(I)- Anmak ve toplumsal riya
Cem Karaca anılarımda benim gençliğim demekti, ’80’ öncesi neredeyse İstanbul’daki hiçbir konserini kaçırmamaya çalışarak gittim; o nereye ben oraya. Son yılları tartışmalı olsa da ki tartışılır; bazı “koca koca solcu ağabeylerin, ablaların, örgüt başlarının” döndüğü, değiştiği süreçte Cem Karaca da değişti birçoğumuz gibi ama hiçbir zaman geçmişine, sola hakaret etmedi, kötülemedi, küfretmedi. DYP’ye geçip müteahhit olanı, ihale peşinde koşanı da gördük, ANAP’ı, Özal’ı destekleyip liberal olanı da fabrika sahibi olup sendikalaşan emekçileri işten atanını, Erdoğan’ı demokrat, dönemini ileri demokrasi ilan edip, televizyonlarda “Erdoğan’ın açtığı demokrasi kapısından geçmek gerekir” diyen adında devrimci ve sosyalist olan parti başkanını verdiği desteği ve aldığı teşekkürü de. Bu insanlar yakınımızdan çevremizdendi, birçoğuyla geçmişte birlikte sisteme karşı mücadele etmişliğimiz de vardı.Oysa Cem Karaca hayatı boyunca muhalif-protest şarkılar söylemiş, sol yapılanmalara destek vermiş tek kişilik bir sanatçıydı. Az önce saydıklarım o partilere destek verenler, o liderleri demokrat ilan edenler hiçbir bedel ödemezken “hain” ya da “dönek” damgası yemezken Cem Karaca ve ailesi hayatları boyunca ağır bedeller ödediler; ’70’li yıllarda sağcılar, 12 Eylül’de eli kanlı darbeciler ve dönemin yalaka medyası “hain” ilan ederken, yıllar süren sürgün ve yalnızlık sonrası ülkesine döndüğünde medyanın yalan haberine inanıp “aldatılan” bazı solcular tarafından da “dönek” diye damgalanmış, bunun da bedeli ağır ödettirilmişti.
Bir zamanlar “1 Mayıs Marşı”, “İşçi Marşı”, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” gibi şarkılarıyla sokakta yürüyenlerden, alanları dolduranlardan bazıları, bazı “eskiden solcular” kendi vicdanını rahatlatmak için başkalarını damgalamayı seçebiliyor, ötekine devlet olabiliyordu.
Medyanın yalan haberleriyle, her zaman olduğu ve Ahmet Kaya’da da yaşadığımız gibi başlatılan linç kampanyalarından Cem Karaca da payına düşeni aldı ve cenazesine riyakar insanların katılmasını istemedi. Toplumsal riya, ikiyüzlülük üzerine geçen yıl nisan ayında bu sayfada iki yazı yayımlamıştım.
O yazılardan birinde şöyle demiştim: Özellikle ’80’lerden bu yana içinde yaşadığımız “yenidünya” düzeninde alkışlananlar ‘Maskaralık yapanlar’, kral öldüğünde kral olabileceğini sanan soytarılar, yalancılar, hırsızlar, yağdanlıklar oldu. Bu maskeli soytarıların sol kökenli olanlarını ne yazık ki birçok iyi niyetli safdil insan hep solcu, aydın ve iyi insanlar sandı, fakat onlar çoktan sınıf atlamışlar, yaşam biçimlerini değiştirmişlerdi.”
Yaşanan 42 yıllık süreçte geçmişin erdemleri/değerleri yok edilerek, yükselen değerler adına yeni yaşam biçimleri, yeni değerler oluşturuldu. Bu koşullarda kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan insanlar ötekileştirildi. Sol muhalif kesimlerde de bazılarımız, bu ötekileştirmeleri kabullendi. Ötekine devlet olmayı, devlet gibi davranmayı bir erdem saydı.
Kürtlere, diğer etnik kökenlere, LGBTİ bireylere, farklı düşünenlere devlet gibi zulüm uygulamasalar da mesafeli, tepkisel davrananlar, devletle eş zamanlı “ötekileştirenler” oldu.
SAĞCILAR KOMÜNİST-HAİN, SOLCULAR DÖNEK DİYE DIŞLADI
Anadolu rock müziğinin en önemli temsilcilerinden olan Cem Karaca yaptığı müzikle, söylediği şarkılarla olduğu kadar ’70’li yıllarda sol siyasi duruşu ile de öne çıkmıştı. Şarkılarında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında yargılama süreci başlatılan Cem Karaca, yurt dışında olduğu sırada Amerikancı, kanlı faşist 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşmiş, hakkındaki yargı sürecinin tamamlanması için geri çağrılmıştı. Bu çağrıyı reddeden sanatçı 1983’te “Türk vatandaşlığından” çıkarılmıştı. Öncesinde ve bu süreçte devlet ve magazin medyası tarafından “hain” olarak damgalanmıştı. Darbe öncesi yıllarda da sağcılar, faşistler tarafından hain-komünist ilan edilip dışlanan tehditler alan Cem Karaca için bu “yeni durum” çok daha zorluydu. Öncelikle dilini bilmediği bir ülkede, Almanya’daydı, parasızdı ve en önemlisi de ailesini eşini, oğlunu, annesini göremeyecek, dokunamayacak durumdaydı. Yurt özlemi ve aile, arkadaş, dost özlemi çekiyordu.NÂZIM HİKMET’TEN CEM KARACA’YA YURT VE EVLAT ÖZLEMİ
Nâzım Hikmet’in yıllarca yaşadığı, şiirlerine yansıdığı “memleket” özlemini, memleketinin sokaklarında dolaşamamayı, oğlundan uzakta olmayı, dokunamamayı, sevememeyi, yaşamına tanıklık edememeyi yaşamak da kanlı darbe yıllarında Cem Karaca’nın payına düşmüştü. Tıpkı sonraki yıllarda ülkemizin yüz akı, unutulmaz sinema, müzik sanatçılarımız Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya gibi.
Nâzım Hikmet “Memleket” şiirinde “Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun? Memet! Memet!” diyordu.
“Vapur” şiirinde de özlemin yakıcılığını şöyle dillendirmişti:
“Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
***
(II)- Anmak ve toplumsal riya
Cem Karaca “Tamirci Çırağı”nı (1975) yaptıktan sonra, ’70’li yıllar boyunca dozu gittikçe artan, halkın sorunlarını dile getiren, işçi sınıfını öne çıkaran, sınıf eksenli şarkılar yapmayı sürdürür. “Tamirci Çırağı” büyük ilgi görür, gelecek yıllara, bugünlere taşır Cem Karaca’yı. Duruşunda kararlıdır, yapılan saldırılar, baskılar, açılan davalardan yılmaz, geri adım atmaz.’76’da yine Dervişan’la yıllarca dillerden düşmeyen “Parka”yı yapar. 1977 yılında da Cem “Karaca ve Dervişan olarak “Yoksulluk Kader Olamaz”, albümünü yapar. Can Yücel’in aynı adlı şiirinden Taner Öngür’ün bestelediği “İşçi Marşı” da vardır albümde.
’77-78 yıllarında ülkede toplumsal muhalefet de işçi sınıfının, işçi-öğrenci gençliğin de eylemliliği de yükselmiş, fabrikalarda grevler, okullarda boykotlar yaygınlaşmıştır. Bu durumdan ülkeyi perde önünden ve arkasından yönetenler rahatsızdır. 1 Mayıs 1977’de onlarca insanın katledildiği kanlı 1 Mayıs saldırısı yaşanır.
Cem Karaca ve Dervişan, o günlerde sözü, müziği Sarper Özsan’a ait olan “1 Mayıs Marşı”nı söyler. Aynı yıl Sözleri Bertold Brecht’ten uyarlanan ve Sarper Özsan tarafından bestelenen, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” (1978) şarkısı bir başka Cem Karaca-Dervişan şarkısı olarak sloganlaşır. Artık insanlar alanlarda, sokaklarda Cem Karaca şarkılarıyla yürüyordur.
Dervişan’la yollarını ayırdıktan sonra Edirdahan ile birlikte yaptığı, Türkiye’deki son plak çalışması olan “Safinaz” (1978) adlı albümde “Karam” ve “Şeyh Bedrettin Destanı” da yer alır. Cem Karaca’nın verdiği konserler olaylı geçiyor, saldırılara uğruyorlardır. O günlerde Londra’dan aldıkları konser teklifini değerlendirip, yurt dışına turneye çıkarlar. Böylece Cem Karaca’nın uzun soluklu yurt dışı macerası da başlar.
14-17 Haziran 1979 tarihleri arasında Zülfü Livaneli ve Selda Bağcan ile birlikte bir konsere katılan Cem Karaca sonrasında Selda Bağcan ile birlikte 25 şehirde konserler verir. Almanya’da yaşamaya başladığında Türkiye’de de 1 Mayıs isimli plağında “komünizm propagandası” yaptığı iddiasıyla Sarper Özsan ile birlikte yargılanmaya başlar. Tarihler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Cem Karaca’nın da ülkenin de geleceğini karartan, etkisi bugünlere kadar süren kanlı darbe olur.Devletler, devlet aparatları, kurumlar ve insanlardan oluşan devletçikler kendilerini “Korumak ve kurtarmak” için iç ve dış düşmanlara ihtiyaç duyarlar, yoksa da yaratırlar. Medya da kimi zaman insanlar oplum üzerinde devlet aparatı olarak kullanılır.
Cem Karaca’nın vatandaşlıktan çıkarılmasını başlatan süreç de 1981’de basına yansıyan bir fotoğrafla ve yalan haberle olur. Hafta Sonu gazetesinde “Cem Karaca Gizli Hesaplar Peşinde” başlığıyla yayımlanan haberde Cem Karaca’nın Türkiye aleyhine yaptığı propaganda olarak sunulan fotoğrafta Cem Karaca, Münih’te elinde megafonla, bir protesto yürüyüşündedir, yanında Selda Bağcan da vardır. Kullanılan fotoğraf aslında iki yıllıktır, yeni ortaya çıkartılmıştır.Hemen arkasından darbeciler tarafından bir grup sanatçıyla birlikte Cem Karaca’ya da “Yurda dön” çağrısı yapılır. Çağrıya uymayıp ülkeye dönmeyeceğini açıklayan Karaca, 6 Ocak 1983’te Yılmaz Güney’le aynı gün Türk vatandaşlığından çıkarılır. Başka bir ülke yurttaşlığını da kabul etmeyen Cem Karaca artık vatansızdır.“Hayatımdan sekiz yıl çalındı” dediği Almanya günlerinde tıpkı Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi gurbette ülke özlemi yaşıyor, bu özlemi eserlerine yansıtıyor, ülkesine dönüp sanatını ve mücadelesini ülkesinde sürdürmek istiyordu.
“Şu adadan şu Bodrum’a yüzesim gelir
Yüzsem de çıkamam ki of be
Kuş olup da o yakaya uçasım gelir
Uçsam da konamam ki of be
Geceleri ben adada Bodrum’a bakardım
Işıkları ben görürdüm of be
Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım
Ve de nasıl özlerdim of be”
Şarkılarında dile getirdiği böylesine derin bir ülke özlemi yaşayan bir insanın acılı bir sürgünden ülkesine dönmek, oğluna, ailesine kavuşmak istemesinden daha doğal ne olabilirdi? Bu dönüş için kimle görüşecekti, kendisinin söylediği gibi “Bay Bush’la mı ya da İngiltere kraliçesiyle mi? Elbette bu ülkenin yöneticileriyle…
Cem Karaca da1985’te bir arkadaşının aracılığıyla Münih’e giden Başbakan Özal’la görüşüp ülkeye geri dönme isteğini bildirir. Özal “Evladım o zaman gelirsin Türkiye’ye, yargılanırsın. Çıkarsın yargı önüne, aklanırsın ve her şey yoluna girer. Madem ki bir suçun yok… Şarkı söylemek asla bir suç olamaz” der. Karaca, bu görüşmeden 2 yıl sonra 29 Haziran 1987’de Türkiye’ye döner, 1 gün sonra da Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanır ve hakkındaki tutuklama kararı kaldırılır. Aynı yıl içinde “Hep Kahır”, “Almancılar”, “Ceviz Ağacı”, “Çok Yorgunum” ve” “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkılarının da olduğu “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” albümünü çıkarır.Buraya kadar her şey normaldir, kimse Özal’la görüşüp ülkesine döndüğü için dönek demez. Fakat yine bir medya yalanıyla, yalan haber provokasyonuyla bir yaftalama ve linç kampanyası yaşanır. “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkısında eleştirdiği Oğuz Atay’ın tanımıyla “küçük aydınlar” bu yalana dört elle sarılır.
12 Eylül karanlığının yarattığı korku ikliminde bazı yenilmişlerin, dönenlerin vicdanlarını rahatlatmak için günah keçileri bulmaları gerekiyordur, “Cem Karaca Özal’ın elini öptü” yalanına sarılarak bulurlar da. Bu yalandan, sonra Cem Karaca’yı “dönek” diye yaftalarlar.“Özal’ın elini öpmedim” dediği duymazdan gelinir. Semra Özal’ın da Cahit Berkay’ın da “Cem Karaca Turgut Bey’in elini öpmedi, ben oradaydım, şahidim” demelerine inanılmaz. Bu iftira ve buna inanılıp dönek denmesi onu derinden yaralar. Oysa Turgut Özal’ın değil, elini uzatan Semra Özal’ın elini değil nezaketen parmaklarını öpmüştür.
Geçmişte yanlarında olduğu, destek verdiği kesimlerin bu yalana sarılıp “dönek” demeleri onu daha da yalnızlaştırır, savrulmasına yol açar.
Devletiyle, ötekine devletleşen insanlarıyla bu ülke sanatçısına düşünmeyi, düşündüğünü söylemeyi, yaşamayı, çok görüyordu.
***
(III)- Anmak ve toplumsal riya
Bugün yaşayan bütün kuşakları derinden etkilemiş olan unutulmaz Sanatçı; Şarkıcı, Besteci, Söz Yazarı Cem Karaca 18 yıl önce 8 Şubat 2004’de geçirdiği kalp krizi sonrasında 58 yaşında aramızdan ayrılır.
Kırgın çıkar son yolculuğuna Cem Karaca. Bir medya yalanıyla vatandaşlıktan çıkarılmış, bir başka medya yalanı ve iftirasıyla “dönek” damgası yemiştir. Medya yalanları bu kadarla da kalmamış, ölümüne kadar sürmüştür. Yalan ve iftiraya dayalı “dönek” damgası çok yaralamıştır onu. Şarkılarında, söyleşilerinde yanıt verir buna. Hürriyet’ten Yener Süsoy’un “Bunca yıllık delikanlı arkadaşım yoksa ‘dönek’ler arasında mıydı?” sorusunu “Kendi ülkeme olan özleminden dolayı ‘Ya devlet başa ya kuzgun leşe’ diyerek savcıların hakkımda toplam 200 sene ceza istedikleri bir rizikoyu göze alıp ülkeme dönmem şayet döneklikse, ben döneğim arkadaş!” diye yanıtlamıştır.
“Oh Be” adlı parçasında memleketine duyduğu özlemini, dönemeyişini anlatırken çok özlediği memleketine döndüğünde onu dönek olarak suçlayanlara da yanıt verir: “Ben döneksem döndüm diye memleketime Döndüm baba döndüm işte oh be”
Aynı söyleşide Marksizm’le ilgili soruyu da şöyle yanıtlar: “Marksist olmak da çok kolay bir şey değil, Marx’ı okudum, onayladığım çok tarafı var, diyalektik benim rehberimdir. Ama diyalektik materyalist değilim, çünkü inancım var. Bir zamanlar ateist olduğumu da zannettim ama sonra mukadderat denen şeyin insan hayatındaki önemini yaşadım.” Söyleşinin tamamını (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hayatimin-en-guzel-8-yilini-caldilar-39075471) okuyabilirsiniz.
EL ÖPME MESELESİ
“Ben Robert Kolejliyim, belli bir kültürden, belli bir aileden geliyorum. Bunu yapmam icap ediyordu. ‘First Lady’ konumundaki bir hanımefendiye benim gibi bir centilmenin yapması gereken oydu. Elini öpmek değil, dudakları çok hafif değdirmek. Bunun yağcılıkla ilgisi yok. Yener, namerdim ki, Turgut Bey’in elini öpüp başıma koymadım.”
“Bu buluşmanın ad ‘Özal’dan af dileme’ olabilir mi?
“Özür dilemek bir erdemdir, hata yapmışsam ben de özür dilemesini bilirim. Benim özür dilemem gereken bir konu yoktu ki. Hatta sanırım özür dilenmesi gereken kişi bendim. Çünkü benim kutsal vatandaşlık hakkım üzerinde büyük spekülasyonlar yapılmıştı. Vatan haini bile ilan edilmiştim. Hayatımın en güzel sekiz yılı çalınmıştı.”
“Ben bir rock ozanıyım” diyen Cem Karaca solun kendi içindeki sürtüşmelerden, ayrışmalardan ve bunun kendi deyimiyle “Gayriinsani tavırlarda kendini dışa vurmasından” rahatsızdır, usanmıştır, bunun yarattığı bir bezginlik hali yaşar.
’80’lerin sonundan ’90’ların başına kadar çıkardığı albümlerle başarı kazanmayı sürdürür. Tüm yaşadıklarına rağmen şarkı sözlerinde bulunan eleştirilerini azaltmaz. Bu eleştirilerini mizahi ve ironik bir dille yapar.
Cem Karaca sol yapılanmalara destek verip gecelerinde şarkılar söylerken, muhalif şarkılar yaparken, sağcılar ve devlet tarafından “hain-komünist” diye damgalanırken, dönek diye yaftalayıp dışlayanlarca muhalif, aydın sanatçı sayılırken, ülkesine dönmek için başbakanla görüşünce ya da Müslüman-dindar olmayı seçince muhalif aydın olmaktan çıkmış mı oluyordu? Oysa ülkesine döndükten sonra da bir iki şarkısını ayrı tutarsak muhalif şarkılar söylemeyi sürdürmüştür Cem Karaca.Geçmişte müziğin siyasal tartışma alanına taşınmasında öncülük yapan sanatçılardan biri olmuş, işçi sınıfı Cem Karaca şarkılarıyla, Cem Karaca işçi sınıfıyla bütünleşmiştir. Müzik yapmaktan başka bir yolu olmayan bir müzisyenin gurbet elde hayatta kalma çabası zorlu geçer. Memlekete döndüğünde bir parça yorgun, kafası karışıktır Cem Karaca’nın.
Son büyük konseri 17 Ocak 2004’te Ankara Saklıkent’te olur. Son günlerinde Aydın Şeref, Zafer Şanlı, Mahmut Özen, Gür Akad ve Barış Göker’den oluşan “Yol Arkadaşları” grubuyla sahne alır, konserler verir.
YALNIZLAŞMA SÜRECİNDE YAŞADIĞI SAVRULMALAR
Cem Karaca’nın eleştirilecek yanları yok muydu? Elbette vardı. Müziğini çok seviyor, bugün hâlâ dinliyor, yazımda söz ettiğim konularda savunuyor olsam da benim de eleştirdiğim çıkışları, savrulmaları, yanlışları vardı tabii ki.
Eşinin “Son yıllarında dindarlaştığını, sahneye besmelesiz çıkmadığını” söylediği Cem Karaca’nın, o dönem “Hizmet Hareketi” olarak tanımlanan yapılanmayla F. Gülen’le yakınlaşması, Gülen’den, Mehmet Şevket Eygi gibilerinden övgüyle söz etmesi Gülen’in “Gurbet Ufukları” adlı CD’sinde “Emeği karşılığı para aldığını, ortada profesyonel bir iş olduğunu” söylese de “Hazan” şiirini seslendirmesi, yapılanmanın toplantılarında, televizyonunda konserler vermesi, bana göre en önemli hatası, savrulması, sapmasıydı.Beni şaşırtansa iyi eğitimli, kendini yetiştirmiş, kültürlü birikimli, hayat tecrübesi olan, ömrünü solcular arasında geçirmiş bir sanatçının Gülen gibi, Eygi gibi çapsız, sol düşmanı insanlara övgüler düzüyor olması, “Gülen Hareketi”ne destek vermesiydi.1977 sonrasında sözü ve Besteci Sarper Özsan’a ait olan “1 Mayıs Marşı” ve plağın diğer yüzündeki sözleri Bertolt Brecht’ten uyarlanan, Sarper Özsan bestesi “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Selini” parçalarını seslendirmesi TİKP üyesi olan Sarper Özsan’la iş birliği, Cem Karaca’yı da etkiler, partinin gecelerinde sahneye çıkmaya başlar. Bunlardan birkaçına izleyici olarak ben de katılmıştım. En unutulmaz konseri Spor Sergi Salonu’nda 10 bin kişinin katıldığı şenlikte verdiği konserdi.
1 Mayıs plağında şunlar yazılıdır: “Bu plak radyolarınızda çalınmaz, televizyonda da izleyemezsiniz. Ancak bir yürüyüşte yüz binler söyler bir ağızdan, yarını nasırlı elleri, pırıltılı beyinleri ve gereğinde balyoz gibi yumruklarıyla kuracak olan işçi, emekçi, köylü ve yiğit halkımız söyler.”
Halk Ozanı Abuzer Karakoç’un amansız hastalığa yakalandığı günlerde ilik nakli için yurt dışına çıkabilmesine katkı olması için, Sadık Gürbüz’den Hasret Gültekin’e, Cem Karaca’ya çok sayıda sanatçının katıldığı bir dayanışma konseri düzenlenmişti. Her sanatçı 2-3 parça seslendiriyordu. Sıra Cem Karaca’ya gelip, sahnedeki yerini aldığında bir grup insan yuhalamaya ve Özal’ın partisini kastederek “Anavatan’a git, sen Anavatan’a” diye slogan atmaya başladığında Cem Karaca “Anavatan’dan ülkemi kastediyorsanız geldim işte. Benim tavrım, sözlerim her zaman tartışıldı, öyle olmasaydı ben şeyh, sizler de mürit olurdunuz” dedikten sonra şarkılarını söyledi.
***
IV- Arkadaşları ve oğlu Cem Karaca’yı anlatıyor
YouTube üzerinden yayın yapan kültür-sanat kanalı Pi Arte TV, Unutulmaz Sanatçı Cem Karaca’yı 18. ölüm yıl dönümünde yaptığı “Karaca Özel Programı”nda Türkiye’nin efsanevi müzisyenlerinin katılımıyla andı. Kanalın Yöneticisi Mahir Mircan’ın hazırladığı programa Moğollar grubunun efsane müzisyenleri Cahit Berkay. Taner Öngür, Grubun Solisti ve Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca, Kurtalan Ekspres grubunun efsane Basgitaristi Ahmet Güvenç ve Sinema-Tiyatro-Dizi Oyuncusu, Müzisyen Renan Bilek katıldı.Programda “Cem Karaca, Barış Manço ve Erkin Koray gibi efsanelerle çalışma olanağı bulan şanslı biri” olduğunu belirten Ahmet Güvenç, müzik hayatında elini ilk tutanın Cem Karaca olduğunu söylüyordu. Ahmet Güvenç sözlerine şunları ekledi:
“Cem Karaca hem tiyatrocu hem balet kadar ince bir fiziğe sahip… Ben onu Jethro Tull’daki Ian Anderson’a benzetirim. Görüntüsü öyledir, giyinişi öyledir, tavrı öyledir. Barış Manço’nun da Cem Karaca’nın da ortak noktası devamlı ellerinde kitap vardı bu insanlar, devamlı okurlardı.”
Cahit Berkay’ın, Taner Öngür’ün Cem Karaca’yla tanışma ve Moğollar olarak birlikte çalışma öykülerinden sonra Renan Bilek de Cem Karaca ile eğlenceli, komik tanışma öyküsünü anlattığı programda Cem Karaca’nın oğlu, Moğollar Grubunun Solisti Emrah Karaca “Çok iyi bir solistin oğlu olduğunu ne zaman fark ettin sorusunu şöyle yanıtladı:
“Kıbrıs’ta bir üniversiteyi kazandığımı babama söylediğimde, ‘Ben de Kıbrıs’a turneye gideceğim, birlikte gidelim dedi. ’93 yazıydı sanırım, ben o sene anladım babamın ne olduğunu. Kıbrıs’ta farklı bir durum var, burası gibi değil ne dönek diyen var ne başka biçimde yaftalayan var. ’60’larda, ’70’lerde nasıl bıraktıysa Kıbrıs öyle. Babam bir yerde konser veriyor olsun, başka bir yerde dünyanın en iyi sanatçısı olsun babamın işi yine ful çakardı. Ben bunu birebir yaşadım. Ben biraz iri bir adamımdır, babama bodyguardlık yapmak zorunda kalmıştım. Ben Cem Karaca’nın ne olduğunu Kıbrıs’ta anladım. Bu kadar büyük bir şarkıcı olduğunu biliyordum, anlatıyorlardı, ’70’lerde konserlerin nasıl olduğunu. Yurda döndüğünde Gülhane konserini hiç unutmam, Bir de Emek Sinemasındaki konserine gitmiştim. Onlarda zaten anlamıştım ama küçüktüm.
Biz aile olarak şanslı bir aile olamadık maalesef, yaşananlardan dolayı. Ben de bunu babamın şarkıları yüzünden diye düşünürdüm. Kısmen de doğruydu, babam bu şarkıları söylemeseydi biz bunları yaşamayacaktık. Fakat büyüyünce de işin renginin böyle olmadığını, o şarkıları söylemeseydi Cem Karaca olamayacağını anladım.”
BABAMIN KİMLİĞİNİ SİNDİRMEM ÇOK UZUN SÜRDÜ
Emrah Karaca’nın söylediklerinin en can acıtıcı bölümü babasının kimliğinden dolayı yaşadığı sıkıntıları, travmaları anlattığı cümlelerdi: “80’leri hepiniz yaşadınız, Cem Karaca gibi bir figürün ailesi olmak tamamen hedef tahtası haline gelmekti. ’70’lerde de hedeftik, tamamen sol bir figür, sağcılar tarafından ölüm tehditleri alıyor, evini bombalamakla, beni kaçırmakla, öldürmekle tehdit ediliyor. Bunlar bitti 12 Eylül darbesi oluyor, ‘Vatan haininin bilmem nesi diye ben sokakta dayak yiyorum. Annemle her hafta cuma günü karakola ifade vermemiz… Bir manyak çıkıyor, ‘Cem Karaca yurda döndü diye ihbar ediyordu, pat bizim eve bir manga asker gelip evi arıyordu. Bu travmalar, kolay travmalar değil. Ben bunları yaşadıktan sonra babamın müziğini kabul etmem, babamın kimliğini sindirmem çok uzun sürdü.”Cahit Berkay Kâhya Yahya şarkısının ilginç oluşuşum öyküsünü şu cümlelerle anlattı: “Cem de ben de Ataköy’de oturuyoruz, 600’er lira kiramız var ve bazen ödemekte zorlanıyoruz. Baktım Altın Kuşadası Güvercin Beste Yarışması yaklaşıyor, 10 bin lira da ödül var, çok da cazip. Ben bir beste yaptım, Cem de söz yazar dedim, konuyu anlattım. Önce itiraz etti yarışmaya katılmaya, besteyi dinleyince beğendi. Ben besteyi gönderdim yarışmaya bir süre sona finale kaldığı haberi geldi. Cem’i akşam yemeğine davet ettik “Teşekkür ederim, güzel söz, şarkı finale kaldı, buna katılmamız lazım, dedim. İtiraz etti, ‘hayır’ dedi. O zaman ben katılırım, ben söylerim deyince kızdı ‘Olmaz sen şarkıcı değilsin’ dedi. Söylersin, söyleyemezsin derken kabul etti söylemeyi ve katılmayı. Gittik, yarışmaya katıldık ve aldık 10 bin lira ödülü.”ÜLKENİN, BU COĞRAFYANIN AYIBI
Söz alan Renan Bilek de “Burada dikkat edilmesi gereken şeyler var, bu insanlar öyle bir dönem yaşattılar ki bu ülkeye, yaptıkları işe olan inançları, titizlikleri… İki eski arkadaş ve 10 bin lira çok önemli bir para, bahsedilen isimler Cahit Berkay ve Cem Karaca. Bu ülkede bunun hesabını yapmak zorunda kalmaları bu ülkenin, bu coğrafyanın ayıbıdır” dedi.
Mahir Mircan’ın “Neden bağınız hiç kopmadı? sorusuna verilen yanıtlar şöyle:
Cahit Berkay: “Biz Cem’le önce arkadaştık sonra iş ortağı. Cem’i yakından tanımayanlar sadece şarkılarını bilirler ama Cem Karaca eşi benzeri olmayan bir müzisyendi. Hem ozan olağanüstü şarkılar, besteler yapıyor, sözler muhteşem hem de sahnedeki duruşu harika bir de bir ses vardı. Birçok özellik Cem’in üzerinde toplanmıştı.”
Taner Öngür: Sadece iyi bir şarkıcı, iyi bir sahne adamı, iyi bir ses değil, bir kültür adamıydı. Kültür deyince işin içinde siyaset var, tarih var, tasavvuf var. Her şeyi bilen bir adam, kültürü çok zengindi. Çok zeki bir adam, okumaya meraklı. Ben Türkiye’de şarkı söyleyip, şarkı yapıp da kültürü bu kadar zengin, temeli olan bir insan daha görmedim. Sınıfsal çekişmeleri, kapitalizmi, hayatı, neyin nereye gidebileceğini iyi bilen biriydi. Yaşadığımız bugünde bile söylediği şeylerin arkasındaki temel ortada. Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel. Yoksulluk kader olamaz tam bugünün şarkısı.
Aynı zamanda evrensel bir durum, bir John Lennon, Ian Anderson, bütün bu müzikte bizim çağdaşlarımız onlar da kendi ülkelerinde benzer şeyleri yaptılar. Cem de bunu bir çağdaşları olarak, ayakları bu topraklara basan birisi olarak yaptı. O yüzden çok da evrenseldi.
Emrah Karaca: Hayatını karartan koskocaman iki yalan haberle Cem Karaca bu dünyadan göçtü gitti. Biri ülkesine ihanet etti demişti Hafta Sonu gazetesi, o haberler yüzünden vatandaşlıktan atıldı, ikincisi de döndü geldi cumhurbaşkanının elini öptü dediler. O haberle de dönek damgasını yedi. Bunların tamamen yalan olduğunu anlatmak bizim elimizde.
MESUT KARA / EVRENSEL
NOT: Meraklısına Necdet Şen'in yazısını okunmasını öneririm.(http://derkenar.com/necdet-sen+solun-cem-karaca-ile-imtihani)