13 Aralık 2022 Salı

BELLEK - 13 ARALIK -

 


OLAYLAR:

  • 1642 - Hollandalı denizci Abel TasmanYeni Zelanda'yı keşfetti.
  • 1877 - 2. Meclis-i Mebusan, çalışmalarına başladı.
  • 1914 - Mesudiye Zırhlısı, Çanakkale'de İngiliz denizaltısı HMS B11 tarafından batırıldı..
  • 1942 - Çorum'da deprem: 25 kişi öldü, 589 ev yıkıldı.
  • 1949 - İsrailKudüs'ü başkent ilan etti. Arap İsrail Savaşı'ndan sonra, Eski Kent ve Doğu Kudüs Ürdün'de, Batı Kudüs de İsrail'de kaldı. Kent, BM kararlarına göre uluslararası kent ilan edilmişti.
  • 1959 - Başpiskopos Makarios bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığına seçildi.
  • 1964- Küba Endüstri Bakanı Che Guevara New York’ta ABC TV’nin haber programında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Che, “devrim ihracı”na ilişkin soruya karşı: “Devrim ihraç edilemez. Devrimi yaratan, halklara baskı uygulayan emperyalist sistem ve iç müttefikleridir.” dedi.
  • 1964- 17 yıldır yurtdışında yaşayan ve 2 Eylül 1968’de eşi Sabiha Sertel’i kaybeden Zekeriya Sertel uçakla geldiği İstanbul’dan ertesi sabah yurtdışı edildi. Serteller hakkında 1967’de Türkiye’ye giriş yasağı konulduğu gerekçesiyle giriş izni verilmediği açıklandı.
  • 1980- 12 Eylül askeri yönetiminin dördüncü ayında Erdal Eren askeri mahkeme kararıyla idam edildi. İdam cezası verildiğinde yaşı tutmayan Erdal Eren’in yaşı, asılmadan önce mahkemece büyütüldü
  • 1985- İçişleri Bakanlığı devlet memurları için ”Güvenlik Belgesi Yönergesi” hazırladı: Yapılacak güvenlik soruşturmasında akrabaları arasında “komünist zanlısı veya komünistlik suçundan hükümlü kişiler” bulunanlara Güvenlik Belgesi verilmeyecek.
  • 1986 - Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Halterci Naim Süleymanoğlu, Türkiye’ye iltica etti.
  • 1992- Cumhurbaşkanı Turgut Özal, TBMM’de bütün partilerin mutabakatıyla kabul edilen ILO sözleşmeleri arasındaki “işine son verilen işçilere yargı yolunun açılmasını” öngören 158 sayılı sözleşmeyi veto etti. Sözleşme çalışanlara iş güvencesi getiriyordu. Özal’ın kararından işverenler memnun oldu. İşçi sendikalarıysa Özal’ı işçi düşmanlığı ile suçladı
  • 1995- 1 Ocak 1996’dan geçerli olmak üzere Türkiye resmen gümrük birliği üyesi oldu. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gümrük birliğine ilişkin anlaşma Strasbourg’da oylanarak, 149 red oyuna karşılık 343 oyla kabul edildi. 36 üye çekimser kaldı. Gümrük birliğiyle ilk aşamada Türkiye’de AB bütçesi kaynaklarından 375 milyon ECU beş yıl içinde hibe edilecek. Ayrıca, proje karşılığında Avrupa Yatırım Bankası’ndan 300 milyon ECU hibe edilecek. Önümüzdeki 5 yıl bu yardımların toplamı 2 milyar doları bulacak. Oylamadan sonra Cumhurbaşkanı Demirel, “Bu gelişme Türkiye ve Avrupa ilişkilerinde tarihi bir aşamadır. Zenginlik denizine daldık” dedi. Başbakan Çiller ise, sıranın tam üyeliğe geldiğini belirterek, “Ülkemize kutlu olsun, hayırlı olsun” dedi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Kimse Türkiye’yi gümrük birliğine ben soktum diye dolaşmasın. Türkiye’nin Avrupa’daki yeri tescil edilmiştir. Bu milletin başarısıdır” dedi. RP lideri Erbakan ise, anlaşmanın “Paçavra” olduğunu ileri sürdü, iktidara gelmeleri halinde tanımayacaklarını söyledi. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Kıbrıs konusunda taviz verilerek bu sonuca ulaşıldığını öne sürdü.
  • 1998 - İtalya'da düzenlenen 5. Avrupa Kros Şampiyonası'nda Türk Genç Bayan milli takımı şampiyon oldu.
  • 2005- Türkiye İnsan Hakları Sözleşmesi’nin idamı “koşulsuz” olarak kaldıran protokolünü de onayladı; “savaş hali de dahil, hiçbir koşulda herhangi bir kimse için idam cezası uygulanamayacak.
  • 2005 - TMSF'nin satışa çıkardığı Telsim, 4 milyar 550 milyon dolarla dünyanın en büyük mobil telekomünikasyon operatörlerinden olan Birleşik Krallık'tan Vodafone'un şirketi, Vodafone Telekomünikasyon A.Ş'ye ihale edildi.
  • 2010- Mülkiyeliler Birliği üyeleri ve öğrenciler SBF önünde toplanarak “yumurtalı protesto”ya katıldıkları için haklarında soruşturma başlatılan öğrencilere destek verdi. “Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu” üyeleri SBF öğrencilerinin “yumurtalı protesto” eylemine Yüksel Caddesi’nde destek verdi.
  • 2013- Soruşturmayı yürüten Savcı, yoğun bakımda olan Berkin Elvan’ın vurulmasına ilişkin dinlediği görgü tanıklarına polislerle ilgili hiç soru sormayıp “Berkin’de molotof, taş, torpil olup olmadığını” sordu.



DOĞUMLAR:

ÖLÜMLER:

  • 1051 - El-Birûni, Türk kökenli olduğu da ileri sürülen Farslı matematikçi (d. 973)
  • 1466 - Donatello, Floransalı heykeltıraş (d. 1386)


  • Kont Abraham Behor Kamondo (1 Temmuz 1829, İstanbul - 13 Aralık 1889, ParisFransa
  • Kamondo Ailesinden Osmanlı-Fransız bankacı, koleksiyoncu ve hayırsever. Ünlü ve zengin Yahudi bankacı Kont Salomon Rafael Kamondo (1810-1866) ve Ester Fua’nın (1814-1880) oğlu olan Kont Abraham Behor Kamondo, 1829 yılında İstanbul'da doğdu. Geçmişi engizisyon öncesi İspanya'ya ve sonra Venedik, İtalya’ya ve daha sonra da İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’a dayanan Sefarad Yahudi  Kamondo Ailesi’nin ferdiydi. Büyükbabası Abraham Salomon Kamondo, İtalyan hayır kuruluşlarına büyük miktarda bağışlarda ve özellikle de İtalya’da demiryollarının kuruluşu ve genişletilmesi için büyük finansmanda bulunduğu için, bunun şerefine, Sardinya ve ilk İtalya kralı II. Victor Emmanuel, kendisine ve ailesine ebediyen taşımak üzere kont unvanı verdi. Kendi büyükbabası tarafından başlatılan ve babası tarafından işletilen mali ve hayırsever faaliyetlerine Kont Abraham Behor Kamondo, kardeşi Kont Nissim Kamondo (1830-1889) ile birlikte sürdürmeye devam etti, ve ayrıca kardeşiyle bankacılık alanında ömür boyu ortak oldu ve ikisi de aile şirketlerini başarılı bir şekilde yöneterek, genişlettiler.  Abraham Behor Kamondo, Yahudi cemaatinde önemli rol oynadı. Yahudilerin maddi ve manevi koşullarını geliştirmek ve özellikle Yahudi cemaatinde okullar inşaat ederek eğitimin yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla kurulan ve modernleşme  ve batılaşma adına Fransızca eğitim veren İstanbul merkezli Alliance Israëlite Universelle adlı kurumun 1864 yılında başkanı oldu. Bu kurum Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudi cemaatlerin yoğun yaşadığı kentlerde ve bölgelerde okullar açtı ve hem binaların bakımını üstlenmekle beraber, fakir öğrencilere maddi destek de sağladı. Fransa'ya yerleştikten sonra bile ve iki ülke arasındaki uzaklığa ve lojisitik zorluklara rağmen, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bu hayırsever eğitim faaliyetlerine yaşamı boyunca devam etti. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en büyük bankalardan birine sahip olan ve merkezi de İstanbul’da bulunan banka işlerini Abraham Behor Kamondo ve kardeşi Nissim Kamondo, 1869 yılında Paris'e taşıyıp geliştirmeye karar verdiler. Dinamik girişimciler olarak onların liderliğinde, "Isaac Camondo & Cie" adlı aile banka şirketi Fransa mali piyasasında önemli bir etken oldu. Şirket bankacılık alanında Fransa ve dünya çapında çok sayıda anlaşmalar ve yatırımlar yaptı ve Fransa’nın başlıca bankalarından "Banque de Paris" ile işbirliğine girdi ve Hollanda Bankasının yönetimini üstlendi. Ailesiyle birlikte, Paris'te Rue de Monceau’da 61 numarada bulunan Parc Manceau  manzaralı bir köşke yerleşti. Kardeşi Nissim Kamondo ise ailesiyle birlikte 63 numaralı yan köşke yerleşti. Evi mimar Louis Denis Destors'a 1874 yılında yeniden inşa ettirdi ve (o dönemin) çağdaş ve eski tablo  koleksiyonuna ve onun "Japonisme" adlı Avrupalılar tarafından taklit edilen Japon ve Uzak Doğu sanatınına olan zevkini yansıtan mobilyalarına göre döşettirdi. Hem hızla yükselip, Fransız toplumunun zengin kesimine entegre olmaları ve nüfuz sahibi de olabilmeleri, ve aynı anda Türkiye ile yakın bağlarını da korumaları, iki kardeş için önemli bir başarıdır. Yaptıkları katkılardan dolayı, Fransa Cumhuriyeti Kont Abraham Behor Kamondo'yu ve Kont Nissim Kamondo’yu 1882 yılında Légion d'honneur Nişanı ile onurlandırdı. Bu vesileyle Fransız  ressam Léon Bonnat'a ödül töreni için de resmi portresini yaptırdı.  Abraham Behor Kamondo, 1847 yılında Regina Baruh (1822-1905) ile evlendi ve iki çocuk sahibi oldu: 1848 kızları Clarisse de Camondo doğdu ve 1851 yılında ise oğulları Isaac de Camondo  doğdu.  Kardeşi Nissim Kamondo 1889 yılının Ocak ayında ölünce bu uzun ve verimli ortaklıkları son buldu ve aynı yılın Aralık ayında Abraham Behor Kamondo ölünce, oğlu Isaac de Camondo ve yeğeni Moïse de Camondo aile şirketini devraldılar.
  • 1908 - Augustus Le Plongeon, Britanyalı amatör arkeolog, eski eserler uzmanı ve fotoğrafçı (d. 1825)

  • Riyaziyeci Mehmet Nadir Bey (1856, Sakız Adası – 13 Aralık 1927 İstanbul ), 
  • Türk matematikçi, eğitimci, çevirmen.Osmanlı matematik tarihinin son evrelerinde yetişen önemli bir matematikçidir. Sayılar teorisinde başarılı çalışma ve yayınları; Diophant denklemleri hakkında yayımlanmış orijinal çözümleri vardır; araştırmaları yurtdışındaki dergilerde yayımlanan ilk Türk matematikçi kabul edilir.[1] Türk bilim hayatına önemli katkıları bulunan Salih Zeki'yi keşfedip yetiştiren kişidir. İstanbul Lisesi'nin temelini oluşturan Numune-i Terakki Mektebi’nin kurucusudur.  Hamlet’i Türkçe’ye çeviren ilk kişidir. 1856 yılında Sakız adasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bir gemi kaptanı tarafından koruma altına alınarak  İstanbul'da yetiştirildi. İlk ve orta öğrenimini Bursa'da askeri okulda yaptıktan sonra öğrenimine İstanbul'daki Kuleli İdadisi'nde ve ardından Mekteb-I Bahriye'de devam etti.  Fransızca ve İngilizce öğrendi. Öğrenimini denizci kurmay üsteğmen olarak tamamladı.  Mezuniyetinin ardından 3 ay bir gemide mühendis olarak çalıştıktan sonra Divanhane Bahriye Meclis Başkanlığı'nda sekreter olarak görevlendirildi. Heybeliada'daki Deniz Harp Okulu matematik öğretmeni Eşref Bey'in talebi ile bu okulda öğretmen yardımcılığına atandı. Bir sure sonra Darüşşafaka’da da ders vermekle görevlendirilen Mehmet Nadir Bey, bu okulda ileride ünlü bir matematikçi olacak Salih Zeki'nin öğretmeni oldu ve ona çok emek verdi. İki sene sonra her iki okuldan da istifa eden Mehmet Nadir Bey'in hayatının bundan sonraki iki yıllık dönemine (1879-1880) ne yaptığına ilişkin kesin bilgi yoktur. Matematik eğitimi almak üzere dostu Hüseyin Avni ile Londra'ya gittiği; daha sonra birlikte Kıbrıs'ta gazete çıkardıkları ve yakalanıp hapsedildikleri; askerlikten ihraç edildikleri sanılmaktadır. Hapisteyken çeviriler yaptığı düşünülen Mehmet Niyazi Bey, 1881-1882 yıllarında Victor Hugo'dan ve Shakespeare'den çeviriler yayımladı. Hamlet'i Türkçeye çeviren ilk kişi oldu. 1882 yılında Selânikli Abdi Kamil Bey ile birlikte Şems-ül-maarif Mektebi'ni kurdu; bu okulda öğrencileri sıralara oturtmak; sınıfa çarpım tablosu, harita asmak gibi yenilikler denedi. Bu okulda iki senelik deneyimden sonra  Süleymaniye'de bir özel okul kurdu. Bugünkü İstanbul Lisesi'nin temelini oluşturan bu okulun adı Numune-i Terakki Mektebi'dir. Başlangıçta ilk ve orta bölümden oluşan ve erkek öğrencilere hizmet veren okula kızlar bölümü ve lise bölümünü de ekledi. Edirne'de ikinci bir şube açtı (bu şube 2 sene içinde kapanmıştır). İstanbul'daki aristokrat ailelerin çocuklarını gönderdikleri okulda öğrenci sayısı 5-6 yıl içinde 600'ü bulmuştu. Mehmet Nadir, bu okuldan çok yüksek bir gelir elde etti; lüks bir yaşam sürdü. Okul idaresi ile ilgilenmez oldu ve zamanla okulun eski başarısı ortadan kalktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişki içinde olan Mehmet Nadir, padişah II. Abdülhamit'e karşı girişilen bir darbe hazırlığında ile ilgili olarak sorgulandı. Planı hazırlayanların bir kısmının Numune-i Terakki Mektebi öğretmeni olduğu ve Mehmet Nadir'in plandan haberi olduğu öğrenildi. Mehmet Nadir, ele başlarının adlarını vermek durumunda kaldı. Ondan alınan isimlerin sorgulanması sonucu 300 kişi tutuklanmış;yakın arkadaşı Hüseyin Avni Bey dahil birçok kişi sürgüne gönderilmiş; cemiyetin İstanbul şubesi çökmüş ve merkez Cenevre'ye taşınmıştır. 1897'de darbe önlendikten sonra okulu hazineye devredildi ve kendisi okul yönetiminden alınıp saraya bağlı Aşiret Mektebi'ne (Arap aşiretlerinin 12-16 yaş arasındaki çocuklarına eğitim veren kurum) müdür olarak atandı. Mehmet Nadir Bey, Aşiret Mektebi müdürü olarak görev yaptığı beş yılık dönemde matematik araştırmaları ile meşgul oldu ve “L'Intermediaire der Mathematiciens' ” dergisinde ilk yazıları yayımlanmaya başladı. Özellikle Diofant Denkleminin çözümü ile ilgilendi. 1902 yılında Cemiyet-i Rüsumiye’ye (Vergi Dairesi) atanan Mehmet Nadir, müdürlükten ayrıldıktan sonra Aşiret Mektebi öğrencilerinin çıkardığı bir isyanı desteklemesi sebep gösterilerek 1903'te İstanbul dışına sürüldü; eğitim müdürü olarak Halep'e atandı. 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimi ele geçirdiğinde ise Halep'teki görevinden azledildi. 1897'deki ad verme olayı sebep gösterilerek Fizan'a sürülmek istendi. Ancak eski İttihatçı bir dostunun müdahelesi ile Fizan sürgününden vazgeçilerek  Trablusgarp'a gönderildi. 1911 yılında Trablusgarp İtalyan işgaline uğrayınca İstanbul'a dönen Mehmet Nadir Bey, Edirne'ye atandı. 1912’de Edirne’nin Bulgar işgaline uğraması üzerine tekrar İstanbul'a döndü. İstanbul'da kendisine memur olarak bir görev verilmeyince uzun süre yokluk içinde yaşadı. Bir süre Darüşşafaka'da hesap dersleri verdi. 1915'te Darülfünun'da yüksek hesap dersleri hocası olarak tayin edildi. Öğrencisi Salih Zeki, Darülfünun rektörü olunca "Nazariye-i adad" (Sayılar Teorisi) kürsüsünü kurdu ve Mehmet Nadir Bey bu kürsünün başına getirildi. Hayatının sonuna kadar bu kürsünün başına kalan Mehmet Nadir Bey, Darülfünun Fen Fakültesi Mecmuası 'nda on iki makale yazdı ve lise son sınıf öğrencileri için yazdığı "Hesabı-ı Nazariye" kitabını 1926'da çoğaltırdı. Eserde, kendisine ait “bölünebilme genel kuralı” da yer almaktadır. 13 Aralık 1927'de Bebek'teki evinde hayatını kaybetti. Hayatı ve çalışmaları 1997'de Erdal İnönü  tarafından “Mehmet Nadir Bir Eğitim ve Bilim Öncüsü” adıyla kitaplaştırılmıştır.
  • 1943 - İvan Kliun, Rus ressam, heykeltıraş ve sanat teorisyeni (d. 1873)

  • 1944 - Vasiliy Kandinskiy, Rus ressam (d. 1866)
  • 1945 - Irma Grese, II. Dünya Savaşı sırasında Ravensbrück toplama kampı, Auschwitz Toplama Kampı ve Bergen-Belsen toplama kamplarında yaklaşık 30.000 kadın çalışanın sorumlusu (d. 1923)
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Irma_Grese
  • 1945 - Cezmi Or, Türk atlet (d. 1921)
  • 1959 - Ali Rıza Artunkal (1881, Filibe - 13 Aralık 1959, İstanbul), 
  • Türk asker ve siyasetçi.1904 yılında Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’den Mümtaz Yüzbaşı olarak mezun oldu. 83. Alay 16. Bölük Komutanlığında 2. Ordu, Kırkkilise Kolordusu, 4. ve 1. Kolordu kurmaylıklarında bulundu, 1911 yılında Kurmay sınıfına geçti. Kolordu kurmaylığında iken Balkan Savaşları’na katıldı. 1916 yılında binbaşılığa yükseldi. 5. Ordu Menzil Müfettişliği Kurmay Başkanlığı, İkinci Bulgar Ordusu ile irtibat subaylığı, Yıldırım Orduları Baş Menzil Müfettişliği Kurmay Başkanlığı, Çanakkale Grubu Kurmay Başkanlığı, Ordu Şube Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1921 yılında İstanbul’dan İnebolu’ya gelerek Türk Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Garp Cephesi Menzil Müfettişliği Kurmay Başkanlığı, Garbî Anadolu Menzil Müfettişliği Kurmay Başkanlığı yaptı ve 15 Ekim 1921 tarihinde kaymakam rütbesine terfi etti. 1926 yılında miralay  rütbesine terfi etti. Akşehir Mıntıka Müfettişliği vekâletinde, 2. Ordu Kurmay Başkanlığı, Piyade Tugay Komutanlığı, Kolordu Kurmay Başkanlığı, Tümen Komutan Vekilliği, Tümen Komutanlığı, Hava Dairesi ve Harbiye Dairesi başkanlıklarında bulundu. 1930 yılında mirliva rütbesine terfi etti ve 41., 16., 4. Tümen ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlıkları yaptı. 1939’da  korgeneral  rütbesine terfi etti ve 8. Kolordu Komutanlığına getirildi. II. Dünya Savaşı yıllarında Marmara (İstanbul, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli) Sıkıyönetim Komutanlığına atandı, 16 Ekim 1941 tarihinde emekliye ayrıldı. VI. VII. ve VIII. Dönemlerde Manisa Milletvekili seçildi. 12 Kasım 1941 tarihinden 7 Temmuz 1946 tarihine kadar II. Saydam, I. Saraçoğlu ve II. Saraçoğlu hükûmetlerinde üç defa Millî Müdafaa Vekilliğinde bulundu. 12 Aralık 1959 tarihinde öldü.

  • 1961 - Grandma Moses, Amerikalı ressam (d. 1860)
  • 1974 - Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk romancı, gazeteci ve siyasetçi (d. 1889)
  • 1977 - Oğuz Atay, Türk öykücü ve romancı (d. 1934)
  • 1979 - Behçet Necatigil, Türk şair ve yazar (d. 1916)
  • 2013 - Zafer Önen, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu (d. 1921)
  • 2017 - Ali Kızıltuğ, Türk halk ozanı (d. 1943)

      (derleyen : mstfkrc)

AKP’nin 'yerli ve milli' Fethullahçıları: İsmailağa Tarikatı - SOL / Özel

 Altı yaşındaki bir kız çocuğuna sistematik tecavüz olayı vesilesiyle gündeme gelen Hiranur Vakfı İsmailağa Cemaatine bağlı çok sayıda vakıftan biri. İşte bütün yönleriyle İsmalağa tarikatı.


Nakşibendi tarikatının kollarından biri olan İsmailağa Cemaati, Mahmut Ustaosmanoğlu tarafından 1980'lerin başında kuruldu. Daha çok medreseler etrafında örgütlenen tarikat, Arapça öğretimine önem veriyor, hayatın tüm alanlarında haremlik-selamlık uygulamasını katı şekilde uyguluyor -Mahmut Ustaosmanoğlu'nun vasiyeti üzerine cenaze namazına kadınlar katılmadı- ve tarikat mensuplarının kendilerine has kılık-kıyafetleri var. 

Cemaat adını Şeyhülislam İsmail Efendi tarafından İstanbul'un Fatih İlçesine yaptırılan İsmailağa Camiinden alıyor. Camiyi tarikatın bir karargâhı olarak kullanan cemaatin hizmetleri şu şekilde sıralanıyor: “Aşevi hizmetleri, aynî ve nakdî yardım organizasyonları, tekâmül ve ihtisâs medreseleri, fıkıh kurulu ve dînî meseleleri danışma hattı, emri bil maruf ve ziyaret ekibi, halka açık medrese, kütüphane hizmetleri ve yaz Kur’ân kursları …” Türkiye'nin birçok noktasında faaliyetleri olan tarikatın 100 binden fazla talebesi olduğu belirtiliyor. 

Devlet maaşıyla kurulan tarikat

Tarikatın kurucusu Mahmut Ustaosmanoğlu, 1931 yılında Trabzon ili Of ilçesine bağlı Tavşanlı köyünde doğdu. 1951’de Sivas’ın Divriği ilçesine vaiz olarak atandı. Bütün tarikat liderleri gibi devlet memuru. 16 yaşında “icazet” aldıktan sonra teyzesinin kızı ile evlendi. Birkaç yıl sonra İsmail Ağa Camiinde imamlığa başladı, 1996'da aynı camiden emekli oldu. Yani Mahmut Ustaosmanoğlu cemaat edinmesini devletten aldığı maaşla verdiği vaazlara borçlu. 1970'lerin sonuna kadar Fatih’te yine Nakşibendi ekolünden Mehmed Zahit Kotku’nun başında olduğu İskenderpaşa Cemaati’ne dahildi. Ustaosmanoğlu, Kotku'nun ölümünden sonra bağımsız bir oluşuma yöneldi. Cemaatin erkek üyeleri uzun sakalları, cübbeli ve şalvarlı kıyafetleri ve namazlarda taktıkları sarıkları, kadın üyeleri ise çarşaf giymeleri ile ayrılıyor.

Cemaat bir de kanlı taht kavgaları ile biliniyor. Bu kavgalardan bazıları kanlı cinayetlerle sonuçlandı. Cinayetlerin arkasında acımasız bir post kavgası var. İsmailağa postunun altında, ciddi bir ekonomik, siyasi ve insan gücü yatıyor çünkü. Cemaate yakınlık duyan insan sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Cemaat bir holding gibi çalışıyor. Ekonomi bu kadar büyük olunca sık sık paylaşım kavgaları da baş gösteriyor. O kavgalardan birinde İsmailağa Cemaati de olaya müdahil olmuş ve kavgayı mahkemeye taşıyarak “İsmailağa” ismini “marka” olarak tescil ettirmişti.

Mahmut Hoca yaşlanıp hastalanınca cemaat kendi içinde birçok gruba bölündü. Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet), Abdülmetin Balkanlıoğlu, Mehmet Talu, Resul Bölükbaş, Fatih Kalender, İsmail Hünerlice, Ali Ulvi Uzunlar, Yakup Kabalak, Nurullah Dindar gibi cemaatin tanınmış hocaları o grupların başını çekenlerden birkaçıydı.

Siyasi ayağı kuvvetli

İstanbul merkezli tarikatın başta Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok siyasiyle çok yakın ilişkileri var. Birkaç yıl önce ölen kurucu Mahmut Hoca hastalanınca Erdoğan tarafından ziyaret edilmişti. Bu aslında bir ilk karşılaşma değil. 2014 yılında da cemaatin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'nun vekili Hasan Kılıç ve oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu, Erdoğan'ı ziyaret etmişti. Tayyip Erdoğan cemaatle fotoğraf vermeye çok özen gösteriyor anlayacağınız. O ziyaretin yapıldığı yılda cemaat içinde gerginlik yaşanıyordu. Bu gerginlik cemaatin iktidarla ilişkisine yansımıştı. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun bacanağı Muhammed Keskin yayınlarından birinde hükümeti çok sert eleştiren bir yazı yayınlamıştı. Keskin, yazısında, hükümetin yayın organı Yeni Şafak için “fitneci ve yalancı” ifadelerini kullanmıştı. Cemaat içinde hükümete yakın olan kesim Keskin’in bu açıklamalarının İsmailağa Cemaatini bağlamadığını iddia etti. Ziyaretle kavga bitti. 2019'da tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine bir aydan kısa bir süre kala AKP adayı Binali Yıldırım da cemaatin kapısını tıklatmış, desteğini almıştı. Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül de tarikatın müdavimleri arasında. Mahmut Ustaosmanoğlu'nun yeğeni Saadettin Ustaosmanoğlu’na göre cemaati ziyaret eden liderler şunlardı: Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal.

Fethullahçılar darbeye kalkışınca tarikatın AKP nezdindeki önemi daha da arttı. Ziyaretlerin sebeplerinden biri buydu. Haliyle istekleri emir telakki ediliyordu. Yakın zamanda da “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi” için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını istediler. Tayyip Erdoğan isteği emir telakki etti.

Tayyip Erdoğan ile ilişkiler

Fethullahçıların devletten tasfiyesinden sonra İsmailağa ve Menzil öne çıkan iki tarikat oldu. AKP Fethullahçılardan doğan boşluğu bu iki tarikatla kapatmaya çalıştı. İsmaliağa’nın eşitler arasında birinci olduğunu gösteren işaretler var. Örneğin Erdoğan Menzilcilerle hiç fotoğraf vermedi, İsmailağacıları tercih ettiğini her fırsatta gösterdi. Bunun arkasında Erdoğan’ın RP il başkanlığı ve Belediye Başkanlığı yıllarında İsmailağacılardan aldığı desteğin payı var. İsmailağa tarikatı da bu yakınlıktan faydalandı, ekonomik gücünü tahkim etti, elini güçlendirdi. Neredeyse her mahallede iktidarın inayetiyle açtığı bir temsilciliği var. 

Bu yılın yaz aylarında Cemaatin şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu ölünce AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetelere ilan verdi, ayrıca sosyal medya hesabından taziye mesajı yayımladı. Erdoğan mesajında şeyhi için “Ömrünü İslam’a vakfeden, ülkemizin manevi rehberlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi” diye söz etti. Fatih Camii'ndeki cenaze törenine de katılan Erdoğan törende yaptığı konuşmada, Ustaosmanoğlu için “İlim, irfan ve hikmet sahibi alimimizi son yolcuğuna uğurluyoruz. Fatih İmam Hatip'te öğrenciyken kendisini dinlerdik” dedi.

“Fatih-Başakşehir: Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus” kitabının yazarı İrfan Özet, İsmailağa'yı ülkedeki diğer cemaatlerden ayıran özelliğin ona yüklenen “misyon” olduğunu ileri sürüyor. Bu misyon “Patrikhane'nin ekümeniklik iddiası uyarınca genişleme politikası”nı çevrelemek ve durdurmak. Tarikatın elinde tuttuğu Çarşamba semti bu açıdan stratejik. Patrikhane’nin konuşlandığı Fener-Balat’a hâkim, İslami kimliğin sınır hattı.

Polisiye işler

Cemaat, bir dönem mensuplarına yönelik suikast olaylarıyla gündeme geldi. Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı Hızır Ali Muratoğlu, 1998'de, Çukurçeşme Camii'nde silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 2006'da da cemaatin önde gelen isimlerinden emekli imam Bayram Ali Öztürk, İsmailağa Camiinde uğradığı bıçaklı saldırıda öldü. Saldırgan cami cemaati tarafından linç edildi. 

Cemaatin önemli isimlerinden biri “popüler tarikatçı” Ahmet Mahmut Ünlü. Kamuoyunda “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ünlü, 1999 yılında yaptığı 17 Ağustos depremiyle ilgili konuşmasından dolayı 13 ay hapis yattı. Ünlü, “Mevlam zina yuvalarını vurdu” demiş; daha sonra bu sözlerinden ötürü pişman olduğunu söylemişti. Ünlü, Ekim 2011'de ise Karagümrük çetesi operasyonu kapsamında tutuklandı ve Aralık 2012'de tahliye edildi.

Cemaat içi çatışmaların arkasında hem çıkar çatışması hem de “misyon” konusundaki görüş ayrılıkları var. Cemaatin içindeki fraksiyonlardan biri olan Marifet Vakfı Beykoz’u merkez yapmak istiyor. İlim ve Hizmet Vakfı çevresine göre bu “Çarşamba Misyonunu” zayıflatıyor. Haliyle “İsmailağa” markasını kullanmaya kalkışan pek çok farklı grup var. Ana grubu temsil eden İsmailağa İlim ve Hizmet Vakfı ise marka olarak tescil ettirdiği bu ismi kullananlara karşı hukuki yollara başvurdu.

CHP Kırklareli Milletvekili ve İçişleri Komisyonu Üyesi Mehmet Siyam Kesimoğlu 2012 yılında bir soru önergesi vererek dönemin Afyon Valisi’nin arkasında İsmailağa cemaatinin olup olmadığını sordu. Kesimoğlu’nun önergesi şöyleydi; “25 askerin şehit olduğu Afyonkarahisar'daki Mete Saraç Kışlası'nda incelemelerde bulunan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e, Afyonkarahisar Valiliği'ni ziyareti sırasında hediyeler vermesiyle gündeme gelen Vali İrfan Balkanlıoğlu bu ciddiyetsizliği, bu sorumsuzluk ve duyarsızlığı yapabilecek ve hala görevde kalmaya devam edecek gücü kimden ya da kimlerden almaktadır? Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan tavır içindeki Valiyi hala görevde tutacak mısınız? 

Valiyi henüz görevden almadığınıza göre, daha önce de Afyon’da içkiyi yasaklamaya kalkan Vali Balkanlıoğlu kim ya da kimler tarafından korunmaktadır? Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu’nun ağabeyi Metin Balkanlıoğlu, İsmailağa cemaatinin önde gelen kişilerindendir. Aynı cemaatin önemli ismi Bayram Ali Öztürk'ün 3 Eylül 2006’da İsmailağa Camisi'nde öldürülmesi, ardından zanlı Mustafa Erdal'ın camideki cemaat tarafından ‘linç’ edilmesi olayından sonra, İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Hoca için Ankara Savcısı'nın yapmış olduğu ‘silahlı çete’ suç duyurusunda Metin Balkanlıoğlu’nun adının geçtiği anımsandığında, Vali Balkanlıoğlu’nun da söz konusu cemaatle ilişkisi olup olmadığı Bakanlık müfettişlerince araştırılmış mıdır? Araştırıldıysa söz konusu raporu kamuoyuna açıklayacak mısınız?”

Kesimoğlu önergesinde cemaatle ilgili ilginç bilgiler de veriyordu. İsmailağa cemaatinin önde gelen isimlerinden “Abdülmetin” lakaplı Metin Balkanlıoğlu'nun oğlu Halil Balkanlıoğlu 3 Eylül günü yaşanan “şaibeli” çifte cinayetten 21 gün önce karnından vurularak yaralanmış, ancak bizzat Metin Balkanlıoğlu tarafından olayın üstü örtülmeye çalışılmıştı. Adı cemaati dolandırdığı iddialarına da karışmış olan Metin Balkanlıoğlu’nun, yine İsmailağa cemaatinin medresesinde eğitilen ve Sauna Çetesi Operasyonu kapsamında tutuklanan Kasım Zengin’i kurulan bir “kadı mahkemesi”nde tabanca tehdidi ve ağzına bomba sokarak “yargıladığı” iddia edilmekteydi. Başbakan Erdoğan’ın önceki yıllarda İrfan Balkanlıoğlu’nu Rize’ye vali olarak atamak istediği ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından imzalanmaması nedeniyle atamanın gerçekleşmediği de önergeye eklenen bilgiler arasındaydı. 

GATA’da İsmailağa-Menzil savaşı

2020 yılında, Eski adıyla GATA, yeni adıyla Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Başhekim Yardımcısı olarak görev yapan Dr. Ali Edizer’in çok eşliliği savunan ve Medeni Kanun’un kaldırılmasını isteyen açıklamaları sosyal medyada tepkilere yol açınca, sözleşmesi feshedilerek görevden alındı. Olay kamuoyunda tanıdık bir gerici çıkış olarak algılandı ama arkasında İsmailağa-Menzil çatışması vardı. GATA, Fethullahçı sızma gerekçesiyle 15 Temmuz Darbe Girişimi ardından lağvedilmişti. Bu düzenlemenin ardından GATA’ya İsmailağacılar ve Menzilciler üşüşmüştü. Ali Edizer üşüşenlerin Menzilci olanlarındandı, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın himayesindeydi. Ancak Menzilciler çatışmada hızla mevki kaybediyorlardı. Edizer olayının ardından Menzil’le bağlantısı olan bürokratlar da geri çekilmeye başlanmıştı.

Menzilcilerin irtifa kaybında iktidarda doğmaya başlayan bir kuşkunun da payı vardı. Kimlikleri deşifre edilmeyen pek çok Fethullahçı, Menzil ve diğer tarikatlara geçiş yapmış, böylece devlete dönüşün bir yolunu bulmuştu. Tabi bütün bunlar birer varsayım. Zaten Ali Edizer de ön kapıdan atıldığı kuruma arka kapıdan geri döndü. 

Yeni para toplama aparatı: İDDEF

İsmailağa Tarikatı, Deniz Feneri ve Orada Kimse Yok mu Derneği gibi yardım toplama oluşumlardan doğan boşluğu da kısa zamanda doldurdu. Bunların İsmailağa versiyonu İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu (İDDEF) adını taşıyor. Sitesinde verilen bilgiye göre İDDEF, İsmailağa Camii ve Cemaati'nin resmi temsilcisi olan İsmailağa Vakfı'nın uluslararası tek resmi partneri.

İDDEF'in temelleri, Mahmud Hocanın tavsiyesi ile 2004 yılında atılmış. Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde halktan büyük destek bulması neticesinde 2009 yılında 45 derneğin bir araya gelmesi ile federasyon şeklinde kurumsallaşmış. Bir süre sonra başta Afrika ve Asya'dan yardım taleplerinin artması üzerine yurtdışı çalışmalarına odaklanmış, 40 ülke 253 bölgede hizmet verir hale gelmiş. Yani Fethullahçıların boşluğu oralarda da doldurulmuş durumda. 

Tabii işler eskisi gibi değil, tek kaynağa bel bağlamıyorlar artık. Halkı kandırarak toplanan paralar bütçenin küçük bir parçası. Devletten oluk oluk para ve mülk akıyor. Arada alınan ballı ihaleler de var. Mesela TOKİ’nin İzmir deprem konutları ihalesi İsmailağa Cemaati’nin “siyasi işler görevlisi” Mehmet Çelik’in şirketine verilmişti. Mehmet Çelik’in Tek-Çelik İç ve Dış Ticaret İnşaat Sanayi Anonim Şirketi, TOKİ’den son üç yılda üç ayrı ihale almıştı. 

Mehmet Çelik, eski CHP Milletvekili İlhan Cihaner'in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu dönemde yürüttüğü ve daha sonra elinden alınan İsmailağa soruşturmasının da kilit ismiydi. Cihaner’in 2007 yılında başlattığı İsmailağa soruşturmasına yönelik hazırladığı fezlekede, Mehmet Çelik’in “İsmailağa Cemaati’nin aktif üyesi olduğu ve Cemaat’in siyasi sorunlarını çözdüğü” belirtiliyordu. Fakat, Cihaner’in yürüttüğü ve “Fethullahçı yapılanma” ile genişlettiği soruşturma daha sonra elinden alınarak kapatıldı ve Cihaner makam odasında gözaltına alınarak tutuklandı. Operasyon Fethullahçı savcılarca yapılmıştı.

Nesin Vakfı’na tehdit

Geçen yıl İsmailağa Cemaati’ne ait Rabıta Vakfı, Çatalca’da Nesin Vakfı’nın yanındaki araziye kaçak inşaat yaptı. İş basına yansıyınca İBB kaçak inşaatı mühürledi. Rabıta Vakfı Başkanı Murat Perçin, “Söz konusu alan bir buçuk yıl önce bize bağışlandı. Burada da küçük bir restoran vardı ve alkollüydü. Onlarla konuştuk ve çıkardık. Bizim yerimiz burası, piknik yapıyoruz, toplanıyoruz ama namaz kılacak alanımız yoktu. Küçük bir mescit vardı ve yetkililerle konuştuk, ‘burayı büyütmek istiyoruz’ dedik. Bize, ‘yapın hocam’ yanıtını verdiler. Yani var olan bir yere ayarlama çektik” dedi. “İBB ekipleri çalışmalarımızı durdurdu ve gece gündüz nöbet tutuyorlar” diyen Perçin, Nesin Vakfı’na ve orada eğitim gören çocuklara ilişkin de şunları söyledi, “Orada kızlı erkekli karma karışık manzaralar var. Bizim elimizde resimleri var. İş başka noktalara gitmesin. İki tane ağaçtan dolayı memleket yandı. Ufacık bir yerden dolayı da piyasa karışmasın yani.”

Bu mühürleme vakasından kısa bir süre sonra bu kez İBB’nin İsmailağa Cemaatine bağlı inşaata yardım ettiği iddia edildi. Pendik Yenişehir Mahallesi Nutuk Sokak'ta başlayan inşaatın ruhsatı iptal edilmişti. Ancak inceleme sonrası İsmailağa Cemaati'ne bağlı Himaye Derneği tarafından yapılan inşaat mevcut İBB yönetimi tarafından tekrar ruhsatlandırılmış, yardım etmek için de alana İBB'ye ait iş makineleri gönderilmişti. Yol Bakım ve Altyapı Koordinasyon Daire Başkanı Seyfüllah Demirel söz konusu çalışmayı doğrulamış, “İBB'nin ruhsat onayı verdiği yerde ekipler hafriyat kaldırma işlemi yapıyor. Rutin bir işlem” demişti.

Altı yaşındaki bir kız çocuğuna sistematik tecavüz olayı vesilesiyle gündeme gelen Hiranur Vakfı da bu tarikata bağlı çok sayıdaki vakıflardan biri. Kızını başka bir müritle evlendiren vakıf başkanı Yusuf Ziya Gümüşel de tarikatın önde gelen şeyhlerinden. Tarikatı yaymak için İstanbul Çengelköy’deki Hz. Hamza Cami Medresesi’ne gönderildi. 2006 yılında İstanbul Sancaktepe'de Hiranur Vakfı'nı kurdu. Halen Hiranur Vakfı'nın onursal başkanı.

Yeni nesil bir Fethullahçı çetenin devlette yapılanma hikayesi bu. Fethullahçılar gitti Mahmut Hocacılar geldi. Gidenler hain, gelenler “yerli ve milli”… Ama yok aslında birbirlerinden farkları.

Üretimde rekor kıran zeytinlikler madenciliğe kurban edilecek! - Yusuf Yavuz / SOL

Türkiye’nin sofralık zeytin üretiminde dünya lideri olduğu dönemde zeytinlikleri madenciliğe kurban edecek düzenleme Meclis gündeminde…


Geçtiğimiz yıl Avrupa’yı vuran kuraklık yüzünden zeytinde dünya lideri olan İspanya’da üretimde düşüş yaşandı. Türkiye’de ise zeytin ve zeytinyağı üretiminde büyük bir artış elde edildi. Türkiye 2022’de sofralık zeytin üretiminde dünya lideri olurken zeytinyağı üretiminde ise İspanya’nın ardından dünya ikincisi oldu. Ancak uzun süredir maden ve enerji projelerinin hedefindeki zeytinlikleri yıkıma açacak olan yasal düzenleme tam da üretimde rekorların geldiği bir dönemde yeniden meclisin gündemine getirildi. AKP’li milletvekillerinin hazırlayıp TBMM’ye sunduğu kanun teklifine göre Maden Kanunu'na eklenen geçici maddeyle ruhsat sahibi ya da kiracı olan maden firmaları zeytinliklerde madencilik yapabilecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı "kamu yararı" gerekçesiyle zeytinliklerde madencilik tesisleri inşa edilmesine izin verebilecek. Kamuoyunda tepkiyle karşılanan düzenlemenin geri çekilmesi talep ediliyor.

AKP milletvekillerinin imzasıyla Meclis’e sunulan ‘Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’, zeytinlik alanlardan madencilik yapılmasının önünü açacak düzenlemeler içeriyor. Daha önce de çeşitli torba yasa düzenlemeleriyle gündeme gelen ve kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan zeytinliklerle ilgili düzenlemeler tepkiler üzerine geri çekilmişti. Ancak Türkiye’nin en önemli tarımsal ürünlerinden biri olan zeytinin üzerinde dolanan kara bulutlar bir türlü bitmek bilmiyor. AKP Düzce Milletvekili Fahri Çakır’ın ilk imzacısı olduğu yeni bir torba kanunu zeytinlikleri yeniden kamuoyunun gündemine getirdi.

Zeytinlikler madenciliğe açılacak

Buna göre, Maden Kanunu’na eklenen geçici maddeyle, ruhsat sahibi veya rödövansçı olan gerçek veya tüzel kişiler tarafından yürütülen madencilik faaliyetlerinin, tapuda zeytinlik olarak kayıtlı alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madenciliğe izin verilecek. Düzenleme, zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının, izin verilecek maden sahalarının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik vermek suretiyle taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine, kamu yararı dikkate alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca izin verilebilmesine de olanak sağlıyor.



 

‘Kestiğimizin fazlasını dikiyoruz' söylemi işe yaramıyor

Düzenlemeye göre zeytinliklerin taşınmasıyla ilgili tüm giderler maden firmasınca karşılanacak. Zeytin sahasının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda ise zeytin ağaçlarına kıyılacak. Kanun teklifi, ziraat mühendisi ve biyolog gibi uzmanların görüşleri doğrultusunda Bakanlığın belirleyeceği başka alanlarda benzer büyüklükte zeytinlik tesis edilmesini öngörüyor. Ancak özellikle madencilik faaliyetleriyle yok edilen orman alanlarında “kestiğimizin beş katını başka yere dikiyoruz” söylemiyle savunulan uygulamanın yarattığı ormansızlaşma, bu uygulamanın işe yaramadığını gösteriyor.

Tasarı 14 Aralık'ta komisyonda görüşülecek

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'na sunulan kanun teklifine yönelik kamuoyundan yükselen tepkiler ise sürüyor. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nun 14 Aralık Çarşamba günü yapacağı toplantıda görüşülmesi beklenen tasarının, ardından Meclis Genel Kurulu’na sunulması gündeme gelecek.

‘AKP Zeytin Kanunu'nu 20 yılda 10 kez delmeye çalıştı'

Zeytinliklerini madenci yıkımından korumak için yıllardır direnen Muğla Milas’a bağlı İkizköy halkı düzenlemeye tepkili. İkizköylülerin gönüllü avukatlığını üstlenen İsmail Hakkı Atal, konuyla ilgili açıklamasında AKP iktidarının yirmi yılda zeytin kanunu on kez delmeye çalıştığına işaret ederek bu kez de hülle kanun yoluna başvurulduğunu kaydetti.



‘Milletin değil, beşli çetenin vekilleri' tepkisi

10 Aralık’ta gece yarısı operasyonuyla Meclis'e sevk edilen düzenlemenin yıldırım hızıyla ilgili komisyona getirildiğine dikkati çeken Atal, İkizköy Çevre Komitesi olarak tasarının görüşüleceği komisyonun toplantısına katılmak için başvuru yapacaklarını dile getirdi. Zeytinliklerin kaderinin görüşüleceği komisyon toplantısının yapılacağı gün olan 14 Aralık 2022 tarihinde tüm yaşam savunucularını TBMM Çankaya kapısı önünde saat 10.00’da buluşmaya çağıran avukat İsmail Hakkı Atal, “Milletvekili olarak değil 5'li çetenin vekilleri olarak hareket eden, ‘kutsal zeytini’ Zeytin Kanununu yok etmek için hülle kanunu tasarısını hazırlayan 29 şirket vekilini kamuoyuna ifşa ediyoruz. Bu milletvekilleri mahkeme-i kübra’da hesap verecekler ama yasama dokunulmazlıkları sona erince bu dünyada da hesap vermeleri için tüm girişimleri yapacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz” dedi.

Türkiye zeytin üretiminde ilk kez İspanya'yı geçti

Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü verilerine göre 2022 yılında Türkiye’nin zeytin üretiminde yüzde 71’lik artış gerçekleşerek 2 milyon 976 bin 654 tona ulaşıldı. Zeytinyağında ise yüzde 79’luk bir artış kaydedilerek 421 bin 717 ton ürün elde edildi. Avrupa’yı etkisi altına alan kuraklığın zeytinde dünya lideri olan İspanya’yı olumsuz etkilemesiyle Türkiye 2022’de sofralık zeytin üretiminde dünya lideri, zeytinyağında ise İspanya’nın ardından dünya ikincisi oldu. Toplam 189 milyon zeytin ağacı varlığına sahip olan Türkiye’nin yakaladığı bu avantajı sürdürmesi beklenirken zeytinliklerin madenciliğe açılmak istenmesi büyük bir çelişki olarak yorumlanıyor.


Tepki çeken kanun teklifinde imzası olan milletvekilleri

Kamuoyunun tepkisini çeken kanun teklifinde imzası bulunan milletvekilleri şöyle sıralanıyor: Fahri Zengin (Düzce), Orhan Erdem ve Halil Etmeyez (Konya), İffet Polat (İstanbul), Uğur Aydemir (Manisa), Mustafa Canbey (Balıkesir), Yasin Uğur (Burdur), Recep Özel (Isparta), Dr. Tuba Vural Çokal (Antalya), Ahmet Erdoğan (Gaziantep), Semra Kaplan Kıvırcık (Manisa), Ramazan Can (Kırıkkale), Yaşar Kırkpınar (İzmir), Yakup Taş (Adıyaman), Ekrem Çelebi (Ağrı), Bekir Kuvvet Erim (Aydın), Şirin Ünal (İstanbul), Ahmet Çakır (Malatya), Eyüp Özsoy (İstanbul), Zülfü Demirbağ (Elazığ), Selim Yağcı (Bilecik), Hakan Kahtalı (Malatya), Habibe Öçal (Kahramanmaraş), Arife Polat Düzgün (Ankara), Necip Nasır (İzmir), Şeyhmus Dinçel (Mardin), Cemil Yaman (Kocaeli), Vildan Yılmaz Gürel (Bursa), Ebubekir Bal (Diyarbakır).

Yusuf Yavuz / SOL

12 Aralık 2022 Pazartesi

Tarikatta tecavüzün ardındaki ortaklık - Barış Terkoğlu/Cumhuriyet

 

En büyük ortaklık, suç ortaklığı mı? Irza geçiyor, öldürüyor, çalıyor ama toprağa değil, sessizliğe gömüyor.

Cumartesi günü İstanbul Kitap Fuarı’ndaydık. Bir grup gazeteciyle tarikatları anlattık. Aslında kürsüde Timur Soykan, kendi haberiyle olacaktı. Yanına ben, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Aytunç Erkin, Ümit Zileli“Yalnız değilsin” demek için oturduk. Zira Soykan günlerdir tehdit ediliyordu. 6 yaşında bir çocuğun çığlığını Türkiye’ye duyurmasının bedelini ona ödetmek istiyorlardı. Haliyle konuşmama “Bu tabloda bir terslik var” diyerek başladım. Öyle ya, 6 yaşındaki çocuğa tecavüz edenler rahatça dolaşırken hedef haline getirilen Soykan’dı. 

Kuşkusuz bu cüretin en az iki nedeni var. Her istismardan sonra çıkan fotoğraflarla gördüğümüz gibi... Din kisvesi altında çıkar örgütüne dönüşen tarikat ve cemaat yapılanmaları, “tepedekiler” tarafından açıkça destekleniyor. İkincisi, biat kültürüne dayanan bu yapılarda, çocuk istismarı dahil hiçbir suç sorgulanmıyor.

Gelelim yeni öğrendiğimiz detaylara...

OLAYI ÖRTEN İKİ NUMARA



Dava dosyasındaki konuşmalarda, HKG’ye tecavüz eden Kadir İstekli, kadınla erkeğin tokalaşmasına bile karşı olan cemaatin, aslında her şeyin farkında olduğunu söylüyor: “Hocaların hepsi biliyordu.(...) Aynı odada kalıyoruz. Bir erkeğin kız çocuğuyla aynı odada, aynı dairede hafızlık yaptırması, yani medresede bilmeyen mi vardı yani. (...) Mümkün mü yani bilmemeleri?”

İstekli’nin söylediği gibi, herkes her şeyi biliyordu. Soykan’a öfkenin nedeni açığa çıkmasıydı.

İstekli, olay ilk açığa çıktığında, meselenin üstünü nasıl örttüklerini de itiraf ediyor: “Yaşını büyüttük. Yoksa ben giriyordum içeri.”

Nitekim HKG ifadesinde, 2012’deki yaş büyütme olayını anlatıyor. O kısım iddianameye şöyle yansımış: “Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne babasının başkanı olduğu vakıfta çalışan Mehmet Emin Marangoz isimli kişiyle gittiğini, film çekmesi için sıra beklediği sırada kendisinin yerine başka bir kızın filminin çekildiğini...”

Savcının, çocuk istismarını örten kişinin üstüne gitmemesi şaşırtıcı.

Peki kim bu Mehmet Emin Marangoz?

Önce şunu söyleyelim. Soyadı Marangoz değil, resmi kayıtlara göre Marankoz.

2013 yılında, Milli Gazete’de yer alan haberde kendisini şöyle tanıtıyor:

“Hiranur Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin Marankoz, vakıflarının 2006 yılında kurulduğunu, vakfın onursal başkanının Yusuf Ziya Gümüşel Hocaefendi olduğunu ifade etti.”


                                             Yusuf Ziya Gümüşel 

Yusuf Ziya Gümüşel, HKG’nin babası. Marankoz ise HKG’nin anlattığına göre, dosyayı kapatan organizasyonu yapan kişi. Yani Kadir İstekli’nin anlattığı gibi, tecavüzü bilenler de kapatanlar da cemaatin en tepesindekiler. Öyle ya, Marankoz, cemaatin iki numarası!

Peki ilişki yalnızca bundan mı ibaret?

TİCARİ ORTAK ÇIKTILAR

Konu tarikat olur da işin içinde para olmaz mı?

Bunun için, İstanbul Ticaret Odası (İTO) kayıtlarında, iki ismin üzerine kayıtlı şirketlere baktım. Tahminim doğruydu. 8 Ekim 2018’de, “Beyyinat Gıda Turizm İnşaat Tekstil Sanayi Limited Şirketi” adıyla bir şirket kurulmuştu. Firmanın yüzde 70’i Yusuf Ziya Gümüşel’e, yüzde 30’u Mehmet Emin Marankoz’a aitti. Yani HKG’ye yapılan tecavüzün suç ortakları, ticari olarak da ortaktı!


Şirket kendisini resmi sitesinde şöyle tanıtıyordu: 

“Erzurum, Horasan, Kemerli Köyü’nden, İstanbul Ticaret Borsası’na canlı hayvan komisyonculuğu ile işe başladık. Canlı hayvanı Türkiye’nin çeşitli yerlerine taşımak yerine, aldığımız yerde kesmeyi, soğuk zincirle taşımayı işleyip satmayı planladık.”

Şirket resmen 2018 yılında kurulmuştu ama işin geçmişi vardı: “1992 yılından itibaren yaklaşık 30 yıllık tecrübesiyle...”

İTO kayıtlarına göre, iş et zincirinden daha fazlasıydı. Birçok kuruma yemek hizmeti vermek, restoranlar ve tesisler açmak için kurulmuştu. Hangi kurumlara hizmet verildi? Kimler bu şirkete fatura kesti? Şimdilik bilmiyoruz. 

Ancak mesele bu kadar değil...

TOKİ ÇEKİLİŞİNDEN ÇIKTI

Bir şey daha var ki “Bu tarikat şeyhleri hakikaten çok şanslı” dedirtiyor!

Cumhurbaşkanının açıkladığı o projeyi hatırladınız mı? TOKİ’nin ev işinden söz ediyorum. 50 bin sosyal konut kapsamında, İstanbul Tuzla Aydınlı Mahallesi Konaşlı Mevkii’nde yapılan 508 adet konut için, 30 Kasım’da çekiliş yapıldı. Bilin bakalım o çekilişte, kurada kazananlar arasında kim var? Doğru tahmin ettiniz! Mehmet Emin Marankoz! TOKİ de söz konusu ismin kuradan çıktığını kabul etti. Yani gücü yetmeyen vatandaşa devletin katkısıyla sunulacak sosyal konut çekilişi, Hiranur Vakfı başkanına, cemaatin iki numaralı şeyhine çıkmıştı! Ne şans! Üstelik koca şirketin ortağı şeyh, TOKİ’nin dar gelirli vatandaş için ürettiği evi almış! Hani kul hakkı!

Gelelim son detaya...

İLÇE BAŞKANI BİLMİYOR MU

Yusuf Ziya Gümüşel’in onursal başkanı olduğu Hiranur Vakfı, İstanbul dışında Sakarya-Sapanca’da üsleniyor. Burada da bir dernekleri, içinde yüzlerce çocuğun bulunduğu binaları, hatta aralarında turizmin de olduğu şirketleri var. Sapanca’da Memnuniye köyü, Yusuf Ziya Gümüşel’in doğup büyüdüğü köy. Nitekim mağdur HKG de ilk kez burada tecavüze uğradığını ifadesinde söylemişti. Gümüşel, öğrencisi Yusuf Kocaman’ı Memnuniye’deki yapıyı yönetmekle görevlendirmiş. Cemaat burada öyle büyümüş ki Memnuniye’de 13 bin metrekare arazi alıp bir külliye projesi yapmışlar. Sapanca’da konuştuğumuz kaynaklar, cemaatin burada hiçbir denetime tabi olmadan çocukları barındırdığını anlatıyor. 

Peki bu durumla mücadele etmesini beklediğimiz hükümetteki AKP’nin Sapanca ilçe başkanı kim?

                                                  Yunus Gümüşel

Adı Yunus Gümüşel. İsim benzerliği değil. Yusuf Ziya Gümüşel’in ağabeyinin oğlu, yeğeni. Sapancalılar iki ismin zaman zaman görüştüğünü anlatıyor. Burada parti cemaati, cemaat de partiyi destekliyor. Yunus Gümüşel’in, tecavüze uğrayan HKG’nin de yakın akrabası olarak, meseleyi bilmemesi imkânsız. Bunları sormak için aradığım AKP il ve ilçe teşkilatının, nedense telefonları açılmak bilmedi.

6 yaşında tecavüze uğrayan çocuk bugün 24 yaşında. 18 senedir çığlığını kimse duymuyor. Neden diye soruyoruz ya. Bir çığlığı gömen sessizliğin ortaklığından başka bir sebebi olabilir mi?

Barış Terkoğlu/Cumhuriyet


                                               


Dışarıdan içeriye mektuplar: İstedikleri bizi susturup sindirmek - Çiğdem Toker / BİRGÜN-Pazar

 

İhtimal ki güç kullananların istediklerinden biridir bizlerin sus pus kalması... Ses yükseltenleri içeride tutarken dışarıdakilere gözdağı verip sindirmek. Onların sesini kısmak, hedefe koyduklarını cezaevinde, dışarıdakileri de atalet içinde hapsetmek.


Çiğdem TOKER

Ankara’dan merhaba,

Ülkenin derdini derdi bilenlere reva görülenin, bugüne kadarki en kısa tarifini duydum geçenlerde: Cezaya suç aramak.

Gezi davası iddianamesinde olduğu gibi TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi yönetimi de akla sığmaz bir iddianamenin muhatabı oldu malum. Hapis cezası istemiyle yargılandıkları davada, savcının esas hakkında mütalaasını açıkladığı üçüncü duruşmanın ardından yönetim kurulu kamuoyuna açıklama yaptı.

Oda Başkanı Tezcan Karakuş Candan, kamuoyunda kendisinin görünürlüğüne karşın, başkentte işlenen kent suçlarına karşı şube olarak yıllardır ve daima arkadaşlarıyla birlikte mücadele ettiklerini vurguladı; yönetim kurulu üyelerinin kendilerini tanıtmasını rica etti. Mektubumun girişindeki o tarifi de hepsi iyi eğitimle donanmış, öğrencilik ve meslek yaşamları haksızlıklara itirazla geçmiş yönetim kurulunun en genç üyelerinden biri Nihal Evirgen yaptı.

Evirgen henüz 20’li yaşlarını sürüyor ve verilmiş bir meslek ödülü dolayısıyla terör örgütü propagandası ile suçlanmalarına karşı duyduğu şaşkınlığı gizlemiyor. Sizin davanızdaki karar duruşmasından sonra da böyle şaşırmıştık. Dört sene önce beraat ettiğiniz bir davada hukukun evrensel prensipleri çiğnenerek nasıl olup da hapis cezası çıktığına beyhude yere anlam vermeye çalıştık.

Bu topraklarda güç kullananlar ve onların gayrı resmi ortakları açısından, kafaya konulmuş bir cezaya suç arayıp bulmanın çocuk oyuncağı olduğunu kim bilir kaç kez görüp tanıklık etmiş olmamıza karşın hissettik üstelik bu şaşkınlığı. Belki de onca badireye, şahit olduğumuz onca hukuksuzluğa rağmen güç toplayabilmeyi buna borçluyuz. Kanıksamamaya yani.

İhtimal ki güç kullananların istediklerinden biridir çünkü bizlerin sus pus kalması... Eşitsizliğe, haksızlığa karşı ses yükseltenlerden kafaya taktıklarını içeride tutarken, ülkenin derdini dert eden dışarıdakilere gözdağı verip sindirmek. Onların sesini kısmak, hedefe koyduklarını cezaevinde, dışarıdakileri de atalet içinde hapsetmek. (Şu notu düşmek bir borç: Mektubu yazdığım sizlerin, yani cezaevi için seçilen isimlerin gündelik hayatlarında nezaketli, barışçı ve mesleklerini hakkıyla icra eden kişiler oluşu da kesinlikle bir rastlantı değil.)

Öte yandan şunu da biliyoruz ki, memleketin dertleriyle dertlenmek varoluşun bir parçasıysa, yani elden başka türlüsü gelmiyorsa; bu hukuksuzluk sarmalını tekrar edip durmasını sorgulamamaya da imkan yok. Cezaevinde geçirdiğiniz ve her saniyesi yaşamdan çalınmış sekiz ay boyunca dışarıda neler olup bittiğini izliyor biliyorsunuz. İsmailağa Cemaati çatısı altında 6 yaşında bir çocuğun 29 yaşındaki bir erkek mürit ile “evlendirilerek” örgütlü bir istismara maruz bırakılmasını ortaya çıkaran Timur Soykan’ın haberinin etkisi altındayız. Böyle bir haberin -pek de sevmediğim o ifadeyle- sadece “duyarlı ve muhalif kamuoyunu” değil, topyekun bir ülkenin tüm kamuoyunu sarsması ve siyasette güçlü dalgalar oluşturarak harekete geçirmesi gerekiyordu.
Size bu mektubu yazdığım sıralarda tepkiler hâlâ istenen ağırlık ve yaygınlıkta değil. İyi de siyaset çocukları iyi kılmak için yapılmıyorsa başka ne için yapılır? Çocukların açlığını, okula aç gittiğini konuştuğumuz şu günlerde istismara karşı çok güçlü bir haykırışı bu mücadeleye katmak zorunda değil midir siyaset?

Üstelik sizlerin cezaevinde tutulmasının bir nedeni de buyken. Evet böyle düşünüyorum. Bir ağacı, dereyi, ormanı, nehirleri savunmakla bir çocuğun haklarını savunmanın aynı hatta birleştiğini bizler gibi güç sahipleri de iyi biliyor. Biat etmeyi reddeden hakiki bir sivil toplumun bütün kötülüklere itiraz ettiğini ve edeceğini bildiği için hedefe konuluyor.

Mektubumu, “Keşke siyaset kurumu, düşününce insana kendisini çok kötü hissettiren oy kaygısını bir yana bıraksa ve bu kötülükleri örgütleyip yayanlardan daha güçlü olabilse” diye bitiriyor, yaşadığınız ağır hukuksuzluğun bir an önce son bulması dileğimi paylaşıyor, geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, herkesi iyi duygu ve düşüncelerle selamlıyorum.

Çiğdem Toker / BİRGÜN-Pazar