Faşizmin sıradanlaştığı, örgütlenen nefretin toplumsal bir hezeyana dönüşerek bütün bir ülkeyi esir almak üzere olduğu karanlık bir tünelin girişindeyiz. Yaşanan tüm olumsuzlukların faturasının sorumlulara değil, ötekilere yıkılmaya çalışıldığı, yabancı düşmanlığının kirli siyasi ikballer için harca dönüştürüldüğü bu kötücül sistem bir sarmala dönüşmek üzere. Irkçı, faşist dalga üzerinde sörf yapan, iktidarı-muhalefetiyle kötülüklerden beslenen bu iklimde her gün bir öncekini aratmayan sıradanlaşan faşizmin örneklerine tanık oluyoruz.
Genlere işlenmiş, kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizmin karakteristik belirtilerine hayatın her alanında rastlamak mümkün. ‘Nefret suçları’nın gölgesinde izlediğimiz şey faşizmin sıradanlaşması. Sıradanlaşan faşizm kullanılan dilden, sarfedilen sözcüklere, her bir köşe durağında kendisini artık gizleme gereği hissetmeden sinsice suretlere yapışıyor.
***
Romanya doğumlu Avusturya’lı düşün insanı Gregor Von Rezzori, öğrenilmiş ya da öğretilmiş faşizmi kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak aktardığı Sadakat’ta çarpıcı biçimde kaleme alır. Kendi yaşam öyküsünden yola çıkan imparatorluk vatandaşı Gregor Von Rezzori, kitabın tanıtımında da aktarıldığı üzere, “Çok geçmeden tüm dünyaya yayılacak karanlığın sinmeye başladığı caddelerde, salonlarda, davetlerde bir genç kuşağın masumiyetini kaybedişinin hikâyesini” kaleme aldığı kitapta “Aileden öğrenilmiş bir faşizmin günlük hayata nasıl yerleştiğine dair unutulmaz bir anlatı” sunar.Meşhur Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılarak altı ülkeye bölündüğü, eski görkemli günlerin hayallerini kuran imparatorluğun en doğu ucundaki Galiçya eteklerindeki küçük Bukovina kentine hapsolmuş bir babanın bitmeyen büyüklük hırsı aileyi, çevresini adım adım zehirler. Eskiye duyulan özlemin, yenilginin verdiği acının etkisiyle başka milletler hedef alınırken faşizmin tohumları ekilir.
Anlatıcı Alman/Avusturyalı aristokrat bir ailenin çocuğudur, gözlerinin önünden kayıp geçmekte olan bir ülkeye tanıklık eder. Arnulf, eskiden gelen herhangi bir neden ileri sürmesine gerek olmayan bir nefretti babamınkisi diye anlatır. Aynı şey ailenin tüm bireylerinde de vardır. Anneannesi, teyzeleri, annesi vs. Anne tarafı babasını küçümser aslında, babası kendisinden daha alttakileri. Hepsi de birbirini gerçek aristokrat alman olmamakla suçlar.
Anlatıcı, “Babam da Yahudilerden nefret ederdi, hem de istisnasız hepsinden. Bu çok eskilerden gelen iliklerine işlemiş, herhangi bir neden ileri sürmesine gerek olmayan bir nefretti; her sebep hatta en saçması bile onu haklı kılardı” der.
Baba, Hamsburg İmparatorluğu’nun en parlak döneminde Graz’da yetişmiş, Bukovina’ya genç bir sınır görevlisi olarak gitmiş, 1918’deki çöküşten sonra kederli, hüzünlü ve köhnemiş ne varsa savrulduğu Galiçya topraklarında temsil eder. Öyle ki, baba imparatorluğun çöküşü nedeniyle Romen vatandaşı olduğu için Bukovina’yı sevemez.
***
Babanın hisleri bize hiç yabancı değil. Kendi sıkışmışlığını, yoksunluğunu, geçmişim görkemli saltanatının yok olmasının faturasını ötekilere, yabancılara, azınlıklara çıkarmaya çalışır. İkinci el eski giysi ticareti yapan Yahudilerin zenginleşerek ülkeye dönmeleri ve statü elde etmeleri onun için kişisel bir meydan okumaya dönüşür. Kendisi bütün ayrıcalıkların bu insanlar tarafından gasp edildiğini düşünür. Ona göre eski Avusturyalı olarak Bukovina’da kalıp Romanyalı olmasının böylece bir bakıma ikinci sınıf insan sayılmasının suçlusu onlardı. Baba, kendisini Bukovina’da sürgün gibi hisseder, daha çok ihanete uğramış ve yarı yolda bırakılmış bir öncü gibi.
Kendisini eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun görevi Avrupa’yı Doğu’dan durmaksızın sükûn eden vahşi sürülerden korumak olan öncü memurlardan sayar. Kendisinin ve benzerlerinin payına düşen sınır topraklarına yerleşmek ve Batı uygarlığının kalesi olarak Doğu’nun kaosuna göğsünü siper etmek.
Savaşın, dağılmanın, çöküşün yaşamlarda yol açtığı sarsıntı her yerde benzer. Tarih, zaman, mekân fark etmez. Habsburg Hanedanlığı’nın kalıntısı Avusturya’dan günümüz Türkiyesi’ne aileden öğrenilmiş/öğretilmiş faşizmin kanserli hücreleri tüm bedeni zamanla esir alıyor.
DİPTEN GELEN FAŞİST DALGA
İnsanlığın Hitler faşizminden kurtuluşunun 77’inci yıldönümünü geride bıraktık. Güncel durum, hem Türkiye’de hem de dünyada faşizmin ayak seslerinin yükselişe geçtiğini gösteriyor. Aşırı sağın, ırkçılığın, neo faşist eğilimlerin arttığı bir süreçte İslamcı veya nasyonalist dipten gelen faşist dalganın izlerini gündelik yaşamın her hücresinde görmek mümkün. Bunu bazen yabancı düşmanlığı, bazen göçmen karşıtlığı bazen de ötekine yönelik tahammülsüzlükte görüyoruz. Nefret söylemleriyle, yabancı düşmanlığıyla, ırkçı propagandayla beslenen bu ırkçı-faşist dalganın kırılması tarihsel bir zorunluluk. Faşizmle uzlaşı olmaz.
İBRAHİM VARLI / BİRGÜN