düzenin kötü niyetini ifşa edecek düzeyde.

Dolayısıyla bugün, 1857’nin bir mit olduğunu söylediğimiz anda bizi esas ilgilendiren şey, bu mitin neden hâlâ tekrar ediyor oluşudur. Mitin doğduğu dönemde hangi niyetlerle ortaya atıldığını incelemek daha geniş bir araştırma yapmayı gerektirebilir dedik, ancak bu inceleme ne olursa olsun bugün soracağımız soruyu değiştirmiyor. Bu hikâyenin hala gerçek tarihsel referanslardan daha fazla sahipleniliyor olması kabul edilemez bir hal almış durumda.

Miti ortaya çıkaran yazılarında iki Fransız yazar, aynı meseleye dair haklı bir soru soruyorlar: “1955 yılında, Uluslararası Kadınlar Günü’nü Sovyet tarihinden ayırarak Bolşevizmden daha eski ve daha uluslararası bir köken, bir kongre kararından veya partili kadınların inisiyatifinden daha spontan bir geçmiş tarif etmek daha yararlı mı görünüyordu?”

1857 olayının hemen arkasına verilen diğer referanslar gerçeklerden, yani 8 Mart gününe 1900’lerin başında sosyalist ve komünist hareketlerin vurduğu damgadan söz eder. Son zamanlarda bile, göründüğü kadarıyla “isteğe göre” kaynak gösterilen Avrupa sosyalistlerinin 1910 kararı ve Rusya’da 1917’de Şubat Devrimi’ne giden yolu hızlandıran 8 Mart eylemi, iki dünya savaşı arasında Batı dünyasının pek hatırına bile gelmemiş.

Bugün 1857 efsanesinin bu denli “kolay” sahiplenilmesi dikkat çekici. Kandel ve Picq’in bundan neredeyse 40 yıl önce öne sürdüğü gibi, 8 Mart’ı Sovyet tarihinden ayırma ve örgütlü bir kararın sonucu olarak göstermeme çabası yadsınamayacak kadar aşikâr. Böyle bir kolaycılığın, rahatlığın, bilinçli veya bilinçsiz her türlü çarpıtmanın artık yalnızca düzenin işine yaradığını çekincesiz söyleyebiliriz.

O halde, 8 Mart’ı artık yalnızca gerçek tarihi ile sahiplenmek ve kadın mücadelesini bu tarihin mirasıyla ilerletmemiz gerekiyor. Kapitalist düzenin tüm barbarlığına rağmen düzen değişikliği için uluslararası alanda mücadele eden sosyalistlerin bize bıraktığı miras, 8 Mart’ı bir efsaneye değil gerçek bir iradeye dayandırmanın gerekliliğini gösteriyor. 

SOSYALİST KADINLAR HAREKETİ

Birçok kaynak ilk kadınlar gününün, 1909 Şubat’ının son Pazar günü Amerika Birleşik Devletleri’nde kutlandığını söylüyor. Çok kısa süre sonra uluslararası bir güne dönüşecek olan kadınlar günü ilk kez ulusal ölçekte kutlanıyor. 1908'de ABD sosyalistlerinin partisi içerisinde yeni kurulan Ulusal Kadın Komitesi, her yılın bir gününü kadınların oy hakkı mücadelesi için bir kampanya günü olarak belirlemeye çağırıyor. Bu çağrının ardından, ertesi yıl Amerika Sosyalist Partisi'nin düzenlediği "Ulusal Kadın Günü" ile, kadın hakları mücadelesini simgeleyen bir günün resmi adımı atıldı.

Efsaneyi devam ettirmek isteyen, ancak 8 Mart’ı sosyalist hareketin görünür iradesinin dışına da çıkaramayan birçok hikaye, Amerika’daki bu 1909 Şubat gününün, 1857’de ölenleri anmak üzere yapıldığını öne sürüyor. Hatta bir kısmı, sosyalist partinin belirlediği bugünü 8 Mart’a tarihlemekte bir sakınca görmemiş gibi. Ancak sosyalist partinin de kaynakları arasında böyle bir tarih yok; Amerikalı sosyalistler kadınlar gününü Şubat ayının son Pazar gününe tarihlemiş.

1900’lerin başında en yakıcı gündemleri oy hakkı olan kadın hareketlerine omuz veren Amerika Sosyalist Partisi, kendi gazetesinde Kadınlar Günü’ne yapılan çağrının o zamanki anlamını şöyle ifade etmiş:

“Sosyalist Parti, işçi sınıfı için siyasi güç elde etmek amacıyla örgütlenmiştir ve şu anda bu sonucu elde etmeye çalıştığımız yöntem oy pusulasındadır. 

Biz kadınlara oy pusulası verilmemektedir. O halde, kadınlar olarak biz, ekonomik güvence ve özgürlük elde etme çabalarımızda daha sağlam ilerleyebilmek için oy pusulası istiyoruz.” (Beaton, 1986)

Bu tarihe gelene kadar, dünyada kadın hakları mücadelesinin elbette sürekli büyüyen ve gelişen bir birikimi mevcut. Amerikalı sosyalistlerin oy hakkı mücadelesini yükselttikleri tarihlerde, Avrupa’daki işçi kadınların mücadelesi tarihte büyük izler bıraktı. 8 Mart’ın tarihinin, kadınların sosyalist mücadelesinin tarihinin ta kendisi olduğunu söylemek en doğru tanım olur. ABD’li sosyalistlerin ulusal kadınlar günü çağrısı, uluslararası bir çağrıya Avrupa sosyalistlerinin mücadelesi ile dönüştü. İkinci uluslararası konferansta adı konulacak olan dünya kadınlar gününe giden süreç, Avrupa sosyalist kadınlarının inisiyatifi ile toplanan 1907 konferansında zeminini buldu.

1907’de Stuttgart’ta toplanan Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, Alman sosyalistlerinin inisiyatifinde bir araya gelmişti. Rus Komünist Aleksandra Kollontay’ın birinci konferansa dair aktardıklarına göre, o yıllarda İngiltere en fazla örgütlü kadın işçiye sahip olan ülkeydi. 150 bin işçi sendika üyesi olarak, 30 bin işçi ise işçi partilerinde siyasi olarak örgütlüydü ve kadın işçiler de Sosyal-Demokratik Federasyonun üyesiydi. Avusturya'da sendikaya örgütlü 42 bin kadın vardı. Almanya'da sendika üyesi olan kadınların sayısı ise 120 bindi. Tüm polis baskısına rağmen, 10 bin 500 kadın işçi Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı ve kadın işçilerin dergisi olan Die Gleichheit (Eşitlik) 70 bin kadar kopya dağıtıyordu. Finlandiya'da Sosyal-Demokrat hareket içerisinde 18 bin 600 kadın vardı. Belçika'da 14 bin, Macaristan'da 15 bin kadın işçi sendika üyesiydi. (Kollontay, 1984) 

ABD’de ise bu yıllara kadar, kadınların oy hakkı talebiyle kitlesel grevler ve gösteriler düzenlendi. ABD sosyalistleri, oy hakkı mücadelesi ile birlikte kadın yurttaşları sosyalizm mücadelesine de örgütlemek için uğraşıyorlardı. Stuttgart’ta düzenlenen ilk Sosyalist Kadınlar Konferansı’na gönderilen raporlardan biri, Chicago’daki Socialist Women (Sosyalist Kadınlar) dergisi editörü Josephine Conger-Kaneko tarafından gönderilmişti. Avrupa’nın işçi kadın hareketini selamlayan rapor, sosyalist kadın hareketlerinin ABD’deki durumu ve uluslararası dayanışmayı gösterir nitelikteydi.

“Birleşik Devletler'de henüz, Almanya ve diğer ülkelerdeki kadın yoldaşların ulaştığı kadar ne kendi bilincimize ne de faaliyetlerimizin gerekliliğine ulaşabildik. Fakat bu ülkedeki kadınlarımız huzursuzlanmaya başlıyor ve çok yakında sosyalist hareketimizde kendilerini hissettireceklerinden eminiz.” (Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı Raporları, 1907)

Aradan üç yıl geçtikten sonra, yani 1910 yılında ise büyüyen işçi sınıfı hareketinin bir sonucu ve gerekliliği olarak İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı bu kez Kopenhag’da, İkinci Enternasyonel’in Sekizinci Uluslararası Kongresi’nden bir ay önce toplandı. Bu ikinci konferansa Rusya delegesi olarak katılan Kollontay’ın Kopenhag konferansına dair verdiği bilgiler, sosyalist kadın hareketinin epey hızlı güçlendiğini gösteriyor. Stuttgart’ta delege sayısı 52 olan konferans, 3 yıl sonra 17 ülkeden toplan 100 delegeyle toplanıyor. Kollontay, Kopenhag sonrası şunları kaydediyor:

“Üç yıl geçti. Bu kısa zaman içerisinde kadınların proleter hareketi, yalnızca sayıları arttırmayı değil, sınıf mücadelesi sürecinde yadsınamayacak olan bir toplumsal güç olmayı da başardı. Kadın işçilerin örgütlenmesi konusunda Almanya dikkat çekici bir hızla ilerledi: 1907’deki Stuttgart konferansında sunulan verilere göre Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yalnızca 10 bin kadar kadın üyeye sahipti. 1910 itibariyle 82 binden fazla üyesi var ve kadın işçilerin sosyalist gazetesi Die Gleichheit 80 bin basıyor. Benzer büyüklükte adımlar Avusturya’nın emekçi kadınlarının örgütlenmesi konusunda da atıldı: 1909’da 7 bin kadın üyesi olan partinin 1910’da 14 bin üyesi oldu. Sendika hareketi içerisinde 44 bin kadın üye var ve işçi kadınların gazetesi 20 bin basıyor. Nüfusu daha az olan Finlandiya da geride kalmadı. Burada kadınlar, 16 binden fazla bir sayıyla birlikte işçi partisi üyeliklerinin yüzde 31’ini oluşturuyor. İngiltere 200 binden fazla kadın sendika üyesi ile gurur duyabilir. Her yerde, Danimarka’da, İsveç’te, Norveç’te, İsviçre’de, Hollanda’da, İtalya’da, Birleşik Devletler’de, işçi sınıfı kadınları uyanıyor, kadınların sosyalist hareketini kurmaya başlıyor ve Alman sosyalist kadınlarının büyük çabalar ile belirledikleri yolda ilerliyorlar.” (Kollontay, 1982)

ULUSLARARASI KADINLAR GÜNÜ ÖNERİSİ VE 8 MART

Amerikan sosyalistlerinin kadınlar günü çağrısının uluslararası alanda ilk kez yankılanmasını bu konferansta görüyoruz. 1910 Konferansı’nda Alman sosyalist Luise Zietz uluslararası bir kadın günü çağrısını konferansta dillendirdi. SPD’nin kadın öncülerinden olan Zietz’in kadın günü önerisi, konferansın başkanlığını yapan Clara Zetkin’in de desteğiyle kabul edildi. Konferansta alınan bu kararda henüz bir tarih belirlenmediğini not etmemiz gerekiyor. Ancak, bu tarihten itibaren sosyalist kadın hareketini birleştirecek, güçlendirecek ve kadın hakları mücadelesini ileriye taşıyacak, uluslararası bir kadınlar gününün belirlenmesi sosyalistlerin ortak kararıyla kayıt altına alınıyor. Bu karar, ayrıca “kadınlar için oy hakkı sosyalizm mücadelesinde gücümüzü birleştirecek” sloganıyla birlikte uluslararası mücadeleye giriyor. (soL, 2019)

Konferanstan birkaç gün sonra, konferansta alınan karar enternasyonel sosyalizmin yayın organı olarak tanıdığı Die Gleichheit’a şu satırlarla aktarılıyor:

"Tüm ülkelerin Sosyalist kadınları, kendi ülkelerinin proletaryasının sınıf bilincine sahip olan siyasi ve sendika örgütleriyle uyum içerisinde, nihai hedefi kadınların oy hakkını elde etmesi olan bir kadınlar gününü her yıl düzenlemeye karar vermiştir. Sosyalist ilkelere göre bu talep, kadın sorununun bütünü ile birlikte ele alınmalıdır. Kadınlar Günü uluslararası bir karaktere sahip olmalı ve dikkatli bir şekilde örgütlenmelidir. (Ingeborg, 1983)

1910 Konferansı’ndan bir sene sonra, Paris Komünü’nün kırkıncı yıldönümüne denk gelen 19 Mart gününde, uluslararası Kadınlar Günü ilk kez kutlandı. Almanya ve Avusturya’da kadınlar, 1848 devriminde Prusya kralının silahlanmış halkın gücünü ilk kez tanıdığı günün anısına 19 Mart’ı seçtiler. “Almanya ve Avusturya köpürüp coşan bir kadınlar denizi oldu. Her yerde toplantılar organize edilmişti, küçük kasabalarda ve hatta köylerde bile kadınlar salonları o kadar çok doldurmuşlardı ki erkek işçilerden yerlerini kadınlara vermeleri istendi.” (soL, 2019)

Avrupa’nın kadınlar günü gündemi, 1910 Konferansı kararlarıyla da uyumlu bir şekilde kadın hakları ve oy hakkı oldu. Henüz 8 Mart’a tarihlenmemiş olan bugünü, Amerikalı sosyalistler Şubat’ın son pazar günü kutlamaya devam ettiler. Boston’daki sosyalist kadınlar, oy hakkı aktivistlerine, yani süfrajetlere kadınlar gününde birlikte sokağa çıkmayı öneriyorlar. 23 Şubat hakkında yazan süfrajetlerin resmi yayını, o gün süfrajetlerden çok sosyalistlerin bu hak arayışı için harekete geçmek konusunda daha azimli olduklarını yazıyordu. Aynı yıl Viyana’da yine 18 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar, Paris Komünü’nde yaşamını yitirenleri anarak, kızıl bayraklarla uluslararası kadınlar günü gösterilerini gerçekleştirdiler. (Kaplan, 1985)

Kollontay’ın 1913’te Pravda’da yazdığı yazı, sosyalistlerin kadın haklarına dair yürüttükleri mücadelenin ve bu mücadele için belirlenen kadınlar gününün önemini bir kez daha hatırlatıyor: “İşçi sınıfı kadınları arasındaki her özel, farklı çalışma biçimi, kadın işçilerin bilincini uyandırmanın ve onları daha iyi bir gelecek için mücadele edenlerin saflarına çekmenin bir yoludur ... Kadınlar Günü ve kadın işçilerin özbilincini uyandırmak üzere yavaş, titiz çalışmalar, işçi sınıfının bölünmesine değil birleşmesine hizmet etmektedir.” (Kollontay, 1984)

Dünya Savaşı’nın yıkıcı bilançosu ile birlikte artık kadınların en yakıcı sorunları, geçim derdi, kocalarını ve çocuklarını savaşta kaybetme ve dolayısıyla barış çağrılarını duyurabilme oluyor. Kadınların savaş karşıtı mücadeleleri ve sosyalistlerin uluslararası kadınlar günü kutlamalarındaki ısrarcılığı dikkat çekici. 1915’te Clara Zetkin’in önderliğinde Bern’de toplanan sosyalist kadınlar, artık savaş karşıtlığının suç sayıldığı zamanda bile, barış için yürüyorlardı. Savaşın başlamasından sonra ilk konferans olan bu toplantıda, Avrupa sosyal demokrasisinin savaş sırasında kapıldığı sosyal-şovenizme karşı azınlıkta olsalar da, Rus Bolşevik kadınları “proletaryanın uluslararası dayanışmasına ihanet edenlerin mahkum edilmesini ve emperyalist savaşa karşı yanlış anlaşılmaya yer bırakmayan” yanıtları cesurca ortaya koymaya devam ediyorlardı. (Kollontay, 2000:173)

KOMÜNİST BAYRAMI 8 MART

Rusya’da Uluslararası Kadınlar Günü, kadın işçilerin mücadelesinin militan bir yansıması olarak devam etti. Toplantılar, mitingler ve yürüyüşler, çoğu zaman polisle karşı karşıya gelinmesine rağmen ısrarlı bir şekilde sürdü. Kollontay’ın net bir şekilde özetlediği haliyle, “kar hırsına kapılmış girişimcilerin kadın yurtseverliğine methiyeler düzdüğü, kadınları fabrikalarına davet ettiği ve gelecekteki karlarından ötürü duydukları sevinçle ellerini ovuşturdukları sırada, işçi kadınlar, aktif bir şekilde grev mücadelelerine katıldılar. Savaş, kadınlara yeni tasalar getiriyordu, ‘kadın karışıklıklarının’ nedeni de budur.” (age:173) 

Amerikalı sosyalistlerin Şubat sonu geleneğinin devam ettirildiği Rusya’da, Şubat Devrimi arifesinde, eski Rus takvimine göre 23 Şubat, Miladi takvime göre ise 8 Mart günü, o zamana kadarki en unutulmaz Kadınlar Günü gerçekleştirildi. (Kaplan, 1985) Petrograd’da, kadınların fabrikalardan ve ekmek kuyruklarından çıkıp sokaklarda ekmek ve barış talebiyle kitlelere dönüştüğü bir kadınlar günü yaşandı. Gıda fiyatlarının, özellikle un ve ekmek fiyatlarının giderek arttığı, halkın artık ne yiyeceğe ne de temel hijyen malzemelerine para bulabildiği bir zamanda Rusya’da kadınlar yaşam ve çalışma koşullarının ağırlığına karşı sokaklarda başı çektiler. “Ve Uluslararası Kadınlar Günü olan 23’ünde, uzun ekmek kuyruklarında bekleyen ev kadınlarının arasında patlak veren huzursuzluk, birden monarşinin kaldırılması ve savaşın sonlanmasını isteyen bir sokak gösterisine dönüştü.” (Rabinowitch, 2012:26)

1917 yılı, başından itibaren, halkın huzursuzluğunun ve işçi grevlerinin en yoğun yaşandığı zaman oldu. Ocak ayında Moskovalı işçilerin üçte biri grevdeydi; Petrograd’da en büyük fabrikaların işçileri de grevlere katıldı. Rusya’da işçiler, Çar’a, savaş koşullarına ve bulamadıkları ekmeğe karşı kararlı bir mücadele içerisindeydi. Petrograd’ın askeri birlikleri, Çar’ın emrine rağmen halka ateş açmayı reddedip göstericilerin saflarına katıldılar. (Foster, 2011) 23 Şubat’tan yalnızca 4 gün sonra ise, Şubat devrimi gerçekleşmiş, Çar tahttan çekilmişti.

1917 Rusya’sındaki bu gelişmelerin ardından ertesi yıl Avrupa ülkelerinde de devam edecek olan Uluslararası Kadınlar Günü’nün tarihi belirlenmiş oldu. Rusya’nın Ekim Devrimi ile attığı tarihi adımdan sonra 8 Mart, Sovyetler Birliği’nde bir komünist bayramı olarak tarihe yazıldı. (Kaplan, 1985)

Türkiye’de kutlanan ilk 8 Mart’ın örgütçüleri ise, Büyük Rus Devrimi’ne giden yolun içerisinde rotasını çizen Türkiye’nin ilk komünist kadınları oldu. 1920’de komünist partinin kurucuları arasındaki Cemile Neşirvanova anılarında, dönemin güçlenmeye başlayan milli burjuvasının, savaşta eşini, oğlunu, babasını yitirmiş kadınların üzerine nasıl “kabus gibi çökmekte” ve “bir lokma ekmek için onları amansızca sömürmekte” olduğunu anlatır. O zor koşullar altında bile, askerî çamaşırların yıkanması ve hastane işlerinden para kazanan tüccarların, tüm angarya işleri ücret bile ödemeden kadınlara yaptırmalarının karşısında mücadeleye başlamışlardı. Komünist Enternasyonel’in Kadınlar seksiyonundan gelen bilgi üzerine 1922 yılında Ankara’da toplanan komünist kadınlar, “burjuva toplumunda çiğnenen kadın haklarını elde etmek” şiarı altında 8 Mart’ı kutladılar. (Akbulut, 2006:104)

Komünist ülkeler ve komünist hareketler tarafından işte bu kısaca anlatmaya çalıştığımız tarihiyle sahiplenilen 8 Mart, bugün düzenin en düzenbaz araçlarıyla unutturulmaya çalışılıyor. Ancak bu unutturulma çabasının bir hayli eskiye dayanıyor gibi görünmesi gerçekleri değiştiremez. 8 Mart, sosyalizm için mücadele edenlerin, sosyalizmin sağladığı eşitlik ve özgürlük koşullarını yaratanların mirasıdır. 

Bugün dünyanın emekçi kadınlarının sömürüye ve eşitsizliğe karşı örgütlenerek yeni bir dünya hayal edebilmesi için herhangi bir efsaneye ihtiyaçları yok. Kapitalizmin tarihinde biriktirdiği gerçek trajedilerin ve yeni yazılanların son bulması için, 1900’lerin başlarında tüm bunlara karşı ortaya çıkan sosyalist iradenin bugüne de aktardığı potansiyel güce ihtiyacımız var. Yani emekçi kadınlar, 8 Mart’larda gerçek olmayan trajik bir hikaye için değil, gerçek bir iradeyle, başka bir düzene doğru somut adımlar atanların izinden daha güçlü bir şekilde gideceklerini göstermek ve bu düzeni değiştirmek için seslerini yükseltmeli.

Kollontay’ın öz ve çarpıcı anlatımıyla:

“Kadınlar Günü ya da Emekçi Kadınlar Günü, uluslararası bir dayanışma günüdür; proleter kadınların gücünü ve örgütlülüğünü yeniden değerlendirme günüdür.

Ancak yalnız kadınlara özgü bir gün değildir. 8 Mart, işçiler ve köylüler, tüm Rus işçileri ve tüm dünya işçileri için tarihi ve unutulmaz bir gündür. 1917 yılında bugün, büyük Şubat devrimi gerçekleşti. Bu devrimi başlatan Petrograd'ın işçi kadınlarıydı; Çar ve ortaklarına muhalefet bayrağını kaldırmaya ilk karar verenler onlardı. Bu yüzden emekçi kadınların günü bizim için çifte kutlamadır.” (soL, 2019)

8 Mart 1917 günü Petrograd sokaklarındaki kadınlar


Kaynaklar:

Akbulut, E. (2006). Milli Azadlık Savaşı Anıları, TÜSTAV Yayınları.

Beaton, L. (1986). “International Women’s Day and working class history”, The Workers’ Press.

Foster, W.Z. (2011). Üç Enternasyonelin Tarihi: 1848’den 1955’e dünya sosyalist ve komünist hareketleri, Yazılama Yayınevi.

Fusillo, M. (2017). “International Women’s Day: history, myths and traditions”, termcood.eu.

Kandel, L. ve Picq, F. (1982). “Le mythe des origines à propos de la journée internationale des femmes”, La Revue d’En face, no:12.

Kaplan, T. (1985). “On the socialist origins of International Women’s Day”, Feminist Studies, 11:1, ss.163-171.

Kollontai, A. (1984). Selected Articles and Speeches, Progress Publishers.

Lenin, V. I. (1965). Lenin’s Collected Works, 1st English Edition, Progress Publishers, Moskova.

Ingeborg D. (1983). The German Women's Movement: The Social Role of Women in the 19th Century and the Emancipation Movement in Germany, Hohwatch, s. 36.

Rabinowitch, A. (2012). Devrime Doğru: Petrograd Bolşevikleri ve 1917 Temmuz Ayaklanması, Yordam Kitap.

Reports to the first International Conference of Socialist Women : in Stuttgart on Saturday 17 August 1907 (http://library.fes.de/zweiint/f07.pdf)

soL (2019). “Aleksandra Kollontay: 8 Mart neden ve nasıl örgütlendi?”, https://haber.sol.org.tr/turkiye/ceviri-aleksandra-kollontay-8-mart-nede...


Zeytinlik kıyımı yargıya taşındı + Zeytinliklerin ardından sit alanları da yağmaya açıldı! + 'Zeytinlik' detayı: Yeni bakanın teklifi ortaya çıktı+ '12,5 milyon hektar zeytinlik alan bu yönetmelikten etkilenecek' (SOL)

 Zeytinlik kıyımı yargıya taşındı -  (YUSUF YAVUZ-SOL)

Zeytinlikleri enerji amaçlı madenciliğe açan yönetmelik değişikliğinin iptali için Türkiye Ormancılar Derneği tarafından Danıştay’da dava açıldı.


Zeytinlikleri enerji amaçlı madenciliğe açan yönetmelik değişikliği yargıya taşındı. Türkiye Ormancılar Derneği (TOD), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan ve 1 Mart 2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin iptali için Danıştay’da dava açtı. Kamuoyunda tepki çeken yönetmelik değişikliğinin ilgili kanun ve Anayasa’ya aykırı olduğu savunulan dava dilekçesinde, düzenlemenin toplumun çıkarları ve kamu yararına da ters olduğu belirtilerek iptal edilmesi talep edildi.

Maden Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle son yıllarda önemli kazanımlar elde edilen ülke zeytinciliği için büyük bir yıkımın önü açıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan düzenleme ile zeytinlik alanlarda daha önce izin verilmeyen enerji ve buna bağlı madencilik faaliyetlerinin yapılabilmesinin önü açıldı.

Yönetmelik değişikliğinin iptali için dava

Zeytin üreticileri başta olmak üzere kamuoyunda tepkiyle karşılanan yönetmelik değişikliğinin iptali için Danıştay’da dava açıldı. Türkiye Ormancılar Derneği tarafından açılan iptal davası dilekçesinde, yönetmelik değişikliğinin ana konusunun madencilik değil, zeytinlikleri ilgilendiren bir durum olduğuna işaret edilerek, “Doğrudan zeytin konusunda çıkartılan 1939 tarihli 3573 sayılı ana kanun olan Zeytinciliğin Islahı Ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun ve bu kanunda yapılan değişikliklerle oluşmuş yasal platformda, çıkartılmak istenen benzer yönetmelikler Yargı denetimine takıldığı için bu kez Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı üzerinden Maden Yönetmeliğine bir madde eklenmek suretiyle yasal engel aşılmak istenmektedir” ifadelerine yer verildi.

'Zeytinlikleri koruma devletin görevi'

Yönetmelik değişikliğinin 3573 sayılı zeytincilik kanununun amaç ve ruhuna temelden karşı olduğuna dikkat çekilen dava dilekçesinde, düzenlemenin ilgili kanunun 3, 14, 17 ve 20. Maddelerine aykırı aykırı olduğu vurgulanarak şöyle denildi:

“3573 sayılı kanunun 17.maddesi aynen  ‘Devlet; zeytinciliğin ıslahı, yem zeytin dikim alanlarının tespiti, zeytin dikim ve yetiştirilmesinin teşviki ile verimin artırılması, hastalık ve zararlılarla mücadele ile ürün elde etmekte masrafları azaltıcı araç ve gereçlerin imal ve ithalinde gerekli kolaylıkları sağlar’ şeklindedir.

'Yakınında toz çıkaran tesis yapılamaz'

Aynı yasanın 20. Maddesinde de zeytin alanlarının maden ocaklarından korunması düzenlenerek aynen ‘Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegetatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez… Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının iznine bağlıdır’ şeklindedir.

Yasanın 20. maddesi devamında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı izni olsa dahi, ‘Kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez… İzinsiz kesenler veya sökenlere ağaç başına… Cezalandırılır’ şeklinde kesin yasaklar vardır. Belediye sınırları içinde bulunan zeytinlik sahalarının imar hudutları kapsamı içine alınması hâlinde dahi altyapı ve sosyal tesisler dâhil toplam yapılaşma, zeytinlik alanının yüzde 10’unu geçemez. Bu sahalarda bile zeytin ağaçlarının sökülmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının fenni gerekçeye dayalı iznine tabi kılınmıştır.

'Miras yoluyla dahi bölünemez'

Yasanın 3. Maddesinde zeytinlik alanlar yerel koşullar dikkate alınmak suretiyle Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca belirlenecek esaslara göre en az 25 dönümlük parseller halinde parsellenir… Bu yolla verilen taşınmazlar hiç bir şekilde veriliş amacı dışında kullanılamaz. Bu taşınmazlar; miras dahil hiçbir şekilde bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü hiç bir şekilde küçültülemez, şeklinde kesin düzenlemeler vardır.

'Maden Kanunu'yla ilgisi yok'

Yasanın 14. Maddesine göre zeytinliklere her çeşit hayvan sokulması, yerleşim sahaları hariç, zeytin sahalarına en az bir kilometre yakınlıkta koyun ve keçi ağılı yapılması yasaktır. Ancak çift sürme ve nakliyatta kullanılan hayvanlara ağızlık takılması şartıyla müsaade edilir. Şeklinde koruma ve düzenlemeler vardır. Böylesi kesin yasak ve düzenlemeleri geçemeyeceğini anlayan ve bilen davalı yönetim, sanki zeytincilikle ilgili bir düzenleme yapmıyor da sadece maden yönetmeliğine bir madde ekliyormuş gibi aldatıcı bir yöntemle yasaların ardına dolanarak düzenlemeler yapmak istemektedir. Oysaki bu düzenlemenin maden kanunu ile bir ilintisi yoktur.”

'Bilim dışı, akıl ve mantıkla izah edilemez'

Değiştirilen yönetmelikte, zeytinlik alanlarla ilgili “sahanın başka alanlara taşınması” gibi bilim dışı, akıl ve mantıkla izah edilemeyecek, ekosistemin ne olduğunu bilmeyen düzenlemeler içerdiği görüşüne yer verilen dava dilekçesinde, ayrıca şu ifadeler yer verildi:

“Ağaçların taşınması ekolojik ortamın taşınması anlamına gelmez. Ekosistem taşınamaz. Ayrıca ağaçların taşınması ağaç türüne ve yaşına göre değişiklik gösterip her zaman ve her koşulda fiziki olarak taşınması mümkün değildir. Zeytinlik, olduğu ortamda zeytinliktir. Sahadaki maden faaliyetlerinin tamamlanmasının ardından, sahanın rehabilite edileceği ve eski haline getirileceği, sahanın rehabilite edilmesi Tarım ve Orman Bakanlığınca uygun görülecek alanda dikim normlarına uygun bir şekilde gerçekleştirileceği, şeklindeki düzenlemeler aldatıcı ve hayalci düzenlemelerdir.

'Açık maden işletmesinden artakalmış kayalıklarda ağaç yetişmesi mümkün değil'

Zeytinliği imha ettikten sonra yapılacak maden işletmesi sonucu ortaya çıkacak tabloyu Türkiye’nin her yerinde görmek mümkündür. İlim ve fennen bu yerin eski hale gelmesi gibi bir durum söz konusu olamayacağı gibi bu yerin ıslah edilmesini de zaten madenciden alacağı bir taahhütnameye bağlamış olmaktadır. Bu şart, kamuoyunu aldatmak dışında hiçbir işe yaramayacak ve yaptırımı da bulunmayan bir şarttır. Bugüne kadar orman alanlarında binlerce maden ocağı işletilmiş ve hiçbirinde, bırakın başarıya ulaşmasını, uygulamaya bile geçilmiş bir rehabilitasyon projesi yoktur. Zaten açık maden işletmesinden artakalmış kayalıklarda ağaç yetişmesi mümkün değildir. Zeytin ağacı kültürel bir mirastır. Yitirilen Doğa ve Çevre değerlerine 300-400 yılda bile kavuşmak mümkün değildir. Kaybolan ve geri dönmeyen ekosistem ise insanların ve tüm canlıların hayatıdır, geleceğidir. Bu düzenlemeler ‘Zihni Sinir Projesi’ olarak nitelendirebileceğimiz düzenlemelerdir.

'Çevreyle ilgili tüm yasalara aykırı'

Maden Yönetmeliğinde yapılan bu değişiklik, her şeyden önce halen yürürlükteki Anayasamıza ve çevre ile ilintili tüm yasalara ve özellikle de yukarıda değindiğimiz gibi Zeytincilik Yasasına aykırıdır. Toplumun çıkarlarına ters olup kamu yararına da değildir. O nedenle Enerji ve tabii Kaynaklar Bakanlığının 01 Mart 2022 tarihli 31765 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin öncelikle yürürlüğün durdurulmasını ve bir duruşma günü tayini ile bilahare iptalini talep ediyoruz.”

Düzenleme neleri içeriyor?

İptali talep edilen Maden Yönetmeliği’ndeki yapılan değişiklikle ilgili yönetmeliğin 115. Maddesine şu düzenlemeler eklenmişti:

“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir. Zeytin sahasının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilmesi için madencilik faaliyeti yürütecek kişinin madencilik faaliyetleri bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini ve Tarım ve Orman Bakanlığınca uygun görülecek alanda dikim normlarına uygun, faaliyet yürütülecek saha ile eşdeğer büyüklükte zeytin bahçesi tesis edeceğini taahhüt etmesi zorunludur. Bu fıkra kapsamında zeytin sahasının taşınmasına ilişkin tüm masraflardan ve zeytin sahasının taşınmasından kaynaklanan tüm taleplerden madencilik faaliyeti yürütmesi yönünde lehine karar verilen kişi sorumludur. Bu fıkra kapsamında zeytin sahasının taşınmasına ilişkin usul ve esaslar Tarım ve Orman Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça, zeytin bahçesi tesis edilmesine ilişkin usul ve esaslar Tarım ve Orman Bakanlığınca belirlenir.”

                                                                          ***
 Zeytinliklerin ardından sit alanları da yağmaya açıldı! (YUSUF YAVUZ-SOL)

Bilimsel çalışmalar için ayrılan ve yapılaşmaya izin verilmeyen Kesin Korunacak Hassas Alanlar, ‘kamu yararı’ gerekçesiyle elektrik, su ve doğalgaz hatları gibi altyapı yatırımlarına açıldı.

Zeytinliklerin enerji amaçlı madenciliğe açılmasına yönelik tepkiler sürerken 5 Mart’ta gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliği ile doğal sit alanlarında madencilikten HES’lere, rüzgâr ve güneş santrallerinden doğalgaz hatlarına birçok faaliyetin yapılabilmesinin önü açıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın hazırladığı yönetmelik değişikliği, Nitelikli Doğal Koruma Alanlarında içme suyu amaçlı baraj ve göletler ile tarımsal sulama amaçlı göletlere, Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanları’nda ise tarım ve hayvancılık amaçlı entegre tesislerin yapılmasına da olanak sağlayacak.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca hazırlanan “Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik’te Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” 5 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Sit alanları yeniden tanımlandı, sınırları değiştirildi

Geçmişte doğal sit alanı olarak üç ayrı dereceye ayrılan korunan alanlar, Bakanlıkça ülke genelinde yürütülen çalışmalar kapsamında yeniden tanımlanarak ‘Kesin Korunacak Hassas Alan’, ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’ ve ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak üç ayrı kategoriye ayrılmıştı.

Yapılan Yönetmelik değişikliği ile tıpkı zeytinliklerde olduğu gibi korunan alanlarda da enerji yatırımlarına yönelik kolaylıklar sağlanması dikkat çekiyor.

'Kesin Korunacak Alanlar'da altyapı tesisi izni

Buna göre ilgili yönetmeliğin "Kesin Korunacak Hassas Alanlar"la ilgili uygulamaları belirleyen 7. maddesine şu fıkralar eklendi:

“Bu alanlarda, kesin yapı yasağı olmakla birlikte faaliyetlerin niteliğine, içeriğine ve zorunluluk haline ilişkin Bölge Komisyonları tarafından yapılacak değerlendirmeye göre; a) Kamu menfaati gereği zorunluluk arz eden hallerde mevcut yol güzergâhı kullanılması koşuluyla atıksu, içme suyu, doğal gaz ve elektrik hatları, b) Ulusal güvenlik için zaruret arz eden tesisler, c) Orman yangın yolu açılmasına, ormanların bakım ve onarımına, biyotik zararlılarla ve abiyotik (yangın, sel, fırtına) etkenlerle mücadele edilmesine yönelik çalışmalar, ç) Dalyan ve lagün ekosistemlerinde doğal dengenin devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili kamu kurum görüşleri doğrultusunda ve herhangi bir yapı yapılmamak şartıyla alanın özelliğinden kaynaklanan geleneksel avcılık yöntemleriyle yapılan balıkçılık faaliyetleri, yapılabilir.”

Daha önce bu alanlarda yapı yasağı vardı

Değişiklik öncesi söz konusu yönetmeliğin ilgili maddesi şöyleydi:

“Kaynak değerlerinin korunması için; alan kullanımı ve alana tüm etkilerin sınırlandırıldığı, gerektiğinde insanların bölgeye girişlerinin engellendiği, bilimsel araştırmalar, eğitim ya da çevresel izleme amacıyla özel önlemler alınarak korunacak kara, su, deniz alanları olup, Cumhurbaşkanı kararı ile ilan edilerek yapı yasağı getirilen mutlak korunması gereken alanlardır.”

Daha önce bilimsel faaliyetler için ayrılan "Kesin Korunacak Hassas Alanlar"ın kamu yararı ve zorunlu haller gibi gerekçelerle enerji, doğalgaz ve atıksu hatları, orman yolları ve güvenlik yapılarına açılmış olması dikkat çekiyor.

Korunan alanlarda HES ve barajlar yapılabilecek

Yönetmeliğin, "Nitelikli Doğal Koruma Alanları"yla ilgili iş ve işlemleri düzenleyen 8. maddesinde yapılan değişiklikle de Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonları tarafından yapılacak değerlendirmeye göre bu alanlarda ulaşım, elektrik ve içme suyu hatlarıyla trafo, otopark ve alanın korunmasına katkı sağlayacak tesislerin yapılmasına olanak tanınıyor. Değişiklikle ayrıca "Nitelikli Doğal Koruma Alanları"nda HES’lerin yanı sıra rüzgâr ve güneş enerjisi santralleri, içme suyu amaçlı baraj ve göletler inşa edilebilecek; beton, asfalt gibi malzemelerin kullanılmadığı açık spor alanları, çadırlı kamp ve karavan ile günübirlik faaliyetler yapılabilecek.

Turizm ve yerleşimlere izin verilecek

Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak ayrılan yerlere ilişkin yapılan yönetmelik değişikliği ise Bölge Komisyonu tarafından yapılacak değerlendirmeye göre; kesin korunacak hassas alanlarda ve nitelikli doğal koruma alanlarında izin verilen faaliyetlere ek olarak doğal ve kültürel bakımdan uyumlu düşük yoğunlukta faaliyetlere, tarım ve hayvancılık amaçlı entegre tesislere, hidroelektrik, rüzgâr ve güneş enerji santralleri ile turizm ve yerleşimlere izin verilecek.

Yönetmelik 9 yılda üç kez değiştirildi

Korunan alanların tespit ve tescili ile bu alanlardaki uygulamaların belirlendiği yönetmelik, 16 Mart 2020 tarihinde çıkarılan Cumhurbaşkanı kararı ile daha önce de değiştirilmiş, korunan alanlarda madencilik, balıkçı barınakları ve turizm amaçlı yapılaşmanın önünü açan yeni düzenlemeler getirilmişti.

Ayrıca ilgili yönetmelikte 27 Ekim 2017 ve 19 Şubat 2013 tarihlerinde yapılan kimi değişikliklerle korunan alanların kullanıma açılması yönünde yeni uygulamalar getirildi.

Biyoçeşitlilik zengini Türkiye korunan alanları artırmalı

Biyolojik çeşitlilik açısından tüm Avrupa kıtasına yakın bir zenginliğe sahip olan Türkiye, korunan alanlar açısından ise Avrupa ülkelerinin çok gerisinde bulunuyor. AB ülkelerinin korunan alan yüzölçümleri ülke yüzölçümlerinin yüzde 25’i düzeyinde olduğu kaydedilirken Türkiye’de bu oran yüzde 8 seviyesinde.  

Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin doğal ortamlarında geleceğe aktarılabilmesi için korunan alanlarının miktarını ülke yüzölçümünün yaklaşık üçte birine çıkarması gerektiği savunuluyor.

    Doğal sit alanlarının Türkiye coğrafyasına dağılımı

                                                                       ***
'Zeytinlik' detayı: Yeni bakanın teklifi ortaya çıktı.(SOL)

Tarım ve Orman Bakanlığı'nda Bekir Pakdemirli gitti Vahit Kirişçi geldi ama zeytinliklerin kaderinin aynı olacağı ortaya çıktı.

Yeni Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin, AKP milletvekilliği döneminde zeytinlik alanlara sanayi ve elektrik üretimi tesislerinin kurulması için teklif sunduğu ortaya çıktı.

Sözcü gazetesinden Veli Toprak'ın haberine göre,  Kirişçi, 13 yıl önce AKP milletvekilleri Soner Aksoy ve Haluk Özdalga ile birlikte “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” hazırladı. Teklif, Meclis Tarım Komisyonu'na sevk edildi ancak yasalaşmadı. Teklif ile şu hüküm getirilmek istendi:

“Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede, tesis yapılamaz ve işletilemez. Ancak bu sahalarda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan izin almak kaydıyla zeytin ağaçlarına zarar vermeyecek şekilde her türlü teknik önlemi almış zeytinyağı fabrikaları, tarımsal sanayi işletmeleri, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri yapılabilir ve işletilebilir.”

Gerekçede “Özellikle rüzgar santrallerinin kurulabilmesine elverişli alanların zeytinlik sahalarına yakınlığı, tesislerin yapımına engel teşkil etmektedir” denildi.

                                                                              ***

 '12,5 milyon hektar zeytinlik alan bu yönetmelikten etkilenecek' (SOL)

Ormancılar Derneği Başkanı Özkara, zeytinlik alanların maden sahalarına dönüştürülmesine olanak sağlayan yönetmeliği tepki gösterdi, ‘12,5 milyon hektarlık alan bundan etkilenecek’ dedi.


Zeytinlik alanların maden sahalarına dönüştürülmesine olanak sağlayan yönetmelik değişikliğine tepkiler sürüyor.

Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) Başkanı Hüsrev Özkara bugün düzenlediği basın toplantısında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan ve zeytinlik alanların maden sahasına çevrilmesine olanak sağlayan Maden Yönetmeliği'ne tepki gösterdi, Türkiye’deki yaklaşık 12,5 milyon hektar zeytinlik alanın bu yönetmelikten etkileneceğini ifade etti.

Özkara, "Madencilik faaliyeti yürütecek kişiye, faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getirmeyi taahhüt etmesini şart koşuyor. Açık maden işletmesinden artakalmış kayalıklarda ağaç yetişir mi" diye sordu.

Özkara, geçmişte maden sahası olarak kullanılan alanlarda rehabilite çalışması yapılmadığını, madencilik faaliyeti bitmiş alan görsellerini kullanarak açıkladı. Özkara, maden sahasına dönüştürülecek zeytinlik alanlarının da aynı şekilde rehabilite edilmeyeceğini savundu. 

Yaptığı açıklamada, çıkarılan yönetmeliğin yasaya aykırı olduğunu, hukuki yollara başvuracaklarını açıklayan ve  Kızılderililerin “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” atasözünü hatırlatan Özkara, şöyle konuştu:

‘Kanun işlevsiz kılınıyor’

“Bilindiği üzere, zeytinliklerin 3 kilometre yakınında zeytin işleme tesisi dışında toz çıkaran hiçbir tesise izin vermeyen, zeytin alanlarının daraltılamayacağını hükme bağlayan 3573 sayılı "Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun" halen yürürlüktedir. Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle bu kanun işlevsiz kılınmak istenmektedir.

‘Zeytinliğin taşınacağı yer yok’

Ağaçların taşınması, ekolojik ortamın taşınması anlamına gelmez. Ekosistemi taşıyamazsınız. Ayrıca ağaçların taşınması, ağaç türüne ve yaşına göre değişiklik gösterip her zaman her koşulda geçerli değildir. Zeytinlik, olduğu ortamda zeytinliktir. O zeytinliği taşıyacağınız yer yoktur. Varsa zaten orası da zeytinlik yapılmıştır.

‘Maden işletmesinden artakalan kayalıklarda ağaç yetişmez’

Yönetmelik değişikliğinin bir de şartı var. Madencilik faaliyeti yürütecek kişiye, faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getirmeyi taahhüt etmesini şart koşuyor. Bugüne kadar orman alanlarında binlerce maden işletildi ve hiçbirinde, bırakın başarıya ulaşmış bir rehabilitasyon projesini, uygulamaya geçilmiş proje yok. Açık maden işletmesinden artakalmış kayalıklarda ağaç yetişir mi?

Zeytinin yetişme koşulları Akdeniz ekosistemiyle karşılık bulur. Ülkemizde de yaklaşık 12,5 milyon hektara tekabül etmektedir. 78 milyon hektar olarak ülke büyüklüğünü düşünecek olursak bunun yüzde 16’sı, bu yönetmelikten, zeytinlik sahaları birebir etkilenecektir. Bir tarafta zeytinin sağladığı katkılar diğer tarafta hizmete dönük yapılan metalik şeyler. Biri her yıl size katkı sağlıyor. Diğerleri ise gelip geçici."

(SOL)
 



TARİHTE BUGÜN (8 MART)

 


1857    Dünya Kadınlar Günü'nün ortaya çıkışı. Dünya Kadınlar günü bu tarihten itibaren literatürde yerini aldı. Dünya Kadınlar Günü'nün ortaya çıkışı hakkında üç ayrı görüş var: Birinci görüşe göre,1857'de New Yorklu dokuma işçisi kadınlar, düşük ücretleri, on iki saatlik iş gününü ve artan iş yükünü protesto etmek için bir gösteri yürüyüşü yaptılar. Polis şiddet kullanarak yürüyüşü dağıttı. İkinci görüşe göre, Amerikalı kadınlar 8 saatlik işgünü ve kadınların siyasal hakları için mücadele ederken, Şubat 1908'de Manhattanlı iplik işçisi kadınların grev yapması ve polisin yine şiddet kullanmasıdır. Üçüncü görüş,1909'da New Yorklu dokuma işçisi kadınların işten çıkarılmaları protesto etmek için fabrikayı işgal etmeleri, çıkan yangında 129 kadının hayatını kaybetmesidir. Başlangıcı hangi olay olursa olsun, bu mücadelenin anısına, II. Enternasyonalin 1910'daki Kongresi'nde Clara Zetkin'in önerisiyle , Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edildi.1910 yılından başlayarak 8 Mart tüm dünyada kadınlar için özel bir anlam taşıdı. Kadınların başkaldırısını simgeledi, birlikte bir güç olmanın, dayanışmanın anlamını bugünlere taşıdı.1960'lı yıllara dek sosyalistlerin kutladığı bir gün olan ,1960'lı yıllarda yükselen feminizmin etkisiyle tüm kadınların, sadece emekçi olarak değil, hayatın tüm alanlarında, yaşanan ortak ezilmişliği ve mücadeleyi simgeleyen bir gün olarak kutlanıyor. Birleşmiş Milletler de1975'te bugünü "Dünya Kadınlar Günü" olarak ilan etti.

1975    İstanbul'da Osmanbey'deki Dostlar Tiyatrosu'nda İlerici Kadınlar Derneği (İKD) 'nin kuruluş çalışmasını yürüten kadınların girişimiyle ilk kez kamuya açık bir kutlaması düzenlendi. 400-500 kadının katıldığı toplantıda, Kadınlar Günü'nün anlam ve önemi üzerine konuşmalar yapıldı, şiirler okundu Aynı yıl Ankara'da da kutlaması yapıldı.

1992    Dünya Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul ve Adana'da düzenlenen kutlama yürüyüşlerine polis müdahale etti, bazı kadınlar dövüldü, iki kadın yaralandı, 8 kadın gözaltına alındı

1987    Kadın Çevresi Yayıncılığın çıkarttığı Feminist dergisi yayına başladı Sahibi ve yazı işleri müdürlüğünü Handan Koç'un yaptığı derginin başlıca yazarları.Ayşe Düzkan, Handan Koç, Minu, Defne, Filiz k., Serpil, Gül, Sabahnur, Vildan, Stella Ovadis idi Dergi, Mart1990'da yayın hayatına son verdi.

2008    Prof. Dr. Sadun Aren, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi eski öğretim üyesi, eski milletvekili siyasetçi (DY-1922) vefat etti.

1933    I. Beş Yıllık Kalkınma Planı kabul edildi.

2021    Tiyatro ve sinema oyuncusu Rasim Öztekin, geçirdiği kalp krizinin sonrası tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Türk tiyatrosunun simgesi olan kavuğu geçtiğimiz yıl devretmişti.

2010    Elazığ'da 6.0 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 51 kişi hayatını kaybetti, 34 kişi de yaralandı.

1991    Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın küçük oğlu Efe Özal bir borsa şirketine ortak oldu.

1951    Adnan Menderes hükümeti istifa etti Bir gün sonra II Menderes hükümeti kuruldu; hükümette üç yeni bakan görev alırken altı bakan yer değiştirdi.

1984    Yunanistan Türk savaş gemilerinin bir Yunan Destroyerine ateş açtığı iddiası ile Ankara'daki büyükelçisini geri çağırdı Gelişmeler üzerine Türkiye de Atina büyükelçisine ülkeye dönme talimatı verdi.

1955    Türkiye'nin ilk kanserle savaş dispanseri açıldı.

1966    Adalet Partisi Aydın Milletvekili Reşat Özarda, Sanayi Bakanı Mehmet Turgut hakkında Meclis soruşturması istemişti Özarda, Başbakan Demirel'in Türkiye temsilcisi olduğu Morrison firmasına, gümrüksüz ithal edilen Ereğli Demir Çelik Fabrikaları'nın mallarının ve araçlarının verildiğini iddia ediyordu Bu soruşturma isteği üzerine AP Milletvekili Reşat Özarda partisinden ihraç edildi

1979    Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ilişkin tartışmalar üzerine "Silahlı Kuvvetlerimizi her türlü politika dışında tutmaya büyük bir dikkat ve özen göstermek hepimizin başta gelen görevi olmalıdır" dedi

1957    Siyasal Bilgiler Fakültesi eski dekanı Turhan Feyzioğlu, Türk Hukuk Kurumu'ndaki konferansında " Meşrutiyati takip eden birkaç yıl ve Demokrat Parti iktidarının ilk yılları hariç, basın hürriyete hasret kalmıştır " dedi.

2000    30 yılı aşkın siyasi geçmişinde ilk kez Necmettin Erbakan'a karşı bayrak açılarak, FP'ye genel başkan adayı çıkarıldı Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, adaylığını ilan etti.

1971    Antakya'nın içme suyu kaynağına fare zehiri konulduğu yolundaki ihbar üzerine Emniyet geceyarısı kent sakinlerine "su içmemeleri" çağrısı yapıldı.

1972    Demokratik Parti Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Menderes Ankara'da havagazıyla intihar etti Menderes'in intihar nededi anlaşılamadı.Eski başbakanlardan Adnan Menderes'in büyük oğlu olan Yüksel Menderes Demokratik Parti kurucularından ve Aydın milletvekiliydi.

1979    İngiliz Genelkurmay Başkanı'nın davetlisi olarak İngiltere'de bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren kendisine yöneltilen bir soru üzerine, Türk polis ve jandarmasının görev ve yetkilerini belirleyen yasal düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve ilgililer tarafından gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.

1956    İzmir'de Demokrat Parti tarafından düzenlenen mitingde konuşan Başbakan Menderes, basını eleştiren bir konuşma yaptı "Bu gazeteler demokrasi devriminin matbuatı olmak vasfına sahip değildir" dedi Basını gerçekleri değiştirmek ve DP iktidarını alaşağı etmeyi düşünmekle suçladı.

1975    TRT Genel Müdürlüğü, CHP ve Demokratik Parti'nin başvurusu üzerine, bu partilere de Başbakan Demirel'le TV'de yapılan söyleşi kadar süre tanınmasını kararlaştırdı.

1954    İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay bir basın açıklaması yaparak Mecidiyeköy-Yenikapı arasındaki metronun temelinin Nisan'da atılacağını söyledi.

1963    Suriye'de bir darbe sonucu Baascılar ve Nasırcılar iktidarı ele geçirdi

1978    Cumhurbaşkanı Korütürk, İsmail Cem'in TRT genel müdürlüğüne atanmasının sakıncalı bulduğunu hükümete bildirdi.

1962    İstanbul-Ankara-Adana seferini yapmakta olan THY Kop uçağı Toroslar'da düştü 8 yolcu ve 3 kişilik mürettabat öldü.

1948    Kendi bulduğu hastalığa adı verilerek dünya tıp literatürüne geçen, deri ve zührevi hastalıkları uzmanı Ordinaryüs Profesör Hulusi Behçet kalp krizi sonucu vefat etti. Göz bozuklukları, ağızda yinelenen yaralar ve cinsiyet organları çevrelerinde yaralardan oluşan hastalığın kendine özgü bir virüsten kaynaklandığını saptayan Dr. Hulusi Behçet'in bu buluşu,1947 yılında Cenevre'de toplanan Uluslararası Tıp Kongresi'nde hastalığa "Morbus Behçet" yada "Behçet Sendromu" adı verilerek tıp tarhine geçti.

1952    ABD Philadelphia'da ilk suni kalp ameliyatı yapıldı

1992    İstanbul Cumhuriyet Savcılığı özel TV'lerdeki müstehcen yayınları takibe aldı.

1988    Yeni Gündem dergisi yazı işleri müdürü 7,5 yıl hapse mahkum oldu.

1943     İsmet İnönü 7 TBMM'yi açtı ve yeniden cumhurbaşkanı seçildi Şükrü Saraçoğlu hükümeti kurmakla yeniden görevlendirildi.

1944    New York Metropolitan Operası Taksim Gazinosu'nda bir konser verdi.

1984    8 ilde olağanüstü hal uygulanması ile ilgili "Olağanüstü Hal Yönetmeliği" Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

1955    Liselerde okutulması Milli Eğitim Bakanlığı'nca kabul edilen bir ders kitabında komünizm propagandası yapılmak istendiği iddiasıyla soruşturma başlatıldı Astronomi adlı ders kitabında Stalin ve Lenin'in resimlerinin yer aldığı ve bu resimlerin öğrencinin dikkatini çeksin diye bir meteor resminin ortasına yerleştirildiği tespit edildi Konunun Ankara'daki ilgili makamlara bildirildiği ve kitabın toplattırılacağı belirtildi Yapılan ilk soruşturmada, kitabın halen matematik öğretmenliği yapan bir öğretmen tarafından yazıldığı anlaşıldı.

1971    Sivas'a bağlı Yıldızeli'nde TİP ilçe sekreteri öldürüldü.

1971     Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü kapatıldı.

1951    Ünlü keman virtüozu Yehudi Menuhin konser vermek için İstanbul'a geldi.

1944    Romancı Hüseyin Rahmi Gürpınar Heybeliada'daki evinde zatürreeden öldü. Romancı Hüseyin Rahmi Gürpınar Heybeliada'daki evinde zatürreeden. Romanlarında , Tanzimat'tan Cumhuriyet sonrasına kadar, toplumsal değişimi İstanbul'un gündelik yaşamını temel alarak işleyen Gürpınar her sınıftan, her yaştan, her cinsten kişilerin farklı davranış, düşünce ve duyuş durumlarını sergiledi. En çok gülünçlüklere, zaaflara, sosyal dengesizliklere dikkat çekti. "İnsanların kabahatlerini, günahlarını kendilerine açık olarak göstermeli ki, onları tekrardan kaçınsınlar" diyen yazar kendini, "kafasına doldurduğu felsefeyi etrafına saçan mürebbi" olarak gördü. Sade dili, canlı anlatımıyla herkesin kolayca okuyup anlayabileceği romanlar yazdı. Hüseyin Rahmi Gürpınar, roman, öykü, oyun türünde 54 yapıt verdi: İffet, Mürebbiye, Şıpsevdi, Cadı, Ben Deli miyim?, Utanmaz adam.

1980    Türkiye'nin önde gelen felsefecilerinden Nusret Hızır İstanbul'da vefat etti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde, Hacettepe Üniversitesi'nde felsefe ve mantık dersleri verdi. Ölümünden sonra derlenen yazıları Bilimin Işığında Felsefe ve Geride Kalanlar adıyla basıldı

1959    Cumhuriyet dönemi hikayecilerinden Bekir Sıtkı Kunt vefat etti. Yazarlık hayatına gazetecilik ile başlayan Bekir Sıtkı Kunt, yalnız hikaye türünde eser verdi. Gözleme ve gerçeğe bağlı hikayelerinde köy ve kasaba kişilerini, İstanbul'un kendi halinde, sıradan insanlarını yazdı. Sanat iddialarından uzak, özentisiz bir dil kullandı. Bekir Sıtkı'dan bize beş hikaye kitabı kaldı: Memleket Hikayeleri, Talkınla Salkım, Herkes Kendi Hayatını Yaşar, Yataklı Vagon Yolcusu, Ayrı Dünya

1977    Hikayeci Fikret Ürgüp İstanbul'da İstanbul Tıp Fakültesi mezunu Dr Ürgüp, çağımız insanının yalnızlıklarını, değerlere karşı yabancılaşmasını sigeleyen, mecazlı, alegorili ve özgün hikayeler yazdı.

2014    Malezya Havayolları'na ait 239 kişi taşıyan yolcu uçağı kayboldu.

2018    Perihan Abla dizisinde 'Şoför İsmet'i, Bizimkiler dizisinin 'Kapıcı Cafer'i, Kaygısızlar dizisinin 'Memnun Kaygısız'ı Oyuncu Ercan Yazgan, 71 yaşında hayatını kaybetti.

2005    Prof. Dr. Erol Mutlu, Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi eski dekanlarından (DY-1949) vefat etti.

2021    Borsa İstanbul (BİST) Genel Müdürü Mehmet Hakan Atilla istifa etti. BİST, Hakan Atilla'nın kendi isteğiyle istifa ettiğini vurgulayarak, istifanın kabul edildiğini duyurdu. Atilla, Halkbank Genel Müdür Eski Yardımcısıyken, ABD'de İran'a yönelik yaptırımların delinmesi sürecinde rol oynadığı gerekçesiyle yargılanıp 28 ay tutuklu kalmış, tahliyesinin ardından Türkiye'ye dönerek BİST Genel Müdürü olarak atanmıştı.

2021    Gazeteci, yazar Levent Gültekin, İstanbul’da Bakırköy Meydanı’nda saat 19.30’da Halk TV binasının önünde yaklaşık 25 kişilik grup tarafından fiziki ve sözlü saldırıya uğradı. Levent Gültekin daha öncede tehdit aldığını belirterek, "Utanç verici bir durum. Ülkede iktidar ortağı partisinin genel başkan yardımcıları, kendisine yöneltilen eleştirilerden dolayı insanları sosyal medya üzerinden tehdit, küfür, hakaret ediyorlar" dedi ve ekledi " Bir kişiye 25 kişi saldırmak ancak eşkıyalıktır."

1618    Alman astronom ve matematikçi Johannes Keplerüçüncü gezegensel hareket yasasını keşfetti.

1997    Vehbi Koç'un çalınan naaşı, ZincirlikuyuMezarlığında boş bir mezarda bulundu ve çalanlar yakalandı. Koç'un naaşı, 10 Ocakta ikinci kez toprağa verildi.

1998      Karşıyaka Müftüsü Nadir Kuru'nun, İzmir'de Dr.Tibet Kızılcan'ın cenaze namazını kıldırırken ''İsteyen hanımlar namaza gelebilir'' sözleri üzerine kadınlar, erkeklerle saf tutarak cenaze namazı kıldı.

2005    Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen ve EdebiyatBölümü öğretim üyesi Prof. Dr.Sadettin Güner ile oğlu Selçukhan Güner otomobillerine açılan çapraz ateş sonucu öldüler. Prof. Dr. Güner ve oğlunu öldüren İsmet Meral ile yeğeni Burak Reis bir gün sonra Engin Bayramoğlu'nu öldürdüler. Güner ve oğluna yönelik saldırının''yanlışlıkla'' yapıldığı belirlendi. Olayla ilgili dayı ve yeğen ile bir kişi 14 Ocakta tutuklandı.

2005     Çeçen lider Aslan Maşadov, bir çatışmada Rus güvenlik güçlerince öldürüldü.

2006      Papa II. Jean Paul'e yönelik suikast girişimi nedeniyle İtalya'da 24 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edilen, gazeteci-yazar Abdi İpekçi'nin öldürülmesi ve ''gasp'' suçundan Kartal H Tipi Cezaevi'nde bulunan hükümlü Mehmet Ali Ağca'nın, Cezaevi Müdürlüğünün ''cezasını tamamladığı'' yönündeki yazısı üzerine Kartal Ağır Ceza Mahkemesince tahliyesine karar verildi.