7 Mayıs 2023 Pazar

Arzu Okay: ‘Keşkesiz Bir Kadın’ (III+IV+V) - Mesut Kara / Evrensel

 


(III)

Çok sevdiği, birlikte filmler izlediği anneannesiyle birlikte ilk filmini birlikte izleme olanağını da yakalar Arzu Okay, anneannesini kaybetmeden önce. Anneannesi Osmanlı’da ilk diplomasını aldığında çarşaflı fotoğrafı olan, cumhuriyet sonrası şapka giyen ilk öğretmenlerdendir. Anneannesinin adı Gülsün’dür fakat öyle nazlıdır ki ailesinden başlayarak herkes ona Eda dediğinden Eda olarak tanınır, bilinir. Arzu Okay da bu nedenle kızına Eda adını koyar çünkü “Ona aşıktım” dediği anneannesine hayrandır. Arzu Okay’ın Adanalı olan babası Orhan Kemal’le kardeş çocuklarıdır.

Arzu Okay filmlerde oynamaya başladığı, para kazanmaya başladığı günlerde annesiyle yaşadığı bir tartışma sonrası evden ayrılır. Ayrılış o ayrılıştır bir daha da dönmez eve. İlk geceyi toplumcu filmler çeken Bilge Olgaç’ın evinde geçirir. Birlikte film çekmişlerdir, Arzu Okay’ı çok sevmiştir Bilge Olgaç. Fakat 12 Mart’ın sıcak günleridir, her yer aranıyor, ev baskınları yapılıyordur. Bilge Olgaç “Bu gece kal ama bu ev her an basılabilir, yarın başka bir çözüm ararsın” der. Ertesi gün Yapımcı Abdurrahman Keskiner’le buluşur. Arzu Okay’ın “Apo” dediği Keskiner, kalması için Kink Otel’de yer ayırtır ve 1500 lira da para vererek yardımcı olur. Bilge Olgaç da Abdurrahman Keskiner de Yılmaz Güney’in arkadaşlarıdır ve Arzu Okay Yılmaz Güney’le Keskiner’in yazıhanesinde bir kez karşılaşabilir ancak.

Annesinin evden çıktığı, evde olmadığı bir zamanda da gidip giysilerini alır evden.

Otelde kalmaya alışkın olmadığı için Cihangir Akyol’da küçük bir ev tutar, aile dostu bir tanıdık mobilyacıdan da ev eşyalarını alır. İlk flörtü, birlikte amatör fotoroman çektikleri Acar Film’in sahibinin oğlu Gürcan olsa da o günlerde “Hayatımın en büyük aşkı” dediği Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu vardır hayatında ve sinemadan da yeni arkadaşlar edinmeye, dostluklar kurmaya başlamıştır.(1) Yine Akyol Sokak’ta oturan Feri Cansel sık görüştüğü, sevdiği arkadaşlarındandır.

SİNEMA SERÜVENİ

Arzu Okay’ın sinema yıldızlığını herkes bilir fakat yaşadığı süreçleri, yaşadıklarını herkes bilemez. Bir söyleşisinde şöyle söyler Arzu Okay: “Beni tanımak için bana zaman ayıranlar bilir benim nasıl olduğumu. Herkes için geçerli bu. Birisini tanımak için ona zaman ayırman lazım. Onun için de emek vermen lazım.”(2)

Oyunculuk hiç aklında yoktur, okuyorken fizikçi olmak istiyordur fakat hayatı annesinin Zeki Müren’le çekilecek fotoroman için seçmelere fotoğrafını göndermesiyle değişir. Oyunculuk kariyerine şanslı başlar. Fotoromanda Zeki Müren, sinemada ilk filminde Ayhan Işık gibi iki büyük yıldızla oynar.

“Aç kaldım, yapmak zorundaydım, yaptım” dediği ‘erotik filmler furyası’ başlamadan önce oynadığı 30’un üstünde filmde “Yeşilçam’ın masum kızı” olarak ünlenir Arzu Okay. Bunların arasında Ayhan Işıklı filmler dışında fotoroman döneminden tanıştığı Kadir İnanır’la başrol oynadığı “Sırada Bu Yoktu” (1972) ve İrfan Atasoy, Yıldıray Çınar, Hakan Balamir’, Sadri Alışık’, Yılmaz Köksal, Tugay Toksöz, Zeki Müren, Murat Soydan, İzzet Günay, Cihangir Gaffari gibi oyuncularla oynadığı filmler vardır. Bu filmlerde soyunmayan masum, güzel genç kadındır; olsa olsa bikinili görünür.

HAYATIN DEĞİŞİMLERİ SİNEMAYI DA ETKİLER

Fakat hayat farklı akmaya başlar, bu sinemayı da etkiler. Birkaç koldan yaşanan köklü dönüşümler sinema sektörünü de sarsar, derinden etkiler. Yeşilçam sineması yapımcıları “altın çağı” denilen ’60’lı yıllarda kazandıklarını sinemaya aktarıp, sinemanın, sektörün gelişip dönüşmesini sağlamak yerine çokça söylendiği gibi “han-hamam” yapmaya, kişisel mal varlıklarını çoğaltmaya harcamış olması, “Sektör olamamış sektörün” birbirinin tekrarı tecimsel filmler üretir konuma gelmesi bir tıkanmaya dönüşür. Bu süreçte radyonun artık evdeki insana yetmemeye başlaması, dışarıdaki en önemli “eğlencesi” sinemanın artık yeni bir şey veremiyor olması ve “Radyo görüntülü olacakmış” söylentilerinin gerçeğe dönüşüp televizyonun evlere girmeye başlaması insanların, ailelerin sinema salonlarından çekilip eve kapanmalarına yol açar.

Tam da o günlerde inşaat sektörünün gelişip para kazandırıyor olmasıyla, il ve ilçelerde, mahallelerde rantsal dönüşümlerin başlaması, bahçe içindeki evlerin yerine apartmanların yükseliyor olması sinema salonlarının da yerini iş hanlarına çok katlı apartman bloklarına bırakır olmuştu.

Yeşilçam’ı yaşatan ‘aile’ salonlardan çekilip eve kapanınca seyircisiz kalan krizdeki “sektör” bu kez İtalya’da başlayan erotik komediler furyasını örnek alarak ‘sokaktaki adam’ için filmler üretmeye başlar. Bir süre sonra yaşanan toplumsal sokak çatışmaları nedeniyle güvensizleşen sokaklardan, çay bahçelerinden ailelerin tamamen çekilip eve kapanmasıyla kalan sinema salonlarını işsiz güçsüz, taşradan gelen, cinsellik yaşayamayan erkekler için yapılan aralarına yapancı filmlerden alınan porno parçaların eklendiği ve zamanla çekilen yerli porno filmler doldurur. Sabah başlayıp geç saatlere kadar süren arka arkaya devamlı matinelerle gösterilen bu filmler kendi yıldızlarını da yaratır. ‘Öncüler her zaman ağır bedel öder’ gerçeği bu kez yüzünü sinemanın bu dönemi ve ilk soyunan fakat bu dönemin seks-porno filmlerinde oynamayan sadece soyunup vücudu görünen kadın oyuncular acımasız biçimde gösterir. Bu kadın oyuncuların başında da toplumsal ikiyüzlülüğün “seks yıldızı” olarak simgeleştirip ötekileştirdiği Arzu Okay geliyordur. Arzu Okay için izini hayatı boyunca taşıyacağı, bedelini ödeyip hesaplaşacağı yeni bir süreç başlar sinemada. O güne dek yaşadığından farklı bir süreçtir bu; farklı ikinci bir kimlik gibi, ikinci bir hayat… Sonrasında bu defteri de kapatıp bambaşka yeni bir hayat, yeni bir Arzu Okay yaratmayı da başaracaktır Arzu Okay


(1) Mesut Kara Arzu Okay nehir söyleşiler, 2004
(2) Arzu Okay ile Dobra Dobra, Bursa’da Bugün 21. 07. 2013

                                                                                ***

(IV)

Fakir ya da zengin ama iyi kız, masum güzel olarak tanınıp ünlendiği sinema dünyası için “Sevdim ben sinemayı, gerçekten çok sevdim” der Arzu Okay. ’70’li yıllar başladığında ülke için çalkantılı yıllar da başlıyordu. Seyircisini kaybeden sinema da kendi krizini aşamıyor, var olan salonlar boşalıyordu.

Filmler sessiz çekiliyor, dublaj yapılıyordur. Erotik filmler furyasında Memduh Ün’ün çektiği fakat adını kullanmadığı bir filmde kendi sesiyle konuşmayı dener fakat olmaz, içine sinmez Halit Refiğ ve Fikret Hakan’ın yönettiği, senaryosunu Selim İleri’yle, Fikret Hakan’ın yazdığı Cennetin Kapısı (1973) filminde Fikret Hakan, Sevda Ferdağ ve Yusuf Sezgin’le birlikte oynar Arzu Okay. Kendinden yaşça büyük oyunculara özenerek takma kirpiklerle, makyajlar yaparak oynadığı dönemlerdir. O filmden bir anısın şöyle anlatır: “Sevda bana diyor ki ‘Bak Arzu’cuğum yapma, o kadar gençsin, o kadar güzelsin ki kaşına gözüne bir rimel sür öyle oyna.’ Ben de içimden kıskanıyor herhalde diyorum. Oysa bana iyilik olsun diye öyle doğru bir şey söylüyor ki. Sonra kendisine de söyledim bunu.”(1)

Arzu Okay filmlerde oynamaya başladığında ilk olarak çekimlerdeki en önemli etkenlerden biri olan kamera ve kullanılan mercek meselesini çözer, kendisinin ekranda ne kadar görüleceğini bilmek, oyununu ona göre ayarlamak ister, bunun için de kullanılan merceği bilmesi gerekiyordur. 35’likse perdeye ne kadar, nasıl yansıyacaktır. Oyununu ona göre ayarlar perdede büyük yer kaplıyorsa küçük oynar, genel bir planda boydan çekiliyorsa büyük oynar ki daha belirgin olsun. Bu hesapları yapar ve kısa zamanda öğrenir.(*)

Bu önemli meseleyi çözdükten sonra filmler arka arkaya gelir. Kazandığı parayla ancak kendisine ve annesine bakabiliyordur. Çünkü asıl parayı Ayhan Işık’lı filmse, Ayhan Işık alıyordur yanındaki oyuncuya da kıyaslanamayacak bir ödeme yapılıyordur. Yapımcıdan istenen Ayhan Işık filmidir, yanında (Dört büyüklerden biri değilse) Arzu Okay da oynasa Mine Mutlu, Feri Cansel ya da “Sokaktan geçen bir kız da oynasa” fark etmiyordur, filmi Ayhan Işık sattırıyordur. Arzu Okay da ilk döneminde tek başına filmleri sattıracak bir isim olmadığından, Ayhan Işık, Yılmaz Köksal, Behçet Nacar gibi oyunculara eşlik eder.

EROTİK FİLMLER FURYASI

’70’li yılların ortalarına yol alırken Ayhan Işık’lı, Cüneyt Arkın’lı, Yılmaz Güney’li, Ediz Hun’lu, Türkan Şoray’lı, Fatma Girik’li, Hülya Koçyiğit’li filmleri izleyeceğimiz salonlar kalmamıştı artık. Ülke çalkantılı günler yaşıyor, aileler evlerine çekiliyordu... Yeşilçam’ın idolleri de kopmuşlardı çok sevdikleri sinemadan. İşte o günlerde krizi çok derin yaşayan Yeşilçam yeni arayışlara girmiş, televizyonun da etkisiyle eve kapanan ailenin yerine “sokaktaki adama”, “lümpen” seyirciye film yapmaya başlamıştı. Önceleri erotik komedi diye başlayan bu furya zamanla pornoya kadar uzandı. Seks-komedi, hatta avantür filmlerin aralarına yabancı filmlerden “parçalar” döşendi. Sinema salonlarının önünde teşrifatçılar, “üç film birden”, “parça var”, “her muamele var” diye çağırıyordu artık sokaktan geçenleri. Taşradan, Anadolu’dan gelmiş, “buraların yabancısı” olanlara sinema salonuna değil, “geneleve” geldiğini düşündürtecek tarzda çağrılardı bunlar. Daha sonra yerli pornolar çekilmeye başlanır.

O yıllarda sokak edebiyatı da bu filmlerin adlarında karşılık bulmaya başlamıştır. Günümüze kadar gelen “Parçala Behçet”, “Yırt Kazım” gibi.

Aralarına parçalar döşenmiş erotik-komedilerin, seks filmlerinin yanı sıra porno filmler de artık birçok sinemada gösteriliyordu. Gittikçe iğrençleşen ve açık sömürüye dönüşen bu filmlerde her türden fetişizm, grup seks, oral seks gibi pornografinin bütün unsurları kullanılıyordu.

Erotik-komediler ve seks filmlerinin, soyunup yatağa giren ve sevişen oyuncuları arasında Mine Mutlu, Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Figen Han, Feri Cansel, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Mete İnselel, Aydemir Akbaş’ı sayabiliriz. Bu oyuncular, soyunmuş, yatağa girip sevişmişler fakat hiçbiri porno film de oynamamıştır.

Sonraki yıllarda erotik komedilerde, seks filmlerinde, porno filmlerde oynayan kadın oyuncular sırra kadem bastılar, ortadan kayboldular. Kimse nerede olduklarını, bugün ne yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını bilmiyordu. “Yeşilçam hiçbir zaman vefasız olmadı diyen” sinemanın meslek örgütü yöneticileri de yapımcılar, yönetmenler de hatta aynı seti paylaştıkları arkadaşları da bu oyuncuların izini kaybetmişti.

Tabii sözünü ettiğimiz oyuncular nedense sadece kadın oyunculardı.  Onlar “lanetlenip” günah keçileri olarak anılırken Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Aydemir Akbaş gibi o dönemin erkek oyuncuları “saygınlıklarından” hiçbir şey kaybetmemişlerdi.

Yayımlanan bir iki röportaj dışında o dönemin ünlü seks oyuncularından bugün ortadan kaybolan ve (medyanın yaklaşımları nedeniyle belki de haklı olarak) izini bulduğunuzda da görüşmek istemeyenler arasında Bursalı bir gazinocuyla evlenen Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay, Ceyda Karahan, Elif Pektaş, Zafir Saba, Necla Fide, Nur Ay, Ayşen Selvi, gibi isimleri sayabiliriz. Bu isimlerin bir kısmı evlenmiş, bir kısmı başka şehirlere, ülkelere yerleşmiş ve izini kaybettirmiş. Feri Cansel sevgilisi tarafından öldürülmüş, Mine Mutlu kansere yenik düşmüş, Seher Şeniz intihar etmişti.

EROTİK FİLMLERİN ‘SEKS YILDIZI’ ARZU OKAY

Erotik filmlerde oynamayacağım diyen, başlarda gelen teklifleri reddeden fakat sosyal ve gelecek güvencesi, arkasında paralı bir ailesi, sahiplenip kollayanı, başka tutunacak dalı olmayan Yeşilçam filmlerinin masum kızı Arzu Okay, bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmış, filmlerde soyunmaya başlamıştır.

Erotik filmler furyası başlamadan önce 50’nin üstünde filmde çoğunda başrollerde masum iyi kız olarak yer alır Arzu Okay kazandığı para bırakalım ev sahibi olmayı kendi masraflarını bile karşılayamıyorken bir de annesine bakıyor, anne evinin giderlerine destek oluyordur.

(1) - (*) “Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi”, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi      

                                                               *** 


(V)

Gelir düzeyi düşük ve düzensiz olan alt-orta sınıf insanları için hayat her zaman zor olmuştur bu ülke insanı için. Bu sürekli iş bulan yıldızlar dışındaki sinema emekçileri için de böyle oldu her dönem.

Erotik filmler furyası öncesinde çoğu başrolde oynadığı onca filme rağmen bu Arzu Okay için de böyledir. Kazanabildiğiyle bırakalım yüksek standartlarda bir “yıldız hayatı” yaşamayı anca geçinebiliyordur. Setlere dolmuşlarla ya da set minibüsleriyle gidip gelen Arzu Okay eline biraz para geçtiğinde o günlerin ekonomik otomobillerinden bir Murat 124 alabilmiştir. “Güçlü bir ailen yoksa maddi anlamda arkanda, belli bir birikimin yoksa çalışmadığın zaman nasıl yaşayacaksın? Eline ne geçiyorsa onunla yaşayacaksın. Hiçbir sosyal güvencesi yok ki sinemada çalışan insanların. Ne gelse oynuyordum, para lazım çünkü.”(1)

AÇ KALDIM OYNADIM

Ülkenin de sinemanın da kriz günlerinde işler eskisi gibi gitmiyor yaşamı sürdürecek parayı kazanmak her geçen gün daha da güçleşiyordur.

Arzu Okay elindeki son parasıyla elektrik parası yatırmaya gittiği bir gün parası ucu ucuna yeter. Başka parası kalmadığından eve yürüyerek dönmek zorunda kalır. Taksim’den Topağacı’ya yürüyecektir. Harbiye Orduevi’nin önünde ayağındaki kırmızı topuklu ayakkabının topuğu kırılır. “Meşhur Arzu Okay oradaki banka oturup topuğu yapıştırmaya çalışır fakat yapıştıramaz. Topuğu çantasına koyup topallaya aksaya yürümeye başlar, Bir yandan da ağlıyordur. Eve gidip bulamayan arkadaşı Fatma taksiyle dönerken Arzu Okay’ı o halde görüp alır arabaya, birlikte eve dönerler. Evde yemek yapacak sadece yeşil mercimek ve soğan vardır, alacak parası olmadığından kıyma yoktur.

Erotik filmler furyası başlamış fakat Arzu Okay oynamayacağını söyleyerek gelen teklifleri reddetmiştir. Fakat nereye kadar dayanabilecektir yapacak başka bir mesleği ve işi olmayan bir oyuncu? Elektrik parasını zar zor ödeyen, evine yürüyerek dönmek zorunda kalan, evinde yemeğe koyacak kıyması bile olmayan Arzu Okay o gün o filmlerde oynamaya karar verir. Başka bir film teklifi de yoktur zaten, furya başlamış sektör tamamen erotik komedi filmlerine dönmüştür. Masum iyi kızlar soyunmaz tabusunun Müjde Ar öncesi ilk kırılmasıdır bu.

“Talep o yöndeydi, ben de cevap verdim. Aç kaldım, yapmak zorundaydım, yaptım.” diyen Arzu Okay aynı söyleşide şunları da söyler: “Ben hiç rahatsız değilim. Bugün de olsa, gene oynarım. Benim oynadığım filmlerden sonra, birçok sanatçı arkadaşım da “Masum kız soyunur” diye soyundular. Ama hep başı çekenin başı yanıyor.”(2)

‘SOYUNDUĞUM İÇİN DEĞİL KÖTÜ FİLMLERDE OYNADIĞIM İÇİN ELEŞTİRİLEBİLİRİM’

“Tabii insanın bir sürü insanın önünde çıplak olması çok rahatlık verici bir durum değil, sonra iş olarak bakıyorsun… Şöyle eleştirilebilir; film kötüydü, kötü filmde oynadın. Tamam onu kabul ediyorum, kötü filmlerde oynadım ama başka alternatifim yoktu. Soyunmaktan yana kaygım yok, bugün bir filmde oynarken gerekiyorsa yine soyunurum. Yanlış olan kötü filmde oynamam. Dünyanın her yerinde her sinemada her türlü çıplaklık var, mesele çıplaklık değil o çıplaklığı nasıl sergilediğin.(*)

“Filmler kötü çekiliyordu başka şansımız yoktu. O dönem başka bir furya olsa o filmlerde oynasak, yine kötü filmlerde oynamış olacaktık” diyen Arzu Okay önemli bir gerçeğin altını çiziyordu. Filmlerde yıllarca masum iyi kızı oynayarak kazanamadığı parayı birkaç yıl erotik filmlerde oynayarak kazanır Arzu Okay fakat yaptığı iş gittikçe zor gelmeye başlar. Kötü filmlerde oynayarak sinemaya haksızlık yaptığını düşünür.

3-5 günde çekilen maliyeti çok düşük, daha çok erotik komedi ve avantür filmlerdir bunlar. Bunların hiçbiri seks filmi ya da porno değildir. “Bunun bir suç olduğunu, yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Gerekirse bugün 64 yaşında yine bir erotik filmde oynayabilirim. Bizim yaptığımızda kötü olan, kötü filmlerde oynamış olmamız. Beni eleştiren, “Arzu, sen kötü filmlerde oynadın” derse anlarım, “Tamam, doğru söylüyorsun” derim... Daha iyisi yapılıyordu da ben mi oynamadım!”(3)

HAYATINI YENİDEN KURAR BAŞKA BİR ARZU OLARAK

Sinemayı, sahneyi bırakan Arzu Okay liseyi dışarıdan bitirmeye karar verir ve dersler almaya başlar. Ders aldığı Matematik Öğretmeni Fevzi Kozal deri işiyle uğraşıyordur. Laleli’de bir pasajın zemin katında küçük bir dükkanları vardır fakat sermayesizlikten işi büyütemiyorlardır. Birikmiş biraz parası olan Arzu Okay Fevzi Kozal’ın ortaklık önerisi üzerine teklifi kabul eder ve işe ortak olur.

Bu adım yeni hayatının da ilk adımı, başlangıcıdır. Sondasında ticari hayatında adım adım yükselir, başarılarına yeni başarılar ekleyerek hayatını sıfırdan yeniden kurar; kendi çabasıyla Arzu Okay’ı yeniden yaratır. Geçmişiyle yüzleşmiş, yaşadıklarından dersler çıkarmış, ne yaptığını bilen “keşkesiz” bir Arzu Okay’dır bu. Kendini yeni işine verir. Canını dişine takarak çalışıyordur, çünkü bütün parasını bu işe yatırmıştır ve sinemaya da sahneye de dönmeye niyeti yoktur.

Kişisel çabalarıyla fuarlara katılmaya, koleksiyonlar üretmeye, işi büyütmeye yönelir. Kısa sürede de önemli başarılar elde ederek işi büyütür. Hilton’da düzenlenen borçlanarak katıldıkları ilk fuarda iç piyasa açısından bir başarı elde edemeseler de iş yapmaya başladıkları bir ihracatçı sayesinde dış piyasaya açılırlar. Fransa’ya ürün satmaya başladıklarında Arzu Okay Avrupa’daki fuarlara katılarak işi büyütmeyi sürdürür. 14-15 milyon dolarlık cirolar yapmaya başlamışlardır. 3 bin metrekare kapalı üretim alanında yanında 640 kişi çalıştığı bir dönemdir bu. İhracata yaptığı katkılardan dolayı Dönemin Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin elinden başarı ödülü de alır Arzu Okay; fakat ne ödülü veren ne dönemin medyası ödül alanın “o Arzu Okay” olduğunun farkında değildir; “bir dönemin seks yıldızına ödül” türünden haberler yapılmaz.

1990 krizinde batarlar ve her şeylerini kaybederler. “Sonra tekrar bir şirket kurar işe yeniden başlar. Bir firmayla ortaklık yapar, butik işletir, kendi işini yapmayı sürdürür.

Barışa Yürüyorum İnisiyatifinin “Ölüm değil yaşam” diyerek 27 Aralık günü Bodrum’dan Diyarbakır’a başlattığı ‘Barış için yola yola çıkanlar’ arasında Arzu Okay da vardır; Diyarbakır’daki etkinliklere, yürüyüşe bağımsız bir aktivist olarak katılır. Diyarbakır’da bacağına plastik mermi yer, TOMA’ların tazyikli suyuna, gaz bombalı saldırılara hedef olur.  O anları şöyle anlatır: “O arada özel tim girdi içeri, hepsinin sadece gözleri ve ağzı açık... İstediğimiz sadece barış, başka bir şey istemiyoruz, “İnsanlar ölmesin” diyoruz. Bulduklarına giriştiler, hayatımda o anı unutmam. İnsanın insana vurduğunda çıkan o sesi unutamam! Gaz bombası, su hiçbir şey...”

“Hep bildiğim yolda yürüdüm. Hiç ‘keşke’m yok!”, “Kimsenin kafasındaki Arzu’yla uyuşmadım”(4) diyen Arzu Okay artık kendine zaman ayırmak istiyor, yıllardır sürdürdüğü yazılar yazma, şiir yazma uğraşında yoğunlaşmak istiyordur.

 

(1) - (*) “Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi”, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi

(2) - (**) Fatih Türkmenoğlu söyleşisi, 15 Nisan 2007

(3), (4) Arzu Okay- Keşkesiz Bir Kadın, Söyleşi Türey Köse, İletişim Yayınları

Mesut Kara / Evrensel

6 Mayıs 2023 Cumartesi

Deniz, Yusuf, Hüseyin 51 yıl sonra hâlâ genç, hâlâ mücadele alanlarında aramızda + "Üç Fidan"sız 51 yıl + Denizlerin antiemperyalizimi, bir de onlarınki

 Deniz, Yusuf, Hüseyin 51 yıl sonra hâlâ genç, hâlâ mücadele alanlarında aramızda (İhsan Çaralan-Evrensel)

Ayaktakiler (Soldan sağa): Kor Koçalak, Hüseyin İnan, Recep Sakın, Mustafa Çubuk, Deniz Gezmiş. Oturanlar (Soldan sağa) Mete Ertekin, Yusuf Arslan, Ercan Öztürk, Semih Orcan ve sedyede Mustafa Yalçıner | Mamak Cezaevi 1971 - Mustafa Yalçıner'in arşivinden alınmıştır.

Bugün 6 Mayıs!

6 Mayıs, 51 yıldan beri artık takvimlerde herhangi bir gün değil; Deniz, Hüseyin, Yusuf günü!

Bugün, Türkiye’nin devrimcilerinin, sosyalistlerinin, emperyalizme karşı olan her siyasi çevrenin onların şahsında, onlardan önce ve sonra devrimci mücadelede hayatını kaybeden devrimcileri anma günü!

Bugün, Türkiye devrimcilerinin emperyalizme, her türden gericiliğe, sömürüye karşı yürüttükleri mücadelenin muhasebesini yaptıkları, devrim ve sosyalizm mücadelesinde bilinçlerini yeniledikleri, mücadele azimlerini biledikleri gün!

Bu yüzden bugün vesilesiyle yapılan etkinliklerde, elbette dünden öğrendiklerimizin ışığında konuşulan dün değil bugündür; nasıl bir gelecek istediğimiz, daha da önemlisi bu geleceği nasıl elde edeceğimizdir!

Bu yüzdendir ki devrimciler, 6 Mayıs haftasına yayılan etkinliklerde 6 Mayıs’ın temsil ettiği değerlerden feyzalmaya çalışırken, gerici güç odakları ve onların sözcüleri ise kendilerinin de emperyalizme karşı olduklarını göstermek için yalanlarını “Denizler bugün olsaydı bizim gibi davranırdı” demeye kadar götürmektedirler.

ANTİEMPERYALİZM SEÇİM MALZEMESİ OLARAK KULLANILMAK İSTENİYOR

Nitekim 2023 6 Mayıs’ının 14 Mayıs’ta yapılacak seçimin öncesine denk gelmesi sahte antiemperyalistlerin seslerini yükseltmesine de yol açtı.

Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan 18 Nisan günü Afyonkarahisar’daki seçim mitinginde “Bizim siyasi hayatımızın tamamı emperyalistlerle ve onların taşeronlarıyla mücadele etmekle geçti” dedi. Cumhur İttifakına destek açıkladıktan sonra AKP listelerinden milletvekili adayı olan DSP Genel Başkanı Önder Aksakal bir adım daha öne çıkarak “Deniz Gezmişler bugün olsaydı Erdoğan’a oy verirdi. Onlar da ABD karşıtıydı” diyerek antiemperyalizm ve “Denizler”in istismarında nerelere varılabileceğini gösterdi. Nitekim Erdoğan’ın hukuk işleri başdanışmanı ve AKP’nin ideologlarından Mehmet Uçum da “2023 seçimlerinde iktidar değişikliği Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe olur” diyerek Erdoğan’a yakın destek verdi.

Tabii ki Erdoğan’ın, Aksakal’ın, Uçum’un birden “emperyalizme karşı mücadeleyi”“Denizleri” ve “tam bağımsızlığı” hatırlamalarının nedeni yaklaşan seçimlerdir.

Bu yüzden de bir yandan en gerici güçlerle iş birliği yapıp emperyalistlerle iş birliğinin envaiçeşidini siyasi maharet olarak propaganda edenler Siyasi hayatımızın tamamı emperyalistlerle mücadele etmekle geçti” demekte de bir sakınca görmemektedir.

EMPERYALİSTLERLE İŞ TUTMAK ANTİEMPERYALİSTLİK DEĞİL, İŞ BİRLİKÇİLİKTİR!

Gerçekte Erdoğan’ın siyasi hayatının tamamı “Siyasi hayatımızın tamamı emperyalistlerle mücadeleyle geçti” iddiasının tam tersidir. Çünkü Erdoğan’ın siyasi geçmiş olarak gösterdiği MTTB ve MSP’nin gençlik örgütü olan “Akıncı Gençlik” örgütlenmeleri, ABD ve Batı emperyalizminin komünizme karşı mücadelesinin en önemli projesi olan “Yeşil Kuşak”ın dayanaklarındandır. Sonraki yıllarda Erdoğan’ın tutumu, Erbakancılığın Batı emperyalizmine değil ama Batı kültürüne, seküler sosyal yaşam tazına karşı olma üstünden bir Batı düşmanlığıdır! Ki bunun emperyalizme karşı mücadeleyle bir ilgisi yoktur.

Nitekim Erdoğan 2002 seçimiyle tek başına iktidar olunca ilk yaptığı (yapacağı) iş, ABD’nin Irak’ı işgal saldırısının Türkiye üstünden yapılmasına destek vermek oldu. Ama hükümet tezkeresi TBMM’de reddedilince Erdoğan ABD tarafında “gerekli liderliği yapamadığı için” eleştirilse de birkaç yıl sonra, İslam dünyasını Batı emperyalizminin bölge stratejisine entegre etmenin projesi olan Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı yapıldı. Erdoğan’ın Türkiye’si Batı emperyalizminin “bölgesel gücü” ve “model ülkesi” oldu. Erdoğan da “Ben GOP’un Eş Başkanıyım” diye yıllarca övündü!

2007 sorasında Erdoğan, “yeni Osmanlıcı aktif dış politika”ya yönelince bölgeye müdahale eden ABD ve Rusya emperyalizmleri arasındaki çelişkilerden yararlanarak “Kırıntılardan pay alma” tutumunu, “büyük diplomasi dehalığı”“emperyalizme karşı mücadele” olarak propaganda etti. Ama gerçekte Erdoğan’ın yaptığı emperyalistler arasındaki rekabetten yararlanma ve bölge gericilikleri arasındaki çatışmalarda taraf olarak “İslam alemine liderlik” iddialarıyla da birleşince Erdoğan’ın emperyalizm karşıtlığı, ABD ve Rusya başta olmak üzere emperyalistlerin bölgeye yeni üsler kurarak, yeni iş birlikçiler bularak bölgeye yerleşmelerine meşruiyet sağlamak oldu.

GERÇEK BİR ANTİEMPERYALİST MÜCADELE DAHA DA ÖNEM KAZANDI

‘60’lı yılların ikinci yarısında ete kemiğe bürünen gençlik mücadelesiyle öne çıkan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in 1972’nin 6 Mayıs’ında darağacı altındaki haykırışlarıyla, bu mücadele antiemperyalizmi de aşarak sömürüsüz, sınıfsız, barış içinde bir dünya amacına bağlandı. Bu binlerce gencin bedelini hayatlarla da ödediği gerçek bir antiemperyalist mücadeledir. O dönemin en yaygın sloganı olan “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” şiarının ifade ettiği antiemperyalizm böyle bir antiemperyalizmdir. Yani ne Erdoğan’ın sahte antiemperyalizminin ne kendi gericiliği ile Denizlerin adını istismar etme çabasının ne de Uçum’un eski solculuğundan kalma tek adam rejimini “tam bağımsızlık” olarak gösterme gayretinin gerçek antiemperyalizmle, gerçek bağımsızlıkla ilgisi yoktur.

Çünkü biliyoruz ki Erdoğan’ın;

  • Batı ve Rusya emperyalizminin savaş alanı yapılan Ukrayna krizinde hem Ukrayna hem de Rusya ile iş tutmasının,
  • NATO’da bütün savaş ve silahlanmaya dair kararlara imza atarken sadece İsveç’in üyeliğine “teröre destek verdiği” gerekçesiyle ayak sürümesinin,
  • NATO’ya karşı Şangay 6’lısıyla, ABD’ye karşı Rusya ya da Çin’le flört etmesinin gerçek bir anti emperyalizmle bir ilişkisinin olmaması gibi liberal sol-sosyal demokrat çevrelerin ABD’ye tepki gösterirken Avrupalı emperyalistlerin “demokratlığı”nı gerekçe göstererek emperyalizme karşı mücadelenin dışında tutmasının da elbette gerçek antiemperyalizmle hiçbir ilgisi yoktur.

GERÇEK BİR ANTİEMPERYALİST MÜCADELE SÖZÜMÜZÜ YİNELİYORUZ

Dahası, “kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm”e karşı olmanın elbette ki kapitalizme karşı mücadeleyle birleşmediğinde başarılı olma şansının olmaması, gerçek antiemperyalizmle sahtelerini ayırmayı kolaylaştırmaktadır.

Nitekim ülkemizde antiemperyalizm mücadelesinin Denizlerin şahsında bir mücadeleyle simgelenmesi ülkemizde antiemperyalizme karşı mücadele için sağlam bir zemin oluşturmaktadır.

Bizlere genç hayatlarını feda ederek sınanmış bir gerçek antiemperyalist mücadele temeli sunan Deniz, Yusuf ve Hüseyin yoldaşlarımızın ve devrimci mücadele içinde hayatını kaybeden devrimcilerin anısı önünde saygıyla eğiliyor, önümüzdeki dönemde daha da önem kazanacak olan gerçek bir demokrasi ve antiemperyalist mücadeleyi daha ileri bir mevziye taşıma sözümüzü yineliyoruz.

Onlar, aramızdan fiziken ayrımlarından 51 yıl sonra da hâlâ genç, hâlâ mücadele alanlarında aramızda!

                                                                /././

"Üç Fidan"sız 51 yıl (BİRGÜN)

68 Kuşağı’nın devrimci önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın 6 Mayıs 1972’de idam edilmesinin üzerinden 51 yıl geçti. Ülkenin bağımsızlığı için mücadele eden Üç Fidan için etkinlikler yapılacak.

6’ncı Filo’yu denize döken; emperyalizme, faşizme, savaşa, açlığa, yoksulluğa karşı mücadele bayrağını ellerinden düşürmeyen Üç Fidan’ın mücadelesi bugüne ve geleceğe ışık tutmaya devam ediyor.

Üç fidan ülkenin bağımsızlığı için mücadele ederken bugün sözde bağımsızlığı savunanların oylarıyla idam edildi. AKP’nin ortaklarından DSP Genel Başkanı Aksakal ‘‘Deniz Gezmişler, üç fidan asıldı. Emperyalizme karşı mücadele eden o yiğitler bugünkü seçimde Recep Tayyip Erdoğan’a oy verirdi" demişti. Ancak Denizlerin idamında Milli Görüş Hareketi’nin de imzası bulunuyordu. ‘‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye’’ diyenleri katledenler bugün Türkiye’nin bağımsızlığından bahsediyor.

ASKERİ DARBE ÖĞRENCİLERİ VURDU

Dünyada sol ve özgürlükçü hareketlerin hakim olduğu ‘68 dönemi’ Türkiye’de de geniş kitleleri etkisi altına aldı. 1969 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin işgaline öncülük eden Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkartıldı, ancak Gezmiş yakalanmaktan kurtulmayı başararak Filistin’e gitti. 12 Mart 1971’de muhtıra ile gelen askeri darbe, öğrenci hareketini hedef tahtasına oturttu. THKO ve Mahir Çayan önderliğindeki THKP-C’nin pek çok üyesi tutuklandı veya öldürüldü. Deniz Gezmiş, Gemerek’te, Yusuf Aslan Şarkışla’da, Hüseyin İnan Kayseri’de yakalandı.

Gezmiş, Aslan ve İnan, savcılığını Baki Tuğ’un üstlendiği, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığındaki Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkeme’de yargılanarak idama mahkûm edildi. Bu dönemde onları kurtarmak için yapılan girişimlerin çoğu sonuçsuz kaldı, hapisten kaçmayı başaran Mahir Çayan önderliğindeki bir grup NATO’ya ait radar istasyonunda çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyeni kaçırarak Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın serbest kalması istemiyle eylem başlattılar, ancak Kızıldere’de kuşatıldıkları evde katledildiler.

ULUCANLAR’DA SABAHA KARŞI İDAM EDİLDİLER

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen idam cezaları TBMM’de 24 Nisan 1972’de yapılan oylamada 48’e karşılık 273 kabul oyuyla kesinleşti. İdam kararları, TBMM Genel Kurulu’nda Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi grubunca, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra idam edilen Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a karşılık olmak üzere "üç - üç" diye tempo tutularak onaylandı. CHP kanadında ise İsmet İnönü ve Bülent Ecevit ile arkadaşları "siyasi suçlarda idam cezasına karşı çıkarak" ret oyu kullandılar.

Deniz Gezmis, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de, bugün müze olan Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde sabaha karşı asılarak idam edildiler. İdam edildiklerinde Gezmiş ve Aslan 25, İnan ise 23 yaşındaydı. 

YURT GENELİNDE ANMALAR YAPILACAK

Üç Fidan, bugün İstanbul Dolmabahçe’de ve Ankara Karşıyaka Mezarlığı’ndaki kabirleri başında anılacak. Üç Fidan için pek çok kentte da anma yapılacak: Adana Çukurova Belediyesi’nin Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan için yaptırdığı Üç Fidan Parkı, bugün saat 14.00’te törenle açılacak. SOL Parti İzmir İl Örgütü de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölümlerinin yıl dönümü olan bugün İzmir Narlıdere’de Bağımsızlık Yürüyüşü gerçekleştirecek. “İşbirlikçi iktidarı gönderiyoruz” sloganıyla yapılacak yürüyüş Narlıdere Semt Polikliniği önünde başlayacak ve SOL Parti Seçim Bürosu önünde sona erecek. Saat 16.00’da başlayacak Bağımsızlık Yürüyüşüne SOL Parti MYK Üyesi ve İstanbul Milletvekili Adayı Alper Taş da katılacak. Yürüyüşün ardından Narlıdere Demokrasi Meydanı’nda saat 17.00’de Ali Asker konseri düzenlenecek. İzmir Bayraklı’da yarın düzenlenecek etkinlikte ise Gezmiş’in hayatını anlatan belgesel gösterimi sunulacak ve Deniz Gezmiş’in ağabeyi Bora Gezmiş, kardeşini anlatacak. Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından organize edilen, Bayraklı Belediyesi tarafından desteklenen etkinlik sonunda da anma konseri düzenlenecek. Bursa’da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı Üç Fidan Gençlik Parkı’nda anılacak.

                                                             /././

Denizlerin antiemperyalizmi, bir de onlarınki (Nuray Sancar-Evrensel)

Bundan 51 yıl önce idam sehpasına çıktığında Deniz Gezmiş’in son sözleri “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi, yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler olmuştu.” Bu beş cümle onun hayatını adadığı davanın kaynağını, seyrini, hedeflerini ve mücadelesinin dayandığı güçleri kısaca özetliyordu.

1920’de partisinin ve ondan kısa bir süre önce de Kominternin kuruluş kongresinde konuşan Mustafa Suphi’nin söylediklerine benziyordu bu sözler. Her ikisi de ülkenin ‘tam bağımsızlığı’ için mücadele etmişlerdi. Dünya halklarını ezen emperyalizme karşı mücadele ile sosyalizm arasında kesintisiz bir bağ kuruyorlardı; bu mücadelenin özneleri olarak ezilen iki ana kesime işaret etmekteydiler: İşçi sınıfı ve köylüler. Hem Mustafa Suphi ve hem de Deniz ve arkadaşları için antiemperyalist mücadelenin içeriği ve koşulları hemen hemen aynıydı.   

Türkiye’de emperyalizme karşı mücadelenin içeriği böyle bir gelenekle şekillendi ve günümüzün koşullarına uygun olarak da gelişti. Her şeyden önce emperyalizm bir dış düşman değildir. Günümüzde hedef ülkelerde sermayenin birikim, yayılım ve dolaşımından ortak fayda sağlayan, kendi gücünü buradan alan yerel kaynaklara dayanarak var olabilir emperyalizm. O yüzden antiemperyalist mücadelenin adresi emperyalizmin ulusal dayanaklarına yönelen bir mücadeledir aynı zamanda. Ama bu mücadelenin hedefi bir hükümeti indirip yerine yenisini getirmekten ibaret değildir. Doğrudan doğruya mevcut devlet cihazına antikapitalist radikal bir müdahaledir. Çıktığı bir televizyon programında Denizleri ve Mahirleri anarak ‘Emperyalizme karşı mücadele eden o yiğitler bugünkü seçimde Recep Tayyip Erdoğan’a  oy verirlerdi’ diyen DSP Genel Başkanı Önder Aksakal doğruyu söylemiyor bu bakımdan.   

Ancak Aksakal’ın, aynı gün Afyon’da konuşurken emperyalizmi dize getirdiğini söyleyen Erdoğan’la arasındaki uyuma bakılırsa, 21 yıldır iktidarda olan ve Türkiye kapitalizmini emperyalist devletlerle çeşitli gerilim düzeylerinde yöneten iktidarın ve destekçilerinin propaganda malzemelerinden biri bu seçim döneminde de içi boşaltılmış bir antiemperyalizm. Erdoğan emperyalizmin finans düzenini yıktığını, IMF’den emir almayı bıraktıklarını, memleketin hakkını yedi düvele karşı savunarak BM toplantılarında ‘Dünya beşten büyüktür’ dediğini söylüyor. Davos’ta da one minute çıkışı yapmıştı.

Bunu söyleyen Cumhurbaşkanının partisinin 21 yıllık iktidarı altında 2022 verilerine göre hazinenin borç stoku ilk 10 ayda 1.1 milyon lira artarak 3.8 trilyon liraya çıktı. Bunun vadesindeki faiz yükü ise 10 ayda 2 trilyon lira artarak 3.4 trilyon liraya ulaştı. IMF’siz uygulanan IMF programları, DB nezareti ve DTÖ bağlamı altında tarım çökertildi. Özelleştirilen kamu kurumlarının yerli-yabancı sermayeye peşkeş çekilmesinden sorumlu olan da aynı iktidardır. Yabancı sermayeye her şey vaktiyle ‘Babalar gibi satıldı.’ Londra tefecilerine el açma işini ilk yapan da bu iktidardır. Sıcak para akışındaki açıkları Körfez ülkeleriyle swap yaparak, sağdan soldan nakit arayarak kapatmaya da uğraştılar.

Erdoğan tribünlere oynamak için yaptığı çıkışları emperyalistlere had bildirmek olarak yansıtıyor. Ondan, o kadar çok ey Amerika, ey Avrupa seslenişi çıktı ki işin iç yüzü ortada olmasa ikna edici de olacak! Ne var ki ABD’ye ya da Avrupa’ya çemkirmek antiemperyalizm demek değildir.  One minute çıkışından sonra İsrail ile tatbikat yapan da, Almanya’ya faşist dedikten sonra Suriyeli göçmenleri içeride tutmak için milyonlarca avro alan da, ‘iki ey’den sonra ABD ne derse onu yapan da onun iktidarıydı.  

Erdoğan’a bir adım ileri iki adım geri, bağırmalı çağırmalı politikanın  uygulanması için elverişli koşulları sağlayan konjonktür, kapitalist kampı ikiye bölen Çin ve Rusya’nın yükselişiydi.  Bu sadece Erdoğan Türkiyesi için değil başka orta büyüklükteki kapitalist ülkeler açısından da bir gerekçeydi. Dış politikanın karşılıklı restlerle, şantaj, tehdit ve yaptırımlar ve ayar vermelerle sürebilmesi, daha büyükler arasındaki paylaşım savaşının şiddetiyle ilişkilendi. Türkiye’nin bir kamptan diğerine sürüklendiği, ikisini birden idare etmeye çalıştığı, her iki kampın ve tek tek emperyalist ülkelerin Türkiye’ye çeşitli nedenlerle ihtiyaç duyduğu böyle bir konjonktürde ne kadar bağırırsan o kadar antiemperyalist görünebilirsin!

Seçime çok az bir zaman kala AKP’nin sözcüleri silah sanayisinin mamulleri ile övünüyorlar. Türkiye’nin bağımsızlığı bu silahlarla ölçülüyor. Parası ödendiği halde ABD’nin rehin tuttuğu F16’ların, ABD’nin şantajıyla hangara çekilen Rus füzelerinin, yine ABD istediği için sessizce limana bırakılan Mavi Vatan projesinin unutulduğu sanılıyor. Ama unutulmuyor işte.

Demek ki Denizler ve Mahirler yaşasaydılar Erdoğan’a oy vermezlerdi… Onlar Dolmabahçe’de altıncı filoyu protesto ederken önlerine barikat kuranların ya kendileri ya soyundan gelenler bugün AKP iktidarının içinde ya da çeperinde. İdam cezasını onaylamak için Mecliste el kaldıranlarla aynı ruh halini ve politik düzlemi paylaşanlar antiemperyalist olamazlar.

Denizlerden miras kalan; hem emekçilerin birikimlerini beşli çetelere, tekellere dağıtıp hem de tekellerin düzeni anlamına gelen emperyalizme karşı olunamayacağıdır. Onların idam sehpasında bize hatırlattığı şudur; ancak işçiler, köylüler ve diğer sömürülenler antiemperyalist mücadelenin öznesi olabilirler. Gerisi hikayedir.



Soner Yalçın’a Sözcü’deki okuru da sormalı: Kılıçdaroğlu’nu elimine etme karargahı olarak gösterilen, RTE’nin “Eski Özel Kalem Müdürü” Hasan Dağcı’nın yalısını yurt edindiğin iddiası doğru mu?-Erol Aral/Evrensel

 

Olması gerekenden hareketle:

Köşe yazarının denetmeni de yayın müdürü ve patronu da okurudur!

Amentümüze dayanarak Sözcü gazetesi okurunu göreve çağırdık:

Yıllardır okuru olduğunuz Soner Yalçın’a siz de sorun(uz), başlıktaki soruyu…

Biz de…

Öyleyse başlayalım…

BAŞLIKTAKİ SUALİMİZ NEREDEN ÇIKTI?

Evvela hafıza tazeleme:

Hızlı bir özetle tozunu alalım hafızaların:

Kılıçdaroğlu, henüz Türkiye’yi cumhurbaşkanlığı adaylığına ısındırma turları atarken diline dolamıştı:

“Beşli çete” de “beşli çete”…

Ayrıcalıklı kamu ihaleleri zengini “çete”nin hortumlarını keseceğini…

Kimi işletmelerinde kamulaştırmaya gid(il)eceğini…

Yurt dışına kaçırdıklarını savunduğu haksız edinilmiş paraları getirip devletin kasasına koyacağını…

Söyledi de söyledi…

Velhasıl; ahdetti ki, ezcümle, “418 milyar doların peşini bırakmayacağım, getireceğim milletin parasını yine millete harcayacağım...”

Kılıçdaroğlu “çete”yi hedefe yerleştirmeye devam ederken, rest de çekiyordu:

“Araya adam koyarak benimle görüşmeye çalışıyorlar… Ama hayır!.. Sakın!.. Asla!..”

Bu arada medyada, “Beşli+”ların, yeni iktidar dönemine hazırlandığı, CHP ile uzlaşma yolları aradığı haberleri çıkmaya…

CHP’ye para yardımı yapma yolları aradıkları…

Kimi CHP faaliyetlerini finanse etme tekliflerinin ulaştırılmaya çalışıldığı…

Vesaire vesaire… söylentileri uçuşuyordu…

Lakin Kılıçdaroğlu ve ekibi milim esnemiyor, esnemeyeceği mesajını kuvvetlice vermeye özen gösteriyordu...

Dahası, zikrettiklerimiz nev’inden fısıltıları faş ederek, kulakları tırmalayanların rivayet olmadığının altı çizilmiş oluyordu…

Kılıçdaroğlu ile uzlaşma kapıları kapandıkça, o malûm “Kılıçdaroğlu kazanamaz” korolarının sesine ses verildi…

Bir intiba olarak ahalinin zihnine işlenmeye başlandı…

[Mühim not: Alınganlık yok!...

CHP ve Millet İttifakı içinde buna sahiden inanan/böyle düşünenleri ve bundan ötürü Kılıçdaroğlu’nun adaylığına mesafeli duran/alenen karşı çıkan samimi endişelileri tenzih ederiz; tabii ki bu bahiste işaret edilen onlar değil…

“Kılıçdaroğlu kazanamaz” inancını köpürterek, adeta “imana” dönüştürmeye teşne, “çete” destekli olduğu iddia edilen goygoycuları hatırlatıyoruz…]

Kah İmamoğlu kah Yavaş öne çıkararak, CHP içine fit atmaya çalışanlar, sadece Sarayın maiyetindeki medya değildi…

Suret-i muhalif görünerek fır dön(dürül)en kimi gazeteci taifesi de -fazla- mesaideydi…

Misal bugünkü kahramanımız Soner Yalçın’ın adı, kimi tasniflerde, sıkı “İmamoğlu destekçisi” hanesine yazılıyordu…

Soner Yalçın’ın İmamoğlu desteği ne kadar sahihti, asıl maksadı CHP’de adaylık yarışı krizin harlamak mıydı? filan, bunlar bir yana…

Kesin olan aday olmasına kesinlikle itiraz ettiği Kılıçdaroğlu’na karşı “düşmanlığı idi -ki halihazırda gemi azıya alarak sürdürüyor bunu- meali, “Erdoğan’dan farkı yok, ne demeye destekleyeceksin Kılıçdaroğlu’nu” demek olan ser yazıları, arşivinde duruyor, Yalçın’ın…

Şimdi uzayan özetimizi toparlayalım:

Kemal Bey’in adaylık ısrarından vazgeçmeyeceği anlaşıldıkça, “havuc”un yanında “sopa” sallama rivayetleri de dolaşıma sokuluyordu…

“Kılıçdaroğlu’na suikast” iddiaları, bu kötücül ihtimallerin en vahşisiydi… (Galiba)

İşte vaziyet bu minvallerde cereyan ederken “şok şok” bir iddia gündeme geldi...

İLK O YAZDI

İddianın sahibi Barış Terkoğlu idi…

Cumhuriyet’teki köşesinde yazdı:

Kılıçdaroğlu’na karşı ‘Yalı Partisi’ (23 Mart 2023)

Akşam da Halk TV’de, ortaklarıyla hazırladığı Sözüm Var programında anlattı…

Son dönem gazeteciliğinin başarılı olduğu kadar verimli isimlerinden Barış Terkoğlu’nu izleyenler bilir…

Tane tane, sakince anlatır…

Yine öyle yaptı:

“Konumuz bir çıkar grubunun hem iktidara hem muhalefete ülke için değil, kendi sermaye gruplarını devam ettirebilmek, kendi çıkarlarını sürdürebilmek için nizam vermeye çalışması. Biz bunu deşifre diyoruz. Birisi o adayı bu adayı desteklemiş; hedefimiz kesinlikle o değil. Kimse yanlış anlamasın… Ben onları deşifre etmek için Yalı Partisi adını buldum.” 

Doğru anlaşılması gereken ne idi?

Terkoğlu’nun anlatımlarından özetleyelim…

Meslektaşımız Ocak (2023) ayında iş çevrelerinde duyduğunu söylediği hadise, şu (idi):

Hasan Dağcı’nın evi olarak bilinen, Beykoz’daki Yalısı’nda bir grup iş adamı toplanıyor…

HASAN DAĞCI KİM?

Sedat Peker ifşalarında adı gündeme gelmişti…

Peker, R.T. Erdoğan’ın “eski özel kalem müdürü” olarak anlatmış ve onun adını anarak inşaat şirketine aldığı ihalelerle çok zengin olduğunu söylemişti…

Sahiden de Hasan Dağcı, sıradan bir yerel gazete çalışanıyken, İBB Başkanlığı döneminde, Erdoğan vasıtasıyla Milli Görüş çevresine dahil oluyor…

Hasan Dağcı’ın Erdoğan’la ilişki biçiminin evveliyatına dair rivayetler muhtelif…

Fakat Dağcı’nın, Erdoğan’a yakınlığı ile bilen Hasan Yeşildağ ve kardeşinin dahil olduğu söylenen bir yapının içinde yer aldığı muhakkak görünüyor…

Nitekim sıradan bir yerel gazete çalışanıyken AKP devrinde memleketin öde gelen zenginlerinden biri olması bunun emaresi kabul ediliyor…

İşte “Cumhurbaşkanı’na yakınlığıyla bilinen, Cumhurbaşkanı’nın bazı ilişkileriyle anılan” bu Hasan Dağcı’nın Beykoz’daki yalısında yapılıyor o kritik toplantı…

Terkoğlu’na anlatılanlar göre, toplantıda, “beşli çete” olarak bilinen kesimden bazı iş adamları yer alıyor…

ÇARK VE ‘DİŞLİ’LERİ…

Yanı sıra, “Kılıçdaroğlu beşli çete diyor ama altı, yedinciler de var biliyorsunuz”, onlardan da katılım var toplantıya…

Ayrıca, “Cumhurbaşkanı’nın yakın bir akrabası var, diye yazdım”, sonra “15 Temmuz’un liderliğin içeride olan Mehmet Dişli ile sonrasında büyükelçi yapılan kardeşi Şaban Dişli ailesinin bir ferdi” ile “Meşhur Kazancı var… Daha önce Beyaz Enerji davasından hatırladığımız Cemil Kazancı var” toplantıda…

Hasan Dağcı’nın yalısındaki hazirunun bileşim böyle…

Peki gündem… mevzu ne?..

Şu:  

Kurdukları çarkın dönmesi için Tayyip Erdoğan’ın kazanmasının şart olduğunu, ama hani olur da muhalefet kazanacak olursa o isim 418 milyarın peşine düşen Kemal Kılıçdaroğlu olmasın!..

Bunu konuşuyorlar:

Nasıl engelleriz Kılıçdaroğlu’nun adaylığını!... [1]

Da… Sadede gelsek, sandığın kadar unutkan değiliz, bunları zaten biz de biliyoruz, diyecek okur, sorabilir:

SONER YALÇIN NERESİNDE BU İŞİN?

Toplantıda o da mı var, derseniz, tabii ki hayır… (Öyle bir bilgi dillendirilmedi şimdiye kadar; zaten yapılan patronlar buluşması, belki danışmanlar antrede bekliyordur, bilemeyeceğim!..)

İddiaya göre, Soner Yalçın’ın alakası, “Kılıçdaroğlu’nu nasıl engelleriz” karargahına ev sahipliği yapan yalıdaki mangal partileri ile...

Daha doğrusu (yine iddiaya göre) Soner Yalçın meğer, “kafa dağıtmak” için bir süreliğine yurt dışına taşınan Hasan Dağcı’nın o yalısına taşınmış…

Kim bilir belki de…

Hasan Dağcı, muhtemelen “Hem yalıya sahip çıkarsın, ışığı sönmesin yokluğumda, uğursuzluk getirir kanka” diyerek, Soner Yalçın’a bırakmış yalısını ..

Yalçın da Levent’teki villasından (orada da bir ara belediye ile işler karışmıştı galiba ya ne olduysa artık?!) Hasan Dağcı’nın yalısına taşınmış…

Samimiyet kavi olunca, sual hasıl oluyor tabiatıyla:

YALÇIN, DAĞCI İLE SADECE ARKADAŞ MI, ORTAKLIK DA VAR MI?

Bilmiyoruz…

Belki, “Soner Yalçın KRT’yi Tuncay Özkan’a kaptırdı ama TV alacak/kurmak için arayışta” rivayetleriyle alakası var, bilmiyoruz…

Biz ‘yalı’ya dönelim…

Dedik ya iddia:

Soner Yalçın esasında “aşırı tutumlu” olmasına rağmen Hasan Dağcı’nın yalısında etrafını toplayıp mangal partileri düzenliyormuş – ki yine rivayete göre zaten “yalı” da partilere pek aşinaymış; hep “mangal”lı mı oluyormuş bu partiler, orası biraz muğlak …Ama diyenlerin yalancısıyız; zaman zaman AKP’li mutaassıpların şimşeklerini çektiği de -iftira değilse- yazılıp çizilmişti bir ara…

Her ne ise…

Ben Soner Yalçın’ın, Hasan Dağcı’nın bu Beykoz’daki yalısına hicret ettiğini ilk defa Tele 1’de, Gökmen Karadağ’ın (4 Nisan 2023) programında duydum…

Bilahare anladım ki meğerse onlar da (galiba) ilk kez KRT TV’deki yayımlardan duyduklarını, okuduklarını tartışıyormuş, “Acaba doğru mu?”yu sual ederek, “Soner Yalçın mutlaka açıklık getirmeli” temennisinde bulunarak… (Öyle değil sayın hafıza!)

KRT TV’nin yayımlarındaki iddiaları özetlemiş oldum; uzatmayayım müsaadenizle…

Ötesi ve detayları için KRT TV’deki haberlerin linklerini -eleştirel gözle okumanız hararetle tavsiye ederek- bırakıyorum [2] …

Bu arada zaten Hasan Dağcı ve çevresi ile Soner Yalçın’ın muhabbeti olarak yayımladıkları fotoğrafı (bir mani yoksa biz de sayfamızda) yayımlamış olacağız…

Olacağız ama şuna bakalım:

Hadisemizin “kahramanı” Soner Yalçın ne diyor bu iddialara dair?

Ben mi kaçırdım diye etrafa da sordum soruşturdum; yok, bu mevzuya dair yalanlama ya da izah çabası; hiçbir şey yazmadı, Soner Yalçın...

Hiçbir şey, dedim, ama düzelteyim, bir ara, meselenin gündeme getirilmesinin yanlışlığını ima eder gibiydi...

İDDİALARI YALANLAMAK DURURKEN, GÜNDEME TAŞIYAN GAZETECİLERİ 

‘KULLANIŞLI ÇÖMEZ’LİKLE İTHAM EDİYOR

Soner Yalçın, saldırarak savunmaya geçtiği (5 Nisan 2023) yazısında, Terkoğlu’nun gündeme getirdiği iddiayı saçma buluyor...

Çünkü O’na göre, Erdoğan zaten karşısında Kılıçdaroğlu’nu görmek istiyordu…

Ama:

“Bir grup cazgır koro dedi ki:

- “Beşli çete, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemek için yalıda toplantı yaptı.”

Saçmaydı… Zira, Soner Yalçın muhakemesi:

“Beşli çete, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını önlemek için mi çalıştı? Yoksa aksine, aday olması için mi çaba sarf etti?”

Yalçın’ın cevabı, tabii ki, “aday olması” için…

“Zaten bunları yazanlar da kullanılmaya müsait çömez gazeteciler[idi]”

“Çömez gazeteciler” kim ola ki?..

Oda TV’nin genel yayın yönetmenliğinden gelen Barış Terkoğlu mu, mesela?

Her ne ise…

Soner Bey nerede savunuyor bunları?

Sözcü’de ve aynı gün Oda TV’de yayımlanan yazısında...

Sözcü gazetesindeki yazının başlığı, “Köstebek kim?” (5 Nisan 2023)

Oda TV’de aynı yazı, “CHP genel merkezindeki kim bu köstebek… On milyonlarca dolar peşinde” başlığını alıyor…

Ama dediğim gibi, şimdiye kadar Hasan Dağcı ve “çete” ile ilişkisine dair şimdiye dair doğrudan bir şey yazmadı…

Lakin yazmalı… Açıklamalı:

Soner Yalçın…

Başlıktaki soru doğru mu?

Hasan Dağcı’nın yalısına taşındığın iddiasına ne diyorsun?

Doğru ise…

“MUHALİF” KİSVELİ BİR GAZETECİ OLARAK, SARAYIN GÖBEĞİNDEN, AKP DEVRİ ZENGİNLERİNDEN HAYLİ TARTIŞMALI BİR İSİMLE NASIL BİR HUKUKUN VAR/OLABİLİR?

- Varsa- bu samimiyet, “o kadar kutuplaştı ki, bir AKP’li ile arkadaş olmak garipseniyor” mealinden sade suya tirit laflarla izaha kalkmak akla ziyan sayılmaz mı?

Bu ilişki Sözcü’de yazıp çizdiklerine, Oda TV’nin yayın çizgisine yansıyor mu? Hiç mi?! 

Açıklarsa öğreniriz…

Atlamayayım; kaçırmayayım beni de haberdar edin lütfen...

Ben de sizin için yukarıda atıf yaptığım Soner Yalçın yazısını kurcalayayım:

KÖSTEBEK KİM?

Soruyu, daha doğrusu soruyu doğuran tespiti Fatih Altaylı yapmıştı (mealen):

İktidarın muhalefet partilerinde ve muhalif medyada köstebekleri var…

Çoğumuz gibi Soner Yalçın da ciddiye almış iddiayı…

Bunun üzerine yazmış...

Ama nedense “Muhalif görünümlü iktidar köstebeği gazeteci” mevzusuna girmemiş...

(hiç…)

Tuhaf değil mi, bir “araştırmacı gazeteci”nin “Köstebek gazeteci kim?” sorusuna takılmaması?

Dahası soruyu, hedefi (CHP içine fitne sokma) doğrultusunda, dikkatleri ana muhalefete ve elbette KRT TV meselesinden “taktığı” konuşulan (ismini anmadan) Tuncay Özkan’a çekmemeye gayret etmiş…

İktidar köstebeği gazeteci kim? sorusunun adeta üstünü örtmüş…

Neden?

Biraz da bu kışkırttı beni…

Bakındım etrafa…

En çok da Soner Yalçın’ın yazılarında iz aradım…

‘Sobe’ledim galiba; bakalım siz de hak verecek misiniz bana? 

Kendi yazılarından şahit göstereceğim, Soner Yalçın’ın muhalif Sözcü’de nasıl ince ince muhalefete karşı psikolojik harekat kokan hilebazlıklar döşendiğini…

Nasıl Sosyalist değerleri, mesela Hikmet Kıvılcımlı’yı dahi “5’li çete”yi savunmada kullanmaya kalktığını, “çete”cileri “ulusalcı” donuna büründürerek nasıl aklamaya çalıştığını göstereceğim…

Öyleyse sorumuzu bırakıyorum, siz de ‘acaba’ gözüyle bakın, yazılıp çizilenlere:

SARAYIN MUHALİF MEDYADAKİ KÖSTEBEKLERİ KİM(LER)?

SONER YALÇIN, SARAY REJİMİ LEHİNE, BİLHASSA ATATÜRKÇÜ/ “YURTSEVER” 

MUHALEFET İLE BAŞTA MİLLET İTTİFAKI, KILIÇDAROĞLU ADAYLIĞINI KARŞI 

KARŞIYA GETİRME HESABIYLA KAMPANYA YÜRÜTEN “KÖSTEBEK” OLABİLİR Mİ?

Cevabını yazdıklarında arayacağız…  

Mani çıkmazsa gelecek yazıda…

Tele 1’de dün akşam (4 Nisan 2023) enteresan bir iddia dillendirildi… Barış Terkoğlu’nun bir süre önce Cumhuriyet’te yazdığı, Halk TV’de anlattığı “Yalı Partisi” komplo hazırlığı haberinin devamı mahiyetindeydi…


[1] Bilgiler ve tırnak için gösterilen Tekoğlu’nun sözleri için, bkz. Barış Terkoğlu ‘Kılıçdaroğlu’na karşı yalı partisi’ planını anlattı - YouTube, ilk 4:48 dakikalık kısım…

[2] ‘Yalı Çetesi’nden Soner Yalçın çıktı - KRT TV

5’li çete iktidar gücü ile ‘Yalı Çetesi’ haberimize erişim engeli getirtti - KRT TV

 Adnan Bulut, Soner Yalçın’ın 5’li çete için yaptığı ‘haciz operasyonu’nu belgeleriyle ortaya çıkardı - KRT TV