10 Mart 2022 Perşembe

Bir kokain davası: ‘Beyaz Kafa’ ve gizemli Türk - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Brezilya’daki kokain pazarına 30 yıldır damga vuran ‘Beyaz Kafa’ lakaplı kartel liderinin yakalanması sonrasında yapılan bir operasyonda, kokain ticaretinin Avrupa ayağı deşifre oldu. Davada bir Türk de yargılanıyor.

Lakabı ‘Cabeça Branca’… Türkçesi ‘Beyaz Kafa’ demek. Brezilya’da 30 yıldır kokain ticaretine yön veren bir kartelin başıydı. Lüks yaşamıyla tanınmıyordu. Marifeti göze batmaması, bir ‘hayalet’ gibi yaşamasıydı.Ta ki Pablo Escobar’a yönelik sürek avının bir benzeri başlatılana kadar. 2017’de ‘Spektrum’ adı verilen operasyonla, kılık değiştirmiş halde bir alışveriş merkezine girdiğinde yakalandı. Böylece son yılların en büyük küresel kokain ticaret ağı da çözülmeye başlandı.

Soruşturma kapsamında 2018’de düzenlenen bir baskın, tedarik zincirinin Avrupa ayağını ifşa etti. Olayda gizemli bir Türk’ün de adı geçiyor. Brezilya Federal Mahkemesi’nin dava dosyasında organizasyonu yönetmekle suçlanan üç kişiden biri, Belçika vatandaşı Nurettin Yüksel.
Dijital arşivde hiç fotoğrafı olmayan, adını kimsenin duymadığı Nurettin Yüksel kim peki? Savcılık neyle suçluyor, mahkemede neler anlatıyor? Türkiye’de yakın zamanda hangi işe yatırım yaptı?

Bağımsız araştırmalar yürüten meslektaşım gazeteci Seher Yaşayacak’la beraber dava dosyası, mahkeme kayıtları, Brezilyalı gazeteci Allan de Abreu’nun 2021’de yayınlanan ‘Cabeça Branca’ adlı kitabındaki deliller ve adı geçen şirketlerin açık kaynak bilgileri üzerinden, bu büyük soruşturmanın izini sürdük.

PORTAKAL SUYU TEKELİ DE KARIŞTI

‘Beyaz Kafa’ lakaplı 63 yaşındaki Luiz Carlos Rocha yakalandıktan sonra 4 büyük operasyon yapıldı. “Tifo Operasyonu” adı verilen sonuncusuna portakal suyu tekeli Citrosuco da karıştı. Brezilya dışında ABD, Avusturya, Avustralya, Belçika, Japonya ve Çin’de temsilcilikleri bulunan; 28 çiftlik, 25 üretim tesisi sahibi; 5 ülkede liman ofisi ve 5 özel gemisi olan bir şirket bu. Küresel portakal suyu ticaretinin yüzde 40’ı Brezilya’ya ait zaten. 

Operasyonla kokain rotaları açığa çıkarıldı. Kokain; Bolivya, Peru, Kolombiya’daki üreticilerden Brezilya’nın Mato Grosso’daki çiftliklerine küçük uçaklarla taşınıyor, ardından kamyonlarla Sao Paulo’daki depolara götürülüyordu. Burada yasal olarak ihraç edilecek ürünlerle paketlenip, limana taşınıyordu.
Polis 2018’in Ağustos ayında, Citrosuca’ya ait Carlos Fischer adlı gemiyle Santos Limanı’ndan, Belçika’nın Gent Limanı’na kokain sevkiyatı yapılacağını öğrendi. 21 Ağustos günü doğal taşların arasına gizlenmiş 2 ton kokain ele geçirildi. Konuyu soruşturan Brezilyalı Savcı Nivaldo Brunoni, “Şüpheli, görünüşe göre uyuşturucunun alınması, saklanması, taşınması, nakliyesi, liman ve dış ticaretteki yasal prosedürlerin yerine getirilmesinden sorumlu” diyordu. Bu isim David Van De Graaf’tı. Kilit cümle “yasal prosedürler”di. Zira burada devreye dış ticaret şirketleri giriyordu.

Bunlardan birisi de Brezilya’da şubesi bulunan Nurettin Yüksel’in Belçika merkezli şirketi Stroyka’ydı. Yıllardır Santos Limanı’ndan Citrosuco’nun ürünlerini Avrupa’ya taşıyor, aynı şekilde Brezilya’da ortak olduğu bir başka şirket Delta do Brazil üzerinden de doğal taş sevkiyatı yapıyordu. Savcılık soruşturmasına bakılırsa, konteynerleri Yüksel, Van De Graaf ve Paul Collen teslim almıştı. Telefon dinlemesinde Van De Graaf’ın, “Citrosuco’nun konteynerlerini bundan sonra da kullanacağız” sözleri kaydedilmişti. Yani polisin takibindeydiler.

Nitekim bir Citrosuco yetkilisinin 1-14 Aralık 2018 tarihleri arasında Belçika’ya giderek Van De Graaf ile görüştüğü tespit edildikten sonra, Antwerp Limanı’na indirilmiş konteynerin içinde dondurulmuş portakal konsantresine gizlenmiş 1.1 ton kokain daha yakalandı. Şirket haberleri olmadığını iddia ediyor, soruşturma açılan çalışanlarıyla ilişkisini kesiyordu.

BREZİLYA-TÜRKİYE BAĞLANTISI

İşte 2018’in Ağustos ayında yapılan baskının davası geçen yıl Nisan’da başladı. 5028822-27.2021.4.04.0000 numaralı dosyada tedarikçiler, nakliyeciler ve alıcıların ortaya çıkarıldığı bir “uluslararası suç örgütünden” bahsediliyor. Avrupa’da yaşayan Yüksel dahil 6 isim, “suç örgütü kurmak”la itham ediliyor.

Temmuz 2021’de görülen son duruşmada avukatları aracılığıyla savunma yapan zanlılar iddiaları reddetse de hakim, “kesin deliller” olduğu gerekçesiyle beraat talebini kabul etmedi. Nitekim bu davadan ayrı yürütülen ‘Beyaz Kafa’ soruşturmasında kartelle bağlantılı olarak, “Türkiye’ye uyuşturucu sevkiyatı yapan bir ekibin” de tespit edildiği belirtiliyor.

Dava dosyasında epey detay var. Son duruşmanın tutanaklarını özetlersek Yüksel, Citrosuca ile sürekli çalıştığını; bunun yanında doğal taşları farklı ülkelere taşıdığını; şirketinin kiraladığı konteynerlerdeki uyuşturucudan haberi olmadığını söylüyor. Mahkeme ise Yüksel’in şirketinin, kartelin kullandığı iki şirketten aldığı doğal taşların uyuşturucuyla karıştırıldığı ‘Beyaz Kafa’ya ait depoya götürdüğünü gösteren kanıtlar olduğunu ifade ediyor.

Dava sürdüğü için bütün bunların iddia düzeyinde olduğunu belirtelim. Ve gelelim Yüksel’in Türkiye’ye uzanan şirketlerine …

Yüksel, kokain ticaretine karıştığı ileri sürülen Stroyka’yı 2014’te Gent’te kurmuş. Onun bağlı olduğu esas şirket ise 2007’de aynı adreste kurulan OPS Group. Ticaret kayıtlarına göre güvenlik hizmetleri veriyor. Başka bir bilgi, internet sitesi filan bulunmuyor. Bir diğer şirketi ise İspanya’ya bağlı Kanarya Adaları’ndaki Las Palmas kentinde 2011’de kurulan 2BIEN INVERSIONES S.L. Tek hissedar yine Yüksel’e ait olan ve Türkiye’de kurulu Pusula Delta Uluslararası Ticaret AŞ. Ayrıca dava dosyasında kokain kaçırmakta kullanıldığı ileri sürülen doğal taş alıcısı Brezilya’daki Delta do Brasil şirketinde de Peres Hernandes isimli biriyle ortak.


İZMİR’DE KURULAN HAVACILIK ŞİRKETİ

Kısaca Avrupa’daki şirketlerin adı, sicil kayıtları dışında sadece kokain davasında geçiyor. Türkiye’de de adı neredeyse hiç duyulmamış Yüksel, 2016’da İstanbul’da aynı günlerde Pusula Delta Uluslararası Tic. AŞ. ve Pusula Akdeniz Dış Ticaret AŞ. adlı iki şirket kurmuş. Kayıtlarda ağırlıklı olarak kuruyemiş, çekirdek, çiğ ve granül kahve ile kakao, kurutulmuş egzotik meyve ithalatı yaptığı yazılı.

Pusula Delta, 2021’in Mart ayında İzmir’e taşındı. Bir ay sonra havacılık şirketine dönüşerek, Air Anka adını aldı. Pusula Akdeniz de şirketin ortağı oldu. Air Anka’nın hikayesi gerçekten merak uyandırıcı. Çünkü şirkete dair bilgiler dikkat çekici. Havacılık haberleriyle tanınan Tolga Özbek, 26 Ekim 2020’de ilk kez duyurduğu şirketle ilgili şu bilgileri vermişti:

“Son günlerin en önemli gelişmelerinden biri, İzmir merkezli kurulacak bir hava kargo şirketi. Şirketin 3 adet Boeing 777 kargo uçağı için anlaşma yaptığı, önümüzdeki aylarda Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne başvuru yapıp operasyon izni alması bekleniyor. Uzun yıllar Ulaştırma Bakanlığı yapan son Başbakan Binali Yıldırım’ın bir akrabasının işin başında olduğu iddialar arasında.”

En son geçen hafta çıkan haberlerde ise şirketin THY’den kira sözleşmesi tamamlanmış iki Airbus A330 ile önce yolcu taşımacılığına başlayacağı; ön izinleri aldığı ve 50 pilotla anlaştığı yazıldı. İnternet sitesi açılmış ama işe alım için online CV gönderilecek bölüm dışında bilgi bulunmuyor.

Brezilya’daki dava ülkenin baş gündemlerinden. Bir şekilde Avrupa ve Türkiye’ye uzanan ayağına dair yeni bilgiler dava ilerledikçe çıkacaktır.

Bahadır Özgür / BİRGÜN


Ukrayna krizinin enerji-politiği(Mehmet Ali Güller) + Ukrayna krizi ve küreselleşme (Ergin Yıldızoğlu) - CUMHURİYET

 


Ukrayna krizinin enerji-politiği(Mehmet Ali Güller)

Ukrayna krizini esas boyutuyla; yani birincisi ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı AB ve Hindistan’ı ana stratejisine eklemleme hedefi, ikincisi de Avrupa güvenlik mimarisini kimin nasıl şekillendireceği yönüyle inceledik. Bu bağlamda “NATO’nun Yugoslavya’yı parçalayarak ve doğuya doğru sürekli genişleyerek güvenlik mimarisini şekillendirmeye başlamasının” neden, “Rusya’nın Ukrayna’ya askeri harekâtının” da bu nedenin sonucu olduğunu inceledik.

Tabii meselenin enerji-politik boyutu da var:

ABD-ALMANYA MÜCADELESİ

ABD yönetimi, Ukrayna ile imzaladığı stratejik ortaklık belgesiyle, Rusya ile Almanya arasındaki Kuzey Akım 2 projesine karşı birlikte mücadele edeceklerini ilan etmişti. Washington uzun süredir, gerek Almanya içindeki NATO’cu damarı harekete geçirerek, gerek yaptırım uygulayarak bu projeyi durdurmaya çalıştı ama başaramadı. Rusya’nın askeri harekâtı sonrası, Yeşiller’in de baskısıyla Scholz bir ara formül buldu: Ruhsatlandırma süreci durduruldu!

Bu, pratikte şu demek: Birincisi, 10 milyar Avro harcanarak yapılan boru hattı yerinde duruyor, günü geldiğinde vana açılır; ikincisi, Almanya’nın ve Avrupa’nın ihtiyacı için Kuzey Akım 1 boru hattı nasılsa çalışıyor.

Ki daha üzerinden iki hafta bile geçmemişken, arkasına Alman sanayicisini de alan Scholz, şu aşamada alternatifi olmadığı için, Rusya’yla enerji işbirliğini kesmeyeceklerini ilan etti! (Rusya’ya yaptırımlar enerji alanına kaymadıkça, olağanüstü etkisi olmayacak).

Rusya-Almanya doğalgaz işbirliğini kesemeyen ABD, en azından petrol ticaretini yaptırıma dahil etmeye çalıştı, sonuç alamadı. Avrupalı ortaklarını ikna edemeyen ABD, en sonunda Rusya’dan petrol ithalatını kesme yaptırımını tek başına uygulamak zorunda kaldı. Etkisi ne olur? ABD’nin Rusya’dan aldığı petrol, sadece yüzde 3 seviyesinde!

ABD’NİN İŞLEMEZ LNG VE KÖMÜR PLANI

Avrupa’nın en büyük ülkesi Almanya, 2021 verilerine göre doğalgazın yüzde 56’sını, petrolün yüzde 34’ünü, taşkömürün de yüzde 50’sini Rusya’dan karşılıyor. Tüm Avrupa için Rusya doğalgazına bağımlılık yüzde 40 seviyesinde.

ABD, bir süredir bu oranı azaltmak ve Ukrayna krizine hazırlanmak için çaba gösteriyordu: Birincisi kendi LNG’sini (sıvılaştırılmış doğalgaz), ikincisi Katar’ın LNG’sini, üçüncüsü de kömür yoluyla yüzde 40’lık oranı aşağıya çekmeye çalışıyordu.

Katar, anlaşmalı müşterileri bulunduğunu, spot piyasada sattığı LNG’nin de ihtiyacı karşılayamayacağını söyledi özetle. ABD’nin taşıyacağı LNG, Avrupa gibi büyük bir pazarın ihtiyacını karşılayabilmekten zaten çok uzak. Kömür kullanımını artırma yoluna gitmek ise AB’nin “yeşil enerji” hedeflerinin çuvallaması demek...

KRİZ, İRAN VE VENEZÜELLA’YA YARADI

ABD’nin bu sıkışmışlığı, iki önemli düşmanına yaradı; İran’a ve Venezüella’ya...

ABD, yıllardır yaptırım uyguladığı, birkaç kez kalkışma yaratmaya çalıştığı ve Suriye’de başarılı olabilseydi sonrasında saldıracağı İran’la geçen hafta enerji alışverişi görüşmesi yaptı!

Yine ABD, “arka bahçesinde” Chavez’le kamucu ekonomi inşa etmeye çalışan ve bunu her türlü zorluğa rağmen Madura ile sürdürmeye çalışan, birkaç kez darbe girişimi, birkaç kez suikast girişiminde bulunduğu, piyasalardaki petrolüne, altınına ve parasına el koyup ağır yaptırımlar uyguladığı Venezüella ile de geçen hafta enerji alışverişi görüşmesi yaptı!

ABD, Rus enerjisi yerine, Avrupa’ya İran ve Venezüella’dan kaynak arıyor. Şimdi her iki ülke, Rusya’nın Ukrayna’ya askeri harekâtını fırsata çevirerek bu görüşmeleri, üzerlerindeki ağır yaptırımlardan kurtulmanın ve bloke edilmiş altınlarına ve paralarına kavuşmanın yolu olarak kullanacaktır.

AKP’NİN ÖNÜNDEKİ FIRSAT

ABD’nin birkaç ay önce, sponsorluğunu yaptığı EastMed projesinden desteğini çekmesi de bu nedenle. Türkiye’ye rağmen hayata geçemeyen proje nedeniyle, Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması gecikiyor. ABD şimdi İsrail ve Yunanistan ile Türkiye’yi yeni projede bir araya getirmeye çalışıyor. Siyasal ve ekonomik basınç altındaki AKP iktidarı da bunu fırsata çevirip ABD’yle mevcut sorunların en azından bir bölümünü rafa kaldırtmayı arzuluyor.

Diğer yandan AKP iktidarı, hem Ankara’da hem de Almanya’da Barzanilerle buluşarak, Kürt petrolünün de Avrupa’ya transferinin pazarlıklarını yapıyor.

Sonuç olarak, petrol ve doğalgaz boru hatlarının yönüne bakmadan, savaşları ve çatışmaları analiz etmek mümkün değildir. Ve sonucun sonucu olarak, ABD’nin bu enerji planları hayata geçse bile Rusya’nın doğuracağı açığı karşılayamıyor.

                                                                       ***

Ukrayna krizi ve küreselleşme (Ergin Yıldızoğlu)

Ankara’da 1994 yılında yaptığım bir sunuşta “Küreselleşme mi? Teşekkür ederim, istemem” demiştim. “Yeni bir çağ”, “ulus devletlerin sonu” gibi sıfatlarla tanımlanan bir olgu karşısında böyle bir tutumun, ıslah olmaz bir sosyalistin gerçekliğe gözlerini kapatma çabası olarak algılanma riski yüksekti. Kimi zaman öyle de oldu. Ancak bu “küreselleşme”, uygarlık tarihine ait küreselleşmeden farklı olarak, kapitalizmin yapısal krizine ait bir “biçim”, mekân düzenlemeye ilişkin bir kriz yönetim modeliydi, kapitalizmin iç çelişkileri altında çökecek geçici bir süreçti. 

Uluslararası sermaye kendine yeni dolaşım, değerlenme alanları açıyor; hızlanan tüketim, küresel ısınmayı iklim krizine doğru itiyordu. Yeni dijital teknolojiler, bir taraftan bu süreci desteklerken diğer taraftan yerel krizlerin hızla genelleşmesine zemin hazırlıyordu. En tehlikelisi, yeni büyük güçler, ABD hegemonyası altındaki emperyalist sistem içinde yükseliyor, sistemin verili kurallarını sorgulamaya başlıyordu. Böylece emperyalist sistemin ABD hegemonyası altında geçici olarak kazandığı istikrar hızla aşınıyordu. 

Finansal krizi izleyen büyük durgunlukta dünya ticareti adeta çöktü, hâlâ eski düzeyine yükselemedi. Büyük güçler arası rekabetin korumacılık, yaptırımlar boyutu, pandeminin tedarik zincirleri üzerindeki yıkıcı etkileri, küresel ticaret ağlarını koparmaya başladı. Bugün, Ukrayna krizinin, küreselleşmenin tabutuna son çiviyi çaktığı söylenebilir.

Şimdi, Ukrayna krizi içinde Rusya’yı tecrit etmek amacıyla küreselleşmenin tedarik zincirleri, finansal devreler, iletişim ağları gibi bileşenleri silah olarak kullanılıyor. Bu çabanın, çok özel ihracat mallarına, Çin ile, gelişmekte olan ülkelerle güçlü bağlara sahip Rusya’yı tecrit etmeyi başarması zor ama dünya pazarlarını parçalayarak, Batı ekonomilerini de vurması kaçınılmaz. 

“Küreselleşme” artık yalnızca “dikiz aynasında” görülebilen bir manzaradır. Öndeki, manzaranın en çarpıcı öğesi ise emperyalizm.

BİRİ EMPERYALİZM Mİ DEDİ?

Emperyalizmi düşünürken, dört noktayı özellikle değerlendirmek gerekiyor: 

1) Modern emperyalizm, bir devlet politikasına değil kapitalizmin geldiği aşamaya ilişkin “sistemik” bir durumdur. Devletlerin politikaları bu “sistem” içinde anlamlarını kazanırlar. 

2) Küreselleşmenin ve ABD hegemonyasının gerilemesiyle birlikte bu hegemonya altında şekillenmiş emperyalist sistem, istikrarını ve bütünlüğünü kaybetmiştir. 

3) ABD hegemonyası döneminde emperyalist sistem içinde paylaşılmış pazarların, kaynakların, coğrafyaların yeniden paylaşımı gündemdedir. 

4) Bu yeniden paylaşım içinde, modern emperyalizmin ekonomik-finansal şantaj gibi silahlarının yanı sıra klasik emperyalizmin, Roma İmparatorluğu’ndan bu yana yerleşmiş “koruma vaadi”, işgal, ilhak gibi doğrudan askeri müdahale yöntemleri de giderek daha fazla kullanılacaktır.

Yine, büyük güçler arası rekabet, dengeleme, “yeniden paylaşım” savaşları çağına girdik. Geçen sefer, getirdiği olanaklardan dolayı dönem, “proleter devrimleri çağı” olarak da anılıyordu. Bugün, ne yazık ki faşizm, savaş yine gündemde ama insanlık, güçlü işçi hareketlerinden, onların ulusal/uluslararası düzeyde güçlü örgütlerinden yoksun. Bu eksiklik, sol entelijansiya açısından hem tarihsel bir sorumluluk getiriyor hem de bu sorumluluğu üstlenme çabasını sabote eden marazi bir durum yaratıyor. 

Bugünün son derece olumsuz koşulları içinde sol entelijansiya, 1980’lerdeki ve 90’lardaki yoldaşlarından farklı olarak, “geçmişi” (yapılarının ve kişilerinin, tüm hata ve zaaflarını unutmayı seçerek) adeta “asrı saadet” düzeyine yükseltiyor, oraya ilişkin fantezilere sığınmaya çalışıyor. Kapitalizme karşı özgürlük mücadelesi yerine emperyalizme karşı ve kimi devletlerin ittifaklarından oluşan “kampların” birini seçerek mücadele etme eğilimi öne çıkıyor. Gerçekteyse, bugün ne SSCB var ne de Soğuk Savaş döneminin bir tarafın sorunlarını yok sayarak saf tutulabilecek kampları var. Aksine, geçmişin “asrı saadet” dönemine ve “kahramanlarına” nefretle yaklaşan büyük güçlerin hegemonya restorasyonu, nüfuz alanı edinme savaşlarıyla karşı karşıyayız... Bugün, bu savaşın sahnesi Ukrayna, yarın kim bilir neresi...

CUMHURİYET

Boğaziçi’nin dekanı, Nebati’nin kuzeni çıktı - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 

Onun hakkında çok şey okuduk. 

Bir zamanlar MHP’nin merkez yönetim kurulunda yedek üyeydi... 

2015 seçimlerinde AKP’den aday adayıydı... 

“Pelikancılar” diye adlandırılan ekipten Selman Öğüt’ün tez danışmanıydı... 

ATV’de yayımlanan Esra Erol’un programındaki avukat Hülya Kuran’ın eşiydi... 

Nihayetinde, gece yarısı kararnamesiyle kurulan Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin atanan dekanıydı...  

Prof. Dr. Selami Kuran’ı tarif ediyorum. 

Bir şeyi bilmiyordum: Meğer Selami Kuran ile Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de kuzenmiş! 

Prof. Kuran’ı telefonla aradım, “Evet, Nebati halamın oğludur” diye teyit etti. 

İlginç mi? Bence değil. 

YEĞEN ERDOĞAN DA SCOOTER İŞİNDE

Sokaklarda sık sık elektrikli scooter kullananları görüyoruz. Renklerine bakıp sahibi olan markaları anlıyoruz. Kaldırımları işgalinden, trafikte yarattığı tehlikeden, denetimsizliğinden dert yanıyoruz.   

Yeni öğrendim... Meğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeğeni Üsame Erdoğan da bu işe girmiş. Turkuvaz renkteki BinBin adlı e-scooter markasının sahiplerinden biri de oymuş. 

İstanbul Ticaret Odası’nın verilerine göre Erdoğan’ın iş ortakları ise şöyleymiş: Kadir Can Abdik, Hüseyin Ardan Küçük, Mustafa Saim Birpınar, Haris Pojata... 

Not olarak düşelim. 

SON SÖZ 

Takvimler davalarla dolu. 

Yarın Sedef Kabaş’ın ilk duruşması görülecek. Bir gazetecinin kelimelerinden dolayı 12 yıl 10 aya kadar cezalandırılması isteniyor. Kuşku yok ki, o hapsi hiç yatmayacak. Tarih kanıtlıyor; emirle işleyen kararların ömrü, emri verenin gücü kadar. Cüppe giyen emir erleri, gün geliyor talimat aldıklarının karşısına dikilmek için sıraya giriyor. 

Hoş, bu iddialarımı yalanlayan var Saray’dan. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçum şöyle demiş Twitter’dan: “Türkiye güçlü bir demokrasiye ve hukuk düzenine sahiptir. Yargısı tarafsız ve bağımsızdır. Her kurumun ve kişinin görevini hukuk belirlemiştir. Bugünün Türkiyesi’nde ‘gizli kadro’ yönetimi olmaz. Kendi çarpık özlemlerinizi bizlerin gerçeği gibi sunmayın. Kimseyi kandıramazsınız.” 

Peki, tarih en büyük yargıçtır. Ben konuma döneyim... 

48 gün önce Kabaş’ı hapse gönderen hâkim, Osman Kavala’yı da bugün içeride tutan “casusluk” tutuklamasına karar veren isimdi. Gelin görün ki, savcısı bile artık Kavala’nın o suçlamadan beraatını istedi. 

Sonuç olarak, eğer sanıklardan biri ek süre istemezse Gezi davasında 21 Mart’ta karar çıkacak. Sorulardan biri şu: Kavala karar duruşmasına katılacak mı? 

Hatırlayın, Cumhurbaşkanı Erdoğan serbest bırakılması yönünde çağrı yapan büyükelçilere karşılık Kavala’yı hedef göstermişti. O da beş ay önce “anlamsız” diyerek artık duruşmalara katılmama kararı almıştı. 

Duydum ki, Kavala son sözünü söyleyecek. Yani karar duruşmasına cezaevinden bile olsa katılmayı planlıyor. Zira kendisine hüküm vermek için diğer Gezi sanıklarının da cezalandırılacağına inanıyor. Bu nedenle, sonucu değiştirmese bile son bir kez konuşmayı borç biliyor. 

Barış Pehlivan / Cumhuriyet


Sezen’i bırak, Şakira’ya bak! - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Soruyorum bir kitapları var mı? Hayır, 

biliyorum. İslam dininin tek ve değişmez kitabı 

Kuran.  Kıblesi de Mekke. Ancak bizim 

İslamcıların kitabı da kıblesi de sürekli 

değişiyor.

Çeçenistan lideri Ramazan Kadirov’un Rusya saflarında savaşması İslamcı camiayı sarstı. Hayrettin Karaman, “caiz değil” fetvası bile verdi. Gelgelelim hadise daha derin.

Çeçenler, Rusya’nın Müslüman halklarından biri. Aynı zamanda farklı İslamcı anlayışların çarpıştığı bir coğrafya. Bu anlayışlar rekabet ederken, çoğunlukla büyük güçlere yaslanıyor. Kimisi, Rusya’nın karşısında kim varsa, onunla ittifak kuruyor. Bunların yorumu bizdeki Nakşibendilere benziyor. Öte yandan Kadirov gibi, Çeçenistan’ın resmi dini anlayışını temsil eden Kadiriler ise büyük oranda Rusya’nın yanında saf tutuyor.

Kökü 1783’e kadar götürülebilecek Çeçen direniş hareketini, ilk yıllarında Nakşibendiliğin Halidi kolu sürükledi. Adını çok duyduğumuz Şeyh Şamil de bu tarikata tabiydi. Esir düşmesiyle zayıflayan Çeçen İslamcılığı içinde, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kunta

Hacı Kişiyev’in anlayışı yayıldı. Şiddeti reddeden, devlete karşı daha barışçıl bir dil kullanan, Kunta Hacı liderliğindeki yapı, Kadiri’ydi. Rus devleti uzlaşmacı Kadirilerle iyi geçinirken, Rus karşıtı İslamcılar Türkiye’deki Nakşibendilerle dirsek temasındaydı. İşte bizdeki İslamcıların alerjisi, aslında neredeyse iki asırlık bu ayrışmaya dayanıyor.

KADİROV’A ŞAKIRALI GÖNDERME

Gelgelelim, burada bile ilkeden bahsetmek zor.

Şöyle anlatayım...

Sekiz yıl önce, Kadirov ile Türkiye’deki Nakşi İsmailağa cemaati arasında sıra dışı bir temas yaşandı. Cemaat içindeki ekiplerden Marifet grubu, tarihi liderleri Mahmut Ustaosmanoğlu’nu, 9 Haziran 2014’te, Çeçenistan’a götürerek Kadirov’la buluşturacaktı. Olay infial yarattı.

Yeni Şafak devreye girdi. 6 Haziran tarihli sürmanşetleri tavrı özetliyordu: “Hocam Bu Geziyi İptal Et!” Gazete, ertesi gün yayınına manşetten devam etti: “Cemaat rahatsız.”

Yeni Şafak, çok ağır suçlamalarda bulunuyordu. Yazılana göre, Marifet grubunun lideri olan Muhammed Keskin, “tarikat içinden tarikat” çıkarma peşindeydi. Yeni Şafak’tan aktaralım:

“Çavuşbaşı’nda Marifet isimli bir dernek kuran Keskin’in bir süre önce cemaatin merkezinin artık İsmailağa’dan ibaret olmadığı yönünde açıklamalar yapması da çeşitli soru işaretlerini gündeme getirdi. Öte yandan Kadirov’un bu ziyaret için organizasyonu yapan aracılara 2 milyon dolar ödediği iddia edildi.”

Yeni Şafak, “Mahmut Hoca’nın kandırıldığını” söylüyor, Cemaat içinden isimlerden büyük tepki olduğunu iddia ediyordu. Haberlerde Ramazan Kadirov yerin dibine batırılıyor, en çok da “doğum gününü, milli bayramları ve özel günleri Şakira gibi İslami hassasiyetlerle ilgisi olmayan sanatçılarla kutlayan” ifadeleriyle Şakiralı gönderme yapılıyordu.

CEMAATE GİTME TEHDİDİ

Karşı taraf ne dedi?

Marifet Derneği, Yeni Şafak’ın haberlerine, Mahmut Hoca’nın görüşlerini de içerecek şekilde, yazılı yanıt verdi. Marifetçiler, şunu söylüyordu: “ ‘Millet, cemaate diyemiyor mu, bunlar yalancıdır, yalancı, Albayrak’ın adamları’ buyurması üzerine biz de bu yazıyı kaleme almak ihtiyacı duyduk.”

Marifet grubu, Kadirov ziyaretine nasıl karar verildiğini ise şöyle anlattı: “Kadirov, bir hocalar heyeti göndererek (Mahmut) Efendi Hazretleri’ni Çeçenistan’a davet etmiş ve Efendi Hazretlerimiz de kabul etmiştir.”

Kısacası ortada “Mahmut Hoca kandırıldı” denecek bir durum yoktu.

Ancak Marifetçilerin anlattığına göre, Kadirov ziyaretinin yapılmaması için, daha derin işler yapılmıştı: “İHH’nin Türkiye’de yaşayan bazı Çeçenleri organize ederek Mahmut Efendi’nin evine gönderip taciz etmeye kalkmasının ardından, bir İstanbul milletvekilinin, Efendi Hazretlerinin hane-i saadetine gönderilerek sefere çıkmaması yönünde baskı yapılması ve bir dosyanın varlığından bahsedilmesi bizleri derinden üzmüştür.”

Kısacası “Kadirov’la görüşme” protestoları “Mahmut Hoca”nın evine kadar ulaşmış, bir vekilin ağzından “Sonun FETÖ gibi olur” imasında bulunulmuştu.

Peki gitti mi diyeceksiniz?

Hayır! Cemaatin bir başka kanadını temsil eden Cübbeli Ahmet Hoca, sebebi şöyle açıkladı:

“Üst düzey yetkililer tarafından arandık. Ricacı oldular, ‘Efendi Hazretleri’ne selamımızı arz edin, bazı sakıncalar görüyoruz’ dediler. Efendi Hazretleri de gitmek istediği halde, devlet otoritesine karşı saygısıyla ‘Madem öyle istediler, öyle yapalım’ diyerek ziyareti iptal etti.”

Hükümet tak diye istemiş, hoca şak diye yapmıştı!

VE KADİROV TÜRKİYE’DE

Hikâye böyle bitti sanmayın. Hani, “peygamber düşmanı” ilan edilen BAE, bir hızlı dönüş ile “İslamın gür sesi” ilan edildi ya. Bir dönüş de Kadirov’da oldu.

Aradan dört yıl geçti. Türkiye ile Rusya yüzünü birbirine döndü. Batı’ya karşı tam yakınlaşma stratejisi başladı.

İşte bu dönemin ilginç bir ziyaretçisi vardı. Evet, doğru tahmin ettiniz. “Şakira’yla eğleniyor” diye kızılan Ramazan Kadirov, 2018 yılının kasım ayında Türkiye’ye geldi. Kahraman gibi karşılandı.

Ayağının tozuyla ziyaret ettiği isim kimdi derseniz, İsmailağa’nın lideri “Mahmut Hoca”dan başkası değil. Kadirov, ileri derecede yaşlılık sorunlarıyla boğuşan “Mahmut Hoca”nın elini öptü. Fotoğraflar, Marifet Derneği’nin sayfasından yayımlandı. Açıklamada da şu ifadeler kullanıldı: “Çeçenistan Cumhurbaşkanı Sayın Ramazan Kadirov Beyefendi, Mahmud Efendi Hazretleri’ni ziyaret ettiler.”

Yetmedi, Kadirov, TRT’de yayımlanan Osmanlı dizisi Diriliş Ertuğrul setinde görüldü. Oyuncularla birlikte, Kayı bayrağı elinde, poz verdi. Tanımasak “bizden biri” gibiydi!

İşin ilginci, dört yıl önce ortalığı ayağa kaldıranlardan eser yoktu. Hatta sosyal medyada, cemaat üyelerinin önemli kısmı, “Hocanın bildiği vardır” noktasındaydı. Dış politikadaki dönüş, “Şakiracı Kadirov”u, “Hikmetli Kadirov” yapmıştı. Kısacası, tek kitaba inandığını söyleyenler, dünya meselelerinde yine “kitapsız” oluyordu. Bir gün kâfir ilan ettikleri, iktidarın bir işaretiyle, mücahit ilan ediliyordu. BAE emirinden Kadirov’a, hikâye hiç değişmiyordu.

SEZEN’E KIZAN DİYANET NEREDE?

İsmailağa’da son yaşanan tartışmaya bakıyorum. “Cübbeli Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, vaazında “Nurettin Yıldız’ın sohbetleri dinlenir mi” diyor. Meğerse, İslamcı camianın önde gelen isimlerinden Nurettin Yıldız, Hazreti Ebubekir’e ağır sözler söylemiş. Cübbeli vaazında “terbiyesiz” diye yanıt veriyor. Merak ettiğim, Sezen Aksu’nun beş yıl önceki şarkısındaki ironi için ortalığı ayağa kaldıranlar, meseleyi grup toplantısına taşıyanlar, Nurettin Yıldız için bir şey söyleyecek mi? Mesela Diyanet, Sezen Aksu meselesindeki gibi açıklama yapacak mı? Yoksa “kitapsızlar”, yine “kime karşı, kimin için, duruma görecilik mi oynayacak”?

O güzel türküde, “sevdiceğimde din var iman yok” diyor ya... Sanki bizim İslamcılara söylüyor. Kitapları da kıbleleri de her gün elinde gücü olana göre değişiyor. Mazlumlar göğüslerindeki saf inancı, güç sahiplerinden kurtardıkları gün, akılları da özgür olacak!

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

TARİHTE BUGÜN (10 MART)



1972     Türkiye Büyük Millet Meclis'i Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idamlarını onayladı.

1920     Çerkez kadınları bilgilendirmek için Çerkez İttihat ve Teavün Cemiyeti kuruldu Dernek, Diyane isimli bir de dergi yayınladı.

2008     Yönetmen, tiyatro, sinema ve dizi sanatçısı Kenan Pars İstanbul'da 88'inci doğum gününde vefat etti. 

1995     Kalipso Kralı Metin Ersoy'un kızı yüzünden başladığı öne sürülen bir kavga Fenerbahçe Lisesi'nde satırlı, bıçaklı bir baskınla sürdü Okula baskını engellemeye çalışan öğrencilerden İlimdar Kalkan öldü.

1947    Dört büyükler Almanya'nın geleceğini tartışmak için Moskova'da toplandı.

1973     İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana sıkıyönetim komutanlıkları bir bildiri yayımlayarak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin selametle sonuçlanması için, Millet Meclisine baskı yapabilecek veya Türk Silahlı Kuvvetleri'ni rencide edebilecek her türlü bildiri, beyanat, yazı ve haberin yayınlanması yasaklandı.

1998     Akit gazetesi yazarı Yaşar Kaplan tutuklanarak Mamak Cezaevine konuldu.

2000     Necmettin Erbakan, Bingöl'de 1994 yılında yaptığı konuşmada halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle1 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

1987     ABD Kongresi'nin Ermeni Tasarısını kabul etmesi durumunda, Cumhurbaşkanı Evren'in mayıs ayındaki ABD gezisini iptal edeceği Washington'a iletildi.

1989     Avrupa Kulüpler Kupası'nda finale yükselen ilk Türk basketbol takımı Efes Pilsen, Yunanistan'ın Aris takımına yenilerek ikinci oldu.

1989     Türk Resim Sanatı'nda Figüratif Gelişme Sergisi İstanbul'da açıldı Sergide Türk resim sanatının ilk evrelerinden bugüne figür, manzara ve ölü doğa temalı resimler yer aldı Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza gibi sanatçıların yanında Ömer Uluç, Komet, Cihat Burak, Mehmet Güleryüz gibi günümüz sanatçılarının yapıtlarına yer verildi.

1986     17 Mayıs 1982'denberi devam eden Barış Derneği davasının tutuklu 6 sanığı tahliye edildi Davada tutuklu sanık kalmadı.

1976     CHP Parti Meclisi yayımladığı bir bildiriyle, "Kamu İktisadi Teşebbüsü hisselerinin satışı ihanet olur" açıklamasını yaptı Bildiride şöyle denildi "Cephe hükümeti şimdi de KİT'lerin yüzde 49 hissesini satmak istiyor İktidar aslında halkın malı olan fabrikaları zenginlere devretmek istemektedir.Bu hareketi halkımıza yapılmış bir ihanet saymaktayız."

1955     Ankara Radyosu'nda yayımlanan "Daldan Dala" programındaki bir monologda milletvekillerinin küçük düşürüldüğü yolundaki iddialara cevap veren Devlet Bakanı Mükerrem Sarol, bu monologu yayından önce kendisinin kontrol ettiğini ve programın kaldırılmasını gerektirecek bir husus olmadığını açıkladı Erdoğan Çaplı'nın hazırladığı programa devam kararı verildi Monologda, bir milletvekili adayı halka hitap ederken kendi için bir şey istemediğini, tek isteğinin ölünceye kadar milletvekili kalarak millete hizmet olduğunu alaylı bir dille açıklıyordu.

1993     Gazeteci yazar Emil Galip Sandalcı İstanbul'da vefat etti.

1999      Şair Salah Birsel İstanbul'da öldü.

1988     Çalışanlardan yüzde 2, işverenlerden yüzde 3 kesinti yapılarak bir fonda toplanmasını öngören zorunlu tasarruf yasası çıktı.

1961     27 Mayıs askeri darbesinden sonra, eski iktidar mensuplarını yargılamak üzere Yassıada duruşmaları Ekim1960 tarihinde başlandı 592 sanık hakkında19 ayrı dava açıldı Bu davalardan Çanakkale davası 1961'de karara bağlandı Adnan Menderes ve üç eski bakan iki muhalif milletvekilinin seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.

1974     Cumhuriyet'in 50 yılını Kutlama Komitesi tarafından İstanbul'un Karaköy Meydanı'na dikilen Gürdal Duyar'ın "Güzel İstanbul" adlı çıplak kadın heykeli, "müstehcen" olduğu gerekçesiyle bazı kesimlerin, özellikle de hükümetin Milli Selamet Partisi kanadının tepki göstermesine yol açtı.

1938     Ankara radyosunda radyofonik konserlere Bizet'in Carmen operasıyla başlandı.

1956     Başpiskopos Makarios'un sınır dışı edilmesinden sonra Kıbrıs'ta ayaklanmalar başladı.

1978     Başbakan Bülent Ecevit ile Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis, İsviçre'nin Montreux kentinde bir araya gelerek iki ülke arasındaki ilişkiler hakkında görüştüler.

1949     Filistin'e kaçmak isteyen 70 Musevi genç gümrük memurlarınca yakalandı Gümrük memurlarına rüşvet teklif eden gençlerin büyük bölümünün askerliğini yapmadığı anlaşıldı.

1982     Bülent Ecevit'in pasaport isteği, CHP hakkında savcılık soruşturması yürütüldüğü gerekçesiyle reddedildi.

1986     Sanıkların aynalı odalarda sorgulanması ve ifadelerinin video bantlara kaydedilmesi uygulaması başladı.

1931     İstanbul'da yayımlanan Bıldırcın, Piliç ve Çapkın Kız mecmuaları hakkında müstehcen yayın davası açıldı.

1879     İstanbul yapı işçileri greve çıktı

1965     Zonguldak'ta1500 maden işçisi greve başladı.

1969     Martin Luther King'in katili James Earl Ray 99 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

1949     Kurucuları arasında Sadri Maksudi Arsal, Halil Nimetullah Öztürk ve Tahir Nejat Gercan gibi adların yer aldığı Türk Dilini Geliştirme Derneği kuruldu.

1952     Küba'da General Fulgencio Batista, Devlet Başkanı Carlos Socarras'ı devirerek yerini aldı.

1969     Anadolu Ajansı çalışanları greve çıktı.

1953     Yedek subayların kıta hizmeti 1 yıla çıkarıldı, 6 aylık okul süresinde değişiklik olmadı.

1942     Peyami Sefa yeni kelimelerin fabrika tarzında üretilmesini eleştirdi.

1963     Maarif Kitaphanesi ve Matbaası sahibi ve Saatli Maarif Takvimlerinin kurucusu Naci Kasım vefat etti.

1989     Baterist Salim Ağırbaş vefat etti.

2013     Usta tiyatrocu Metin Serezli hayata veda etti.

1906     Fransa'nın Courrieres kentinde maden kazası. 1099 kişi hayatını kaybetti.

2014     21. Ağır Ceza Mahkemesi, uzun tutukluluk süresinin 10 yıldan 5 yıla inmesi gerekçesi ile yapılan başvuru neticesinde, Tuncay Özkan, emekli Albay Levent Göktaş, Sedat Peker hakkında tahliye kararı verdi.

2005     Garri Kasparov satranç turnuvalarına katılmayacağını açıkladı.

1938     TBMM 1. Dönem milletvekili Mehmet Şükrü Koç vefat etti.

2017     İstanbul Büyükçekmece'de helikopter düştü. Sikorsky S-76 tipi helikopterde 2'si pilot 7 kişi vardı.

2018     Tiyatro ve dublaj sanatçısı Nur Subaşı 76 yaşında hayatını kaybetti.

1986     Ray Milland, ingiliz oyuncu (DY-1905) öldü.

2019     Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'dan kalkan Ethiopian Airlines'a ait Boeing 737 MAX tipi yolcu uçağı Bole Uluslararası Havalimanı'nından kalkışının ardından düştü. Uçakta bulunan 157 kişi hayatını kaybetti. Dünya'da birçok havayolu şirketi Boeing 737 MAX tipi uçakların uçuşunu geçici olarak durduruldu. Bazı ülkeler hava sahalarını bu tip uçaklara kapattı.

1876     Alexander Graham Bell ile yardımcısı Watson, ilk telefon görüşmesini yaptılar.

1920    Yunanistan başbakanı Venizelos'un da katıldığı toplantıda, İstanbul'un resmi işgaline ve Kuvayı Milliye öncülerinin tutuklanmasına karar verildi. 

1910      Hollywood'da çekilen ilk film olan ''In Old California'' gösterime girdi.

1985      Sovyetler Birliği lideri Konstantin Çernenko öldü.

2003      Erman Filmin kurucusu Hürrem Erman 90 yaşında öldü.

2004      Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 7 TİP'li öğrenciyi öldürdüğü için 7 kez idam cezasına çarptırılan Haluk Kırcı'nın cezasının, 48 ayı hücrede olmak üzere müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmesine ilişkin kararı onadı.

    





9 Mart 2022 Çarşamba

Güney Kore yol ayrımında - GREGORY ELICH - Counterpunch’tan çeviren Umut Deniz Aydın / BİRGÜN

 

Güney Kore bugün sandık başında. İki önemli aday taban tabana zıtlık oluşturuyor. İktidardaki Demokrat Parti'den Lee Jae-myung, Güney Kore'nin Koreler arası ilişkilerde öne çıkmasını savunurken Başkan Moon Jae-in Washington'un güdümünde. Muhafazakâr adayın zaferi Biden yönetimine otomatik olarak istediği her şeyi verir. Yoon, ABD militarizmiyle yakın müttefik olma niyetini açıkça belirtti. Lee Jae-myung'un galibiyeti ise daha fazla umut sunuyor.

Güney Kore yeni devlet başkanını seçmek için 9 Mart'ta (bugün) sandık başına gidiyor. ABD-Kuzey Kore ilişkilerinin çıkmazda olduğu ve Biden yönetiminin Çin karşıtı agresif bir ittifak kurduğu bu dönemde, sonuç çok önemli olabilir.

Şu anda kamuoyu yoklamalarında oyları çok yakın iki aday, taban tabana zıtlık oluşturuyor. İktidardaki Demokrat Parti'den Lee Jae-myung, Güney Kore'nin Koreler arası ilişkilerde öne çıkmasını savunurken Başkan Moon Jae-in Washington'un onaylamayacağı herhangi bir tedbiri kabul etme konusunda isteksiz. Lee geçen yılın sonlarında yaptığı açıklamada, "Moon Jae-in yönetiminin ardından Lee Jae-myung hükümeti daha bağımsız ve aktif bir arabulucu ve sorun çözücü olarak hareket etmelidir" dedi. Bu sonuçlanırsa ciddi bir yön değişikliği olacaktır.
Lee ayrıca, Güney Kore'nin neden önde gelen ticaret ortağı Çin ve askeri ittifakta olduğu ABD arasında seçim yapmaya zorlandığını sorgulayarak ABD'nin Çin karşıtı kampanyaya davetine karşı çıkıyor ve "Bence durum, ulusal çıkarlarımızı ön planda koyarak bağımsız olarak karar vermemiz gereken bir durum. İkisi arasında seçim yapmamız gerektiğini iddia eden herhangi bir düşünceye karşıyız" diyor.

ABD’DEN KOPUŞA DOĞRU

Lee rota değiştirme konusunda ciddiyse güçlü rüzgârlara doğru yol alacaktır. Güney Kore, politik olarak kutuplaşmış bir toplum. Bu nedenle Lee geniş tabanlı iç desteğe güvenemez. Ayrıca, daha bağımsız bir politika benimsemesi için partisinin parlamentoda önemli bir çoğunluk kazanması gerekiyor. Buna ek olarak, ülkenin güvenlik ve askeri kuruluşların Washington ile olan ilişkilerde bir değişiklik yapması zor. ABD ise bu ulusu hizada tutmak için elinde ekonomik ve diplomatik silahlar bulunduruyor. Lee'nin bu tür engelleri aşmaya yetecek eğilimi ve kararlılığı olup olmadığını ancak zaman gösterecek.
Lee'nin muhafazakâr rakibi Halk Gücü Partisi'nden Yoon Seok-youl, saldırı seçeneği hakkında konuşmak da dahil olmak üzere Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne (Kuzey Kore) sert karşı bir pozisyon alıyor. Yoon ayrıca ABD ile askeri ittifaka öncelik veriyor ve Washington'un Çin'e karşı küresel koalisyonuna katılmayı savunuyor. Yoon, "ABD müttefikimiz Çin ise ortak ve ortaklık karşılıklı saygıya dayanır. Çin, Kuzey Kore'nin kilit müttefikidir. Kuzey Kore bizim esas düşmanımız değil mi? Esas düşmanımızla müttefik olan bir ülkeyle ittifak yapamayız" diyor.

Biden yönetiminin hangi adayı tercih edeceği gizemini koruyor. Yoon'un belirttiği politikalar Washington'un politikalarıyla mükemmel uyum sağlayacak gibi gözüküyor.

Başkan Moon Jae-in, ABD'ye boyun eğerek Koreler arası ilişkileri geliştirme fırsatlarını göz ardı etti. ABD-Kuzey Kore gerilimini azaltma konusunda Moon, resmi olarak savaşın sona erdiğinin ilan edilmesini savunuyor. Kore Savaşı'ndaki çatışmalar 1953'te ateşkes anlaşmasıyla durdu, ancak teknik olarak hala bir savaş durumu var. Moon, bitmemiş bu işi, tüm tarafların "nükleerden arındırmada bir ilerlemeye ve kesin barış çağını sağlayacak" bir savaş sonu bildirisinin imzalanması ile çözülebilecek bir durum olarak görüyor.

Güney Koreli yetkililer bir süredir ABD, Çin ve Kuzey Kore'deki mevkidaşlarıyla barış ilanı konusunda görüşmelerde bulunuyor. Moon, Kuzey Kore'nin ABD'nin düşmanca politikasından vazgeçtiğini görmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve bütün ülkelerin bildirgeyi prensipte kabul ettiğine inanıyor. Güney Kore henüz ABD ile ifade konusunda bir anlaşmaya varmamış olmasına rağmen, hiçbir taraf öneriyi açıkça reddetmedi.

SAVAŞIN BİTTİĞİ İLAN EDİLMELİ

Moon'a göre, "Kuzey Kore belirli önlemler alırsa, savaş sonu ilanı Pyongyang ve Washington arasında uzun süredir devam eden düşmanca ilişkilerin sona erdiğini duyuracak siyasi bir açıklama olacaktır." Not olarak sadece Kuzey Kore tarafının tutumlarını değiştirmesi gerektiğini iddia ediyorlar.

Moon ayrıca savaş sonu ilanının "barış anlaşmasını tartışmak için başlangıç noktası" olacağını da belirtti. Ancak, bir barış anlaşması, Senato'da üçte iki çoğunluğun ve Başkan Biden'ın onayını gerektireceği için mevcut ABD siyasi ortamında umutsuz bir girişim olacaktır.

Bildirgenin ifadesi üzerine uzun süren tartışmalar, Amerikalı yetkililerin Yoon'un Güney Kore kamuoyu yoklamalarındaki güçlü görüşünü dikkate aldıklarını ve kendilerine uygun partner gelene kadar zaman kazanmaları gerektiği sonucuna vardıklarını gösteriyor . En azından, Biden yönetiminin, bir barış ilanının son taslağındaki hiçbir şeyin değişmesi gerektiğini düşündürecek şekilde yanlış yorumlanmamasını sağlamak için kelime ustalığında yoğun bir şekilde odaklanmış görünüyor.

Teknik bir savaş durumunun otomatik olarak istikrarsız hale getirdiği iddiası üzerine tartışılabilir. Bu durum türünün tek örneği de değil. Daha yeni bir örnekte, Sovyetler Birliği ve Japonya İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hiçbir zaman barış anlaşması imzalamadı. Ancak 1956 yılında geçici bir tedbir olarak ateşkes ilanı kabul edildi. Teknik olarak, Rusya ve Japonya savaş durumunda kalmaya devam ediyor, ancak çatışmaya girme olasılıkları pek düşük. Şu anda hala bir barış anlaşmasıyla ilgili görüşmeler devam ediyor.

Tersine, düşman olan bir tarafla resmi olarak barış içinde olmak da mümkün. Örneğin Küba ve Venezuela, ABD ile resmi olarak barışta olmakla birlikte, rejim değişikliğini amaçlayan amansız yaptırımlara, ekonomik ablukaya ve istikrarsızlaştırma kampanyalarına maruz kalmakta. Tek başına ateşkese bel bağlamanın riski, Moon'un nükleerden arındırma karşılığında Kuzey Kore'ye önemli bir şey sunması gerekmediğine dair zaten yerleşik olan ABD görüşünü istemeden pekiştiriyor olabileceğidir.

DÜŞMANLIKTAN VAZGEÇİLSİN

Savaşın 1953'te sona erdiğini kabul eden bir kâğıt parçasını, Moon'un öngördüğü "tam barış çağına" dönüştürebilecek mekanizmayı hayal etmek zor. Dahası, ABD'nin KDHC'ya (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) olan düşmanlığı, bir barış ilanının değiştiremeyeceği bölgesel jeopolitik hedeflerden kaynaklanıyor. Bir sembol olarak, bir barış ilanı değersiz değildir, ancak herhangi bir değere sahip olması için ABD'nin tutumunda bir değişikliğin de olması gerekir. Bu eyleme dönüşmedikçe sembolün bir anlamı yok. Nitekim ABD'nin Kuzey Kore'ye karşı ekonomik yıkım, zorluk ve açlık uygulamak için tasarlanmış yaptırımlar şeklinde kuşatma savaşı vermeye devam etmesi durumunda bir sembolün ne önemi olacaktır?

Asya uzmanı Tim Beal, savaş sonu ilanıyla ilgili bir numaralı sorunun ABD'nin yürüttüğü yaptırımlar, askeri tatbikatlar, işgal uygulamalarını vb. devam ettiriyor ve bunların hiçbirini durdurmak istediğine dair bir işaret vermiyor oluşu.

Moon'un bir barış bildirisini teşvik etmek için harcadığı sürekli çaba, gerçek değişimi barışa giden bir yol olarak savunmaya daha iyi harcanmış olabilir. Bununla birlikte, Washington elitlerinde çoğunun Kuzey Kore'ye sembolik bir diplomatik kırıntı bile verilemeyeceği, müzakereler için kabul edilebilir tek formülün KDHC'nin karşılığında hiçbir şey almadan her şeyi teslim etmesi olduğuna dair güçlü bir inanç var. Belki de Moon'un bir barış ilanına olan bağlılığı kısmen ABD'nin nükleerden arındırma karşılığında Kuzey Kore'ye anlamlı bir şey teklif etmek istemediğinin farkına varmasına dayanmaktadır, bu yüzden daha fazlası beklenemez.

Güney Koreli yetkililer kuzeydeki mevkidaşlarıyla barış ilanı konusunu tartışırken, öneriye yönelik ivme ve coşku eskiden geliyor. Moon'un barış ilanına odaklanması Kuzey Korelilerin isteklerini sürekli görmezden gelmesine neden oluyor.

KDHC kuşatma altında ve sonuç olarak yetkilileri ABD'den daha somut bir şey istiyor. Trump yönetimi yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde Kuzey Kore'nin baş müzakerecisi Kim Myong Gil oldukça net konuşmuştu: "ABD, Kuzey Kore'ye karşı düşmanca politikasını geri çekmek için temel çözümler sunmak yerine, bir irtibat ofisi kurulması ve ateşkes ilanı gibi siyasi duruma bağlı olarak anında çöp olabilecek ikinci planda olması gereken meselelerle bizi masaya çekebileceğine inanıyorsa yanılıyor. Varlığımızı tehdit eden ve gelişme hakkımızı engelleyen bir çözüm asla kabul edilemez."

Geçtiğimiz eylül ayında, Kuzey Kore Dışişleri Bakan Yardımcısı Ri Thae Song ateşkes ilanını ilan ettiğinde bu tutumunu yineledi. "KDHC etrafındaki siyasi koşullar değişmediği ve ABD'nin agresif politikası değiştirilmediği sürece savaşın sona erdiği yüzlerce kez ilan edilse de hiçbir şey değişmeyecektir." Ri, "Savaşın sona erdirilmesi ilanının bugünün sorunu olmadığını ve durumlardaki değişiklikler üzerine bir anda sadece bir kâğıt parçası haline gelebileceğine dair tutumumuzu zaten açıklığa kavuşturduk" diye ekledi.

Biden yönetimi yetkilileri, ABD'nin KDHC'ya karşı düşmanca bir niyeti olmadığını defalarca belirttikleri halde bu ulusu ablukaya alıp ekonomik olarak boğmaya devam ettiler. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Kuzey Kore'ye "spesifik önerilerde" bulunulduğunu söyledi. Önerilerin niteliği hakkında hiçbir şey bilinmemekle birlikte, Kuzey Korelilerden yanıt gelmemesi, ABD'nin tek taraflı silahsızlanma talep etmesi karşılığında diplomatik birkaç öncelik sunma konusundaki alışılmış yaklaşımına sadık kaldığını ortaya koymaktadır.

KUZEY’İN KAYGILARI DİKKATE ALINMALI

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, müzakerelerin devam etmesi için daha uygun bir yaklaşımı savunuyor. "Mevcut şartlar altında, çıkmazı kırmanın ve diyaloğu yeniden başlatmanın anahtarının KDHC'nın meşru kaygılarını ciddiye almak olduğuna inanıyoruz. ABD boş sloganlarını tekrarlamaktan kaçınmalı, aksine diyalog için uygun bir plan sunarak samimiyetini göstermelidir. Güvenlik Konseyi'nin KDHC ile ilgili kararlarının geri alma şartlarının bir an önce yürürlüğe sürülmesi ve özellikle insani ve geçim kaynaklarıyla ilgili hükümlerle ilgili yaptırımlarda gerekli düzenlemelerin yapılması zorunludur."
Ekim ayında Çin ve Rusya, ülkenin nükleer ve uzun menzilli balistik füze testlerine kendi kendine dayattığı moratoryuma sürekli bağlılığının bir takdiri olarak, Kuzey Kore nüfusunu hedef alan ekonomik yaptırımların düşürülmesi için Birleşmiş Milletler'de bir karar tasarısı sundu. Çin BM elçisi Wang Qun, "Açıkçası, KDHC-ABD diyaloğundaki çıkmazın temeli, KDHC tarafından alınan nükleerden arındırma önlemlerinin gerektiği gibi dikkat alınmamış ve KDHC'nın meşru ve makul endişelerinin doğru şekilde giderilmemiş olmasıdır" dedi.

Tahmin edildiği gibi, ABD tarafı tepki gösterdi. ABD'nin BM Büyükelçisi Linda Thomas-Greenfield bunun yerine BM üye ülkelerini yaptırımların uygulanmasını hızlandırmaya çağırdı.

Biden yönetimi, daha yumuşak bir tutum sergilemek yerine, 10 Aralık'ta çok sayıda kişiyi ve Kuzey Kore'nin animasyon firması SEK Studio'yu hedef alan daha fazla yaptırım açıkladı. Ayrıca SEK Studio ile iş yaptığı için Çinli bir animasyon şirketi de yaptırıma uğradı. Asan Politika Araştırmaları Enstitüsü'nde araştırma görevlisi olan Go Myong-hyun'a göre, Biden yönetimi Kuzey Kore'ye ve dünyanın geri kalanına, ABD hükümetinin geri adım atmayacağına ve Kuzey Korelilerin dış dünyayla ticaret yaparak tek bir kuruş bile kar elde etmeyeceğine dair çok güçlü bir mesaj gönderiyor.

Biden yönetimi bu eylemi Philip Goldberg'i Güney Kore büyükelçisi olarak atayarak devam ettirdi. Bu tercih, Washington'un cezalandırma yaklaşımına bağlı kaldığını gösteriyor. Goldberg, Obama yönetimi sırasında Kuzey Kore'ye yönelik yaptırımların uygulanmasında koordinatör olarak görev yaptı. Bu pozisyon onu yurtdışına gitmeye ve Kuzey Kore ile ticaret ve finansal operasyonları ortadan kaldırmak için yabancı siyasi ve bankacılık yetkilileriyle görüşmeye yönlendirdi. Felsefi olarak, agresif bir dış politikayla iyi uyum sağlıyor. Bolivya Büyükelçisi olarak, sağ muhalefetle görüştüğü için ülkeden kovuldu. 2019'da Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde Kolombiya Büyükelçisi adaylığı duruşmasında Goldberg, ABD'nin Venezuela hükümetini devirme kampanyasını destekleme sözü verdi: "Onaylanırsa, Venezuela'ya demokrasiyi geri getirme çabaları konusunda Kolombiya ile birlikte çalışacağım. Yetkili, ABD hükümeti, Geçici Venezuela Devlet Başkanı Juan Guaido'yu ve Venezuela halkının özgürlük arayışını desteklemek için tüm diplomatik ve ekonomik cephelerde çatışmaya devam ederken tüm seçeneklerin masada kaldığını açıkça belirtti" diye ekledi. Yeni büyükelçi, KDHC ile ilgili konvansiyonel düşünceye meydan okuması beklenebilir bir adam değil.

WASHİNGTON DÜŞMANLIKTAN VAZGEÇMİYOR

KDHC, ABD'nin düşmanca politikasından vazgeçmek istemediği ve son zamanlarda silah testlerini hızlandırdığı sonucuna vardı. Punggye-ri nükleer deneme sahasının yıkılması ve uzun menzilli balistik füze denemelerine kendi kendine ilan ettiği bir moratoryum ilanına karşı, ABD’den KDHC'nın bombalanması, işgali ve Kuzey Koreli yetkililere suikast düzenlemek için komando timlerinin sızmasının provasını yapan askeri tatbikatların boyutunda geçici bir azalma dışında gelen bir önlem olmadı.

Bu arada, Güney Kore ordusu teknolojik yükseltmelerini hızlandırıyor ve Moon yönetimi her yıl ortalama yüzde 7,4 oranında askeri harcamaları arttırıyor. ABD ise Asya-Pasifik'teki askeri varlığını genişletiyor. En son geçen yıl iki kez kıtalararası balistik füzeler fırlattı.

Kuzey Koreliler, ABD ve Güney Kore'nin silah gelişmelerine karşılık olarak askeri kapasitelerini modernize etmek zorunda hissediyorlar. Sonuç olarak, hedefteki tarafın çabalarının gayrimeşru olduğu düşünülen bir silahlanma yarışı devam ediyor. KDHC lideri Kim Jong Un, "Güney Korelilere karşı silahlanmanın bu topraklarda tekrarlanmaması gerektiğini" vurguluyor. "Biriyle bir savaştan bahsetmiyoruz ama savaşın kendisini önlemek ve devletimizin egemenliğini korumak için savaşı caydırıcı bir güç inşa ediyoruz." Ve bu ABD'yi ilgilendiren bir konu. Kendini savunabilen küçük hedefli bir ulus kötü bir emsal teşkil eder ve seçenekleri sınırlar.

Batılı medya ve yetkililer, Kuzey Kore füze denemelerini her seferinde bir "tehdit" veya "provokasyon" olarak nitelendirirken benzer testler yapan diğer ülkeleri görmezden geliyor. Örneğin Hindistan, Kuzey Kore gibi Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması'na üye değil ve geçen yıl 27 Ekim'de kıtalararası balistik füze fırlatmasına ses çıkarılmadı. Şüphesiz, Times of India'nın lansmanı "Çin'e sert bir sinyal" olarak tanımlaması Washington tarafından hoş karşılandı. Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması üyesi olmayan diğer iki nükleer güç olan İsrail ve Pakistan ABD'li yetkililer ve medyanın hiç ilgilenmediği balistik füze programlarına sahip.

OYUNDAKİ ÇİFTE STANDART

Oyunda çifte standart var. Birleşmiş Milletler Sadece Kuzey Kore’nin test yapmasını yasakladı ve tüm nüfusa karşı bir savaşa yol açacak kadar ezici ekonomik yaptırımlarla cezalandırdı. Son seyir füzesi ve hipersonik füze fırlatmaları gibi normalde yasak olmayan askeri testler bile kınanıyor. ABD'nin BM Büyükelçisi Linda Thomas-Greenfield geçtiğimiz günlerde kışkırtıcı bir dil kullanarak Kuzey Kore'nin testlerini "saldırı" olarak nitelendirdi ve "Kuzey Koreliler üzerindeki baskıyı artırmaya devam edeceğine" söz verdi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, geçtiğimiz günlerde Hwasong-12 orta menzilli balistik füze fırlatması nedeniyle KDHC'yi suçlayarak bunun sadece BM yaptırımlarını değil, aynı zamanda "KDHC'nın açıkladığı moratoryumu" da ihlal ettiğini ileri sürdü. Bu düpedüz bir yalandı, çünkü Kuzey Kore'nin testlerde kendi kendine dayattığı moratoryum sadece uzun menzilli balistik füzeler için geçerlidir.

Kuzey Kore neden cezalandırılıyor? Thomas-Greenfield'a göre, bunun nedeni bu ulusun "barış, güvenlik ve dünya için ciddi bir tehdit" olmasıdır. Bu dil, KDHC'yı "ABD ve ortakları için bir tehlike kaynağı" olarak nitelendiren ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından da kullanıldı. Amerikalı yetkililerin alay konusu olmadan bu şekilde konuşabilmesi, ABD propagandasının etkinliğine bir örnektir. Kore Savaşı yaklaşık 70 yıl önce durduğundan beri KDHC barış içinde. Buna karşın İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden on yıllarda, ABD çok sayıda ülkeyi bombaladı ve işgal etti, yabancı hükümetleri baltaladı ve devirdi, askeri üslerini diğer ulusları tehdit etmek için dünyaya yaydı ve binlerce sivili insansız hava aracı saldırısı ile katletti. ABD şu anda Rusya'ya karşı savaşı körüklemeye çalışıyor. Yine de Batı'daki ortak algı gerçekliği reddediyor.

Kore Savaşı'nın barışçıl bir şekilde sona erip ermediğine bakılmaksızın, ABD'nin Güney Kore için daha geniş planları var. Biden yönetiminin merkezi dış politika hedefi, ABD'nin Çin üzerindeki hakimiyetini sağlamak için Asya ülkeleriyle ittifaklar kurmaktır.

Güney Kore'nin coğrafi konumu, Biden yönetiminin Çin karşıtı projesinin ön cephesine yerleşiyor ve Korelilere bu çabada "kuvvet çarpanı" rolü atanıyor. Güney Korelilerin bu konuda bir seçeneği olduğu kabul edilir. Korelilerin ABD'nin Çin'le karşı karşıya gelmesine ve Asya-Pasifik'te ABD'nin üstlenmeyi seçebileceği herhangi bir askeri maceraya destek vermeleri bekleniyor. Amerikalı bir askeri yetkiliye göre, Güney Kore "sadece yarımadada değil, bölge genelinde net bir güvenlik sağlayıcısı" olarak hareket edecek.

Geçen mayıs ayında Biden ve Moon ortak bir bildiri yayınlayarak "ABD-Güney Kore ittifakının giderek küreselleşen bir rol oynayacağını" taahhüt ettiler ve iki ulusun ilişkisinin "Kore Yarımadası'nın çok ötesine uzandığını" iddia ettiler. Moon ayrıca ülkesinin politikasını "ABD'nin özgür ve açık Hint-Pasifik vizyonu" ile uyumlu bir şekilde hizaya getireceklerini söyledi.

Aralık ayında ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Güney Koreli mevkidaşı Suh Wook ile Seul'de bir araya geldi. Austin, "bölgesel endişelerini ele almak için ittifakımızın odağını genişletmenin yollarını tartıştık" dedi. Çin karşıtı düşmanlık için tanıdık sözler söyleyen Austin, "Hint-Pasifik'teki kurallara dayalı düzene olan ortak bağlılığımızı vurguluyoruz" ifadelerini kullandı. Buna ek olarak Austin, Suh ile "bölgesel güvenlik iş birliğini ve kapasite artışını genişletmenin ve geliştirmenin yollarını keşfetme konusunda anlaştılar" diye bildirdi.

ÇİN’E KARŞI ÇEVRELEME STRATEJİSİ

Kore uzmanı Simone Chun'un yarımadaya barış getirmek için bir savaş sonu ilanı yapılmasına gördüğü ana engel ABD'nin çevreleme politikası ve stratejik çıkarları için müttefiklerine baskı uygulaması. Moon yönetimi altında, "Güney Kore'nin güvenlik politikası ABD'ye bağlı oldu ve Güney Kore, ABD'nin Çin’e karşı çevreleme politikasına uygun şekilde hareket etmek için stratejik bir anlayışa sahip değil." Chun, Kore Yarımadası'ndaki gerginliği azaltmak için potansiyel olarak daha umut verici bir yol sunmak için Günışığı Politikasının yeniden canlandırılmayla savaş sonu ilanını desteklemeyi öneriyor. Kim Dae-jung'un başkanlık döneminde başlatılan ve halefi Roh Moo-hyun tarafından sürdürülen Günışığı Politikası, Koreler arası ilişkileri çatışmadan iş birliğine yönlendirdi. Ancak Roh'un görev süresi 2008'de sona erdiğinden beri hiçbir Güney Kore devlet başkanı buna uymadı. Chun'un önerisine göre Güney Kore'nin pasif bir rol oynamasına ve ABD uzlaşmazlığına boyun eğmesine gerek yok. Bunun yerine, kendi programını başlatabilir.

Güney Koreli ilericilerin ve ABD emperyalizminin farklı hedefleri olduğu göz ardı edilemez. Sınıfları ve ulusal çıkarları zıt kutuplarda. Olumlu bir değişiklik olursa, bunu Koreliler yapacaktır. Tim Beal'ın belirttiği gibi, "Barış, ABD'nin Doğu Asya'daki ileri pozisyonunun gerekçesini boşa çıkarıyor. Tüm bu Güney Kore'deki ve Japonya'daki üslerin gerekçesini baltalıyor. Ve Güney Kore askeri gücünü kullanmalarını anlamsız kılıyor. Kore'deki barışın Çin'in çevresini kontrol altına almalarını engellediğini düşünüyorlar."

Güney Kore'deki bir sonraki başkanlık seçimleri çok şey ifade edebilir. Muhafazakârın zaferi Biden yönetimine otomatik olarak istediği her şeyi verir. Yoon, ABD militarizmiyle yakın müttefik olma niyetini açıkça belirtti. Lee Jae-myung'un galibiyeti ise daha fazla umut sunuyor. Lee, Moon'dan daha bağımsız bir yol çizmeyi vaat ediyor. Washington'un şiddetli muhalefetinin kesinliği göz önüne alındığında, bunu takip edip edemeyeceği görülecektir. Güney Kore'deki ilericiler önümüzdeki aylarda iki yönlü bir mücadeleyle karşı karşıyalar: Koreler arası ilişkileri geliştirmeleri için hükümetlerine baskı yapmak ve ABD'nin Çin karşıtı askeri makinesine sürüklenmeyi engellemek. Her iki meselenin de merkezinde ABD'nin Güney Kore'nin egemenliğine göz dikmesine karşı direniş var. Kolay olmasa da gerekli bir mücadele.

Counterpunch’tan çeviren Umut Deniz Aydın / BİRGÜN