11 Nisan 2022 Pazartesi

AKP’nin polisleri: İşçiye ‘Kafana sıkarım’; patrona ‘Emrinizdeyiz efendim’!+ Polisin 'Beynine sıkarım' dediği motokurye şikayetçi oldu / SOL

 


AKP’nin polisleri: İşçiye ‘Kafana sıkarım’; patrona ‘Emrinizdeyiz efendim’!(Sancak Yıldız-SOL)

Hakkını arayan ya da emeğini satarak yaşayanlara ‘Kafana sıkarım’ diyerek magandalık yapan polisler, söz konusu patronlar olunca ‘Emrinizdeyiz Efendim’ çizgisindeler.

Geçtiğimiz akşam, İzmir’de, trafik denetimi yapıldığı esnada; polisin, moto-kurye emekçisini ‘Kafana Sıkarım’ diyerek tehdit ettiği ve sonrasında da ‘ağzını burnunu kırarım’ diyerek darp ettiği görüntüler sosyal medyada hızlıca yayıldı. Kurye emekçisinin tehdit ve saldırıyla karşı karşıya kaldığı görüntülere vatandaşların tepkisi yoğun oldu.

İşçileri kafasına sıkmakla tehdit eden polislerin, söz konusu patronlar olunca nasıl davrandığını, son üç ayda yükselen işçi direnişleri ve eylemlerdeki birkaç somut örnek ile soL okuyucularına hatırlatıyoruz.

Tekirdağ’dan Gaziantep’e polisler patronların hizmetinde 

Gaziantep’te on binlerce tekstil işçisinin katılımıyla gerçekleşen grevler sırasında, Süleyman Soylu’nun kente geldiği günden itibaren bütün fabrikaların önünde emniyet güçleri tarafından abluka yaratıldı. Anayasal haklarını kullanan işçiler, polisler tarafından listelenerek fişlendi. Polisler, aynı listelerin patronlara verilmesi tehdidini savurmaktan da geri durmadı. Üstelik Bir-Tek Sen genel başkanı Mehmet Türkmen neredeyse her gün gözaltına alındı!

Tekirdağ’da yıllardır asgari ücretle ve hiçbir sosyal hakkı olmadan çalışan Pas South işçileri sendikalaşarak Petrol-İş Sendikası’na üye oldu. Hemen ardından ,işveren tarafından, çeşitli bahanelerle ve kademeli olarak onlarca işçi işten çıkarıldı. Ahlak ve iyi niyet kurallarını ihlal hükümleri içeren 25/2 maddesi ile işten atılan işçiler fabrika önünde direnişe geçti. 

Patron, boyun eğmeyen işçiler için emniyete koştu. Polisler direniş çadırını hiçbir belgeye dayanmadan, patronun şahsi isteği için, sabah baskını yaparak zor yoluyla kaldırma girişiminde bulundu. Direniş çadırlarının kaldırılmasını izin vermeyen işçileri aynı polisler ‘terörist olmakla, vatan haini olmakla’ bile suçladı!

İstanbul’da da, hiçbir ayrım gözetmeksizin, direnen emekçilerin karşısında, patronların yardımına polisler koştu.

Yine kötü çalışma koşulları ve sefalet ücretlerine karşı Birleşik Metal İş Sendikası’nda örgütlenen ve sonrasında işveren tarafından hukuksuzca işten çıkarılan 5 metal işçisi fabrika önünde direnişe geçmişti. Direnişe geçen 5 işçinin beklediği kapı önünde; emniyet, onlarca polis, sivil ekip aracı, akreplerle sabit bekleyişe geçerek patron adına bekçiliğe başladı.

Direnen işçi başına 5 polisin düştüğü fabrikada, emekçiler kötü hava koşullarında içeriye dahi alınmazken, patronun ricası ve misafirperverliğiyle polisler yemeklerini ile personel gibi içeride yedi! 

Yine geçtiğimiz hafta akademisyen kıyımı ile gündem olan Nişantaşı Üniversitesi’nde, akademisyenlerin duruma yoğun tepkiler göstermesi sonucu, süreç, gündem olmuş ve ertesi gün için okulun önünde eylem çağrısı yapılmıştı. Eylem günü , 25/2 maddesi ile işten çıkarılan, iki gün boyunca okulun yöneticileri ve güvenlik güçlerinin sözlü ve fiziki tacizlerine maruz kalan emekçilerin eyleminden önce de emniyet güçleri üç minibüs çevik kuvvet ve özel harekat, sayısını bilemediğimiz kadar sivil ekip araçları ve sivil polislerle hak arayışının karşısında yerini aldı. Emniyetin gözü önünde, akademisyenlerin gazetecilerle görüşmelerini fiziki tacizlerle engellemeye çalıştı. Hatta bir fiil gözleri önünde, soL portal muhabirleri hastanelik edilmekle, gece evden aldırılmakla tehdit edilse de polisler oralı da olmadı! Emekçilerin hak arayışlarında her zaman patronların hizmetine koşan polisler burada da kimseyi şaşırtmadı...

**

Tekirdağ’dan Gaziantep’e, öne çıkan hak arayışları ve işçi eylemlerinden verdiğimiz örnekler konuyu biraz daha sadeleştiriyor.

Hakkını arayan ya da emeğini satarak yaşayanlara ‘Kafana sıkarım’ diyerek magandalık yapan polisler, söz konusu patronlar olunca ‘Emrinizdeyiz Efendim’ çizgisindeler.

AKP iktidarı, işçi düşmanı karakterini, polisleri aracılığıyla açıklığıyla göstermeye devam ediyor...


Polisin 'Beynine sıkarım' dediği motokurye şikayetçi oldu (SOL)

İzmir'de polisin 'beynine sıkarım' dediği Trendyol kuryesi yaşananları anlattı, adliyeye gidip şikayetçi olduğunu söyledi.

İzmir'de durdukları bir motokuryeyi tehdit eden polislerin videosu sosyal medyada gündem oldu. Kuryenin kameraya kaydettiği görüntülerde bir polisin "Beynine sıkarım" dediği duyuldu.

Twitter’da ‘Moto Kurye Haber-Yorum’ hesabından paylaşılan söz konusu videoda kurye, ehliyetini isteyen polislere, "Anahtarımı verirseniz ehliyetimi vereceğim. Koltuğun altında. Kaçacağım yok" dedi. Bunun üzerine bir polis, "İstersen kaç, dene, beynine sıkarım bir tane" ifadelerini kullandı.

Moto kuryenin "Ağabey nasıl konuşuyorsun" diye tepki göstermesi üzerine diğer polis, "Ne nasıl konuşuyorsun. Sen kaçtığın için şüphelisin" diye yanıt verdi. Kuryenin "Başka ekip çağırın" demesi üzerine ise polisler, "Bana artistlik yapma. Ağzını burnunu kırarım" diyerek kuryeye fiziki müdahalede bulundu. Motokurye ise polislere "Bana şiddet uyguluyorsun, yapamazsın" dedi.

Motokurye yaşananları anlattı

Polisin "Beynine sıkarım" diyerek tehdit ettiği moto kurye, yaşananları Cumhuriyet'ten Miray Özbilek'e anlattı.

"Durmama rağmen 'Bizden kaçıyorsun' deyip silah çektiler bana. Ama yüzüme doğrultmadılar" diyen kurye, şöyle konuştu:

"Ben Trendyol firmasında motosikletli kuryeyim. Balatçık tarafında, cuma günü saat 09.50 sıralarında ters istikamette seyir alıyordum. Karşımdan da trafik polisinin geldiğini gördüm. Siparişimi yetiştirmek için yoluma devam ettim. Çünkü paket, yetiştirmem gereken bir siparişti. Daha sonrasında, aynamdan trafik polisinin belirdiğini gördüm, tam arkamdaydı. Sağa çektim. ‘Bizden kaçıyorsun’, ‘Sana cezai işlem uygulayacağız’ diye silah çekti bana. Ama yüzüme doğrultmadı. Ama silahını dışarı çıkardı. Ondan sonra ‘Kaçarsan beynine sıkarım’ dedi. Ben de ‘Ağabey ben durdum zaten, neden böyle bir tavır aldınız’ dedim. ‘Siren çaldık, anons yaptık duymadın’ dediler. Ben de kulaklığım ve kaskımdan dolayı duymadığımı söyledim. Kaskım var kafamda, nasıl duyabilirim? Olaylar sonrasında videodaki gibi gerçekleşti."

'Adliyeye gitmemem için beklettiler'

Kendisini karakolda uzun süre beklettiklerini söyleyen motokurye, "Bu olay saat 09.00’da oldu, 11.00 gibi karakola vardık. Saat 15.30’da karakoldan çıktım, adliyeye yetişmek için. Ehliyetimi aldıkları için arkadaşımdan rica ettim ‘Motorunla hızlıca adliyeye gidelim, şikayetçi olmam gerekiyor sıcağı sıcağına’ diye. Beni adliyeye gitmemem için beklettiler. Alt tarafı bir ifade vermem gerekiyordu" diye konuştu.

Kurye, "Ben onlardan farklı bir ekip istedim. Gelen destek ekibi de arabanın içinde oturdu, arabadan çıkmadı bile" dedi.

'Şikayetçi oldum'

Aynı gün şikayette bulunduğunu söyleyen motokurye, "Ertesi gün, Karşıyaka Motorlu Kuryeler Derneği Başkanı Batuhan Bursalı bana ulaştı. Bu işlerle ilgilenen bir avukatları olduğunu söyledi. Gittim avukatla da görüştüm. Avukat da bu sürecin takipçisi olacak. Pazartesi günü kendilerine vekalet vereceğim" ifadelerini kullandı.


10 Nisan 2022 Pazar

TARİHTE BUGÜN (10 NİSAN)

 


OLAYLAR:

  • 837 - Halley kuyruklu yıldızı, Dünya'nın yakınından geçti.
  • 1018 - Nizam-ül Mülk, doğdu. Büyük Selçuklu Devleti'nin Farsi Veziri (ö. 1092)
  • 1815 - Endonezya'da Sumbawa adasında Tambora volkanik dağı püskürdü. Dağdan çıkan lavlar, küller ve dumanların doğrudan etkilerinin yanı sıra, açlık ve salgın yaratarak 100 bin kişinin ölümüne sebep oldu.
  • 1845 - Türk Polis Teşkilatı kuruldu.
  • 1847 - Joseph Pulitzer, doğdu. Amerikalı gazeteci ve yayıncı (ö. 1911)
  • 1870 - Vladimir Lenin, doğdu. Sovyetler Birliği'nin kurucusu (Öldüğü Yıl,1924
  • 1912 - RMS Titanic ilk seferine çıktı.
  • 1919 - Meksikalı devrimci lider Emiliano Zapata, Hükûmet güçlerince öldürüldü.
  • 1926 - Türk uyruğunda bulunan her türlü şirket ve müesseselerde, işlemlerin ve kayıtların Türkçe tutulması zorunluluğuna ilişkin yasa benimsendi.
  • 1927 - Binaların numaralandırılmasına ve sokakların adlandırılmasına ilişkin yasa kabul edildi.
  • 1928 - TBMMAnayasa'nın ikinci maddesini değiştirdi. Söz konusu maddeden, "Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır" bölümü çıkarıldı. Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı, yemin ederken "Vallahi" yerine "Namusum üzerine söz veririm" diyecek.
  • 1929 - Max von Sydow, doğdu. İsveçli sinema oyuncusu (ö. 2020
  • 1931 - Ankara'da toplanan Türk Ocakları Olağanüstü Kurultayı, Türk Ocakları'nın feshine ve mallarının CHP'ye devredilmesine karar verdi.
  • 1932 - Ömer Şerif, doğdu. Lübnan asıllı Mısırlı aktör (ö. 2015)
  • 1941 - Zagreb'de Hırvatistan Bağımsız Devleti'nin kuruluşu ilân edildi. Ante Paveliç önderliğindeki Ustaşa rejimi, Ortodoks Sırplara karşı soykırım kampanyası başlattı.
  • 1950 - Bursa Cezaevi'nde açlık grevine başlayan Nâzım Hikmet, sağlık durumu bozulunca gizlice İstanbul'a getirildi. Şair, açlık grevini erteledi.
  • 1956 - Arjantin'de -38.4 dereceyle dünyanın en düşük 5. sıcaklığı seçildi.
  • 1968 - Metin Göktepe, doğdu. Türk gazeteci ve Evrensel gazetesi yazarı (ö. 1996)
  • 1972 - İran'da, 7 şiddetinde deprem meydana geldi. Yaklaşık 5000 kişinin öldüğü depremde, Firuzabad ve Cehrom kentlerinde binalar yerle bir oldu.
  • 1973 - Selahattin Demirtaş, doğdu. Türk Siyasetçi
  • 1974 - Genel af yasa önerisi, TBMM'de kabul edildi.
  • 1979 - Kahramanmaraş'ta mazot yokluğundan traktörlerini çalıştıramayan 1800 çiftçi, Valiliği işgal etti.
  • 1982 - Kapatılan CHP'nin eski Genel Başkanı Bülent EcevitNorveç'te yayımlanan bir gazeteye verdiği demeç gerekçesiyle gözaltına alındı. Ecevit, 16 Nisan'da tutuklandı.
  • 1998 - Kuzey İrlanda'da 29 yıllık savaşı bitiren antlaşma Belfast'ta imzalandı. Antlaşma, 22 Mayıs'ta referandumla kabul edildi.
  • 1999 - Yedi TİP'linin ve DİSK Genel Başkanlarından Kemal Türkler'in öldürülmesi davalarında gıyabi tutuklu olarak yargılanan Ünal Osmanağaoğlu yakalandı.
  • 2002 - Danıştay 10. Dairesi, "Devlet Sanatçılığı" unvanı verilmesine ilişkin düzenleme içeren yönetmeliği iptal etti.
  • 2003 - İzmir'in Urla ilçesinde 5.6 şiddetinde bir deprem meydana geldi.
  • 2007 - Pegasus Havayolları'na ait ve içinde 178 yolcusu bulunan Boing 737-800 model Diyarbakır-İstanbul seferi yapan uçak, hava korsanı tarafından kaçırıldı.
  • 2010 - Türkçe dışındaki dillerde propagandaya hapis cezasını kaldıran yasa değişikliği Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
  • 2010 - Polonya'nın başkenti Varşova'dan Rusya'nın Smolensk kentine giden Rus yapımı Tupolev Tu-154 tipi uçak, havaalanına 1.5 kilometre kala düştü. Uçaktaki 94 kişiden kurtulan olmadı. Uçakta, Polonya Devlet Başkanı Lech Kaczynski ve eşi de bulunuyordu.
  • 2016 - Beşiktaş'ın 2.5 yılda yapımını tamamladığı yeni stadyumu Vodafone Arena açıldı
  • 2019 - Event Horizon Telescope projesi araştırmacıları, M87 galaksisinin ortasındaki kara deliğin fotoğrafını çekerek dünyada ilk defa bir kara delik görüntüsünü elde etmeyi başardıklarını duyurdu.
  • 2020 - 30 Büyükşehir ve Zonguldak il sınırlarında, hafta sonu için sokağa çıkmağı yasağı ilan edildi. Açıklama Cuma günü geç saatlerde ilan edildiği için vatandaş market ve fırınlara akın etti. Sosyal mesafe kurallarına uyulmadı. İçişleri bakanı 2 gün sonra istifa etti. İstifa cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi.
     

      
      ÖLÜMLER:
      


Bir kez daha laiklik günü - Özdemir İnce / CUMHURİYET

Devlet ve din işlerinin tam ayrımı, 5 Şubat 1937 tarihinde Türk anayasasına dahil edilerek  laiklik devrimi anayasal gelişimini kazandı. Ama bu ayrımın kökeni daha önemli: 10 Nisan 1928 günü “Türkiye Devleti’nin dini İslamdır” maddesi 1924 Anayasası’ndan çıkarıldı. 10 Nisan 1928 ve 5 Şubat 1937 tarihleri  Çağının Çağdaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin biçimsel ve ideolojik bağlamda kuruluşunu tamamladığı günlerdir.

Edebiyat dergilerinde, Hürriyet, Aydınlık ve Cumhuriyet gazetelerinde laiklik üzerine o kadar çok yazı yazdım ki Türk Aydınlanması ve Laiklik (SİA Yayınları, 2020) kitabımdan başka epeyce kalın bir kitap daha olur. “Azgın jakoben laikcilik”imden olacak, 29 Mart 2012 günü, AKP iktidarı tarafından Hürriyet gazetesinden atıldım.

Bu olay üzerine, zibidinin biri Radikal gazetesinde “Bir kökten laikçiyi gözyaşları ile uğurlarken” başlıklı bir yergi yazısı yayımlamıştı. Ancak tanım yanlıştı: Ben “kökten laikçi” değilim, iflah olmaz bir “köktenci laik”im. “Köktenci laik” olmak çağının çağdaşı olmak demektir. Bunca yazıdan, bunca mücadeleden sonra laikliğin en anlamlı, en kapsamlı tanımını bize ilkokulda (1943-1948) öğrettiklerine karar verdim: “Laiklik din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır.” Yani dinsiz devlet! Bir ara kendimce de bir tanım yaptım: “Laiklik birey ve toplumu din adamlarının saldırısına karşı korur.”

***

Bugün, (Prof. Dr.) Mustafa Gündüz’ün hazırladığı İştihad’ın İçtihadı, Abdullah Cevdet’ten Seçme Yazılar (Lotus Yayınları, 2008) adlı kitaptan alıntılar yapacağım. Dr. Abdullah Cevdet, çağının çağdaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce kaynaklarından biridir:

“Bizim için dindar, yalnız o adamdır ki, hakikati arar, hakikati düşünür, hakikati sever. Dindarlığın bu manasıyla, herkesin dindar olduğu gün din, hem lâhûti (ilahî) hem nâsutî (dünya ve insanla ilgili) müesseselerin en derini ve en güzeli olur.” (s.33)

“Samimi emelimiz, gerek iç gerek dış boyunduruklarından kurtulmuş vatandaşlarının hepsini birlik halinde ve kardeş oldukları, ırk ve din farklılıklarının yok edildiği bir Türkiye görmek [...]  Uzun tecrübeler sonunda gördüm ki ışık Hıristiyan dünyasından gelirse Müslüman ruhu ona bütün kapılarını kapatacaktır. Biz ki, Müslüman damarlarına yeni bir kan akıtmak vazifesini alıyoruz, ilerici prensipler bizzat İslam müesseselerinden aramalıyız.” (s.40)

Birinci alıntının yayın tarihi 1 Şubat 1932; 40. sayfadan yapılan alıntı 1905 yılının mayıs ayında İçtihad dergisinin Fransızca ekinde yayımlanmış. Dr. Abdullah Cevdet sadece Osmanlı yönetimi ve halkını değil, Prof. Dr. Mustafa Gündüz’ün de dile getirdiği gibi “Bir kelime ile İslamı da Batılılaştırmak istiyordu.” (s.40)

Dr. Abdullah Cevdet’in hayalleri, 1922-1950 yılları arasında büyük ölçüde gerçekleşti: Başta eğitim-öğretim (Öğrenim Birliği), adalet sistemi (Medeni Kanun vb.) toplumsal hayat büyük ölçüde çağı yakaladı. Dr. Abdullah Cevdet 9 Eylül 1869’da doğmuştu, 29 Kasım 1932 günü öldü ve hayallerinin büyük ölçüde Cumhuriyet devrimleriyle gerçekleştiğini gördü. İslamı çağdaşlaştırmayı gerçekten düşünüyor muydu, bundan emin değilim. Onun sıradan bir izleyici-öğrencisi olarak İslamdan çok din adamlarının (ulema ve cami çalışanları) çağdaşlaşması gerektiğini düşündüğünü sanıyorum. Daha önce de yazdım: Devlet ve din kurumları birbirine benzerler, onları kullananlara, yönlendirenlere göre nitelik kazanırlar. Luther ve Calvin reformlarıyla Hıristiyanlık değişmedi, evrilmedi; Papalık kurumu ve din adamlarının (kardinaller, papazlar, rahipler) kafası değişti. Türkiye’ye gelince, tarikatların yasaklanmasına, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karşın, 1950’den sonra mürteci din adamları yani (mürteci) ulema ve cami çalışanları (hocalar, imam ve hatipler) tam anlamıyla hortladılar ve Cumhuriyet karşısında bir yeminli düşman cephesi oluşturdular. 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930) ile bitleri biraz kanlandı ama 1950’de Demokrat Parti ile birlikte yeraltından çıktılar. 1950’den sonra 2002’de AKP ile “muhalefet süreci” sona erdi ve “iktidar süreci” başladı. AKP dini irticaya (gericiliğe) istediğinden fazlasını verdi. Artık sadece arkalarında değil, iki yanlarında ve önlerinde de devlet aygıtını istediği gibi kullanan bir iktidar gücü var. Şu anda eğitim ve öğretim devrimleri ölüm döşeğinde zekaret (koma) durumda. Neredeyse gidici...

Tıpkı 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi Türkiye (bir darülharb ülkesi olarak) olarak işgal altında. 19 Mayıs 1919 günü kurtuluş günü belli değildi ama şimdi belli: 2023 yılının haziran ayında.

Özdemir İnce / CUMHURİYET

Denizlerin idam kararını imzalamak için çırpınan bir Cumhurbaşkanı: Cevdet Sunay - SERPİL GÜVENÇ / SOL

 İdam aşığı üç Cumhurbaşkanımız oldu. Denizlerin idamını gönülden isteyen ve bunun için çaba gösteren üç Cumhurbaşkanı...


Kızıldere’de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının katledilmesi ile Deniz, Yusuf, Hüseyin'in idamlarının 50. yılı...

Her nedense, öncesi ve sonrasıyla bu iki önemli olayın yaşandığı 12 Mart'ın ülke toplumsal tarihindeki yeri yeterince irdelenmemekte, dahası sol, sosyalist çevrelerde bile görmezlikten gelinmektedir. Oysa, 12 Mart'ta yaşananlar, getirdiği demokratik kazanımlar nedeniyle sermaye sınıfının hedefe koyduğu 61 Anayasası ve bağlı yasalarda yapılan ilk emek karşıtı değişiklikler, sermayenin çıkarları doğrultusunda hayata geçirilen ekonomik, siyasal ve yargısal dönüşümler, oldukça yeşermiş ve toplumun ordu dahil tüm kesimlerinde yaygınlaşmış olan bağımsızlık ve sosyalizm düşüncesinin ve sosyalist solun  yediği o büyük tırpan, çok sayıda köşe yazısının konusu olması gereken bu olgular hep o dönemin ürünleridir.

12 Mart, 12 Eylül'ün bir ön laboratuvar denemesidir. İç ve dış sermaye sınıflarının, tehdit altında olduğunu düşündükleri siyasal ve ekonomik çıkarlarını "sıkıyönetimli ve balyozlu, olağanüstü mahkemeli ve darağaçlı, kontrgerillalı" bir askeri ve "sivil" yapı  eşliğinde düzeltmek ve sağlamlaştırmak, bir "yönetme krizi"ni çözmek için toplumun her kesiminde yürüttükleri bir "seferberlik hareketi" olarak nitelenmiştir bir çok araştırmacı tarafından. 12 Mart aynı zamanda egemen sınıfların bozulan iç dengelerinin düzenlenmesi, sermaye birikim süreçlerinin önünün açılmasını, düzenin kendi kurumları -özellikle ordu- içinden çıkan radikal ve sol dinamikleri tasfiye etmesini de içerir. 12 Eylül'e, ikinci faşist darbeye gidiş yolunda yaşanan "bireysel ve toplu katliamların yol haritası" 12 Mart'ta çizilmiştir ve 12 Mart darbesi en önemli kilometre taşıdır.1

Tarihimizdeki bu önemli dönemi ele alıp enine boyuna analiz edecek araştırmacıları, özellikle de genç akademisyenleri görmek umudumuzu belirterek  gelelim başlıktaki konuya.

İdam aşığı üç Cumhurbaşkanımız oldu. Denizlerin idamını gönülden isteyen ve bunun için çaba gösteren üç Cumhurbaşkanı;  Birisi başbakanlığı, öteki ise Dünya Bankası çalışanı olduğu dönemde, sonuncusu ise Cumhurbaşkanı iken sürece müdahil oldular.

İlki, gençliğimizde Dev Genç mitinglerinde "Morrison Süleyman/Yolculuk ne zaman!" diye seslendiğimiz, AP genel başkanı Demirel'dir. TBMM'de üç arkadaşımızın idam hükmü tartışılırken iki elini birden havaya kaldırarak bir futbol maçında taraftarlarını galeyana getirmek isteyen bir amigo gibi "üçe üç" diye haykırmasıyla ünlenmiştir.  Parlamentoda çoğunluğu, temsil ettiği Adalet Partisi'nde olduğundan, Güven Parti’li ve bazı CHP'li milletvekilleri ve senatörlerin de desteğiyle, TBMM'ye iki kez getirilen idam yasasının onanmasını gerçekleştirmeyi başarmıştır.

Diğeri ise Denizlerin idam kararı AYM tarafından usülden bozulup TBMM'ye geldiğinde Dünya Bankası'ndaki "yoğun" görevinden vakit ayırarak Tercüman yazarı Ahmet Kabaklı' ya mektup yazan ve üç genç devrimcinin affedilmemeleri, onlara "bir şans daha verilmemesi" için Meclis'e dolaylı bir çağrıda bulunan Turgut Özal'dır.  MESS başkanı, "İşçilerin Düşmanı, Çankaya'nın şişmanı" Özal. 24 Ocak kararlarının 12 Eylül'deki yürütücüsüdür aynı zamanda.

Ne var ki bu yazıda sözünü edeceğimiz Cevdet Sunay bu üçlünün belki de en az bilinenidir.

Sunay, Denizlerin idam kararını imzalayan Cumhurbaşkanıdır. Demirel'le çok yakınlığı olan bir ordu mensubudur. Cüneyt Arcayürek  "Demirel dönemi - 12 Mart darbesi 1965-1971" başlıklı kitabında bu yakınlığı şöyle anlatır;

“AP iktidarı işbaşı ettikten sonra [1965 seçimleri sonrası – SG], Genel Kurmay başkanı olarak öteki komutanlarla yeni başbakanı ziyaret edip kutlayan, son derece saygılı bir tutum sergileyen de Sunay'dı. Demirel, Genel Kurmay başkanının 1961 seçimlerinden sonra parlamentoyu açtırmamak için başlayan girişimlere karşı vaziyet aldığını da biliyordu... Demirel , Sunay'ın ölümünden sonra "5 yıl, cumhurbaşkanı Sunay ile rahat çalıştık. Birbirimizi anlıyorduk".

 Sunay'ın ölümünden sonra  eşi Ankara'ya gelir. Demirel'i görünce ağlamaya başlar ve "Köprüden her geçişinde size dua ederdi. Bırakmadılar ki çocuğu, daha neler yapacaktı diye konuşurdu" der. Demirel'e göre "Sunay, Başbakana hep inanmıştır."2

1966' da Sunay  tek turda Cumhurbaşkanı seçilir. Yedi yıllık başkanlık süresi içinde 12 Mart, solcu avı, katliamlar, Kızıldere ve idamlar da vardır.

Arcayürek'in "Çankaya'ya giden yol, 1971-73" başlıklı kitabında da Denizlerin idamı konusunda İnönü ile ters düşen Sunay'ın yaptığı konuşmalar resmi tutanaklardan aktarılmaktadır.

30 Mart 1972 günü Cumhurbaşkanı Sunay parti liderleriyle bir görüşme başlatır. Tutanaklardan alınan konuşması aynen şöyledir:

"...Partiler üstü hükümete [Nihat Erim hükümeti'ni kastediyor- SG] karşı daha yumuşak davranmak lazımdır... işler müspete giderken bu kere üç anarşistin cezasının infaz edilememesi adaleti gölgeledi. Hükümete ve devlete beliren itimat doğmak üzere iken yok oldu. Sıkıyönetime kati zaruret olduğu ve bir devlet reisinin Türkiye'yi ziyaret edeceği sırada başbakana yapılan ağır hücumlar başbakanın moralini bozmuştur... kararname yetkisi istenmiştir, bu yetki verilmemiştir... Anayasa mahkemesi Sıkıyönetim kanununun bazı maddelerini bozmuştur. Bu haller hükümet başkanını ezmiş ve moralini bozmuştur..."3

Cumhurbaşkanı konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, siyasi partilerin de birlik olması gerektiğini vurgular. AP' den memnundur ama İsmet İnönü'den yakınmaktadır! Yakındığı konu ise İnönü'nün idam karşıtı tutumudur!

"Benim asıl derdim bu gidiş huzur sağlayacak mı sorusudur. AP ile hiç bir meselem yoktur. Meselem İnönü iledir. İnfazlar için geldi. iki saat konuştuk. Sonunda ‘ben size yalvarmaya geldim. Anlayış göstermiyorsunuz’ dedi. Ben de kendisine politikacı olmadığımı asker olduğumu söyledim... Seçim yapılırsa AP iktidara gelecektir. AP ile olan soğukluk ortadan kalkıncaya kadar partiler üstü hükümete ihtiyaç vardır..." der Sunay.4

Sunay'ın idamseverliği bununla da kalmaz.

Halit Çelenk’in "İdam Gecesi Anıları"nda, CHP'nin idam kararlarının iptali için AYM'ye açtığı dava üzerine  Cumhurbaşkanlığı  Genel Sekreteri general Cihat Alpan tarafından Prof. Dr. Faruk Erem'den görüş istendiği anlatılır. Erem'in,  22.3.1972'de ilettiği görüş idam kararlarının yerine getirilmemesi yönündedir. Ne var ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi Sunay idam yanlısıdır.

Sunay'ın idam severliği ve bu konuda yasaları ne denli zorladığına dair bir başka öykü ise  Ahmet Kahraman'ın "Darağacında" adlı kitabında yer alır.

İdam kararı , ikinci kez -usul hataları düzeltilerek-  parlamentodan geçer ve onaylanarak Resmi Gazetede yayınlanması için Sunay'a gönderilir.  İşte tam da bugünlerde, Sunay'ın idamlardan yana tutumuna Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi öğretim üyelerinden Prof. Necdet Özdemir tanıklık eder.

Özdemir,  arkadaşı Sencer Güneşsoy' la Ankara'da Atatürk Bulvarı üzerindeki bir kahvede otururken MİT'te görevli bir tanıdığı yanına gelir. Kendisini acilen aradıklarını söyler. Yanında Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevini vekaleten yürüten emekli Albay Kemal Özçelik de bulunmaktadır. Aynı göreve bakan General Cihat Alpan idamlara karşı olduğundan Sunay'la ters düşmüş ve izinli olarak "tatil"e gönderilmiştir!

MİT mensubu ile genel sekreter vekili Özdemir'in idamlar konusunda ağzını yoklarlar ama bekledikleri yanıtı alamazlar. Hoca, ceza değil ticaret hukuku bölümünde olduğunu ve konuyu bilmediğini söyler. Yine de solcu olmadığı için Cumhurbaşkanı'nın isteği doğrultusunda  Özdemir'den idamlar konusunda görüş isterler. Özdemir geceyi Prof. Uğur Alacakaptan ve Prof. Mümtaz Soysal'la geçirir. Birlikte çalışır ve 14 sayfa tutan bir rapor hazırlarlar.

Sabah üçü birlikte Çankaya köşküne çıkarlar. Yolda profesörün görüşünü soran Kemal Özçelik idam karşıtı olduğunu öğrenince "Kökleri kazınmadığı için huzur gelmiyor" diye azarlar Özdemir'i.

Sunay gülerek, iltifat ederek Özdemir'i karşılar. Oturması  için yer gösterir. Sonra, "Dışarda profesör kalmadığı için sizi rahatsız ettik" diye konuşmasına başlar ve idam konusundaki fikrini sorar. Özdemir raporu okumaya başlar.

"Üç kişiyle Anayasa zorla değiştirilemez. Üç kişi bir devleti yıkamaz. Türkiye güçlü bir devlettir. Anayasa düzeninin yıkılmasından söz edebilmek için, karşı gücün de Anayasa düzenini koruyan güce eşit ya da yakın olması gerekir... 3 - 5 kişinin silahlanmasıyla Anayasa düzeninin yıkılması olanaksızdır. O nedenle idamların onaylanmaması gerekir. Ayrıca idamların yapılmaması için Parlamento dilekçe komisyonuna bir başvuru olmuştur. Bu sonuçlanmadan idamların onaylanması ilerde onarımı güç sorunlar yaratabilir...

Bunun da ötesinde, İstanbul bölgesi Sıkıyönetim komutanlığının Albay Remzi Şirin başkanlığındaki askeri mahkemesi, bunlarla aynı nitelikte olan suçlulara ölüm cezası vermemiştir. Mahkemenin kararında "anayasa düzeni ancak onu koruyan güce eşit bir güçle sarsılabilir".5

Profesör'ün sözlerini "Yeter!" emriyle keser Sunay. İmzalamasını ve odayı terk etmesini emreder.

Cumhurbaşkanı istediği görüşü AP Kütahya Milletvekili Fuat Azmioğlu' dan alır! Bu görüş ile  Adalet Bakanı Suat Bilge'nin görüşünü birleştirerek idamları onaylar.

Sunay’ın 68 kuşağına bu büyük düşmanlığının kaynağını Muzaffer Erdost’un, "Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları" kitabındaki şu bölümde bulabiliriz.
    
Yazar her köye bir okul değil, her köye bir cami ve bir imam sloganı ile bugünlerin taşları döşendiğini anlatırken Cevdet Sunay’ın İmam Hatip Liseleri ile ilgili görüşlerini de aktarır.
 
Sunay, konuştuğu şahsın İmam Hatiplerin desteklenmesi ile laik okullara gölge düştüğünü söylemesi üzerine, “Bugünkü okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. 10 yıl sonra bunlar işbaşına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz? Hem biz laik okullara karşı İmam Hatip okullarını bir 'alternatif' olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine getireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz” der hiddetle.6
    
4-6 yaşındaki çocuklara kuran okutulan, eğitim birliğinin tarih olduğu, Diyanet'in şeri devletin başına, başkanının ise şeyhülislama dönüştüğü, tarikat yurtlarında çocukların istismar edildiği, ülkenin bir tarikat- cemaat koalisyonu ile idare edilmeye başlandığı günlere nasıl geldiğimizi anlamak istiyorsak tarihimize bakmalıyız. Verilen mücadelelerin anlamını ve değerini bilmeli, özünü anlatmalıyız genç kuşaklara. Bunun için de ilk iş o günleri unutmamak ve unutturmamak olmalı.

SERPİL GÜVENÇ / SOL

  • 1.Halit Çelenk, 12 Mart Hukuku, Yeni Ülke içinde, Nisan, Mayıs, Haziran 1978, s. 62; İsmail Cem, 1977, " Tarih açısından 12 Mart", s.433, Cem Yayınları, Vahap Erdoğdu, "12 Mart ve CIA", anafikir.gen.tr, 12 Mart 2012.
  • 2.C. Arcayürek, Ocak 1985,"Demirel Dönemi 12 Mart darbesi 1965-71 ", s. 90-94, Bilgi Yayınevi, Ankara
  • 3.C. Arcayürek, "Çankaya'ya Giden Yol, 1971-73", s. 279, Bilgi Yayınevi, Ankara
  • 4.aynı eser, s. 282
  • 5.Ahmet Kahraman, Ekim 1986, "Darağacında", Milliyet Yayınları, İstanbul, s.411-413
  • 6.Muzaffer Erdost, 2003, "Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları", Onur Yayınları, Ankara , s. 250-51,

Kibar hırsız König - MEHMET BOZKURT / SOL

 Birinci Dünya Savaşı sırasında yaverliğini yaptığı generalin Alman olması nedeniyle bu unvan kendisine yakıştırılmış ve ömür boyu üstüne yapışmış kalmış. Asıl adı Ekrem Hamdi Bakan.

Fransız polisiye yazarı Maurice Leblanc’ın yarattığı roman kahramanı Arsen Lüpen’e benzetebiliriz bir çalım… Bizim König de Lüpen gibi kibar, yakışıklı, şık giyinen; iyi şaraptan, müzikten, resimden anlayan, eğitimli, üç yabancı dili sular seller gibi konuşan “kibar muhitlerde” gezinen ve yazmazsam olmaz kadın cinsine fazlaca meyilli biri. Böyle okuyoruz. Fazladan hanesine yazmak gerekir ki Kılıç Ali, Şükrü kaya, Salih Bozok gibi dönemin seçkinlerinin huzuruna destursuz girebilen az sayıdaki kişiden biri König.

König namı Almanca “Kral” anlamına geliyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında yaverliğini yaptığı generalin Alman olması nedeniyle bu unvan kendisine yakıştırılmış ve ömür boyu üstüne yapışmış kalmış. Asıl adı Ekrem Hamdi Bakan. Doğumu 1891 Bulgaristan… Bazı kaynaklarda babasının Osmanlının ünlü paşalarından Kiraz Hamdi Paşa olduğu yazılsa da, babasının Divan-ı Muhasebat reisi Mahmut Hamdi Bey olduğunu ileri sürenler de yok değil. Yani burası biraz karışık ancak anne tarafı gayet açık; dayısı Damat Ferit Paşa Hükümetinde Harbiye Nazırlığı yapmış, Kurtuluş Savaşı sırasında azılı Ankara düşmanlığı gütmüş, sonradan 150’liklere dahil edilerek yurt dışına sürülen ünlülerden biri. Kısacası ailesi Osmanlı elitinden!

Kurtuluş Savaşı sonrasında Ankara-İstanbul arasında gidip gelmektedir. Elbette işi sadece “gidip-gelmek” ten ibaret değil! Bir Alman şirketinin temsilcisi olarak komisyonculuk yaparken, al-sat işleriyle de uğraşıyor ve iaşesini öyle temin ediyor. Güzel. Başka bir marifeti daha var ve bunu Asım Us’tan öğreniyoruz, ne zaman adı geçse König’in, Yahya Kemal, “o mu” dermiş, “ o Abdülhamit döneminin Fehim Paşa’sıdır.” Fehim Paşa, malûm, Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra firar ettiği Bursa’da linç edilecek olan baş hafiyesi… Lafzı Yahya Kemal’den sürdürecek olursak, o’nun demesine göre ,Ekrem König’in de Atatürk’ün özel hafiyesi olduğunu ve uzun bir sure gizli tahsisattan maaşa bağlandığını yazmak durumundayız. Ekrem König’in halen karanlıkta olan ve az bilinen hayatının ana hatları bunlardan ibaret. Kadınların ellerini öperken kasabalılar gibi öpüp başına koymadığı belli belirsiz bir buse koymakla yetindiği başka bir ayrıntı.

Şimdi, 1938’in Haziran ayında başladığı anlaşılan, 1939 Ocak ayında basına sızmasıyla birlikte Türkiye’yi ayağa kaldıran ve bir bakanı yerinden etmekle kalmayıp o günün hükümetinin de düşme nedenlerinden biri olarak gösterilen olayın anlatımına geçebilirim.

1938 diyorum:

İçeride Mustafa Kemal’in hastalığının giderek ağırlaştığı günlerden geçilmektedir. Öte yandan Hatay sorunu devam etmekte ve Seyit Rıza Kürt dağlarında isyana durmuş Dersim yanmakta, İsmet Paşa on iki yıldır oturduğu başbakanlık koltuğunu ve CHP genel başkanlığı görevini bırakmış Heybeliada’da, paşanın muarızları “tilki uykusu” diyor, inzivaya çekilmiş, Celal Bayar hükümeti başa geçmiştir. Dışarıda Dünya Savaşı’nın eli kulağındadır. Avrupa’da İttifakların, antlaşmaların bir bozulup biri yenilenmekte, 1936’da İspanya’da başlayan iç savaş bütün hızıyla devam etmektedir…Sadece Türkiye değil dünya duman içindedir.

Az önce İspanya dedim ya… König’in hikâyesine giriştir.

Başlangıç olarak 3 Mart 1938’i alabiliriz. 3 Mart günü Furness- Withy Ulaştırma Şirketi’nin New York Acentası Washington’daki Türkiye Büyükelçiliğine bir yazı gönderiyor. Yazıda Türkiye’nin Kanada’dan sipariş ettiği 40 adet savaş uçağının rotasının ne olacağı ve kim tarafından kontrol edileceği soruluyor. Elçilik Birinci Sekreteri de Reşit Anamus, 10 Mart tarihinde “Kanada’dan satın alınan uçaklarla ilgili hiçbir bilgimiz yok” diye kısa ve net bir cevap veriyor. Ancak mesele burada kalmıyor, bu defa Türkiye’deki ABD Elçiliği Türkiye’nin Kanada’dan 40 savaş uçak sipariş ettiğini öğrendiğini ABD Dışişleri Bakanlığı’na bildirirken, Türkiye’nin bundan haberdar olmadığı notunu düşüyor!

Buyurun bakalım. Türkiye, kendisinin haberi olmadığı halde 40 savaş uçağı sipariş etmiş olmasının tuhaflığını yaşarken 13 Haziran 1938 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı İstanbul’daki elçiliğine siparişin Türkiye tarafından verildiğini yinelemekle kalmayıp Uçakların bir bölümünün gemiyle Atlas Okyanusu’nu aşarak İspanya’ya vardığını bildiriyor! Savaş uçakları İspanya’dadır ancak Türk Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlığı siparişin kim tarafından verildiğinin gizini henüz çözebilmiş değildir. ABD Dışişleri bu defa resmi mühür ve imzaların olduğu sipariş teyidi ile, baştan bu yana Kanada resmi makamlarıyla yapılan yazışmaların birer kopyasını Kanada’dan alarak Türkiye’ye iletmiştir… Evet. O güne kadar yapılmış olan bütün yazışmaların ve son teyit belgesinin altında Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Agâh Aksel ile Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp’ın imzaları ve resmi mühürleri vardır. Görüntüye göre savaş uçakları Türkiye tarafından sipariş edilmiştir ancak savaş uçakları kimilerine göre Cumhuriyetçilere kimilerine göre de Falanjistlere teslim edilmiştir. Şunu da ilave etmek gerekir, 1936’da patlak veren İspanya iç savaşı sırasında kurulan “ Adem-i Müdahale Komisyonu “ savaşan taraflara silah ve mühimmat satışını yasaklamıştır. Savaş uçakları buna rağmen İspanya’dadır.

Anlaşılır… Birileri Dışişleri Müsteşarı Agâh Aksel ile Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp’ın mühür ve imzalarını taklit ederek Türkiye Cumhuriyeti adına Kanada’daki Canidian Car Foundrın Şirketinden güzel güzel 40 adet savaş uçağı siparişi vermiş aylarca bu şirketle pazarlık yapmış, karşılıklı yazışmış, mühürler basılmış imzalar atılmıştır. Soruşturma büyük bir gizlilik içinde yürütülürken 1939 Ocak ayı başında sahipliğini Sertellerin yaptığı dönemin solcu gazetesi Tan büyük sahtekârlığı ve hükümetin aczini manşete çekerken bu boyutta bir sahtekarlığın “yukarıdan” siyasilerin desteği olmadan yapılamayacağını ileri sürerek hükümeti sıkıştırır. Ardından diğer gazeteler…

Bunun üzerine soruşturma başlatılır Ve bütün bunların altından bizim “Kibar Hırsız” König çıkar. Ekrem Hamdi Bakan… Ancak König’i ara ki bulasın, kısa bir süre sonra yurt dışına kaçtığı anlaşılır.

 Uluslararası bir suç şebekesiyle, Rus mafyası, irtibat kuran König sevimliliği, ince zekâsı, girişkenliği ,“ tepedekiler” ve yüksek bürokratlarla kurduğu ilişkiler sayesinde edinip taklit ettiği mühür ve imzalarla altı rakamlı büyük bir meblağ karşılığında bu sahtekârlığı düzenlediği anlaşılmıştır. İspanya’da savaşan kesimlere karşı uygulanan uluslararası ambargo Türkiye’nin adı kullanılarak boşa çıkarılmıştır. Kanada’dan bakanlığa gelen uçak siparişine ilişkin yazıların da maaşa bağladığı Dışişleri Protokol Müdürlüğü memurlarından Ruhi Bozcalı vasıtasıyla König Ekrem’e iletildiği, onun da oturup ikna edici güzel yanıtlar verdiği soruşturma safhasında ortaya çıkacaktır.

1939 Ocak demiştik. Mustafa Kemal artık yoktur. 11 Kasım 1938’den itibaren İsmet Paşa Cumhurbaşkanı 1 Kasım 1937’den berri de Celal Bayar hükümeti iş başındadır. Olayın patlaması üzerine basın, hükümet üyelerinden bazılarının da işin içinde olduğunu ima etmeye başlamıştır. İsmet Paşa, baştan beri anlaşmadığı Bayar Hükümetini güç durumda bırakmak için soruşturmanın derinleştirilmesini ve hızlandırılmasını el altından zorlarken , 10 Ocak’ta CHP Meclis Grubu toplanır. Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Şükrü saraçoğlu ve Adliye Bakanı Fikret Sılay açıklamalarda bulunurlar. Kamuoyuna yapılan resmi açıklamadan, olaydan haberdar olup Dışişleri Bakanlığını uyaranın sadece ABD olmadığı, faşist Almanya ve İtalya’nın desteği ile iç savaşı kazanan Franko İspanya’sının da uçak olayının peşini bırakmadığı, bu doğrultuda Türkiye’deki temsilcisi vasıtasıyla bilgi talebinde bulunduğu anlaşılır.

CHP Grubunun resmi açıklamasından sonra gelen baskılara karşı önce direnen Kâzım Özalp pes edip istifa edecek, ardından İsmet Paşa’nın arzuladığı ve beklediği sonuç gerçekleşecek Bayar Hükümeti de Ocak ayı sonunda istifa edecektir.

Eylül 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı uçak sahtekârlığı olayının üstünü örter ve ateşini düşürür. Olay unutulmuş gibidir. Tek tutuklu sanık Dışişleri protokol memuru Ruhi Bozcalı mahkemede başrolü doğal olarak firari König’e vermiş, bu arada İçişleri bakanı Şükrü Kaya’yı, Dışişleri’nden Agâh Akseki’yi suçlamışsa da bunu kanıtlayamadığı gibi, artık nasıl kanıtlayacaksa, mahkeme heyetince fena halde azarlanmıştır. Bunları Cemil Koçak’ın Türkiye’de Milli Şef Dönemi cilt 2’den öğrenmiş bulunuyoruz.

Ve “sen sağ ben selamet” dendiği anda, dört yıl sonra, 1943’te, gazetelere manşetten bir haber düşer:

“Ekrem König Paris’te tevkif edildi. Hariciye Vekâletinin mühür ve resmi antetlerini taklit ederek yapılmış sahte evrakla memleketimiz namına sipariş edilmiş gösterilen tayyareleri İspanya dahili harbi sırasında Amerika’dan alarak İspanya cumhuriyetçilerine satan Ekrem König’le bu işte kendisine yardım eden Hariciye memurlarından Ruhi hakkında adli takibat yapılmış, Ekrem König memleket haricinde bulunduğundan yalnız Ruhi muhakeme edilerek mahkum olmuştu. Öğrendiğimize göre Ekrem König Paris’te tevkif edilmiştir. İcap eden diplomatik teşebbüsler yapılmış olduğundan kendisi memleketimize gönderilmek üzeredir.”

Gönderilir. Mahkemeye çıkar. Bu işi Matbuat Genel Müdürü Fuat Baban ile birlikte planladıklarını, Fuat Baban’ın arkasında ise Kâzım Özalp olduğunu ileri sürerse de dinletemez. Kendisi dört yıl hapis cezası alırken diğer ikisi aklanır.

Sonrası bilinmiyor. König bir sırdır. Bildiğimiz 1962’de bu zarif dolandırıcının sırlarıyla birlikte Paris’te öldüğüdür.

MEHMET BOZKURT / SOL


Kullanılan kaynaklar:
Cemil Koçak, “Türkiye’de Milli Şef Dönemi, cilt 2,iletişim yayınları, İstanbul, 2003.
Cemil Koçak, ”Geçmişiniz İtina İle Temizlenir”, iletişim yayınları İstanbul, 2011
Ayşe Başçı, König, “Dünyayı Dolandıran Türk’ün Romanı”, Mundi yayınları

HERŞEYE RAĞMEN İMKANLARI DAHİLİNDE BÖYLE İNSANLAR DA HALA VAR!

 

Gizemli hayırsever 7 bakkalda 200 bin liralık veresiye defterini satın aldı (YENİÇAĞ)


Ordu’nun Ünye ilçesinde gizemli bir hayırsever 7 bakkalı gezerek vatandaşların yaklaşık 200 bin liralık veresiye borcunu ödedi. 
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/gizemli-hayirsever-7-bakkalda-200-bin-liralik-veresiye-borcu-odedi-529695h.htm)