6 Mayıs 2023 Cumartesi

Hizbullahçı dışarıda paşalar hâlâ içeride! - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 


FETÖ’nün başlattığı 28 Şubat kumpas davasında adaletsizlikler bitmiyor. Yaş ortalaması 80 olan emekli paşalar için Adli Tıp “kocama hali” raporu verdi. Ancak iktidar generallerin tahliyesini gerektiren raporu görmezden geldi. Komutanlar yaşadıkları ağır sağlık sorunlarına karşın hâlâ cezaevinde tutuluyor. İktidar, “sürekli hastalık ve kocama hali” olanların cezalarının kaldırılması için genelge yayımlamıştı. Karar, 28 Şubat tutuklusu Vural Avar’ın (85) hapiste yaşamını yitirmesi sonrası alındı. Paşalar için “yok sayılan” genelge şeriatçı için uygulandı. Erdoğan, Hizbullah hükümlüsünü affetti.

Adalet Bakanlığı, 2 Ocak tarihli genelgeyle, sürekli hastalık ve kocama hali bulunan mahpusların cezalarının hafifletilmesi ve kaldırılması için genelge yayımlamıştı. Karar, 85 yaşındaki Vural Avar’ın, 20 Aralık’ta cezaevinde ölmesinin ardından alınmıştı. Kararın ardından 28 Şubat kumpası sanıkları Adli Tıp’a sevk edildi.

                                                      Çetin Doğan

Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, 83 yaşındaki emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın hastalıklarını şöyle sıraladı: Şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damarlarında tıkanıklık, omurga rahatsızlığı, sağ ayakta sinir hasarı, sağ düşük ayak, işitme kaybı. Doğan için oybirliği ile “kocama hali” raporu verildi. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na, 6 Nisan’da gönderilen rapora rağmen Doğan, bir aydır hapiste tutulmaya devam ediyor.

                                                      Fevzi Türkeri

82 yaşındaki emekli Orgeneral Fevzi Türkeri için ise hastalıklar şöyle sıralandı: Şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damarlarında tıkanıklık, bel fıtığı, prostat büyümesi. Türkeri hakkında oybirliği ile “Kocama hali var” raporu çıktı. Türkeri 7 Nisan’da, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen rapora rağmen halen cezaevinde tutuluyor.

HASTA AMA HAPİS KALSIN!

                                                 Cevat Temel Özkaynak

78 yaşındaki emekli Tümgeneral Cevat Temel Özkaynak’ın rahatsızlıkları raporda şöyle sıralandı: Şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damarlarında tıkanıklık, astım, prostat büyümesi, kronik böbrek hastalığı, işitme kaybı. Özkaynak hakkında oybirliği ile kocama hali” raporu verildi. 10 Nisan’da, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen rapora rağmen, Özkaynak halen cezaevinde tutulmaya devam ediyor.

                                                   Erol Özkasnak

77 yaşındaki emekli Tümgeneral Erol Özkasnak hakkında ise Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu oyçokluğu ile “Cezaevinde kalabilir” raporu verdi. Özkasnak hakkındaki raporda hastalıkları şöyle sıralandı: Görme bozukluğu, Tip 2 diyabet, Hipertansiyon, yüksek kolesterol, prostat büyümesi,  kronik hepatit B. Buna rağmen Adli Tıp, “du¨zenli takip edilmesi gereken kronik hastalıkları var” dediği Özkasnak için, “Kocama hali olarak değerlendirilmedi” raporu verdi. Karara iki doktor “Kocama hali var” şerhi düştü.

                                                     Yıldırım Türker

82 yaşındaki emekli Korgeneral Yıldırım Türker’in hastalıkları ise raporda şöyle sıralandı: Hipertansiyon, kalp damar tıkanıklığı, kalp kapak hastalığı, opere prostat kanseri. Buna rağmen Adli Tıp, “düzenli takip edilmesi gereken kronik hastalıkları var” dediği Türker için de “Kocama hali yok” dedi. Kararı eleştiren 3 doktor muhalefet etti.

FETÖ dönemi yargısının sahte olduğu kanıtlanan delilerle başlattığı 28 Şubat kumpas davası AKP dönemi yargısı tarafından sürdürüldü. Sanıklar hakkında verilen müebbet hapis cezalarının onanmasının ardından, ileri yaştaki sanıklar, 2021 yılının ağustos ayında yeniden tutuklandı. Emekli Korgeneral Vural Avar, 85 yaşında cezaevinde hayatını kaybederken sanıklar hapiste tutulmaya devam etti. Sivas katliamı sanıkları, Hizbullah hükümlüleri serbest bırakılırken yaşı ilerlemiş 5 generalin hapisliği devam ediyor.

KOCAMA HALİ RAPORUNA RAĞMEN TUTSAKLAR 

28 Şubat kumpas davasının sanıkları hakkındaki son Adli Tıp raporları dikkat çekti. Mahpustaki beş askerden üçü hakkında “Kocama hali var” raporu verilirken askerler cezaevinde tutulmaya devam ediyor. İkisi hakkında ise kronik ve takip edilmesi gereken hastalıkları olduğu söylendiği halde, “Kocamışlık hali yok” raporu verildi. Karara bazı doktorlar şerh düştü.

Abdülgoogle’ın son günleri - Orhan Gökdemir / soL

 İlkinin kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. Biliyoruz, yakındır, testisi de silinir gider. İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Özgürlük fikri bulaşıcıdır, yayılır.



Biliyorsunuz artık Abdülhamit kutsal, Vahdettin “Yıkılış Osmanlı”nın son kahramanı. Tayyiban rejiminin panteonunda, Yavuz Selim’i de dahil edersek, bunlar var. Adı geçen elemanlar, Osmanlı ailesinin en sofu tipleri aynı zamanda. Yavuz Selim, Şah İsmail korkusundan, halkını Sünnileştirmeye girişmişti. Alevi Anadolu köylüsünün kendisine ihanet edeceğine inanıyordu. Bugünkü tarikatlar düzeninde katkısı ve emeği var. Abdülhamit, çaresizliğinden İslamizme sarılmıştı, devleti çözülüyordu, bu yolla birleştireceğine inanıyordu. Vahdettin ise korkusundan ne yaptığını bilmez haldeydi. İhanetlerinin hesabını veremeyeceği için kaçtı, kendini İngiliz emperyalizminin kollarına attı. “Milliyetçi dinci” Tayyiban rejiminin onları seçmesinin, kendi açılarından, makul nedenleri var. 

Yalnız tabii, eldeki malzeme öyle parlatmaya çok müsait değildi. Kutsallık için bunlara yeni nitelikler atfetmek gerekiyordu. Ebubekir Sofuoğlu nam zat, profesördür, Abdülhamid için “Google'ı icat eden kişi” dedi, malum. Sözlerinde mantık arayacak halimiz yok, kafası hurafelerle şekillenmiş gerici güruh için tarih dediğin nedir ki nihayetinde? Eşeğe binemeyeni helikoptere bindirir, çölde yıldız sayanın eline cep telefonu tutuşturur, okuma yazması olmayana arama motoru icat ettirir. 

Oysa “Abdülgoogle” Han varlığını üç-beş gözü pek aydınımıza borçlu. Selefi Abdülaziz’i alaşağı ettiler ve tahtına Muratların beşincisi oturttular. Ancak Murat ruhlar alemindeydi ve Abdülhamit sıranın kendine geleceğini umarak meşrutiyet ilan etmeye pek hevesli görünüyordu, alıp sultan yaptılar. Kansız saray darbelerinden biridir. 1876’da, artık II. Abdülhamit dönemidir, Kanun-u Esasi ilan edildi. Namık Kemal’in, Ziya ve Mithat Paşa’nın başını çektiği Genç Osmanlıların başarısıdır. Aynı zamanda gericiliğin nev zuhur tarihine giriştir.

                                                                        ***

Abdülgoogle 1842 doğumlu. Kuşkulu bir tipti, tahsili yoktu ama pek kurnazdı. Bu sinsi saray oğlanı, güvensizlik saçmasına rağmen bir yolunu bulup Mithat Paşa’ya meşrutiyet yanlısı olduğu izlenimi vermeyi başarmıştı. Tahta çıktığı yıl ülkenin ilk anayasası ilan edildi. O artık yetkileri sınırlanmış bir padişahtı. Bunalımlı bir dönemine denk gelmişti iktidarı, Osmanlı toprakları her geçen gün etrafındaki güçler tarafından kemiriliyor, yiyip bitiriliyordu. Sinsi sultanın pek aldırdığı yoktu bu hale, gözü içerdeydi. İlk icraatı bir bahane bulup Mithat Paşa’yı vezirlikten azletmek ve anayasayı askıya almak oldu. Meclisi kapatmadı ama. Vekiller hiçbir iş yapmadan maaş almaya devam etti. İçeride böylece kısmi bir sessizlik sağlamış oldu.

Yüreği meşrutiyet için atanlar yenilmişti. Abdülgoogle, Mithat Paşanın yargılanmasını da “yeni rejimi”ni kurmak için bir basamak olarak kullandı. Yıldız’da özel bir saray mahkemesi kurdurdu. Uyduruk suçlamalarla idamına ferman verdi. Adım adım ilerlemiş, paşanın arkasının boş olduğunu görmüştü. Anılarında durumu şöyle not edecekti: "Mithat Paşa, bilgisi ve olgunluğuyla halk üzerinde daha etkili olduğu halde onu Avrupa’ya sürdüğüm zaman kaç adam sesini çıkardı?” İdama mahkûm edilen Paşa Taif’e sürüldü. Orada mahpusta gün sayarken saraydan gelen talimatla öldürüldü. Birinci istibdat rejimi böyle kuruldu. 

“Şanlı Plevne direnişi” türü “kahramanlıklar” onun zamanının keşfidir. Hep yeniliyor, hep kaybediyorduk ama kahramanca direniyorduk. Bu kahramanlıklar yüzünden Rus Ordusu Tuna’yı geçip İstanbul önüne kadar ilerlemişti. Ülkesi adım adım işgal edilirken sinsi sultanın yaptığı tek şey Ruslara daha fazla ilerlememeleri için yalvarmaktan ibaretti. Krizi fırsata çevirmeyi de ihmal etmedi, Rus ordusunun ilerleyişini bahane ederek Mebusan Meclisi'ne kilit vurmayı başardı. Bütün suçlarının sorumluluğunu Mithat Paşa’nın ve meclisin omuzlarına yükleyip, bu sayede tek adam yönetimi için kapıyı sonuna kadar aralamıştı. O bunlarla uğraşırken batıda sınırları Ege’de biten bir Bulgaristan kurulmuştu. Doğu’da Batum, Kars ve Ardahan Rusların eline geçmişti. İstanbul elden gitmediyse Rusların ilerlemesinden rahatsız olan Avrupalı güçlerin müdahalesi nedeniyleydi. 

Fakat okullar kaynıyordu, ordu rahatsızdı. Abdülgoogle, ülke perişanlık içindeyken Yıldız Sarayı'nda devşirmelerden oluşturduğu korumalarının sağladığı güvenli ortamda keyif çatıyordu. Muhaliflere karşı acımasız bir hafiye ağı kurmuştu. Topraklarına yaydığı zulmünü yol, köprü, okul inşaatlarıyla örtmeye çalıştı. Tabii bugün tanık olduğumuz gibi bunları sınırsız bir borçlanma ile yapıyordu. O kadar borçlandı ve istikrarsızlık o kadar arttı ki alacaklılar yeni borçlar vermeden önce eskilerinin ödeneceği yolunda garanti istedi. 1882’de bu amaçla Duyun-u Umumiye İdaresi, bir tür Varlık Fonu, kuruldu. İdare görünüşte “milli”ydi ama gelirlerine ne yapacağına alacaklıları karar veriyordu. Pul, tuz, ipek, balıkçılık ve benzeri sektörlerden gelen vergiler, hatta bazı özerk vilayetlerin vergileri doğrudan borca yatırılacaktı. Böylece Abdülgoogle devletinin bir kısmını alacaklıların yönetimine terk etmişti. 

                                                                  ***

1908’de bu karanlık birdenbire dağıldı. Rusya’dan, İran’dan esen devrim rüzgârı despotun kapısını tıklatıyordu. Köşeye sıkışan sultan 30 yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koyacağını ilan etti. II. Meşrutiyetimizdir. 

Taraftarları 1909 Nisanı'nda “padişahım çok yaşa”, “şeriat isteriz” nidalarıyla ayaklandı. Rumeli’deki Hareket Ordusu koştu yetişti, Taksim’deki topçu kışlasında başlayan gerici ayaklanmayı bastırdı. Abdülgoogle anayasaya yeniden tecavüz edeceği korkusuyla alaşağı edildi. Önce Selanik’e sürgüne, sonra İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı'nda ikamete zorlandı. 1918’de öldü, nedense, Sultan Mahmut türbesine gömüldü.

Fakat 1909’da gerici ayaklanmanın bastırılmasıyla doğan iyileşme beklentisi 10 yıl içinde bütünüyle dağılacak, ülke yeniden parçalanmanın eşiğine gelecekti. Bu uzun on yılda Balkanları kaybetmekle kalmamış bir de kendimizi büyük bir dünya savaşının içinde bulmuştuk. Yıkılmakta olan devletin son kurtarıcıları, İttihatçılar, vatanı ve halkı büyük güçlerin insafına bırakarak kaçıp gitti. O sahipsizlikte kıyamet kapıya dayanmış, Anadolu’daki halklar geri dönülmez bir boğazlaşmanın tam ortasına yuvarlanmıştı. 

Abdülgoogle, uzun iktidarında muazzam bir kişisel servet edinmişti. Saraydan ayrılırken unuttuğu bir defter sayesinde servetinin büyük kısmını yabancı bankalarda sakladığı anlaşıldı. Suriye, Mezopotamya ve Arnavutluk’ta yüzbinlerce hektar araziyi özel mülküne geçirmişti. Irak’ta petrol bulunan alanlar da buna dâhildi. Mirasçıları Dünya Savaşının ardından bu muazzam serveti ele geçirmek için “The Sultan Abdülhamit Oil Wells” ve “The Sultan Hamit Han Estates Ottoman” adlı iki şirket kurdu. Uzun uğraşlar sonunda 1,5 milyar lira değerinde bir serveti ele geçirmeyi başardı. Onun geride bıraktığı tek mirasıdır.

                                                                      ***

Denildiği gibi tarihteki bütün büyük olaylar iki kere sahnelenir. Trajedi Abdülgoogle’dır, biz komedi faslındayız. Abdülgoogle’ın hayal gücü genişti ama Rizeli bir akrabası olacağını düşünde görse hayra yormazdı. Üçkâğıtçı bir borsa oyuncusuydu ama marangozluğa yeteneği, polisiye edebiyata merakı vardı. Avrupa’dan getirdiği romanları çevirttirmiş, hatırı sayılır bir kütüphane oluşturmuştu. Tanrıya inanır ama pek güvenmezdi. Peki, nedir bu Abdülgoogle hayranlığı. Çok basit; iktidara tutunmak için kullandığı aletler arasında “Panislamizm” de vardı. Ahmak Batılılara, çakma halife kavuğunu göstererek, şantaj yapmayı başarıyordu. 

İki Abdülgogle arasında ülke sararıp soldu. Birincisinin yol açtığı yıkıntıdan, 1923’te, cumhuriyet ilan ederek çıkabilmiştik. İkincisinde 1923’ün gerisine itildik. Artık 1908’in de çok gerisindeyiz. 1876’da olabiliriz. Tıpkı o gün olduğu gibi bugün de Meclis var ama artık yürürlükte olan bir Anayasa yok. Ne yargı ne yasama ne yürütme ayakta kalabildi, cumhuriyet yıkıldı, hürriyet uçup gitti. Abdülgoogle’ı sınırlandıran hiçbir kuvvet kalmadı; ikinci istibdattır ve iki Hamit arasındaki kısa ülke tarihidir. 

                                                                  ***
Bizim anayasa tarihimiz padişahın yetkisini sınırlama tarihidir aynı zamanda. Teokrasinin ve şeriatın kaldırılması hareketidir. Kimsenin dini kurallara uymadığı için kovuşturulmaması, dışlanmaması, inanç ve vicdan özgürlüğüne sahip olması mücadelesidir. Düştük, bugün yine başladığımız yerdeyiz. 

Ama enseyi karartmaya mahal yok. İlkinin kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. Biliyoruz, yakındır, testisi de silinir gider. İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Özgürlük fikri bulaşıcıdır, yayılır. Kayboldu sanırsınız, umulmadık bir zamanda çıkar gelir, çalar kapıyı. Paşalar taşıyamıyorsa, işçiler omuzlar. Ortalıkta ne kadar çakma arama motoru mucidi varsa siler süpürür.

Abdülgoogle’ın son günlerindeyiz yine. Şimdi bize yeni bir anayasa gerek öyleyse. Şimdi bize yeni bir Meclis gerek. Şimdi bize yeni bir meşrutiyet, yeni bir hürriyet gerek. Şimdi bize bir yeni cumhuriyet gerek.

Orhan Gökdemir / soL 

Nikkei Asia: Türkiye'de ekonomik kargaşa muhalefete fırsat kapısı araladı + 'Avrupa Türkiye’yi bir kez kaybetti, aynı hatayı tekrar yapmayı göze alamaz' (soL-Çeviri)

 Nikkei Asia: Türkiye'de ekonomik kargaşa muhalefete fırsat kapısı araladı

"Millet İttifakı'nın, seçmenleri Erdoğan'dan daha iyi çözümlere sahip olduğuna ikna etmesi gerekiyor."

Çevirenin notu: İstanbul Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde akademisyen olan Seda Demiralp’in Nikkei Asia’da yayımlanan analizinde, muhalefet içerisinde gerilim ve kırılımlara dikkat çekilerek yaklaşan seçimlerde değişimin daimi olup olmayacağı sorusu ele alınıyor. Yazının özellikle “üçüncü seçenek” bölümü önemli.

Analizde ilk iki projeksiyon şu şekilde: Ya Macaristan’a benzer şekilde “zayıf” bir lider etrafında birleşen koordine olamamış blok sandıkta yenilir ya da Malezya örneğinde olduğu gibi uzun yıllardır hüküm süren bir iktidarı “karizmatik” bir liderle birlikte önemli sorunlar etrafında birleşerek devirir. Demiralp, Erdoğan’a kan kaybettiren konunun ekonomi olduğunu belirterek, Millet İttifakı’nın şimdiye kadar ekonomi politikaları üzerinden seçim çalışması yürüttüğünü; lakin sonuç mahiyetinde net vaatleri olmadığını da belirtiyor.

Analizdeki üçüncü seçenek ise daha dikkat çekici: Japonya’ya benzer şekilde iktidardaki güç koltuğu kaybeder ama kısa sürede geri dönebilir. Millet İttifakı içerisindeki kırılmalar ve farklılıklar da bu olasılığı canlı tutuyor.

Bugün sadece “Erdoğan gitsin” diyenlerin yarın hakkında üstü kapalı ve genel geçer vizyonlarının gelecekte bir bedeli olabilir; düşenin ayağa kalkması gibi. Bunu 14 Mayıs seçimlerinin sonucu ve olası iktidar değişikliğinde görevde olacakların kararları gösterecek.

Çeviren: Bahadır Batur

Türkiye bu ay son yılların en kritik seçimlerinden birini yapacak.

14 Mayıs'ta, cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarını seçecek olan seçmenlerin büyük bölümü, iktidardaki AKP liderliğindeki Cumhur İttifakı ile muhalefetteki Millet İttifakı arasında seçim yapacak.

Son kamuoyu yoklamalarına göre, sonuç oldukça yakın görünüyor. Seçim aynı zamanda çok kritik. 

Türkiye'de demokrasinin durumuna ilişkin değerlendirmelerde, siyasi özgürlüğün erozyona uğraması ve hükümetin aşırı merkezileşmesi nedeniyle [demokratik koşulların] son yıllarda giderek gerilediği ifade ediliyor.

Seçimlerin ardından Türkiye daha da otoriterleşme olasılığıyla karşı karşıya. Anayasa bir kişinin cumhurbaşkanı görevine iki kezden fazla gelmesini yasaklasa dahi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan üçüncü dönem için yarışıyor; destekçileri Anayasanın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görevindeki ilk döneminde revize edildiği için kısıtlamanın Erdoğan’ı etkilemediğini savunuyor.

Erdoğan’ın 2003’te başbakan olarak iktidara gelmesinden bu yana muhalefet kazanma şansına hiç bu kadar yaklaşmadığından ötürü de seçim oldukça kritik. AKP ülkenin en büyük partisi olmaya devam ediyor ve hâlâ Meclis’te çoğunluğu elde edebilir; lakin birçok seçmen Erdoğan’a sırt çevirdi.

Bu sırada Millet İttifakı bayrağı altındaki ana muhalefet partileri aday olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasında güçlerini birleştirdi; bu gelişme Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanlığı yarışını kazanma fırsatı verebilir.

Adil olmayan bir seçim ortamında bile muhalefetin artan şansı esas olarak, 2021'in başından bu yana enflasyonun yüzde 80'i aşması ve Türk lirasının dolar karşısında üçte ikiden fazla değer kaybetmesiyle iktidardakilerin büyük ekonomik başarısızlığının sonucuyla ortaya çıktı. Ekonomideki bu başarısızlık, Erdoğan ve partisi AKP’ye yaklaşık yüzde 10’luk destek kaybına mâl oldu; 2018 gibi çok yakın bir tarihte sahip oldukları çoğunluk desteğinin çok gerisine götürdü.

Türkiye’deki dehşetengiz ekonomik durum, altı partiden oluşan Millet İttifakı'na seçimi normale dönüş için bir oylama olarak çerçevelendirme fırsatı sunarak, İslamcılık ve laiklik arasındaki tartışma gibi bölücü meselelerden kaçınmasını sağlıyor. 

Kazanmak için bazı dindar AKP’lilerin kabuk değiştirmesi gerektiğini anlayan muhalefet, ekonomik konulara odaklanan kapsayıcı bir söylemi benimsemeye özen gösterdi. Bu yaklaşım, 2019’daki belediye seçimlerinde meyvesini verdi; yaklaşık 25 yıldır AKP ve selefi partisi tarafından kontrol edilen İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde muhalefet çarpıcı zaferler kazandı.

Lakin seçmenler gelecek odaklıdır. Geçmişte finansal olarak onlara kim zarar vermiş olursa olsun, oy kullanma kararları, kimin sorunlarını çözme olasılığının daha yüksek olduğunu düşündüklerine göre şekillenir. Bu yüzden açıkça üstün bir alternatifi bulunmayan AKP liderliğindeki Cumhur İttifakı’nın katıksız eleştirisi, AKP'den hoşnut olmayan seçmenlerin Millet İttifakı saflarına geçmesi için yeterli olmayabilir.

Şu ana kadar muhalefet, yoksullukla mücadele ve yolsuzluğu sona erdirme gibi doğru sorunları ele alıyor, ancak hedeflerine nasıl ve hangi zamanda ulaşılabilecekleri tam olarak açıklığa kavuşmadı. İttifak içerisindeki partilerin liderleri tarafından ücretsiz okul öğle yemeği programı getirilmesi gibi belirli vaatlerde bulunulduğunda, bu sözler muhalefetin genel olarak seçim kampanyası dâhlinde benimsenmedi.

Dolayısıyla muhalefet, Millet İttifakı’nın neden Cumhur İttifakı’ndan daha iyi bir seçim olduğunu gösterecek ve altılı grubun iç anlaşmazlıkları halledebileceğinin sinyalini verecek bir dizi somut ekonomik hedefe sahip eşgüdümlü bir kampanyadan hâlâ yoksun.

Cumhurbaşkanlığı adayı olarak CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu destekleyen koalisyon üyeleri ile CHP’nin popüler belediye başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı seçenler arasında yaşanan gerilim nedeniyle ittifak, pusula tercihi üzerinde anlaşma sürecinde ciddi bir baskı altına girdiğinde bu ihtiyaç hissedildi.

İmamoğlu ve Yavaş’ı cumhurbaşkanı yardımcısı adayları arasına alma kararı gerilimin sona ermesine yardımcı oldu, ama bazı seçmenler CHP’li eski bir milletvekili olan Muharrem İnce tarafından kurulan Memleket Partisi gibi ittifak dışındaki bağımsız partilere kaptırıldı.

Muhalefet partilerinin güçlerini birleştirdiği durumda dahi, iktidar koltuğundaki otokratik bir kişiyi yenmeleri zor. Zayıf bir adayın, muhalefetin kendi içerisindeki rekabetin ve “Avrupa değerlerine dönüş” gibi soyut vaatlere odaklanmanın, görevi başındaki bir kişinin iktidarda kalmasına izin verebileceğinin yakın tarihli bir örneği Macaristan.

Nadiren de olsa bazen, buna benzer muhalefet ittifakları başarılı oluyor.

Buna ilişkin bir örnek, muhalefetteki Pakatan Harapan (Umut İttifakı) koalisyonunun 60 yıldır iktidarda olan Barisan Nasional'ı (Ulusal Cephe) devirdiği 2018 Malezya seçimleriydi. Bu başarı, yalnızca koalisyonun 92 yaşındaki karizmatik adayı Mahathir Muhammed'e değil, aynı zamanda ortalama seçmenin günlük ekonomik mücadelelerini doğrudan ele alan ve acil yardım vaat eden bir seçim kampanyasına dayandırılabilir.

Türkiye'nin Macaristan'ının mı yoksa Malezya’nın mı izinden gideceği milyon dolarlık soru. Fakat başka bir yol daha var.

Japonya örneği, dominant tarafın mağlubiyetinin kalıcı bir değişimle sonuçlanmayabileceğini hatırlatıyor. 2009 yılında Japonya Demokratik Partisi [Minshutō] 53 yılın ardından ilk kez geniş çaplı bir seçim zaferiyle Japonya Ulusal Diyet’inde [Kokkai] en büyük parti olan Liberal Demokrat Parti’nin [Jiyū-Minshutō] yerini aldı1. Buna karşın LDP sadece üç yıl sonra iktidara geri geldi; iktidara gelenlerin koordinasyonsuzlukla ve yönetmeye hazır olmadan hareket etmesi halinde baskın partilerin nasıl kolayca geri dönebileceğini gözler önüne seriyor.

Erdoğan koltuğuna iyice yerleşmiş durumda, ama iktidara geldiğinden beri arkasındaki destek hiç bu kadar düşük olmamıştı. Bu durum, muhalefet partilerine yaklaşan seçimleri kazanmaları için altın değerinde bir fırsat sunuyor. Koordinasyon sorunlarını aşabilir, Türkiye'yi ekonomik ve siyasi olarak normale döndürmeye odaklanabilirlerse, ülkenin kaderini değiştirebilirler. Bu gelişme kesinlikle, buna benzer ittifakların sandıkta otokratik görevdekileri yenme becerisi konusunda uluslararası düzeyde umut sağlayacaktır.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1) Parantez içerisinde hem partilerin hem de yasama organı olan Japonya Ulusal Diyeti’nin Japonca karşılıkları verilmiştir. Kokkai olarak adlandırılan Japonya’nın ulusal yasama organı iki parçalı: Yasama organı, Temsilciler Meclisi (Şūgiin) olarak bilinen alt meclis ve Danışmanlar Meclisi (Sangiin) adı verilen bir üst meclisden oluşur. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Japonya’da parlamentonun en büyük partisi LDP (Jiyū-Minshutō) olmuştur. LDP’nin çoğunlukta olmadığı süre ise sadece 6 yıl. Batı’da Japonya dünyanın en gelişkin demokrasilerinden birisi olarak tanımlanmakta, lakin 1949’dan beri neredeyse “tek parti devleti” olarak yönetilmesi ilginç. Ülkede siyasetçilerden çok bürokratların daha güçlü olması da yabana atılacak bir durum değil, ancak bu durum da son yıllarda değişim gösterdi. Japonya’daki “demokratik sistem” başlı başına incelenmesi gereken bir vaka. Bir de ülkede halen imparatorluk makamı da devam ediyor, tabii monarklar sadece sembolik hükümdarlar. (ç.n)   

'Avrupa Türkiye’yi bir kez kaybetti, aynı hatayı tekrar yapmayı göze alamaz'  

New Statesman, 'Avrupa Birliği, Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter dönüşümüne katkıda bulundu, lakin yaklaşan seçimlerin yardımıyla Türkiye’de yaptığı hatayı geri alabilir' yorumunda bulundu.

Çevirenin notu: New Statesman’dan Jeremy Cliffe’in kaleme aldığı Türkiye analizinde, 14 Mayıs seçimlerinin Avrupa Birliği – Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası olabileceği ifade ediliyor.

AB’nin Türkiye’yle ilişkilerinin 2000’li yıllar içerisinde değişiminin, Türkiye’nin başka güç odaklarına yönelmesine ve otoriterliğe kaymasına sebep olduğunu öne süren Cliffe; Erdoğan’ın tekrardan seçilmesinin Türkiye’nin Avrupa’dan daha fazla uzaklaşmasını, öte yandan muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nun seçimin galibi olmasınınsa ilişkilerde yeni bir başlangıç noktası sağlayabileceğini ifade ediyor. 

Cliffe’in “Ankara'da yeni bir yönetim olacaksa AB bu fırsatı değerlendirmek zorunda” yorumu, Avrupa’ya bir mesaj niteliğinde.

Çeviren: Bahadır Batur

TürkiyeRecep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıllık yönetiminde o kadar şiddetli bir değişime uğradı ki, Erdoğan iktidarının ilk yıllarını çevreleyen iyimserliği unutmak kolay. 2003’ten 2007’ye başbakan olduğu ilk döneminde Erdoğan, ülkeyi Avrupa Birliği’ne nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ilk üye devlet olması yolunda ilerleten bir dizi reforma imza attı. Ölüm cezası kaldırıldı, ifade özgürlüğüne ilişkin yeni güvenceler sağlandı, ordunun yargı ve eğitim üzerindeki etkisi azaltıldı ve de Kürtçe eğitime ve yayınlara ilişkin yasaklar kaldırıldı. Müzakerelerde 2005 yılına gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılı olacak 2023 yılında AB’ye katılım, hedef yıl olarak konuşulmaya başlanmıştı.

Ancak şu anda 2023’teyiz ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olacak Ekim ayı yaklaşıyor. Basın ve yargı büyük ölçüde sindirildi. Gazeteciler ve muhalif siyasetçiler hapiste. Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Cumhuriyetin laik temellerine saldırdı ve (2014'ten beri elinde tuttuğu) Cumhurbaşkanlığı makamı altında geniş yetkiler topladı. Uluslararası alandaysa Türkiye yüzünü Batı’dan RusyaÇin ve İran’a çevirdi. Türkiye gittikçe içi boşaltılan bir demokrasi olsa da öyle ya da böyle demokrasi olmaya devam ediyor. Lakin 14 Mayıs’ta düzenlenecek genel seçim, ülkenin önümüzdeki yıllarda tamamen bir otokrasiye dönüşüp dönüşmeyeceğinin göstergesi olacak. 

2000’lerin başındaki parlak umutlara ne oldu? Akla gelen ilk açıklama, umutların zaten ilk adımda çok parlak gözüküyor olmasıydı. Erdoğan her daim, güçlü bir otoriter çizgideydi. 1996’da İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde verdiği bir demeçte, “Demokrasi bir tramvay gibidir, gideceğiniz yere varana kadar binersiniz, sonra inersiniz” demişti. Sonrasında kaçınılmaz olarak bazı hatalar, Erdoğan’ı birbirini takip eden seçimlerde indirmeyi başaramayan veya 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından yapılan referandumda da iktidarı ele geçirmesine engel olamayan, ülkenin genellikle huysuz ve kendi kendini sabote eden muhalefetin eylemlerinde yatıyor.    

Lakin sorumluluğun önemli bir kısmı da AB’ye ait. Milenyumun başında Avrupa Birliği Türkiye'nin üyelik umutlarını artırmak için çok şey yaptı, ancak 2000'lerin ikinci yarısında bu umutları kırdı. 2005 ve 2007 yıllarında sırasıyla Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin üyeliğine belirgin şekilde düşman bir tutum takındılar; “Kimin Avrupalı olup kimin olmadığını karar vermek zorundayız” diyerek Türkiye’ye burun kıvırdılar. AB'nin Avrupa’nın merkezindeki ve doğusundaki devletlerden oluşan iki üyelik dalgasını başlatmasına rağmen Türkiye’yle üyelik müzakerelerinin durdurması, Müslüman Türkiye'nin bir Hıristiyan kulübünün dışında tutulduğu hissini yalnızca artırmaya yaradı. AB daha sonrasında, Türkiye'yi dış ve güvenlik politikası mimarisine bağlamlamak, Türk muhalefeti ve Türk toplumundaki Avrupa yanlısı unsurlarla ilişki kurmak ve Kıbrıs'ın tartışmalı statüsüne bir çözüm bulmak gibi ilişkileri geliştirmek için daha birçok fırsatı kaçırdı.

2007 yılında “Almanya’dan ciddi anlamda daha fazlasını bekliyordum” diyen Erdoğan hayal kırıklığını açıkça dile getirirken, kamuoyu yoklamaları Türk seçmenin AB’den soğuduğunu ortaya koydu. Kendisini hiçe sayılmış hisseden ve değişime yol açacak üyelik teşvikinden yoksun bırakılan Türkiye, gelecek on yılın sonundaysa Avrupa’nın etki alanı dışına sürükleniyordu. 2008 ekonomik krizinden sonra AB içe dönerken, başta Çin olmak üzere yükselen güçler Ankara'ya çekici bir alternatif yol sundu. Türkiye'nin AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış 2010 yılında "Geçen her gün Avrupa Türkiye'ye daha çok, Türkiye ise Avrupa'ya daha az ihtiyaç duyuyor" demişti. Avrupalı liderler bunun farkına çok geç varabildi: Hem Paris hem de Berlin son yıllarda Türkiye'nin göç, enerji ve güvenlik gibi konulardaki önemini kabul ederek yakınlaşma arayışına girişti. Rusya'nın Şubat 2022'de Ukrayna'yı tam ölçekli işgali, Türkiye'nin iki taraf arasında çok önemli bir "eksen belirleyen devlet" olduğu gerçeğini yalnızca vurguladı.

Yine de Mayıs seçimleri Erdoğan’ın yeniden seçilmesini beraberinde getirirse Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasına yol açabilir; diğer yandan Erdoğan’ın yenilmesi tarihi bir dönüm noktası olabilir. Artık gerçekçi bir şans. Altı muhalefet partisinin oluşturduğu, bölünmeye meyilli “Millet İttifakı” nihayet cumhurbaşkanı adaylığı için Kemal Kılıçdaroğlu’nda karar kıldı. Yumuşak huylu ve alçakgönüllü bir eski devlet memuru olan Kemal Kılıçdaroğlu, görevdeki gösterişli rakibinden farkı daha da fazla olamazdı. Türkiye'de devam eden kur krizi ve an itibariyle 57 bin 500 olarak tahmin edilen ülkenin güneyi ve Suriye’nin kuzeyindeki Şubat depremlerinden kaynaklanan korkunç can kaybı sayısı, kontrolsüz Erdoğanizm'in kötü yönetimini ve bozulmasını gözler önüne serdi. Yakın zamanda yapılan dört farklı kamuoyu yoklaması, Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan’a karşı yaklaşık on puan önde ve yüzde 50 barajının üzerinde olduğunu gösteriyor (bu durumda 28 Mayıs’ta düzenlenmesi planlanan ikinci tur seçimlerine gerek kalmayacak). Tabii ki, Erdoğan’ın iktidara tutunmak için neler yapabileceğinin boyutu belirsizliğini koruyor.

Muhalefet AKP'yi yenerse, Avrupa-Türkiye ilişkilerinde bir nesil içerisinde bir kez yakalanabilecek yeniden başlama şansı doğacaktır. Millet İttifakı kendi içinde bölünmüş durumda ve her konuda Erdoğan’ın çizgisinden kopamaz; lakin Millet İttifakı’nı oluşturan partiler parlamenter sistem, demokratik denetim ve dengelerin yeniden tesis etme ihtiyacı ve de Batı ile buzları eritme konusunda hemfikir.

Ankara'da yeni bir yönetim olacaksa AB bu fırsatı değerlendirmek zorunda. Uzun vadede, Türkiye'nin üyelik kapısını yeniden açmalı. Kısa ve orta vadede derinleştirilmiş bir gümrük birliği, vize serbestisi ile ortak iklim, güvenlik ve enerji öncelikleri konusunda iş birliğini içeren yeni güncellenmiş bir ortaklık anlaşması teklif etmeli. AB depremlerde harap olan bölgelerin yeniden inşası için artırılmış kalıcı yatırımlar yapmalı. Ayrıca, AB'nin [Kuzey] Kıbrıs’a özel elçi atanması da dahil olmak üzere, Doğu Akdeniz'de bir çözüm için ortak çaba sarf edilmeli. Avrupa Birliği, Türkiye'nin umutlarını yükseltip sonra yerle bir ederek, Türkiye'nin otoriter değişimine katkıda bulundu. Türkiye muhalefeti Mayıs ayında kazanırsa, AB onu yanına geri çekmek için kaçırılmaz bir fırsata sahip olacak.

(soL-Çeviri)

 

Bugün de The Economist'te Kılıçdaroğlu'nun makalesi yayımlandı: 'Daha demokratik bir Türkiye kapıda' + The Economist Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı: 'Erdoğan'ı devirebilirse...' (soL)

Bugün de The Economist'te Kılıçdaroğlu'nun makalesi yayımlandı: 'Daha demokratik bir Türkiye kapıda'  

Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklayan The Economist'te bugün de Kılıçdaroğlu kaleminden bir makale yayımlandı...

Çevirenin notu: The Economist dün yayımlanan sayısında, açık şekilde Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na desteğini ilan etmişti. Bugünde İngiliz yayın organında, Kemal Kılıçdaroğlu'nun kaleminden bir makale yayımlandı. Türkiye'deki yurttaşlar açısından yeni bir şey yok, lakin The Economist'in bu kadar "şiddetli" olarak Kılıçdaroğlu'na destek açıklaması dikkat çekici.

Kılıçdaroğlu'nun makalesinin özetle kendi şahsının ve Millet İttifakı'nın Batı'ya dönük mesajları içeriyor. Bu noktada ilginç bir durum "laiklik". Açıkçası Türkiye içerisindeki söyleminde laikliğe bu kadar vurgu yapmayan Kılıçdaroğlu'nun, aşağıdaki çeviride de göreceğiniz üzere, makalede vurgu yapması önem arz ediyor. 

Dün çevirisini yayımladığımız makalede The Economist, Türkiye'deki seçimlerin sonucunun tüm dünyadaki "demokratlara" bir umut ışığı olacağını belirtiyordu. Kılıçdaroğlu'nun kaleme aldığı makalede de benzer ifadeleri görmek mümkün: "İktidar partisi muhalefeti susturmak için sürekli baskı uyguladığı, mevcut adaletsiz ve otoriter koşullarda dahi seçimlerle barışçıl bir yönetim değişikliğinin mümkünatını göstereceğiz."

Türkiye'nin bir "rol model" olacağı vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu, bu durumun sadece bölgeyi kapsamayacağını ayrıca da Batı'da yankıları olacağını iddia ediyor: "B başarım, bölgede ve ötesinde değişim rüzgarlarını körükleyecektir."

Kılıçdaroğlu çok net olarak iktidara gelmeleri halinde Batı'ya yönelimin geri döneceğini, Türkiye'nin Batı'nın bir parçası olduğunu ve olacağını söylüyor. "Türkiye'nin Batı’ya yönelimi hiçbir komşusunu hedef alması anlamına gelmiyor" diyen Kemal Kılıçdaroğlu, kazanmaları halinde Batı ile Rusya-Çin bloğu arasında Batı'yı tercih edeceğini ancak bunun diğer tarafla bir çatışma anlamına gelmeyeceğini söylüyor.

Diğer yandan, Kılıçdaroğlu'nun makalesinin altına not düşen The Economist, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun da dergide yayımlanması için bir makale gönderdiği; lakin dün The Economist'in Kılıçdaroğlu'na desteğini ilan etmesi ve söz konusu dergi kapağı sebebiyle Çavuşoğlu'nun yazıyı geri çektiğini açıkladı.

Kılıçdaroğlu'nun The Economist'te yayımlanan makalesi üzerinden Batı'ya mesajları şu şekilde:

Çeviren: Bahadır Batur

Altı yıl önce, Strasbourg'daki küresel bir forumda [Dünya Demokrasi Forumu], dünyadaki demokratların bölgesel ve küresel zorlukları ele almaları için birleşmeye davet ettim. Yurt içinde de izlediğim politikaların temelinde aynı anlayış bulunuyor. Antidemokratik ve otoriter bir hükümete karşı Türkiye’deki demokratları bir araya getirmek için elimden gelenin en iyisini yaptım ve geniş bir demokrasi koalisyonu kurmayı başardık. Millet İttifakı partim Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de dahil olmak üzere altı partiden oluşuyor. Her bir parti Türk siyasi tarihinde farklı bir geleneği temsil ediyor. Bu şekilde Millet İttifakı, liberal demokrasinin evrensel ilkeleri üzerinde ortak bir zeminde buluşarak, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama irademizi simgeliyor. Hiç şüphem yok ki 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde güçlü bir başarı ortaya koyacağız ve de kazanacağız.

İktidar partisi muhalefeti susturmak için sürekli baskı uyguladığı, mevcut adaletsiz ve otoriter koşullarda dahi seçimlerle barışçıl bir yönetim değişikliğinin mümkünatını göstereceğiz. Bunun sonucunda Türkiye, başta Orta Doğu’da olmak üzere otoriter yönetimlere karşı mücadele eden diğer ülkelere rol model olacaktır. Türkiye bu role daha önce soyundu. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün bölgedeki sömürgecilik karşıtlarına ve yenilikçilere nasıl ilham kaynağı olduğunu hatırlayın. Laiklik ve halk iradesi ilkeleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kendi ülkelerinde demokrasi mücadelesi veren pek çok kişiye model oldu.

Bir asır sonra, hiçbir yurttaşın ayrımcılığa uğramadığı, temel hakların korunduğu, hukukun üstünlüğü, laiklik, şeffaflık ve hesap verebilirliğin devletin temel direkleri olduğu bir cumhuriyet ile rol model olarak Türkiye'nin yeniden inşa edilmesinde görev alma sırası bizim kuşağımızda. Bu cumhuriyette yolsuzluk ortadan kaldırılacak, gelir eşitsizliği en aza indirilecek; siyaset çatışma ve kutuplaşmayı körüklemek yerine toplumsal barışı destek olmak için kullanılacaktır. Dış politika, uluslararası hukuka bağlı akılcı karar alma süreciyle yönlendirilecektir. Bu başarım, bölgede ve ötesinde değişim rüzgarlarını körükleyecektir.

Türkiye'nin demokratik bir rol model olma vizyonu elbette ki sadece doğuya doğru uzanmıyor. Avrupa'daki anti-demokratik rejimler, yabancı düşmanlığı ve Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı, zorlukları düşünüldüğünde; Türkiye’deki seçimlerin Batı'daki komşularımız için de bir referans noktası olabileceği sonucu ortaya çıkıyor. Demokratik ittifakımızın Türkiye'de kazanacağı bir zafer, Avrupa açısından yeni bir başlangıcın müjdecisi olabilir. [Seçimlerdeki zafer] umarım ki, Avrupalı demokratlara rakipleriyle yüzleşmeleri için aynı saflarda birleşmenin ehemmiyetini gösterir.

İnsan haklarını [destekleyen], eşitsizliğin azaltılmasına ve uluslararası hukuka saygıya inanan Avrupa’daki tüm siyasi partilerin, küresel zorluklar karşısında birleşik cephe oluşturması mecburidir. Akdeniz havzasını ciddi şekilde etkileyen iklim değişikliği, uluslararası güvenlik sistemindeki başarısızlıkların sebep olduğu kontrolsüz göç ve küresel servet eşitsizlikleri, en büyük zorluklar listesinin başında geliyor. Söz konusu zorluklar ancak siyasi yelpazenin [her noktasını] kapsayan uluslararası bir koalisyon tarafından çözülebilir.

14 Mayıs'ta [kazanacağımız] zafer, Türkiye'nin Batı’ya yönelimini de eski haline kavuşturacak. Bu yönelim bir idealin yansımadır. Türkiye açısından Batı, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları (özellikle de kadın hakları) ve eşitlik anlamına geliyor. Bizim liderliğimizde toplumumuzda “öteki” olmayacak. Siyasi, şahsi, dini veya bölgesel kimliğinden ve tercihlerinden ötürü hiç kimse ayrımcılığa uğramayacak. Millet İttifakı’nın Türkiye için temel vaadi özgürlüktür ve de bu vaadimizi yerine getirip getirmemekten sorumlu tutulmaya hazırız.

Türkiye'nin Batı’ya yönelimi hiçbir komşusunu hedef alması anlamına gelmiyor; daha ziyadesinde Türkiye’nin tüm komşularıyla barış içinde bir arada yaşama arzusunu yansıtıyor. Söz konusu ortak değerler üzerinden ilerlendiğinde, Türkiye her daim Batı'nın gururlu bir üyesi olacaktır. Tüm uluslararası kurumlarda Türkiye, Batı saflarının bir parçasıdır ve bu şekilde hareket etmeye devam edecektir.

Kuracağımız hükümet bizi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak Batılı müttefiklerimize yaklaştıracaktır. Bu durumun diğer komşularımızla ilişkilerimizi baltalamasının lüzumu yok. Bilhassa Avrupa Birliği olmak üzere Batı ile Türkiye arasında çözülmesi gereken sorunlar olduğunun bilincindeyiz. Biliyoruz ki halka açık güç gösterileri, karşılıklı tehditler, şantaj veyahut sonu gelmeyen anlamsız müzakerelerle bu sorunlara çözüm bulunamaz. Bizim açımızdan uluslararası ilişkilerin akılcı bir şekilde, onurlu bir diplomasi ile yürütülmesi hayati. Hükümet olarak, AB katılım sürecini yeniden başlatmak ve Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma taahhüdünde bulunmasını sağlamak için yapıcı şekilde çalışacağız.

Bizler sadece seçimi kazanmak için değil, Türkiye'nin temel sorunlarını çözmek için bir araya geldik. Millet İttifakı Türk siyasetindeki fay kırıklarını düzeltecek, barışçıl bir şekilde Türkiye’nin yaralarını saracaktır. Kazanan sadece bize oy verenler değil, tüm Türkiye’deki yurttaşlar olacaktır.

Millet İttifakı'nın seçim kampanyasının sloganı, ünlü bir Türkçe pop şarkısına ait “Sana söz, yine bahar gelecek” sözleridir. Partilerimizin birlikteliği bu taahhüdü yerine getirecek. Ortaya çıkan menfaatler sınırlarımızla sınırlı kalmayacak; Türkiye'nin Avrupa, ABD, Orta Doğu, Rusya, Çin ve ötesiyle olan ilişkilerini de kapsayacaktır.

Neredeyse vardık. Bahar geliyor.

(soL-Çeviri)                                                   

                                                                 /././

The Economist Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı: 'Erdoğan'ı devirebilirse...'

The Economist dergisi Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı, '20 yıllık giderek artan otokratik yönetiminin ardından Erdoğan, seçmenler tarafından makamından ayrılma tehlikesiyle karşı karşıya' dedi.

Çevirenin notu: Seçimlere son 10 gün kaldı ve The Economist dergisi bu haftaki sayısında kapağına "2023'ün en önemli seçimi: Türkiye ve demokrasinin geleceği" diyerek 14 Mayıs seçimlerini taşıdı. The Economist'te yayımlanan analizde açık şekilde dergi, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı desteklediğini açıkladı: "Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'nin bir sonraki cumhurbaşkanı olarak içten bir şekilde destekliyoruz."

The Economist, Türkiye'deki seçimlerin sonucunda Erdoğan'ın devrilmesi halinde, otokratik yönetimlere karşı demokrasinin kazanabileceğinin işareti olacağını savunuyor. Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının, Batı ile ilişkileri düzelteceği vurgulanan analizde, Kılıçdaroğlu'nun zaferinin Batı açısından anlamını "Küresel olarak, giderek daha fazla otokrat bozuntusu, güçlerini dizginleyen kuralları ve kurumları parçalayarak demokrasiyi tamamen ortadan kaldıramadan alt üst ediyor" diyerek yorumluyor. Türkiye'nin "seçim otokrasisi" sınıfına girdiğini ifade eden dergi, "Erdoğan’ın kaybetmesi, demokrasinin erozyonunun tersine çevrilebileceğini göstergesi ve bunun nasıl yapılacağının önerisi niteliğinde olacak" yorumunda bulundu.

2023 başlarında "Türkiye'nin diktatörlük yolunda ilerlediğini" söyleyerek gündem olan, her sayısında Türkiye seçimlerini konu eden The Economist'in bu sayısında açık şekilde Kemal Kılıçdaroğlu'nu desteklemesi dikkat çekici.

Çeviren: Bahadır Batur

Osmanlı İmparatorluğu padişahlarına ev sahipliği yapmış olan İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nın altında, başka bir buyurgan lidere ait bir abide yükseliyor. Türkiye’nin ilk yerli üretim uçak gemisi TGC Anadolu, Türkiye bu yıl içerisinde dünyanın herhangi bir yerinde düzenlenecek en önemli seçim olan 14 Mayıs'ta oy kullanmaya hazırlanırken, İstanbul Boğazı’na geçtiğimiz ay indirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kıyılar boyunca kampanya turu atan savaş gemisini göstererek yurtsever seçmeni ateşlemeyi umut ediyor. Lakin Erdoğan’ın karizması, ulu jestleri ve dağıttığı eşantiyonlar yeterli olmayabilir. 2003'ten bu yana Türkiye'yi giderek daha otokratik bir biçimde yöneten adam, yenilgiyle karşı karşıya kalabilir.

Belirttiğimiz gibi, seçim bıçak sırtında. Kamuoyu yoklamaların çoğunluğu, Erdoğan’ın küçük bir farkla arkada kaldığını gösteriyor. Kaybetmesi, küresel çapta sonuçları olacak çarpıcı bir siyasi tersine dönüş olacak. Türk halkı daha özgür, daha az korkusuz ve de zamanla daha müreffeh olacaktır. Yeni hükümet, Batı ile yıpranmış ilişkileri onaracaktır. (Türkiye bir NATO ülkesi, lakin Erdoğan yönetimi altındaki ülke Orta Doğu’da parçalayıcı bir aktör haline gelirken, Rusya ile daha yakın ilişkiler kurmaya çaba gösterdi.)  Macaristan'dan Hindistan'a diktatörlüğün yükselişte olduğu bir çağda en önemlisi, Erdoğan'ın barışçıl bir şekilde makamından atılması, dünyanın her yerindeki demokratlara diktatörlerin yenilebileceğini gösterecek.

Asya, Avrupa ve Orta Doğu arasında bir kavşak konumundaki 85 milyonluk orta gelirli bir ülke olan Türkiye'den başlayalım. Dünyanın her yerindeki otokratlar gibi Erdoğan da kötü yönetimle sınırladığı ve düzenlediği kurumları sistematik olarak zayıflatarak iktidarını pekiştirdi; öte yandan detaylı bir hükümet planına sahip altı partili bir rakip ittifak kurumları restore etme sözü veriyor.

Hemen hemen hiç kısıtlanmamış gücün birçok kötü sonucundan biri olarak Erdoğan’ın ekonomi politikaları en çok da sıradan Türklere zarar verdi. Sözde bağımsız olan Merkez Bankası’nın üç başkanını son  iki yıl içerisinde görevden alırken, beceriksiz damadını Maliye Bakanı yaptı ve o zamandan beri de Merkez Bankası’nı saçmalık seviyesinde gevşek, çılgınca bir para politikası yürütmeye mecbur bıraktı. Bu politika büyüme oranlarını oldukça sağlam bir seviyede tuttu, fakat güvenilir olmayabilir resmi rakamlara göre, geçen yıl yüzde 86 ile zirve yapan ve hâlâ  yüzde 40'ın oldukça üzerinde seyreden enflasyona sebep oldu. Seçmenler, soğan fiyatlarının iki yıl içerisinde on kat artması konusunda homurdanıyor.

Muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığını kazanması durumunda, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını geri verme ve enflasyonu tek hanelere indirme vaadinde bulundu; şans eseri olarak bu gelişme, yabancı yatırımların çöküşü de tersine çevirebilir. Lakin düzeltilmesi gereken sadece ekonomi değil.

Demokrasi de yaşam desteğine ihtiyaç duyuyor. Diğer pek çok diktatör gibi Erdoğan da uysal yasal görevlendirme kurulu aracılığıyla yargıyı kısırlaştırdı. Kısmen sindirererek, kısmen de başka bir yaygın dalavere olan önceden planlanmış satışlarla yandaşlarına geçmesini sağlayarak medyayı susturdu. 2017'de çıkarttığı kararname ile kendisine yürütme yetkisi veren anayasal değişikliklerle parlamentoyu devre dışı bıraktı; Kılıçdaroğlu bu durumu tersine çevireceği sözünü veriyor. Erdoğan'ın savcıları, uyduruk “terörizm” suçlamalarıyla aktivistlerin ve siyasetçilerin gözünü korkuttu. Türkiye'deki siyasi hükümlüler arasında, ülkenin en büyük üçüncü partisi olan ve yasaklan tehdidiyle karşı karşıya olan başlıca Kürt partisinin lideri de bulunuyor. İstanbul'un (muhalif) Büyükşehir Belediye Başkanı hapis ve siyaset yasağıyla karşı karşıya. Hükümetin eski ağırsıkletlerinin cumhurbaşkanınını eleştirmekten ödleri kopuyor; Erdoğan’ın hareketlerini fısıldayarak tartışmadan önce kimliklerinin gizli tutulmasını talep ediyorlar. Erdoğan yeniden seçilirse tüm bunlar daha da kötüye gidecek, ancak kaybetmesi halinde hızla iyileşecek.

Muhalefetin zaferi, Türkiye'nin komşuları açısından da iyiye işaret olur ve Batı için çok büyük bir jeopolitik değer teşkil eder. Bugünlerde Türkiye Avrupa'nın geri kalanından neredeyse tamamen yabancılaşmış durumda, bu karşın halen sözde AB'ye katılmaya aday konumda. AB’ye üyelik asla gerçekleşmeyebilir; Cumhurbaşkanı olması halinde Kılıçdaroğlu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına saygı göstermeye ve Erdoğan'ın siyasi tutuklularını serbest bırakmaya söz verdi. Bu durumda Avrupa, Türkler için uzun süredir askıya alınan vize programını yeniden canlandırarak, Türkiye'nin AB'nin ortak pazarına erişimi koşullarını iyileştirerek ve dış politikada daha yakın işbirliğine giderek karşılık vermelidir.

Nüfuzlu isim giderse, Türkiye'nin NATO ile arasındaki çatlak onarılmaya başlanmalı. Türkiye’nin İsveç'in ittifaka katılımı önündeki engel kalkacaktır. Erdoğan'ın Vladimir Putin'le yakınlaşması ve Suriye'deki Kürt güçlerine yönelik saldırılarla zehirlenen ABD ile ilişkiler iyileşecektir. Bununla birlikte, yeni bir Türkiye, Erdoğan'ın Ukrayna üzerinde ipte yürüme politikasını sürdürecektir. Ukrayna'ya İHA tedarik etmeye devam edecektir, lakin Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmayacaktır; Türkiye turistler ve petrol konusunda Rusya’ya çok fazla güveniyor.

Bunların hepsinde daha da önemlisi, muhalefetin zaferinin her yerdeki demokratlara göndereceği ışık olacak. Küresel olarak, giderek daha fazla otokrat bozuntusu, güçlerini dizginleyen kuralları ve kurumları parçalayarak demokrasiyi tamamen ortadan kaldıramadan alt üst ediyor. Araştırma kuruluşu V-Dem, Soğuk Savaş’ın ardından 40 ülkeyi “seçim otokrasisi” olarak tanımlarken, artık 56 ülkeyi bu şekilde nitelendiriyor. Liste uzayabilir: Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador, ülkesinin yargı ve seçim otoritesinin altını oymaya çalışıyor.

Mazlumlar için bir işaret

Erdoğan’ın kaybetmesi, demokrasinin erozyonunun tersine çevrilebileceğini göstergesi ve bunun nasıl yapılacağının önerisi niteliğinde olacak. Demokratik muhalefet partilerinin çok geç olmadan bu tehlikeyi fark etmesi ve birleşmesi gerekli. Hindistan'daki parçalanmış muhalefet, güçlü ve nüfuzlu başbakan Narendra Modi'nin seçimlerde oyların yüzde 37'sini alarak egemen olmasına izin verdi. Şimdiyse ana muhalefet lideri hapse girmekle karşı karşıya. Polonya'daki durum daha az vahim, lakin muhalefet de popülist iktidar partisine karşı seçimleri ardı ardına ziyan etti.

Türkiye’nin muhalefet bloğu Millet İttifakı şu ana kadar bundan çok daha iyisini yaptı. Kılıçdaroğlu biraz sıkıcı olabilir ama rakibinin tam tersine, inatçı bir uzlaşma sağlayıcı ve büyüleyici şekilde alçakgönüllü. Kılıçdaroğlu kazanması Türkiye, Avrupa ve hakiki demokrasi için küresel çapta mücadele için muazzam bir an olur. Erdoğan, göreve geldiği ilk yıllarda bazı güzel şeyler yaptı, lakin sürekli olarak gücü elinde toplaması, doğası gereği, muhakemesini ve ahlaki sağduyusunu gölgeledi. Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'nin bir sonraki cumhurbaşkanı olarak içten bir şekilde destekliyoruz.

(soL-Çeviri)


 

SPK’dan JP Morgan’a para cezası + JPMorgan’dan seçim ve dolar senaryoları (SÖZCÜ)

 SPK’dan JP Morgan’a para cezası

Sermaye Piyasası Kurulu, ABD'nin en büyük bankası JP Morgan'a Borsa İstanbul'da piyasa bozucu eylemleri gerekçesiyle 32,8 milyon TL'lik ceza kesti.

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) bu gece yayımladığı bültende, ABD’nin en büyük bankası JP Morgan’a bağlı JP Morgan Securities PLC şirketine idari para cezası verildiğini duyurdu.

Şirket hakkında “Borsa İstanbul A.Ş. nezdindeki piyasalarda gerçekleştirilen işlemlere ilişkin yapılan inceleme sonucunda uygulanmasına karar verilen” idari para cezası miktarı 32 milyon 795 bin 908,88 TL oldu.

Eylemin aykırılık teşkil ettiği düzenleme “VI-104.1 sayılı Piyasa Bozucu Eylemler Tebliği'nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (e) ve (f) bentleri” olduğu bültende aktarıldı.

Tebliğin “Emir veya işlemlere ilişkin piyasa bozucu eylemler” alt başlıklı 5. maddesinin ilgili fıkrası ve bentleri şöyle:

(1) Tek başına ya da birlikte hareket eden kişiler tarafından borsa ve teşkilatlanmış diğer piyasalarda gerçekleştirilen, sermaye piyasası araçlarının fiyatları, fiyat değişimleri, işlem hacimleri, işlem miktarları, işlem oranları, emir miktarları, emir oranları, emir iptal miktarları, emir iptal oranları veya emir gerçekleşme oranları gibi sermaye piyasalarının işleyişi veya sermaye piyasası araçlarının fiyatlarının belirlenmesiyle ilgili veriler dikkate alındığında önemli veya etkili kabul edilebilecek nitelikte;

a) Alım veya satım yapılması, hesap hareketi gerçekleştirilmesi, emir verilmesi, emir iptali veya emir değiştirilmesi,
b) Farklı fiyat kademelerine emir iletilmesi,
d) Açılış veya kapanış fiyatlarını etkilemeye yönelik işlemler yapılması,
e) Gün sonu veya vade sonu uzlaşma fiyatlarını etkilemeye yönelik işlemler gerçekleştirilmesi,
f) Fiyat yükseltici, fiyat düşürücü veya fiyatı sabit tutmaya yönelik işlemler yapılması.

                                                       /././

JPMorgan’dan seçim ve dolar senaryoları (03/Mayıs/2023)

JPMorgan'ın ekonomistleri son raporlarında Türkiye'de seçim sonrasında yaşanacak olası senaryoları ele aldı. Stratejistler, ortodoks politikalara tam dönüş veya kısmi dönüş halinde dolar/TL kurunda veya hisse senetlerinde farklı fiyatlamalar olabileceğini belirtti.

JPMorgan’ın ekonomistleri ‘Türkiye Stratejisi – Seçim sonrası senaryolar’ başlıklı bir rapor hazırladı.

Banka ekonomistleri tarafından hazırlanan Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (CEEMEA) Strateji Raporu’nda yer alan değerlendirmeye göre, Türkiye’nin ortodoks ekonomi politikalara tam olarak dönmesi durumunda dolar/TL’nin yıl sonunda 25 seviyesinde fiyatlanacağı öngörüldü.

Ortodoksluğa ılımlı dönüş senaryosunda ise TL’nin daha zayıf seyredeceği ve dolar/TL’nin yıl sonunda 25 yerine 30 seviyesinde olacağı öngörüldü.

RAPORDA ÖNE ÇIKAN TAHMİNLER

Raporda öne çıkan satırbaşları şöyle:

* 2023’te beklenen TL değer kaybı ve vergi artışları nedeniyle yukarı yönlü risklerle birlikte enflasyonun yılı yüzde 45,7’de tamamlamasını bekliyoruz.

* Seçim sonucu ne olursa olsun makro bir düzenlemenin kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz. 2023 yılının birikmiş dengesizliklerin, yüksek enflasyonun ve büyük cari işlemler açığının düzeltilmesinin başlangıcı olmasını bekliyoruz.

FAİZ TAHMİNİ

* Ortodoks enflasyon hedeflemesi politikalarına kararlı bir dönüş senaryosunda, TCMB’nin politika faizini mevcut yüzde 8,5 seviyesinden 3. çeyrekte yüzde 30’a çıkarmasını bekliyoruz.

* Bununla birlikte, yılın ikinci yarısında yüzde 40’a doğru daha fazla sıkılaşma ihtimali göz ardı edilemez.

* Faiz artışlarının üçüncü çeyrekte kasıtlı olarak gerçekleşmemesi durumunda, makro dengesizlikler büyüyecek ve nihayetinde bu yılın ilerleyen dönemlerinde çok daha büyük faiz artışları gerekecek.

* 2023 Türkiye için zorlu görünüyor. İlk olarak, depremle ilgili yardım ve yeniden inşa çabaları mali görünüm üzerinde baskı oluşturacak. EYT düzenlemesi, birinci çeyrekte açıklanan emeklilik maaşı ve ikramiye zamlarıyla birleştiğinde daha fazla harcama anlamına geliyor.

BÜYÜME TAHMİNİ

* Kur korumalı mevduat planının maliyeti 2022’de GSYİH’nın yüzde 0,6’sıydı, ancak mevduat faizlerindeki üst sınırın kaldırılmasının ardından artan katılım göz önüne alındığında, maliyet 2023’te çok daha yüksek olabilir.

* Zorlu bir küresel zeminde, Türkiye’deki makro dengesizlikler büyümeyi 2023’te keskin bir şekilde aşağı çekecek. 2022’de yüzde 5,6 ve 2021’de yüzde 11,4 olan GSYİH büyümesinin 2023’te yüzde 2,5 olacağını tahmin ediyoruz.

HİSSE SENEDİ TAHMİNİ

* Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden sonra oluşacak hükümetin ortodoks politikalara güçlü bağlılık göstermesi halinde MSCI Türkiye Endeksi ABD Doları cinsinden yüzde 74 artacak.

* Ortodoks politikalara ılımlı dönüş senaryosunun gerçekleşmesi halinde endeks yüzde 29 düşecek. (MSCI Türkiye Endeksi BİST 100'de işlem gören belli başlı hisselerden oluşurken bu endeks, Türkiye pazarının büyük ve orta büyüklükteki segmentlerinin performansını ölçmek için kullanılıyor.)

(SÖZCÜ)