7 Ağustos 2022 Pazar

TARİHTE BUGÜN (7 AĞUSTOS)

 

   OLAYLAR

  • 626 - Konstantinopolis (İstanbul) kuşatması, Avarlar ve Slavlar'ın yardımıyla kalktı.
  • https://tr.topwar.ru/198030-na-kraju-gibeli-osada-konstantinopolja-626-g.html
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Bizans-Sasani_Sava%C5%9F%C4%B1_%28602-628%29
  • 1648 - Sultan İbrahim'den sonra IV. Mehmet tahta çıkarıldı
  • 1794 - Pensilvanya'da çiftçiler, alkollü içkilere getirilen vergilere karşı isyan başlattı.
  • 1807 - İlk buharlı yolcu gemisi ClermontNew York-Albany arasında ilk seferini gerçekleştirdi.
  • 1819 – Simón Bolívar ve Francisco de Paula Santander komutasındaki 3 bin kişilik ordu Boyacá yakınlarında İspanya Krallık güçlerini yendi.
  • 1871- Paris Komünü sonrası Komüncülerin yargılandığı ilk dava başladı. Yargılanmayı bekleyen 36 bin politik tutuklu vardı.
  • 1903- Selanik-Manastır Demiryolu 169,5 km’de bulunan Baraka Bulgar eşkiyalarca yakıldı ve telgraf hatları kesildi.
  • 1919 - Erzurum Kongresi sona erdi.
  • 1924- Türkiye sınırında Nasturi ayaklanması başladı. Nasturiler, Hakkari Valisi ve beraberindekilere, Hangediği’nde saldırarak bir binbaşı ve 3 eri öldürürler, Valiyi de esir alırlar. Bunun özerine çevre illerden buraya birlikler kaydırılır. Bu birliklerden birisi de Şırnak’ta bulunan 7. Kolordu 2.Tümene bağlı 18. Piyade Alayıdır. Bu alay Azadi açısından önemlidir. Çünkü bu alayda Azadi Örgütü mensubu çok subay ve er vardır. Örneğin Komutan yaveri Teğmen Ali Rıza örgüt merkez üyesi ve aynı zamanda Yusuf Ziya Bey’in kardeşidir. Yine burada bulunan Yüzbaşı İhsan Nuri, örgütün Siirt Şube başkanıdır. Eylül ayında askeri harekat başlatıldı… Harekat esnasında, sonradan HoybunTaşnaksutyun örgütüne katılacak ve1930 Ağrı isyanını yönetecek olan Yüzbaşı İhsan Nuri firar etmiş ve beraberinde, Teğmen Rasim ve Teğmen Tevfik ile birlikte 275 eri de sürüklemiş, ayrıca 10 otomatik tüfek, 380 tüfek ve 800 kilo buğdayı gasp etmişti.
  • 1936 - Yaşar Erkan, Berlin Olimpiyatları'nda grekoromen güreşte 61 kilo şampiyonu oldu.
  • 1942 - ABD ile Japonya arasında Guadalcanal savaşı başladı. Amerika Birleşik Devletleri Guadalcanal Adasına çıktı.
  • 1944- 39 il merkezinde geceleri karartma başladı ve gece sokağa çıkma yasağı getirildi.
  • 1944-  Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nda değişiklik yapıldı; 16-60 yaş arasındaki erkeklerle 20-45 yaş arasındaki kadınlara hizmet yükümlülüğü getirildi, seferberlik halinde tüm ulaştırma araçlarına el konulacak.
  • 1945- Irak ordusu Rewanduz’dan Kürt güçlerine yönelik büyük bir saldırı başlattı. Aynı gün Barzan-Rewandız bölgesinde sıkıyönetim ilan edildi. Irak Hava Kuvvetleri ve topçu birlikleri bölgeyi bomba yağmuruna tuttu.
  • 1945- Nüfus sayımı için evlere numara verilmesi kararlaştırıldı.
  • 1946- Türkiye, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar statüsünün değiştirilmesine yönelik isteklerini reddetti.
  • 1953- Türkiye ve İngiltere arasında imzalanan anlaşmaya göre; Türkiye, İngiltere’ye olan 240 milyon lira kredi borcunu ödemeyecek.
  • 1954- Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
  • 1955- Sony’nin öncül kuruluşlarından “Tokyo Telecommunications Engineering” tarafından üretilen ilk transistörlü radyonun satışına Japonya’da başlandı.
  • 1960- Castro Havana mitinginde ABD’nin şeker, petrol, elektrik ve meyvecilik şirketlerinin millileştirildiğini açıkladı.
  • 1960 - Fildişi Sahili, Fransa'dan bağımsızlığını ilan etti.
  • 1964- Vietnamlıların “Amerikan Savaşı” dediği Vietnam savaşı başladı. ABD Başkanı’na Kuzey (komünist) Vietnam’a karşı savaşa girme yetkisi veren “Tonkin Körfezi Kararnamesi”ni Kongre onayladı. Başkan Lyndon Johnson Kuzey Vietnam’da komünist rejime karşı bütün önlemlerin alınacağını söyledi. ABD Kuzey Vietnam’a karşı eyleme geçti.
  • 1964 - Türk jet uçakları, Kıbrıs’a harekat düzenledi. Bu operasyon, 10 ağustosta şartlı olarak durduruldu. Kıbrıs’a çıkarma yapacağı sanılan Türkiye, birliklerini geri çekti.

  • 1966- Ankara’da mini etekli bir genç kız, etrafını saran kalabalıktan kaçmak isterken tartaklandı, zabıta ve polislerce kurtarılarak uzaklaştırıldı.
  • 1966 - Michigan'ın Lansing kentinde, ırkçı ayaklanmalar meydana geldi.
  • 1970 - Kaliforniya'da bir hakim (Harold Haley) Mahkeme'de önce rehin alındı ve daha sonra da öldürüldü. Amaç, göz altına alınan Kara Gerilla Ailesi örgütü üyesi George Jackson'ı serbest bıraktırmaktı.
  • 1973- Ereğli Demir ve Çelik Fabrikası’nda hem grev, hem de lokavt ilan edildi.
  • 1974 - İp cambazı Philippe PetitDünya Ticaret Merkezinin ikiz kuleleri arasında, yerden 417 m yükseklikte gösteri yaptı.
  • 1975- Sinop radar üssünde ücret anlaşmazlığı nedeniyle süren grev anlaşmayla sonuçlandı.
  • 1976 - Viking 2 uzay aracı, Mars'ın yörüngesine yerleşti.
  • 1978 - Türkiye Yazarlar Birliği kuruldu.
  • 1978- DİSK/ Yeraltı Maden-İş yönetimi, Bilfer/ Hekimhan Madencilik’te 11 aydır devam eden grevin CHP iktidarının İşletmeler Bakanlığı’nca “Toplumsal Anlaşma sınırları çerçevesinde bitirilmesi” teklifini geri çevirdi. 
  • 1980- İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu’nun 650 TL karşılığında kaçırılmasıyla ilgili 1 yüzbaşı, 2 er ve ÜGD Hukuk Bürosu’ndan 2 kişi tutuklandı.
  • 1980- – TCDD Adana 6.Bölge Müdürünün, işçi karşıtı tutumlarına karşı düzenlenen eylem sonucu, sıkıyönetim güçleriyle çıkan çatışmada Devrimci Yol militanı Ahmet Kürşat Çıtak (1960/ Tarsus) vurularak öldürüldü.
  • 1981 - The Washington Star gazetesi, 128 yıllık yayın hayatına son verdi.
  • 1981 - DİSK’e atanan kayyım heyeti tutuklu DİSK yöneticilerinin iş akitlerini feshetti; fesih kararı Davutpaşa Cezaevi’ne tebliğ edildi. DİSK yöneticileri fesih kararına karşı İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na ve Bakırköy İş Mahkemesi’ne başvurdu.
  • 1982 - Ankara Esenboğa Havalimanı'na iki ASALA militanının düzenlediği saldırıda  Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı'nın yanı sıra 8 kişi yaşamını yitirdi, 72 kişi de yaralandı. Militanlardan Zohrab Sarkisyan öldürüldü, Levon Ekmekçiyan yaralı olarak ele geçirildi.
  • 1982 -  Artin Penik, ASALA’yı protesto etmek için kendisini Taksim Meydanı’nda yaktı.
  • 1982-  Köy-Koop eski yöneticisi Nedim Tarhan ve 7 arkadaşının “TKP doğrultusunda faaliyet göstermek”ten 5-10 yıl arası hapsi istendi.
  • 1983- Barış Derneği Davası’nda yargılanan ODTÜ öğretim üyesi Prof.Dr.Haluk Tosun’un savunmasından: ”Ceza Hukuku’nun asıl üzerine gitmesi gerekenin savaş düşüncesi ve savaşçılık olduğunu düşünüyorum”
  • 1983-  182 sanıklı Ege Dev-Yol Davası duruşmalarında 2.kez tek tip elbiselerini yırtan tutuklu sanıkların 18 Ağustos’taki duruşmaya çıkarılmayacağı, savunmalarının yazılı olarak alınıp mahkeme heyetine verileceği askeri hakim tarafından bildirildi.
  • 1984- Kapıkule Gümrük Kapısı’nda büyük yolsuzluk! 14 gümrük görevlisi kaçakçılardan ele geçirdikleri 140 milyon lira karşılığı dövizi Maliye’ye devretmedikleri ve aralarında paylaştıkları iddiasıyla gözaltına alındı.
  • 1984- Kadıköy Devrimci- Yol davası sonuçlandı; 11 sanık 2 yıl ile 7,5 yıl arasında hapis cezaları aldı, 21 kişi beraat etti.
  • 1989- Başbakan Özal cezaevlerinde süren açlık grevlerine dair: “Tedavi kabul etmeyen gider, ne yapalım yani”… 
  • 1989- Adalet Bakanı Oltan Sungurlu: “Açlık grevcilerinin derdi havalandırma, görüş vs. değil, devrimci mücadelenin sürdürülmesi”.
  • 1989-  TGS’nin örgütlü olduğu işyerlerinde basın emekçileri öğle yemeği yemedi ve işyerini topluca terketti.
  • 1989-  Türkiye’deki 39 Et ve Balık Kurumu işyerinde Özgıda-İş üyesi 5.760 işçinin 1 hafta sonra başlayacak grevi öncesi “greve hazırlık eylemleri” yapıldı.
  • 1989-  Milli Piyango İdaresi “Kazı Kazan” oyununu piyasaya çıkardı.
  • 1990- Kuveyt’in Irak birliklerince işgali üzerine, ABD “Çöl Kalkanı” harekâtını başlattı. Savaş uçakları Suudi Arabistan’a gönderildi.
  • 1990- Türkiye, Birleşmiş Milletler’in aldığı Irak’a zorunlu yaptırım kararını ilk uygulayan ülkelerden oldu. Türkiye Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapattı.
  • 1991- 95 Aydın Kürt sorununa ilişkin “Milliyetçiliğin Doğrusu Yoktur” metnini yayınladı.
  • 1993- Başbakan Tansu Çiller greve giden 400 bin işçiye karşı çıktı. Çiller, “Halkın parasını işçiye vermem” dedi.
  • 1993-  DİSK Genel Başkanlığı’na Tekstil-İş Sendikası Genel Başkanı Rıdvan Budak seçildi. Seçimin üçüncü turunda Budak 104, eski genel başkanı Kemal Nebioğlu ise 16 oy aldı.
  • 1996- Anıtkabir’i ziyaret eden rektörler, “cumhuriyetin temel ilkelerine sadık kalacaklarını ve laiklik karşıtlarına saygı duymayacaklarını” açıkladı.
  • 1996- Prof.İlhan Arsel’in “Şeriattan Kıssa’lar” kitabı “İslam dinini kınadığı, alay ettiği ve çürüttüğü” gerekçesiyle toplatılmaya başlandı. 
  • 1997- İstanbul Ümraniye E Tipi Cezaevi’nden 4’ü tutuklu 1’i hükümlü 5 kişi firar etti. TKP/ML-TİKKO’dan 4 ve MLKP’den 1’kişi görüş sırasında ziyaret kabininin demirini kesip aradaki camı kırdığı, görüşe gelen 5 kişinin de firarilerin yerine geçtiği bildirildi.
  • 1998- ABD’nin Kenya ve Tanzanya büyükelçilik binalarına yapılan bombalı saldırılarda 224 kişi öldü, 4500 kişi yaralandı.
  • 1998-  Yazar, sanatçı ve insan hakları savunucuları “Düşünce Özgürlüğü İçin Sürekli Savaşım” kampanyasını tanıttı.
  • 1998-  Tarihi eser kaçakçılığından 4.5 yıl hapse mahkum olan ve Türkiye’den kaçan Ayşegül Tecimer için kırmızı bülten çıkarıldı. Tecimer, 15 temmuz 2001’de Fas’ın Marakeş kentinde gözaltına alındı. 16 temmuzda tutuklandı, 5 eylülde serbest bırakıldı. Fas, 11 eylülde Türkiye’nin iade başvurusunu reddetti.
  • 1998- Trabzon’un Köprübaşı ilçesinin Beşköy beldesinde meydana gelen sel felaketinde 47 vatandaş öldü.
  • 1999-  Akkuyu Nükleer Santralı’na karşı Büyükeceli ve Bergamalı köylülerce ortaklaşa direniş etkinliği gerçekleştirildi.
  • 2000- Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in ABD’de bulunan Fetullah Gülen hakkında gıyabi tutuklama talebi, Ankara 2 No’lu DGM Yedek Hakimi’nce reddedildi.
  • 2000-  140 ülkeden 800 sendikalı üye yaklaşık 16 milyon işçiyi kapsayan Union Network International (Uluslararası Sendika Ağı) oluşturuldu: www.union-network.org
  • 2001- Filipinler’de silahlı mücadele yürüten Moro İslami Kurtuluş Cephesi hükümetle ateşkes imzaladı.
  • 2002- İşçilerin 17 gündür işyerini terketmediği Beykoz/Paşabahçe’de Kristal-İş ve işveren anlaşarak protokol imzaladı. Protokol öncesi ÖDP İstanbul İl Örgütü’nden 50 kişi, Paşabahçe’nin kapatılma kararını İstiklal Caddesi’ndeki Paşabahçe Mağazası önünde protesto etti.
  • 2003- Irak’ta, Bağdat’ın El Mansur semtindeki Ürdün Büyükelçiliği’nde patlayıcı yüklü araç havaya uçuruldu; 11 kişi öldü, çoğu ağır 57 kişi yaralandı. Irak direnişçileri Ürdün’ü ABD’ye üslerini kullandırdığı için eleştiriyordu.
  • 2008- Çorum’da Ensar Vakfı Şube Başkanı Din Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Z.İşler, vakıfta bir kız öğrenciye tecavüz, birine de tacizden tutuklandı.
  • 2008- Bodrum/Konacık’ta F.Gülen cemaatine ait bir okulun inşaatının 2006’da mühürlenmesine rağmen tamamlanmak üzere oluşu protesto edildi.
  • 2008-  Gürcistan, bağımsızlık isteyen Güney Osetya Özerk Cumhuriyeti’ne karşı “anayasal düzeni yeniden sağlama operasyonu” başlattı. Gürcistan’ın operasyonu başlatmasıyla Rus uçakları da Gürcistan’ı bombalamaya başladı. Çatışmalarda bin 700 civarında sivil öldü.
  • 2009- Kanser hastası tutuklu Güler Zere’nin serbest bırakılması talebiyle yaklaşık 1.000 kişi Taksim’den G.Saray’a yürüdü.
  • 2014- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bana çok affedersiniz Ermeni dediler” sözü AGOS Gazetesi önünde protesto edildi.
  • 2014-  Hasan Ferit Gedik’in cenazesinin ardından DHKP-C’ye yönelik operasyonlarda gözaltına alınan”sapanlı teyze” E.Cansever savunmasını yaptı: “Zulüm varsa, isyan da vardır.”
  • 2015- AKP’deki “koalisyon hükümeti yanlısı AKP’liler” ile iş çevrelerinin hassas ekonomik dengeleri gerekçe göstererek 2 gün sonraki AKP-CHP görüşmelerinde uzlaşıcı olunması ve erken seçimin önlenmesi için Başbakan Davutoğlu ile temaslarını sıkılaştırdığı haberi çıktı.
  • 2015-  Silopi’de kazılan hendekleri kapatmak için operasyonlara başlayan güvenlik güçleri ile YDG-H’lilerin çatışmasında 3 ölü 15 yaralı. Elektrik ve internetin kesik olduğu ilçede HDP’li 3 milletvekili mahsur kaldı.
  • 2015-  Son YAŞ kararlarıyla Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı olurken, Mardin Derik’te 13 köylünün öldürülmesinden dolayı yargılanıp beraat eden ve Tümgeneralliğe terfi eden Musa Çitil, İçişleri Bakanı’nın onayıyla Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığı’na getirildi
  • 2015-  Myanmar’da üç haftadır devam eden şiddetli yağışların yol açtığı sellerde 99 kişi öldü, sellerden yaklaşık 1 milyon kişi etkilendi.
  • 2017 - Çin'in güneyindeki Yünnan eyaletinin Pu'ır kentindeki Sun-River National Park'ta gövde çevresi 180 santimetre olan 8 kilogram ağırlığında dev mantar bulundu.
  • 2018 - ABD Başkanı Donald Trump, ülkesinin çekildiği nükleer anlaşma çerçevesinde askıya alınan İran yaptırımlarının ilk bölümünü yeniden uygulamaya başladı.


     DOĞUMLAR:
  • 1560 - Elizabeth Báthory, (7 Ağustos 1560 - 21 Ağustos 1614) Macar seri katil.
  • Báthory, "Kanlı Kontes" olarak da anılmıştır. Kocası öldükten sonra büyücülükle uğraşmaya başlamıştır. At ve türevleri hayvanların kurban edildiği ayinlere katıldığı da söylenmektedir. 40 yaşına geldiğinde, yaşlanıp güzelliğini kaybedeceğini düşünen Báthory, bir gün hizmetkârı olan genç bir kızın saçlarını tararken canını acıtması üzerine ona sert bir tokat atmıştır, genç kızın yüzünden düşen bir damla kan Báthory'nin ellerine dökülmüştür. Báthory bu kanla, kızın gençliğini ve güzelliğini aldığını zannetmiş ve uşağına emir vererek kızın bütün kanını bir küvete doldurtup "kan banyosu" yapmıştır. İyice yoldan çıkan Báthory, 612 bakire kızı kaçırtıp, bu kızlara tepesinden asılı bir kafeste işkence  çektirmiş, kafesten akan kanlarla ise duş almıştır. Yaptıkları anlaşılan Báthory hücreye kapatılmış, 1614 yılında ise hücresinde ölü olarak bulunmuştur. Şizofreni hastasıdır. Aynı zamanda Bram Stoker'in  Dracula isimli romanının, III. Vlad'dan sonraki en büyük esin kaynaklarından birisidir. Ayrıca kanlı kontes olarak da bilinen Madam Báthory'nin küçüklükte yaşadığı öne sürülen bir rivayet vardır. Báthory annesiz ve babasız amcasının evinde yaşamaktadır. Báthory küçüklükte kişilik bozukluğu yaşamıştır ve bunun sebebi amcasının ve yengesinin işkenceye düşkün insanlar olması ve küçük kız Báthory'nin önünde bir adama işkence yapmak için bir atı ikiye bölüp içine o adamı içine koymuş ve yine Báthory'nin önünde bu atı tekrar diktikleri ve bugünden sonra Báthory'nin işkenceye meraklı olmaya ve normal çocukların oynadığı oyunlardan uzak durmaya başlamıştır. Madam Báthory küçüklükten gelen kişilik bozukluğu hastalığı yüzünden ruhsal olarak üzerine sıçrayan kanın onu güzelleştirdiğini düşünmektedir.

  • 1813 - Paulina Kellogg Wright Davis doğdu. Kadınların oy hakkı mücadelesinin ilk öncülerinden olan Amerikalı reformcu ve feminist Davis ilk kadın hakları dergilerinden birinin de yayımcısıydı.(ö. 1876)


  • 1876 - Mata Hari (d. 7 Ağustos 1876, Leeuwarden, Hollanda - ö. 15 Ekim 1917, Vincennes, Fransa),     I. Dünya Savaşı yıllarında, dansçı kimliği altında Alman devleti için çalıştığı iddia edilen casustur. Hollandalı olan Mata Hari'nin asıl adı Margaretha Geertruida Zelle'dir. Mata Hari'nin ismi Malay dilinde şafağın gözü, Hint dilinde şafağın göz bebeği anlamına gelmektedir. Fransız, İngiliz, Rus subay ve devlet adamlarından topladığı çok gizli askerî bilgileri, kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paris'ten Almanlara  ulaştırmıştır. Alman askerî ve denizcilik istihbarat başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid'den  Paris'e döndükten sonra, 13 Şubat 1917'de tutuklandı. Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi, son Madrid seyahatinde, Madrid elçiliğinden Alman askerî merkezine kendi kodu (H21) ile gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 İspanyol pesetası  tutarındaki çek, tutuklandığı zaman Mata Hari'nin üzerinde bulundu. Bir diğer delil ise 1915'te  Fransa'ya dönmesinden önce, Alman Gizli Servisi'nden aldığı 30.000 marklık senetti. Mahkemenin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını, "Hediye aldım" diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunamamasına rağmen idama mahkûm edildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizildi.
  • 1903 - Ralph Bunche, Amerikalı siyaset bilimci ve diplomat (Filistin'deki barış çalışmalarıyla Nobel Barış ödülü alan BM görevlisi) (ö. 1971)
  • 1911 - Nicholas Ray, Amerikalı film yönetmeni (ö. 1979)
  • 1932 - 1960 Roma ve 1964 Tokyo olimpiyatlarında çıplak ayakla koşarak altın madalya kazanan Etiyopyalı atlet Abebe Bikila doğdu.


  • 1937 - Monika ERTL (Münih. 1937 - La Paz. 12 Mayıs 1973)
  • Che’nin intikamını alan devrimci olarak bilinen Monika, Che ve Inti Peredo dahil çok sayıda Bolivyalı devrimcinin katlinden sorumlu eski istihbarat şefi Quintanilla Pereira’yı 1 Nisan 1971’de Hamburg Başkonsolosluğu yaparken makamında cezalandırmıştı. 12 Mayıs 1973’de La Paz’da pusuya düşürülerek öldürüldü. Nereye gömüldüğü bilinmiyor…
  • 1939 - Tuncay Gürel, Türk oyuncu (ö. 2014)
  • 1942 - Tobin Bell, Amerikalı aktör
  • 1943 - Alain Corneau, Fransız film yönetmeni ve yazar (ö. 2010)
  • 1949 - Velid Canbolat, Lübnan siyasetçi


  • 1954 - Melek Baykal, Türk tiyatro ve dizi sanatçısı
  • 1955 - Wayne Knight, Amerikali oyuncu, komedyen, ve dublaj sanatçısı
  • 1956 - Uğur Polat, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu


       ÖLÜMLER:


Hiroşima katliamının 77. yıl dönümü: ABD'nin yalanları - SOL/Arşiv

 

ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının savaşı bitirdiği yalanına sarılırken, asıl derdi savaşı sonlandıran sosyalizmdi.

6 Ağustos 1945'te ABD, Hiroşima'ya atom bombası attı.

Yüz binlerin ölümüne neden olan bu katliamın ardından ABD her zaman olduğu gibi yine onlarca yalana sarıldı. Bu kanlı katliamın hesabı hiçbir zaman sorulmadı.

'Deney büyük bir başarıya ulaştı'

Dönemin ABD Başkanı Harry Truman, Hiroşima'ya atom bombası atıldığını haber aldığı zaman şöyle demişti:

"Deney büyük bir başarıya ulaştı."

Truman'dan önce basına resmi açıklamayı yapan basın sekreteri Eben Ayers ise şunları söyledi:

"16 saat önce, bir Amerikan uçağı Japon Ordusu'nun önemli bir üssü olan Hiroşima'ya atom bombası atmıştır. Bu bomba 20 bin TNT gücündedir... Japonlar savaşı Pearl Harbor'da havadan başlatmışlardı. Bunu misliyle ödediler... Bu bir atom bombası. Bu, evrenin en temel kuvvetinin işe koşulmasıdır.

ABD'lilerin "mukabele-i bilmisil"i, her zaman için "Önce Japonlar başlattı" argümanıyla meşrulaştırılmaya çalışıldı. Hiroşima'nın "Japon ordusunun önemli bir üssü" olarak yansıtılması, Amerikan toplumunu olan bitenin bir "askeri durum" olduğuna ikna etmeye yönelikti.

Ayrıca, bombanın yalnızca "tahrip gücü"ne odaklanılması, daha uzun vadeye yayılan radyoaktif serpintilerin ve radyasyonun insanlar üzerindeki etkilerini göz önünden kaldırma amacına hizmet etti. Sonraki günlerde, ABD Hava Kuvvetleri tarafından basına verilen hava fotoğrafında, Hiroşima'daki büyük sanayi tesislerinin hedeflendiği iddia edildi.

ABD basının o günkü yayınları, hükümet tarafından kendilerine verilen bilgileri, bir tür "halkla ilişkiler" servisi olarak kamuoyuna duyurmaktan ibaretti.

İlk atom bombasının hazırlanma ve test aşaması olan "Manhattan Projesi"nin askeri direktörü General Leslie Groves, daha sonra gururla şunları söyleyecekti:

"Birçok gazete bizim açıklamalarımızı bütünüyle yayımladı. Bu durum, hükümet açıklamalarının kamuoyuna mal olduğu ender zamanlardan biriydi.

Yalanlar, yalanlar ve gene yalanlar...

Hiroşima'ya dair söylenen yalanlar, özellikle ABD'li bazı gazetecilerin Japonya'ya giderek Hiroşima bölgesinde araştırma yapmalarıyla birlikte ortaya çıktı.

Durdukları yerde ölen, saçları dökülen insanlarla karşılaşan gazeteciler, meselenin ABD hükümetinin ve basınının anlattığı gibi olmadığını keşfettiler. Gazetecilerin ortaya çıkarttığı "yalanlar" ve gerçekler ise şöyle sıralanıyor:

Yalan: Sivilleri uyarmak ve tahliye etmek için uçaklarla broşür atıldı.
Gerçek: Broşürler, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atıldıktan sonra dağıtıldı.

Yalan: Atom bombasının kullanılması savaşın süresini kısalttı.
Gerçek: Japonlar, Hiroşima'ya bomba atılmadan üç gün önce Potsdam Konferansı'ndan döndüklerinde barış ilan etmeye çalışıyorlardı.

Yalan: Japon Ordusu'nun önemli bir üssü olan Hiroşima bombalandı.
Gerçek: 350 bin kişinin yaşadığı Hiroşima'nın şehir merkezi bombalandı.
Gerçek: 30 hedeften yalnızca dördü gerçekten askeri üslerdi.

Yalan: Hiroşima'da yok edilen bölgeler başlıca sanayi hedeflerini kapsıyordu.
Gerçek: "Sanayi" hedefleri yalnızca üç adet tekstil atölyesiydi.
Gerçek: Yerleşim bölgeleri en büyük zararı gördü.
Gerçek: Hiroşima'nın imalat, ulaşım ve depolama tesislerinin yüzde 10'undan azı zarar gördü.

Yalan: Artık radyasyon Hiroşima ve Nagazaki'yi işgal etmek için kalan Amerikan askerleri için bir tehdit oluşturmuyordu.
Gerçek: Artık radyasyonun birçok kaynağından birisi olan ve bomba atıldıktan sonra yağan "Kara Yağmur", toprağı kirletmişti.

SOL/Arşiv


6 Ağustos 2022 Cumartesi

Cevizin anavatanında dünyanın en fazla ithalat yapan ülkesi olduk! - Yusuf Yavuz / SOL

 

Bir zamanlar dağlarda yetişen devasa ceviz ağaçlarını kereste niyetine satan Türkiye bugün dünyanın en fazla ceviz ithal eden ülkesi haline dönüştü…

Türkiye cevizin anavatanı olan ülkelerden biri olarak biliniyor. Anadolu cevizi, tıpkı İran cevizi ya da İngiliz cevizi gibi ticari olarak karşılığı olan türlerin başında geliyor. Bir zamanlar ceviz üretimi ihtiyacının yaklaşık yüzde 95’ini karşılayan Türkiye son yıllarda dünyanın en fazla ceviz ithal eden ülkesi haline geldi. Dünya ceviz üretiminde Çin, ABD ve İran’ın ardından dördüncü sırada yer alan Türkiye’nin 2019’da ithal ettiği ceviz miktarı 60 bin ton. Dünya ceviz ithalatının toplam 401 bin ton olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin yaptığı ithalat oldukça büyük bir oranı oluştururken aynı zamanda dünyanın en fazla ceviz ithali yapan ülkesi konumuna getiriyor.

Anadolu coğrafyası cevizin anavatanı olan bölgeler arasında yer alıyor. Geçmişte doğal olarak yetişen yerel ceviz türlerinin büyük kısmı kerestesi oldukça değerli olduğu için yok edildi. Son yıllarda kapama ceviz bahçesi kurma girişimlerinde önemli bir artış gözlenirken ağaç başına verimde azalma yaşanması en önemli sorunların başında geliyor. Resmi verilere göre Türkiye’de kişi başına ceviz tüketimi son 5 yılda yüzde 36 oranında arttı. Yılda kişi başına 3,4 kg ceviz tüketimine sahip olan Türkiye’de 2018 yılında 215 bin ton ceviz üretimi gerçekleştirildi. Aynı yıl yurt içinde tüketilen ceviz miktarı ise 283 bin ton. Hal böyle olunca baklavadan ezmeye, mezelerden çöreklere Türk mutfağının vazgeçilmezleri arasında olan cevizdeki üretim artan tüketimi karşılamaya yetmiyor.

Ceviz üretimi

Üretim alanları arttı ancak verim düştü

Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü (TEPGE)’nin Ocak 2021’de yayımladığı ceviz raporuna göre Türkiye’deki ceviz üretim alanları 2019 yılında bir önceki yıla göre yüzde 11,4, 2014 yılına kıyaslandığında ise oranında arttı. Ancak üretim alanlarından bu artışa karşın ağaç başına verimde önemli ölçüde düşüş yaşanması önemli sorunların başında geliyor.

Cevizde hasat zamanı yaklaşıyor. İklime ve bölgeye göre değişen hasat, Eylül’de başlayıp, kimi yerde Ekim sonuna kadar sürüyor. Ceviz ağaçlarında meyvelerin olgunlaşmaya başladığı şu günlerde üreticilerin en büyük sorunu diğer yarım ürünlerinde olduğu gibi yüksek girdiler. Türkiye’de üretim alanı büyüklüğü bakımından 81 bin dekar ile Denizli ilk sırada yer alırken, Manisa ve Bursa bu ili izliyor. Çorum ise 605 bin ceviz ağacı ile cevizden en fazla meyve veren ağaca sahip il olarak kayıtlara geçti. Ceviz üretiminde ilk sırada yer alan iller ise Hakkâri ve Kahramanmaraş. Antalya, İzmir ve Sakarya ceviz üretiminde öne çıkan diğer iller.

                                                          İllere göre ceviz üretimi

Üretimde Çin, ithalatta Türkiye ilk sırada

Türkiye dünyanın en önemli ceviz üreticileri arasında yer alıyor. Dünya ceviz üretiminin yaklaşık yarısını Çin, geri kalanını ise ABD, İran, Ukrayna, Meksika ve Şili gibi ülkeler karşılıyor. Dünya üretiminin yüzde 5’lik kısmını karşılayan Türkiye 4. Sırada yer alıyor. Ancak üretimi tüketimini karşılamayan Türkiye dünyada ceviz ithalatı yapan ülkeler arasında da ilk sırada yer alıyor. ABD, Ukrayna, Şili, Çin, Özbekistan ve Meksika gibi ülkeler Türkiye’nin en fazla ceviz ithalatı yaptığı ülkeler arasında.

Ceviz ithalatı

ABD ihracatta lider

Dünya ceviz ihracatının lideri ise ABD. Büyük ölçekli arazilerde ceviz üretimi yapılan ülkeden 2019 yılında yapılan kabuklu ceviz ihracatı, dünya ihracatının (495 bin ton) toplamının yaklaşık üçte birini (158 bin ton) oluşturuyor. Aynı yıl toplam 347 bin ton olan dünya kabuksuz ceviz ihracatının 122 bin tonluk kısmı da yine ABD’den yapıldı.

                                                  Ülkelere göre ceviz ihracatı

Dekar başına 15 TL mazot, 4 TL’de gübre desteği 

Türkiye’nin tüketimini karşılayabilmesi için ceviz üretimi yapan üreticilerin desteklenmesi gerekiyor. Tarım Bakanlığı 2020 yılında ceviz üreticilerine dekar başına 15 TL mazot, 4 TL’de gübre desteği verdi. 2020 yılı için bahçe kurulumuna verilen destek ise dekarda 100 TL standart fidan, 400 TL ise sertifikalı fidanlar için veriliyor. Organik ceviz üreticilerine ise dekar başına 40 TL destek verilmiş. Ceviz üretimine verilen desteklerde geçmiş yıllara göre artış gözlense de yüksek enflasyon karşısında hızla eriyor.

Fiyatlar uçtu

Kabuklu ve iç cevizde son iki yılda katlanan fiyat artışları tüketiciyi de olumsuz etkiliyor. Kabuklu cevizde 80 ila 130, iç cevizde ise 100 ila 250 TL arasında seyreden fiyatlar son aylarda “boş baklava” üretilmesine neden olan etkenlerden biri olarak görülüyor.

Tarım Bakanlığı’nın Ocak 2021’de yayımladığı resmi raporunda üreticinin 1 kilo ceviz ile alabildiği ürünlerin kıyaslanması, tarımda son yıllardaki tabloyu gözler önüne seriyor:

“Ceviz üretici fiyatları 2020 yılında 2016 yılına göre yüzde 34, gübre fiyatı yüzde 109, mazot fiyatı ise yüzde 58 oranında artmıştır. 2016 yılında 1 kg ceviz ile 12,81 kg gübre, 4,17 lt mazot alınabiliyor iken, 2020 yılında girdi fiyatlarındaki artışa bağlı olarak 1 kg ceviz ile 8,19 kg gübre, 3,54 lt mazot alınabilmektedir. Son 5 yıl içerisinde 1 kg ceviz ile alınabilecek gübre miktarında yüzde 36,1, mazot miktarında yüzde 15,1 oranında azalma görülmektedir. Üretici fiyatına desteklerin de ilave edilmesiyle beraber 2020 yılında 1 kg ceviz ile 8,56 kg gübre, 3,70 lt mazot alınabilmektedir.”

İthalatı destekleyen politika sona ermeli

Türkiye ceviz için önemli bir üretim potansiyeline sahip. Ancak tarımsal üretimin giderek daha pahalı bir iş haline gelmesi, üretim yerine ithalatın desteklenmesi bu avantajın heba olmasına yol açıyor. Tarım ürünlerinde “daha ucuzu var” denilerek ithalata yönelen Türkiye’de, eski Bakan Bekir Pakdemirli’nin “Paramız var ki ithal ediyoruz” sözlerinde karşılığını bulan hatalı politikalardan kökten vazgeçilmesi gerekiyor. Bir zamanlar Anadolu dağlarında yetişen devasa ceviz ağaçlarını İtalya’ya, Almanya’ya ve İngiltere’ye “kereste” niyetine satan Türkiye’nin bugün dünyanın en fazla ceviz ithal eden ülkesi haline gelmesi elbette tesadüf değil. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu ülke için stratejik öneme sahip tarım ürünlerinin üretimini her türlü zorluğa karşın sürdüren üreticilere dört elle sahip çıkmaktan geçiyor…                         

                                                     Ceviz fiyat endeksi

Yusuf Yavuz / SOL



                                                                   

KISA KISA GÜNDEM (6 AĞUSTOS 2022)

 


1) Saray, Cumhuriyet'e gözdağı vermek adına kendi hukukuna sığındı: Beğenmedikleri haber için yedi gün ilan cezası (Şeyda Öztürk-Cumhuriyet)


İktidarın muhalif medyayı susturma çabaları sürüyor. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bir yurttaşa sosyal medyada beğendiği paylaşım üzerine dava açtı. Bu olayı, başka bir ajanstan alarak haberleştirdiğimiz için Basın İlan Kurumu, internet sitemize bir haftalık ilan cezası verdi.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/saray-cumhuriyete-gozdagi-vermek-adina-kendi-hukukuna-sigindi-begenmedikleri-haber-icin-yedi-gun-ilan-cezasi-1966179)

2) Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, 2014'teki sınav yolsuzluğunu anlattı (Cumhuriyet)


Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, 2014'teki sınav yolsuzluğuna ilişkin olarak, "Soruların hazırlandığı ana bilgisayara kablo bağlandı" iddiasında bulundu.
(
https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/eski-yok-baskani-yusuf-ziya-ozcan-2014teki-sinav-yolsuzlugunu-anlatti-1966195)

3) Açlık sınırı altında yaşayan emekliler, bankalar arası mekik dokuyor (Cengiz Karagöz-Cumhuriyet)


Bankaların promosyon kampanyaları nedeniyle emekliler banka banka dolaşmak durumunda kalıyor. Maaşların düşüklüğü ve bankaların sürekli güncellenen promosyon fiyatları bu tabloyu ortaya çıkartıyor.
(
https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/aclik-siniri-altinda-yasayan-emekliler-bankalar-arasi-mekik-dokuyor-1966161)

4) AKP'li Sincan Belediye Meclis Üyesi Bekir Yıldız'dan Mamak Kentsel Dönüşümü'nde şantajcıyla işbirliği (Sena Yaşar-Cumhuriyet)


Ankara Büyükşehir Belediyesi, AKP Sincan Belediye Meclis Üyesi Bekir Yıldız’ın, ABB’nin Mamak kentsel dönüşüm mağdurları için yaptığı sosyal konutların yapımını engellediği ortaya çıktı.(
https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/akpli-sincan-belediye-meclis-uyesi-bekir-yildizdan-mamak-kentsel-donusumunde-santajciyla-isbirligi-1966152)

5) ODTÜ’de diploma engeli (BİRGÜN)


Rektörlük mezuniyette yeni engel çıkardı. ODTÜ'de, bölümlerdeki törenleri boykot eden mezunların diplomaları Öğrenci İşleri tarafından toplandı.
(
https://www.birgun.net/haber/odtu-de-diploma-engeli-398007)

6) Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş'a evinin önünde saldırı (BİRGÜN)


Kartal Cemevi Başkanı Selami Sarıtaş, evinin önünde kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğradı.
(https://www.birgun.net/haber/kartal-cemevi-baskani-selami-saritas-a-evinin-onunde-saldiri-397983)

7) Hukuk ağır aksak şirketler ise hızlı (Gökay BAŞCAN-BİRGÜN)


Çevre davaları yurttaşların lehine çıksa da adalet gelmiyor. Sürüncemede bırakılan çevre davaları projeler tamamlandıktan sonra karara bağlanıyor. Bunun son örneği ise Kızılbük’teki Sinpaş GYO’nun otel projesi.
(https://www.birgun.net/haber/hukuk-agir-aksak-sirketler-ise-hizli-398012)

8) İptal edilen KPSS'nin maliyeti belli oldu (SOL)

KPSS sorularının Yediiklim Yayınları'nda çıkması üzerine sınav iptal edilirken, iptalin devlete maliyeti de 75 milyon TL olarak hesaplandı.Kamu Personeli Seçme Sınavı'ndaki (KPSS) bazı soruların Yediiklim Yayınları'na ait deneme sınavlarında yer alan bazı sorularla aynı olduğunun anlaşılması üzerine başlayan soruşturma kapsamında sınav iptal edilmişti. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) yeni sınav takvimini açıklarken, iptal edilen sınavın kamuya maliyeti de ortaya çıktı.   KPSS'ye bir milyon 400 bin adayın katıldığı belirtilirken, bir sınav merkezi için 3 bin 546 TL bina yöneticilerine ödeniyor. Ülke genelinde 4 bin 600 binada sınav yapıldığı için ödeme tutarı 16 milyon 311 bin 600 TL'ye ulaşıyor. Sözcü'den Saygı Öztürk'ün haberine göre uzmanlar, gözetmen ücretlerini 21 milyon TL, soru kitapçığı ve optik okuma maliyetini ise 28 milyon TL olarak hesapladı. ÖSYM'nin sınavının yenileme maliyeti ise toplam 75 milyon TL.  Ayrıca sınavın adaylar için de bir maliyeti bulunuyor. KPSS hazırlık kursları bin 750 TL ile 4 bin TL arasında değişirken, yardım kitaplar da 800 TL civarında bir değere sahip. Habere göre, hakkında soruşturma yürütülen Yediiklim'in hazırlık kitaplarının fiyatları da 300 ila 400 TL arasında değişiyor.

9) AYM'den 'kayyum rektör' kararı: Uzaklaştırma cezası hak ihlali sayıldı (SOL)


AYM, üniversite öğrencisine 'kayyum rektör' ifadesinin de yer aldığı basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle verilen uzaklaştırma ve disiplin cezasının, eğitim hakkının ihlali olduğunu açıkladı. (https://haber.sol.org.tr/haber/aymden-kayyum-rektor-karari-uzaklastirma-cezasi-hak-ihlali-sayildi-344322)

10) 2 bin liralık evleri 10 bin liraya kiraya verip 'mağduruz' dediler (SOL)


Krizi fırsata çevirip kiracısına fahiş zamlar yapan ev sahipleri, kiracılar kriz nedeniyle kirasını ödeyemeyince 'mağdur' olduklarını söyleyerek dava açmaya başladı. Ukrayna-Rusya savaşı sonrası yaşanan göç dalgasını fırsata çevirip kira bedellerini bir anda 8-10 bin TL birden artıran ev sahipleri adliyenin yolunu tutmaya başladı. Evi yüksek fiyatla kiraladığını anlayan kimi yabancılar kirasını ödeyemedi. Borcunu ödemeden ülkesine kaçanlar oldu. Özellikle Alanya ve Manavgat’ta kira piyasasında yaşanan örnekleri anlatan Antalya Emlak Komisyoncuları Odası Başkanı İsmail Çağlar, Hürriyet’ten Salim Uzun'a konuştu. Çağlar, “Ukrayna-Rusya savaşı sonrası ortaya çıkan fahiş kira bedellerinin geçici olduğunu biliyorduk. 2-3 bin TL’lik bir dairenin 8-10 bin TL’ye kiralanması akılcı değildi. Biz bunu ev sahiplerine anlatmaya çalıştık. Ama o dönem ev sahipleri birbirinden etkilendi. ‘Onun dairesi 8 bin TL’yse benimki 10-12 bin eder’ yanlışına düştü” ifadelerini kullandı.( 'Kendi evini kiralayıp kiracıdan emlakçı bedeli alanı bile duyduk') Çağlar, şöyle devam etti: “Bu durumdan önce kiracılar sonra emlak komisyoncuları zarar gördü. Yıllardır kirasını düzgün ödeyen kiracılar bile ev sahipleri ile karşı karşıya geldi. Şu an özellikle Alanya ve Manavgat’ta ciddi sıkıntılar var. Evlerini yüksek bedellerle kiraya veren ev sahipleri maalesef mağdur durumda. Çünkü birçoğu kira bedellerini düzgün biçimde alamıyor. Yüksek bedelleri kabul edip evlere yerleşen yabancı kiracılar, ‘Bize piyasanın çok üstünde kiralama yapmışsınız’ gerekçesiyle ya kirayı ödemiyor ya da kira bedelinde indirim istiyor. Kirasını ödemeden ülkesine dönenler bile var. Bu tartışmalar yargıya da taşınmaya başladı. Biz bu kira bedellerinin gerçekçi olmadığını ev sahiplerine yani bir nevi patronlarımıza anlatmaya çalıştık. 'Düzenli kira ödeyen kiracılarınızı çıkarmayın' dedik. Hatta kavga ettik. Ama son sözü patron söyledi. Sonunda ne oldu; 2-3 ay 10-15 bin TL kira alanlar mahkeme kapılarında sürünüyor. 2-3 aylık dönem mesleğimiz için hakikaten zor geçti. 1.000 TL’ye oturan kiracısından 6 bin TL istememizi söyleyen ev sahipleri ile karşılaştık. Hatta kendi evini kiralayıp kiracıdan emlakçı bedeli alanı bile duyduk. Ama sonunda eden buldu."

11) Altınordulular Botanik Park'ı geri istiyor (Evrensel)

                           
Fotoğraf: ORÇEV 

Altınordu'da AKP'li belediyenin 2016 yılında 15 milyon TL maliyetle inşa ettiği Botanik Park “şehir hastanesi yapılacağı” gerekçesiyle yıkıldı. Projeden vazgeçildi, alanda şu an hayvanlar otluyor.(https://www.evrensel.net/haber/467519/altinordulular-botanik-parki-geri-istiyor)


(Derleyen:Mustafa Kırcı)


Ziraat Bankası'nı masaya yatırdı: Demirören'in borçları, batık şirketler, peşkeş hikayeleri... - SOL

 CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, sosyal medya hesabından AKP dönemindeki zararlarıyla gündeme gelen Ziraat Bankası'na ilişkin dikkat çeken veriler paylaştı.



CHP İstanbul Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Özgür Karabat, sosyal medya hesabından Ziraat Bankası'na ilişkin dikkat çeken detaylar ve iddialar paylaştı. 

Demirören Grubu'nun Doğan Medya'yı satın alma sürecine değinen Karbat, ''Demirören’in gazetelerinde ve TV’lerinde AKP’nin borazanlığı işte böyle fonlanıyor'' ifadeleriyle Demirören'in Ziraat Bankası'na geri ödemediği kredilerin ayrıntılarını açıkladı. 

Karabat'ın paylaşımları şöyle:

''AKP, kamu kurumlarını öyle bir talan ediyor ki, meblağlar artık yüz milyarlarca lirayı buluyor. Ziraat Bankası bu noktada çok kritik. Çiftçiye, üreticiye destek olması gerekirken, hükümetin operasyonlarının merkezi oldu.

Sayıştay’ın 2020 Ziraat Bankası raporuna göre, bankanın kambiyo zararı tam 187,7 milyar TL. Aynı yıl bütçe harcamaları 1,2 trilyon TL ve bütçe açığı da 172,7 milyar TL. Ziraat’in zararı devletin zararını geçiyor.

Bu bankayı böyle fütursuz harcama yapmaya iten nedir? AKP’nin rant ve toplum mühendisliği politikalarında Ziraat Bankası mihenk taşı oluyor. Hürriyet gazetesi başta olmak üzere Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satışında da bunu görüyoruz.

Görece daha bağımsız yayın yapan Doğan Grubu’na tahammülü olmayan AKP, burayı Demirören’e sattırarak, yandaş yayın organları arasına girmesini sağlıyor. Demirören parayı devletten alıyor, yani Ziraat Bankası’ndan. Demirören kredisinde ilginç bir nokta var.

Banka ile Demirören arasında yapılan sözleşme uyarınca, Demirören’in 3 yıl içinde sermaye yapısını 150 milyon dolar artırması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde de 'banka kararıyla şirkete yeni ortak bulunacağı' sözleşmede kayıt altına alınıyor.

Ziraat Bankası şu anda Demirören yaptığı sözleşmenin hükümlerini yerine getirmiyor. Şirketleri yeni ortaklarla yapılandırması ve yönetmesi gerekiyor. Demirören’in gazetelerinde ve TV’lerinde AKP’nin borazanlığı işte böyle fonlanıyor.''

Metin Sezici'nin Demirören Medya'daki 'görev'leri

Karabat paylaşımlarında Ziraat Bankası'nın yönetiminde yer alan Metin Sezici'nin Demirören Medya'da aldığı 'sorumlulukları' da duyururak gelişen süreci şöyle anlatı:

''Ziraat Bankası’ndan Demirören’e 2 yıl ödemesiz 10 yıl vadeli 700 milyon dolar kredi verildi. Banka yönetimindeki Metin Sezici, daha sonra Demirören Medya’nın tüm finansal işlerinden sorumlu olarak Chief Financial Officer (CFO) oldu. Ancak Sezici burada çok fazla kalamadı ve Demirören’deki görevi sonlandırıldı. Ne Demirören borcunu ödedi, ne de Ziraat Bankası sözleşme gereği atması gereken adımları atmadı. Devasa zararlar işte böyle ortaya çıktı.''

'MÜSİAD'ın zarar eden RİNERJİ isimli şirketini Ziraat aldı'

AKP'ye yakınlığı ile bilinen patron örgütü MÜSİAD'ın zarar eden RİNERJİ isimli şirketinin Ziraat Bankası tarafından alındığı paylaşımlarında belirten Karabat, şöyle yazdı:

''Bitmedi...

Ziraat Bankası’nın 'diğer gider ve zararlar' bölümü altındaki zararı 1,9 milyar TL. Bankacılık dışında işlemler yapılıyor ve bunlardan devasa zarar elde ediliyor. Ancak Ziraat bu işlemleri yapmaktan geri durmuyor. Kim için?

Ziraat’in zarar kuyusunu kazdıkça daha fazla skandalla karşılaşıyorsunuz. Bankanın faiz gideri 3,3 milyar TL. Hangi işlemlerde faiz giderine katlandı banka, bunları da saklıyorlar. Para piyasası işlemi adı altında 5,7 milyar TL faiz gideri var.

Bu denli yüksek para piyasası faizi işlemi söz konusu olunca benzer oranda bir getirisi de olmalıdır. Ama bankanın verilerinde bunu göremiyoruz. Aynı durum sermaye piyasası işlemlerinde de var. Oradaki faiz gideri de 10,7 milyar TL.

AKP’nin yönettiği Ziraat Bankası’nın paraları sürekli faize ve zarara gidiyor. Adeta zarar için faaliyet gösteriyor. Ziraat Bankası, Rize’de MÜSİAD üyelerince kurulan RİNERJİ adlı enerji şirketinin yüzde 51 hissesini satın aldı.

RİNERJİ 2019’da 10,5 milyon TL, 2020’de de 9 milyon TL zarar etti. Buna rağmen Ziraat Bankası gidip bu şirketin çoğunluk hissesini satın aldı. Burada çok net, saraya yakın iş insanları kurtarılmış ve kaynak aktarılmıştır. Ziraat’ın 2014’te Genel Energy isimli şirketten rehin aldığı 1 milyar dolarlık hisse de, kredinin kapatıldığı söylenen 2020 yılında 100 milyon dolara düştü. Kredi ne kadar tahsil edildi, hisseler kime ne kadara satıldı, muamma..

Ziraat Bankası’nın bünyesinde çok yüksek meblağlı menkul değerler var. Bunlar neden alındı, sahipleri kimlerdi, hangi şirketlere kaynak aktarıldı? Burada bankacılık dışında şirketler finanse edilmiştir.

Ziraat Bankası asli işini tam olarak yapamazken, bunun dışında pek çok şirkete ortak olmuş durumda. Kamunun kaynakları işte bu şekilde banka üzerinden farklı kişilere ve kurumlara aktarılıyor.''

Ziraat Bankası Irak'a da el attı

Karabat Ziraat Bankası'nın Irak Mevduat Sigorta Fonu şirketinin hisselerini almasını ise şöyle aktardı: 

''Bu arada Ziraat Bankası, Irak Mevduat Sigorta Fonu şirketinin hisselerini de satın aldı. Sanki Türkiye’de kredileri ve mevduatları çok iyi yönettiler de gidip Irak’ta mevduat sağlamak için hisse satın alıyorlar.

Sadece 2020 yılında Ziraat Bankası’nın takipteki kredileri 13,8 milyar TL’yi buluyor. Bunun büyük kısmı tahsil edilemeyecek. Bu kadar büyük meblağ birilerine sistematik peşkeş çekme sonucu ortaya çıkmıştır.

Ziraat Bankası, Onko İlaç isimli şirket kredi borcunu ödemeyince banka bu şirkete ortak oluyor. Kredinin yasal takip süreciyle tasfiye edilmesi gerekirken, bankacılık faaliyeti olmayan şirkete ortak olunuyor. Sebep ise tipik AKP olayı...

Şirket hisselerinin çoğunluğu bankaya geçtikten sonra 08 Ocak 2020 tarihli kararla şirketin kurucusu İrfan Koç yönetim kurulu başkanı, Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Cengiz Göğebakan ve 'Faruk Çelik' de yönetim kurulu üyesi.

Bu üyeler, hisselerinin çoğunluğu Ziraat Bankası’na ait olan şirketten yüksek maaşlar alıyorlar. Plan şu: Şirkete Ziraat’ten kredi kullandır, krediyi ödeme, sonra bankayı şirkete ortak et, ballı maaşları götür.

Tabii bu dönemde Onko İlaç’ın 523 bin 757 avro ve 561 bin TL borç faizi de siliniyor. Böylece 10 milyon liradan fazla destek sağlanıyor. Yeni yapılandırma ile sağlanan desteklerle birlikte büyük bir vurgun gerçekleşiyor.

2020 yılında Ziraat Bankası 236,3 milyon TL’lik reklam harcaması yaptı. Buradaki kaynağın büyük kısmı yandaş medyaya aktarıldı. Böylece devletin parasıyla AKP’nin propagandası fonlanmış oldu.

148,6 milyar TL gayri nakdi kredi dağıtıldı. Bu para, işletmelere kamuya veya özel sektöre iş yapmaları için teminat olarak verildi. Kamu bankasının asli işlevi bu değildir.''

Peşkeş hikayeleri...

Karabat paylaşımlarının sonunda ise Sayıştay raporunun devamına yer verdi. CHP'li milletvekili şöyle yazdı:

''Ziraat Finansal Kiralama’nın 445,8 milyon liralık alacağı 290 milyon TL’ye kapatıldı. Yani 155,8 milyon TL zararı Ziraat Bankası üstlendi. Finansal kiralama şirketinin yetkililerinden hesap soruldu mu?

Bir de peşkeş hikayesi var Ziraat’ın... Keskinoğlu şirketinin kredi anaparasının yüzde 70’i siliniyor. Ardından şirketin sermayesi artırılıyor. Ve son olarak 90 milyon TL’lik yüzde 20 hisse satılıyor.

Ankara’da bir enerji şirketinin bağlı olduğu grubun tüm risklere rağmen kredi limiti 30 milyon dolara çıkarıldı. Bu şirketin karşılıksız çek, vadesi geçen kredi gibi pek çok eylemi de kayıtlara geçmiş. Ancak Ziraat yönetimi bunları görmüyor.

Bu enerji şirketiyle ilgili 31 Aralık 2020 tarihi itibarıyla banka nezdinde 268,7 milyon TL risk olduğu kayıtlara geçiyor. Sayıştay uyarıyor. Bunlar borcunu ödeyemez diyor. Ama Ziraat Bankası yönetimi bunu dinlemiyor.

Sayıştay raporlarına baktığımızda, Ziraat’in sadece 2 firmadan 2 milyar 11 milyon TL alacağı olduğu görülüyor. Kimdir bu firmalar? Bu kadar yüksek meblağ neye göre verildi?

Bankanın işgal altında 616 adet taşınmazı var ve bunların 2 yıl önceki değerleri toplamda 658 milyon TL’yi geçiyor. Bunlardan herhangi bir bedel alınamamış. Kimdir bu işgalciler, banka neden peşine düşmüyor?

Bir zincir mağazası olan grup şirketine sınırsız destek veriliyor ama kredi geri ödenmiyor. Kredi takibi 8 yıl sonra başlıyor ve borç 643 milyon lirayı geçiyor. Vatandaş borcunu 1 ay geciktirse icra başlar ama burada kollanan yandaş şirketler var.

Bir inşaat şirketinden de aynı şekilde 1 milyar TL alacak söz konusu. Bu sefer kredi tahsilatı için 10 yıl bekleniyor. Ziraat Bankası yönetimine soralım, siz bu şirketlere verdiğiniz borçların takibini neden uzatıyorsunuz?

Ziraat’ın bir arsa geliştirme şirketinden 1,9 milyar TL, bir demir çelik şirketinden de 263 milyon TL alacağı var. Bir AVM şirketinden dahi 463 milyon TL alacak var. Firmalar şüpheli... Üzerlerine gidilmiyor.

Özellikle demir çelik şirketine dikkatinizi çekerim. Firmanın tek hissedarının nitelikli dolandırıcılıktan kaydı var. Banka bunu bilmesine rağmen yüksek meblağlı kredi veriyor ve borcun peşine düşmüyor. Burada bir organize suç var!

Ziraat Bankası’ndan skandallar taşıyor. Çiftçimiz bankaya borcunu geciktirse, hemen o kişi hakkında işlemler başlatılır. Ama burada görüyoruz ki bankayı çarpanlara bir de mükafat veriliyor.

Demirören’e kullandırılan kredi neredeyse izlenen kredilerin yüzde 20’sini oluşturuyor. Ancak tahsilat konusunda bir adım atılmış değil. Diyoruz ya Ziraat kanunlara uymuyor diye...

Bankanın kanunlara uymadığını söylemiştik. Şu son örnekle bitirelim... Bankanın 20 aracı banka dışında kurum ve kuruluşlara kullandırılıyor. Taşıt kanununa göre bu suçtur. Ama hepsinin hesabını çok yakında soracağız.'' (SOL)


Çin-Tayvan sorunu ve türevleri: Kapitalizmin akıldışılığı - Erhan Nalçacı / SOL

 

'Polesi’nin Tayvan’ı ziyareti ve Çin’in verdiği şiddetli tepki dünya emekçi halklarını bir uçurumun kıyısına bıraktı. Şimdilik bir savaşa dönüşmedi gerilim ama saatli bomba gibi çalışıyor bir yandan.'

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Polesi’nin Tayvan’ı ziyareti ve Çin’in verdiği şiddetli tepki, ABD savaş makinesinin bölgeye yaptığı yığınak dünya emekçi halklarını bir uçurumun kıyısına bıraktı. Şimdilik bir savaşa dönüşmedi gerilim ama saatli bomba gibi çalışıyor bir yandan.

28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahttı Ferdinand Saraybosna’da suikasta uğradığında dünyada çoktan bir emperyalist paylaşım savaşının zembereği kurulmuştu. Kısa bir süre içinde bütün devletlerin egemen sınıfları birbirlerine savaş ilan ettiler.

Eğer Tayvan’da gerginlik bir ölçüde tutulmasaydı şimdi bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik ve hepimizin yaşamı büyük bir karanlığın gölgesi altında kalmıştı. Bütün ulusların emekçi halkları olarak böyle bir akıldışılığı hak ediyor muyuz?

Ama madem biraz zaman kazandık, Çin-Tayvan sürecinin türevi olan diğer akıldışılıklara göz atalım bugün. Başka bir deyiş ile piyasanın görünmez elinin düzenleyiciliği denilen kepazeliğe.

Aşağıdaki grafiğe göz atabilirsiniz, ülke bazındaki toplam teknoloji tekellerinin dünya çip üretimine yüzde olarak katkısı görülüyor. Fark edildiği gibi 23 milyon nüfuslu küçük bir ülke olan Tayvan’da dünya çip üretiminin büyük çoğunluğu gerçekleşiyor ve Tayvan bunun küçük bir kısmını bile tüketemeyeceği için bütün dünyaya buradan dağılıyor.

    Grafik: Grafikte dünya çip üretiminde farklı ülke şirketlerinin yüzde olarak katkısı görülüyor. Sadece Tayvan’daki tekellerin dünyadaki bütün çip üretiminin yüzde 60’ından fazlasını sağladığı izleniyor.

Çip üretimi sosyalizm için üretimin otomatik hale gelmesi, emeğin özgürleşmesi, planlamanın kolaylaşması anlamına geliyor. İçinde bulunduğumuz yüzyılda yükselmesine beklediğimiz sosyalizm dalgasının üretici güçler olarak nesnel dayanaklarından birini oluşturuyor.

Kapitalizmde ise bir ölçüde üretim robotlarında kullanılıyor, ama esas olarak toplumun bir kısmının yararlanabildiği tüketim çılgınlığına yönelik pazara sürdükleri bütün malların içinde bulunuyor çipler. Örneğin, bireylere satılan bir otomobilde yüzlerce çip olduğu söyleniyor. Ayrıca tabletler, cep telefonları, televizyonlar, beyaz eşya… 

Tayvan karşı-devrimci Çinli sermaye sınıfının sığındığı ada olarak 1980’lere kadar egemenliğini korumanın derdindeydi. Ancak 1980’den sonra hızla serbest bölgeler kuruldu, ucuz emek gücü ile sermayeyi kendine çekmeye başladı ve yüksek teknolojiye yöneldi. Asya Kaplanları diye anılan dört ülkeden biri haline geldi.

Bugün Tayvanlı tekel olan TSMC dünya çip üretiminin yüzde 54’ünü gerçekleştiriyor. 

Pandemi sürecinde dünyada önce tüketim azaldı, sonra 2021’de artmaya başladı ve büyük bir çip sıkıntısı doğdu. Bu tamamen plansız ekonominin sonucuydu.

Sonra iklim krizine bağlı olarak Tayvan’de kuraklık baş gösterdi ve çip üretimi aksadı. Sadece TMCS silikon üretimi vb için günde 156 bin ton suya ihtiyaç duyuyormuş.

Neden üretimin bugün başlıca unsuru dünyaya eşit olarak paylaştırılmaz da bir coğrafyaya sıkıştırılır? Piyasanın görülmez eli denen ve sermayenin zekasını yansıtan akıl eksikliği olmasın!

1970’li yıllardan beri Tek Çin Politikası nedeniyle dünya devletlerinin çoğunun Tayvan ile diplomatik ilişkisinin kısıtlı olduğunu biliyorsunuz. Ama bütün dünya şirketleri Çin’inkiler başta olmak üzere Tayvan ile çok yoğun ticaret yapıyorlar.

Silikon üretimi için Tayvan’da yılda yaklaşık 90 milyon ton doğal kum tüketiliyormuş ve bunun 30 milyon tonu Çin’den temin ediliyormuş. 

Savaşa yaklaşan gerilimden sonra Çin Tayvan’a kum ihracatını durdurduğunu ilan etti. Bunun sonuçlarının ne olacağını bir süre sonra göreceğiz.

Şimdi teknolojiye dayalı üretim yapan kapitalist tekeller çip üretiminin coğrafyasını değiştirmeyi amaçlıyorlar ve büyük yatırımlar yapıyorlar. Bu yatırımların sonuçları iki üç seneye alınacak. Ancak dünyaya eşit şekilde dağılan bir üretim ağı ile değil, korkunç boyutlara varan emperyalist rekabetin pençesinde olan bir düzenleme ile karşı karşıyayız. ABD, Çin ve AB ülkeleri kendi tekelleri için yeni çip vadileri yaratmaya çalışıyorlar.

Bu arada adanın karşı tarafında da piyasanın görünmez eli ortalığı karıştırmışa benziyor. Çin’de inşa edilmiş bütün konutların beşte biri boş duruyor ve bu kadar çok konut dünyadaki bütün evsizleri barındırmaya yetiyor.

Çin’de konut sektörü bütün dünyada olduğu gibi azalan kâr oranlarının telafisi için kullanılmış, ama Çin ölçeğinde olduğu için çok büyük. GSMH’nin yüzde 20’si konut sektörüne ait, balonlaşması da benzer şekilde büyük olmuş. Şimdi emlak şirketlerinin bankalara ödenemeyen borçları ile balonun patlaması durumunda ne olacağı tartışılıyor.

Gördüğümüz kadarı ile ABD’deki 2008 emlak balonun çöküşü gibi bir olayın yaşanmasına muhtemelen Çin devleti izin vermeyecek.

Ama piyasa ve sosyalizmin asla bir araya gelemeyecek bir karşıtlık barındırıyor.

Yeni bir dünyayı emekçiler piyasayı yıkarak kuracaklar.

Erhan Nalçacı / SOL



Allah'ın hırsızları! - Orhan Gökdemir / SOL

 

'Hırsızlar çoğalıp hırsızlık büyüdükçe devlet daha bir dinselleşiyor. Devlet artık kutsal hırsızların kutsal aletidir.'

Sanılanın tersine din hırsızlığı hor görmez. Eğer hor görüyorsa, kendi dininden olanlardan çalmayı kastediyordur. Yahudi Yahudi’den, Müslüman Müslüman’dan çalmamalıdır, esası budur. Kendi dininden olmayanlardan, başka dinliden-kafirden, çalmak meşrudur. 

Eski Ahit’in “Çıkış”ında Tanrı, Musa’ya şöyle sesleniyor: “Ve Mısırlıların gözlerinde bu kavme lütuf vereceğim; ve vaki olacak ki, gittiğiniz zaman, eli boş gitmeyeceksiniz; fakat her kadın komşusundan, ve evinde olan misafirden gümüş şeyler, ve altın şeyler, ve esvaplar isteyecek; ve oğullarınızı ve kızlarınızı onlarla süsleyeceksiniz; ve Mısırlıları soyacaksınız.” Yani kitaba göre, Tanrısı Yahudilere Mısırlılardan çalmalarını öğütlemektedir. Sonuçta bu da bir hırsızlıktır ama kutsal hırsızlıktır. Günahı yok, sevabı çoktur.

Hristiyanlıkta, Yeni Ahit, hırsızlık yasaklanmış ancak yapana bir ceza öngörülmemiştir, Havari Pavlus, bu dinin gerçek kurucusudur, “hırsızlık yapan artık hırsızlık yapmasın” diye öğütlemekle yetinmiştir. Unutulmasın, ilk Hristiyanların çoğunluğunu yoksullar oluşturuyordu. Kurucudan gelse bile sonuçta bir öğüttür, dikkate alınmadığını biliyoruz. Sebebi çok basit; mülkiyet varsa hırsızlık da olacaktır. Hırsızlık mülkiyetten doğar ve mülkiyet hem dinin hem de ekonomi politiğin ilgi alanı dışındadır. İkisi de bu mülkiyeti dışarıda tutma hokus pokusu nedeniyle var olabilmektedir.

Yoksulsan ve etrafta varsıllar varsa hırsızlık olur. Hicaz-Arap toplulukları birbirlerinden çaldıkları malları-deve ve giyeceklerden oluşuyordu- ganimet sayar, bu tür eylemleri de bir cesaret gösterisi kabul ederlerdi. Hırsız zamanın kahramanıydı. Haliyle Arap edebiyatında hırsızlık kutsanmış, zamanın meşhur hırsızlarını konu edinen bir literatür ortaya çıkmıştı.

İnançlar birbirinin izinden yürür. İslam’da iki hırsızlık türünden söz ediliyor. Biri gerçek hırsızlık; yani insanın insandan çalmasıdır. Çok yaygın olmalı ki peygambere biat etmek üzere gelen kadınların kabul edilmeleri için gereken şartlar arasında “hırsızlık yapmamaları” da sayılıyor. Aksi durumda ellerin kesilmesi gibi çok sert bir cezadan söz ediliyor. Bir de “gökten bilgiler sızdırma” şeklinde olan “uhrevi” hırsızlık var ki diğerinden daha tanımlı. “Cinler”, yapabileceklerini sanarak “gökten bilgiler sızdırma” çabasına girişirler. “Vahiy dinlemek” için, “göğün dinleme merkezlerine” yaklaşırlar. Ne var ki her girişimlerinde, “göğün sert bekçileriyle” karşılaşırlar ve “ateş saçan, delip geçen”lerce taşlanıp kovalanırlar. Şeytanın taşlanması, bu “kulak hırsızlığı” nedeniyledir. Tabii, bunların gerçek hırsızlıktan önemli sayılması bir tür şizofreni halidir, ancak böyle açıklayabiliriz. 

Haliyle gerçek hırsızlık, kitapta, “büyük günahlar” arasında sayılmamaktadır. Tanrıya ortak koşmak, “kutsal aylar”da savaşmak, Tanrıyı yolundan alıkoymak, Mescid-i Haram’ı yadsımak, şarap içmek, kumar oynamak, fala bakmak, öksüz malı yemek, aç kalırlar diye çocukları öldürmek, zina bu kalemdendir. Aralarında “peygamber karısıyla evlenmek” bile vardır ama hırsızlık yoktur. 

Biz ise artık yoksulluk sebebiyle çalanların zamanında değiliz. Hırsızlarımız sadece varsıllar arasından çıkmaktadır ve hırslarının sonu yoktur. Emekçiden ve halktan çalmak için organize oldular, düzenli olarak çalıp biriktiriyorlar. Yoksulluğu ve tabii zenginliği arttırırken, inançlarından ve tanrılarından destek alıyorlar. Mümin sermayedarlardır; görünmez bir el tarafından yönetilen piyasa toplumunda sürekli kazanan tanrının kutsal hırsızladır. 

                                                               ***

“Devlet egemen sınıfın baskı aygıtıdır” … Eskiden böyle inanıyorduk. Sonra kutsal hırsızlar gelip devlete el koydu, dönüştürdü. Devlet hâlâ bir baskı aygıtı ama aynı zamanda kutsal hırsızların ahırı. Her köşesini bir hırsız tutuyor şimdi. Hırsızlar çoğalıp hırsızlık büyüdükçe devlet daha bir dinselleşiyor. Artık devlet, kutsal hırsızların kutsal aletidir. 

ÖSYM, Ölçme-Seçme ve Yerleştirme Merkezi, eski devletin güvenilir kurumlarından biriydi. Hırsız tarikatçıların eline geçince kimyası da değişti. Başlangıçta Fethullahçıların dukalığıydı. Soruları çalıp devlete hırsız yandaşlarını yerleştirdiler. Devleti topyekûn çalmaya kalkışınca şansları döndü. Onlar gitti Süleymancılar geldi. Süleymancılar gitti Menzilciler, onlar da olmayınca İsmailağacılar oturdu koltuğa. Sanmayın sıradan bir memuriyettir, merkezi teslim ettikleri her eleman kapıyı hırsıza açsın diye oraya yerleştirilmiştir. 

CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel, “AKP çeşitli cemaat ve tarikatların bir üst kuruluşu niteliğinde bir organizasyondur. Rant paylaşımını, koltuk paylaşımını, parselleşmeyi yöneten bir kurumdur. Bütün bakanlıklarda ve kurumlarda AKP’nin izdüşümünü görebilirsiniz. AKP nasıl cemaatler ve tarikatlar arasında bölüşülmüşse kurumlar da bu şekilde bölüşülmüştür” diyerek açıkladı durumu. Haliyle ÖSYM başkanının görevden alınması “neden soruları sızdırdın?” tepkisi değil “neden soruları acemice sızdırdın?” tepkisiydi. Bir hırsız gitmiş başka bir hırsız gelmişti. Arayış marifetli kutsal hırsız arayışıydı. 
Bütün bu utanç verici işlerin din sahnesinde oynanması doğaldır. Ta Musa zamanından beri çalarak geliyorlar, çalarak gidiyorlar. Kutsal hırsızlığın doğasına uygundur.

                                                               ***

20 yıldır ülkeyi soyuyorlar. Uluslararası Şeffaflık Örgütü 2021 Yolsuzluk Algıları Endeksi'nin sonuçlarına göre, Türkiye yolsuzluk sıralamasında 2013'ten bu yana 43 basamak geriledi ve 180 ülke arasında 96. sırada yer aldı. Aynı örgütün bir başka raporuna göre AKP seçmeninin yüzde 44’ü, MHP seçmeninin yüzde 63’ü yolsuzluğun arttığını düşünüyor. Düşünüyor da ne oluyor? Durmak yok çalmaya devam!

Neden peki? Adı geçen araştırmaya göre dindarlık seviyesi arttıkça dini kurumlarda ve devlette yolsuzluk yapıldığı algısı azalıyor. Hatırlayacaksınız, devletin resmi fetvacısı Hayrettin Karaman Müslümanların suç işleme hürriyetinden bahsedip, “İnsanların özel hayatları ve başkalarına kapalı alanlarında günah işlemeleri de haramdır; ama devletin, sivil fertlerin ve toplulukların bu günahı izleyip ortaya çıkarmaları (tecessüs) ve engellemeleri caiz değildir” demişti. Yani her tür “günahı” aklayacak fetva vermeye hazır din elemanları da türedi. Çünkü artık hırsızlık bireysel değil kolektif bir iş, birlikte çalıyorlar.  

Miktarı o kadar büyük ki, 20 yıl sonra hâlâ şaşırabiliyoruz. “Ekmek arası döner” destekli Genç Parti’nin kurucusu Cem Uzan, AKP'nin 20 yılda verdiği tüm ihalelerden yüzde 25 komisyon aldığını, bu yolla toplanan paraların Katar'da istiflendiğini iddia etti geçtiğimiz aylarda. 400 milyar dolar biriktirmişler ve Katar’a taşımışlardı. Eski hırsızdır, ondan iyi bilecek değiliz. Ama şurası çok açık, din çoğaldıkça hırsızlık artıyor ve hırsızlık arttıkça din çoğalıyor. Din hırsızlıkla doğru, ahlakla ters orantılıdır.

                                                               ***

Demek ki hırsızlık Tanrının takdirinde. Çala çala çalacak bir şey kalmayınca kriz patladı. O anda en dünyevi alan olan iktisada birdenbire ruhlar karıştı. Diyanet, “Şüphe yok ki fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır” diye açıkladı durumu. Yani hırsızın hiç suçu yoktu.

Eskiden “temizlik imandan gelir” diye bir özlü sözümüz vardı. E eleman çölde, sudan sabundan gelecek hali yok. İman varsa temiz-kirli demeyecek idare edeceksin mecburen. Şimdi hırsızlık da imandan geliyor ki, dinler tarihinin kaydettiği en sert, en radikal devrimdir! 

Kutsal hırsızlar gelip devlete el koydu, dönüştürdü. Devlet hâlâ bir baskı aygıtı ama aynı zamanda kutsal hırsızların ahırı. Her köşesini bir hırsız tutuyor şimdi. Hırsızlar çoğalıp hırsızlık büyüdükçe devlet daha bir dinselleşiyor. Devlet artık kutsal hırsızların kutsal aletidir. 

Peki bu durumda ahlak ne olacak diyorsanız onu da söyleyeyim. “Kötülük yapmamasının tek nedeni inancı olan insandan korkarım” demişti Suriyeli Şair Adonis. Olmamışlar inançlarına sığınır... Ahlak ise laiktir; dinle, imanla, tanrıyla hiçbir bağı yoktur. Ahlaklı olmak için mümin değil, insan olmak gerekir. 

Demek ki daha çok dine değil daha çok laikliğe, daha çok ahlaka ve daha insan olmaya ihtiyacımız var. Düzenin insanlığından arındırdıklarını ancak bu yolla yeniden insan yapabiliriz. Çaldılar, gidecek yer kalmadı. Kutsal hırsızlar düzenini yıkacağız öyleyse, geleceğimizi çaldırmayacağız. 

Orhan Gökdemir / SOL