6 Ocak 2023 Cuma

Liyakat devri bitti, nepotizm yürürlükte: İşte TÜİK'in arkasındaki ilişkiler ağı - Orhan Gökdemir / SOL-Özel

 Maaş zammını belirleyen TÜİK Başkanı damat kontenjanından koltuğuna oturdu. Kayınpederi Tayyip Erdoğan’ın piyes arkadaşı. TÜİK başkanı da o piyesin içinden fırlamış bir karakter.

Son yıllarda en çok tartışılan kurumlardan biri olan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevcut başkanı Erhan Çetinkaya, koltuğuna Sait Erdal Dinçer’in görevden alınmasının ardından oturdu. Çetinkaya, Malatyalı. Bilkent Endüstri Mühendisliği bölümü çıkışlı. TÜİK’ten önceki tek görevi BDDK’da. O kuruma bir ara başkan yardımcısı olarak atandı. Bilinen başka bir görevi yok. Yani kökten bir AKP memuru. Üstelik TÜİK’in en istikrarlılarından biri. Zira ondan önce TÜİK’e ne başkan ne personel dayanıyordu. 

Erhan Çetinkaya’dan önceki koltuk hareketleri ilginç. Göreve 2 Mart 2021 tarihinde atanan Dinçer, 10 ay 27 gün görevde kalabildi. Dinçer’den önce koltukta Ahmet Kürşad Dosdoğru oturuyordu. 15 Şubat 2021 tarihinde göreve vekaleten atanan TÜİK kökenli Dosdoğru, sadece 15 gün koltukta oturabilmişti. O da görevi Muhammed Cahit Şirin’den devralmıştı. Emine Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Elif Esen’le evli olan Şirin, 22 Mayıs 2020 ile 15 Şubat 2021 tarihleri arasında TÜİK Başkanı olarak görev yaptı. Emine Erdoğan nikah şahitleriydi. Şirin’den önce koltukta Yinal Yağan oturuyordu.

Koltukta oturanlar sık sık değişiyor ama TÜİK’in merkezine oturduğu tartışmalar değişmiyor. TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranlarının tartışmalı olduğu iddia ediliyor ki en önemli faaliyeti de bu. Yani temel görevini hakkıyla yerine getirmeyen bir devlet kurumundan söz ediyoruz. Tartışmanın bir nedeni de açıkladığı oranların tam iktidarın istediği gibi olması. Bu oranlar işçinin, emeklinin ve memurun maaşlarına ne oranda zam yapılacağına da karar vermek anlamına geliyor çünkü. Son olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kuruma yapmak istediği ziyaret de kapıya kilit vurularak engellenmişti.

Kayınpeder torpilli

Adı sanı duyulmamış bir memurun TÜİK’in başına getirilmesi AKP döneminde şaşırtıcı işlerden değil. Yine de bu atamaların arkasında başka bir ilişkiler ağının saklı olduğu biliniyor. Örneğin TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya, AKP’li Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner’in damadı. Yani son başkanın torpili Emine Erdoğan’dan değil Tayyip Erdoğan’dan. Çünkü kayınpeder Aydıner Tayyip Erdoğan’ın bilinen en önemli ilk gençlik arkadaşı.

Çetinkaya, 2016’da Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner’in Kızı Sümeyra Aydıner’le evlendi. Gelin Sümeyra Aydıner Bayrampaşa Kızılay Kadın Kolları Başkanı. Kadın kollarının en önemli etkinliği Belediye Başkanı Atilla Aydıner’i ziyaret etmek ve onu etkinliklerinde ağırlamak. Belediye ile Kızılay müthiş bir uyum içinde çalışıyor. Sonra bu uyuma BDDK ve ardından TÜİK de dahil oldu. Bayrampaşa sultanlığı evlilik yoluyla sınırlarını genişletmişti. 

Atilla Aydıner ile Tayyip Erdoğan arasındaki eskilere dayanan yakın ilişki bir fotoğraf paylaşmasıyla ortaya çıktı. Fotoğrafta Başkan Aydıner’in genç bir asteğmenken kendisini ziyarete gelen arkadaşı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte görünüyordu. Askerlik fotoğrafı çektirmekten hoşlanmayan Erdoğan asker ziyaretinde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmemişti.


















Böyle olur Milli Görüş sanatı

Anlattığına göre Rizeli genç Atilla Aydıner hızlı bateristmiş. Altın mikrofon yarışmasına katılmış, kurduğu “Sefiller Dans ve Şov Orkestrası”yla düğünlere renk katmış, Aksaray'da büfecilik yapmış. İstikbal için müziği bırakıp ağabeyine özenerek Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ne girmiş. Ağabey tarikatlara yakın bir tip, o da yolunu Milli Görüş taraflarına düşürmüş, gençlik kollarında siyasi faaliyete başlamış. Tayyip Erdoğan’la tanışması orada. Birlikte bir tiyatro grubu kurmuşlar, turneye çıkmışlar. Tiyatro dediği Milli Görüş propagandası yapan kötü piyeslerden ibaret. Kendisi de teyit ediyor bunu, “Tayyip Bey'le çok güzel piyesler hazırladık ve Türkiye'nin her yerinde oynadık. Başbakan çok iyi tiyatrocudur. Ama bir süre sonra tiyatroyu da bıraktık” diyor.

O oyunlardan birini Erdoğan yazıp yönetmiş. “Kızıl Pençe” isimli bir kitaptan uyarlamışlar, adı Mas-Kom-Yah. Bu tuhaf ad aslında Mason, Komünist, Yahudi sözcüklerinin kısaltması. Piyes, Milli Görüş’ün değişmez düşmanlarını konu ediniyor yani. 

Kayınpeder Aydıner o günleri şöyle anlatıyor: “Biz 1975 yılında Milli Selamet Partisi’nin Gençlik Kolundaydık. Başbakan da (RTE) Gençlik Kolu Başkanı’ydı. O dönemde heyecanımız çoktu, siyasete yön veriyorduk. Çok aktiftik ve arkadaşlarla bir tiyatro kurmaya karar verdik. 1975’de tiyatroyu kurduk. Tiyatrodaki arkadaşlarımızın çoğu teşkilattan olan, üniversite ve lisede okuyan arkadaşlarımızdı. Sahaflardan bir eser bulduk. Orjinal ismi ‘Kızıl Pençe’ydi. Kitap 1970-1980 arasındaki üniversite olaylarını çok iyi yansıtan bir eserdi. Biz eserin ismini değiştirdik. ‘Mas-kom-yah’ yaptık. Provaları Tepebaşı Gazinosu’nda yaptık. Yönetmenliğimizi Başbakan Erdoğan yaptı… Ankara’dan yani Necmettin Erbakan’ın önünde oynamak üzere çağrıldık. Çok önemli konuklarımız vardı. Başbakan Necmettin Erbakan, Hasan Aksay, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk gibi ve büyük alkış aldık.”

O piyesten bir ebedi belediye başkanı ve bir de tek adam Cumhurbaşkanı çıktı. İkinci kuşak ilk kuşağa dayanarak devlete yerleşti. Şimdi, nasip olursa, ortamı üçüncü kuşağa hazırlıyorlar. Oğullar, kızlar, damatlar, yeğenler, eş dost akrabalar saltanatı hükmünü sürdürüyor artık. Ülkede bakıp gördüğünüz bütün kuralsızlıkların ve ölçüsüzlüklerin arkasında Milli Görüş gömleğiyle oynanmış o oyun var. AKP iktidarı Mas-Kom-Yah piyesinin kötü bir kopyasından ibaret. 

TÜİK başkanı da o piyesin içinden fırlamış bir karakter. Liyakati var mı yok mu, işinin ehli mi değil mi önemli değil. Zaten konu da bu değil. Parti Devleti olması gerektiği gibi işliyor. 

Buraya nasıl geldik? Bazı kritik tarihler - Korkut Boratav / SOL

 

Muhalefet Gezi’yi güncel siyasete taşıyamadı. Doğru teşhisi, tam aksine Erdoğan yaptı: Siyasal hedefine karşı en ciddi tehdidin Gezi kalkışmasında içkin olduğunu algıladı.

Türkiye’nin geleceği için kritik bir yıl olan 2023’e girerken muhalif çevrelerde “buraya nasıl geldik?” sorusu tartışılıyor. 

Üç yıl önce aynı soruyu bu köşede tartışmıştım: “Bazı Kritik Tarihler”, soL Haber,  Aralık 2019”. Güncelliği devam eden bu yazıyı yeniden yayımlamayı uygun buldum.

                                                                 ***

Bu yazıya “2019’da Türkiye…” niyetiyle ve “İslamcı faşist bir rejimin eşiğinde gel-git içindeyiz” tespitiyle başlamaya kalkıştım. Ama “bugüne nasıl geldik?” sorusuna takıldım ve daha ileri gidemedim.

Bu soruyu 2007 sonrasının ana aşamaları içinde tartışıyoruz. Fakat, biraz daha geçmişe uzanmayı ihmal ediyoruz; bugünü de etkileyen kritik yol ayrımlarını gözden kaçırıyoruz. Bu nedenle 2019 Türkiye’sinin biçimlenmesine katkı yapan bazı geçmiş olayları, tarihleri hatırlatmak istedim.

15 Mayıs 1974: MSP solcu hükümlülerin affını önlüyor

12 Mart darbesini izleyen ilk genel seçim 14 Ekim 1973’te yapıldı. Ecevit liderliğindeki “demokratik sol” CHP, yüzde 31,8 oy oranı ile ilk sırayı aldı. İki ay sonraki yerel seçimlerde bu oran yüzde 37,6’ya yükselecekti.

Parlamento aritmetiği, koalisyonları zorunlu kılıyordu. TBMM dışından Başbakanlığı üstlenen Naim Talu, Ocak 1974’te görevi Bülent Ecevit’e devretti; CHP-MSP koalisyon hükümeti güvenoyu aldı.

Parlamenter demokrasi, önemli bir soruyla karşı karşıyaydı: Cumhuriyetçi sol ile siyasî İslam’ın bu ilk ittifakı, 12 Mart faşizminin enkazını temizleyebilecek miydi? Daha temel ve tarihsel bir soru gündemdeydi: Siyasî İslam demokratik olabilir mi?

CHP yönetimi bu soruya olumlu yanıt verdi. Nitekim yeni hükümet, 12 Mart döneminin ve öncesinin siyasî hükümlülerini kapsayan bir af yasasında anlaştı. Düzen-dışı örgütlenme ve propaganda suçları affedilecekti. Komünizme karşı TCK 141-142 ve toplum düzenini dinî esaslara göre değiştirmeye karşı TCK 163 hükümlüleri… CHP-MSP koalisyonu, belki de kapsamlı bir demokratikleşme programının ilk adımını atıyordu.

Ne var ki, siyasî İslam bu demokratik uzlaşmaya ihanet etti: TBMM’nin 15 Mayıs 1974 tarihli oturumunda madde 163’ü kapsayan af önce oylandı; kabul edildi. Sıra 141-142’ye gelince “uygun sayıda” MSP milletvekili oturumu terk etti veya karşı oy kullandı. Af, devrimcileri, sosyalistleri dışlayarak yasalaştı. AYM, iki ay sonra bu yanlışlığı düzeltecek; solcu hükümlülerin de tahliyesini mümkün kılacaktı.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez iktidara ortak olan siyasî İslam, demokratik bir ittifakın öğesi olamayacağını Mart 1974’te açıkça ortaya koydu. Koalisyon son buldu. MSP sonraki Milliyetçi Cephe hükümetlerine katıldı.

15 Mayıs 1979: Büyük burjuvazinin Sol’u tasfiye muhtırası

1970’li yıllar son bulurken Batı Avrupa-türü bir siyasî yelpaze Türkiye’de de yerleşmeye başlamıştı. Belirleyici yenilik emekçi sınıfların, seçmen kimlikleriyle ve halk örgütlenmelerinde Cumhuriyetçi ve devrimci sola kayması idi.

5 Haziran 1977 genel seçimlerini Cumhuriyetçi Sol’u temsil eden CHP yine ilk sırada göğüsledi; oy oranını yüzde 41,4’e yükseltti. Adalet Partisi’nden ayrılan milletvekillerinin katılımıyla oluşan Ecevit hükümeti Ocak 1978’de güven oyu aldı.

Faşist akımlar ve derin devlet, Türkiye toplumunun sola kaymasını önlemeyi üstlenmişti. Büyük burjuvazi bu cepheye açıkça katıldı. Sermaye çevreleri 12 Eylül rejimine yeşil ışık yakan bir “muhtıra” kaleme aldı; 15 Mayıs 1979’da gazetelerde tam sayfa ilan olarak yayımlandı.

Muhtıra, hükümetin iktisat politikasını bir rejim sorunu olarak damgalıyordu. Sözcülüğü üstlenen bir patron, CHP iktidarını, “hür teşebbüsü yok edecek uygulamalara” yönelmekle suçluyordu. Bu çıkış, sermaye ile “derin devlet”in 12 Eylül’e giden ittifakını ilan etti. Yeni rejimin ekonomik programının burjuvazi tarafından belirleneceği peşinen açıklanmış oldu.
Bu ittifak, emekçi sınıfların taleplerini temsil eden sol/sosyalist akımları dışlayan bir rejimi hedefliyordu; sonraki on yılı biçimlendirdi. 1946’da çok partili rejime Türkiye solunu tasfiye ettikten sonra geçilmesi gibi… Türkiye burjuvazisinin Mayıs 1979’daki günahı, yakın geçmişin bu kritik dönemecini belirlediği için vurgulanmalıdır.

2 Temmuz 1993 Madımak Kıyımı: Merkez Sağ İslamcı kalkışmayı gözetiyor

2 Temmuz 1993’teki Madımak kıyımı onulmaz bir yaradır. Ayrıntılarıyla incelendi; olaya dönmeyeceğim.

1993’ün siyasî ortamı önemlidir: 12 Eylül darbesine, uygulamalarına karşı çıkan DYP/SHP koalisyonu iktidardadır. Sekiz yıllık baskıcı bir dönemi sandıkta reddeden halk, Merkez Sağ / Cumhuriyetçi Sol ittifakından demokratikleşme beklentisi içindedir.

Madımak kıyımını gerçekleştiren İslamcı teröre karşı Merkez Sağ siyasetçilerin tepkisi, bu beklentinin geçersiz olduğunu gösterdi. Daha da kötüsü, Türkiye’nin İslamcı güzergâha kaymasına önemli bir katkı yaptı.

Bu siyasetçiler, adeta elbirliğiyle, 33 aydınlık insanı ölüme sürükleyen İslamcı güruhu “halk” olarak nitelendirdi; güvenlik güçlerini, onlara zarar vermediği için alkışladı; 33 kurbanı ya görmezlikten geldi; ya da “tahrikçi” olarak damgaladı. Örnekler gerekiyor.

Linç girişimi başlayınca “halk ile güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” talimatını veren Cumhurbaşkanı Demirel’le başlayalım: “Ağır tahrik sonucu halk galeyana gelmiş; güvenlik güçleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır. Olay münferittir.”

Başbakan Tansu Çiller: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.” DYP’li İçişleri Bakanı Gazioğlu: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”

Ana muhalefet (ANAP) lideri Mesut Yılmaz: “Devletin valisi, yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’de halkımızın dini değerleriyle alay eden bir konuşmacıya karşı tepkisiz kalmışsa, milletin o valiye güvenmesini bekleyemezsiniz. Fikir özgürlüğünün halkımızın mukaddes değerlerine karşı kullanılmasına kayıtsız kalamayız.” Aziz Nesin’in Sıvas konuşmasına dönük “dinî değerlerle alay” iddiası tamamen yalandır.

Temmuz 1993’te İslamcı teröristleri (“halk” olarak) gözetmeye öncelik veren Merkez Sağ siyaset, 1980 öncesindeki Milliyetçi Cephe sicilini sahiplenmiş oldu. On yıl sonra İslamcı akımın iktidara yerleşmesi ile tarihe karıştı.

23 Ağustos 2002: Baykal, Kemal Derviş'i CHP’ye katıyor

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 23 Ağustos 2002’de Kemal Derviş’e CHP rozeti taktı. İki hafta önce Ecevit hükümetinden istifa eden Derviş’in 2 Kasım seçimlerinde CHP’den milletvekili adayı olacağı ve seçim programının hazırlıklarına katılacağı da duyuruldu.

2002 seçimleri arifesini hatırlatayım: 1998’den beri Türkiye ekonomisini yöneten IMF, hem 2001 krizini tetiklemiş; hem de kriz yönetimini üstlenmiştir. Sert IMF programının uygulanması Dünya Bankası’ndan çağrılan Kemal Derviş’e devredilmiştir. Kriz yönetiminin yarattığı ağır toplumsal bunalım erken seçim tarihinde zirveye ulaşacaktı.

Halk muhalefeti sokaklara taşmış; yaygınlaşmıştı. Bu muhalefeti sahiplenen parti iktidara gelecekti. CHP lideri Baykal, “acı reçetelerin uygulayıcısı” Derviş’i partisine aldı. AKP ise, seçim propagandasını IMF eleştirisi üzerine inşa etti.

Kasım 2002 seçimi, TBMM’deki üç koalisyon partisini (DSP, MHP ve ANAP’ı) topluca parlamentodan tasfiye edecek; neoliberal şöhretli Çiller’in partisi de kervana katılacaktı. CHP ise Kemal Derviş programıyla bütünleşti; partisinin, 1970’li yıllarda benimsediği “Cumhuriyetçi sol” kimliği terk etti. TBMM’ye ana muhalefet partisi olarak girdi ve AKP’ye bugüne kadar sürecek tek parti iktidarını “armağan” etti.

Siyasî İslam’ın anti-demokratik özünün 1974’te tespiti önemliydi; ama sonraki yıllarda büyük burjuvazinin ve Merkez Sağ’ın anti-demokratik özellikleri ağır basacak; Merkez Sol’un Cumhuriyetçi ve sol değerleri sahiplenmedeki ürkekliği dönüşümü hızlandıracaktı.

Sonraki yıllarda İslamcı faşizme geçişin kritik aşamalarını biliyoruz. 2007’den 2017’ye ulaşan seçimler, referandumlar, Gülen hareketinin komploları, darbe girişimi… Her birini tartıştık; sonuçları değerlendirdik. Ama bugünkü karanlığa, önceki tarihlere de uzanan bir dizi basiretsizliğin sonunda ulaştık.

Ocak 2023’te ek gözlemler

2019’daki yazı burada son buluyor.  AKP’nin iktidar yıllarına iki satırla değindiği için eksiktir. O dönemi tartıştığım, değerlendirdiğim yazılar daha sonra ayrıca yayımlandı.1

Bu noktada son yirmi yıla ilişkin kritik bir hatırlatma ile yetineceğim: 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nin başlattığı ve Gezi kalkışması ile 2013’te zirveye ulaşan muhalefetin yükselişi önemlidir. 

Siyasal İslam’ı durduracak bir geniş cephe, meydanlarda kendiliğinden oluşmuştu. Sosyalistlerden, Cumhuriyetçiliğin sağ ve sol kanatlarından oluşuyordu. Ama bu akımların temsilcileri, liderleri fiili durumun gerektirdiği örgütlenme basiretini gösteremedi. Muhalefet Gezi’yi güncel siyasete taşıyamadı. 

Doğru teşhisi, tam aksine Erdoğan yaptı: Siyasal hedefine karşı en ciddi tehdidin Gezi kalkışmasında içkin olduğunu algıladı. Bu yüzden Gezi’yi temsil eden her kişi, eylem, simge kesinlikle bertaraf edilmeliydi. Gezi davasının 25 Nisan 2022’deki sonuçları bu tutumun son aşamasıdır. 

Son “kritik tarih” olan 2023’e böylece geldik.

Korkut Boratav / SOL

  • 1.Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (Ankara 2021, İmge).

Dağıtım şirketlerine bitmeyen avanta(j)lar - Çiğdem Toker / T24

 

TEDAŞ'ın hesaplarıyla ilgili son Sayıştay raporunda öyle bir bölüm var ki... Eminim Sayıştay denetçileri, bu konuyu her sene inceleyip rapora bağlamaktan usanmıştır.

Her ikisi de sorunlu: Memur ve emekli maaşlarına, alay edercesine yapılan yüzde 25 artış da sorunlu. Ertesi gün ek 5 puanın, adeta şahsi bir cepten lütuf gibi -ama prompterdan- ilan edilişi de.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 24 saat içinde duyurduğu ek artışın hiçbir açıdan önemi bulunmuyor. Eğer bu ilave, politik saiklerle yapılmadıysa, yani seçmenden puan toplama taktiğiyle değil de hakikaten kamuoyu ile bağımsız medyanın yoğun tepkisi üzerine geldiyse de önemi yok. Bu önemi tartıp kıymetlendireceğimiz bir denge/denetim mekanizması, dördüncüsü basın olan bir güçler ayrılığı mı var ki böbürleneceğiz?

Öncelikle; çalışanların, emekçilerin emeklilerin haklarını sadaka verir gibi, gösteri yapa yapa alkışlar eşliğinde belirleyip duyurmanın insan onuruna aykırı olduğunu atlamayalım.

Sonra da altını çizelim: TÜİK'in enflasyon sepetinin içeriğini sekiz aydır kararttığı, verilerinin ne yazık ki alay konusu olduğu, devletin bütün kurumlarının, -iktidar sözlüğünden ödünç kelimeyle- vesayet altında olduğu bir ülkede, beş puanlık artışın, politik bir parodiden öte hükmü bulunmuyor.

Dikkat alanı başka

İşin dönüp dolaşıp bağlandığı yer, kamu kaynaklarının dağıtım yetkisiyse, dikkatin yoğunlaştırılması zorunlu olan konular başka. Çalışanların memurun, emeklinin, bizzat iktidar marifetiyle tırmanmış enflasyon karşısında hak ettiği ücretleri, aylıkları alamayışının sebeplerinin bir kısmını biliyoruz. Hiç değilse Sayıştay raporlarına yansıyan kısımları ortada.

Bakın, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş, Yani TEDAŞ'ın hesaplarıyla ilgili son Sayıştay raporunda öyle bir bölüm var ki... Eminim Sayıştay denetçileri, bu konuyu her sene inceleyip rapora bağlamaktan usanmıştır (Takdire şayan bir kararlılıkla sürdürüyorlar o ayrı). Yanı sıra benim de aynı konuyu, daha önce yazdığım kurumlarda birden fazla yazıya konu etmişliğim var.

Kamu kaynaklarını, özel şirketlere kamu eliyle tepe tepe kullandırmak, o kadar yerleşik bir alışkanlığa dönüşmüş ki bilanço ne kadar büyürse büyüsün Sayıştay ne kadar uyarırsa uyarsın değişen bir şey olmuyor.

Birçok okurun bildiğini bildiğim konuda anımsatma: Türkiye'de elektrik dağıtım 21 ayrı bölgeye ayrılarak özelleştirilmişti. İşletme hakkı devri (İHD) yöntemiyle yapılan özelleştirmelerde TEDAŞ'a ait olan işletme hakkı hisse devri yoluyla belli süreler için bu amaçla kurulan şirketlere devredildi. Bu şirketleri biliyor ve tanıyorsunuz.

Reklam ve kira geliri şirketlere

Şimdi Sayıştay raporuna sayısız kez geçen dolaylı kaynak aktarımı ise şu: Kamunun özel sektör dağıtım şirketleriyle yaptığı sözleşmeler ile TEDAŞ mülkiyetinde bulunan tesisler de devredildi. Özel şirketler bu tesislerin bir kısmını reklam ve kira geliri elde etmek amacıyla kullanıyor. Geliri de kendisine kalıyor. Oysa, elektrik dağıtımı özel şirkete verilse de bu tesislerin mülkiyeti TEDAŞ'ta. Dolayısıyla, TEDAŞ'ın kendisine ait bu tesislerden sağlanan reklam ve kira gelirinden pay alması gerekiyor.

Fakat TEDAŞ'a pay vermek şöyle dursun, kendisi de bir devlet kurumu olan EPDK bir tebliğ çıkararak, özel sektörün TEDAŞ tesisini kullanarak elde ettiği gelirlerin şirketlere bırakılmasını düzenliyor.

Sayıştay, TBMM'ye gönderilen son 2021 denetim raporunda uzun uzun bu durumun hukuksuzluğunu, yasaları, tebliğleri bütün mevzuatı inceleyerek tahlil ediyor.

O kadar ki Medeni Kanun'un "mülkiyet hakkının içeriği" başlıklı maddesini bile hatırlatıp şöyle diyor:

"Sözkonusu maddede

'Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.' denilmiştir.

Malik, eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlar. Malik, hukuk kurallarının sınırları içerisinde kalmak şartıyla eşyadan dilediği gibi yararlanabilir, eşyayı kullanabilir, eşya üzerinde tasarrufta bulunabilir. (…)

Mülk sahibi TEDAŞ ile elektrik dağıtım şirketleri arasında imzalanan İşletme Hakkı Devir Sözleşmesinde düzenlenmeyen bir hususta, üçüncü şahıs konumunda olan Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumunun, tek taraflı idari işlemle (söz konusu tebliğ ile) mülkiyet hakkını sınırlandırmasının mevzuata aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Zira Anayasa'ya göre mülkiyet hakkı ancak kanunla sınırlandırılabilmektedir. "

EPDK mülkiyet hakkını sınırlandıramaz

Yani?

Özetle şunu diyor Sayıştay: Mülkiyet hakkı ancak kanunla sınırlandırılabilir. EPDK, normalde bir kanun konusu olan bir alanı tebliğ ile düzenleyemez. Ve şu vurguyu yapıyor:

"Elektrik dağıtım şirketlerinin de, mülkiyeti TEDAŞ'a ait olan trafo merkezleri, aydınlatma ve nakil direkleri ile diğer taşınmazları, TEDAŞ'ın rızası olmadan kiralaması, hukuken mümkün değildir.

Söz konusu taşınmazların kiralanıp kiralanmayacağına mülk sahibinin karar vermesi gerekmektedir. "

223,6 milyon TL haksız kazanç

Sayıştay raporunda elektrik dağıtım şirketlerinin, hak etmedikleri halde TEDAŞ tesisleri üzerinden elde ettikleri reklam ve ilan gelirlerinin yıllar itibariyle dökümü de var:

Dağıtım şirketlerinin kamu şirketi TEDAŞ'a bir lira pay vermeden, TEDAŞ mülkiyetindeki tesisler üzerinden elde ettiği gelir (2014-2020) 223,6 milyon TL.

Özel sektöre bazen açık kanun çıkararak, bazen kanunu ihmal ederek, bazen dolaşarak, dolanarak, bazen çiğneyerek binbir yolla transfer edilen kaynaklar kamuda kalsaydı, Türkiye çok başka bir ülke olurdu inanın.

Çiğdem Toker / T24


BELLEK ( 6 OCAK )

 


OLAYLAR:

  • 1838 - Samuel Morsetelgrafı kamuya tanıttı.
  • 2023 - Almanya’da telgraf dönemi sona erdi. Alman Posta İdaresi, Almanya'da bir zamanlar popüler olan telgraf hizmetlerinin yeni yılda sona erdiğini duyurdu.
  • 1921 - Yunan birliklerinin Eskişehir ve Afyon doğrultusundaki taarruzuyla, I. İnönü Muharebesi  başladı.(https://tr.wikipedia.org/wiki/Birinci_%C4%B0n%C3%B6n%C3%BC_Muharebesi)
  • 1924- Yazar Hafız İbrahim Efendi İstiklal Mahkemesince bir sene hapse mahkum edildi. Hafız İbrahim Efendi İslamiyette Ahlak ve Kadınlarda Tesettür adlı broşürde irtica propagandası yapmakla suçlanıyordu.
  • 1926 - Türkiye'nin ilk iç ve dış istihbarat örgütüMilli Emniyet Hizmeti Riyaseti kuruldu.
  • 1927 – İstanbul liman şirketi ile mavnacılar arasındaki anlaşmazlığa polis müdahale etti. Polislerden dördü yaralandı. Gözaltına alınan 300 mavnacıdan 34’ü tutuklandı
  • 1929 - Yugoslavya Kralı I. Aleksandar, parlamentoyu feshetti ve ülkede askeri diktatörlük kurdu.
  • 1930 - İlk dizel motorlu otomobil, Indianapolis'ten New York'a yaptığı seyahatini tamamladı.
  • 1931 - Thomas Edison, son patent başvurusunu yaptı.
  • 1938 - Nazi baskısından kaçan Sigmund FreudLondra'ya gitti.
  • 1950 - Birleşik KrallıkÇin'in Komünist Hükûmetini tanıdı.


  • 1955 - On İki Ada karasuları sınırının saptanması için, Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmelere başlandı.
  • 1956 - Kanada'da 14 ülkenin katıldığı hava gösterisi yarışmalarında, Türkiye birinci oldu.
  • 1968- İmar ve İskân Bakanı Haldun Menteşeoğlu konut sorununu dile getirdi. “İstanbul 8 milyona çıkarsa ne yaparız?” dedi.
  • 1969 – Rektör Kemal Kurdaş’ın davetlisi olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni (ODTÜ) ziyaret eden Amerikan Büyükelçisi Robert Komer’in makam otomobili öğrenciler tarafından yakıldı. ABD Büyükelçisi R.Komer, arabasının yakılmasına dair Amerikan Haberler Merkezi aracılığıyla demeç verdi: “Böyle bir olayın bizzat Birleşik Amerika’nın geniş dostane destek sağlamış olduğu bir okulda cereyan etmiş olması bilhassa şayanı teessüftür.”
  • 1975- Maliye Bakanlığı’nca yayınlanan tebliğde yurda izinli gelen işçilerin traktör getirebilecekleri bildirildi.
  • 1981 - Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) davasında gözaltında tutulan 39 kişiden 15'i tutuklandı. Tutuklananlar arasında Genel Başkan Kemal Nebioğlu da var.
  • 1983 - Yılmaz Güney ve Cem Karaca, Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarıldı.
  • 1984- Tunus’ta ekmek fiyatlarının yüzde 125 oranında artması üzerine ayaklanma başladı; 75 kişi öldü, sıkıyönetim ilan edildi.
  • 1991-Türkiye, muhtemel bir savaşa karşı önlemlerini alıyor. 9 parçadan oluşan bir filo Gölcük’ten hareket etti. Bu arada Irak’ın Türkiye sınırına 8 tümen asker yığdığı saptandı. Irak Başbakan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan, Körfez’de çıkacak bir savaşın sadece Arap ülkeleriyle sınırlı kalmayacağını söyledi.
  • 1994 – Er, erbaş ve yedek subayların terhisleri, Genelkurmay tarafından 3 ay ertelendi. Sürdürülen operasyonlarda yetişmiş askeri personele ihtiyaç duyulduğu belirtildi.
  • 1997 – Kamu-Sen tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de “Yoksulluk sınırı” olarak da adlandırılan asgari para ihtiyacı (4 kişilik bir ailenin beslenme ve sosyal ihtiyaçlarının alt sınırı) 62 milyon 910 bin lira olarak belirlendi. İki kişilik bir ailede ise bu miktar 43 milyon 522 bin lira tutarında.
  • 1998- TBMM Genel Kurul inşaatını yapan firmadan Ankara’da süper lüks daire aldığı ortaya çıkan TBMM eski Başkanı Mustafa Kalemli’nin Çeşme’deki yazlığının dekorasyonunu da firmanın taşeronuna yaptırdığı ortaya çıktı. Kalemli’yi aklayan Sayıştay raporunu hazırlayan denetçilerden İbrahim Uzunoğlu’nun oğlunun Meclis TV’sinde işe alındığı belirlenmişti. Bu arada TBMM Başkanvekili Kamer Genç, inşaatla ilgili bir kararda kendi adına atılan imzanın sahte olduğunu açıkladı.
  • 2001- Fazilet Partisi (FP) Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, Sincan F Tipi Cezaevi gözlemlerini İnsan Hakları Komisyonu’na sundu ve alt komisyon üyeliğinden çekildi. Raporda, mahkumların hemen hepsinde darp izi mevcut olduğunu, mahkumların bu yaraların operasyonlarda, nakillerde ve cezaevinde gördükleri işkence sonucu olduğunu ifade ettiklerini belirtti.
  • 2004- Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. Esad 57 yıldır Türkiye’ye gelen ilk Suriye Devlet Başkanı. İki ülke, Ortadoğu’da barışı sağlamak için “müttefik” olma konusunda anlaştı.
  • 2005 – ABD’de siyah karşıtı ırkçı örgüt Klu Klux Klan üyesi Edgar Ray Killen 41 yıl önce üç siyah genç siyah hakları savunucusunun öldürülmesindan sorumlu olduğu gerekçesiyle tutuklandı. 1964’te siyah seçmenleri oy kullanmaya teşvik eden üç genç Klu Klux Klan üyelerince dövülerek öldürülmüş, olay daha sonra “Missisippi Burning” (Mississippi Yanıyor) filmine konu olmuştu.
  • 2011- Öğrenci Kolektifleri, TKP, Emek Gençliği ve Gençlik Muhalefeti’nin ile TGB’lilerin taleplerini Cumhurbaşkanı Gül’e iletmeleri için -farklı güzergahlardan- ayrı ayrı Köşk’e yürümelerine polis engel oldu; Köşk’e çağrılan temsilciler de Gül yerine Köşk Emniyet Amiri ile görüştürüldü.
  • 2011- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bugüne kadar olan protesto gösterilerine katılmayan Ankara’daki 11 devlet ve vakıf üniversitesinin öğrenci konseyi temsilcileriyle “sorunlarını dinlemek” için “Çankaya Sofrası”nda bir araya geldi.
  • 2012- Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, örgüt yöneticiliği ve cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçlarından tutuklandı. Başbuğ, tutuklanan ilk Genelkurmay Başkanı oldu.
  • 2012- Castro: “Nükleer savaş tehlikesi ve iklim değişikliği dünyayı acımasızca uçuruma sürüklüyor.”
  • 2014- Genelkurmay Askeri Savcılığı, Roboski katliamını “kaçınılamayacak bir hata” olarak değerlendirip dosya hakkında “Takipsizlik” kararı verdi.
  • 2014- Sincan’dan Aliağa Şakran Cezaevi’ne nakledilen çocuk mahkumların, darp ve bir dizi işkenceye maruz kaldıkları açıklandı.
  • 2015- Sultanahmet’te turizm şube karakoluna intihar saldırısı: 1 polis öldü.
  • 2021 - Amerika Birleşik Devletleri'nde 46. başkan Joe Biden'in tescilleneceği gün kongre binasında kaos çıktı: 4 kişi hayatını kaybetti.


DOĞUMLAR:

  • 1412 - Jan Dark, Fransız kahraman ve azize (ö. 1431)
  • 1655 - Jakob Bernoulli, İsviçreli matematikçi (ö. 1705)
  • 1745 - Jacques-Étienne Montgolfier, Fransız sıcak hava balonunun mucidi (ö. 1799)


  • 1822 - Heinrich Schliemann, Alman arkeolog (ö. 1890)
  • Heinrich Schliemann, (d. 6 Ocak 1822 - ö. 26 Aralık 1890), Heinrich Schliemann İliada'yı iyice okuyup inceledikten sonra, Homeros'un anlattığı Troia'nın, yani İlios kentinin, Çanakkale Boğazı'nın (Hellespont) güneyinde yer alan, 100x250 metre boyutlarındaki Hisarlık Tepesi’nde aranması gerektiğine inanmıştı. Bu ören yeri, Ege kıyılarında yaklaşık 6 km, Çanakkale Boğazı kıyısından ise 4.5 km. uzaklıkta, stratejik açıdan önemli bir noktada, Skamander (Karamenderes) ve Simoeis (Dümrek) vadileri arasında uzanan kireç taşı bir yükseltinin ucundadır. 1863-1865 yılları arasında Troia'da küçük kazılar yapan Frank Calvert, daha önceden Hisarlık Tepesi'nin bir höyük olarak meydana geldiğinin farkına varmıştır. Büyük çaptaki ilk kazılar (1870 yılındaki  sondajlardan sonra)  1871-1874 yılları arasında, dokuz çalışma döneminde tamamlanmıştır. Bu kazılar 1890'a kadar, bu uğurda servetin büyük bir bölümünü harcayan Schliemann başkanlığında yapılmıştır. Troia II dönemini İliada'daki Troia olarak kabul eder ve bu dönem tabakaları arasında ünlü Priamos Hazinesi'ni bulur. Schliemann 1873'te Truva hazineleri bulmuş, ve yurt dışına kaçırmıştır. Schliemann'ın ölümünden sonra, çalışma arkadaşı ve mimar Wilhelm Dörpfeld kazı başkanlığını 1893 ve 1894 yıllarında üstlenerek, çalışmaları geçici bir sonuca ulaştırmıştır.

    1876 yılında eşi Sophie ile birlikte Yunanistan'da Mikonoslulardan kalma Kral Agamemnon'un Maskesini buldular. Heinrich Schliemann Troya'dan kaçırdığı hazineleri ölümünden önce Berlin Ulusal Müzesi'ne bağışladı. II. Dünya Savaşı sonrasında Berlin'i yağmalayan Ruslar bu hazineleri de ele geçirdi ve ülkelerine götürdü. Günümüzde Puşkin Müzesi'nde yağmalanan hazine sergilenmektedir. Schliemann'ın dil öğrenme yetisi akıllara durgunluk verecek bir yetidir. Hiç bilmediği bir dili tam altı haftada konuşacak ve yazacak kadar öğrenir ,sonra bir başkasına geçerek, ilk öğrendiği dili de ilerletme fırsatı bulurdu. Böylece Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, İngilizce, Felemenkçe ve Rusçayı öğrenir. Bu dillerden her biri ile mektuplar, giderek eserler yazmıştır. Kırım savaşı sırasında çok para kazanır, bu arada Lehçe ve İsveççe de öğrenir.1856'dan sonra ölü dillere de merak sarar ve ikisi birden olmak üzere eski ve yeni Yunancayı kısa bir zamanda öğrenir. İki yıl sonra ticareti bırakır, Latince öğrenmeye koyulur. Dil bilgilerini tamamlamıştır böylece.1858'de bir Akdeniz yolcuğuna çıkar, Mısır'da kalıp orada Arapça da öğrenir, bir dünya turu yapar, Paris'te yerleşir ve Çin ve Japonya üzerine Fransızca bir kitap yazar.

  • 1832 - Gustave Doré, Fransız baskı ve gravür ustası (19. yüzyıl sonlarının en hünerli ve başarılı kitap illüstratörlerinden) (ö. 1883)

  • 1838 - Max Bruch, Alman besteci ve orkestra şefi (ö. 1920)

  • 1850 - Eduard Bernstein, Alman sosyalist (Karl Marx'ın kapitalist ekonominin tasfiyesi ve iktidarın proletarya tarafından fethi düşüncesini gözden geçirmeye girişen ilk revizyonistlerden) (ö. 1932)
  • 1854 - Sherlock HolmesSir Arthur Conan Doyle tarafından oluşturulan Britanyalı hayalî dedektif ve kahraman

  • 1862 - August Oetker, Alman iş insanı, kabartma tozunun mucidi ve Dr. Oetker firmasının kurucusu (ö. 1918)
  • 1872 - Alexander Scriabin, Rus besteci (ö. 1915)
  • 1880 - Tom Mix, Amerikalı sinema oyuncusu (ö. 1940)
  • 1883- Lübnan kökenli Amerikalı felsefi denemeci, şair ve ressam Halil Cibran doğdu
  • 1913 - Edward Gierek, Polonyalı komünist önder ve 1970-80 arasında Polonya Birleşik İşçi Partisi Birinci Sekreteri (ö. 2001)
  • 1913 - Loretta Young, Amerikalı aktris ve En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (ö. 2000)
  • 1915 - Alan Watts, Amerikalı filozof (ö. 1973)
  • 1929 - Babrak Karmal, Afgan politikacı (ö. 1996)
  • 1946 - Syd Barrett, İngiliz müzisyen, gitarist ve Pink Floyd'un kurucusu (ö. 2006)
  • 1954 - Anthony Minghella, İngiliz film yönetmeni (ö. 2008)
  • 1955 - Rowan Atkinson, İngiliz komedi aktörü ve yazar
  • 1969 - Norman Reedus, Amerikalı oyuncu
  • 1972 - Pascal Nouma, Fransız futbolcu
  • 1986 - Irina Shayk, Rus model
  • 1994 - Catriona Gray, Filipinli manken


ÖLÜMLER:


      (düzenleyen: mstfkrc)