12 Ekim 2022 Çarşamba

Türkiye’nin karayolu ısrarı ulusal sorun boyutuna vardı + Ulaşım ve Trafik Uzmanı Dr. Suat Sarı: 'Karayolunu teşvik etmek çağdışı' (Çağdaş Bayraktar/Cumhuriyet)

Türkiye’nin karayolu ısrarı ulusal sorun boyutuna vardı 

Yaşanan trafik kazalarındaki can kayıpları ve enerji krizinin ulaşıma yansıyan ekonomik boyutu karayollarını ve ulaşım politikalarını yeniden gündeme getirdi.

Rusya-Ukrayna savaşıyla tetiklenen enerji krizi, başta karayolu olmak üzere ulaşım maliyetlerine yoğun biçimde yansıdı. Küresel ölçekli enerji krizi ve ulusal ölçekte karayollarında yaşanan ölüm kazalar, Türkiye’nin karayolu odaklı ulaştırma politikasını tartışmaya açtı. 

Ulaştırma politikalarını gazetemize değerlendiren, Jeoloji Mühendisi, Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri Dr. Suay Karaman Türkiye’nin, merkezinde demiryolu ve denizyolunun da olacağı ulusal ulaştırma politikasına ihtiyacı olduğunu söyledi. 

TÜRKİYE’NİN ULAŞTIRMA HİKÂYESİ

Cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminde ulaştırma politikalarında yabancı sermaye belirleyici oldu ve bu planlamada ülke gereksinimleri ve ekonomik yararlılık gözetilmedi. Cumhuriyet döneminde ise demiryolu odaklı ve ülke gereksinimlerini merkeze alan bir politikaya geçildi. Bu kapsamda, Osmanlı döneminde yap-işlet-devlet modeli ile yabancı sermaye tarafından işletilen demiryolları, 24 Mayıs 1924 tarihinde devletleştirildi. 

1927’de katma bütçeli devlet idaresi olarak Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi adını alan işletme, daha sonra 29 Temmuz 1953’te Kamu İktisadi Devlet Teşekkülü haline getirilerek Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi(TCDD) adını aldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası çok partili hayata geçen Türkiye için ABD; Dorr, Hilts, Barker ve Thournburg gibi özelleştirmeci ve ağır sanayi yatırımlarından uzaklaştırmayı hedefleyen çeşitli raporlar hazırladı. 

DEMOKRAT PARTİ, KARA ULAŞIMINA AĞIRLIK VERDİ

Türkiye’yi Cumhuriyet öncesi döneme döndürmeyi amaçlayan bu yaklaşım özellikle Demokrat Parti döneminde karşılık buldu. Karayolları ağırlıklı uygulamalara geçildikten sonra, gelişmiş ülkelerin aksine ülkemizdeki demiryolları ve denizyollarının ulaşımdaki payı yüzde 40’tan yüzde 5’e, karayollarının payı yüzde 95’e yükseldi. 

ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ TAŞINMALI

Türkiye’nin tarihi boyunca ulaşımda iki farklı dönemde iki ayrı yönde gelişme gösterdiğini belirten jeoloji mühendisi, TÜMÖD Genel Sekreteri Dr. Suay Karaman, bu iki dönemin ülke çıkarlarına uygun demiryolu ağırlıklı dönem ve emperyalizmin biçimlendirdiği karayolu ağırlıklı dönem olduğunu belirtti. “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabının yazarı John Perkins’in “Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz kredi verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız. Hem de faiziyle” sözünü anımsatan Dr. Karaman şunları söyledi: 

"YETKİLİLER ETKİSİZ"

“Türkiye’deki ilgili kurumlarda etkililer (bilgililer) yetkisiz, yetkililer ise etkisiz durumda. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ulaşım politikası iki farklı dönemde gelişme gösterdi. Birincisi, 1923-1950 yılları arasında ‘demiryolu’ ağırlıklı dönem, ikincisi ise 1950 yılından günümüze kadar olan “karayolu” ağırlıklı dönem. 

Demiryolu ağırlıklı dönemde, Cumhuriyetin ilanıyla kısa sürede anayurdu dört baştan demir ağlarla ören yeni hatlar yapılmıştır. Karayolu ağırlıklı dönemde ise yabancı uzmanlar Türkiye adına karayolları planlaması yapmışlar ve Türkiye’nin ulaşım politikalarına yön vermişlerdir. Ulaşım sistemleri birbirinin rakibi kılınmıştır. Oysa ulaşım sistemleri birbirinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. Günümüzde insan ulaşımı ve yük taşımacılığı altı ana sistemle gerçekleştirilmektedir.

EMPERYALİST DÖNÜŞÜM

Bunlar; karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu, boru hattı ve kablo-bant taşımacılığıdır. Bu sistemlerden her biri diğerinin tamamlayıcısıdır, asla rakibi değildir. Gelişmiş ülkelerde, bu sistemler arasındaki denge sürekli güncelleştirilmektedir. 

Türkiye’de, özellikle 1950’li yıllardan sonra, bu tür dengelerin gözetilmediği acı bir gerçektir. ABD’de ulaşım sistemlerinin bütün içerisindeki payı karayolu yüzde 27, demiryolu yüzde 38 iken Türkiye; tıpkı Köy Enstitüleri örneğinde de olduğu gibi ufku dar, sağ ve sığ politikacıların ‘demiryolu komünist ülkelerin ulaşım sistemi’ tarzı yaklaşımıyla emperyalizmin istediği demiryolundan karayoluna dönüşümü yaşamıştır. 

"SORUN ULUSAL BOYUTTA"

Bu uygulamalarla demiryolları ve denizyollarının ulaşımdaki payı yüzde 40’tan yüzde 5’e düşürülürken, karayollarında bu oran yüzde 95’e yaklaşmıştır. Bugün, insan ve yük taşımacılığını amaçlayan kitle taşımacılığını değil, ara taşımacılığını esas alan yüksek maliyet ve kaza riskli karayollarına dayandırılmıştır. Bu durum artık ulusal sorun boyutundadır.”

Türkiye’nin gerçek anlamda “ulusal ulaştırma politikası”na ihtiyacı olduğunu belirten Karaman, bu kapsamda yapılması gerekenleri şu biçimde sıraladı:

- Ülkeye altyapı maliyeti düşük olmalı,

- İşletme, bakım ve onarım maliyeti en az olmalı,

- En az enerji bağımlılığı yaratmalı ve az enerji tüketmeli,

- Denizyolu ve demiryolu gibi geri dönüşümlü enerji kaynakları kullanabilen ulaşım sistemleri özendirilmeli,

- Yüksek hız ve konforlu yolculukta güvenli ulaşımı sağlamalı,

- Çevreyi tahrip etmemeli,

- Sosyal amacı bulunmalı,

- Bütünleşmeye elverişli, yani biri birine rakip olmayıp tamamlayıcı olmalı,

- Kentler arası yolculuğu, kent içi yolculukla bütünleştirebilmelidir.

"YOL KUSURU" BİLEREK DÜŞÜK GÖSTERİLİYOR

Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Başkanlığı verilerinden derlediği bilgiye göre, yılın ilk altı ayında 72 bin 989’u yerleşim yerinde, 15 bin 11’i ise yerleşim yeri dışında olmak üzere 88 bin ölümlü ve yaralanmalı trafik kazası oldu. Kazalarda 920 kişi olay yerinde hayatını kaybederken, yaralananların sayısı 127 bin 619 oldu.

Trafik kazalarına neden olan unsurlar içerisinde ilk sırada sürücü kusurları yer aldı. Ölümlü ve yaralanmalı kazalarda toplam 88 bin 223 sürücü kusuru tutanaklara geçti. Ayrıca 10 bin 316 yaya, 2 bin 260 araç, 1524 yolcu ve 414 yol kusuru tespit edildi.

Kaza nedenleri içerisinde düşük bir oranı olan “yol kazaları”nın bilerek olduğundan düşük gösterildiğini iddia eden Dr. Suay Karaman, Yanlış mühendislik projeleri ve çıkar ilişkileri sonucunda yapılan otoyollar, trafik kazalarına davetiye çıkarmaktadır. Ancak kazaların sorumluluğunu ve cezasını üstlenmemek için ‘yol kusuru’ oranı olduğundan çok daha düşük gösteriliyor” dedi. Karaman, bu duruma “Araçlarımız ve özellikle yollarımız bu kadar iyi olduğuna göre, ülkemizde yıllardan beri büyük sorun olan trafik kazalarının olmaması gerekir” diyerek tepki gösterdi.

NEDEN DEMİRYOLU?

Bugün bütün dünyada demiryolları, 3-4 saat süren yolculuklarda avantajlı bir ulaşım sistemidir.

- 1000-1500 km ye varan uzunluklar, demiryolunun avantajlı potansiyel taşıma mesafesidir.

- Kitlesel yolcu ve yük taşımacılığında demiryolu, ekonomik bir taşıma sistemidir.

- Demiryolu doğal kaynakları en az tüketen, en fazla enerji tasarrufu yapan bir sistemdir.

- Demiryolları çevreyi koruyan, kirletmeyen, karayollarındaki kirli taşımacılığa karşı temiz taşımacılık alternatifidir.

- Dünyada bugün ulaşılan 300-400 km sürat yapan demiryolu hızı, ileri teknoloji sayesinde yeni bir çağ
açmıştır.

- Demiryolu hem konfor hem güvenlik açısından karayollarını çok geride bırakan bir sistemdir.

                                                            ***

Ulaşım ve Trafik Uzmanı Dr. Suat Sarı: 'Karayolunu teşvik etmek çağdışı' 

Ulaştırma politikalarını gazetemize değerlendiren uzmanlar, Türkiye’nin, merkezinde demiryolu ve denizyolunun olacağı ulusal ulaştırma politikasına ihtiyacı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin, özellikle son 20 yılındaki karayolu hamleleri, denizyolu, havayolu ve demiryolunu geride bıraktı. Tüm Öğretim Elemanları Derneği Genel Sekreteri Dr. Suay Karaman, dün başlayan yazı dizimizin ilk bölümünde sorunun ulusal bir boyut haline geldiğini belirtmişti.

Yazı dizimizin ikinci bölümünde ulaştırma politikalarını gazetemize değerlendiren Mavi Vatan Vakfı Başkanı Kaptan Levent Akson, Ulaşım ve Trafik Uzmanı Dr. Suat Sarı ve Eski Ulaşım-İş Sendikası başkanı Adem Çalışkan da Türkiye’nin, merkezinde demiryolu ve denizyolunun da olacağı ulusal ulaştırma politikasına ihtiyacı olduğunu söyledi.

ULAŞIM VE TRAFİK UZMANI VE İBB İYİ PARTİ GRUP SÖZCÜSÜ SUAT SARI: KARAYOLUNU TEŞVİK ETMEK ÇAĞDIŞI

Türkiye’de ulaştırma politikalarının liyakatsiz kadroların elinde şekillendiğini belirten Ulaşım ve Trafik Uzmanı ve İBB İYİ Parti Grup sözcüsü Dr. Suat Sarı, “Ulaştırma politikalarında yolcu ve kargo taşımacılığında öncelik, demiryolları olmalıdır” dedi. Karayolu taşımacılığını teşvik eden politikaların çağdışı olduğunu belirten Sarı, “Türkiye’de ulaştırma politikalarını otoyol müteahhitleri mi organize ediyor” sorusunu sordu. 

"MİLLİ GELİRE UYGUN"

İktidarın son dönemdeki köprü projelerinde tren yolunun da olduğunu söyleyen Sarı, “1915 Çanakkale Köprüsü üzerinde önceden tren yolu vardı. Sonra iptal edildi. Osmangazi Köprüsü’nde de projede var olan tren yolu iptal edildi. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde tren yolu var. Ancak Kuzey Marmara üzerinden yapılacak demiryolu yapılmadığı için altı yıldır ihalesi dahi yapılmadı” dedi. 

“Yetkililere soruyoruz, Türkiye; trafik yol güvenliği risksiz, ithal fosil yakıta bağlı kalmayan, daha ucuz ve emniyetli yolculuk yapılacak demiryolunu mu yoksa trafik güvenliği riskli, ithal yakıt ile cari açığı kışkırtan, sera gazını artıran karayolu taşımacılığını mı seçmeli” diyen Sarı, “Halkımızın milli gelirine uygun ulaşım politikaları ön plana alınmalıdır. Bu sebeple öncelik demiryolları olmalıdır” ifadelerini kullandı.

ESKİ ULAŞIM-İŞ GENEL BAŞKANI ADEM ÇALIŞKAN: BU KADAR YANLIŞLIK, KASITLA MÜMKÜN

Ulaşım-İş Sendikası başkanı Adem Çalışkan, “Limanlarımız AKP’den önce kamu eliyle ve gerçekten verimli bir kuruluş olarak işletilirken bunların çoğu işlet-devret modeliyle özelleştirilmiştir. Bunların yanı sıra birçok yerde özel liman ve iskeleye izin verilmiştir. Ancak uygulamaya bakıldığında mevcut limanlar tam bir liman özelliklerini giderek yitirirken yeni yapılan özel işletmeler ise liman özelliğine hiçbir zaman kavuşamamıştır” dedi.

"GAR DEĞİL AVM"

Demiryolu projelerinin de ihtiyaçlarla örtüşen biçimde kurgulanmadığını söyleyen Çalışkan, “Türkiye’nin aslında yolcu taşımacılığına değil yük taşımacılığına dönük demiryolu yatırımlarına ihtiyacı varken yüksek hızlı tren projeleri yapılmış, üstelik yapımından işletilmesine kadar her zaman zarar etmeye mahkûm bu sistemler hiçbir zaman planlanan sürede bitirilememiştir. Tren garı adı altında AVM’ler yolcu garantisi verilerek yüklenici firmaya sıfır maliyetle verilmiş, bunların yirmi yıl gibi uzun süre işletilmesine dair sözleşmeler yapılmıştır” dedi.

“Hava yoluna dönük olarak yapılan yatırımlarında çok isabetsiz olduğu konunun uzmanlarınca dile getirilmesine rağmen bu uyarılara kulak tıkanarak çok büyük paralarla yolcu garantili, yap-işlet-devret modelli hava alanları inşaatlarına devam edilmiştir” diyen Çalışkan, sözlerini şu cümlelerle tamamladı: “Ülkemizdeki doğalgaz ve petrol fiyatlarına bakıldığında bu boru hatlarının ülkemizden geçmesinden yeteri kadar yararlanamadığımız da ortadadır. Bu kadar yanlışlık herhalde yanlışlıkla yapılamaz, mutlaka kasıt gerekir.”

MAVİ VATAN VAKFI BAŞKANI LEVENT AKSON: DENİZ: ÇEVRECİ VE EKONOMİK

Deniz taşımacılığının küresel ölçekteki yük taşımacılığının yüzde 86’sını, Türkiye’nin dış ticaret taşımacılığının yüzde 89’unu kapsadığını belirten Mavi Vatan Vakfı Başkanı Kaptan Levent Akson, yurtiçindeki yük taşımacılığında ise karayollarının yüzde 88 ile demiryolu ve denizyoluna büyük fark attığını belirtirken bu oranın Avrupa’da yüzde 40 olduğunu belirtti.

"DİĞERLERİNDEN UCUZ"

“Denizyolunun, demiryolundan üç kat, karayolundan yedi kat ve havayolundan ise 21 kat ucuz olması, denizyoluna gösterilmesi gereken önem yanında ihmal edilen bir başka üstünlüğü vardır ki o da karbon emisyonudur” diyen Akson, sözlerini şöyle sürdürdü: “En önemli sera gazı olan karbondioksit emisyonu hesaplamasında ticari gemiler milyon ton-mil esası ile 14 ton karbondioksit emisyonu ile rakiplerine ciddi bir fark atmaktadır. Bu değer demiryolunda 48/190 ton, kara yolunda 128/290 ton ve havayolunda 700/2900 ton aralığındadır. Ülkemiz, petrol ve petrol ürünlerine her yıl 100 milyar dolar ödeme yapmaktadır. Karayolundan mümkün olduğunca demiryolu ya da denizyoluna geçiş, planlamaların liman ya da nihai teslim noktalarına yakın yapılması ülkemize her yıl milyarlarca dolar enerji ve milyonlarca ton karbon emisyon tasarrufu sağlayacaktır.”

(Çağdaş Bayraktar/Cumhuriyet) 


KISA KISA GÜNDEM (12 EKİM 2022)

 


1) Müjde paketinden sadaka çıktı (BİRGÜN)


Cumhurbaşkanı Erdoğan, satranç oyuncusu titizliğiyle ülkenin gelecek asrını planladıklarını iddia etti. Yaratılan toplumsal krizde milyonların gözü müjdeli haberlere kenetlenmişken iktidar bu kez kurtarıcı rolünü kaparak halktan oy devşirmeye çalışıyor.(https://www.birgun.net/haber/mujde-paketinden-sadaka-cikti-405901)

2) Tasarruf sadece kâğıt üstünde (Mustafa BİLDİRCİN-BİRGÜN)

                                       
Balıkesir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz.

Seyahat acentelerine taş çıkartan yurtdışı gezi programları ve 1 milyar TL’nin üzerindeki borcu ile gündeme gelen AKP’li Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin araç kiralama hizmeti için 87,5 milyon TL ödediği açığa çıktı. (https://www.birgun.net/haber/tasarruf-sadece-kagit-ustunde-405889)

3) Selahattin Demirtaş, 29 gazetecinin sorularını yanıtladı: Laiklik ve anti emperyalizm konusunda çekingen olmamak lazım (BİRGÜN)


Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Edirne Cezaevi'nden 29 gazetecinin sorularını yanıtladı. BirGün'ün Yayın Koordinatörlerinden İbrahim Varlı'nın "Eski Eşbaşkan olarak; HDP ile Emek ve Özgürlük İtitfakı’nın programında 'laiklik ve anti emperyalizm vurgusu eksik' yönündeki eleştiri ve yorumlara dair ne söylemek istersiniz?" sorusuna yanıt veren Demirtaş, "Tabii ki laiklik de anti emperyalizm de sol açısından ilkesel bir sahiplenmeyi gerektirir. Bu konuda çekingen olmamak lazım. Bununla birlikte kimlik hakları, kolektif haklar, inanç özgürlüğü de solun herkesten çok sahip çıkması gereken başlıklardır" yanıtı verdi.(https://www.birgun.net/haber/selahattin-demirtas-29-gazetecinin-sorularini-yanitladi-laiklik-ve-anti-emperyalizm-konusunda-cekingen-olmamak-lazim-405926)

4) Cari açık son 4 yılın zirvesinde: Kaynağı belirsiz parayla finansman (BİRGÜN)
Cari açık 40 milyar doları aşarak son 4 yılın en yüksek seviyeye çıktı. Açığın yüzde 71’lik kısmı ise kaynağı belirsiz para girişleriyle finanse edildi. Ergin, “Bu yolla sağlanan finansman sürdürülebilir değildir” dedi.(https://www.birgun.net/haber/cari-acik-son-4-yilin-zirvesinde-kaynagi-belirsiz-parayla-finansman-405891)

5) Ahmet Hakan altyazı için Numan Kurtulmuş'tan izin istedi (Cumhuriyet)

İktidara yakınlığıyla bilinen Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'ın CNN TÜRK'te yayınlanan Tarafsız Bölge programında AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş'tan altyazı için izin istemesi dikkat çekti.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/video-ahmet-hakan-altyazi-icin-numan-kurtulmustan-izin-istedi-1991305)

6) 'Dehşet veren bir şey, mahkeme ÖSO belgesini kabul etti'(SOL)

Suriye'de TSK-ÖSO kontrolündeki bölgede ÖSO tarafından verilen belgelerin Türkiye'de geçerli kabul edildiği öne sürüldü. DP Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy, Halktv'de katıldığı Kayda Geçsin programında konuya ilişkin iddialarda bulundu. Suriye'den Türkiye'ye girişlerde çok ciddi sahte evrak ticaretinin döndüğünü belirten Aksoy, "Çok ciddi anlamda da sahte evrak dönüyor. Bu bir ticarete dönmüş şekilde. Sahte kimlik, sahte diploma her şeyde dönüyor ve verdiklerinde kabul ediliyor. Biz Hatay Barosu'na gittik. Bir avukat arkadaşımız bize dehşet veren bir şey anlattı. Dedi ki temsil ettiğim kişinin kimlikleri lazımdı, Suriyeliydi. Bize ÖSO'nun ıslak imzalı kayıt belgesi gönderildi ve mahkeme bunu kabul etti. Düşünebiliyor musunuz? Kim bu? ÖSO kim? Resmi mühür nasıl verir? Bizim mahkeme nasıl kabul eder?" dedi.

7) Sabah programlarına iktidar el attı: 'Yayına çıkmadan önce ders alıyorlar'(SOL)

Milli Gazete bugün manşetine taşıdığı haberle seçim sürecine girilirken iktidarın sabah kuşağı programları üzerinden propaganda yaptığını yazdı. Sabah kuşağı programlarında büyük büyük laflar eden sunucu ve yorumcuların yayına çıkmadan önce iktidarın bazı akademisyenlerinden taktik dersleri aldığı ifade ediliyor. Milli Gazete’de yer alan habere göre, seçim sürecine girildiği bu dönemde iktidar, son olarak sabah programlarına da el attı. Özellikle iktidara yakın medya organlarında büyük izlenme rakamları elde eden sabah kuşağı programlarında konuşan yorumcu ve sunuculara seçim öncesi nasıl konuşacaklarının eğitimi verildiği öğrenildi. Son dönemlerde sarf ettiği büyük cümlelerle gündeme gelen sabah kuşağı programlarının sunucu ve yorumcularının, programa çıkmadan önce iktidara yakın bazı akademisyenlerden ders aldığı belirtiliyor. Seçimlere 8 aydan kısa bir süre kala seçim meydanları ısınırken, iktidar ve muhalefet de maharetlerini sergiliyor. Muhalefete göre çok büyük bir propaganda gücüne sahip olan iktidarın bu süreçte devletin imkânları başta olmak üzere medya organlarını da parti menfaatine göre kullandığı biliniyor. Özellikle yayınlanan dizi ve filmlerde propagandasını yaptıran iktidarın, bu sefer de sabah kuşağı programlarına da el attığı öğrenildi. (Yayına çıkmadan önce ders alıyorlar) İktidara yakın medya organlarında büyük izlenme rakamları elde eden sabah kuşağı programlarında konuşan yorumcu ve sunucuların da parti propagandası için eğitildiği ifade ediliyor. Özellikle sarf ettiği büyük cümlelerle sık sık gündeme gelen bazı yorumcuların yayın öncesi iktidarın akademisyenlerinden ders alarak ekrana çıktığı ifade ediliyor. Yani her sabah ekranlarda vatandaşa akıl vermeye kalkışan sunucu ve yorumcuların da başkalarından akıl aldığı belirtiliyor.( İki akademisyen önce çıkıyor)  Öte yandan sabah kuşağı programlarının sunucu ve yorumcularının ders aldığı akademisyenlerin özellikleri de dikkat çekiyor. Çoğunlukla iktidara yakın televizyon programlarında boy gösteren bu akademisyenlerin yine iktidara yakın gazetelerde yazması dikkat çekiyor. Özellikle öne çıkan iki akademisyenden birinin uzun süre AKP’de görev yaptığı biliniyor. Ve öne çıkan bu iki akademisyenin sunucu ve yorumculara ekranda ne tür cümleler kurması gerektiğini ve hangi konuları ne sıklıkla gündeme getirmeleri gerektiğiyle ilgili dersler verdiği kaydediliyor.

8) İlaçlarda, eczanelerin kâr payı yükseltildi(SOL)

AKP'li cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla, eczacıların ilaçlardan aldığı kâr oranları yükseltildi. 100'TL'ye kadar olan ilaçlarda yüzde 25 olan kâr payı yüzde 28'e çıktı. 2017 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan “Beşeri Tıbbi Ürenlerin Fiyatlandırılmasına Dair Karar”ın 6. maddesi değiştirildi. Buna göre 100 TL’ye kadar olan ilaçlarda eczacı kârı yüzde 25’ten 28’e çıkartıldı. 100 ile 200 TL arasındaki ilaçlardaki eczacı kârı yüzde 16’dan yüzde 28’e yükseldi. 200-400 TL arasındaki ilaçlarda eczacı kâr payı yüzde 12’den 18’e, 400 TL üzeri ilaçlarda yüzde 12’den 13’e çıktı. Ecza depolarının kâr oranları ise değişmedi. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzaladığı karar şöyle:  Ekli “Beşeri Tıbbi Ürünlerin Fiyatlandırılmasına Dair Kararda Değişiklik Yapılması Hakkında Karar”ın yürürlüğe konulmasına karar verilmiştir.

9) Ekonomist Hanke'den Erdoğan'a 'enflasyon' çıkışı: Sahtekarlığından başka bir şey değil (BİRGÜN)

Hanke'nin paylaşımı şöyle: "Türkiye'nin yıllık enflasyonunu yüzde 65,04 olarak ölçüyorum. Bu arada basın, Erdoğan'ın kukla TCMB yetkililerinin kasım ayında verdiği yıllık enflasyon ise yüzde 21.31" ifadelerini kullanan Prof. Steve Hanke, "RTE ve TCMB'nin günlük sahtekârlığından başka bir şey değil."

(derleyen: mstfkrc)





O polisin ölümünde AKP parmağı + GÖKÇEK’İN KAÇTIĞI SORULAR (Barış Pehlivan/Cumhuriyet)

O polisin ölümünde AKP parmağı 

“İki çocuğum var. Ben intihar ederim, Yunus Emre intihar etmez.” 

“Arkadaşının silahıyla intihar etti” diye kayıtlara geçen polis memuru Yunus Emre Örs’ün yakını böyle diyordu. 

Bu ayın 3’ünde gencecik bir polis ölmüş, gazetelerde haberi bile yapılmamış, acılı ailesi şüpheleriyle baş başa bırakılmıştı. Yunus Emre Örs 39 yaşındaydı, 17 yıllık polisti. Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde görevliydi. Sağlıklıydı, haksızlıklara itiraz eden bir karakteri vardı. 

Ta ki... 

Hem yakınlarıyla hem de ailenin avukatıyla görüştüm. 

Diyorlar ki: Çevirmeye takılan bir AKP milletvekilinin oğlunun arabasını ararken tartışma çıkmış. Aramaya itiraz eden milletvekilinin oğlu onu Kadirli’den Hasanbeyli ilçesine sürdürmüş. 

Diyorlar ki: Bir tutanakta değişiklik yapılması için AKP milletvekilinin yeğeni tarafından baskı görmüş. Hatta karakol basılmış, Yunus Emre Örs havaya ateş açmış. Bunun üzerine silahı elinden alınmış. 

Diyorlar ki: Sürüldüğü Hasanbeyli ilçesinde ciddi bir mobbinge maruz kalmış. Psikolojisi bozulmuş, ilaç kullanmaya başlamış. Hatta üzerindeki baskı öyle bir hale gelmiş ki polis memuru o ilaçlarla intihar teşebbüsünde de bulunmuş. Şimdi...

Ailesi Örs’ün ölümünden şüphe ediyor. İzni bitip işe başladığı gün alnından vurarak kendisini öldürdüyse çocuklarını buna sürükleyen nedenleri sorguluyorlar. 

Ve gördüm ki kendilerini sahipsiz hissediyorlar. 

Yunus Emre Örs’ün silah arkadaşları çok şey biliyor, konuşsalar bu şüpheli ölümün perde arkası aralanacak. 


GÖKÇEK’İN KAÇTIĞI SORULAR



Ahmet Telli der ya; “Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa...” 

Madem öyle, o kirli duvara karşı soralım. 

Hatırlayın, “Sedat Peker suç örgütü” üyeliğinden tutuklanan Emre Olur, İstanbul Emniyeti’ndeki ifadesinde özetle şunu dedi: “2019 Ocak ayına kadar Beyaz TV’de sigortasız çalıştım ve kanalda bilişim alanında yorumlar yaptım.”  

Aynı Emre Olur daha önce de “Osman Gökçek’e yakın birkaç isimden Beyaz TV’de program yapması için teklif geldiğini” söylemişti. 

Keza, Olur’un Beyaz TV’de çıktığı birçok programın kaydını internette bulmak mümkün. Hatta ve hatta 2018’de Beyaz TV’de yayımlanan “Ne Var Ne Yok” programında, Emre Olur izleyicilere “bizim ekipten” diye takdim ediliyordu. 

Hal böyleyken Beyaz TV’nin sahibi Osman Gökçek’e sormak lazımdı. Şu soruları gönderdim kendisine: 

1- Emre Olur’u Beyaz TV’de neden çalıştırdınız? Kendisine bugüne kadar ne ücret ödediniz? 

2- Emre Olur’un polislerle ilişkilerini biliyor muydunuz? 

3- Emre Olur daha önceki açıklamalarında Kerim Çoraklık’a ve Gökhan Özbek’e Ankara Emniyeti’nde kurulan ve Beyaz TV aracılığıyla hayata geçirilen kumpastan sizin de haberiniz olduğunu belirtti. Olur, “Ben bu iğrenç kumpasın tetikçisi oldum” diyor. Siz bu konuda ne dersiniz? 

Gelin görün ki...

Sorularımı okuyan Osman Gökçek yanıt vermek istemedi. 

Olsun. 

Zira tarih çok kez öğretti ki o duvar aşınıyor.

(Barış Pehlivan/Cumhuriyet) 


Ali Erbaş’ın ‘promosyon’ ısrarına imamlar tepki gösterdi: Haram olsun + Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın ‘promosyon’ ısrarı personele fazladan yük olarak geri döndü (Sefa Uyar/Cumhuriyet)

 


Ali Erbaş’ın ‘promosyon’ ısrarına imamlar tepki gösterdi: Haram olsun

Diyanet İşleri Başkanlığı, bankalarla promosyon ödemesini güncelledi. Ancak personelin, tutarın düşük olması nedeniyle “Devlet sizin Mercedes’inizi veriyor. Ben çocuğuma ayakkabı bile alamadım. Hakkım haram olsun” tepkisini gösterdiği öğrenildi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “faizsiz finans” ısrarı nedeniyle yönetim ve personel arasında tartışmaya neden olan “promosyon” ödemesi, yoğun tepkilerin ardından güncellendi. 

Erbaş’ın 2019’daki kurum maaş ödeme protokolünde “faizsiz finans kurumlarının tercih edilmesi” talimatı sonrası 21 Mart’ta, yalnızca katılım bankalarının katılımıyla maaş ödeme ihalesi yapıldı. Personele, bu kapsamda toplam 2 bin 880 lira promosyon ödeneceği kaydedildi. Ancak yargıya taşınan ihale iptal edildi. Yeni ihaleler yapıldı ve promosyon tutarı 16 bin liraya kadar yükseldi.

Erbaş’ın talimatıyla konu Danıştay’a taşınarak mahkeme kararı kaldırıldı. Bunun üzerine Diyanet, ilk ihalenin geçerli olduğunu, mahkeme kararı sonrası yapılan anlaşmalar kapsamında ödenen paraların iade edilmesi gerektiğini bildirdi. Bu kapsamda bazı il ve ilçelerde ödenen promosyonlar, faiziyle birlikte geri istendi.

'HEDİYE' GELDİ

Tartışmalar sürerken Diyanet’in ilk ihaleyi kazanan katılım bankalarıyla görüşmeleri sonucu 2 bin 880 lira artışa gidildi. Bir bankanın promosyonu 6 bin 120 liraya, diğeri ise 6 bin liraya çıkardı. Aradaki farkın personelin hesaplarına aktarılacağı belirtildi. Promosyon için “harama yakın” fetvası veren Diyanet’in, konuyu kurum birimlerine “maaş hediye ödemeleri” başlığıyla duyurması, yazının içeriğinde de promosyon yerine “hediye ödemesi” tanımını kullanması dikkat çekti.

"ÇOCUĞUM ÜZÜLDÜ"

Yaklaşık yedi aydır süren konu nedeniyle personelin yönetime ve özellikle Erbaş’a tepkili olduğu öğrenildi. Personelin, “Ali Erbaş’tan alacağım var. Devlet sizin Mercedes’inizi veriyor, evinizin tüm faturalarını ödüyor. Sizin ihtiyacınız olmayabilir ama benim ihtiyacım var”, “Gelecek parayla çocuklarımın okul ihtiyaçlarını karşılayacaktım. Ayakkabı alamadım. Alamadığım için çocuğum çok üzüldü. Hakkım haram olsun”, “İşçi maaşı alıyorum. Evim kira. Birikmiş kredi kartı borcumu ödeyecektim”, “Diyanet’te ilk defa personelle kurbanda bayramlaşma olmadı. Yüzüne karşı söyleyecektik ama gelmedi” ve “Umduğumuz gibi güncellenmedi. Kimse mutlu değil. Diğer kamu kurumlarına göre 20 binden fazla kaybımız var” tepkisini gösterdiği öğrenildi. 

HUKUKİ SONUÇ DOĞURUR MU?

Diyanet’in promosyon için yaptığı “hediye” tanımı ise personel arasında tartışma yarattı. Mevzuata göre devlet memurlarının hediye alması yasak. Bu nedenle personelde, promosyonun “hediye” adıyla ödenmesinin hukuki olarak bir sonuç doğurup doğurmayacağı yönünde soru işareti oluştu. 

Ayrıca promosyon ücretleri birçok kamu kurumunda tartışmaya neden oldu. Emeklilere ödenen promosyon ücreti dahi 8 bin liraya çıkarken, 41 bin 500 liraya promosyon anlaşması imzalayan kamu kurumları bulunuyor.

                                                          /././



Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın ‘promosyon’ ısrarı personele fazladan yük olarak geri döndü

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “faizsiz finans” ısrarı sürüyor. Üsküdar Müftülüğü ile anlaşma yapan bir özel banka, personele verilen 15 bin 250 liranın faiziyle birlikte geri ödenmesini istedi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “faizsiz finans” ısrarı nedeniyle personelle karşı karşıya geldiği “promosyon” tartışması, yine faizle sonuçlandı. İl ve ilçelerde yapılan promosyon anlaşmalarının geçersiz hale gelmesiyle birlikte bankalar, ödedikleri tutarları geri istemeye başladı. Üsküdar Müftülüğü ile anlaşma yapan bir özel banka, personele verilen 15 bin 250 liranın faiziyle birlikte geri ödenmesini istedi. 

Erbaş’ın 2019’daki kurum maaş ödeme protokolünde “faizsiz finans kurumlarının tercih edilmesi” talimatı sonrası 21 Mart’ta, yalnızca katılım bankalarının katılımıyla maaş ödeme ihalesi yapıldı. Personele, bu kapsamda toplam 2 bin 880 lira promosyon ödeneceği kaydedildi. Ancak yargıya taşınan ihale iptal edildi. İl ve ilçelerde tüm bankaların katılımıyla yeni ihaleler yapıldı ve promosyon tutarı bazı yerlerde 16 bin liraya kadar çıktı. Erbaş’ın talimatıyla itiraz edilen mahkeme kararı ise Danıştay 13. Dairesi tarafından kaldırıldı. Bunun üzerine Diyanet, ilk ihalenin geçerli olduğunu, mahkeme kararı sonrası yapılan anlaşmalar kapsamında ödenen paraların iade edilmesi gerektiğini bildirdi. 

FAİZE ZORLANDILAR!

Diyanet’in ardından bankalar da geçersiz hale gelen protokoller kapsamında ödenen paraların iadesini istemeye başladı. Bu durumun bir örneği İstanbul’da yaşandı. Üsküdar İlçe Müftülüğü ile 5 yıllığına 15 bin 250 lira promosyon tutarı ile anlaşan ve bu ücreti personele tek seferde ödeyen özel bir banka, anlaşmanın geçersiz hale gelmesi nedeniyle personelin halihazırda ihtiyaçları için kullandığı ya da bağışladığı bu paranın faiziyle birlikte geri ödenmesini istedi. Ödenen promosyonun geri istendiği il ve ilçe sayısının ise 30’u aştığı belirtildi. 

‘KREDİ Mİ ÇEKSİNLER?’

Diyanet Birlik-Sen Genel Başkanı Kenan Ak, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, cumhuriyeti kuran iradedir. Diyanet’i de kuran irade, cumhuriyeti kuran iradedir. Bu kuruma toplumu dini konuda aydınlatma görevi verildi. Bu kurumun incitilmemesi ama yanlışların da olması gereken üzerinden söylenmesi gerekiyor” dedi. Promosyon anlaşmasının taraflarının personel değil, müftülük ve banka olduğunu vurgulayan Ak, şunları kaydetti:

“Keşke konu buralara gelmeseydi, arkadaşlarımız mağdur olmasaydı. Personelin bu konuyla ilgili üçüncü şahıs olarak hiçbir dahli yok. 15 bin 250 lira, 15 bin 786 lira olarak isteniyor. 28 Eylül’e kadar da süre vermişler. Personel mağdur. Paranın ödenmesi için kredi mi çeksinler? Sözleşmenin feshedilmesini isteyen personel değil. Personele bu durum yansıtılmamalı. Personelin huzursuz edilmesinin, kurumu promosyon üzerinden tartışır hale getirmenin bir faydası yok. İmzalanan protokollerin belirlenen süre sonuna kadar devam etmesini, mümkün olmadığı takdirde personele ödenen ve personelin harcadığı meblağın hukuki sorumluluğu üzerinde bulunanlar tarafından ödenmesinin uygun olduğunu düşünüyoruz.” 

Sefa Uyar-Cumhuriyet




Nereden nereye... İşte Mehmet Ali Çelebi'nin 'siyaset' yolculuğu - SOL

 AKP-Cemaat ortaklığıyla yaratılan sahte delillerle tutuklandı. Çıktığında CHP'den siyasete girdi, yeni CHP eleştirisi yapıp Memleket Partisi'ne geçti. Çelebi'nin son durağı AKP oldu.


Polisin telefonuna 'sehven' telefon numarası yüklediği Teğmen Mehmet Ali Çelebi, AKP-Cemaat ortaklığının ürettiği Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanmış, hukuksuz şekilde cezaevinde tutulmuştu.

Toplam 41 ay cezaevinde kalan Çelebi, CHP'nin 35 ve 36. Kurultayları sonrasında Parti Meclisi'ne girdi.

2018'deki seçimlerde CHP'den İzmir Milletvekili seçildi.

Geçtiğimiz yıl ocak ayında Kılıçdaroğlu'na açık bir mektup yazan Mehmet Ali Çelebi, "İttifaklar baştan değil seçime yakın düşünülmeli, CHP 1. parti olmak için çabalamalıdır. Kurucu değerlerden en ufak taviz verilmemelidir. Parti içi demokrasi derinleştirilmelidir. Partinin bütün evlatları kucaklanmalıdır" demiş, Kılıçdaroğlu'nun yanıtı ise, "Cumhuriyet Halk Partisinde genel başkana mektup yazılmaz arkadaşlar. Genel başkandan randevu alınır, gelinir konuşulur. Kim arzu ediyorsa telefonu açar, randevuyu ister, gelir otururuz konuşuruz. Sorunları varsa dinler, çözeriz. Onları kabul etmeyiz, doğru değil" olmuştu.

Saray Rejimi deyip istifa etmişti...

Çelebi bu sürecin sonunda partiden istifa ederken, AKP'yi hedef alarak şöyle demişti:

"Ben yaşadım ve gördüm ki; bu CHP, o CHP değil. CHP, CHP'den sürgün edilmiş. Nereden nereye geldik. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden doğmuş özgüveni yüksek CHP'den, AKP'nin ve saray rejiminin miadı dolmuşken, kendi değerleri ve mücadelesiyle 1. parti olmaya çabalamayan, başka partileri parlatan ve siyasi sebil gibi besleyen, iktidar çöplüğünde yeni dostlar ararken partinin başarılı evlatlarını dışlayan CHP'ye geldik. Emperyalizme diz çöktürmüş CHP'den, S-400, Mavi Vatan, Kıbrıs, Libya, Azerbaycan, Suriye gibi milli konularda kekeleyen yöneticilere, 'Hangi istiklal vardır ki yabancıların planlarıyla yabancıların nasihatlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.' diyen Mustafa Kemal Atatürk'ten, yabancılardan demokrasi dilenen yöneticilere, Atatürk demekten imtina edenleri sahiplenen ve el üstünde tutan CHP'ye geldik. Kuldan yurttaş yaratan CHP'den; ülkeye hem demokrasi vadedip hem parti içinde AKP tipi demokrasiyi yani 'itaat et rahat et.' anlayışını hakim kılanlara, Parti Meclisi üyelerine, milletvekillerine, il-ilçe başkanlarına tuzluk muamelesi yapan anlayışa, 'Işığımız Öcalan' diyen kumpas tetikçilerini CHP için şans görebilen yöneticilere, Atatürk'ü alenen soykırımcı olarak niteleyen HDP yönetimine ses çıkaramayan yöneticilere, kadınlara seçme seçilme hakkı veren CHP’den, grup başkanvekili seçimlerinde milletvekillerinin dahi seçme seçilme hakkını yok sayan, grup başkanvekillerini dahi atayan CHP'ye geldik."

Memleket'e geçti, yetmedi

CHP'den istifası sonrası Muharrem İnce'nin Memleket Partisi'ne geçen ve burada Genel Başkan Yardımcılığı görevinde olan Mehmet Ali Çelebi, aradan geçen bir yılın ardından buradan da istifa etti.

Çelebi, "Israrlı uyarılarıma rağmen, "Ben" değil "biz" olamadığımızdan, Kuruluş ilkelerine rotasına aykırı tutum ve söylemlerden, Parti kurulları işletilmeyerek ortak akıl devre dışı bırkıldığından, Partinin büyümesi azimle devam ettirilmediğinden, Gençlerin dinamizmine ve heveslerine ket vurulduğundan, iftira üreten ve yayan, ayrımcılık yapan kişilere disiplin işletilmeyerek göz yumulmasından ötürü, Memleket Partisi üyeliğinden istifa ediyorum" dedi.

Rota AKP'ye kırıldı

Memleket Partisi'nden istifası sonrası rotayı AKP'ye doğru kıran Çelebi, "Şu anda Cumhur İttifakı net ve tutarlı gözüküyor. 6+2 masanın orada Abdullah Gül de var. Çıkmaz sokak olduğunu çok önceden söyledim. '6+1 masa çıkmaz sokaktır. Buradan Türkiye'ye hayır gelmez' dedim. Aynı düşüncem devam ediyor. Bir partide olup olmamam çok önemli değil. Şu anki tutumum, Cumhur İttifakı'nın ülkeyi milli istikamette daha net ve tutarlı götüreceğine dönük görüşüm devam etmektedir" diyecekti.

Bir süredir Cumhur İttifakı övgülerinin dozunu artıran Çelebi bugün itibariyle AKP'ye geçti.

Nereden nereye...

Çelebi'nin AKP'ye geçişi yandaş medyada sevince de neden olurken, şimdi sayfaları biraz geriye doğru çeviriyoruz...

Çelebi'nin AKP-Cemaat operasyonu sonrası yaşanan tutukluluğu sona erip tahliye edildiğinde olanlara.

soL'un 2011 yılındaki haberinden aynen aktarıyoruz:

Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin tutuklanmasının ardından yandaş medya, polis iddianamelerine dayandırarak birçok habere imza atmıştı. Haberler iddiaların gerçekliği önemsenmeden verilmiş, kamuoyu yönlendirilmeye çalışılmıştı. 

Star gazetesi “Ergenekon ile Hizb-ut Tahrir kol kola yakalandı” başlığıyla verdiği haberde şu ifadeleri kullanmıştı:

“Ergenekon soruşturmasının 7. dalgasında gözaltına alınıp, soruşturma kapsamında tutuklanan ilk muvazzaf subay olan Mehmet Ali Çelebi’nin Hizb-ut Tahrir üyelerine “İrtibatı koparmayalım. Büyük işlere imza atacağız” mesajı attığı ortaya çıkmıştı.”

Sabah gazetesi 28.07.2009 tarihli haberinde “Hizb-Ut Tahrir örgütünde Ergenekon bağlantısı” manşetini kullanarak aşağıdaki ifadelere yer vermişti:

“Ergenekon yöneticisi olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin de Hizb-ut Tahrir ile bağlantılı olan Süleyman Solmaz'ı Ergenekon'a kazandırdığı, bu yolla elde ettiği bilgileri Neriman Aydın'a ilettiği iddia ediliyor.”

Zaman gazetesi Hizb-ut Tahrir örgütünün Ergenekon sanıklarıyla telefonla görüştüğünü iddia ederek şu ifadeleri kullanmıştı:

“(…)Ergenekon soruşturması kapsamında, Karargâh Evleri yöneticisi oldukları iddiasıyla Ankara’da tutuklanan Kemal Aydın ve Neriman Aydın’ın evlerinde yapılan aramalarda Hizbuttahrir örgütüne ait belgeler ele geçirilmişti. Aydın ile irtibatlı olan teğmenler Mehmet Ali Çelebi(…)”

Taraf gazetesi ise yaptığı 28 Temmuz 2009 tarihinde “Hilafetçi Ergenekonu” manşeti atmış ve şöyle demişti:

“İstanbul’da Uluslararası Hilafet Toplantısı düzenlemeye hazırlanırken MİT’in ihbarıyla yakalanan Hizb-ut Tahrir liderlerinin Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı ortaya çıktı. İkinci iddianamede Ergenekon ile bağlantılı örgütler arasında adı geçen Hizb-ut Tahrir’in, geçen pazar günü planladığı provokatif eylem son anda önlendi.”

Yeni Şafak gazetesi ise 21 Eylül 2008 tarihinde yayınladığı bir haberde haberde benzer bir anlayışıyla haberi şöyle vermişti:

“Gözaltındaki teğmenlerin bağlı oldukları birliklerdeki komutanları hakkındaki istihbari bilgileri Kemal Aydın ve kız kardeşi Neriman Aydın'a aktardığı onların bu bilgileri örgütün üst kademelerini ilettiği belirlendi. Teğmenlerden Mehmet Ali Çelebi'nin darbe planı yaptığı ve kamuoyuna yakında darbe olacağına dair söylentiler yaydığı ileri sürüldü."

Teğmen Çelebi’nin tutuklanmasından 29 ay sonra yaşanan bir gelişme, Ergenekon davasının perde arkasında yapılanlara dair, adeta bir itiraf niteliği taşıyordu. Çelebi’nin tutuklanmasına sebep olan telefon kayıtlarının, teğmenin telefonuna polis tarafından yüklendiği ortaya çıkmış, üstelik polis bu durumu itiraf etmek zorunda kalmıştı. İstanbul Organize Suçlar Şubesi, 21 Aralık 2010’da mahkemeye gönderdiği yazıda, “Kazancı’nın telefonuna ait rehber bilgilerinin sehven (yanlışlıkla) Çelebi’nin telefonuna ait rehber dökümlerinin içerisine eklenmiş olabileceği değerlendirilmiştir” dedi. Buna göre Emniyet, “Evet, yükledik, ama yanlışlıkla” diyerek, “Çelebi’nin telefonu yanlışlıkla açıldı, yanlışlıkla 139 numara yüklendi, sonra da 1 dakika 23 saniye içerisinde kapatıldı” demiş oldu!

Bu itiraftan sonra yandaş basın, polisin verdiği yeni bir istihbarat bilgilerini kullanarak konuyu başka yöne çekmeye çalıştı. Zaman gazetesi Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin polis hakkındaki iddiasının yalan çıktığını öne sürdü:

“Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin, polisin kendisini 'Hizbüttahrir ile bağlantılı göstermek için komplo kurduğu' yönündeki iddiası yalan çıktı. Yaşanan hatayı polisin yapmadığı öğrenildi. Edinilen bilgilere göre, polis, TİB'in hatasını bularak mahkemeye rapor etti. Ancak bu rapor, Çelebi tarafından sanki Emniyet 'sehven' hata yapmış gibi gösterildi. Ancak bu ifade gerek sanık Çelebi, gerekse dün bazı gazeteler tarafından kasıtlı bir hata olarak gösterildi.”

Oysa sehven hata yapıldığını “bazı gazeteler” değil, Organize Şube açıklamış, üstelik mahkemeye yazılı olarak bildirmişti. Emniyet, yaptığı açıklamada, bu telefon numaralarının davaya dahil edilmediğini iddia ederek kendini savunmaya çalışsa da, kayıtların mahkemelerde Çelebi'ye defalarca sorulduğu biliniyor. Yandaş basın da polisin Çelebi'nin telefonuna numara yüklediği açıklanmadan önce yaptığı haberlerde, Ergenekon-Hizb-ut Tahrir ilişkisinin kanıtı olarak telefonda bulunan kayıtları göstermişti. 

Tutuklanmasının ardından 975 gün sonra tahliye edilen Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin haberi yandaş medyada çok az yer buldu...(SOL)

                                                                /././

Kemal Okuyan'dan Mehmet Ali Çelebi yorumu (SOL)

Bir süredir gündemde olan Teğmen Çelebi tartışmasını değerlendiren TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bir açıklama yayınlayarak "Çelebi yerine siyasetteki pop star sistemi tartışılmalıdır" dedi.

Bir süredir gündemde olan Teğmen Çelebi tartışmasını değerlendiren TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bir açıklama yayınlayarak "Çelebi yerine siyasetteki pop star sistemi tartışılmalıdır" dedi. 

Kişilere gereksiz ve temeli olmayan misyonların yüklenmesinin sistemin bir özelliği olduğuna vurgu yapan Okuyan, "Türkiye’nin kurtuluşu pop starların değil, emekçi halkın tamamının siyaset yaptığı ve bu kurulu düzeni yıktığı bir mücadeleden geçiyor" ifadelerini kullandı.

Açıklamanın tamamı şu şekilde:

Teğmen Çelebi’yi değil başka şeyleri tartışalım

"CHP’den sonra Memleket Partisi’nden de istifa edip Cumhur İttifakı’na göz kırpan Teğmen Mehmet Ali Çelebi’yi göklere çıkarmak ya da ona saldırmak yerine siyasetteki pop star sistemi tartışılmalıdır.

Mağdurların, mağdur yakınlarının, şu ya da bu nedenle hızla ünlenenlerin vitrine çıkarıldığı siyaset kültürünü sorgulamayanların, hatta kendileri benzer bir biçimde siyaset ünlüsü haline gelenlerin Çelebi’yi eleştirmesinin hiçbir anlamı bulunmuyor.

Çelebi AKP iktidarı tarafından mağdur edilen subaylardan biriydi. Haksızlığa uğrayanlarla dayanışmak, bunun ötesinde haksızlıklara karşı çıkmak iyidir. Ancak Türkiye’de programı olmayan, ilkesellikten uzak ve giderek birbirlerine daha fazla benzeyen partiler için mağduriyet çok uygun bir siyasi malzeme haline geldi.

Haksızlığa uğrayan, bu nedenle tanınan kişilerin siyaset yapmasında elbette bir sakınca yok. Sakıncalı olan siyasetin pop star kültürüne teslim edilmesi, kişiselleştirilmesi, kişilere gereksiz ve temeli olmayan misyonlar yüklenmesidir. Bu sistemin en büyük özelliği sürekli zirveye taşıdığı kişileri aşağı düşürmesidir. Çelebi bunlardan biridir.

Türkiye’nin kurtuluşu pop starların değil, emekçi halkın tamamının siyaset yaptığı ve bu kurulu düzeni yıktığı bir mücadeleden geçiyor." (SOL)


Hafıza Odası'ndan Kültür Yolu'na: Diyarbakır'ı sermayeye marine etmek - ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel

 


'Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar. Buradayız. Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır. Midelerine oturacağız. Öğrenecekler'


Marine etmek, sözlükteki karşılığıyla şu anlama geliyor: Tavuk, et gibi ürünleri yumuşatmak için pişirmeden önce belirli bir süre baharatlı sirke, zeytinyağı vb. içerisinde bekletmek. Gastronomi meraklıları daha iyi bilir. Bazı et türlerini marine etmeden yemek neredeyse mümkün değildir. Ama önce kan dökülmeli.

Burjuvaziyi seçkin yemek zevkleriyle tanıyanlar için sevimsiz gelebilir. Kusura bakmasınlar. Söz konusu sermaye olduğunda, yemek kültüründen değil, meşhur benzetmeyle, kan emicilikten konuşmak zorundayız. Sermayeye dönüşmüş olan ölü emek, canlı emeğin kanını emerek büyüyor. Bunun yalnızca teşbihten ibaret kalmadığını biliyoruz. Türkiye'de, sermaye birikim modelleri gerçekten kan dökerek yaşam bulur. Emek gücü sömürüsünün farklı araçlarla sürdürülmesidir. 

24 Ocak kararları ile 12 Eylül arasındaki ilişkiyi hatırlatmakla yetinelim. Sermaye büyümeliydi. Hırslı ve kıvrak Türkiye burjuvazisi, işçi sınıfıyla pata kalmıştı. Ortanın soluyla oyalanan masa, postal yardımıyla devriliverdi. Kan aktı. Sermaye birikmeye, büyümeye devam etti. Malumunuz. 

Sermaye büyüdükçe iştahı da büyüyor. 2022 sonbaharında, hayat pahalılığı eşliğinde seçime giderken yaşayarak görüyoruz. Görüntünün özüne biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor. Adile Kaya'nın çarpıcı yazısı bu açıdan önemli.1 

"Yaşananın bir kalkınma hamlesi bağlamında “sanayileşme” olarak nitelenmesi güç. Ancak orta vadeli potansiyel dikkate alındığında Türkiye kapitalizmi açısından mevcut sanayi üretim yapısını bir adım ileri taşımaya, özellikle orta-yüksek teknolojili sektörlerin (otomotiv, elektrikli teçhizat, makine vb) payını artırmaya odaklanıldığı söylenebilir. Ki son beş yılın gelişimine baktığımızda sadece tekstil-giyim başta olmak üzere düşük teknolojili sektörlerin değil orta-yüksek teknolojili sektörlerin büyüdüğü de görülüyor. Bir sektörel ayrışmadan ziyade yine herkesi birden yüzdürme çabasının baskın olmaya devam edeceği söylenebilir. Geniş göçmen nüfusu da dahil olmak üzere Türkiye’nin nüfusu, emekgücü kompozisyonu, pazar olanakları bütün sektörlerde gaza basmayı denemeye olanak tanıyor. Ülke kaynaklarının, doğanın, çevrenin sonsuz talanı, emekgücü sömürüsünün alabildiğine derinleştirilmesi bu hamlenin yakıtları tabii ki."

Bir sermaye birikim modeli yürürlüğe giriyor. Diyarbakır hariç değil. 

Cinayet Mahaline Dönüş: Topraktan Podyuma

Geçen yıl 14 Ekim'de bir buluşma gerçekleşiyordu: Diyarbakır Tekstil ve Yatırım Zirvesi, Topraktan Podyuma. Diyarbakır Valiliği, Karacadağ Kalkınma Ajansı, GÜNTİAD ve Tekstil İhtisas OSB işbirliğinde düzenlenen zirvede sermayenin temsilcileri bir araya geliyordu. Hazırlık sürecinin önemli ismi, yazının devamında adını duyacağımız DTSO Başkanı Mehmet Kaya'ydı.2

Konuşan, zamanın valisi Münir Karaloğlu'ydu. "Sanayicimizin her daim emrinde olacağız." Bu zaten biliniyor ancak devamı var. Hazır Giyim için özel olarak planlanan Organize Sanayi Bölgesi'nde yer kalmadığını, Birinci OSB'nin beşinci genişleme bölgesinin dosyasının hazırlandığını, yeni bir OSB hazırlığında olduklarını söyleyerek devam ediyordu: 

"Değerli arkadaşlar artık büyük markalar gelip, sizin gayri insani atölyelerde diktiğiniz elbiseyi götürüp müşterisine giydirmek istemiyor. Sizin çalıştırdığınız insanlara ne kadar insani koşullar sağlandığınıza da bakıyor." 

"Zaman zaman merdiven altı üretimler kulağımıza geliyor, üzülüyoruz. Diyarbakır'daki, bölgedeki sanayicimiz, devletin sağlamış olduğu asgari ücreti bile çalışanına vermekten imtina ederse, kendi ayağımıza sıkarız" 

"Bir şehirde çalışan işçinin hakları konusunda bir eksiklik varsa kendimi sorumlu görüyorum. Bunu gidermek de benim görevimdir. Onun için istirham ediyoruz. Bu böyle sadece devletin denetlemesiyle falan filan da olmaz. Herkesin vicdanı var." 

Devletin valisi ve kayyumu, denetlemeyi herkesin vicdanına bırakıyor ve emrinde olduğu sanayicilerden istirham ediyordu. Kentin son 40 yılının heba edildiğini ama 5 yıldır yaşanan huzur ve güven ortamıyla Diyarbakır'ın gündeminin yatırım, istihdam, ihracat ve mutluluk olduğunu da ekliyordu3 Belki de bu kadar açık sözlü olduğu için görevden alınmıştır. Neyse... Proje devam ettikten sonra, Karaloğlu'nun ne önemi var?

Karaloğlu'nun ardından GÜNTİAD Başkanı Mehmet Dalkıran podyumda görünüyordu. Diyarbakır'ı tekstil sektöründe Türkiye'nin merkez kentlerinden biri haline getirmek için yoğun çaba gösterdiklerini ve lobi faaliyetleri yaptıklarını ifade ediyor ve devam ediyordu: "Son zamanlarda Diyarbakır'da yapılan bazı yatırımlar sektörümüz için büyük bir önem taşımaktadırlar. Silvan Projesi ile ilimizde üretilen pamuk miktarında çok ciddi bir artış yaşanması beklenmektedir. 1. OSB'de yapımı tamamlanan arıtma tesisi sayesinde artık tekstilin bütün süreçleri Diyarbakır'da tamamlanabilecektir. Topraktan Podyuma üreten bir Diyarbakır olacağız. Kentimizi tekstil ve modanın merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz" 

Tüm bu konuşulanların bir temenniden ibaret olmadığı aradan geçen kısa zamanda görüldü.4 Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Doğu Avrupa ülkeleri ihracat listesindeydi. Üstüne Ukrayna ve Rusya aynı anda eklendi. Sonuçta savaşmak için de kıyafetlere ihtiyaç var. 

Ancak günümüze gelmeden önce, zirveden hemen iki gün sonrasına, 16 Ekim'e gidelim.

Hafıza Odası'nda Unutmaya Başlamak

Ahmet Güneştekin'in Hafıza Odası sergisi çokça tartışılmıştı. Bir yanda övgüler, diğer yanda tepkiler gelmeye devam ederken, Özkan Öztaş sergide olmayanı işaret ediyordu:

“Esas soruna gelecek olursak... Sergide her şey var ancak kötünün, kötülüğün, zulmün ve acıların öznesi-faili yok.” 5

Aydemir Güler serginin işleviyle birlikte, organizasyonda da özel yeri olan birini, hatırlayacağınız bir ismi işaret ediyordu:

"Elimizdeki örnekte bir kapitalist öne çıkıyor. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığını Kürt burjuvazisinin resmi temsilci kurumu saymakta bir sakınca olmayacaktır. Mehmet Kaya’nın öncelikleri de bunu teyit etmektedir. Geçen yıl kendisiyle yapılmış bir söyleşide Başkan 2013-2015 arası çözüm sürecinde bölgenin ulaştığı ihracat hacminin beş yılda yarıya inmesinden mustarip olduğunu açığa vurmuştu. Bu nokta gerçekten kapitalist çözümün motor gücüdür…

Gazeteci İrfan Aktan’la o sıralardaki beklentisini paylaşmış; yeni bir “sürecin” AKP tarafından başlatılacağını düşünüyormuş. Sermaye için siyasi aktörün kim olacağı talidir. Sergi açılışındaki ağırlığa bakılırsa beklenti ibresi AKP sonrası yükselmesi beklenen, adı konmamış ittifaka kaymış görünüyor. Bu, bir biçimde “Doğuya genişletilmiş Millet İttifakı” modelidir."6

Serginin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın isteğiyle erken sonlandırılması da taliydi. Diyarbakır'ı sermaye için marine etmeye bir yerden başlamalı, ilk unutturulan fail olmalıydı. Sonra renkli tabutlarla bir tutam acı, yeter miktarda halay. İstenildiği kadar tartışılsın. Genişletilmiş Millet İttifakı Altılı Masa olur, belki biraz daha genişler, belki daralır. Kazanır, kazanmaz. Yeter ki, emek gücü sömürüsü ve kan kokusunun aynı yerden geldiği anlaşılmasın. 

İttifakların Doğu Sorunu ya da Sur Kültür Yolu

Ekim aylarının Diyarbakır'da hareketli geçmesi tesadüf değil. Kavurucu yaz sıcakları kırılıyor ve insanlar artık sokaklarda zaman geçirebiliyor. Tesadüf olmayan başka şeyler de var.

Hafıza Odası'nın erken sonlandırılmasında başrol oyuncusu olan bakan Mehmet Nuri Ersoy'u, 8 Ekim'de yine başrolde görüyoruz. Bu kez, Sur Kültür Yolu Festivali'nin açılışında.7 Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın projelerinden olan Kültür Yolu Festivalleri bu yıl beş şehirde yapılıyormuş. Çanakkale, Konya, İstanbul ve Ankara. Diyarbakır, beşinci ve sonuncusu. Diyarbakır'ın bu listeye nasıl girebildiği bir yana, festivalde kapsamlı etkinlikler ve bolca ünlü de var. Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Coşkun Aral'ı saymış olalım. AKP imzası ise her açıdan hissediliyor. Belki de bu yüzden, Hafıza Odası'na gösterilen çekimser tepkiler, Kültür Yolu söz konusu olduğunda biraz daha kararlı.8 Festivalin amacı kültürel asimilasyon olarak görülüyor, katılarak meşrulaştırılmaması için çağrıda bulunuluyor. Ancak meselenin özü yine gözden kaçıyor.

Hatırlatalım. Masa 2015'te devrildi. Kan aktı. Ancak beton kokusunun kan kokusuna karıştığı yer sadece Sur olmadı. Kayapınar'da topraktan biter gibi apartmanlar yükseldi, Organize Sanayi Bölgesi'nde yeni tekstil fabrikaları dikildi. 

Şanlıurfa ile birlikte Diyarbakır'ı pamuk üretiminde ilk sıraya yazacak Silvan Barajı, tekstilin bütün süreçlerini bünyesinde hayata geçirebilen entegre tesisler, ihracat zincirleri, Organize Sanayi Bölgesi'nde katlanan işçi sayısı, ucuz emek gücü, devlet teşvikleri... Hangi siyasi aktörün öne çıkacağı son kertede talidir. Bir sermaye birikim modelini yürürlüğe sokacak kadar kan dökülmüştür.

Gerisi, Diyarbakır'ı sermaye için marine etme yarışıdır. Onun soytarısı gelecek, bunun soytarısı gidecek, beriki "Kültür bizim işimiz" diye hayıflanacak. Bu arada ittifak borsasında ibreler oynamaya devam edecek. İttifakların doğuyla sorunu, doğunun ittifaklarla sorunu ve doğunun kendisiyle sorunu kasılıp gevşeyecek, gevşeyip kasılacak ve her düzlemde pazarlık yapılacak. Dikkat, çözüm değil, pazarlık. Ucuz emek gücü için Kürt sorununun çözülmeyeni makbul. Aslolan sermayenin kan emebilmesidir. Bunun için yeni kombinasyonlar denenebilir, gerekirse düğümün sıkıştığı yerde biraz daha kan dökülebilir. 

Ya Da Kapitalistlerin Midesine Oturmak

Bunca kanı emmeye niyetlenmiş kapitalistler, işçilerin örgütsüzlüğüne fazla güveniyor. Lüks otomobilleriyle fabrikalarına geliyor, kibirli bakışlarla tezgahları süzüyorlar. 

Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar.

Buradayız.

Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır.

Midelerine oturacağız. Öğrenecekler.

ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel