OLAYLAR:
OLAYLAR:
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevine mahkeme kararıyla dönen Candan'ın ataması yapıldı
Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör Naci İnci tarafından görevine son verilmesinin ardından mahkeme kararıyla görevine geri dönen Can Candan'ın ataması yapıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü öğretim görevlisi ve belgesel sinemacı Can Candan’ın görevine Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Naci İnci tarafından son verilmişti. Candan’ın konuyu yargıya taşıması üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma kararıyla üniversiteye geri dönen Candan, kampüse girişinde meslektaşları ve öğrencileri tarafından davul ve zurnayla karşılanmıştı.
Candan, bugün sosyal medya hesabından “Size iyi bir haberim var” başlığıyla paylaşım yaptı. Candan, paylaşımında, "İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 16 Şubat 2022 tarihli yürütmenin durdurulması kararı sonucu 16 Temmuz 2021 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere görevime tekrar atanmışım. (4 Nisan 2022 tarihli, Naci İnci imzalı yazı)” dedi.
Bu arada Boğaziçi akademisyenleri de rektörlüğe sırt dönme eylemlerinin bugün 315’incisini yaptı. “Sizlere basının hâlen alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüsümüzden sesleniyoruz” denilen akademisyenlerin açıklamasında şunlar kaydedildi:
“Bu haftaya bizleri sevindiren, bir yılı aşkın süredir kararlılıkla sürdürdüğümüz mücadelemize güç katan önemli bir haberle başlamak istiyoruz. Hak yerini buldu ve sevgili meslektaşımız Can Candan, olması gerektiği gibi görevine geri döndü. Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Film Çalışmaları Programı öğretim görevlisi ve belgesel sinemacı arkadaşımız Can Candan, 16 Temmuz 2021’de Naci İnci tarafından mesnetsiz iddialarla ve hukuksuz bir şekilde görevinden alınmıştı. Israrlı bir hukuk mücadelesi sonucunda üst mahkemenin daha önce verdiği yürütmeyi durdurma kararının ardından, 4 Nisan Pazartesi günü değerli hocamız Can Candan’ın görevine resmen tekrar atandığını öğrendik. Can Hoca’mızın öğrencilerinin devam eden mağduriyetlerinin son bulması için bu dönem vermekte olduğu derslerinin resmi olarak tanınmasını talep ediyoruz."
Can Candan, Boğaziçi Üniversitesi’nde davul zurnayla karşılandı
Boğaziçi’nde atanmış rektörün görevden aldığı Can Candan yargı kararıyla geri göndü.
Boğaziçi Üniversitesi’nde Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünde tam zamanlı öğretim görevlisi olan ve 2007'den beri üniversitede eğitim veren Can Candan, rektör Prof. Dr. Naci İnci tarafından görevinden uzaklaştırılmıştı. Candan, üniversiteye geri döndü; öğrencileri ve akademisyen arkadaşları davul zurnayla karşıladı.
Candan, 13 Ağustos 2021’de yürütmenin durdurulması ve iptali için dava açmıştı. Eğitim-Sen de daha sonra bu davaya müdahil oldu. İstanbul 2. İdare Mahkemesi 20 Ocak 2022’de talebi reddetse de Candan’ın karara itiraz etmesinin ardından 7. İdare Dava Mahkemesi, 16 Şubat’ta yürütmenin durulmasına karar vermişti. Bu sayede de esastan karar alınana kadar Candan okula geri dönmüş oldu.
Üniversitede akademisyenlerin her gün gerçekleştirdiği nöbette bir açıklama yapan Candan, şunları söyledi:
'Açlığın dini, yoksulluğun vatanı yoktur. Milliyet, ümmet hepsi hikâye. Ulusu, dini ne olursa olsun bütün patronlar işçilerden çalıyor.'
“The American Prospect” isimli internet sitesi,(https://prospect.org/power/how-oligarchs-stash-money-in-foreign-real-estate/) Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetiminin başındaki Barzani ailesinin ABD’de biriktirdiği servet ve gayrimenkullerinin dökümünü yayınladı. Haber adı geçen sitede 6 Nisan’da yayınlandı. “Yeni Yaşam” gazetesi 7 Nisan’da “Oligark Barzaniler” başlığıyla haberi manşetinden verdi. Demek, haberi çok önemli bulmuşlardı. Yeni Yaşam, bizim taraftaki Kürt siyasal hareketine yakın bir gazete. Not edip geçeyim.
Haberin içeriği şu: The American Prospect yazarları Zack Kopplin ve Basma Humadi, kara paraları görünmez hale getiren ve yüksek zenginlere hizmet veren “Virginia”lı emlak avukatı Dan Withers'ın müşterilerinden birinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani'nin ailesi olduğunu ortaya çıkardı.
Barzani ailesi federe Kürdistan’ı nesiller boyunca yarı monarşi olarak yönetti, muvazaalı petrol, telekom ve emlak anlaşmalarıyla büyük servet biriktirdi. Yani Kürt halkına, emekçisine ait olanları çaldı, yağmaladı, özelleştirdi. Sadece Neçirvan Barzani değil, Kürdistan Bölgesel Yönetim Başbakanı olarak görev yapan kuzeni Mesrur Barzani de Miami'deki sekiz haneli bir emlak yatırımını gizlemek için Amerikan kurumsal gizlilik yasalarının etrafından dolanmıştı.
Ancak Neçirvan Barzani’nin adı doğrudan sahiplik belgelerinde görünmüyordu. Bunun yerine, bu varlıklar, çalışanlar, arkadaşlar ve aile dahil olmak üzere karmaşık vakıf fonları ve aracı sistemlerin arkasına gizlenmiş durumdaydı.
Nasıl bir servetten söz ediyoruz? The American Prospect, ABD'nin Virginia eyaletine bağlı Fairfax ilçesinde belediyeye sınırları dışında bir alan olan McLean ve Dubai arasında, akrabaları ve ortaklarıyla bağlantılı dokuz rakamlı paralarla ifade edilen yaklaşık 300 mülk tespit etti. Demek ki dokuz rakamlı paraları 300’le çarpacağız toplama ulaşmak için.
Anlaşılacağı gibi sadece ABD’ye kaçırmamışlar çaldıkları paraları. Dubai mülk verilerinin sızdırıldığı bir hesap defterine göre, Kürt başkanın merhum teyzesinin kocası Salar Hakim, şehirdeki en büyük Iraklı mülk sahibi. Salar Hakim şehir genelinde en az 288 farklı gökdelen dairesinin sahibi görünüyormuş. Tabii Salar Hakim Kürdistan’da önemli görevleri de elinde tutuyor, teyze kocası kontenjanından. Kürdistan Uluslararası İslam Bankası'nın başkanı. Bankanın hisselerini de diğer akrabalar elinde tutuyor. Yani adının ifade ettiğinin tam tersine Kürdistan Yerel Aşiret Bankası niteliğinde. Öyle büyük bir bankadan söz etmiyoruz. Habere göre bankanın son yıllık raporu, sahip olduğu tek mülkün Irak Kürdistanı içinde ve yaklaşık 16 milyon dolar değerinde olduğunu gösteriyor. Demem o ki, teyze kocasının servetinin bu bankadan kaynaklanıyor olması imkansızdır.
***
Peki, bu hırsızlığı nasıl öğrendik? Bizim parçadaki Kürt siyasal hareketine yakın gazete sayesinde. Onlar, bu haberi çok önemsemişlerdi, “Oligark Barzaniler”in hırsızlıklarının teşhir edilmesi onlar için de önemliydi. Ama gelin görün ki Barzaniler öyle sıradan bir oligark değil. Kürdistan Bölgesel Yönetimi denilen yerin sahibi, tapusu onlarda. Amerikalılarla iş birliği yaparak, onların Irak halkına acımasız saldırısına arkalarını dönerek, destek olarak aldılar tapuyu. Bedeli milyonu aşkın Iraklı'nın yok yere öldürülmesidir. Bütün büyük servetler gibi Barzani ailesinin servetinin temelinde de kan ve gözyaşı vardır.
Bütün bunların sonunda bir “Kürdistan” ortaya çıktı ama orası Kürtler'in Kürdistanı değil, Barzaniler'in “Barzanistan”ı. Normal bu da. Fransız Devrimi’nin halesindeki burjuva Cumhuriyetçi akımının bir örneğinden de söz etmiyoruz nihayetinde, alavere dalavere sonucu kurulan ilkesiz, şekilsiz bir siyasi haritadan söz ediyoruz. Sonucu şu; Kürt emekçileri eskiden Irak siyasi sınırları içinde sömürüyorlardı, şimdi Kürdistan siyasi sınırları içerisinde sömürülüyor. Kürt yoksulları Iraklı bir avuç asalak onlardan çaldığı için yoksuldu, şimdi bir avuç Kürt asalak onlardan çaldığı için yoksul.
***
Bir soru daha: Neçirvan Barzani ve akrabalarının hırsızlığını münferit bir olay sayabilir miyiz? Tabii ki hayır.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 2006 yılına ait olan ve Wikileaks tarafından sızdırılan belgelerinde, Barzanistan’ın en önemli sorununun “yolsuzluk” olduğu belirtilerek, ihale almak isteyen bir şirketin öncelikle KDP veya KYB'den üst düzey bir ismin işaret edeceği bir şirkete yüzde 10 ila 30 civarında ödeme yapması gerektiği, ihaleyi alabilmek için ayrıca ilgili bakanlığa da yüzde 10 komisyon ödemesinin şart koşulduğu kaydediliyordu.
2012-2017 yılları arasında Kürt bölgesinde ABD ve İsrail’in desteğiyle 45’ten fazla petrol kuyusunu ele geçiren Mesut Barzani, Habur Sınır Kapısı, Korek Telekom, doğalgaz-petrol gelirleri ve merkezi hükümetten aldığı payları şahsi servete dönüştürdü. Malvarlığının 55 milyar doları bulduğu iddia ediliyordu. Mesut Barzani'nin aşireti, siyasi rakibi olan Talabani ailesiyle birlikte petrol zengini olan bölgenin ekonomisini elinde tutuyordu. Barzani başında olduğu, oğlu, kardeşleri ve yeğenlerinden ibaret bir derebeylik düzeni kurulmuştu. Göstermelik Maliye Bakanlığı kurumuna rağmen tüm gelirler Barzani'ye ait şahsi hesabındaydı. Türkiye, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Kıbrıs ve İngiltere gibi ülkelerde büyük yatırımları vardı. Aşirete direkt veya dolaylı bağlı şirketler denizcilik, lojistik/taşıma, gıda, madencilik, inşaat ve petrol ticareti başta olmak üzere birçok sektörde faaliyet yürütüyordu. Haliyle Kürt Bölgesel Yönetimi'nin neredeyse her kademesi Barzani aşireti üyeleri tarafından paylaşılmış durumda. Özet Barzanistan tablosudur.
Tabi bu arada bölgede yoksulluk da hırsızlıkla aynı hızda artıyor. Çalınan, yağmalanan Kürt halkının varlıklarıdır çünkü. Zenginlerin yükselmesi için yoksulların daha aşağılara itilmesi, düşürülmesi gerekir.
***
Kürdistan Kürtler'e refah ve özgürlük getirmedi, evet. Bunun bir de “ümmetçi” karşılığı var. Bizim İslamcılar da “Huzur İslam’da” nidalarıyla geldiler. Güya daha Müslüman olursak, daha dindarlaşırsak açlar doyacak, mazlumlar zulümden kurtulacaktı. Yalandı tabii. Neden İslam’da huzur olsun ki? Tarihi gösteriyor, İslamcılığın girdiği yerde ot yeşermez. Geldiler, yerleştiler, tek uğraşları çalıp çırpıp sınıf atlamak oldu. Yatlar, saraylar, lüks araçlardan geçilmiyor ortalık. Camiye namaz eda etmeye bile binlerce koruma, onlarca araçla gidebiliyorlar. Öyle ki, Emevi-Abbasi saraylarının şatafatı bunların zevküsefasının yanında çok mütevazi kalır.
Bilinenler bunlar, bilinmeyenler var bir de. 1100 odalı bir tane yaptırdılar yetmedi, Osmanlı'dan kalan bütün sarayları “çalışma ofisi” yaptılar, halka kapattılar. Geçen gün o çalışma ofislerinden birinin girişindeki camiden bir gazeteci arkadaşımızı uğurladık. Bariyerle kapatılmış kapısını sarkık bıyıklı, ağır silahlı korumaların tuttuğu bir ibadethaneye ilk kez tanık oldum böylece. Camileri bile özelleştirdiler, iç ettiler özetle.
Bizdekilerle ilgili iddialar da havalarda uçuşuyor haliyle. İçlerinden sadece birinin servetinin 300 milyar doları bulduğu fısıldanıyordu taa birkaç yıl önce. Bunca hırsızlığın, yağmanın ortasında her şey mümkündür.
***
“Açlığın dini olmaz
Yoksulluğun vatanı
Kör olasın kahpe devran…”
Bir Grup Yorum şarkısının nakaratı bu. Açlığın dini, yoksulluğun vatanı yoktur. İşte sonuç ortada. Huzur ne milliyetçilikte ne ümmetçilikte. Yolsuzluğun da hırsızlığın da Türk'ü-Kürt'ü, Müslüman'ı-Hristiyan’ı yok. Bunlarda huzur bulamazsınız. Huzur bulamazsınız ama biriktirecek servet, atlayacak sınıf, lüks, şatafat, saltanat, eş-dost kayırma, yoksul kanı içerek semirme bulursunuz.
Milliyet, ümmet hepsi hikâye. Ulusu, dini ne olursa olsun bütün patronlar işçilerden çalıyor. Üzerine konuşabileceğimiz, plan yapabileceğimiz tek sosyal kategori var yani; sınıftır o da.
Açlığın dini olmaz, yoksulluğun vatanı. Anamız amele sınıfıdır, bizi birleştirecek tek gerçek bu!
Orhan Gökdemir / SOL
OLAYLAR:
MÖ 563 - Gautama Buddha, doğdu. Hindistanlı dini lider ve Budizmin kurucusu (ö. MÖ 483)
1336 - Timur, Timur İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı (ö. 1405)
ÖLÜMLER:
Siyasal İslamcı hareket, öteden beri mali kaynak yaratmak için halktan çeşitli vesilelerle para toplama ve bunu çeşitli insani yardım örgütleri vasıtasıyla yapma geleneğine sahip. İHH ve Deniz Feneri bunların en bilinenleri. İHH’nın “Kayıp Trilyon Davası” ile başlayan tarihi, CHP’lilerle çektirilen samimi fotoğraflarla devam ediyor.
İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ya da kısaca İHH, İslamcı hareketin icat ettiği sözde yardım kuruluşlarından biri. Esası cihatçı bir sivil toplum örgütü! Yüzün üzerinde ülkede faaliyet gösteriyor, büyük paralara hükmediyor.
Örgüt adını Bosna Savaşı’nda duyurdu, kısa süre sonra vakfa dönüştü. Bosna Savaşı'nın ardından Çeçenistan, Filistin, Kosova, Suriye gibi İslamcı hareketlerin etkin olduğu savaş bölgelerine faaliyet gösterdi. Temel motivasyonu cihatçı çetelere yardımdı.
İslamcıların Bosna faaliyetleri “Kayıp Trilyon Davası” ile taçlandı. Davanın esası İHH’nın bir uzantısı olduğu Refah Partisi'nin Bosna savaşı sırasında topladığı yardımları zimmete geçirmesiyle ilgiliydi. 1990'lı yılların başlarında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte Yugoslavya'da etnik çatışmalar körüklenerek ülke bölünecek, bu süreçte de Siyasal İslamcı hareketlerden faydalanılacaktı. RP bu işe gönüllüydü. “Sırplar'ın katlettiği müslüman kardeşlerimiz” için yoğun bir propaganda kampanyası başlattı. Avrupa’da ve Türkiye’de vatandaşlardan Bosna'ya yardım için trilyonlarca lira topladı.
Fakat işler yolunda giderken tuhaf bir şey oldu. Dönemin Başbakan Tansu Çiller, 22 Şubat 1994’te, RP’nin yurtiçinde ve yurtdışında Bosna’ya yardım amacıyla topladığı paranın yarısının yerine ulaştırmadığını söyledi. Çiller’in iddiasına ilk yanıt RP Grup Başkanvekili Şevket Kazan’dan geldi. Kazan, “Çiller, RP yardımlarının yerine ulaşıp ulaşmadığını Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’e sorsun” dedi. Aynı gün Bosna-Hersek Ankara Büyükelçisi Hajrudin Somun, RP’den kendilerine para iletilmediğini açıkladı.
Bosna'dan gelen “Bize ulaşan para yok” açıklamasının ardından 1994'te açılan soruşturmada, Refah Partisi'nin kasası olarak bilinen Süleyman Mercümek'in banka hesaplarında toplam 16,5 trilyon lira olduğu ortaya çıktı. Para trafiği şöyleydi: “Bosna’ya yardım” adı altında toplanan paralar İHH’nın Almanya’daki hesaplarında toplanıyor, oradan Mercümek’in Almanya’daki hesabına aktarılıyor, oradan da yine Süleyman Mercümek’in Türkiye’deki hesabına akıyordu. Mercümek’in hesabındaki paralar, yurtiçinde ve yurtdışında birçok bankaya uğradıktan sonra RP’nin örgütlerine pay ediliyordu. Süleyman Mercümek, açılan davalar sonucu suçlu bulunarak 20 trilyon TL para ve 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Siyasal İslamcı hareket, öteden beri mali kaynak yaratmak için halktan çeşitli vesilelerle para toplama ve bunu çeşitli insani yardım örgütleri vasıtasıyla yapma geleneğine sahip. İHH ve Deniz Feneri bunların en bilinenleri. İHH, Milli Görüş hareketinin insanlardan para toplamak ve hem bu “gönüllü yardım” kampanyalarını siyasi bir kampanya olarak kullanıp hem de toplanan muazzam paraları denetlemek amacıyla kurduğu derneklerden biri. Bu model Bosna-Hersek’te yaşanan çatışmalar sırasında Milli Görüş hareketinin, daha sonra “Mercümek davası” olarak da kamuoyunda tanınacak olan kayıp trilyon davasında, halktan toplanan paraları örgüte “iç etmek” için ilk defa bu çapta kullanıldığında, kullanılan örgüt İHH idi. Dolayısıyla o dönem Milli Görüş kadroları olan AKP’liler için İHH, zaten hareketin bizzat kurduğu, organik bağları olan bir yapılanmaydı.
AKP çizgisinin Millî Görüş’ten ayrılmasının ardından İHH içinde AKP’liler ağır basmaya başlamıştı. İHH, halen AKP ya da Millî Görüş’ten birisine doğrudan doğruya ait değil, örgüt içinde iki çizginin de belirli bir etkisi var.
Ancak İHH, AKP döneminde hemen tüm dış politika açılımlarında hükümetin istediği doğrultuda işler yaptı. Mavi Marmara olayı bu iş birliğinin doruğuydu. İsrail'in baskın yaparak 9 kişiyi öldürdüğü Mavi Marmara gemisini İHH organize etmişti. Ancak iş, AKP'yle kol kola yapılıyordu. Aslında başta planlanan, gemide bazı AKP milletvekillerinin de gitmesiydi. Ancak İsrail'in katliama hazırlandığı anlaşılınca AKP'nin bundan çekindiği anlaşıldı.
Erdoğan ve İHH Başkanı Bülent YıldırımSuriye’ye Batının öncülüğünde yapılan saldırı İHH için yeni fırsatlar yarattı. Örgüt, aktif olarak Suriye’ye saldıran cihatçı örgütlerin yanında yer aldı, "Esed zulmünü" hedef alan açıklamalar yaptı.
Örgütün bu konuda oldukça kabarık bir sicili var. 1990'larda İHH'yı araştıran Fransız terörle mücadele savcısı Jean-Louis Bruguiere, İHH'nın “terörizm ve cihat ile açık, uzun süre devam eden bağları” olduğunu ve 1999'da El-Kaide üyesi Ahmed Ressam'ın Los Angeles Uluslararası Havalimanı'na bombalı saldırı girişiminde bulunmasında İHH'nın rol oynadığını iddia etmişti. 1996'da İHH çalışanlarından Erdinç Tekir, kendi ifadesiyle “Çeçenistan'ın sesini dünyaya duyurabilmek için” Avrasya feribotunu kaçırdı ve 3 yıl 8 ay hapis yattı. Çeçenistan’ın sesi dediği aslında Çeçen cihatçıların sesiydi. Tekir, 2010'da baskına uğrayan Mavi Marmara gemisindeki “aktivistler” arasında yer aldı. Danimarka Uluslararası Etütler Enstitüsü'nün 2006'da yayımlanan raporuna göre, 1997'de İHH'nin İstanbul bürosuna düzenlenen bir polis operasyonunda silahlar, patlayıcılar, bomba yapma talimatları ve “cihat bayrağı” ele geçirildi. Polisin el koyduğu belgelere göre, operasyonda gözaltına alınan İHH üyeleri Afganistan, Bosna ve Çeçenistan'da savaşmayı planlıyordu.
İHH'nın üye olduğu Suudi Arabistan merkezli Hayır Birliği koalisyonu, 2008'de Amerika Birleşik Devletleri tarafından Hamas’ın kendine para aktarmak için kurduğu bir örgüt olduğu gerekçesiyle terör örgütü ilan edildi. Almanya 2010’da, İHH'nın “Gazze'ye yardım adı altında topladığı paralarla, Hamas'ı ve terör faaliyetlerini desteklediği gerekçesiyle” faaliyetlerini yasakladı. 2012'de Türkiye'de İHH Başkanı Fehmi Bülent Yıldırım hakkında El-Kaide'ye para aktarmaktan soruşturma başlatıldı. The Times gazetesi, 2012'deki bir haberinde Suriye'ye silah sevkiyatı amacıyla Libya'dan Türkiye'ye gelen bir kargo gemisindeki silahların büyük bölümünün İHH tarafından Müslüman Kardeşler'e verildiğini yazdı. Rusya 2016'da, Türkiye'nin İHH'yı ve Beşir Derneği'ni kullanarak Suriye'deki IŞİD ve diğer cihatçı gruplara silah ve malzeme temin ettiğini iddia etti.
Yıl 2015. Şimdi İBB Başkanı olan Ekrem İmamoğlu o tarihte Beylikdüzü Belediye Başkanı. Suriye savaşı en harlı zamanlarında. İmamoğlu yönetimindeki belediye yardım topladı ve Suriye’ye ulaştırmak için harekete geçti. İmamoğlu yardım duyurusunu sosyal medya hesabından şöyle duyurdu: “Paylaşmayı seven ve mağdurun her zaman yanında olan Beylikdüzü halkı Suriyeli kardeşleri için seferber oldu. Beylikdüzü İHH'nın 8. yardım tırını uğurladık. Tüm yardımseverlerimizden Allah razı olsun.” Yani İmamoğlu topladığı 8 tır dolusu yardımı İHH’ya teslim etmişti.
Peki o yardım İHH’ya teslim edildikten sonra nereye gitti?
Bu adres ile ilgili pek çok iz ve işaret var. Suriye’deki cihatçı örgüt Ahraru’ş Şam’ın kurucusu Ebu Halid el Suri lakaplı Muhammed Behaya yayımladığı bir bildiriyle El Kaide üyesi olduğunu kabul etti. Bu şahıs, ABD Hazine Bakanlığı tarafından El Kaide lideri Eyman el Zevahiri’nin Suriye’deki temsilcisi olarak nitelenmişti. Görevi Nusra Cephesi, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi El Kaideci örgütlerle Zevahiri arasındaki teması sağlamaktı.
Suriye’de irili ufaklı onlarca cihatçı örgüt, binlerce cihatçı militan vardı. Şeriat mahkemeleri kuruyor, kafa kesiyor, insanları kırbaçlıyorlardı. O sırada AKP’nin sivil toplum örgütü İHH ile Ahraru’ş Şam arasından da su sızmıyordu. Ankara’da İHH tarafından düzenlenen bir konferansın konuşmacıları arasında Ahraru’ş Şam’ın basın sözcüsü olarak tanıtılan Ebu Abdurrahman es Suri ile Bülent Yıldırım vardı. Aynı Ebu Abdurrahman, cihatçı bir siteye verdiği röportajda El Kaide’nin kolu Nusra Cephesi için, “Nusret Cephesi’ndeki kardeşlerin atılganlığı, sebatları, kuvvetleri, iyi çalışmaları herkes tarafından bilinmektedir. Onlar Suriye devriminde lider konumdalar. Allah onlardan razı olsun. İyi muameleleri ve güzel ahlakları nedeniyle insanlar arasında seviliyorlar” diyordu. Bülent Yıldırım da Müslüman Kardeşler temsilcileriyle birlikte yaptığı basın toplantısında İslam Cephesi’nden büyük destek gördüklerini söylüyordu.
El Kaide'nin Suriye kolu Heyet-u Tahrir'uş Şam (Şam Kurtuluş Heyeti) Türkiye'den İHH'nın da aralarında bulunduğu “devrimlerinin gizli kahramanları” için ödül töreni düzenledi. Törende sahneye davet edilen İHH temsilcisi ödülünü HTŞ genel Emiri Şeyh Ebu Cabir ve El Kaideci Suudi Şeyh Abdullah el-Muhaysini'den aldı.
Şubat ayının ortalarında cihatçılara desteğiyle bilinen İHH'nin CHP'ye yaptığı ziyaret CHP Gençlik Kolları tarafından duyuruldu. CHP Gençlik Kolları'nın Twitter hesabından yapılan açıklamada “Genç İHH Başkanı Abdullah Muhammed İslam ve beraberindeki heyet, genel merkezimizde Genel Başkanımız Gençosman Killik'i ziyaret etti” denilerek ziyaretin fotoğrafı paylaşıldı. Paylaşım sosyal medyada CHP'lilerin tepkilerine yol açtı.
İHH’nın CHP ile sonuncu teması birkaç gün önce gerçekleşti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İHH ziyareti, İHH’nın Twitter hesabından duyuruldu. 4 Nisan’da gerçekleşen ziyaretin fotoğraflarına yer verilen paylaşımda “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu vakfımızı ziyaret etti. Ziyarette kendisine vakfımızın Türkiye ve dünya genelinde yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verdik” denildi.
“Kayıp Trilyon Davası” ile başlayan tarih, CHP’lilerle çektirilen samimi fotoğraflarla devam ediyor.
Orhan Gökdemir / SOL