13 Mart 2022 Pazar

CEM KARACA'YI ANLAMAK (I-II-III-IV) - MESUT KARA / EVRENSEL

    


(I)- Anmak ve toplumsal riya

Cem Karaca anılarımda benim gençliğim demekti, ’80’ öncesi neredeyse İstanbul’daki hiçbir konserini kaçırmamaya çalışarak gittim; o nereye ben oraya. Son yılları tartışmalı olsa da ki tartışılır; bazı “koca koca solcu ağabeylerin, ablaların, örgüt başlarının” döndüğü, değiştiği süreçte Cem Karaca da değişti birçoğumuz gibi ama hiçbir zaman geçmişine, sola hakaret etmedi, kötülemedi, küfretmedi. DYP’ye geçip müteahhit olanı, ihale peşinde koşanı da gördük, ANAP’ı, Özal’ı destekleyip liberal olanı da fabrika sahibi olup sendikalaşan emekçileri işten atanını, Erdoğan’ı demokrat, dönemini ileri demokrasi ilan edip, televizyonlarda “Erdoğan’ın açtığı demokrasi kapısından geçmek gerekir” diyen adında devrimci ve sosyalist olan parti başkanını verdiği desteği ve aldığı teşekkürü de. Bu insanlar yakınımızdan çevremizdendi, birçoğuyla geçmişte birlikte sisteme karşı mücadele etmişliğimiz de vardı.

Oysa Cem Karaca hayatı boyunca muhalif-protest şarkılar söylemiş, sol yapılanmalara destek vermiş tek kişilik bir sanatçıydı. Az önce saydıklarım o partilere destek verenler, o liderleri demokrat ilan edenler hiçbir bedel ödemezken “hain” ya da “dönek” damgası yemezken Cem Karaca ve ailesi hayatları boyunca ağır bedeller ödediler; ’70’li yıllarda sağcılar, 12 Eylül’de eli kanlı darbeciler ve dönemin yalaka medyası “hain” ilan ederken, yıllar süren sürgün ve yalnızlık sonrası ülkesine döndüğünde medyanın yalan haberine inanıp “aldatılan” bazı solcular tarafından da “dönek” diye damgalanmış, bunun da bedeli ağır ödettirilmişti.

Bir zamanlar “1 Mayıs Marşı”, “İşçi Marşı”, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” gibi şarkılarıyla sokakta yürüyenlerden, alanları dolduranlardan bazıları, bazı “eskiden solcular” kendi vicdanını rahatlatmak için başkalarını damgalamayı seçebiliyor, ötekine devlet olabiliyordu.

Medyanın yalan haberleriyle, her zaman olduğu ve Ahmet Kaya’da da yaşadığımız gibi başlatılan linç kampanyalarından Cem Karaca da payına düşeni aldı ve cenazesine riyakar insanların katılmasını istemedi. Toplumsal riya, ikiyüzlülük üzerine geçen yıl nisan ayında bu sayfada iki yazı yayımlamıştım.

O yazılardan birinde şöyle demiştim: Özellikle ’80’lerden bu yana içinde yaşadığımız “yenidünya” düzeninde alkışlananlar ‘Maskaralık yapanlar’, kral öldüğünde kral olabileceğini sanan soytarılar, yalancılar, hırsızlar, yağdanlıklar oldu. Bu maskeli soytarıların sol kökenli olanlarını ne yazık ki birçok iyi niyetli safdil insan hep solcu, aydın ve iyi insanlar sandı, fakat onlar çoktan sınıf atlamışlar, yaşam biçimlerini değiştirmişlerdi.”

Yaşanan 42 yıllık süreçte geçmişin erdemleri/değerleri yok edilerek, yükselen değerler adına yeni yaşam biçimleri, yeni değerler oluşturuldu. Bu koşullarda kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan insanlar ötekileştirildi. Sol muhalif kesimlerde de bazılarımız, bu ötekileştirmeleri kabullendi. Ötekine devlet olmayı, devlet gibi davranmayı bir erdem saydı.

Kürtlere, diğer etnik kökenlere, LGBTİ bireylere, farklı düşünenlere devlet gibi zulüm uygulamasalar da mesafeli, tepkisel davrananlar, devletle eş zamanlı “ötekileştirenler” oldu.

SAĞCILAR KOMÜNİST-HAİN, SOLCULAR DÖNEK DİYE DIŞLADI

Anadolu rock müziğinin en önemli temsilcilerinden olan Cem Karaca yaptığı müzikle, söylediği şarkılarla olduğu kadar ’70’li yıllarda sol siyasi duruşu ile de öne çıkmıştı. Şarkılarında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında yargılama süreci başlatılan Cem Karaca, yurt dışında olduğu sırada Amerikancı, kanlı faşist 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşmiş, hakkındaki yargı sürecinin tamamlanması için geri çağrılmıştı. Bu çağrıyı reddeden sanatçı 1983’te “Türk vatandaşlığından” çıkarılmıştı. Öncesinde ve bu süreçte devlet ve magazin medyası tarafından “hain” olarak damgalanmıştı. Darbe öncesi yıllarda da sağcılar, faşistler tarafından hain-komünist ilan edilip dışlanan tehditler alan Cem Karaca için bu “yeni durum” çok daha zorluydu. Öncelikle dilini bilmediği bir ülkede, Almanya’daydı, parasızdı ve en önemlisi de ailesini eşini, oğlunu, annesini göremeyecek, dokunamayacak durumdaydı. Yurt özlemi ve aile, arkadaş, dost özlemi çekiyordu.

NÂZIM HİKMET’TEN CEM KARACA’YA YURT VE EVLAT ÖZLEMİ

Nâzım Hikmet’in yıllarca yaşadığı, şiirlerine yansıdığı “memleket” özlemini, memleketinin sokaklarında dolaşamamayı, oğlundan uzakta olmayı, dokunamamayı, sevememeyi, yaşamına tanıklık edememeyi yaşamak da kanlı darbe yıllarında Cem Karaca’nın payına düşmüştü. Tıpkı sonraki yıllarda ülkemizin yüz akı, unutulmaz sinema, müzik sanatçılarımız Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya gibi.

Nâzım Hikmet “Memleket” şiirinde “Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun? Memet! Memet!” diyordu.

“Vapur” şiirinde de özlemin yakıcılığını şöyle dillendirmişti:

“Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,

teper ha babam teper

paralanmaz

                                                               ***

(II)- Anmak ve toplumsal riya

Cem Karaca “Tamirci Çırağı”nı (1975) yaptıktan sonra, ’70’li yıllar boyunca dozu gittikçe artan, halkın sorunlarını dile getiren, işçi sınıfını öne çıkaran, sınıf eksenli şarkılar yapmayı sürdürür. “Tamirci Çırağı” büyük ilgi görür, gelecek yıllara, bugünlere taşır Cem Karaca’yı. Duruşunda kararlıdır, yapılan saldırılar, baskılar, açılan davalardan yılmaz, geri adım atmaz.

’76’da yine Dervişan’la yıllarca dillerden düşmeyen “Parka”yı yapar. 1977 yılında da Cem “Karaca ve Dervişan olarak “Yoksulluk Kader Olamaz”, albümünü yapar. Can Yücel’in aynı adlı şiirinden Taner Öngür’ün bestelediği “İşçi Marşı” da vardır albümde.

 ’77-78 yıllarında ülkede toplumsal muhalefet de işçi sınıfının, işçi-öğrenci gençliğin de eylemliliği de yükselmiş, fabrikalarda grevler, okullarda boykotlar yaygınlaşmıştır. Bu durumdan ülkeyi perde önünden ve arkasından yönetenler rahatsızdır. 1 Mayıs 1977’de onlarca insanın katledildiği kanlı 1 Mayıs saldırısı yaşanır.

Cem Karaca ve Dervişan, o günlerde sözü, müziği Sarper Özsan’a ait olan “1 Mayıs Marşı”nı söyler. Aynı yıl Sözleri Bertold Brecht’ten uyarlanan ve Sarper Özsan tarafından bestelenen, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” (1978) şarkısı bir başka Cem Karaca-Dervişan şarkısı olarak sloganlaşır. Artık insanlar alanlarda, sokaklarda Cem Karaca şarkılarıyla yürüyordur.

Dervişan’la yollarını ayırdıktan sonra Edirdahan ile birlikte yaptığı, Türkiye’deki son plak çalışması olan “Safinaz” (1978) adlı albümde “Karam” ve “Şeyh Bedrettin Destanı” da yer alır. Cem Karaca’nın verdiği konserler olaylı geçiyor, saldırılara uğruyorlardır. O günlerde Londra’dan aldıkları konser teklifini değerlendirip, yurt dışına turneye çıkarlar. Böylece Cem Karaca’nın uzun soluklu yurt dışı macerası da başlar.

14-17 Haziran 1979 tarihleri arasında Zülfü Livaneli ve Selda Bağcan ile birlikte bir konsere katılan Cem Karaca sonrasında Selda Bağcan ile birlikte 25 şehirde konserler verir. Almanya’da yaşamaya başladığında Türkiye’de de 1 Mayıs isimli plağında “komünizm propagandası” yaptığı iddiasıyla Sarper Özsan ile birlikte yargılanmaya başlar. Tarihler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Cem Karaca’nın da ülkenin de geleceğini karartan, etkisi bugünlere kadar süren kanlı darbe olur.

Devletler, devlet aparatları, kurumlar ve insanlardan oluşan devletçikler kendilerini “Korumak ve kurtarmak” için iç ve dış düşmanlara ihtiyaç duyarlar, yoksa da yaratırlar. Medya da kimi zaman insanlar oplum üzerinde devlet aparatı olarak kullanılır.

Cem Karaca’nın vatandaşlıktan çıkarılmasını başlatan süreç de 1981’de basına yansıyan bir fotoğrafla ve yalan haberle olur. Hafta Sonu gazetesinde “Cem Karaca Gizli Hesaplar Peşinde” başlığıyla yayımlanan haberde Cem Karaca’nın Türkiye aleyhine yaptığı propaganda olarak sunulan fotoğrafta Cem Karaca, Münih’te elinde megafonla, bir protesto yürüyüşündedir, yanında Selda Bağcan da vardır. Kullanılan fotoğraf aslında iki yıllıktır, yeni ortaya çıkartılmıştır.

Hemen arkasından darbeciler tarafından bir grup sanatçıyla birlikte Cem Karaca’ya da “Yurda dön” çağrısı yapılır. Çağrıya uymayıp ülkeye dönmeyeceğini açıklayan Karaca, 6 Ocak 1983’te Yılmaz Güney’le aynı gün Türk vatandaşlığından çıkarılır. Başka bir ülke yurttaşlığını da kabul etmeyen Cem Karaca artık vatansızdır.

 “Hayatımdan sekiz yıl çalındı” dediği Almanya günlerinde tıpkı Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi gurbette ülke özlemi yaşıyor, bu özlemi eserlerine yansıtıyor, ülkesine dönüp sanatını ve mücadelesini ülkesinde sürdürmek istiyordu.

“Şu adadan şu Bodrum’a yüzesim gelir

Yüzsem de çıkamam ki of be

Kuş olup da o yakaya uçasım gelir

Uçsam da konamam ki of be

Geceleri ben adada Bodrum’a bakardım

Reklam

Işıkları ben görürdüm of be

Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım

Ve de nasıl özlerdim of be”

Şarkılarında dile getirdiği böylesine derin bir ülke özlemi yaşayan bir insanın acılı bir sürgünden ülkesine dönmek, oğluna, ailesine kavuşmak istemesinden daha doğal ne olabilirdi? Bu dönüş için kimle görüşecekti, kendisinin söylediği gibi “Bay Bush’la mı ya da İngiltere kraliçesiyle mi? Elbette bu ülkenin yöneticileriyle…

Cem Karaca da1985’te bir arkadaşının aracılığıyla Münih’e giden Başbakan Özal’la görüşüp ülkeye geri dönme isteğini bildirir. Özal “Evladım o zaman gelirsin Türkiye’ye, yargılanırsın. Çıkarsın yargı önüne, aklanırsın ve her şey yoluna girer. Madem ki bir suçun yok… Şarkı söylemek asla bir suç olamaz” der. Karaca, bu görüşmeden 2 yıl sonra 29 Haziran 1987’de Türkiye’ye döner, 1 gün sonra da Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanır ve hakkındaki tutuklama kararı kaldırılır. Aynı yıl içinde “Hep Kahır”, “Almancılar”, “Ceviz Ağacı”, “Çok Yorgunum” ve” “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkılarının da olduğu “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” albümünü çıkarır.

Buraya kadar her şey normaldir, kimse Özal’la görüşüp ülkesine döndüğü için dönek demez. Fakat yine bir medya yalanıyla, yalan haber provokasyonuyla bir yaftalama ve linç kampanyası yaşanır. “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkısında eleştirdiği Oğuz Atay’ın tanımıyla “küçük aydınlar” bu yalana dört elle sarılır.

12 Eylül karanlığının yarattığı korku ikliminde bazı yenilmişlerin, dönenlerin vicdanlarını rahatlatmak için günah keçileri bulmaları gerekiyordur, “Cem Karaca Özal’ın elini öptü” yalanına sarılarak bulurlar da. Bu yalandan, sonra Cem Karaca’yı “dönek” diye yaftalarlar.

“Özal’ın elini öpmedim” dediği duymazdan gelinir. Semra Özal’ın da Cahit Berkay’ın da “Cem Karaca Turgut Bey’in elini öpmedi, ben oradaydım, şahidim” demelerine inanılmaz. Bu iftira ve buna inanılıp dönek denmesi onu derinden yaralar. Oysa Turgut Özal’ın değil, elini uzatan Semra Özal’ın elini değil nezaketen parmaklarını öpmüştür.

Geçmişte yanlarında olduğu, destek verdiği kesimlerin bu yalana sarılıp “dönek” demeleri onu daha da yalnızlaştırır, savrulmasına yol açar.

Devletiyle, ötekine devletleşen insanlarıyla bu ülke sanatçısına düşünmeyi, düşündüğünü söylemeyi, yaşamayı, çok görüyordu.

                                                                   ***

(III)- Anmak ve toplumsal riya

Bugün yaşayan bütün kuşakları derinden etkilemiş olan unutulmaz Sanatçı; Şarkıcı, Besteci, Söz Yazarı Cem Karaca 18 yıl önce 8 Şubat 2004’de geçirdiği kalp krizi sonrasında 58 yaşında aramızdan ayrılır.

Kırgın çıkar son yolculuğuna Cem Karaca. Bir medya yalanıyla vatandaşlıktan çıkarılmış, bir başka medya yalanı ve iftirasıyla “dönek” damgası yemiştir. Medya yalanları bu kadarla da kalmamış, ölümüne kadar sürmüştür. Yalan ve iftiraya dayalı “dönek” damgası çok yaralamıştır onu. Şarkılarında, söyleşilerinde yanıt verir buna. Hürriyet’ten Yener Süsoy’un “Bunca yıllık delikanlı arkadaşım yoksa ‘dönek’ler arasında mıydı?” sorusunu “Kendi ülkeme olan özleminden dolayı ‘Ya devlet başa ya kuzgun leşe’ diyerek savcıların hakkımda toplam 200 sene ceza istedikleri bir rizikoyu göze alıp ülkeme dönmem şayet döneklikse, ben döneğim arkadaş!” diye yanıtlamıştır.

 “Oh Be” adlı parçasında memleketine duyduğu özlemini, dönemeyişini anlatırken çok özlediği memleketine döndüğünde onu dönek olarak suçlayanlara da yanıt verir: “Ben döneksem döndüm diye memleketime Döndüm baba döndüm işte oh be”

Aynı söyleşide Marksizm’le ilgili soruyu da şöyle yanıtlar: “Marksist olmak da çok kolay bir şey değil, Marx’ı okudum, onayladığım çok tarafı var, diyalektik benim rehberimdir. Ama diyalektik materyalist değilim, çünkü inancım var. Bir zamanlar ateist olduğumu da zannettim ama sonra mukadderat denen şeyin insan hayatındaki önemini yaşadım.” Söyleşinin tamamını (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hayatimin-en-guzel-8-yilini-caldilar-39075471)  okuyabilirsiniz.

EL ÖPME MESELESİ

“Ben Robert Kolejliyim, belli bir kültürden, belli bir aileden geliyorum. Bunu yapmam icap ediyordu. ‘First Lady’ konumundaki bir hanımefendiye benim gibi bir centilmenin yapması gereken oydu. Elini öpmek değil, dudakları çok hafif değdirmek. Bunun yağcılıkla ilgisi yok. Yener, namerdim ki, Turgut Bey’in elini öpüp başıma koymadım.”

“Bu buluşmanın ad ‘Özal’dan af dileme’ olabilir mi?

“Özür dilemek bir erdemdir, hata yapmışsam ben de özür dilemesini bilirim. Benim özür dilemem gereken bir konu yoktu ki. Hatta sanırım özür dilenmesi gereken kişi bendim. Çünkü benim kutsal vatandaşlık hakkım üzerinde büyük spekülasyonlar yapılmıştı. Vatan haini bile ilan edilmiştim. Hayatımın en güzel sekiz yılı çalınmıştı.”

“Ben bir rock ozanıyım” diyen Cem Karaca solun kendi içindeki sürtüşmelerden, ayrışmalardan ve bunun kendi deyimiyle “Gayriinsani tavırlarda kendini dışa vurmasından” rahatsızdır, usanmıştır, bunun yarattığı bir bezginlik hali yaşar.

’80’lerin sonundan ’90’ların başına kadar çıkardığı albümlerle başarı kazanmayı sürdürür. Tüm yaşadıklarına rağmen şarkı sözlerinde bulunan eleştirilerini azaltmaz. Bu eleştirilerini mizahi ve ironik bir dille yapar.

Cem Karaca sol yapılanmalara destek verip gecelerinde şarkılar söylerken, muhalif şarkılar yaparken, sağcılar ve devlet tarafından “hain-komünist” diye damgalanırken, dönek diye yaftalayıp dışlayanlarca muhalif, aydın sanatçı sayılırken, ülkesine dönmek için başbakanla görüşünce ya da Müslüman-dindar olmayı seçince muhalif aydın olmaktan çıkmış mı oluyordu? Oysa ülkesine döndükten sonra da bir iki şarkısını ayrı tutarsak muhalif şarkılar söylemeyi sürdürmüştür Cem Karaca.

Geçmişte müziğin siyasal tartışma alanına taşınmasında öncülük yapan sanatçılardan biri olmuş, işçi sınıfı Cem Karaca şarkılarıyla, Cem Karaca işçi sınıfıyla bütünleşmiştir. Müzik yapmaktan başka bir yolu olmayan bir müzisyenin gurbet elde hayatta kalma çabası zorlu geçer. Memlekete döndüğünde bir parça yorgun, kafası karışıktır Cem Karaca’nın.

Son büyük konseri 17 Ocak 2004’te Ankara Saklıkent’te olur. Son günlerinde Aydın Şeref, Zafer Şanlı, Mahmut Özen, Gür Akad ve Barış Göker’den oluşan “Yol Arkadaşları” grubuyla sahne alır, konserler verir.

YALNIZLAŞMA SÜRECİNDE YAŞADIĞI SAVRULMALAR

Cem Karaca’nın eleştirilecek yanları yok muydu? Elbette vardı. Müziğini çok seviyor, bugün hâlâ dinliyor, yazımda söz ettiğim konularda savunuyor olsam da benim de eleştirdiğim çıkışları, savrulmaları, yanlışları vardı tabii ki.

Eşinin “Son yıllarında dindarlaştığını, sahneye besmelesiz çıkmadığını” söylediği Cem Karaca’nın, o dönem “Hizmet Hareketi” olarak tanımlanan yapılanmayla F. Gülen’le yakınlaşması, Gülen’den, Mehmet Şevket Eygi gibilerinden övgüyle söz etmesi Gülen’in “Gurbet Ufukları” adlı CD’sinde “Emeği karşılığı para aldığını, ortada profesyonel bir iş olduğunu” söylese de “Hazan” şiirini seslendirmesi, yapılanmanın toplantılarında, televizyonunda konserler vermesi, bana göre en önemli hatası, savrulması, sapmasıydı.

Beni şaşırtansa iyi eğitimli, kendini yetiştirmiş, kültürlü birikimli, hayat tecrübesi olan, ömrünü solcular arasında geçirmiş bir sanatçının Gülen gibi, Eygi gibi çapsız, sol düşmanı insanlara övgüler düzüyor olması, “Gülen Hareketi”ne destek vermesiydi.

1977 sonrasında sözü ve Besteci Sarper Özsan’a ait olan “1 Mayıs Marşı” ve plağın diğer yüzündeki sözleri Bertolt Brecht’ten uyarlanan, Sarper Özsan bestesi “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Selini” parçalarını seslendirmesi TİKP üyesi olan Sarper Özsan’la iş birliği, Cem Karaca’yı da etkiler, partinin gecelerinde sahneye çıkmaya başlar. Bunlardan birkaçına izleyici olarak ben de katılmıştım. En unutulmaz konseri Spor Sergi Salonu’nda 10 bin kişinin katıldığı şenlikte verdiği konserdi.

1 Mayıs plağında şunlar yazılıdır: “Bu plak radyolarınızda çalınmaz, televizyonda da izleyemezsiniz. Ancak bir yürüyüşte yüz binler söyler bir ağızdan, yarını nasırlı elleri, pırıltılı beyinleri ve gereğinde balyoz gibi yumruklarıyla kuracak olan işçi, emekçi, köylü ve yiğit halkımız söyler.”

Halk Ozanı Abuzer Karakoç’un amansız hastalığa yakalandığı günlerde ilik nakli için yurt dışına çıkabilmesine katkı olması için, Sadık Gürbüz’den Hasret Gültekin’e, Cem Karaca’ya çok sayıda sanatçının katıldığı bir dayanışma konseri düzenlenmişti. Her sanatçı 2-3 parça seslendiriyordu. Sıra Cem Karaca’ya gelip, sahnedeki yerini aldığında bir grup insan yuhalamaya ve Özal’ın partisini kastederek “Anavatan’a git, sen Anavatan’a” diye slogan atmaya başladığında Cem Karaca “Anavatan’dan ülkemi kastediyorsanız geldim işte. Benim tavrım, sözlerim her zaman tartışıldı, öyle olmasaydı ben şeyh, sizler de mürit olurdunuz” dedikten sonra şarkılarını söyledi.

                                                                   ***

IV- Arkadaşları ve oğlu Cem Karaca’yı anlatıyor

YouTube üzerinden yayın yapan kültür-sanat kanalı Pi Arte TV, Unutulmaz Sanatçı Cem Karaca’yı 18. ölüm yıl dönümünde yaptığı “Karaca Özel Programı”nda Türkiye’nin efsanevi müzisyenlerinin katılımıyla andı. Kanalın Yöneticisi Mahir Mircan’ın hazırladığı programa Moğollar grubunun efsane müzisyenleri Cahit Berkay. Taner Öngür, Grubun Solisti ve Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca, Kurtalan Ekspres grubunun efsane Basgitaristi Ahmet Güvenç ve Sinema-Tiyatro-Dizi Oyuncusu, Müzisyen Renan Bilek katıldı.

Programda “Cem Karaca, Barış Manço ve Erkin Koray gibi efsanelerle çalışma olanağı bulan şanslı biri” olduğunu belirten Ahmet Güvenç, müzik hayatında elini ilk tutanın Cem Karaca olduğunu söylüyordu. Ahmet Güvenç sözlerine şunları ekledi:

“Cem Karaca hem tiyatrocu hem balet kadar ince bir fiziğe sahip… Ben onu Jethro Tull’daki Ian Anderson’a benzetirim. Görüntüsü öyledir, giyinişi öyledir, tavrı öyledir. Barış Manço’nun da Cem Karaca’nın da ortak noktası devamlı ellerinde kitap vardı bu insanlar, devamlı okurlardı.”

Cahit Berkay’ın, Taner Öngür’ün Cem Karaca’yla tanışma ve Moğollar olarak birlikte çalışma öykülerinden sonra Renan Bilek de Cem Karaca ile eğlenceli, komik tanışma öyküsünü anlattığı programda Cem Karaca’nın oğlu, Moğollar Grubunun Solisti Emrah Karaca “Çok iyi bir solistin oğlu olduğunu ne zaman fark ettin sorusunu şöyle yanıtladı:

“Kıbrıs’ta bir üniversiteyi kazandığımı babama söylediğimde, ‘Ben de Kıbrıs’a turneye gideceğim, birlikte gidelim dedi. ’93 yazıydı sanırım, ben o sene anladım babamın ne olduğunu. Kıbrıs’ta farklı bir durum var, burası gibi değil ne dönek diyen var ne başka biçimde yaftalayan var. ’60’larda, ’70’lerde nasıl bıraktıysa Kıbrıs öyle. Babam bir yerde konser veriyor olsun, başka bir yerde dünyanın en iyi sanatçısı olsun babamın işi yine ful çakardı. Ben bunu birebir yaşadım. Ben biraz iri bir adamımdır, babama bodyguardlık yapmak zorunda kalmıştım. Ben Cem Karaca’nın ne olduğunu Kıbrıs’ta anladım. Bu kadar büyük bir şarkıcı olduğunu biliyordum, anlatıyorlardı, ’70’lerde konserlerin nasıl olduğunu. Yurda döndüğünde Gülhane konserini hiç unutmam, Bir de Emek Sinemasındaki konserine gitmiştim. Onlarda zaten anlamıştım ama küçüktüm. 

Biz aile olarak şanslı bir aile olamadık maalesef, yaşananlardan dolayı. Ben de bunu babamın şarkıları yüzünden diye düşünürdüm. Kısmen de doğruydu, babam bu şarkıları söylemeseydi biz bunları yaşamayacaktık. Fakat büyüyünce de işin renginin böyle olmadığını, o şarkıları söylemeseydi Cem Karaca olamayacağını anladım.”

BABAMIN KİMLİĞİNİ SİNDİRMEM ÇOK UZUN SÜRDÜ

Emrah Karaca’nın söylediklerinin en can acıtıcı bölümü babasının kimliğinden dolayı yaşadığı sıkıntıları, travmaları anlattığı cümlelerdi: “80’leri hepiniz yaşadınız, Cem Karaca gibi bir figürün ailesi olmak tamamen hedef tahtası haline gelmekti. ’70’lerde de hedeftik, tamamen sol bir figür, sağcılar tarafından ölüm tehditleri alıyor, evini bombalamakla, beni kaçırmakla, öldürmekle tehdit ediliyor. Bunlar bitti 12 Eylül darbesi oluyor, ‘Vatan haininin bilmem nesi diye ben sokakta dayak yiyorum. Annemle her hafta cuma günü karakola ifade vermemiz… Bir manyak çıkıyor, ‘Cem Karaca yurda döndü diye ihbar ediyordu, pat bizim eve bir manga asker gelip evi arıyordu. Bu travmalar, kolay travmalar değil. Ben bunları yaşadıktan sonra babamın müziğini kabul etmem, babamın kimliğini sindirmem çok uzun sürdü.”

Cahit Berkay Kâhya Yahya şarkısının ilginç oluşuşum öyküsünü şu cümlelerle anlattı: “Cem de ben de Ataköy’de oturuyoruz, 600’er lira kiramız var ve bazen ödemekte zorlanıyoruz. Baktım Altın Kuşadası Güvercin Beste Yarışması yaklaşıyor, 10 bin lira da ödül var, çok da cazip. Ben bir beste yaptım, Cem de söz yazar dedim, konuyu anlattım. Önce itiraz etti yarışmaya katılmaya, besteyi dinleyince beğendi. Ben besteyi gönderdim yarışmaya bir süre sona finale kaldığı haberi geldi. Cem’i akşam yemeğine davet ettik “Teşekkür ederim, güzel söz, şarkı finale kaldı, buna katılmamız lazım, dedim. İtiraz etti, ‘hayır’ dedi. O zaman ben katılırım, ben söylerim deyince kızdı ‘Olmaz sen şarkıcı değilsin’ dedi. Söylersin, söyleyemezsin derken kabul etti söylemeyi ve katılmayı. Gittik, yarışmaya katıldık ve aldık 10 bin lira ödülü.”

ÜLKENİN, BU COĞRAFYANIN AYIBI

Söz alan Renan Bilek de “Burada dikkat edilmesi gereken şeyler var, bu insanlar öyle bir dönem yaşattılar ki bu ülkeye, yaptıkları işe olan inançları, titizlikleri… İki eski arkadaş ve 10 bin lira çok önemli bir para, bahsedilen isimler Cahit Berkay ve Cem Karaca. Bu ülkede bunun hesabını yapmak zorunda kalmaları bu ülkenin, bu coğrafyanın ayıbıdır” dedi.

Mahir Mircan’ın “Neden bağınız hiç kopmadı? sorusuna verilen yanıtlar şöyle:

Cahit Berkay: “Biz Cem’le önce arkadaştık sonra iş ortağı. Cem’i yakından tanımayanlar sadece şarkılarını bilirler ama Cem Karaca eşi benzeri olmayan bir müzisyendi. Hem ozan olağanüstü şarkılar, besteler yapıyor, sözler muhteşem hem de sahnedeki duruşu harika bir de bir ses vardı. Birçok özellik Cem’in üzerinde toplanmıştı.”

Taner Öngür: Sadece iyi bir şarkıcı, iyi bir sahne adamı, iyi bir ses değil, bir kültür adamıydı. Kültür deyince işin içinde siyaset var, tarih var, tasavvuf var. Her şeyi bilen bir adam, kültürü çok zengindi. Çok zeki bir adam, okumaya meraklı. Ben Türkiye’de şarkı söyleyip, şarkı yapıp da kültürü bu kadar zengin, temeli olan bir insan daha görmedim. Sınıfsal çekişmeleri, kapitalizmi, hayatı, neyin nereye gidebileceğini iyi bilen biriydi. Yaşadığımız bugünde bile söylediği şeylerin arkasındaki temel ortada. Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel. Yoksulluk kader olamaz tam bugünün şarkısı.

Aynı zamanda evrensel bir durum, bir John Lennon, Ian Anderson, bütün bu müzikte bizim çağdaşlarımız onlar da kendi ülkelerinde benzer şeyleri yaptılar. Cem de bunu bir çağdaşları olarak, ayakları bu topraklara basan birisi olarak yaptı. O yüzden çok da evrenseldi.

Emrah Karaca: Hayatını karartan koskocaman iki yalan haberle Cem Karaca bu dünyadan göçtü gitti. Biri ülkesine ihanet etti demişti Hafta Sonu gazetesi, o haberler yüzünden vatandaşlıktan atıldı, ikincisi de döndü geldi cumhurbaşkanının elini öptü dediler. O haberle de dönek damgasını yedi. Bunların tamamen yalan olduğunu anlatmak bizim elimizde.

MESUT KARA / EVRENSEL

NOT: Meraklısına Necdet Şen'in yazısını okunmasını öneririm.(http://derkenar.com/necdet-sen+solun-cem-karaca-ile-imtihani)


TARİHTE BUGÜN (13 MART)

 


OLAYLAR

  • 1919 - Kâzım KarabekirErzurum'da 15'inci Kolordu Komutanlığına atandı.
  • 1923 - Mustafa Kemal, Adana'dan başlayan bir geziye çıktı.
  • 1926 - Mustafa Kemal Paşa'nın Falih Rıfkı Atay ve Mahmut (Soydan) beylere anlattığı hayat hikâyesi ve hatıralarının kısaltılmış şekli, Milliyet gazetesinde (Bugünkü Milliyet'le aynı değildir. 1935'ten itibaren Tan adıyla yayınlanan gazete) yayımlandı.
  • 1933 - Almanya'da Joseph GoebbelsHalkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı oldu.
  • 1940 - Finlandiya'nın teslim olması ile Kış Savaşı bitti.
  • 1951 - Demokrat Parti İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini istedi.
  • 1954 - Dien Bien Phu Muharebesi başladı.
  • 1954 - Cemal Reşit Rey konser vermek üzere Yugoslavya'ya gitti.
  • 1955 - Fenerbahçe-Galatasaray futbol maçında taraftarlar tribünde çatıştı, bir kişi öldü.
  • 1969 - Atilla Tokatlı'nın hazırladığı Sovyet Şairleri Antolojisi toplatıldı.
  • 1970 - Halide Edip Adıvar'ın büstü açıldıktan üç gün sonra dinamitlendi.
  • 1973 - Meclis'te cumhurbaşkanlığı seçimi için turlar başladı Faruk Gürler 200, Tekin Arıburun 282, Ferruh Bozbeyli 48 oy aldı Üçte iki çoğunluk olan 423 ve salt çoğunluk olan 318 oya erişilemedi Seçim çıkmaza girince Genelkurmay Başkanı Semih Sancar parti liderleriyle görüştü AP Genel Başkanı Süleyman Demirel diğer liderlerin aksine bu görüşmeyi gizledi, görüşmenin radyodan açıklanması üzerine "bana mı inanacaksınız, radyoya mı?" diye sordu Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi açıklaması üzerineyse, "Dün dündür, bugün başka bir gündür" dedi.
  • 1974 - Barzani yandaşı Kürtlerle Irak askerleri arasında çıkan çatışmalar üzerine, Türkiye sızmaları önlemek için Irak sınırını kapattı.
  • 1979 - Adalet Partisi, 4 Beş Yıllık Plan'ın esas yönünden Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla iptalini istedi.
  • 1979 - İstanbul'da özel öğrenci yurtları kapatıldı.
  • 1981 - 7 Ocak 1981'de Astsubay Üstçavuş Hasan Hüseyin Özcan, Astsubay Üstçavuş Nihat Özsoy, Jandarma Er Şaban Öztürk ve Orman Muhafız Bekçisi Hayri Şimşek'i öldüren sol görüşlü militan Mustafa Özenç, ölüm cezasına çarptırıldı.
  • 1982 - 12 Eylül Darbesi'nin 11, 12 ve 13. idamları: Yasa dışı TKEP'i (Türkiye Komünist Emek Partisi) kurup örgütün adını duyurmak için 1980 yılında müteahhit Nuri Yapıcı'yı ve MHP İzmir il sekreteri eczacı Turan İbrahim'i öldüren sol görüşlü militanlar Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun ve Necati Vardar, idam edildiler.
  • 1983 - Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Mersin'de halka seslendi: "Eski parti yöneticileri yine gelsinler ve o tarihte olduğu gibi yine birbirleriyle çekişmelere, kavga etmeye başlasınlar, anarşi ve terörü hortlatsınlar, göz yumacak mısınız? Bakın hep bir ağızdan 'Hayır!' diyorsunuz. Bu elbette olmayacaktır."
  • 1983 - Beylerbeyi'nde restorasyonu süren tarihi İsmail Hakkı Efendi Yalısı, gece çıkan yangında kül oldu. Yalının yanındaki 205 yıllık Beylerbeyi Camii'nin kubbesi de tamamen hasar gördü.
  • 1984 - Gümrük kaçakçılığı davasından yargılanan Abuzer Uğurlu Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
  • 1984 - Türkiye'nin Ottawa Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Kemalettin Kani Güngör'e suikast girişiminde bulunan 4 Ermeni Kanada'da tutuklandı.
  • 1986 - Odalar Birliği Başkanlığı'ndan ayrılarak DYP'ye giren ve genel başkanlık seçimlerinde ağır yenilgiye uğrayan Mehmet Yazar, yeni bir siyasi parti kurmak için DYP'den istifa etti
  • 1986 - Fatsa Dev-Yol davası savcısı Hakim Binbaşı Halit Cengiz, rüşvet, dolandırıcılık gibi suçlardan toplam 29 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.
  • 1987 - Uluslararası Halter Federasyonu, halterci Naim Süleymanoğlu'na, Türkiye'ye iltica tarihinden 6 Aralık1987 tarihine kadar yarışmalardan men cezası verdi.
  • 1990 - Hava Kuvvetlerinde sürdürülen "irtica operasyonunda" toplam146 subay ve astsubayın irticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle orduyla ilişkilerinin kesildiği açıklandı.
  • 1992 - İstanbul Ticaret Odası yönetim kuruluna ilk kez bir kadın seçildi.
  • 1992 - Erzincan'da Richter ölçeğine göre 6.8 şiddetindeki depremde 653 kişi öldü.
  • 1994 - SHP İstanbul İl Başkanı Yüksel Çengel, Belediye Başkanlığı adayı Zülfü Livaneli'nin "İSKİ skandalına bulaşmış yönetimle çalışmam" demesi üzerine istifa etmek zorunda kaldı.
  • 1994 - İstanbul Boğazı'nda iki Rum gemisinin çarpışması sonucunda yangın çıktı. 15 denizcinin öldüğü, 17 denizcinin de kaybolduğu kaza sonucu denize yayılan petrol çevre kirliliğine yol açtı.
  • 1995 - 12-13 Mart gecesi İstanbul Gazi mahallesinde 3 kahvehane otomatik silahlarla tarandı Alevi dedesi Halil Kaya öldü, 20 kişinin yaralandı.Saldırganlar olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü boğazını keserek öldürdüler ve taksiyi ateşe vererek kaçtılar.Çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu mahalle halkı olayları protesto etmek için geceyi sokakta geçirdi, olaylara ilgisiz kalmakla suçladıkları karakola yürüdü Polis mahalle halkını havaya ateş açarak durdurmaya çalıştı.1 kişi kurşunlanarak ölürken pek çok kişi de yaralandı Gece boyunca durulmayan olaylar günü de sürdü Öğle saatlerinde Cemevi önünden karakola yürümek isteyen grupla polisin karşı karşıya geldi Polisin göstericilerin üzerine ateş açması sonucu 15 kişi öldü, aralarında polis, jandarma ve gazetecilerinde bulunduğu 100'den fazla insan yaralandı Olayları önleyemeyen polis, askerden yardım istedi Askerleri önce alkışlarla karşılayan grup daha sonra "Asker Sivas'ta neredeydi?" diyerek bu kez taş yağmuruna tutuldu.
  • 1995 - Edebiyatımızın ustalarından Melih Cevdet Anday'ın 80. doğum yılı PEN Yazarlar Derneği'nin düzenlediği bir toplantıyla kutlandı. Melih Cevdet Anday garip akımının üç kurucusundan biriydi. Pablo Neruda ondan, "Nazım Hikmet'ten sonra çok büyük bir Türk şairi daha buldum. Bütün gece gözüme uyku girmedi" diye söz etmişti.
  • 1996 - Efes Pilsen basketbol takımı Koraç Kupası'nı aldı.
  • 1996 - İskoçya'nın Dunblane kasabasındaki Dunblane İlkokulunda okulu basan silahlı bir kişi, 3 dakika içinde sınıf öğretmeni ve 5-6 yaşlarındaki 16 çocuğu öldürdü. Saldırıdan sonra saldırgan, kendi kafasına kurşun sıkarak yaşamına son verdi.
  • 1998 - Başbakanlık bünyesinde kurulan Sivil Çalışma Grubu, hazırladığı Türban Raporu'nda, türbanın "kılık kıyafetle ilgili mevzuata aykırı" olduğunu vurguladı Raporda, "Kamu görevlileri ve öğrencilerin, devlet daireleri ile okul ve üniversitelerden oluşan eğitim kurumlarının kapalı mekanlarına türbanla girilmesi disiplin suçu oluşturur" denildi.
  • 2003 - 1998 yılından bu yana tadilat gören Etnoğrafya Müzesi yeniden açıldı.
      

  • 2003 - Anayasa Mahkemesi HADEP'i kapattı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu DEHAP'ın temelli kapatılması istemiyle Anayasa mahkemesine dava açtı.
  • 2006 - ABD'de 11 Eylül saldırılarının tek sanığı olan Fas asıllı Fransız Zekeriya Musavi davasında tanıkların yalan söylemeye yönlendirildiği ortaya çıktı. Yargıç, tanıklıkları iptal etti ve duruşmayı askıya aldı.
      

  • 2007 - Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül, Danıştay'ın ruhsat iptali kararının ardından Acaristanbul villalarının yıkımı için karar verdiklerini açıkladı.
  • 2009 - Ankara ile Eskişehir arasında hizmet verecek yüksek hızlı tren, seferlerine başladı. Erdoğan'ın kullandığı tren, 250 km hıza ulaştı.
  • 2012 - Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması ve 37 kişinin ölümüne ilişkin 7 sanık hakkındaki dava, zaman aşımı nedeniyle düşürüldü.
  • 2013 - PKK'nın elindeki biri kaymakam sekiz kamu görevlisi BDP milletvekilleri ile İHD ile Mazlum-Der temsilcilerine teslim edildi.
  • 2013 - Vatikan'da yeni Papa belli oldu. Katolik dünyasının 266. Papası, Arjantinli Kardinal Jorge Mario Bergoglio oldu. I. Francis ismini seçen Kardinal, 1000 yıldır Avrupa dışından seçilen ve Latin Amerikalı olan ilk Papa'dır.
       

  • 2014 - Birleşik Krallık'a bağlı İngiltere ve Galler'de eşcinsel evlilik yasası yürürlüğe girdi.
  • 2016 - Ankara Güvenpark'ta bomba yüklü araçla intihar saldırısı düzenlendi. Patlamada ölen kişi sayısı 37 olarak açıklandı. Saldırıdan önce sabah saatlerinde ülke genelinde Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) yapıldı.
  • 2020 - COVID-19 pandemisi nedeniyle Türkiye'de yüz yüze eğitime ara verildi, uzaktan eğitime geçildi.

     ÖLÜMLER

  • 1881 - İgnati GrinevitskiPolonyalı devrimci (d. 1856)
  • 1885 - Titian PealeAmerikalı doğa tarihçisientomolog ve fotoğrafçı (d. 1799)
  • 1893 - Muallim Naci, yazar ve şair (DY-1850)
  • 1901 - Fernand Pelloutier, Fransız işçi önderi ve teorisyen (Anarko-sendikalist hareketin temsilcisi) (d. 1867)
  • 1906 - Susan B. Anthony, Amerikalı kadın hakları savunucusu (d. 1820)
  • 1934 - Yazar Cenap Şahabettin 64 yaşında öldü.
  • 1938 - Cevat Çobanlı, Türk asker ve Türk Kurtuluş Savaşı komutanlarından (d. 1870)
  • 1952 - Ömer Rıza Doğrul, Türk siyasetçi, gazeteci ve yazar (d. 1893) İslamiyet ve dinler tarihi üzerine yaptığı inceleme ve araştırmalarla tanınan gazeteci, yazar Ömer Rıza Doğrul, İstanbul'da 1893'te Kahire'de doğan Ömer Rıza El-Ezher Medresesi'nde din öğrenimi görmüştü Yazı hayatının ilk yıllarında İslamcılığı savunan yazılar yazmıştı Cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Tan, Cumhuriyet gazetelerinde İslam tarihi, dinler tarihi, siyasi yazılar kaleme aldı.1950 genel seçimlerinde Demokrat Parti listesinden Konya milletvekili seçildi
  • 1970 - Adalet Cimcoz, Türk dublaj sanatçısı ve yazar (d. 1910) Yazar ve dublaj sanatçısı Adalet Cimcoz. Türk sinemasının önde gelen kadın oyuncularından Belgin Doruk, Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın gibi birçok sanatçıyı uzun yıllar beyaz perdede seslendirdi Adalet Cimcoz Yeditepe, Varlık, Yeni Ufuklar dergilerine şiir, öykü ve kitap tanıtımı yazıları yazdı Brecht, Kafka, Traven gibi yazarların eserlerine Türkçe'ye çevirdi Kafka'nın sevgilisi Milena'ya yazdığı mektuplardan oluşan Milena'ya Mektuplar çevirisiyle Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü kazandı.
  • 1971 - Gazeteci ve oyun yazarı Cevat Fehmi Başkut .Vakit, Son Posta ve Cumhuriyet gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yapmış pek çok eser vermişti Bunlar arasında "Sana Oy Veriyorum", "Buzlar Çözülmeden", "Paydos", "Harputta Bir Amerikalı" adlı oyunları sayılabilir
  • 1977 - Hikmet Onat, Türk ressam (d. 1882)
  • 1989 - Emin Fahrettin Özdilek, Türk asker ve politikacı (d. 1898)
  • 1994 - Cihat Burak, Türk ressam (d. 1915)
  • 1996 - Krzysztof Kieślowski, Polonyalı sinemacı ve yönetmen (d. 1941)
  • 2000 - Nevzat Eren, Türk tıp doktoru (d. 1937)
  • 2008 - Mehmet Gül, Türk hukukçu, siyasetçi ve iş adamı (d. 1955)
  • 2010 - Jean Ferrat, Fransız şarkıcı ve şarkı sözü yazarı (d. 1930)
  • 2012 - Michel Duchaussoy, Fransız oyuncu (d. 1938)
  • 2019 - Beril Dedeoğlu, Türk akademisyen, yazar ve siyasetçi (d. 1961)
  • 2021 - Erol Toy, Türk yazar (d. 1936)
  • 2021 - Ertem Göreç hayatını kaybetti
    "Karanlıkta Uyananlar" , "Otobüs Yolcuları" , "Pamuk Prenses ve 7 Cüceler" gibi filmleriyle 1960'lı yıllarda Türk sinemasına katkılar sağlayan yönetmen Ertem Göreç, 90 yaşında hayatını kaybetti.



Kaynaklar:Vikipedi, https://www.tarihtebugun.gen.tr/, https://www.tarihtebugun.org/

12 Mart 2022 Cumartesi

ABD’nin Ukrayna’daki laboratuvarları - Mehmet Ali Güller / Cumhuriyet

 

Rusya’nın Ukrayna harekâtı, ABD’nin 2005 yılından bu yana Ukrayna’da yürüttüğü biyolojik araştırmaları ortaya çıkardı. Böylece Amerikancı/Sorosçu ilk Turuncu darbenin bir pisliği ortalığa saçılmış oldu. 

Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, 7 Mart günü, Ukrayna’da ABD tarafından finanse edilen bir askeri biyolojik programı açığa çıkardıklarını açıkladı. Üstelik Rusya’nın elinde, bu programa dair izlerin silinmesi talimatını da ortaya koyan bir belge vardı. Ukrayna Sağlık Bakanlığı tüm laboratuvarlara gönderdiği talimatta, acilen harekete geçmelerini ve tehlikeli patojenlerin depolanmış stoklarının ortadan kaldırılmasını istiyordu.

ÇİN ABD’DEN AÇIKLAMA İSTEDİ

Dünyaya ilan edilen bu tehlikeli konu, tahmin edilebileceği gibi, Batı medyası tarafından görmezlikten gelindi. Ta ki konu Çin tarafından ABD’ye sorulana kadar. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien, ABD’nin, hangi virüslerin depolandığı ve hangi araştırmaların yapıldığı başta olmak üzere bu laboratuvarlarla bağlantılı bilgileri en kısa zamanda açıklaması gerektiğini belirtti. Çinli yetkili, ellerinde bu konuda önemli verilerin bulunduğunu, Ukrayna’daki biyo-askeri faaliyetin buzdağının görünen yüzü olduğunu, Pentagon’un 30 ülkede 336 biyoloji laboratuvarını kontrol ettiğini vurguladı. 

Ortaya çıkan ve Rus basınında genişçe yer verilen belgeler, ABD’nin bu laboratuvarlarda biyolojik silah geliştirmeye çalıştığı iddiasını güçlendirecek nitelikteydi. Örneğin bir belgeye göre bu araştırma programında, başta Slavlar olmak üzere etnik gruplar üzerinde biyolojik çalışmalar yapılıyordu. Örneğin bir başka belgeye göre “göçmen kuşlar aracılığıyla enfeksiyon taşınması” projesi de çalışmalar arasındaydı.

NULAND’IN ABD SENATOSU’NDAKİ İTİRAFI

Bu iddialara itiraz ABD’den değil, AB ve NATO’dan geldi! AB’nin “EUvsDisinfo” sitesinden yapılan açıklamada, konu “Rusya’nın devlet kontrolündeki medya aracılığıyla yürüttüğü dezenformasyon çabası” olarak yorumlandı. NATO Sözcüsü Oana Lungescu ise Rusya’yı “yanıltıcı bir operasyon yaratma çabası” içinde olmakla suçladı!

Ancak AB ve NATO dezenformasyon dese de ABD laboratuvarların varlığını itiraf etti: Konu ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde gündeme geldi ve senatörler tarafından ABD Dışişleri Müsteşarı Victoria Nuland’a soruldu. “Ukrayna’da kimyasal ya da biyolojik silahlar var mı” sorusuna Nuland, “Ukrayna, biyolojik araştırma tesislerine sahip” yanıtını verdi. Hatta Nuland, “Araştırma içeriklerinin Rus kuvvetlerinin eline geçmesini nasıl önleyeceğimiz konusunda Ukraynalılarla birlikte çalışıyoruz” dedi!

PENTAGON’DAN 46 LABORATUVARA 200 MİLYON DOLAR

Bu gelişmeler üzerine en sonunda Pentagon da açıklama yapmak zorunda kaldı. Bir grup gazeteciyle konuşan ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) üst düzey savunma istihbarat yetkilisi, laboratuvarların varlığını kabul etti ama “sivil amaçlı” olduğunu iddia etti. Pentagon yetkilisi, Kiev’de Biyolojik Silahlar Sözleşmesi kapsamında kamuya duyurulmuş beş laboratuvar bulunduğunu ama bunların aşı, tedavi, terapi ve hastalıkları teşhis gibi sivil amaçlarla kullanıldığını söyledi. 

Savunma istihbarat yetkilisi, Pentagon’un “Kooperatif Tehdit Azaltma Programı” kapsamında, 2005’ten bu yana, Ukrayna’daki 46 sağlık tesisi, laboratuvar ve teşhis merkezine 200 milyon dolar yatırım yaptıklarını belirtti.

Peki bu laboratuvarlar “sivil amaçlı” ise yatırımı neden ABD Savunma Bakanlığı yapıyor? Geçelim...

ABD’NİN BİYOLOJİK SİLAH SİCİLİ

Pentagon’un kimyasal ve biyolojik silah faaliyeti ilk kez gündeme geliyor değil. Yakın bir tarihten örnek verelim: Pentagon’un 2020 bütçesinin görüşmeleri sırasında, Temmuz 2019’da, konu ABD Kongresi’nde gündeme geldi. ABD Temsilciler Meclisi üyeleri Pentagon’dan hastalık taşıyan keneleri “silah haline getirmek” için deneyler yapıp yapmadığını ve bu tür böceklerin laboratuvar dışına bırakılıp bırakılmadığını açıklamasını istedi. Konuyla ilgili bir genel müfettişlik araştırması talep edildi. 

Bu tür sorgulamalar önceki yıllarda da vardı. Yani biyolojik silahlar konusu uzun bir süredir Pentagon’un faaliyet alanı içinde. ABD’nin bu gizli faaliyetlerinin açığa çıkarılması ve önlenmesi ise tüm dünyanın çıkarı açısından kritik önemdedir.

Mehmet Ali Güller / Cumhuriyet

Yeni nesil savaşlar, yeni nesil kahramanlar - ORHAN GÖKDEMİR / SOL

 


'İnsanlık ailesinin en büyük ve en şanlı marifeti olan Sovyetleri yıktılar, kahramanlarını karaladılar. Geriye işbirlikçi Banderalar, Nazi bozuntuları, milliyetçi komedyen döküntüleri kaldı.'

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Oleksandroviç Zelenski 1978'de Sovyetler Birliği'nde doğdu. Yahudi bir ailenin çocuğu. 17 yaşında yerel bir komedi yarışmasına katıldı. Komik bulunuyordu, o yarışmada birinci oldu, ünlendi. 

O da bu ününe dayanarak politik mesajlar vermeye başladı. Milliyetçi çocuktu, 2014’teki “Turuncu Devrim”de Yevromaydan hareketini, hızını alamayınca Rus nüfusun baskın olduğu Donbass’a saldıran Ukrayna Ordusu'nu desteğini açıkladı. “Yevromaydan” Ukrayna hükûmetinin Ukrayna-Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması'nı imzalamayı reddetmesi üzerine başlayan protesto hareketinin adıydı. Yani meydanın “Yevro”su bildiğimiz “Avro”ydu. Asıl amaç Batıdan yana tutum almakta tereddüt eden iktidarı devirmekti. Devirdiler. 

Yevrocular iktidarı ele geçirince bizim milliyetçi komedyene “Halkın Hizmetkârı” adlı televizyon dizisinde rol verdiler. Kazara devlet başkanı olan bir karakteri canlandıracaktı. Ukrayna halkı o yıllarda renkli devrimlerin dalgasında çalkalana çalkalana gerçeklikten kopmuş haldeydi. Dizi çok tuttu haliyle, başrolü oynayan milliyetçi çocuk da kendini gerçek devlet başkanı sanmaya başladı.   

Dizinin yapımcı şirketi “Kvartal 95” de artık onundu. Fırsatı görmüştü, 2018’de bastırdı parayı eski bir partiyi satın aldı, adını “Halkın Hizmetkârı Partisi” olarak değiştirdi. Zelenski, o partiyle aday olduğu 2019 Ukrayna cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kaldı ve kazandı. Kazara devlet başkanı olan bir karakteri oynayan milliyetçi çocuk kazara devlet başkanı olmuştu. Şirketinin yöneticilerden birini yardımcılığına, diğerini gizli servisin başına atadı. Ukrayna’da TV dizisi kıvamında bir iktidar kurulmuştu. 

Fakat hayat dizide olduğu gibi akmayacaktı. Yolsuzluk, rüşvet, vergi kaçakçılığı gibi konularda sert yasal önlemler alacağı vaadini yerine getirmesi mümkün değildi, çünkü bunlar bizzat onu iktidara oturan oligarklar tarafından organize ediliyordu. Zelenski’nin en büyük destekçisi de 5,5 milyar Dolar yolsuzlukla suçlanan oligark Ihor Kolomoiski’ydi. Boş işlerin peşinden koşturmayı tez zamanda bıraktı o da. Destekçisi Kolomoiski’nin Privatbank'ından 41 milyon Dolar kredi aldı, Güney Kıbrıs’taki bir off-shore firmaya yatırdı, ortak oldu.

Serveti arttırmak için ilişkileri sağlam tutmak gerekiyordu. Joe Biden’ın uyuşturucu bağımlısı oğlu Hunter Biden Turuncu Devrimden sonra yüksek maaşla ülkenin gaz şirketi Burisma’ya yönetici atanmıştı. Ona ayrıcalıklar tanıma sözü verdi, iddialara göre karşılığında ABD’nden askeri yardım sözü almıştı. Üstüne ülkeyi bir de NATO’ya sokmayı başarırsa tadından yenmezdi. 

Fakat ülkesi iflas etmek üzeriydi, IMF ile görüşüp yardım almaktan başka çare kalmamıştı. Amerikalıların has adamı Saakaşvili’yi hatırladı, yardımcısı olmasını teklif etti. Şaakaşvili, “Başkan, IMF ile görüşmelerden sorumlu olmamı istiyor, tecrübem var” dedi, kabul etti. Zelenski, Saakaşvili’yi Ulusal Reform Konseyi'nin başına atadı… 

                                                                           ***

Zelenski’nin danışmanı Mihail Saakaşvili 1967’de o dönemde Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan Gürcistan’da doğdu. Kiev Üniversitesi’nde uluslararası hukuk öğrenimi gördü. Yüksek lisansını ABD'nin Columbia Üniversitesi, doktorasını George Washington Üniversitesi'nde tamamladı. Ülkesine döndü, 1999’da parlamento üyeliğine seçildi. 


Dönemin Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze tarafından Adalet Bakanlığı'na atandı. 2001'de yolsuzlukları gerekçe göstererek istifa etti, 2002'de yapılan yerel seçimlere katıldı, zaferle çıktı. Tiflis Şehir Konseyi'nin başkanlığı görevini üstlendi. O konumundan yararlanarak Rusya’nın adamı olarak gördüğü Cumhurbaşkanı Şevardnadze'ye karşı muhalif bir hareket başlattı. 

O artık Soros sponsorlu bir “Gül Devrimcisi”ydi. Saakaşvili’nin kışkırttığı ayaklanmaya direnemeyen Şevardnadze istifa etti. 2004'te yapılan seçimde koltuğuna ABD ve AB’nin adamı Sorosçu Saakaşvili oturdu. Hedefleri çok açıktı; Gürcistan'ı NATO ve AB'ye üye yapacak, onların Rusya’yı kuşatma girişimlerinin yolunu açacaktı. 

2005’te Hillary Clinton ve John McCain tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. O da bundan istifade gidip Güney Osetya'da saldırdı, savaş çıkardı. Fetih girişimi Rusya’nın müdahalesi ile fiyaskoyla sonuçlanınca, paraşütle indirildiği Gürcistan’dan uçakla kaçarak kurtuldu.  

Fakat oyun daha bitmemişti. Ukrayna'ya yerleşti, yeni bağımsız olmuş ülkeyi yağmalayarak Cumhurbaşkanı olmayı başaran Poroşenko'nun danışmanı oldu. 

Poroşenko, yeni düşman eski dost Rusya’ya karşı yapacağı hamleleri ona soracaktı. Sorosçumuza Ukrayna yurttaşlığı verildi, ülkenin liman kenti Odessa'ya vali atandı. Gürcistan’da kaybettiklerini Ukrayna’da geri almıştı.

Uyuşturucu kaçakçılığının önemli bir limanı olan Odessa’da, oligarklar yönetimine karşı sorun çıkarma potansiyeli olan Rus nüfusu denetim altında tutmaktı yeni görevi. Pastadaki payını arttırmak istiyordu fakat, rahat durmadı, Poroşenko'nun arkasından iş çevirmeye kalktı. Vatandaşlığı Poroşenko tarafından geri alındı 2017’de, Polonya'ya sürüldü, Ukrayna'ya girmesi yasaklandı. 

2019’da seçim vardı, Poroşenko düştü, koltuğuna genç komedyen Zelenski oturdu. Komedyenin ilk işlerinden biri Saakaşvili’ye Ukrayna vatandaşlığını geri vermek oldu. Sonra çağırıp yardımcısı yaptı. 

Zelenski ile koltuk pazarlığı yaparken aynı zamanda UDAR (Reform İçin Ukrayna Demokratik İttifakı) lideri ve Kiev Belediye Başkanı Vitali Kliçko ile partisine katılmak için pazarlık yapıyordu. Fakat Ukrayna’da da tutunamadı. 2021'de gizlice Gürcistan'da girmeye çalışırken yakalanıp tutuklandı, siyasi kargaşa çıkarmaya teşebbüsle suçlanıyordu.

***

Saakaşvili’ye ortaklık teklif eden Kiev Belediye Başkanı Vitali Kliçko eski bir profesyonel boksör. Kardeşi Vladimir de boksördü, defalarca Dünya Boks Şampiyonu olmuşlardı. Babaları Vladimir Kliçko, Kızılordu’da helikopter pilotuydu. Sovyet eğitim sistemi onlardaki boks yeteneği keşfetmiş, oraya yönlendirmişti. O sayede çok para kazandılar, çok zengin oldular. Zenginlikleri arttıkça Komünizme daha bir düşman oldular, haliyle bunun sorumlusu olarak gördükleri Rusya’ya düşmanlık beslediler.  Boksör kardeşler Ukrayna’daki Turuncu Devrimlerin de en popüler, en renkli simalarındandı. Milliyetçiydiler, mitinglerde kalabalıkları arkalarından sürüklemekte pek mahirdiler. Bu popülerliği parti kurarak taçlandırdılar. Vitali ülkenin başkentinin belediye başkanlığını üst üste iki kez kazanmayı başardı. 

Rusya saldırınca bir kez daha çıktılar sahaya. Askeri elbiselerini giyip, kurşun geçirmez yelekler kuşandılar, elde silah direnişe çıktılar. Videolar çekip Rus saldırganlığını teşhir etsin diye ABD ve AB’deki bağlantılarına gönderdiler, kutlu davaları için destek istediler. Vitali, Kiev’in savunması için çalışıyor şimdi, Vladimir askeri birlikleri gezip moral veriyor.

Kliçko kardeşler gerçekten de Ukrayna’nın birer yürüyen sembolü. Milliyetçilik ve vatanseverliğin, Batıcılık ve Avrupa-ABD hayranlığının tuhaf bir bileşimi ikisi de. Milliyetçiler ama bütün servetleri ABD’de. Çocukları ABD yurttaşı, ikametleri orada. Moda dergilerinden fırlamış gibi dolaşan eşlerinin lüks alışkanlıkları yoksul Ukrayna halkı tarafından diş gıcırdatarak takip ediliyor. İki kardeşin de Putin’in saldırı gerekçeleri arasında saydığı Neo-Nazi gruplarla yakın ilişkileri var. Faşist Azov Taburları ile de haliyle. 

                                ***

Rusya-Ukrayna savaşında bir tarafın fotoğrafıdır anlattıklarımız. Her birinin ABD ve onun askeri-sınai kompleksi ile karmaşık akçeli ilişkileri vardır. Bazıları doğrudan CIA beslemesidir. Ülkelerine komünist dönemin kalan son izlerini silme göreviyle yollanmışlardır. Açgözlü, hırsız ama mutlaka anti-sovyetik ve anti-komünisttirler. 

İnsanlık ailesinin en büyük ve en şanlı marifeti olan Sovyetler Birliği’ni yıktılar, kahramanlarını karaladılar, anılarını sildiler. Geriye işbirlikçi Banderalar, Hitler özentileri, Nazi bozuntuları, milliyetçi komedyen döküntüleri, boksör eskileri, kadrolu Sorosçular, hırsız oligarklar, gizli servis aparatçikleri, şunlar bunlar kaldı. Azaldı insanlığımız haliyle. Onun için tekrarlıyoruz, komünizm, yarattıkları bu bataklığın ortasında insan olma ve insan kalma mücadelesidir!

ORHAN GÖKDEMİR / SOL 

Kamuya ait malların haraç mezat satışı gün geçtikçe hızlanıyor - SÖZCÜ

 

İzmir'de, Muğla'da, Tekirdağ'da, Bursa'da, Sakarya'da kamuya ait onlarca değerli arazi ve tesisin özelleştirme yoluyla imar planları değiştirilerek satışa hazırlandı. Kararlar, Cumhurbaşkanı ve AKP Lideri Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlandı.

Kamuya ait arazi, lojman, tesislerin özelleştirme yoluyla satışı her geçen gün hızlanarak devam ediyor. Son olarak bugünkü Resmi Gazete’de AKP Lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla onlarca kamu malının özelleştirme yoluyla imar planlarının değiştirilmesi ve satışına ilişkin kararlar yayımlandı.

İlgili Cumhurbaşkanı Kararları şöyle:

SÜMER’İN AKHİSAR’DAKİ ARAZİLERİ: Sümer Holding’e ait Manisa Akhisar’daki 11 parselin imar planı değiştirildi. Askı sürecinde yapılan itirazların tümü reddedildi. Her türlü tasarruf için Özelleştirme İdaresi yetkili kılındı.

SAKARYA ARİFİYE’DEKİ HAZİNE ARAZİLERİ: Hazine’ye ait Sakarya Arifiye Hanlıköy’deki dört parselin imar planları değiştirildi. Askı sürecinde yapılan itirazların tamamı reddedildi. Her türlü tasarruf için Özelleştirme İdaresi yetkili kılındı.

EÜAŞ’IN BURSA VE KIRKLARELİ’DEKİ LOJMANLARI: Mülkiyeti Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) adına kayıtlı Bursa Orhaneli ve Kırklareli Lüleburgaz’daki taşınmazların ve üzerlerindeki yapılar özelleştirme kapsam ve programına alındı. Satış, kiralama, gelir ortaklığı modeli ve işin gereğine uygun sair hukuki tasarruflar, mülkiyetin gayri ayni hakların tesisi veya işletme hakkının verilmesi yöntemlerinden biri ya da birkaçının birlikte uygulanarak 2025 yılına kadar özelleştirilmesine karar verildi.

ADANA KARATAŞ’TA HAZİNE ARAZİSİNDE İMAR DEĞİŞİKLİĞİ: Hazine’ye ait Adana Karataş’taki iki parselde imar planı değişikliği yapıldı. Her türlü tasarruf için ÖİB’in yetkili kılınmasına karar verildi.

ŞEKER FABRİKALARI’NIN BEYPAZARI’NDAKİ ARAZİLERİNDE İMAR DEĞİŞTİ: Türkiye Şeker Fabrikaları adına kayıtlı Ankara Beypazarı’ndaki sekiz parseldeki arazilerin imar planları değiştirildi. Gereğinin yerine getirilmesi için ÖİB yetkili kılındı.

İZMİR BORONOVA’DAKİ HAZİNE ARAZİSİNİN İMARI DEĞİŞTİ: Mülkiyeti Hazine’ye kayıtlı İzmir Bornova’daki bir parselde bulunan arazide imar değişikliği yapıldı. Her türlü tasarruf için ÖİB yetkili kılındı.

    Datça İskele’de imar planı değişti.
DATÇA’NIN EN GÜZEL NOKTASI SATIŞA HAZIRLANDI:  Mülkiyeti TEKEL’e ait Muğla Datça İskele Mahallesi’ndeki altı parsel arazide imar planı değiştirildi. “Ticaret Alanı, Park, Teknik Altyapı Alanı ve Yaya Yolu” kullanım kararları getirilmesine yönelik ÖİB tarafından hazırlanan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı Değişikliği ile 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı Değişikliğinin onaylanmasına karar verildi. Satış için her şey hazırlandı. Her türlü tasarruf için ÖİB yetkili kılındı.


ŞANLIURFA’DAKİ ARAZİDE İMAR DEĞİŞTİ: Mülkiyeti TTA Gayrimenkul’e ait, Şanlıurfa Karaköprü’deki arazinin imar planı değiştirildi. Satış için her şey hazırlandı. Her türlü tasarruf için ÖİB yetkili kılındı.

DENİZE SIFIR ARAZİ TURİZM ALANI OLDU: Mülkiyeti Hazine’ye ait Tekirdağ Kumbağ’da denize sıfır 7 dönüm arazinin imar planı değişti. Turizm Tesis alanı  haline gelen arazide her türlü tasarruf için ÖİB yetkili kılındı.

(SÖZCÜ)


Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın inkâr ettiği sözleşmelerin belgelerine Cumhuriyet ulaştı - Sarp Sağkal / Cumhuriyet

 










Şehir hastaneleri için yapılan anlaşmalar, yabancı bankaların internet sitesinde yer aldı. Şirketlere yüzde 70 ödeme garantisi verildi. Çamaşır hizmetinin de yenilmeyen yemeğin de parası devletten çıkacak.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın inkâr ettiği şehir hastanelerindeki garantilerin Çin Endüstri ve Ticaret Bankası (ICBC) ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) internet sitelerinde ortaya çıktı. Koca, şehir hastanelerine garanti verildiği iddialarına ilişkin, “Hasta garantisi verildiği iddiaları gerçek dışıdır. Ne acil hizmetlerinde ne poliklinik muayenelerinde ne ameliyatta ne de yatak doluluk oranında herhangi bir garanti söz konusu değildir” savunması yapmıştı.

KUR KORUMASI DA VAR

Ancak bakanlığın şirketlere verdiği garantiler, yabancı bankaların internet sitesinde yer aldı. Sözleşmelere ilişkin ayrıntıları paylaşan CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap, “ICBC’nin sitesinde yer alan bilgilere göre, Sağlık Bakanlığı hacme dayalı hizmet ödemelerinin yüzde 70’ini garanti eder. Enflasyon ve kur farkına karşı koruma sağlanmış. ‘Yasa değişikliğine karşı 25 yıl koruma sağlanır’ diyor. Yani bunlarla ilgili çıkan kanun ve yönetmelikler 25 yıl boyunca değişemeyecek. Sermaye harcaması (CAPEX) için de KDV muafiyeti verileceği belirtilmiş. ‘Uyuşmazlık çözümü için ICC Uluslararası Tahkim’e gidilecek’ denilmiş. Ayrıca, ödemeler yıllık olarak enflasyona göre ayarlanacak” bilgisini paylaştı.


‘HAK KULLANILMAMIŞ’

EBRD’de yer alan garantileri de sıralayan Kasap, “Laboratuvar, görüntüleme hizmetlerinde, sterilizasyon ve dezenfeksiyon hizmetlerinde, rehabilitasyon hizmetlerinde, atık yönetiminde, keten ve çamaşırhane hizmetlerinde ve yemek hizmetlerinde yüzde 70 garanti verilmiş. Yenilmeyen yemeğin parası bile verilecek” diye konuştu. Aynı zamanda EBRD’de yer alan bilgilerde 180 günden fazla sürede bitirilemeyen işlerin askıya alınacağı, yani fesih hakkının olduğunu aktaran Kasap, “Kocaeli, Kütahya, Gaziantep, Ankara Etlik ve İzmir Bayraklı şehir hastanelerinin inşaatları uzun yıllardır bitirilememesine rağmen bu haktan yararlanılmadı ve kamu zarara uğratıldı” ifadelerini kullandı.


‘SON VERECEĞİZ’

Bakan Koca’nın “ticari sır” diyerek paylaşmadığı sözleşmelerin yabancı bankaların sitelerinde bu maddelerle yer aldığını vurgulayan Kasap, şunları kaydetti: “Asgari ücreti bile enflasyon ve kur farkına karşı korumayan iktidar söz konusu yandaşları olunca bu sözleşmelerde enflasyon ve kur garantisi vermiş durumda. Biz bu soygun düzenine ilk seçimde son vereceğiz” 

Sarp Sağkal / Cumhuriyet