8 Ağustos 2022 Pazartesi

TARİHTE BUGÜN (8 AĞUSTOS)

 

    OLAYLAR:

  • 1526 - Uyluk Kuşatması sonuçlandı ve Uyluk şehri, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı.
  • Uyluk Kuşatması; 1526 Mohaç Seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile Macaristan Krallığı arasında gerçekleşip, Sadrazam Paşa komutasındaki Türk ordusunun şehri ele geçirmesi ile sonuçlanmıştır.27 Temmuz'da Petrovaradin'den muzaffer ayrılan Pargalı İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı  Ordusu, Tuna yolunu açmaya devam ederek 1 Ağustos Cuma günü Uyluk önlerine gelerek kaleyi muhasara altına aldı. Tahminen kalede 3 binden az garnizon vardı. Müdafilerin teslim çağrısını reddetmesi üzerine top atışları açılıp, lağım kazıları başladı. Bir haftalık direnişin ardından 8 Ağustos Cuma günü Türk ordusu kaleyi ele geçirdi. Kalenin düşmesiyle birlikte Drava üzerinde yer alan Osijek kumandanı, 14 Ağustos'da Sadrazam Paşa'ya şehrin anahtarlarını getirdi. Bunların üzerine Padişah tarafından gelen emir doğrultusunda Türk ordusu, Macaristan'a girip ana ordu ile birleşti.
  • 1588 - İspanyol Armadası'nın, İngiltere'ye çıkarma amaçlı seferi yenilgiyle sonuçlandı.
  • 1648 - Osmanlı tahtına, IV. Mehmet (Avcı) çıktı.
  • 1876 - Thomas Edison, "mimeograph" da denen teksir makinesinin patentini aldı.
  • 1894- Batman ile Muş arasında bulunan Sason’da Ermeniler ayaklandılar.
  • 1908 - Wilbur WrightLe MansFransa'daki yarış pistinde ilk uçuşunu gerçekleştirdi.
  • 1915 - Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı'na atandı.
  • 1925 - ABD'de, siyahi düşmanı gizli örgüt Ku Klux Klan'ın ilk kongresi yapıldı.
  • 1928 - İstanbul'da, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica'nın yaptığı Taksim Cumhuriyet Anıtı törenle açıldı. Açılışa 30.000'i aşkın İstanbullu katıldı.
  • 1929 - Alman hava gemileri Zeplin'lerin en gelişmişlerinden biri olan LZ 127 Graf Zeppelin dünya turu için havalandı.
  • 1931 – Hoover Barajı’nda işçiler greve başladı.
  • 1933- Küba’da genel grev.


  • 1937- Japonya Pekin’i işgal etti.
  • 1939- 600 Yahudi mülteci taşıyan Parita gemisi İzmir Limanına geldi; Yahudilerin karaya çıkmalarına izin verilmedi.
  • 1945 - II. Dünya SavaşıSovyetler BirliğiJaponya'ya savaş ilan etti.
  • 1949 - Avrupa Konseyi ilk toplantısını Strazburg'da yaptı. Türkiye, Avrupa Konseyi'ne kabul edildi.


  • 1949 - Bhutan bağımsızlığını ilan etti. Bhutan veya Butan, resmi adıyla Bhutan Krallığı Güney Asya'da denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Doğu Himalayalarda bulunan ülkenin batısında ve güneyinde Hindistan, kuzeyinde ise Çin'in  Tibet bölgesi yer alır. Çok yakın olmalarına rağmen Bangladeş ve Nepal'le sınırdaş değildir. 754.000'in üzerinde nüfusa sahiptir, 38.394 km²'lik alanıyla 133. büyük ülkedir. Tarihî İpek Yolu üzerinde, Hint altkıtası, Güneydoğu Asya ve Tibet'in kesişim noktasında yer alan Bhutan meşrutiyetle yönetilir ve Mahayana Budizmini baz alan bir ulusal kimliğe sahiptir. Ülkenin güneyinde subtropikal özellikler gösteren vadiler, kuzeyinde ise subalpin kuşak Himalaya Dağları yer alır. Ülkenin dağlık bölgelerinde 7.000 metreden daha yüksek zirveler bulunur. Ülkenin en yüksek noktası olan Gangkhar Puensum zirvesi, ayrıca dünyada tırmanılmamış en yüksek dağdır. Yaban hayatı oldukça zengindir, doğu Himalayalarda yaşayan takin Bhutan'ın sembol hayvanıdır. Başkent Thimphu en büyük şehirdir. Hint altkıtasında ortaya çıkan Budizm Gotama Buda hayattayken Bhutan ve komşusu Tibet'e yayıldı. Birinci binyılda Bengal'deki Pala İmparatorluğu'ndan gelen Vajrayana  Budizmi etkili oldu. Budizm Hindistan'da gerilerken Tibet, Bhutan, Sikkim ve Nepal'in bir bölümü Mahayana kolunun sığınağı oldu. Bhutan da Tibet İmparatorluğu'nun etkisi altına girdi. 16. yüzyılda Ngawang Namgyal Bhutan vadilerini tek bir devlet olarak birleştirdi. Namgyal üç Tibet saldırısını püskürttü, diğer din okullarını bastırdı, Tsa Yig adlı hukuk sistemini oluşturdu, dini ve sivil yöneticilerden oluşan bir yönetim kurdu. Namgyal ilk Zhabdrung Rinpoche kabul edildi ve halefleri Tibet'teki Dalay Lama gibi Bhutan'ın ruhani liderleri oldular. 17. yüzyılda ülke Kuzeydoğu Hindistan, Sikkim ve Nepal'de egemenlik kurdu, Cooch Behar Devleti'ni de etkisi altına aldı. 19. yüzyıldaki Bhutan Savaşı'nın ardından Himalayaların eteklerinde Bhutan'a açılan kapı niteliğindeki ovalar (duars) Britanya Hindistanı'na geçti. Wangchuck hanedanı iktidara yükseldikten sonra Britanyalılarla daha iyi ilişkiler kuruldu. 1910'da yapılan bir antlaşmayla Bhutan içişlerinde özerk, dışişlerinde Britanya'ya bağlı hale geldi. Bu düzenleme 1949'da Hindistan'la yapılan antlaşmayla devam etti. 1971'de Birleşmiş Milletlere katıldı. Aralarında Bangladeş,İsrail, Kuveyt, Brezilya,  Japonya,  Tayland  ve Türkiye'nin de bulunduğu 55 ülke ve Avrupa Birliği'yle diplomatik ilişkiler kuruldu. Ancak halen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ile ilişkisi bulunmamaktadır. Bhutan Hindistan ordusuna bağlı olsa da kendi askeri birliklerine sahiptir. Bhutan, az gelişmiş ülke kategorisi içinde değerlendirilir. 2008 Anayasası'yla Bhutan seçimle gelen Ulusal Meclis ve Ulusal Konsey'in bulunduğu parlamenter sisteme geçmiştir. Ülkenin lideri ise "Ejder Kral" ismi verilen Bhutan Kralı'dır. Güney Asya Bölgesel İşbirliği Teşkilatı'nın (SAARC) kurucu üyesidir. İnsani Gelişme Endeksi'nde 2020 verilerine göre Güney Asya'da Sri Lanka ve Maldivlerin ardından üçüncü sıradadır. Ayrıca İklim Kırılganlığı Forumu (CVF), Bağlantısızlar Hareketi, BIMSTEC, IMFDünya BankasıUNESCO ve  Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) üyesidir. 2016 yılında ülke SAARC ülkeleri arasında ekonomik özgürlükler, iş yapma kolaylığı, barışçıllılk  ve düşük yolsuzlukta birinci sıradaydı. Bhutan dünyada hidrolik güç elde etmekte kullanılabilecek en fazla su kaynağına sahip ülkelerden biridir.Hidroelektrik enerjisi ülkenin ana ihracatını oluşturmaktadır. İklim değişikliği sebebiyle eriyen buzullar Bhutan için endişe kaynağıdır.
  • 1950- Demokrat Parti iktidarının İşletmeler Bakanı Muhlis Ete: “Devlet artık yeni fabrika kurmayacak. Fabrikaların özel sermaye tarafından kurulmasını arzu ediyoruz. Hür teşebbüse çok geniş imkanlar tanınıyor.”
  • 1951- Binalar ve müştemilatı CHP üzerindeki Halkevleri’nin kapatılıp malvarlığını Hazine’ye devreden yasa Demokrat Parti oylarıyla Meclis’ten geçti. 
  • 1961- Fakir Baykurt’un Onuncu Köy romanı yayımlandı.
  • 1963 - ABD, Birleşik Krallık ve SSCB, nükleer denemelerin durdurulması konusunda yaptıkları antlaşmayı Kremlin'de imzaladılar.
  • 1964- Kıbrıslı Rumlar 3 Türk köyünü işgal etti. Türk jetleri Kıbrıs Rum mevzilerini bombaladı. 2 Rum hücumbotu batırıldı. Bir Türk jet uçağı düştü, 
  • 1967- Singer Satış Büroları’nda, Yeni Tez Büro-İş Sendikası’nın başlattığı grev sürüyor. 
  • 1974 - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Richard Nixon seçim öncesi adının karıştığı Watergate Skandalı’ndan yargılanmamak için istifa etmek zorunda kaldı.
  • 1975- Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen bakkallar, defter tutma zorunluluğunu ve kâr oranlarının azlığını protesto için Ankara’da yürüyüş yaptılar.
  • 1977- Devrimci öğrencilerin hakim olduğu İstanbul Site Yurdu arandı: 63 gözaltı.
  • 1977 - Kadırga Yurdu’na bomba: 4 ülkücü yakalandı.
  • 1978- Mamak’ta bir belediye otobüsüne maskeli 3 ülkücünün açtığı yaylım ateşinde 2 kişi öldü, 2’si ağır 16 kişi yaralandı.
  • 1978 - Kilis’te öğretmenler lokalinin “ülkücüler” tarafından silahla taranması sonucu, Devrimci Yol militanı Ahmet Ato (1959/ Kilis) öldürüldü.
  • 1979- İstanbul Cağaloğlu’ndaki Defterdarlık binası girişine bombalı pankart asıldı.
  • 1980- K.Maraş Katliamı Davası sonuçlandı: 22 ölüm, 14 müebbet, 332 5-15 yıl arası hapis cezası ve 414 beraat. Müdahil avukatların MHP hakkında suç duyurusunda bulunulması talebi kabul edilmedi.
  • 1980-  Nizip TÖB-DER Başkanı Ahmet Yalçınkaya, evinin balkonunda oğluyla birlikte otururken, açılan çapraz ateş sonucu yaralandılar ve hastaneye götürülürken yolda yaşamını yitirdi.
  • 1980-  Sağlıkçılar, yan ödemelerin kaldırılması ve Tam Gün ödenekleriyle maaşların birlikte vergilendirilmesini protesto için Türkiye genelinde iş bıraktı.
  • 1980-  2 Ağustos’ta Beşiktaş’ta Kemal Türkler’in öldürülmesiyle ilgili bildiri dağıtırken gözaltına alınan İGD (İlerici Gençler Derneği) üyesi İTÜ Metalürji Fakültesi öğrencisi Faruk Tuna’nın cesedi ailesi tarafından Hastane’de bulundu. 1988’de “gözaltında işkenceyle ölüm”den dava açılan 1 polis 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı ve 21 Aralık 1993’de ceza kesinleşti. Polisin ismini verdiği 5 polisten biri daha 4 yıl 5 ay hapse mahkum oldu, temyize gidildi ve 28 Mayıs 2003’de dava zamanaşımı gerekçesiyle düştü. Tuna’nın ailesinin 1994’de İçişleri Bakanlığı hakkında açtığı maddi ve manevi tazminat davası aile lehine sonuçlandı.
  • 1980- 1934’den beri müze olan Ayasofya, ilk kez Kültür Bakanı tarafından resmen ibadete açıldı ve ahaliyle Cuma namazı kılındı. Cuma namazına Adalet Partisi azınlık hükümetinin Kültür Bakanı Tevfik Koraltan, diğer bakanlar ve bürokratlar da katıldı.
  • 1981 - Türkiye'nin ilk turistik hava alanı olan Dalaman Havalimanı açıldı.
  • 1983- “Yarın…Yarın” adlı romanında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla 5-10 yıl arası hapis istemiyle dava açılan Pınar Kür beraat etti. 
  • 1985- Erzurum Aşkale’de halkın ‘su su’ diye bağırmasına kızan Başbakan Turgut Özal konuşmasını yarıda kesti ve İlçe’yi terk etti. 
  • 1985-  Buca Cezaevi’ndeki baskılara karşı 12 Eylül 1981’de Milli Güvenlik Konseyi’ne hitaben avukatları ile toplu dilekçe veren 233 mahpustan 34’ü 6 ay-2 yıl arası hapse mahkum oldu. Askeri Mahkeme, 34 mahpusun verdiği dilekçelerde ”Konsey’e hakaret ettikleri” kanaatine vardı.
  • 1986- Şair İsmail Uyaroğlu’nun Milliyet Sanat’taki “Kısas-ı Enbiya-i Şuara” başlıklı şiirinden dolayı savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Suç duyurusunda şiirde “Allah’a, peygamberlerine ve kitaplarına hakaret edildiği” iddia edildi; sorumlular için kamu davası da istendi.
  • 1988- Körfez’de İran – Irak ve Afrika’da Angola – Namibia arasındaki ateşkes sağlandı.
  • 1988- Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın İlaç Geliştirme ve Değerlendirme Komisyonu zakkum ekstresinin umutsuz kanser hastaları üzerinde denenmesini kabul etti.
  • 1988- Ahmet Kaya’nın “Başkaldırıyorum” kaseti çıktı.
  • 1989- İstanbul Cağaloğlu’nda toplanan TGS (Türkiye Gazeteciler Sendikası) üyeleri gazete kupürlerinin üzerine maaş bordrolarıyla “ek zam” yazdıkları bir çelengi kısa bir yürüyüşle Gazete Sahipleri Sendikası önüne bıraktı. 
  • 1989-  Aydın Cezaevi’ndeki açlık grevinin sona ermesi için SHP yöneticileri Adalet Bakanlığı’yla görüştü: 61 talepten 58’i kabul edildi.
  • 1990- Devrimci Sol Ana Davası’nda yargılanmakta iken, Halepçe Katliamı’nın yıldönümünde açlık grevine başlayacaklarına dair cezaevi yönetimine dilekçe veren 10 sanığın “bölücülük”ten toplam 160 yıl hapis istemiyle yargılanmalarına DGM’de başlandı.
  • 1990- Deva Holding’e bağlı Ansa İlaç Fabrikası tasfiye kararı aldı, 182 işçi ölüm orucuna başladı.
  • 1991- Paşabahçe/Şişecam direnişinin 15.gününde işverenin “işbaşı yapmayanların tazminatsız işten çıkarılacağı” yönündeki açıklamalarına karşı bir araya gelen işçi aileleri, Fabrika genel koordinatörü ve 6 müdür toplantı halindeyken 17:30’da fabrika yönetim binasını kuşattı. Sayıları 10 bini bulan kitlenin eylemine karşı 19:30’da gelen polis içerdekileri dışarı çıkarmak istedi, ancak içerde mahsur kalanlar daha fazla güvenlik isteyince 250 kadar takviye polis gelerek koridor oluşturdu. 22:00 civarı yöneticiler binadan polislerce çıkarılarak götürüldü. 
  • 1991-  Fabrikaları 16 aydır kapalı olan Türk Metal-İş üyesi İzmir/Metaş işçileri eş ve çocuklarıyla birlikte Bornova’dan Pınarbaşı’na yürüdü. 7 km’lik yolu alkışlı protestoyla 2 saatte yürüten kitle daha sonra Pınarbaşı’ndan otobüslerle fabrika bahçesine döndü..
  • 1991 - Varşova Radyo Kulesi yıkıldı.
  • 1992 - Çorlu'da bir fabrikada metan gazı sıkışması nedeniyle patlama oldu: 29 kişi öldü, 86 kişi yaralandı.
  • 1992 - Üsküdar Bağlarbaşı’nda yaklaşık 1.500 kişi “özel televizyonlardaki ahlaksız yayınları protesto için” televizyon yaktı.
  • 1993- Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiri Ferhat Tepe, Bitlis şehir merkezinde bulunan eviden 28 Temmuz 1993 günü çıkarken sivil giyimli ve telsizli kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra, Elazığ’da, Hazar Gölü’nün Sivrice kıyısında bir balıkçı tarafından ölü olarak bulundu.
  • 1993-  İstanbul Tabip Odası’nca düzenlenen “Beyaz Yürüyüş” ve mitingte sağlıkta özelleştirme uygulamaları protesto edildi.
  • 1994- Küba’da ülkeden kaçmaya çalışanların polisle çatışmasının ardından 600 bin kişi Havana’da yönetime destek gösterisi yaptı. 
  • 1995- Türk-İş hükümetle toplu pazarlıkta anlaşamadı. Türk-İş üyesi 600.000 kamu işçisi 1 günlük iş bırakma eylemi yaptı. 
  • 1997- Eski Karayolları Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu tutuklandı. Coşkunoğlu haksız kazanç sağlama suçundan 3 yıl hapis cezası almıştı.
  • 1997 -  Eminönü işportacıları, “keyfi uygulamaları” nedeniyle Eminönü Belediye Başkanı Çetinsaya’yı Yeni Cami önünde ÖDP desteğiyle protesto etti.
  • 2000- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, irticai ve bölücü faaliyetlere karıştığı öne sürülen devlet memurlarını tasfiye etmeye yönelik Kanun Hükmünde Kararnameyi “Hukuk devleti ilkesine aykırı” olduğu gerekçesiyle hükümete iade etti.
  • 2000-  16 sendikacı F tipi cezaevlerini protesto için Saraçhane’deki Genel-İş binasında 1 günlük açlık grevi yaptı.
  • 2000-  Kültür Bakanı İstemihan Talay İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Yekta Kara’yı görevden aldı.
  • 2000-  Şili’de 1975’te seçilmiş sosyalist devlet başkanı Salvatore Allende’yi kanlı biçimde devirip ülkeyi 17 yıl yöneten eski diktatör Augusto Pinochet’in dokunulmazlığı kaldırıldı. Şili, Yüksek Mahkemesi 6’ya karşı 14 oyla diktatörün yargılanması kararı aldı. Pinochet, 1973-1990 yılları arasında işlenen suçlardan dolayı aleyhinde açılan 157 davadan yargılanabilecek.
  • 2000 - Konfederasyona ait H.L. Hunley adlı denizaltının batığı, 136 yıl okyanus tabanında kaldıktan sonra su yüzüne çıkartıldı.
  • 2001- Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) BBC ve Deutsche Welle’nin (DW) Türkçe radyo yayınlarının durdurulmasını kararlaştırdı. Başkan Nuri Kayış karşı oy kullandı.
  • 2001-Ankara’ya gelen İsrail Başbakanı Ariel Şaron İstanbul, Ankara ve İzmir’de protesto edildi. “Filistin halkı yalnız değil”, “Türkiye-İsrail anlaşması iptal edilsin”, “Katil Şaron” sloganları atıldı. İstanbul’da İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un ziyaretine karşı gösteri yapan İstanbul Üniversiteleri Öğrenci Koordinasyonu’ndan 30’u aşkın kişi gözaltına alındı. 
  • 2002- Kolombiya’da yeni devlet başkanı Alvaro Uribe parlamentoda yemin ederek göreve başladı. Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri (FARC) gerillaları parlamento yakınında protesto gösterisi yaptı. 19 kişi öldü.
  • 2003- İstanbul’daki Fener Rum Patriği, Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül’ü ziyaret ederek Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması talebinde bulundu.
  • 2004- Saros Körfezi’nde yapılacak Transtrakya Petrol Boru Hattı’na karşı Edirne’de miting düzenlendi.
  • 2005- Japonya Posta İdaresi’nin özelleştirilmesi parlamentoda 108’e karşı 125 oyla reddedildi. Başbakan Juniçiro Koizuni parlamentoyu feshetti. 11 Eylül’de seçime gitme kararı aldı.
  • 2005-  İran İsfahan’daki nükleer tesisinde uranyum zenginleştirme faaliyetlerine başladı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Tahran’ı uyardı.
  • 2006- İstanbul Öğrenci Kolektifleri “Herkese eşit, parasız, nitelikli eğitim” imza kampanyasını Taksim’de halka açık bir oyunla tanıttı.
  • 2007- SES, Ankara Platformu, Halkevleri ve Tüketici Dernekleri Federasyonu’dan 60 kişi susuzluk nedeniyle Melih Gökçek’i Büyükşehir Belediyesi önünde protesto etti.
  • 2008 - 29. Olimpiyat Oyunları Pekin'de başladı.
  • 2012- Can Yücel’in Datça’daki “Can Evi”, mezarına saldıranlar ceza alana kadar ailesi tarafından ziyarete kapatıldı.
  • 2015- Suruç Katliamı’nın ardından intihar bombacısının memleketi Adıyaman’a giden CHP heyetinin raporu: ”Suriye’den ambulanslarla Türkiye’ye yaralı militan getirildiği, dönüşte de Türkiye’de bazı kahvehane ve camilerde IŞİD’e devşirilen gençleri götürdüğü iddiaları var.” HDP’nin Diyarbakır mitinginde bombayı yerleştiren Orhan Gönder ve ailesiyle görüşen CHP heyetinin raporunda, saldırıdan önce oğullarının IŞİD’e katılıp Suriye’ye gidişini Başbakan Davutoğlu’na ileten Alevi aileye “Onun için MİT’e talimat verdim” dediği yer aldı. CHP heyetinin raporundan: “Suruç’un intihar bombacısı Şeyh Abdurrahman Alagöz ve 2 kişinin “çocukları kandırıp IŞİD’e götürdüğü, bazılarının orada evlendirildiği” vb. iddialar yakınlarınca Eylül 2013’de BİMER’den iletilmesine rağmen uzun süre işlem yapılmamıştır.”
  • 2015-  5 Ağustos’ta Hakkari/ Yüksekova’daki bir şantiyeye baskın yapan özel harekat polislerince gözaltına alınan 52 kişinin elleri ters kelepçelenip yere yatırılarak ”Ne yaptı lan size bu devlet? Türk’ün gücünü göreceksiniz” sözlerinin sarfedildiği video ortaya çıktı.
  • 2015-  Pakistan’ın Belucistan eyaletinde bir devlet hastanesinin kapısında düzenlenen intihar saldırısında 63 kişi öldü, 92 kişi yaralandı.
      DOĞUMLAR


ÖLÜMLER:
  • 1719 - Christoph Ludwig Agricola, Alman ressam (d. 1667)
  • 1746 - Francis Hutcheson, İrlandalı filozof (d. 1694)
  • 1897 - Jacob Burckhardt, İsviçreli sanat tarihçisi (d. 1818)


  • 1898 - Eugène Boudin, Fransız ressam (d. 1824)

  • 1902 - Jacques Joseph Tissot, kariyerinin çoğunu İngiltere'de geçiren Fransız ressam (d. 1836)

  • 1902 - John Henry Twachtman, Amerikalı ressam (d. 1853)


  • 1961 - Avram Galanti veya Abraham Galante (4 Ocak 1873, Bodrum, Muğla - 8 Ağustos 1961, İstanbul), Türk eğitimci, siyaset adamıdır. Soyadı Kanunu ile "Bodrumlu" soyadını almıştır. 1915 ile 1933 yılları arasında Darülfünun'da eğitimci ve profesör olarak çalıştı. 1944-46 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi listesinden T.B.M.M. 7. Dönem Niğde Milletvekilliği yaptı. Avram Galanti, 4 Ocak 1873'te  Bodrum, Muğla'da doğdu. Çocukluk arkadaşlarından birisi Neyzen Tevfik'dir. Rodos Rüşdiyesi ve İzmir Sultani İdadisi'nden mezun oldu. Rodos'ta öğretmenlik ve adalardaki Yahudi ve Türk okullarında Maarif Müfettişliği yaptı. Daha sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı ve cemiyetin aktif ve ileri gelen elemanlarından biri oldu. Akademisyenlik yaptı. Cumhuriyetle birlikte kültürel devamlılığı savunduğu ve Harf ve Dil  Devrimlerine karşı çıktığı için üniversite kadrosunun dışında kaldı. Daha önce de  Çağlayan  dergisinde alfabe tartışmaları üzerine yayımladığı makalesinde bunun zararlı sonuçlarına değinmişti (1925-1926) Galanti, 1943 yılına gelindiğinde ise Niğde'den Milletvekili seçildi. 8 Ağustos 1961 tarihinde hayatını kaybetti. Galanti, aynı zamanda yabancı dilde eğitime karşı çıkanların da öncüsüdür. Bu konuda yazdıkları bağlamında yabancı dilde eğitimi ilk eleştiren ve karşı çıkan kişi olarak bilinir. Döneminde önemli fikir ayrılıklarından biri de Latin harflerine muhalif olmasıdır. Türkiye Musevilerinin Türkleşmesini de savunmuştur.


  • 1964 -  Cengiz Topel (2 Eylül 1934, İzmit - 8 Ağustos 1964, Kıbrıs) Kıbrıs'a düzenlenen harekât sırasında, uçağı isabet alan Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel, Rum kesimindeki hastanede öldü. 1964 yılında Kıbrıs'ın Erenköy bölgesine yapılan hava operasyonunda hayatını kaybeden Topel, Türk Hava Kuvvetleri'nin Cumhuriyet tarihindeki ilk savaş kaybıdır. Topel, Hava Kuvvetleri’ne ait dörtlü F-100  kolunun lideri olarak görevlendirilmiş; Gemikonağı Limanı’nda bulunan Rum gemisini bertaraf etmek üzere dalış yaptığı sırada yara alan uçağından paraşütle atladıktan sonra esir düşmüş ve işkence görerek öldürülmüştür. Türkiye'de adı birçok okul, mahalle, sokak ve caddeye verilerek yaşatılır.
  • 1974 - Galip Arcan, Türk tiyatro sanatçısı, oyun yazarı ve oyuncu (d. 1894)
  • 1985 - Cemal Süreya’nın tabiriyle “kasabalı bir Lorca”; şair Abdülkadir Bulut (42) hayata veda etti. 
  • 1998- Roman ve öykü yazarı Bekir Yıldız (65) hayata veda etti.
  • 2000-  İspanya’da kısa adı ETA olan Bask Yurdu ve Özgürlüğü’nün komutanı Patxi Rementeria, hazırladığı bombanın elinde patlaması sonucu öldü.
  • 2001-  ATİF ve Ulm Halk Ocağı’nda faaliyet yürüten ve Ulm Tohum Kültür Merkezi kurucusu Düzgün Öztürk (1937- Dersim), 1999’da yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti.
  • 2003- Yunanlı yazar Antonis Samarakis, 84 yaşında öldü. “Umut Aranıyor” ve “Pasaport” adlı kitapları Türkçeye çevrilmişti.
  • 2004 - Fay Wray, Kanadalı-Amerikalı oyuncu (d. 1907)


  • 2005 - Ahmed Hussein Deedat (d. 1 Temmuz 1918 – ö. 8 Ağustos 2005) Müslüman yazar, konuşmacı. Yahudi ve Hristiyan kutsal metinleri üzerinde uzmanlaşmış İslam bilgini. Aslen Hindistanlı  olup 9 yaşından ölümüne kadar Güney Afrika'da yaşamıştır. Çocukluğunda babasının maddi imkânsızlıklarından dolayı okuyamamış ve çalışmaya başlamıştır. Bu süreçte çalıştığı yerin yakınında misyoner yetiştirme okulu bulunmaktaydı ve onlarla yaptığı tartışmalardan yola çıkarak eline geçen Izhar ul-Haqq kitabını okumuştur. Çeşitli konferanslarda Hristiyanlığı sorgulamış, birçok ünlü Hristiyan din adamıyla tartışmalar yapmıştır. Aynı zamanda IPCI'nin kurucusu olup 1986 yılında 50 yıllık İslami çalışmalarından dolayı Kral Faysal Ödülü'ne hak kazanmıştır.1996 yılında geçirdiği felç onun beyin damarlarına ve beyin sapına da zarar verdi. 2005'te hayatını kaybetti.
  • 2005 - Barbara Bel Geddes, Amerikalı oyuncu (d. 1922)
  • 2011 - Cem Erman, Türk oyuncu (d. 1947)


  • 2012 - Kemal Suman, Türk turizmci ve yazar (d. 1942)
  • Bir devlet memurunun oğlu olan Kemal Suman, 1942 yılında Bergama'da dünyaya geldi.
    ilkokulu bitirene dek, ödünsüz çalışmak suçundan bir yerden diğerine sürülen babasıyla tüm Anadolu'yu dolaştı. Galatasaray Lisesi'ni 1954-1964 yılları arasında doya doya okuyarak bitirdi. Daha sonra girdiği Diş Hekimliği Fakültesi'ni, hocalarının hışmına uğrayınca üçüncü yılda terk edip, Galatasaray iktisadi ve Ticari ılimler Akademisi'ne geçti. Burayı zamanında bitirdi ve 117. Dönem Yedek Subayı olarak askerlik görevini tamamladı.
    Yükseköğrenim yıllarında başladığı rehberlik mesleğine günümüze kadar devam etti. Turizm sektörünün dev isimlerinden Net Turizm şirketinin ilk kurucularından biri olarak, bu şirketin Yönetim Kurulu II. Başkanlığını kuruluşundan 1979 yılına dek, Retur Turizm A.ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanlığını ise 1975 yılından bugüne kadar aralıksız tam 26 yıl sürdürdü.Son olarak 2001 yılının en kaliteli seyahat acentesi seçilen Retur adına 2001 Skalite ödülünü almaya hak kazandı. Resim sanatçısı Selva Suman'la evli olan yazarın Defne ve Selim adlarında iki çocuğu var. Antik Dekor, Tombak, Collection gibi antika, sanat ve Pleasure, Tirebouchon gibi şarap konulu dergilerde koleksiyon yazıları yazmayı sürdürüyordu. 8 Ağustos 2012 tarihinde evinin yanındaki boş arazide ölü bulundu. Suman'ın intihar ettiği belirtildi.
  • 2013 - Karen Black, Amerikalı oyuncu (d. 1939)
  • 2015 - Gönül Ceylan Ece, Türk sinema oyuncusu ve şarkıcı (d. 1936)
  • 2017 - Arleta, Yunan müzisyen (d. 1945)
  • 2019 - Manfred Max Neef, Şilili siyasetçi ve ekonomist (d. 1932)
  • 2019 - Mazhar Krasniqi, Yeni Zelandalı Müslüman toplum lideri ve insan hakları savunucusu (d. 1931)



‘Devletin bekası’ndan İslamcılığa savruluş! - SERHAT HALİS / BİRGÜN

 Mazzini gibi istisnai örnekleri dışında milliyetçilik sağcı bir ideolojidir. Bunu bilmek için siyaset biliminin derin dehlizlerinde kaybolmaya gerek yok. Elbette yekpare bir milliyetçiliğin varlığı söz konusu değil. Yurtseverlik gibi görece daha soft formlarından şovenizme kadar uzanan geniş bir yelpazede at koşturan bir düşünce bu. Modern sağcı bir ideoloji olarak milliyetçilik, bu fikirlerin hepsini ortak bir damarla besler.


Modern sağcı ideolojilerin üzerinde hem fikir oldukları belirgin ortaklıklarından biri de devleti kutsamış olmalarıdır. Milliyetçilik de devleti kutsayan, ona ulvi ve değişmez bir karakter atfeden yapısıyla bu ortaklığın en önemli aktörüdür ve kimi uç örneklerinde devletin tanrısallığına yapılan atıflarla karşılaşmak işten bile değildir.

Tam da bu noktada milliyetçiler arasında da belirli bir düşünsel ayrımın varlığından bahsedebiliriz. Devlet ve millet arasında kurulan kopuksuz bağda, daha rasyonel düşünebilen milliyetçiler devletin millet için var olduğunu; bu bağlamda milletin refahı için bir araç olduğunu ileri sürer. Rasyonel düşünme yetilerini tamamen kaybetmiş olan daha sağ milliyetçiliklerin ise; milleti bir araç, devleti amaç haline getirdikleri görülür.

Burada artık “devletin bekası”, halkın refahından ve mutluluğundan daha önemlidir. Bekası, her ne olursa olsun savunulacak devlet; halkı yoksulluk içinde bırakabilir, özgürlüklerini kısıtlayabilir, laikliği, demokrasiyi ya da temek insan haklarını ayaklar altına alabilir. Bunların hiçbiri, devletten daha kıymetli olgular olarak tanınmaz. Şöyle bir düşünün, çevrenizde bu tipte pek çok insan olduğunu fark edeceksiniz.

Devletçi Paranoya: Dış Güçler Edebiyatı

                                                                     SERHAT HALİS       

Burada gördüğümüz devletçi paranoya, ülkenin her an dış güçler tarafından işgal edileceğine inanan insanlar yaratır. Bu paranoyaya şövenist güdüler de eklemlenince iş trajikomik bir biçimde çığırından çıkar. Artık tüm dünya onlara karşıdır, onları yok etmek için pusuda bekleyen dış güçler ve iç hainler vardır. Böylelikle devletçi paranoya, dış güçler fobisi etrafında şekillenen bir şizofreniye döner.

Özellikle askeri okullarda yetişmiş bireyler, küçük yaştan itibaren tüm dünyanın kendilerine düşman olduğu fikriyle yetiştirilir. Türkiye’de ve cihanın diğer ülkelerindeki askeri eğitimin temel mottosunu bu oluşturur. Elinde çekiç olanın tüm meseleleri çivi görmesi eşyanın tabiatı gereğidir.

İslamcı sağcı iktidarlar egemenliklerini, “İslam düşmanları” söylemiyle sürdürülebilir kılmaya çabalar. Özellikle Hıristiyan ve Yahudi düşmanlığı bu gibi iktidarların politikalarına yön veren temel bir manivelaya dönüşür. Bu yönüyle güçlü bir “gâvur edebiyatı”, “ecnebi karşıtlığı” ve “Yahudi düşmanlığı” kendini sıklıkla gösterir. Muhafazakâr sağcı ideolojiler İslam coğrafyasında dış güçler belagatiyle Hıristiyanlığı ve Yahudiliği imler. “Dış güçler”, kitleleri manüple etmek için uygun bir propaganda aracına dönüşür.

Türkiye gibi ülkelerde milliyetçilik ve dincilik genel bir eğilim olarak ortak bir ideolojik potada buluşur. Türk-İslam sentezi de denilen bir hamurla örülürler. Örneğin İyi Parti milletvekili Yavuz Ağıralioğlu’nun Türklük ve İslam arasında kurduğu özdeşik ilişkiye dair açıklamaları bu gerçeğin bir sonucu olarak belirir.

Devletçi sağcılıktan İslamcı sağcılığa savruluş

Bu yüzden “İslamcı sağcılık” ile “devletçi sağcılık”, zamanın bir anında birleşebiliyor. AKP ve MHP ittifakı bunun tipik bir göstereni. Ancak bundan daha ilginç ve kimileri için şaşırtıcı olan, Kemalist cenahtan insanların İslamcıların saflarına geçmesi olarak beliriyor.

Zira devletin kutsiyeti ve dış güçler paranoyası ile hemhal bir ideolojiden gelen bireyler; bu noktada artık insan hakları, laiklik, demokrasi gibi ilkeleri, dış güçler karşısında anlamsız buluyor ve bir adım sonrasında bu ilkelerden bahsetmenin dış güçlerin oyunu olduğunu ileri sürüyorlar.

Bu bağlamda Şener, Perinçek, Fevzioğlu, Cevizoğlu gibi isimlerin yön değiştirmesi şaşırtıcı değil. Bu isimlerin hepsinin ortak ideolojik ve politik karakterleri, bu şekilde hareket etmelerine neden oluyor. Bu açıdan bu istisnai örnek değil, tamamen siyaset biliminin yasalarına uygun olarak işleyen bir olgudur.

Bu olgunun son örneğini Mehmet Ali Çelebi’yle gördük. Dikkat edilirse diğer isimlerle aşağı yukarı aynı düşünsel hassasiyetlere sahip bir isim bu. Önümüzdeki aylar, benzer hassasiyetlere sahip isimlerin İslamcıların saflarına geçişine şahitlik edeceğiz.

SERHAT HALİS / BİRGÜN

İthamların sebebi seçim korkusu - Umut SERDAROĞLU / BİRGÜN


Erdoğan her fırsatta sorunları başkasına yıkmaya çalışıyor. Son olarak KPSS skandalının sorumlusu olarak Altılı masayı gösterdi. BirGün’e konuşan Prof. Dr. Kalaycıoğlu “Tek amaçları seçimi kazanmak” dedi.

Saray rejimi, ülkede yaşanan sıkıntıları başkalarının üstüne atarak olayların içinden sıyrılmaya çalışıyor. AKP kanadının Cemevlerine yapılan saldırılar ile KPSS skandalını kanıt olmaksızın muhalefete yıkması büyük tepki çekti. Alevilere yapılan saldırılar sol örgütlere yıkılmaya çalışıldı. KPSS’de yaşanan skandal için ise AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan altılı masayı suçladı. Suçlamanın ardından sosyal medya hesabından açıklamada bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu adam böyle biri, zihni böyle çalışıyor. Bunda ne hak var ne hukuk; ne haram var ne helal. Hiçbir şey yok. Sadece büyük bir boşluk” cevabını verdi. Aynı zamanda Sözcü’ye konuşan Kılıçdaroğlu, “Kamuoyunun tepkisi rezaleti kapatılamaz noktaya getirdi ve sınavı iptal etmek zorunda kaldılar. Olay devletteki çürümenin en net şekilde ortaya çıkmasını sağlayan bir olaydır aslında” açıklamasında bulundu.

SEÇİMİ KAZANMAYA YÖNELİK SÖYLEMLER

Saray yönetimi tarafından yapılan suçlamaları BirGün’e değerlendiren Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, suçlamaların seçimi kazanmaya yönelik izlenen uygulamalar olduğunu dile getirdi. Erdoğan’ın izlediği bu stratejinin daha önceki seçimlerde etki ettiğini aktaran Kalaycıoğlu, “Ancak şu anda ekonomide kriz büyüyor. Sağlık alanında performans düşmüş durumda. Eğitimde ise çok ciddi değişiklikler oldu ve gençleri olumsuz etkiledi. Ülkede yaşanan bu sorunlar insanları bu stratejiyi sorgulatacak noktaya getirdiğini düşünmek mümkün” dedi.  

                                                     Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi

AKP’nin yaşanan sorunlar da hedef göstererek kültürel ayrışmalardan oy kazanmaya çalıştığını da belirten Kalaycıoğlu, “Ancak ekonomik durum bu denli kötü olduğu için halk kültürel ayrışmalardan ziyade ekonomiye yönelik söylemlere önem veriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’ni destekleyenler ekonominin düzeleceğini varsayıyordu ancak son zamanlarda beklentileri azalmış gibi duruyor” ifadelerini kullandı.

GÜNDEMİ DEĞİŞTİRME ÇABASI İÇERİSİNDELER

Gündemi ekonomiden uzaklaştırmaya çalıştıklarını dile getiren Kalaycıoğlu, “Amaçları, olabildiğince muhalefeti bu tartışmanın içine çekmek ve seçmen nezdinde ekonomiyi geri plana atmak. Oradaki algıyı da değiştirmek için muhalefete ilişkin her türlü suçlamayı yapıyorlar” şeklinde konuştu.

AKP kanadından KPSS skandalında FETÖ’nün ilişkisi olduğuna dair yapılan açıklamaların çekirdek AKP seçmeni tarafından sorgulanmadan kabul edileceğini söyleyen Kalaycıoğlu, “Berat Albayrak’ın ‘Ay’a 4 şeritli yol yapsak inanacak kitlemiz’ var sözü bu konuda açıklayıcı olur. Fanatik seçmenler ya liderin karizmasına tutulmuş vaziyetteler ya da çeşitli maddi ilişkiler dolayısıyla inanmak istiyorlar. Söylenenler gerçekmiş gibi kabul edilip devam ediliyor” diye belirtti.

KANUNLARA UYUM GİDEREK KEYFİLEŞTİ

BirGün’e konuşan Doç. Dr. Seda Demiralp ise KPSS skandalı ve Cemevlerine yapılan saldırıları değerlendirdi. Saldırılar ve KPSS’de soruların sızdırılmasının aynı bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Demiralp, “Ülkede kurumlar zayıflayınca, meşruiyetleri tartışmalı hale gelince, kanunlara kurallara uyum keyfileşir, çünkü hukuk adaletin sağlayıcısı olarak görülmez. Ülkede kuralları kanunları ancak dikey ilişkilerde hatırlıyoruz. Oysa eşitler arası ilişkileri düzenleyen kurallara uyumu ve düzeni tesis etmek, hukuku yeniden üstün kılmak gerekiyor. Bunun için de vatandaşların ağırlıklı çoğunluğunun hukuk sistemine güvenlerinin geri kazanılması gerekiyor” diye belirtti.

                                            Doç. Dr. Seda Demiralp, Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi

Ülkede değişen eğitim sistemi hakkında değerlendirmelerde bulunan Demiralp, “Türkiye’de on yıllarca yukarı yönlü sınıfsal hareketlilik eğitim sistemi ile gerçekleşti. Tüm sorunlarına rağmen merkezi sınav sistemi ülkenin dört bir yanından yetenekli, çalışkan gençlere kapılar açtı, onların kendilerine ve ülkelerine katkıda bulanacakları pozisyonlara gelmelerine olanak tanıdı. Mükemmel olmasa da bu sistem uzun zaman işlev gösterdi. Son yıllarda ise bu sistemin çöktüğünü, liyakatın yerini sadakatin aldığını, hukuk-adalet ilişkisinin sorgulandığını, çeşitli grupların kendi adalet anlayışlarına göre hukuk sistemini manipüle etmekte çekinmediğini ve bunu başarabildiğini görüyoruz” ifadelerini kullandı.

KPSS skandalının toplum tarafından şaşırtıcı bulunmadığını ifade eden Demiralp, “Son KPSS skandalı da bu durumu gözlemleyebildiğimiz olaylardan biri. Skandalın arkasındaki aktörleri ve onların tüm niyetlerini henüz bilemiyoruz. Ama gördüğümüz böyle bir skandalın gerçekleşebildiği ve daha da üzücü olanı ise toplum tarafından çok da şaşırtıcı bulunmadığı” şeklinde konuştu.

Türkiye’de kurumların şeffaflığına güvenin ciddi derecede azaldığının altını çizen Demiralp, “World Justice Project endeksine göre Türkiye hukuk üstünlüğü sıralamasında 139 ülke içinde 117’nci sırada ve hala aşağı düşmeye devam ediyor. Son bir yılda skoru bir puan daha da gerilemiş görünüyor. Bu puanlar vatandaşlara hukuk ve şeffaflık algısı yönündeki algıları sorularak belirleniyor, dolayısıyla iktidara oy versin vermesin ülke genelinde hukuk sisteminin ciddi şekilde gerilediğine dair bir görüş birliği var” dedi.

HEMEN HEPSİNİ YAPMIŞLAR

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, KPSS skandalına ilişkin "Herhangi bir muhalefet partisi genel başkanı veya kamuoyundan birinin ‘hükümet şunu da yapmalıydı’ diye söyleyebileceği bir şey yok. Hemen hepsi yapıldı. Kusuru olan varsa hak ettiğinin verileceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın” dedi. Bozdağ ayrıca “Herkese hak ettiğinin verileceğinden kimsenin şüphesi olmasın” ifadelerini kullandı. Bozdağ, cemevlerine yapılan saldırılara da tepki gösterdi.

Umut SERDAROĞLU / BİRGÜN

KISA KISA GÜNDEM (8 AĞUSTOS 2022)

 


1) Turizm Bakanı Ersoy'un 5 yıldızlı otel projesine teşvik (Kadir Sev- SOL)

Resmi Gazete'de yayımlanan yatırım teşvik listesinde Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un sahibi olduğu Voyag Turizm şirketinin Antalya Serik ilçesindeki projesi de yer alıyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/turizm-bakani-ersoyun-5-yildizli-otel-projesine-tesvik-344463)

2) Kılıçdaroğlu'ndan öğretmenlere: Bu sınava girmeyin (SOL)

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu öğretmen kariyer sınavına ilişkin sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öğretmenlere kariyer sınavına girmemeleri çağrısında bulundu. Kılıçdaroğlu Twitter hesabından paylaştığı mesajında "Öğretmen kariyer sınavı rencide edici olduğu için daha makul bir çözüm bulmak üzere çağrı yapmıştım. Yanaşmadılar. Öğretmenlere sesleniyorum; bu saygısızlığa katlanmak zorunda değilsiniz, bu sınava girmeyin. Sizleri incitmeyecek çözümü seçimden sonra birlikte (konuşarak) buluruz" dedi. Kılıçdaroğlu Öğretmenlik Meslek Kanunu kapsamında başlayan uzman öğretmen ve baş öğretmen kariyer basamakları sınavı hakkında daha önce yaptığı açıklamada "En değerlilerimizi kariyer sınavları ile rencide etmeyelim. Uzman ve başöğretmen ilan etmenin yolu çoktur" demişti.

3) Boğaz yalıları şeyhlere gitti! Son bir yılda İstanbul Boğazı’ndaki yalıların yüzde 3’ü el değiştirdi (Şehriban Kılıç-Cumhuriyet)

Dubai, Katar ve Kuveytli zenginlerin gözü İstanbul’un en değerli gayrimenkulü olan Vaniköy, Kandilli, Anadoluhisarı, Bebek ve Yeniköy’deki iki kıta manzaralı yalılarda. Fiyatları ortalama 20-30 milyon dolar arasında değişen kayıtlı 622 yalının yaklaşık 50 tanesi satılık.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/son-bir-yilda-istanbul-bogazindaki-yalilarin-yuzde-3u-el-degistirdi-1966801)

4) Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan rekor harcama! Yılın ilk yarısında yaklaşık 10 milyar TL kullanıldı (Cumhuriyet)

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın dev bütçesi de harcamaları da gündemden düşmüyor. Ali Erbaş'ın başkanı olduğu DİB, 2022 yılının ilk yarısında tam 9 milyar 897 milyon TL harcama yaptı, vakıf ve derneklere 38 milyon 617 bin TL’ye çıkardı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/diyanet-isleri-baskanligindan-rekor-harcama-yilin-ilk-yarisinda-yaklasik-10-milyar-tl-kullanildi-1966829)

5) Kredi kartı kullanımı artıyor, ödeme azalıyor! Kısmi ödeme yapanların sayısı 20 milyona ulaştı (Cumhuriyet)

Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz, “36 milyon kredi kartının limiti dönem bitmeden dolmaktadır. Semt pazarlarında dahi kredi kartı kullanımının arttığı tespit edildi" dedi. (https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/kredi-kartinda-kismi-odeme-yapanlar-20-milyona-ulasti-1966803




6) Tarım arazileri bankalara rehin (Asena Tunca-BİRGÜN)

Bakan Kurum’un açıklamasına göre, 1 milyondan fazla tarım arazisi ödenemeyen borçlar nedeniyle bankalar tarafından rehin alındı. Çiftçi Şekip Uysal: Ödeme 1 gün geciksin banka araziyi satıyor, haberimiz olmuyor. (https://www.birgun.net/haber/tarim-arazileri-bankalara-rehin-398180)














7) Antalya'da yabancılar kiralarını ödemeden gidiyor (BİRGÜN)

Turizm kenti Antalya’da Ukrayna operasyonu sonrası yabancılara fahiş fiyatlara verilen kiralık evlerde, ödeme sorunu baş gösterdi. Fazla kira ücreti verdiklerini öğrenen yabancılar ya kira vermez ya da indirim beklerken, birçok ev sahibinin mahkemelik olduğunu ifade eden Antalya Emlak Komisyoncuları Odası Başkanı İsmail Çağlar, “5-6 ayın sonunda bugün yüksek fiyatlar gerilere çekildi. Olması gereken fiyatlara geldi şu anda ve balon patladı. Adliyelerde hep kiralıklarla ilgili mahkemelerle boğuşuluyor” dedi.https://www.birgun.net/haber/antalya-da-yabancilar-kiralarini-odemeden-gidiyor-398156 )

8) AKP’li belediyeye abi kardeş abone!(Uğur Şahin-BİRGÜN)

AKP’li Başakşehir Belediyesi’nin 78 milyon liralık tadilat ihalesini, yandaş Ahbal İnşaat aldı. Burak Balamir’e ait şirket bugüne dek 97 milyon liralık iki ihale, abisi Ömer Balamir ise 129 milyon liralık dokuz ihale kaptı.(https://www.birgun.net/haber/akp-li-belediyeye-abi-kardes-abone-398205)

9) Krizde AKP’li belediyelerin harcamaları: Payitaht Müzesi’ne milyonlar ödenmiş(Uğur Şahin-BİRGÜN)

Konya Büyükşehir Belediyesi, ‘Selçuklu Sultanları’nı tanıtmak için yaptığı Payitaht Müzesi’nin iç mekân düzenlenmesine yaklaşık 11 milyon TL harcadı. Samsun Canik Belediyesi ‘ters ev’ yapımı için 2 milyon TL’yi, Uşak Ulubey Belediyesi ise hobbit evlerinin inşası için 2 milyon 349 bin TL’yi gözden çıkardı.(https://www.birgun.net/haber/krizde-akp-li-belediyelerin-harcamalari-payitaht-muzesi-ne-milyonlar-odenmis-398178)

10) Şırnak Mesire Alanı kaderine terk edildi, 5 milyon lira çöp oldu (Evrensel)

Şırnak’ta 2018'de 5 milyon lira harcanarak yapılan mesire alanı kaderine terk edildi. Alandaki bankların bir kısmı çalındı, bir kısmı farklı kurumlara tahsis edildi. (https://www.evrensel.net/haber/467600/sirnak-mesire-alani-kaderine-terk-edildi-5-milyon-lira-cop-oldu)

(Derleyen:Mustafa Kırcı)







Tarihin gölgesi - Engin Solakoğlu / SOL

 Bu haftanın gündemini izlerken aklıma bir isim düştü: Mahmut Nedim Paşa. Kimi Osmanlı sadrazamlarını biz lakaplarıyla tanıyoruz. Mahmut Nedim Paşa’nın da tarihte edindiği bir lakap var: Nedimov...

                                                 Mahmut Nedim Paşa-Nedimov

Tarih okumayı severim. Tarih okuma sevdamın başlangıcı -Fatih Yaşlı duymasın- 10 yaşında elime geçen N. Atsız’ın “Bozkurtlar” kitabıdır. Anne ve babamın enikonu sağcı bir arkadaşının hediyesidir bana. İlkokulda boş gözlerle baktığım  “Türklerin Orta-Asya’dan dünyaya yayılması” haritasına çocuk aklımda bir anlam kazandırdığını ve beni daha fazla tarih okumaya ittiğini itiraf etmem gerekir. 
                                                           
Lev Gumilyov

Çoğunlukla Çin kaynaklarına dayanarak yazan Batılı Orta-Asya/göçebe imparatorlukları tarihi uzmanlarıyla başlayan maceram Lev Gumilyov’u keşfetmem ve neredeyse yarım Meydan Larousse boyundaki külliyatını hatmetmemle sonuçlanmıştır. Bilmeyenler ve araştırmaya üşenenler için yazayım: Gumilyov Kırımlı Sovyet şair Anna Ahmadova’nın oğludur. İbn-i Haldun’un “asabiyye” fikrini “passionerlik” kavramıyla yapıtlarına taşımış, “etnojenez” diye adlandırılan halkların oluşumu konusunda kalem oynatmış, iklim değişikliklerinin etnojenez üzerindeki rolü üzerinde durmuştur. En azından benim Gumilyov’dan anladığım budur. Benim için Gumilyov’un en büyük faydası ise bozkır tarihini yarım akıllı Milliyetçi/Turancıların birçoğundan çok daha iyi kavramama vesile olmasıdır. Yazının konusu Gumilyov değil ama.

Tarih bir bilim midir? Tartışılıyor. Buna karşılık nesnel olmadığı ve olamayacağı konusunda büyük ölçüde görüş birliği var.  Sonuçta pozitif bilim değil. Yine de tarihin bilimselliğinden söz edebilmek için somut ve gerçekliği tartışılmaz olgulara dayanması gerektiği kesin. Örneğin Fatih’in İstanbul’u almaya iten sebebin bir rüya mı, bir hadis mi, yoksa İmparatorluğun genişleme stratejisinin zorunlu bir durağı mı olduğunu tartışabilmek mümkün. Bununla birlikte Fatih’in 1453’ün Mayıs ayında İstanbul’u değil İzmit’i fethettiğini ileri sürerseniz kargalara eğlence olmanız kaçınılmaz. Lozan Anlaşması’nın 100 yıllık süresi olduğu, gizli maddeleri bulunduğu gibi iddialar da tarih biliminin alanına girmez, hurafe ve deli saçması kategorisinde değerlendirilir. Tıpkı Osmanlı Devleti’nin son sultanı Vahdettin’den bir Millî Mücadele kahramanı çıkartmaya yönelik siyasal İslamcı ıkınmaları gibi: ”Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele’yi Sayın Padişahımızın talimatlarıyla (buraya paket kahkaha ekleyebilirsiniz)…”  Demem o ki, sömürmek istediğiniz halkı sersemletmek için amuda kaldırmaya kalkışmazsanız tarih kendi yolunda ilerleyebilir, aydınlatıcı ve öğretici özelliğini yitirmez.

Bizim mesleğin büyükleri, yani eski büyükelçilerimiz sık sık tarih bilgisinin bir diplomat için zorunlu olduğuna ve dış politika yapımı bakımından önem taşıdığına vurgu yaparlar. Sanırım tarih bilmenin önemi iç politikayla uğraşanlar için de yadsınamaz. Elbette tarihle kafayı bozmamak gerekir ama tarihi akıldan tamamen çıkartmak da kişileri ve toplumları sersemleştirir. 

Günlük yaşantımızda belki de en çok çene yorduğumuz konulardan biri tarihin tekerrür etme ihtimalidir. Eder mi, etmez mi? “Efendim, ders alınmazsa eder” diyen çok. Açıkçası kimi zaman ders alınsa da tekerrür edebilir ama bu yinelenme olayını çok da abartmamak gerekir. Benzerlik ve özdeşlik farklıdır. 

Bu haftanın gündemini izlerken aklıma bir isim düştü: Mahmut Nedim Paşa. Şimdi Paşa’nın hikayesini Mehmet Bozkurt o nefis üslubuyla yazsa büyük keyifle okuruz. Ne yazık ki ben deneyeceğim. Türk Diyanet Vakfı’nın İslâm Ansiklopedisi’ne göre Gürcü kökenli Bağdat Valisi Mehmet Necip Paşa’nın oğlu. Kendi dönemine göre gayet eğitimli. Osmanlı bürokrasinin çeşitli kademlerinde çalışmış, irili ufaklı valilikler ve Hariciye Müsteşarlığının üstüne geçici sıfatla da olsa kısa bir süre Hariciye Nazırlığı vekilliği  bile yapmış. Liyakatse liyakat. Kalemi de çok kuvvetli. Yalnız yabancı dil bilmiyor. O kadar kusur Paşa çocuğunda da oluyor demek ki! Çok da uyanık bir bürokrat. Yükselebilmek için her ipi çekmiş. Trablusgarp Valiliği sırasında dönemin “muhalifleri” sayılan Yeni Osmanlılar’la “iltisakı” tespit edilince tutuşup derhal başkente gelerek dönemin kudretli Sadrazam Âli Paşa’yı “muhalif” olmadığına ikna etmeyi de başarmış. O andan sonra hızlı bir yükselişi var. Kendisini oralara taşıyan Âli Paşa’nın altını oymayı da ihmal etmemiş elbette. Sadrazam’ın sırtından Saray’la, yani o dönemin Padişahı Abdülaziz’le yakınlaşmayı başarmış. Bağlamı anımsayalım: Tanzimat Dönemi. Padişahın otoritesinin sorgulandığı, devletin iplerinin en azından kısmen güçlü Sadrazamların elinde bulunduğu yıllar. Bizim uyanık Nedim Paşa buradaki fırsat penceresini görmüş tabii ki. Abdülaziz’e “tek adam” yönetiminin erdemlerini anlatıp durmuş her görüşmesinde. Âli Paşa öte yana göçünce de kurulmuş 8 Eylül 1871’de Sadrazamlığa. Allahı var, Abdülaziz’e bir yamuğunu yazmıyor tarihçiler. Aksine Tanzimatçı partiye mensup kim varsa temizliyor Devlet’ten. Padişah ne derse yapıyor. Bu arada beş kez Maliye Bakanı, dört kez Adalet Bakanı, sayısız kez vali değiştiriyor. Bunlar 11 aylık görevi döneminde içeride yaptıklarının kapsayıcı olmayan bir özeti. İşin bir de hariciye boyutu var.

Mahmut Nedim Paşa göreve gelir gelmez Âli Paşa’nın uzun bir süre ayak dirediği bir dosya olan Özerk Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin kuruluşuna onay veriyor. Önceki dönemde Alman iş insanı (isterseniz tefeci de diyebilirsiniz) Baron Hirsch’e verilen Rumeli Demiryolu imtiyazını iptal ediyor. Osmanlı Devleti’nin kazıklandığına kuşku bulunmayan bu imtiyazın iptali ilk bakışta çok yurtsever bir hareketmiş gibi görünüyor. Ne var ki, imtiyaz yenileniyor üstelik bu kez Hirsch için daha da avantajlı koşullarla. İddia o ki, “becerikli” Mahmut Nedim Paşa bu süreçte Hirsch’ten ciddi miktarda rüşvet alıyor. Diplomatik başarıları bununla da sınırlı değil.

Kimi Osmanlı sadrazamlarını biz lakaplarıyla tanıyoruz. Örneğin Maktul İbrahim Paşa, Koca Mustafa Paşa, Semiz Ali Paşa, Kuyucu Murat Paşa, Öküz Mehmet Paşa. Mahmut Nedim Paşa’nın da tarihte edindiği bir lakap var: Nedimov. Bunun sebebi de kurtuluşu İngiltere tacının veya Fransa’nın gölgesinde arayan Tanzimat dönemi devlet adamlarının aksine Rus Çarlığı’ndan medet umması. Dönemin Rus Büyükelçisi İgnatiyev’le arasından su sızmıyor. Rus Çarı “tak” emrediyor, İgnatiyev iletiyor, Nedim Paşa “şak” diye yapıyor. Sonunda rahatsızlık o kadar artıyor ki, yağcılık da yetmiyor ve Sultan Abdülaziz Paşa’yı azlediyor. “Nedimov”un macerası burada sona mı eriyor? Hayır. Mahmut Nedim Paşa pes etmiyor. Arkasında koskoca Çarlık var bir kere. Hersek’te isyan çıkınca düşüyor yeniden ortalığa “bu işi anca ben çözerim” iddiasıyla. Plan basit, Rusya destek olacak, Paşa ayaklanmayı bastıracak. Oysa kendini çok uyanık zanneden Mahmut Nedim Paşa’nın bilmediği ya da görmezden geldiği, sadaret makamında kalmasının emperyal genişleme peşindeki Çarlık için kendi çıkarlarından, Osmanlı toprakları üzerindeki hesaplarından daha önemli olmadığı.

Sonuçta Hersek’teki isyan bastırılamadığı gibi, Bosna’ya da sıçrıyor. Bunu Bulgar ayaklanması izliyor. Kimi tarihçilere göre, Mahmut Nedim Paşa’nın tedbir alıyorum zannıyla ve İgnatiyev’in tavsiyeleri doğrultusunda attığı ve atamadığı adımlar Osmanlı’nın Balkan topraklarının elden gideceği sürecin yapıtaşları oluyor. Derken İstanbul’da medrese öğrencileri Mahmut Nedim gitsin talebiyle ayaklanıyor. Vaziyetin karıştığını gören Abdülaziz “Nedimov”u 11 Mayıs 1876’da ikinci kez azlediyor. İki kez giden Paşa’nın II. Abdülhamit dönemindeki üçüncü dönüş denemesi ise sağlık sorunlarına takılıyor. Herkes gibi Mahmut Nedim Paşa da bir gün ölüyor, geriye her ikisi de basılamamış olan, şiirlerini topladığı bir Divan ve hakkındaki suçlamaları yanıtladığı bir “Reddiye” ile pek de kıvandırıcı sayılamayacak bir lakap kalıyor: Nedimov.

Gökten üç elma düşmüş. Bedava bulmuşken kaçırmayın bence…

Engin Solakoğlu / SOL