9 Mart 2022 Çarşamba

Biz buraya nasıl geldik (IV) - DİLARA İLBUĞA YILDIRIM / SOL

 Kolektif sessizlik: Sendikasızlık

'Bugün Türkiye’de çalışan emekçilerin neredeyse yüzde 90’ı sendikasız. Özellikle son 10 yıldır Türkiye’de sendikasızlaştırma sürecinin işlediği açık. Sendikalaşmadaki düşüş ideolojik bir süreçtir.'



“Biz buraya nasıl geldik?” adıyla başladığım yazı serisinde, son dönemde peşi sıra yaşanan işçi eylemlerinin arka planını irdelemeye çalıştım. Türkiye’nin her bir köşesinde direnen emekçilerin bu aşamaya nasıl geldiğini, 2000’li yıllardan bugüne iletişim kanallarının bir bir nasıl tıkandığını geçtiğimiz üç yazıda aktarmaya çalıştım. Bu son yazıda ise işçi sınıfının darmadağın edilen örgütlü yapısından bahsedeceğim. Bugün memleketin her bir köşesine sinen direnişin o coşkulu sesinin ardında güvencesizlik, iş cinayetleri, borçluluk ve sendikasızlığa karşı bir başkaldırının olduğunu söylemek bu dört yazının özeti diyebilirim aslında.

2000’li yıllarda işçi sınıfının derin sessizliğinin kolektif bir hale bürünmesinin en temel nedenlerinin başında örgütsüzlük gelmektedir. Örgütlü yapısı parçalanan emekçiler sorunlar karşısında güçsüz, yalnız ve sessiz kalmaktadırlar. Örgütsüzlük hali işçi sınıfının var olan tüm sorunlarını beslemekte, büyütmekte ve sınıf çatışmalarını görünmez hale getirmektedir. Güvencesiz çalışma koşullarının, artan iş cinayetlerinin, borçlandırılarak yaşamlarının her anı ve gelecekleri denetlenen emekçilerin sorunlarının temelinde örgütsüzlük ve azalan sendikalaşma oranlarının yer aldığı söylenebilir.

1960 ve 1980 arası yıllar Türkiye’de işçi hareketi sendikacılığın en çok geliştiği yıllardır. 1980 sonrası değişen iktisadi yapı, Keynesyen politikaların ve Fordist birikim rejiminin terk edilmesiyle ortaya çıkan durum hem işçi sınıfı hem de sendikalar açısından değişmiş ve neoliberal politikalar emeğin her alanını etkilediği gibi, örgütlülüğünü de etkilemiş, işçilerin temsiliyeti ve örgütlü yapısı zarar görmüştür. 

Siyaset, ekonomi ve sosyal hayatı hegemonyasıyla ören iktidar, çalışma hayatını da es geçmemiş, köklü değişikliklerle emek dünyasını ve sendikal hayatı zayıflatan politikaları hayata geçirmeye başlamıştır. 1970'li yılların sonlarından itibaren ekonomi ve sosyal politikalarda başlayan dönüşüm, özelleştirme, kamunun daraltılması, taşeron, esnek, kuralsız çalışma şekilleri hem dünyada hem de Türkiye’de sendikalaşma oranlarını azaltmıştır.

Kayıt dışı istihdam, taşeron uygulamalar ve özelleştirmeler işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçmektedir. Üretimin parçalanarak işçilerin bir arada bulunmalarının engellenmesi emeğin dayanışmasına ve işçi sınıfının kendi arasındaki iletişiminin sürmesine ket vurmaktadır. Özelleştirmeler ile kamudan özel şirkete geçilmesi istihdamda ciddi bir azalmaya sebep olurken, mevcut işçiler işlerini kaybetmekte ve sendikaların küçülmesiyle toplu pazarlık güçleri kaybolmaktadır.

İşçi sınıfının örgütlülüğü iş cinayetleri, borçlanma, güvencesizlik gibi emek sürecinin temel problemlerini aşabilmek için temel niteliktedir. Gelinen parçalı hal ve sendikasızlaştırma süreci, emeğin üretim anı ve üretim dışı hayatındaki yapıyı ve ilişkileri dönüştürmüş, emek için bireyler ve bireysellik özendirici bir hale getirilmiştir. İşveren ve işçiyi bireysel olarak karşı karşıya getiren, yaşanan hak ihlalleri ve ihmallerin sebebinin kişilerin insiyatifiyle veya niyetiyle olduğunu görüntüsü, sınıfların varlığını bulanıklaştırmak ve sınıfın örgütlülüğünü parçalamak adına yapılan kasıtlı bir tavırdır. İşçiler arasında kasıtlı bir biçimde arttırılan rekabet, örgütsüzlüğü tetiklemektedir. Güvencesizlikle şekillenen tüm bu süreçler tesadüfi ya da kendiliğinden oluşan durumlar değildir. 

Türkiye sendikalaşmada OECD sonuncusu

Azalan sendikalaşma oranları, grev yasakları ve toplu iş sözleşmesinden mahrum bırakılan emekçiler, örgütsüzlük içinde güvencesiz çalışma koşullarına mahkûm edilmektedir. DİSK-AR’ın 2019 yılında yaptığı çalışma, Türkiye’de sendikalaşma gerçeğini gözler önüne seriyor. Söz konusu çalışmaya göre, toplu iş sözleşmesi kapsamı ve sendikalaşma açısından Türkiye OECD sonuncusudur. AB ülkelerinde TİS kapsamı genellikle yüzde 50’nin üzerinde iken Türkiye’de bu oran sadece yüzde 7’de kalmaktadır.

Sendikalaşma oranlarının azalması emek açısından çok ciddi bir soruna işaret ederken, diğer bir problem de resmi sendikalaşma verilerinin tıpkı diğer veriler gibi ciddi hatalara sahip olduğudur. Sendikalaşma verileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayınlanmaktadır. Fakat Bakanlık, verileri değerlendirirken kayıt dışı çalışan işçileri hesaplamaya dahil etmemektedir. ILO’nun sendikalaşma hesap yöntemlerinde kayıtlı ve kayıt dışı işçi ayrımı yapılmazken Bakanlık bu ayrımı esas almaktadır. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Ocak 2022 istatistiklerine bakıldığında sendikalı işçi sayısının 2 milyon 190 bin, sendikalaşma oranının ise yüzde 14,3 olduğu görülecektir. Fakat belirttiğim gibi Bakanlık verileri sadece 15 milyon 294 bin kayıtlı işçiyi baz alarak hesaplamaktadır. Kayıtdışı çalışan milyonlarca insan da bu hesaplama dahil edildiğinde oran daha da aşağılara düşmektedir. O zaman şunu açıkça söyleyebiliriz, bugün Türkiye’de çalışan emekçilerin neredeyse yüzde 90’ı sendikasızdır.

Sendikalaşma verilerindeki bir diğer handikap ise memur-özel sektör ayrımıdır. Özel sektörde sendikalaşma oranı yüzde 6’larda kalmaktadır. Dolayısıyla mevcut sendikalaşma verisindeki oranın büyük bir kısmı kamu işçilerini kapsamaktadır. 

Yandaş sendikacılık büyürken

Sendikalaşmada belki de en ciddi problemlerden biri ise bağımsız sendikacılıktan uzaklaşılırken, iktidar ya da sermayeye bağımlı sendikaların etkinliğinin artması/artırılmasıdır. Türkiye’de özellikle son yıllarda Hak-İş’in yükselişini “yandaş sendikacılık” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Aziz Çelik, Hak-iş’in bu “hızlı” yükselişini şu sözlerle aktarmaktadır:

"2010’lu yıllarda yaşanan üye artışının işçi konfederasyonları arasında asimetrik bir özellik gösterdiğinin altı çizilmelidir. Bu artıştan aslan payını Hak-İş aldı. 2013-2022 arasında sendikalı işçi sayısı yüzde 119 artarken, Türk-İş’in üye sayısı yüzde 71, DİSK’in üye sayısı yüzde 112 arttı. Hak-İş’in üye sayısında ise sendikalı işçi sayısındaki artışın üç katına yakın bir artış oldu. Hak-İş 10 yılda üye sayısını 166 binden727 bine yükseltmiş ve yüzde 337 oranında artış kaydetti."1

Veriler açıkça göstermektedir ki, Türkiye sendikalaşma tarihinde yeni bir dönemece girilmiştir. Sendikalaşma oranları düşmüş, sendikalı işçilerin neredeyse yarısı toplu iş sözleşmesinden yararlanamaz hale gelmiştir. Özellikle son 10 yıldır Türkiye’de sendikasızlaştırma sürecinin işlediği açıktır. Bu sendikasızlaştırma süreci, emekçilerin bir arada durma pratiği parçalamış, yukarıda bahsettiğim iletişim kanallarını neredeyse tamamen koparmıştır. O yüzden bugün tüm bu açılardan mevcut eylemlere baktığımızda tarih içerisinde bu eylemlerin kıymeti daha da net anlaşılacaktır. Dört bir tarafından zarar verilmeye çalışılan emek hareketi her şeye rağmen hikayesini anlatmaya çalışmaktadır.

Bu noktada, mevcut eylemlere baktığımızda minik bir dipnot olarak şunu da söylemek yerinde olacaktır diye düşünüyorum: İşçi sınıfı tüm bu parçalanan sürece rağmen nasıl direnmeyi “hatırladıysa”, sendikalar da sendikaların da şapkayı önlerine koyup kendi iletişim pratiklerini tekrar değerlendirmeleri gerekmektedir. Şu anki direnişlerden ders çıkarmak tarihi bir zorunluluktur.

Burjuvazinin 'sınıf taarruzu'

Sendikalaşma oranlarında yaşanan düşüş, sayısal bir sonuç olmaktan öte ideolojik bir süreçtir. Bahsedilen tüm bu neoliberal süreçler; özelleştirme, iş cinayetleri, taşeron uygulaması, borçlandırma ve sendikasızlaştırmanın ortak paydası bu süreçlerin hepsinin işçi sınıfını böldüğü ve burjuvazinin “sınıf taarruzudur”. 2000’li yıllarda işçi sınıfının içinde bulunduğu derin sessizlik ve iletişimsizlik halinin temel hatları ortaya konulmak istenirken tüm bu süreçlerin, sınıf çelişkilerini bulanıklaştırmaya çalıştığı unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise neoliberalizm belirleyici bir politika rolündeyken, çok açıktır ki tarih hâlâ “sınıf mücadeleleri tarihidir”.

Bugün işçi sınıfı türlü mücadelelerle tıkanan iletişim kanallarını bir bir açmıştır. Güvencesizliğe, iş cinayetlerine, borçluluğa, örgütsüzlüğe karşı en iyi cevabı direnişle vermiştir. O halde başladığımız gibi bitirelim: Hikayemizi hatırlatan ve hikayemizi anlatan, sessizliği çığlığıyla parçalayan, direnen tüm işçilere selam olsun!

DİLARA İLBUĞA YILDIRIM / SOL

KISA KISA GÜNDEM (9 MART 2022)



1-Uyuşturucu dolu araçtan polis ve uzman çavuş çıktı(Yeniçağ)

Erzurum’un Aşkale ilçesinde İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından yapılan yol denetiminde içerisinde polis ve uzman çavuşun bulunduğu iki ayrı aracın bagajında 103 kg 550 gram eroin ele geçirildi.
Erzurum’un Aşkale ilçesinde İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri yol denetimi gerçekleştirildi. Uygulama noktasında durdurulan ve iki aracın bagajında yapılan aramalarda, 5 valiz içerisinde 199 parça halinde 103 kg 550 gram eroin ve 20 bin lira ele geçirildi. Halk TV’den Seyhan Avşar’ın haberine göre, araç içerisindeki Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürülüğü'nde görevli polis memuru Murat Toprak, Ankara Jandarma İstihbarat Komutanlığında görevli Uzman Çavuş Erdem Türkmen ve Caner Demirkaya isimli şahıs gözaltına alındı. Erzurum Emniyet Müdürlüğü konuya ilişkin tahkikat başlattı.

2-Tekirdağ Doğalgaz Kombine Çevrim santralleri özelleştirme kapsamına alındı(Sözcü)

Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan 2 ayrı Cumhurbaşkanı kararına göre, EÜAŞ'a ait Tekirdağ Doğalgaz Kombine Çevrim A ve B santralleri ve santrallere ait araziler ile devletin tasarrufu altında bulunan deniz alanları özelleştirme kapsamına alındı.
İlanlara göre, Tekirdağ Doğalgaz Kombine Çevrim A Santraline ait Marmara Ereğlisi’nde toplam 21 arazi ve koordinatları belirli 15 deniz alanı, Tekirdağ Doğalgaz Kombine Çevrim B Santraline ait 5 arazi ve koordinatları belirli 24 deniz alanı bulunuyor. Her iki özelleştirme işlemi 31 Aralık 2025 tarihine kadar tamamlanacak.

3- Sakıncalı akademisyen!(Sultan Uçar-SÖZCÜ)

Denklik için gönderilen, “Türkiye’de rejim otoriterleşiyor” içerikli doktora tezini incelettiren Üniversitelerarası Kurul, tezi yazan akademisyenin “cumhurbaşkanına hakaret” ve “terör” suçlarından yargılanmasını istedi.(
https://www.sozcu.com.tr/2022/egitim/sakincali-akademisyen-6998339)

4- Zeytin bahçesine kimyasal atık atarken yakalandı.(SÖZCÜ)

Manisa'nın Turgutlu ilçesinde bir zeytin bahçesinde vidanjör ile biyogaz kimyasal gübre atığı döktüğü tespit edilen kişi, jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı. 
Olay Manisa’nın Turgutlu ilçesine bağlı Musacalı ve Akköy mahalle yolunda meydana geldi. Edinilen bilgiye göre Turgutlu İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri önleyici kolluk devriyesi sırasında, Musacalı ve Akköy yolu üzerinde bir vidanjörün zeytin bahçesine biyogaz kimyasal gübre atığı döktüğü tespit etti.Olayla ilgili tutanak tutan ekipler, konuyla ilgili Manisa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerine bilgi verdi. Gözaltına alınan vidanjör sürücüsü, jandarmadaki işlemlerinin ardından serbest bırakılırken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

5-120 özel jet var: Oligarkları Türk jetleri taşıyor(SOL)

Rus zenginler, ülkelerinden dünyanın pek çok bölgesine henüz yasaklı olmayan Türkiye’den kiraladıkları özel jetlerle uçuyor. Savaş sonrası Rus zenginler kendi uçaklarıyla değil Türk jetleri ile farklı ülkelere ulaşmayı tercih ediyor. Birçok Türkiye merkezli özel uçak kiralama firmasının programı bugünlerde Rusya seferleri ile dolmuş durumda. Sözcü'den Özlem Ermiş Beyhan'ın haberine göre sektörden bir kaynak, “Rusya'ya Türkiye'den uçuşa bir engel yok. Avrupa'nın aksine Türkiye'den bir izin sorunu yok. Sadece sigorta firmaları Rusya uçuşlarının sigorta kapsamından çıktığını duyurdu ancak ülkede bir savaş durumu olmadığı için özel jet işletmecileri için bu çok bir engel olmadı” dedi.(İsrail'e 7 sefer) İsrail'de son olarak yayımlanan bir raporda geçen hafta 7 iş jetinin Türkiye'den kiralanıp Moskova ve St Petersburg'a uğrayıp sonra Tel Aviv'e iniş yaptığı belirtildi. Sektörden bir başka yetkilinin verdiği bilgiye göre bu günlerde Rusya'dan yoğun talep alan şirketler bu fırsatı değerlendiriyor. Rusya'ya Türkiye'den bir özel jet isteyip onunla İstanbul'a gelmenin bedeli 30 bin dolar civarında. Bu rakam, İstanbul'dan gelen özel uçak ile örneğin İsrail'e gidiliyorsa 50 bin doları bulabiliyor. (120 özel jet var) Doların uçması sonrası Türkiye'den bazı iş insanlarının jetlerini sattığı belirtilse de birçok özel uçak sahibi dalgalı jeopolitik ortamda jetini tutmayı ve bu kiralamalarla yüksek bakım masraflarını karşılamayı tercih ediyor. Halen Türkiye'de 120'ye yakın özel iş jeti bulunuyor. Geçen hafta Rus milyarder Roman Abramovich'in özel jetinin de Moskova'dan İstanbul ve Ankara seferleri yaptığı İngiliz basınına yansımıştı.

6-TTB'den Erdoğan'a yanıt: Buradayız, burada kalacağız! (SOL)

Türk Tabipler Birliği, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın doktorlar için sarf ettiği "Özel sektör daha çok para verdikleri için kaçıp gidiyorlarmış. Açık konuşuyorum; varsın gidiyorlarsa gitsinler" sözlerine tepki gösterdi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü dolayısıyla kadın muhtarlarla bir araya gelen Erdoğan, gerçekleştirdiği konuşmada doktorları hedef alarak şu ifadeleri kullanmıştı: "En az alan doktor ne alıyor dedim, '8-9 bin' dediler. En fazla alan ne alıyor dedim, '25-30 bin' dediler. Özel sektör çok veriyormuş, oraya gidiyorlar. Açık konuşuyorum, varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteyi yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz. Biz asistan doktorlarımız ile buralarda devam ederiz. Daha da ileri gidiyorum; yurt dışından dönmek isteyenlerin dönüşünü sağlar, buralarda görevlendiririz" Erdoğan'ın doktorlara karşı sarf ettiği ifadelere tepki gösteren Türk Tabipler Birliği konuya dair bir açıklamada bulundu. "#GidecekOlanHekimlerDeğil" etiketiyle sosyal medya üzerinden paylaşımda bulunan TTB, paylaşımında "Biz, topluma adanmış bir mesleğin onurlu üyeleri olarak buradaydık, buradayız, burada kalacağız!" ifadesine yer verdi.

7-MHK'den tarihi karar: 13 hakem liste dışında(SOL)

Türkiye Futbol Federasyonu  Merkez Hakem Kurulu (MHK), hem yaş sınırını hem de kulüplerin şikâyetlerini göz önünde bulundurarak bu sezonu tamamlayacak hakemleri belirledi. Süper Lig'de görev alan hakem kadrosunu yeniden belirleyen MHK 13 ismi listeden çıkardıNTVSpor’da yer alan habere göre, yapılan açıklamada, Süper Lig'de görev alan  hakemlerden Cüneyt Çakır, Ali Palabıyık, Aldulkadir Bitigen, Fırat Aydınus, Bahattin Şimşek, Burak Şeker, Suat Arslanboğa, Hüseyin Göçek, Mert Güzenge, Tugay Kaan Numanoğlu, Alper Ulusoy, Halis Özkahya listeden çıkarılırken Özgür Yankaya’nın sadece VAR hakemi olarak görev alacağı belirtildi. Öte yandan sezonun kalanında Süper Lig'de maç yönetecek hakemler şu isimlerden oluştu:Yaşar Kemal Uğurlu, Halil Umut Meler, Atilla Karaoğlan, Arda Kardeşler, Erkan Özdamar, Ümit Öztürk, Mete Kalkavan, Ali Şansalan, Sarper Barış Saka, Zorbay Küçük, Yasin Kol, Volkan Bayarslan, Kadir Sağlam, Mustafa Kürşad Filiz, Çağdaş Altay. Listede yer alan VAR hakemleri ise Özgüç Türkalp, Özgür Yankaya, Emre Malok, Erkan Engin olarak açıklandı.

8-Bebek pudrasının kansere yol açtığını gizleyen J&J siyah mahkumları asbest deneylerinde kullanmış (SOL)

Johnson & Johnson'la ilgili mahkeme belgeleri, siyah mahkumlar üzerinde pudralarla ilgili asbest deneyleri yapıldığını gözler önüne serdi. 
Kozmetik şirketi Johnson&Johnson'ın (J&J) bebeklerde kullanılan talk pudrasında bulunan karsiyojenik asbesti yıllarca bildiği halde kamuoyundan ve yetkililerden gizlediği ortaya çıkmıştı.

J&J kansere neden olduğu belirlenen, bu yüzden 26 binden fazla dava ile milyarlarca dolar tazminat ödemesine neden olan bebek talk pudralarıyla siyah mahkumlar üzerinde deneyler yaptığı anlaşıldı. Yeni açıklanan belgeler, ABD merkezli 136 yıllık sağlık ve kozmetik ürünleri devinin, siyah mahkumlar üzerinde deneyler yapan kötü şöhretli bir üniversite dermatoloğuyla birlikte çalıştığını gözler önüne serdi.(https://westobserver.com/news/world/johnson-johnsonin-kanserojen-bebek-pudrasi-davasinda-yeni-skandal-siyah-mahkumlar-uzerinde-deney-yapilmis)

9-Beyaz Saray'dan Çin'e tehdit: 'Rusya'ya yaptırımlara katılmazsanız buna karşı adım atarız' (SOL)

Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki, Rusya'ya dönük yaptırım kararlarına dahil olmaması durumunda Çin'e karşı adım atacaklarını söyledi. Basın toplantısında konuşan Psaki, ABD yaptırımlarının Moskova'yı Pekin'e yakınlaştırıp yakınlaştırmayacağına ilişkin soruya, "Bu yaptırımların etkilerini Çin'le telafi edemezler. Bu mümkün değil. Çin, bu yaptırım kararlarına dahil olmazsa, buna dair adım atacak araçlarımız her zaman vardır" dedi.




10-Erdoğan muhalefeti hedef aldı, müteahhitleri sahiplendi (BİRGÜN)


AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat'ta güçlendirilmiş parlamenter sistem metnini kamuoyuna açıklayan muhalefet partilerini hedef alarak, "Henüz yolun başında birbirlerine bu kadar güvensizlik içinde olanlara milletimiz nasıl itibar edecek bilemiyoruz" dedi. Muhalefetin tepki gösterdiği müteahhitlere ilişkin Erdoğan, "Bu dev yatırımları yapan müteahhitleri tehdit etmek suretiyle 'sakın ha' diyen bir muhalefet mantığını dünyanın hiçbir yerinde duymadık, görmedik, bilmiyoruz" ifadelerini kullandı.

 

AYM’den kentsel dönüşümde dikkat çeken karar - SÖZCÜ

6306 sayılı Kentsel Dönüşüm yasasına uygun şekilde 3'te 2 çoğunlukla alınan yıkım ve yenileme kararı, Anayasa Mahkemesi'ne takıldı. Yüksek Mahkeme, Bağdat Caddesi'ndeki projede azınlıkta kalan iki hissedarın, "Hakettiğimiz verilmedi" iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruyu haklı buldu.
AK Parti iktidarı “kentsel dönüşüme girmemiş bina kalmayacak” hedefi açıklamaya devam ederken, Anayasa Mahkemesi, Kentsel Dönüşüm politikasında tıkanmalara neden olabilecek emsal bir karar verdi.İstanbul'un en değerli noktalarından birinde, Bağdat Caddesi üzerinde bulunan bina, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca “riskli yapı” olarak tespit edildi. “Kentsel Dönüşüm” kapsamında yenilenmesi planlandı. 

Binadaki hak sahibi hissedarlar toplantı yaptı. Üçte iki çoğunlukla apartmanın yenilenmesi için bir müteahhitle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve projenin kabülüne karar verildi. 

BODRUM KATTA DAİRE 

Anlaşmaya göre çoğunluğa katılmayan hak sahipleri Hanife Yıldız Torum ve Nimet Filiz Seven'e zemin seviyesinin altında iki daire verilmesi kararlaştırıldı.

Torum ve Seven bunu kabul etmeyince yasadaki ilgili maddenin verdiği imkanla, sahip oldukları hisseler açık artırmayla satıldı, tespit edilen tutar kendilerine ödendi. 

Yıkılan binada dört işyeri ve bir daire olmak üzere beş bağımsız bölüme sahip olan iki hissedar konuyu yargıya taşıdı. Ancak derece mahkemelerinden sonuç alamadı. Son çare Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundular: 


“MAHKEMELER DİKKATE ALMADI”

Başvuru dilekçelerinde şu iddiaları savundular: 

  • Kentsel dönüşüm uygulamasıyla mülkiyet hakkımız ihlal edildi. 
  • Dördü işyeri olan toplam beş bağımsız bölüm karşılığında zemin katın bile altında iki bağımsız bölüm verilmesi mülkiyet hakkımızı zedeledi. 
  • Malikler Kurulunun uygun bulduğu projenin bizim tarafımızdan dengesizdir. Bunu gösteren raporları derece mahkemelerine sunduk. Ancak dikkate alınmadı. 
  • Hisselerimizin rayiç değeri İdarece düşük belirlendi. Olması gereken bedeline ilişkin olarak sermaye piyasası mevzuatı kapsamında düzenlenen raporu derece mahkemelerine sunduk. ancak mahkeme bu yönüyle bir inceleme yapmadı.
  • Hisselerini satın alan kişi lehine dengesizlik oluştu. 
  • Kentsel dönüşüm uygulaması kötüye kullanılarak mülkiyet hakkımız ihlal edildi. 
  • Derece mahkemeleri Malikler Kurulu kararı ile hisselerinin rayiç bedeline ilişkin temel iddialarımızı  incelemekten kaçınmaları adil yargılanma hakkımızın ihlaline yol açtı. 

BAKANLIK: YASAYA UYGUN 

Bu iddialara karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise şu savunmayı yaptı: 

  • Başvurucuların hisselerinin bulunduğu taşınmazın 6306 sayılı Kanun’daki kısıtlamalara tabi tutulmasının kanuni dayanağı ve meşru amacı vardır. 
  • Çoğunluk kararına katılmayan azınlığın hisselerinin İdare tarafından satılması 6306 sayılı Kanun’da öngörülen amaca ulaşılabilmesi için gereklidir. 
  • Yüklendikleri külfet, hisselerinin bedeli başvuruculara ödenmek suretiyle hafifletilmiştir. 
  • Derece mahkemelerinin değerlendirmeleri keyfîlik ve bariz takdir hatası içermemektedir. 

AYM: İDARE KEYFİ DAVRANAMAZ

Anayasa Mahkemesi yaptığı inceleme sonunda şu tespit ve değerlendirmelerde bulundu: “Malikler Kurulunun üçte iki çoğunluğunun taşınmazın yeni paylaşım şekline ilişkin kararına rıza göstermeyen hissedarların paylarının satılması yolunda düzenleme yapılması kamu makamlarının takdir yetkisinde olsa da bu durum, İdarenin söz konusu yetkisini keyfî bir biçimde kullanabileceği anlamına gelmemektedir. 

Azınlıkta kalan hissedarların, kendi çıkarlarına açıkça aykırı olan, taşınmazın eski durumuna kıyasla açık dengesizlikler içeren bir projeyi kabul etmeye zorlayan karara iştirak etmemiş olmaları hisselerin satışı gibi ağır bir müdahaleyi haklılaştırmamaktadır.”

Bağdat Caddesi’nin en değerli konumlarından birindeki bina, yargılama süreci devam ederken yıkıldı ve yenisinin inşaatı tamamlandı.

HÜKÜM: HAK İHLALİ, YENİDEN YARGILAMA  VE MANEVİ TAZMİNAT

Anayasa Mahkemesi inceleme sonunda şu hükmü kurdu: 

  • Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  • Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  • Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  • Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  • Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
  • Başvuruculara net 17.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

(SÖZCÜ)

 

TARİHTE BUGÜN (9 MART)



1930    Atatürk, Antalya Müzesi'ni gezdikten sonra, Aspendos'ta incelemelerde bulundu.

1929    İstanbul'da Matbaacılık Mektebi açıldı.

2001    Türk balesinin kurucusu Edris Stannus (Dame Ninette de Valois), İngiltere'de 104 yaşında öldü.

1967    Gazeteci yazar Va-Nu (Vala Nurettin) İstanbul'da öldü. Nurettin, Kurtuluş Savaşı yıllarında Bolu'da öğretmenlik yaparken arkadaşı Nazım Hikmet'le birlikte Sovyetler Birliği'ne gitmiş ve Moskova'da Doğu Üniversitesini bitirmişti Türkiye'ye döndükten sonra gazetecilik yaptı, takma adlarla hikayeler, romanlar, radyo oyunları yazdı Arkadaşı Nazım Hikmet'le ilgili anılarını "Bu Dünyadan Nazım Geçti" adıyla yayımladı.

1952    Marksist militan ve yazar Aleksandra Kollontay öldü. Sovyetler Birliği'nde kadınların siyasal mücadeleye katılmaları, örgütlenmeleri için mücadele verdiği mücadelelerle bilinen Kollontay, "kadınların yazgısı beni tüm yaşamım boyunca ilgilendirdi ve beni sosyalizme çeken de bu ilgi oldu zaten" demişti Kollontay'ın feminizm ile gerilimli bir ilişkisi olmuştu Dönemin feministlerine karşı dışlayıcı olmuş ve kadınların örgütlenmesi meselesini işçi kadınların örgütlenmesine indirgemişti Dünyanın ilk kadın büyükelçisi de olan Kollontay .1922-1945 arasında Sovyetler Birliği'ni Norveç, Meksika ve İsveç'te temsil etmişti.

1923    Sovyet lideri Lenin geçirdiği felç sonucu konuşma yeteneğini kaybetti.

1991    Basın işkolunda kriz Asil Nadir hakkında İngiltere'de açılan soruşturma nedeniyle Kıbrıslı işadamının sahip olduğu Günaydın gazetesinde 350'den fazla kişinin işine son verildi Güneş gazetesinde188 kadrolu 350 kadrosuz çalışanın gazeteyle ilişkisi kesildi Gelişim yayınları 400 çalışan sayısını 300'e indirdi Tercüman gazetesi de çalışanların maaşlarını, ikramiyelerini ödeyemedi.

1971    Güvenlik kuvvetlerinin denetimi altındaki ODTÜ'de Mütevelli Heyeti'nin Akademik Konseyi feshetmesi üzerine Rektör Erdal İnönü görevinden istifa etti.Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın başkanlığında toplanan Yüksek Komuta Konseyi Toplantısında "Olayları önlemede hükümetin yetersiz kaldığı" ifade edildi ve Başbakanın istifası istendi.

1996    1990 yılında öldürülen gazeteci Çetin Emeç'i vuran İslami Hareket Örgütünün Ameliyat timi sorumlusu İrfan Çağırıcı İstanbul'da yakalandı.

1984    Turgut Özal Türk Ceza Kanunu'nda siyasi suç olmadığını söyledi.

1983    Türkiye'nin Belgrat Büyükelçisi Galip Balkar, iki saldırgan tarafından yaralandı Büyükelçi iki gün sonra öldü Saldırıyı Ermeni Soykırımının Adalet Komandoları ve Asala örgütü üstlendi Yakalanan iki Ermeni iki yıl sonra tarihinde Yugoslavya'da 20'şer yıl hapse mahkum edildi.

1957    Türk ordusunun ilk kadın doktor subayı Sema Aran teğmen rütbesiyle göreve başladı.

1955    Erzurum 9 Kolordu Komutanlığı 2 Numaralı Askeri Mahkemesi'nce idama mahkum edilen Sovyet casusları İvan Adamidi ve Nikola Antonov asıldı.

1971    19 Adalet Partili Demirel'in çekilmesi için bir muhtıra hazırladı.

1983    Görevini kötüye kullanmaktan Yüce Divanda yargılanmakta olan eski Bayındırlık Bakanı Selahattin Kılıç beraat etti.

1954    Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Sendikası, Mecliste yaptığı bir konuşmada yazı işleri müdürleri için "baldırı çıplak" tabirini kullanan DP İzmir Milletvekili Halil Özyörük'ü Meclise ve DP Genel Başkanlığı'na çektikleri bir telgrafla protesto ettiler.

2007    İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Alaattin Çakıcı'yı, Tevfik Nurullah Ağansoy'un öldürülmesi olayının ''azmettiricisi'' olduğu gerekçesiyle 18 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırdı.

1956    Kıbrıs Rum toplumunun lideri Başpiskopos Makarios, İngiltere tarafından sürgüne gönderildi Yapılan açıklamada Başpiskopos Makarios'un "barış koşullarına dönmenin önünde en büyük engel" olduğu ve terörizmi desteklediği için adadan uzaklaştırıldığı belirtildi Ayrıca Makarios'un eski bir Yunan subayı olan Albay Grivas'ı, EOKA örgütünü kurmak için teşvik ettiği ileri sürüldü Sürgün haberinin duyulmasından sonra EOKA, Kıbrıs'ta yaygın bombalama eylemlerine girişti.

1945    Filistin'den gelen 36 bin diş fırçası piyasaya sürüldü.

1965    Zonguldak Kömür İşletmeleri direnişinde Satılmış Tepe ve Mehmet Çandar adlı işçiler öldürüldü Zonguldak Kozlu'daki Ereğli Kömür İşletmesi'nde çalışan maden işçileri, Türk-İş ve hükümetin kanunsuz saymasına rağmen greve gittiler Grevci maden işçileri çalışmak isteyen işçilerin yer altına inmesini engellediler Hükümet gelişmeler üzerine Kozlu'ya bir tümen asker gönderdi Kozlu'da işçilerin direnişi çatışmaya dönüştü; açılan ateş sonucunda iki işçi öldü,15 jandarma yaralandı,14 kişi gözaltına alında Olayların radyodan verilmesi hükümet kararıyla durduruldu.13 Mart günü olaylar yatıştı, işçiler işbaşı yaptı.

1986    Muzır Neşriyat Yasası'na ilişkin suçlamaları yanıtlayan Başbakan Turgut Özal, "Bu yasaya muzır diyen muzırdır" dedi.

1956    Ali Sami Yen Stadı Galatasaray Spor Kulübü'ne devredildi.

1979    7 kişiyi öldürmekten sanık sağ eylemci Veli Can Oduncu 16 yıla mahkum oldu.

1971    Başsavcılık Milli Nizam Partisi'nin (MNP) kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu

1974    İşverenlerin SSK'ya 1,5 milyar lira borcu olduğu açıklandı.

1954    Yayın yoluyla suç işleyenlere ağır cezalar getiren yasa Meclisten çıktı.

1961    Cemal Gürsel, Alman gazetecilerin, "Parlamento teklif ederse cumhurbaşkanlığını kabul edecek misiniz?" sorusuna, "Parlamento değil, millet teklif ederse hizmete hazırım" dedi.

1967    Gölcük Tersanesi'nde "Berk" adlı refakat firkateyninin yapımına başlandı.Türkiye'nin kendi olanaklarını kullanarak yaptığı ilk firkateynin yapımı1971 yılında tamamlandı.

1959     Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak amacıyla kurulmuş EOKA Londra'nın önerisini kabul etti; Grivas çekildi.

1997    Elle dergisinin yazı işleri müdürü Jean- Dominique Bauby 1995'te geçirdiği beyin kanaması sonucunda tüm vücudu, başından ayak parmağının ucuna kadar felç olana Bauby'nin yalnızca beyni ve göz kapakları çalışıyordu Jean Dominique Bauby, göz kapaklarını kullanarak kitap yazdı Kitabın yazılış öyküsü sabrın ve dayanışmanın öyküsüydü Bauby'nin yakın arkadaşı Claude Mendibil, bir yıl boyunca her gün hastaneye gelerek ona alfabeyi sesli olarak okudu Bauby gerekli olan harfi gözünü kırparak belli ediyordu, böylece harf harf kelimeleri dikte ettirerek kitabı yazdı.

2014    Türkiye'nin en uzun, Dünya'nın 5. uzun su tüneli Suruç Tüneli Şanlıurfa'da açıldı.

2018    İstanbul'da zarar ettiklerini ileri süren halk otobüsü sahipleri bugün kontak kapattı. Eyleme, İstanbul Otobüs A.Ş. bünyesinde hizmet veren sendika üyesi erguvan halk otobüsü işletmecileri katıldı. İETT yasal işlem başlatıldığını açıkladı.

1995   TBMM Malvarlığını Araştırma Komisyonunun Almanya'da bulduğu belgeler, RP'li Süleyman Mercümek'in Türkiye'de yönettiği paranın toplam 17 milyon mark olduğunu ve bu paraların akıbetinin bilinmediğini ortaya koydu. 

2000    Güney Kore'de saatlerce bilgisayarın önünden kalkmayan 37 yaşındaki Kim Kwang-Su, aşırı yorgunluk ve stresten öldü.

1994    Amerikalı yazar Charles Bukowski öldü.

2003    Siirt'te yapılan milletvekili yenileme seçimlerinde 3 milletvekilliğini alan, iktidardaki AK Parti'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da parlamentoya girdi.




8 Mart 2022 Salı

Ukrayna’yı anlama kılavuzu! - İbrahim Varlı / BİRGÜN

Yakın tarihin en büyük trajedilerinden birine sahne olan Ukrayna’da insanlar ölürken, kentlere bombalar yağarken, milyonlar ülkesini geride bırakıp sığınmacı olurken “kavram” tartışmasının elbette ki ne yeri ne de zamanı. Önemi de yok. Ancak, yine de izleri birbirinden ayrıştırmak, kavramları çerçevesine yerleştirmek, kafa karışıklığını gidererek olguları yerli yerine oturtmak gerek. İlk günden itibaren sıkça önümüze gelen en önemli 7 kavramı, iddiayı ele alalım.

1- Rusya emperyalist mi?

Bu koşullarda soru bugün açısından önemli olmasa da ilk günden bu yana en çok tartışılan konulardan biri oldu. Yer kürenin en büyük askeri güçlerinden biri olarak Ukrayna’ya giren Rusya nasıl tanımlanmalı? Bir ülkenin emperyalist ilan edilmesi için temel etkenlere ihtiyaç var; Olmazsa olmaz kriter sermaye ihracı yapması, birikim ve sömürü mekanizmalarını kurmasıdır. Askeri gücü, yayılmacı, hegemonik politikaları bir ülkeyi emperyalist yapmaya yetmez. Sadece uçsuz bucaksız doğal kaynakları ve hammadde ihracı üzerinden sermaye biriktirebilen Rusya’ya emperyalist demek Marksist (Leninist) kriterlere göre zor. Rusya yayılmacı, nüfuz peşinde koşan, hegemonik bir güç, ancak emperyalist denilemez.

2- Ukrayna diye bir ulus var mı?

Keyfince tarih yazımına soyunan, gerçekleri çarpıtan Putin, 21 Şubat’taki konuşmasında Ukraynalı diye bir ulusun tarihte var olmadığını ileri sürdü. Ukraynalılar ve Belaruslularla aynı kökten geldiklerini aslında Rus olduklarını söyledi. Bir “halk”, “ulus” veya “topluluk” kendini nasıl tanımlıyorsa odur. Ukrayna veya diğer bölgelerde bu kural değişmez, halkın iradesine saygı gösterilmeli. O topraklar üzerinde milyonlarca kişi kendisini “Ukraynalı” olarak tanımlıyorsa Putin ve diğer egemenlerin de bunu kabul etmesi gerekiyor. “Siz o değilsiniz aslında şusunuz” diye kimlik dayatılamaz. Bunu belirleyen de o ülke veya bölgenin egemenleri, otokratları olamaz.

3- Ukrayna’yı Bolşevikler mi yarattı?

Yaptıklarını ve yapacaklarını meşrulaştırmak için olguları çarpıtan Putin Ukrayna’nın yapay bir devlet olduğunu, Bolşevikler tarafından Rusya’dan kopartılarak kurulduğunu da ileri sürdü. Hatta ‘Lenin Ukraynası’ tabirini kurarak egemen bir devlet olmadığını iddia etti. 1991’den bu yana bağımsız olan, Rus çarlığı döneminde de SSCB bünyesi altında da on yıllar boyunca özerk veya başka statüde kendi idaresi olan bir devleti “suni” olarak nitelendirmek bir başka tarihsel saptırma.

4- Bu bir savaş mı, işgal mi, askeri müdahale mi?

24 Şubat sabahında Rus birliklerinin Ukrayna’ya girmesi müdahale mi, savaş mı, işgal mi? “Savaş” iki ülke arasında karşılıklı olur. “Saldırı” bir ülkenin diğerine yönelik tek taraflı operasyonu olur. Örneğin İsrail’in sık sık Suriye’ye yönelik hava operasyonları “saldırı”dır. Ancak kara birliklerinin bir ülkeye girmesinin adı işgaldir. Bunun geçici olması gerçeği değiştirmez. Dolayısıyla Rusya’nın Ukrayna operasyonu bir işgaldir. Kavramları yerli yerinde kullanırsak Rusya’nın yaptığının adı işgaldir.

5- Ukrayna’da neo Naziler mi yönetimde?

Kremlin, Ukrayna'da neo Nazilerin iktidarı ele geçirdiğini savunuyor. Putin’in Rus birliklerini Ukrayna’ya sokma gerekçelerinden birisi de Kiev’i Ukrayna’yı neo Nazilerden arındırmak. Kiev yönetiminin çeşitli kademelerinde aşırı sağcı, neo Nazi isimler yok değil. Bu gruplar özellikle 2014’te Viktor Yanukoviç’in Rusya’ya kaçmak zorunda kalmasıyla ülkenin kurumlarına, yönetim mekanizmasına çöktüler. O tarihten itibaren de aşırı milliyetçi Sağ Sektör grubundan isimler yönetimde, kafatasçı Azor Taburu mensupları ordu içinde etkin hale geldiler. Donbass’taki ölümlerden de ağırlıklı olarak bu tabur sorumlu. Ancak tüm bunlar ülkeyi neo Naziler’in yönettiği anlamına gelmiyor. Zelinski de popülist-liberal kimliği nedeniyle bu çevrelere karşı halk tarafından yüksek bir oy oranıyla seçildi. Zelinski yönetimi kendisinden beklenileni yapamayıp, bu çevreleri çok dengeleyemese de faşist bir yönetim olarak adlandırılamaz. Amerikan emperyalizminden alıntılanan “demokrasi” veya “özgürlük” götürme propagandası yayılmacı emelleri, askeri müdahaleyi gizlemek için başvurulan bir kamuflaj.

6- ‘Savaşa hayır’ demek solcu hümanistlik mi?

Savaşa hayır demek, hümanistlik, romantik bir savaş karşıtlığı mı? Ya da liberal Batı’nın argümanlarının tesirinde kalmak mı? Sol, her ne şart altında olursa olsun barışı savunur, savaşa hayır der. Egemenler arasındaki kapışmada diğerini tutmaz. Ne Rus egemenleri ne de ABD/AB egemenlerinden yana saf tutar.

7- Batı’nın, NATO’nun, ‘kolektif emperyalizm’in derdi Ukrayna’yı korumak mı?

Liberal Batı’nın, ABD, AB ve NATO’nun derdi Ukrayna’yı korumak, kollamak değil. NATO’nun doğu kanadını güçlendirme adına Rusya sınırına asker ve silah yığan Batı emperyalizmi için Ukrayna Rusya’ya karşı kullanacağı bir oyun sahası. Ukrayna’yı da ittifak bünyesine alarak Rusya’yı çevreleme hamlesi Avrupa üzerinden tamamlamak istendi. ABD liderliğindeki Batı İttifakı, provokativ, yayılmacı hamleleriyle savaşın ana sorumlularından. Bir savaş örgütü olan NATO'dan aksi bir adım beklemek varlık nedenine aykırıdır.

İbrahim Varlı / BİRGÜN

Yine seks kaseti - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 “Senin de kasetlerini patlatmazsam, ben de adam değilim!”

Kendisini muhalefet cephesinde konumlandırmış yeni kurulan bir parti...


O partinin kurmaylarının toplantısı...

İki genel başkan yardımcısı yumruk yumruğa birbirine giriyor. Ve biri diğerini herkesin önünde böyle tehdit ediyor. O anlara tanık kimse sesini çıkarmıyor.

Bir değil, iki değil, üç değil...  

Kurucularından genel başkan yardımcılarına kadar o partinin ağır topları üst üste istifa ediyor.

Neden?

Parti yönetimine sorsanız “Beklediğimiz gelişmeler, bir klikti onlar, ayıklandılar” diyor.

İstifa edenlerin bazılarına kulak kabarttığınızda ise insanın tüylerini ürperten iddialarla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Hangi birini yazayım?

Bir üst düzey yönetici, partideki tüm görevlerinden sessiz sedasız ayrıldı. Konuşulan o ki istifaya giden yolda çok kirli bir tezgâh vardı. Zira başka partiden bir siyasetçiyle ilişkisi olduğu dedikodusu parti içinde yayılmıştı. Bu duruma karşı destek beklerken, o kişi, genel başkanından “Senin cinsel içerikli yazışmaların ve kasetin var mı?” diye telefon alacaktı.

Devam edeyim...  

Partinin genel başkan yardımcılarının odalarına takılan bir duvar saati düşünün... Kötü bir malzemeden yapılan, üzerinde Atatürk çiziminin ve parti logosunun olduğu ay yıldızlı bir saat... Ancak asıl işlevi farklı mıydı? Parti içinde endişe öyle bir boyuta gelmişti ki o saatlerin içinde “böcek” diye tabir edilen dinleme cihazı olduğunu düşünenler vardı. 

İddiaların ardı arkası kesilmiyordu. 

Peki, fail kimdi?


İÇERİDEKİ ŞÜPHELİ 

Herkes tek bir ismi işaret ediyordu. Aynı partideki bir genel başkan yardımcısını...

Tesadüf mü: Kime sorsanız, onunla ilgili benzer bir öyküsü vardı.

“Bilişim uzmanı” diye biliniyordu. Daha önce ayrıldığı partiyi gizli kayıtlarla tehdit etmesiyle gündeme gelmişti. Başkalarının telefonlarındaki mesajları nasıl öğrenebileceğini parti yöneticilerine anlatıp duruyordu. İlginç mi, yazışmalar üzerinden nasıl suç uydurma yapılabileceğine dair medyada demeçleri de vardı. “Aylardır üzerinde çalıştığım bir sistemle WhatsApp mesaj içeriklerini değiştirebiliyoruz” diyordu. 

Gelinen noktayı düşünün: Parti toplantıları için kalınan otelin odalarında gizlice kaydedildiğinden şüphelenen siyasetçileri dinledim. 

Madem öyle, sormasak olmaz: 

Sahi, o kişi gücünü nereden alıyordu? 

Savcılarla ve hâkimlerle fotoğraflarının sırrı neydi? 

Dava delillerinde para karşılığı değişiklik yapıyor muydu? 

Bu konuda sabıkalı bir hacker ile ortak işleri oldu mu? 

Ve keza, hakkında böylesine şüpheler bulunan bir ismin yeni kurulan muhalefet partisinin yönetiminde ne işi vardı? 

Yazılacaklar bitmiyor. Daha da çoğalacağa benziyor. 

Lakin şimdilik duruyorum. Zira bu öyküdeki en önemli nokta şu: 

Türkiye seçim sürecine girdi. Ve önceki 20 yıl boyunca sandığa giden yolda dizlerimiz çok kanadı. Kasetler üzerinden onlarca insanın hayatı karartıldı. Gizli kayıtlarla siyaset şekillendirildi, özel hayatlar iğdiş edildi, intiharlar yaşandı. 

Yakın tarihte bu kadar çok kirli yaşanmışlık varken hiç kimse mi ders çıkarmaz! 

Böylesine kumpaslara girişenlere diller nasıl lal, gözler nasıl âmâ, eller nasıl taş olur; anlamak zor. Çok zor. 

Barış Pehlivan / CUMHURİYET

Ukrayna krizinde Araplar nerede? - MUSA ÖZUĞURLU / SOL

 Arap ülkelerinin konuya bakışı üç başlık altında değerlendiriliyor. Net bir biçimde Rusya’nın yanında yer alanlar, net bir biçimde Rusya’ya karşı olanlar ve iki tarafı da (Rusya, ABD) gözetenler.

Ukrayna meselesinde Ortadoğu - Arap ülkeleri nerede? 

Konu daha çok Batı ülkeleri üzerinden yürüdüğü için, Arap ülkelerinde dönen tartışma neredeyse hiç gündeme gelmedi.

Arap ülkelerinin konuya bakışı üç başlık altında değerlendiriliyor. Net bir biçimde Rusya’nın yanında yer alanlar, net bir biçimde Rusya’ya karşı olanlar ve iki tarafı da (Rusya, ABD) gözetenler.

BAE Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) dönem başkanı. BAE BMGK’de Rusya’nın kınanması için gündeme gelen tasarıda Rusya’nın yanında yer aldı. Geçici üyeler ile birlikte 15 üyeli konseyde tasarı lehine 11 oy çıktı. Rusya ret, Çin, Hindistan ve BAE çekimser kaldılar. Bu, Rusya’ya destek, Batı’ya karşı çıkmak demek.

BAE’nin bu tavrının Husiler BAE’ye saldırı düzenlediğinde BMGK’ye gelen kınama tasarısına Rusya’nın verdiği desteğin karşılığı olduğunu düşünenler de var ancak genel olarak Arap ülkelerinin duruşlarına ve Arap basınında yer alan yorumlara baktığımız zaman meselenin daha geniş ve gelecek ile ilgili olduğu tablosu çıkıyor ortaya.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan “Rusya’yı kınama” oylamasında ise Suudi Arabistan, Libya, Mısır, Ürdün, Lübnan, Tunus, Katar, Umman, Kuveyt ve Yemen’in (Husiler değil) yanında BAE’nin de “evet” oyu verdiğini görüyoruz.

Güvenlik Konseyinde Rusya yanlısı tavır takınan BAE’nin genel kurulda Rusya’yı kınama tasarısına “evet” demesi çelişik bir durum mu? 

Aslında hayır.

Suudi Arabistan ve Mısır için de aynı durum geçerli. Suudiler ve Mısırlılar genel kurulda Rusya’yı kınayan tasarıyı onayladı ancak ne BAE ne de Suudi Arabistan ne de Mısır’dan Rusya’nın açıkça kınandığı bir açıklama yapılmadı.

Bu ülkelerin domine ettiği Arap Birliğinden yapılan açıklamada da (28 Şubat) Rusya’nın adı geçmeden saldırıyı “kriz” olarak nitelendiriyor, uluslararası hukuka riayet, itidal ve diplomatik çözüm çağrısı yapılıyor.

Kısaca Arap ülkeleri krizde ne o tarafta ne bu tarafta yer almadı. Suriye ve Lübnan hariç. Suriye saldırı öncesinde Rusya’ya desteğini ilan etmiş ve Rusya’nın Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetlerini tanımasını olumlu karşılamıştı. Suriye BM genel kurulunda da Rusya aleyhindeki tasarıya ret oyu vermişti. Lübnan ise tam tersi bir tutum içinde Rusya’yı açıkça kınadı. Buna karşılık Rusya’nın Beyrut büyükelçisi “Biz daima zor zamanlarda kimlerin bizimle kimlerin bize karşı durduğuna bakarız” cevabını verdi. Yani Rusya Lübnan’ın bu tavrını “not etti.”

BM genel kurulunda yapılan oylamada Cezayir, Irak, İran ve Sudan da çekimser oy kullandı. Sudan ile Rusya arasında saldırıdan hemen önce bir görüşme gerçekleşmişti.

İran’ın çekimser kalması sürpriz değil, Irak ise “geçmişte yaşadıklarından dolayı” çekimser kaldı.

BAE Libya’da İran ise Suriye’de Rusya ile aynı tarafta yer alıyor sayılır. BAE diğer yandan işbirliği çeşitliliğini arttırmaya çalışıyor. Buna askeri işbirliği de dahil.

Aynı durum OPEC+’ta yer alan Suudi Arabistan için de geçerli. Rusya ile her konuda yakın işbirliği yapmıyor ve her konuda anlaşamıyor olsalar da söz konusu olan petrol üretimi ve fiyatları olunca birbirlerini kollamak ihtiyacı hissediyorlar

Kaşıkçı’nın öldürülmesi sonrasında dünya veliaht prens Muhammed Bin Selman’ı dışlar gibi yaparken Rusya aynı tavırda değildi.

Rusya’nın bölgede önemsediği ve bu durumu ABD’ye alternatif yaratmak için kullanmaya çalışan diğer ülke Mısır.

Mısır da bu nedenle dengeli bir duruş sergilemeye çalışıyor.

Mısır, Cezayir, Tunus, Libya gibi ülkeler buğday ithalatını büyük oranda iki ülkeden yapıyor: Rusya ve Ukrayna. Dolayısıyla meseleye dengeli yaklaşımları anlaşılabilir.

BBC çok güzel bir toparlama yapmış1. Buna göre Arap medyasında yer alan yorumlar da çoğunlukla bu “dengeci tutuma” vurgu yapıyor. Mısr Elyevm gazetesinde yer alan bir makalede Arap ülkelerinin net bir şekilde ABD’nin yanında saf tutmaması “tarihi bir tutum” olarak nitelendiriliyor.

Suriye El Vatan gazetesi ise değişmeye başlayan dünyada artık kimsenin sessiz / tarafsız kalamayacağını savunuyor. Gazeteye göre Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını gördüler ve ona göre pozisyon alıyorlar.

Lübnan Ennahar gazetesi ise Arapların ve hatta İsrail’in keskin bir şekilde Batı’nın yanında olmayan tavırlarının “ABD’nin hatalarından kaynaklandığı” yorumunda bulunmuş.

El Kuds El Arabi gazetesi ise Arapların tarafsız kalması gerektiği görüşünde: Arapların çıkarları diğerlerinin çıkarları gibi. Bu savaş çıkra ve nüfuz savaşı ve Arapları onun ya da bunun yanında yer almaktan alıkoyuyor.

Railyoum gazetesi ise Rusya kazanırsa Amerikan hegemonyasının zayıflayacağı yorumunda bulunuyor.

Lübnan Ennahar krizdeki Arap tavrını Arapların değişmesine bağlamış. Gazeteye göre Araplar ABD’nin kadim müttefiki ancak zaman içinde ittifakları “çeşitlendirme” yoluna gittiler.

El haliç gazetesi ise bundan sonraki sürecin çok çetin olacağı öngörüsünde bulunmuş: Araplar derhal olağanüstü hale hazırlık yapmalı.

El Arabi El Cedid ise krizin Filistin davasının dünyaya anlatılabilmesi için bir fırsat olduğu görüşünde. Ukrayna’nın yaşadıklarının yıllardır Filistinliler tarafından yaşandığı vurgusu yapılan yorumda “bu, Arapların kendi davalarını küresel olana katabilme fırsatıdır” deniliyor.

Aykırı yorumlardan biri ise Lübnan Nida El Vatan gazetesinde. Gazete Lübnan’ın Batı kampında yer almasını olumlu yorumlamış: Lübnan’ın duruşu Batı ile yan yana ve BM kurallarını ihlale, Rusya’nın insan haklarını çiğnemesine karşı duruştur.

Arap ülkelerinden krize ortak bir tavır yok elbette ancak çoğunluğun “tarafsız kalma ve gelecekte kendilerini duruma göre ABD dışında alternatiflere de hazırlama refleksi ile” hareket ettiği ortaya çıkıyor.

MUSA ÖZUĞURLU / SOL