11 Mayıs 2023 Perşembe

Orta gelir tuzağı ve güneşimizi çalanların sofrası + En zengin yüzde 20'nin toplam gelirden aldığı pay son 16 yılın zirvesinde + Sömürünün tablosu: Holdingler kârlarını katlamaya devam ediyor

 Orta gelir tuzağı ve güneşimizi çalanların sofrası (Evin Nagehan-soL / Görüş)

Bir taraftan 'yoksul' bir ülke olduğumuz 'kaynak sorunumuz' olduğu iddia ediliyor, bir tarafta da Forbes dergisinin yayınlandığı milyar dolar zenginleri listesinde girenlerimizin holdingleri var.


Erdoğanlı AKP iktidarı dönemi boyunca en çok dillendirilen iddialardan biri de aynı gemide olduğumuzdu. Bu iddiaya sadece Erdoğan’ın partisi değil, aynı zamanda düzen muhalefeti de sahip çıkıyor, 15 Temmuz 2016 sonrasında olduğu gibi, AKP’yle yan yana gelip resim vermekten de çekinmiyordu. Bu yaklaşıma göre dış politika ve iç politika da ayrı meselelerdi. Dışarıya karşı Türk milleti bütün iç husumetlerini bir kenara bırakıp aynı geminin güvertesinde kol kola girmeliydi.

İşçisiyle patronuyla aynı geminin yolcuları olduğumuza dair iddia sadece siyasi değil ekonomik düzlemde de sürekli yeniden üretiliyor. Liberal ve milliyetçi ideolojilerin çeşitli ölçülerdeki karışımlarından türeyen ekonomik yaklaşımlara göre sınıfsal meselelerimiz yok, çünkü zaten işçi sınıfı ve kapitalistler diye bir ayrım yok. Finansal ve finansal olmayan şirketler, hanehalkları, devlet ve dünyanın geri kalanı var. Ya da başarılı girişimciler ve başarısız olanlar var. Bu çerçeveden dünyaya bakmamızı isteyenlere göre ekonomik sorunlar ulusal, kurumsal, bireysel, kültürel, coğrafi nedenlerden, eğitim eksikliğinden, demokrasinin gelişmemesinden kaynaklanıyor.

Fakat 2008 ve 2020 krizlerinden sonra daha çarpıcı bir şekilde gündeme gelen yoksulluk, gelir ve servet eşitsizliği, işsizlik, enflasyon gibi meseleler sermaye sınıfıyla emekçi halkın aynı gemide olmadığını her zamankinden daha güçlü bir şekilde hatırlattı. Hatırlatmakta ve unutmamakta fayda var, ülkemizde ve dünyada kapitalizmin ortaya çıkardığı eşitsizlik inanılmaz boyutlara ulaştı: Türkiye’de 2021 yılında en zengin yüzde 1’lik dilimdeki ortalama kişi en düşük gelirli yüzde 50’lik dilimdeki ortalama yurttaşın 66 katını kazandı. Bu en zengin dilimde yer alan ortalama kişi, aynı zamanda Türkiye’nin en düşük gelirli yarısında yer alan ortalama yurttaşın 580 katı servete sahip. Çeşitli kriterlere göre hesaplanan yoksulluk oranı ise yüzde 9 ile 29 arasında değişiyor.

Muhalefetin dilinde işlevsel bir kavram: Orta gelir tuzağı

Liberal ve milliyetçi ideolojilerin bir amalgamını benimseyen iktisatçıların icat ettikleri kavramlar ve teoriler çoğu zaman yoksulluk, eşitsizlik, işsizlik gibi meseleleri açıklayabildikleri için değil, bunların esas sebeplerinin üzerinden atlayıp tartışma düzlemini düzenin sahipleri için yeterince güvenli bir alana çektikleri oranda akademik alanda rağbet görüyor ve gündemimize girmeyi başarıyorlar. 2008 krizinden bir süre önce ortaya atılan ‘orta gelir tuzağı’ kavramı da bu işlevselliğiyle ön plana çıkanlardan. Altılı Masa’nın Ortak Mutabakat Metni’nde de dillendirilen, İYİP, CHP ve DEVA’nın kendi metinlerinde de altı çizilen bu kavrama yakından bakalım.

Dünya Bankası’na göre ülkeler belli bir metodolojiye göre hesaplanan kişi başına düşen gayri safi milli hasılalarına (GSMH) göre düşük, alt-orta, üst-orta ve yüksek gelirli diye tasnif ediliyorlar. Birçok Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkesi ile birlikte Türkiye’nin de üst-orta gelirli bir ülke olarak içine dahil edildiği, on yıllardır alt veya üst orta kategorisinde yer alan ve yüksek gelirli kategorisine çıkamayan ülkeler ‘orta gelir tuzağına’ yakalanmış sayılıyorlar. Bu haliyle pek bir şey açıklamayan, ilk defa 2007 yılında iki Dünya Bankası iktisatçısı tarafından kullanılan bu kavramın içi daha sonra farklı şekillerde doldurulmaya başlanıyor. Bu ‘içini doldurma’ işlemi ise pek de tutarlı ve sistematik bir şekilde gerçekleşmiyor. Anaakım/ortodoks/neoklasik/liberal iktisatçılar ülkenin orta gelir tuzağına düşmesini yüksek ücretler, tasarrufların düşük olması, teknolojinin yeterince gelişkin olmaması, ihracatın düşük katma değerli ürünlerle yapılması gibi nedenlere bağlıyorlar. Bunların orta gelir tuzağı olarak adlandırdıkları durumun tanımı mı yoksa sebebi mi olduğu ise belli değil…

Burada tek tek bu argümanları ele almayacağız fakat temel bir hatırlatmayla başlamamız gerekiyor. Bir ülkenin ne toplam geliri ne de kişi başına düşen geliri tek başına bu toplam gelirin nasıl dağıldığına dair bir bilgi vermez. Fakat bu gösterge aynı gemide olduğumuz hissini bize tekrar tekrar yaşatmak açısından işlevseldir. Ülkeler birbirleriyle karşılaştırılır, düzen siyasetçileri ‘milli gelirimizin’ arttığını her müjdelediklerinde biz de cebimize daha zengin olduğumuz yanılsamasına kapılırız. Oysaki zenginin daha da zenginleştiği bir küresel ekonomik düzende kişi başına gelirin artarken ücretlerin yerinde sayması veya düşmesi, emekçi halkın genel durumun iyiye gittiğinin değil, daha da fazla sömürüldüğünün kanıtıdır. Türkiye’nin ‘orta gelir tuzağına yakalandığı’ söylemi ise bu sömürüyü gizlemeye yaramaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Meselenin bir de emperyalizm boyutu var tabi ki. Türkiye ekonomisinin yüksek teknolojili ürünler üretememesinin nedenleri beşerî sermaye, demokrasinin gelişmemesi, girişimciliğin eksik olması vs. gibi nedenlere bağlanırken ülke ekonomisinin dünya kapitalizmiyle ilişkisi ve kapitalist iş bölümü dikkatlerden kaçırılıyor. Orta gelir tuzağıyla söze başlayanlar, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığının, AB(D) emperyalizminin güdümünde şekillenen bir sanayi altyapısının kurulmuş olduğunun, yine bu doğrultuda tarımın tasfiye edildiği ve hizmet sektörünün şişirildiği gerçeklerinin üzerinden de atlıyorlar.

Tuzağa yakalanmayanlar

Oysaki ülkemizde nedense(!) herkes bu ‘orta gelir’ tuzağına düşmüyor. Bir ülke olarak tuzağın içinde hapsolduğumuz ve aynı gemide olduğumuz iddia edilse de gemisini küresel denizlerde yüzdüren niceleri var. Bir taraftan ‘yoksul’ bir ülke olduğumuz ‘kaynak sorunumuz’ olduğu iddia ediliyor, bir tarafta da ‘gurur duymamız gereken’, Forbes dergisinin yayınlandığı milyar dolar zenginleri listesinde girenlerimizin holdingleri, o holdinglerin sahibi sülaleler var. Devir belki uzun bir süredir Erdoğan’ın ve yeni zengin ettiklerinin de sülalelerinin devri. Lakin ondan daha köklü olan, Erdoğan’ı öne sürüp daha büyüğünü götüren sülaleler adlarının geçmemesinden memnunlar, kendilerini anmayanlardan da…

Forbes dergisinin 2023 verilerine göre küresel zenginler listesinde yer alan 2640 dolar milyarderinden 26 tanesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. ‘Orta gelir tuzağı’ kavramının emekçi halkımız için neden hiçbir anlam ifade etmediğini göstermek için Dünya Bankası’nın yüksek gelir kategorisinde yer alan bazı ülkelerdeki milyarderlerin sayısına bakalım: İspanya 27, Norveç 12, Avusturya 11, İrlanda 9, Finlandiya, Polonya ve Şili 7, Romanya ve Yunanistan 6, Belçika 4, Macaristan 3, Umman 2, Portekiz 1. Demek ki emekçi halkımız dünya ölçeğinde bakıldığında orta gelir seviyesinde kalırken, Türkiyeli dolar milyarderlerimiz çoktan küresel zenginler liginde yerlerini almışlar.

            Tablo: Forbes 2023 Listesi’ndeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dolar milyarderleri

Listede aynı aileden olanlar veya aynı servetin ve holdingin ortakları ayrı ayrı ele alındığı için en başta Koçların en başta yer almamış olması yanıltmasın. 2021 yılında Türkiye’nin en büyük 10 şirketinden 4’ü olan TüpraşFordArçelik ve Tofaş Koçların…Tüpraş ise AKP iktidarı tarafından Koçların sülalesine verilene kadar 2006 yılına kadar halkımızındı.

Güneşin değil güneşimizi çalanların sofrası

Yazımızı bitirirken iki çift sözümüz var. İlki, orta gelir tuzağına yakalanmayıp Forbes’un küresel dolar milyarderleri listelerine girerken emekçi halkımıza yoksulluğu, eşitsizliği reva gören tekellerin sahiplerine:

“Yoldaşlar, bize ışığını veren güneşi seviyoruz, fakat zenginler ve saldırganlar güneşi tekellerine almaya kalkarlarsa şunu söylemeliyiz: Güneş sönsün, sonsuz gecede karanlık hüküm sürsün!’.”

Troçki bu sözleri 1918 Eylül’ünde Kızıl Ordu’nun Kazan’a girmesinden sonra Kazan Tiyatrosu’unda halka seslenirken söylüyor. Bu satırların hemen öncesinde ise şu cümleleri:

‘Bilime, sanata, kültüre değer veriyor ve bunları tüm okul, üniversite ve diğer kurumlarıyla beraber halk için erişilebilir kılmak istiyoruz. Lakin sınıf düşmanlarımız bütün bunların halk için değil de sadece kendileri için olduğunu bir kez daha göstermeye kalkarlarsa, şunu söylemeliyiz: ‘Bilim ve sanat yok olsun, tiyatro yok olsun!’

Bu ikincisi de bu tekellerin en önemlilerinden olan, 12 Eylül 1980’nin darbesinin lideri Kenan Evren’e mektup yazıp ‘Emrinize amadeyiz’ diyen Vehbi Koç adına verilen ödülü alan Genco Erkal ve güneşimizi çalanların sofralarına oturan diğerlerine…

                                                             /././

En zengin yüzde 20'nin toplam gelirden aldığı pay son 16 yılın zirvesinde (soL)

TÜİK'in gelir dağılımı istatistiklerine göre ülkede en zengin yüzde 20'nin toplam gelirden aldığı pay yüzde 48'e yükselirken, en yoksul yüzde 20'nin payı ise yüzde 6'ya geriledi.

Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 48'e yükseldi, son 16 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 6'ya geriledi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022 yılına ilişkin "Gelir Dağılımı İstatistiklerini" açıkladı.

Hane halkı kullanılabilir gelirinin, hane halkı büyüklüğü ve kompozisyonu dikkate alınarak hesaplanan eşdeğer hane halkı büyüklüğüne bölünmesiyle elde edilen "eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine" göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2022'de bir önceki yıla kıyasla 1,3 puan artarak yüzde 48 oldu.

En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 6'ya geriledi.

Gini katsayısı arttı

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1'e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı, 2022'de bir önceki yıla göre 0,014 puan artışla 0,415 olarak tahmin edildi. Böylelikle Gini katsayısı 2009 yılından beri, 1'e en yakın değeri aldı. Tüm sosyal transferler hariç tutulduğunda Gini katsayısı 0,487, emekli ve dul yetim maaşı dahil diğer tüm sosyal transfer gelirleri hariç tutulduğunda ise 0,423 olarak tahmin edildi.

En zengin ile en yoksul arasındaki uçurum artıyor

Toplumun en yüksek gelir elde eden yüzde 20'sinin elde ettiği payın en düşük gelir elde eden yüzde 20'sinin elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı 7,6'dan 7,9'a, gelirden en fazla pay alan yüzde 10'unun elde ettiği gelirin en az pay alan yüzde 10'unun elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P90/P10 oranı ise 13,7'den 14,2'ye yükseldi.

Türkiye'de yıllık ortalama hanehalkı kullanılabilir geliri yüzde 28,3 artarak 2022 yılı anket sonuçlarına göre 98 bin 416 TL oldu.

Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri bir önceki yıla göre %30,1 artarak 37 bin 400 TL'den 48 bin 642 TL'ye yükseldi.

Yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirlerinde en yüksek gelir, geçen yıla göre 13 bin 257 TL artarak 62 bin 554 TL ile tek kişilik hanehalklarının oldu. Çekirdek aile bulunmayan birden fazla kişiden oluşan hanehalklarının yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 60 bin 696 TL iken tek çekirdek aileden oluşan hanehalklarında bu değer 49 bin 902 oldu. En düşük yıllık ortalama eşdeğer kullanılabilir hanehalkı fert gelirine sahip hanehalkı tipi ise 36 bin 210 TL ile en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalkları oldu.

Ücret ve sosyal transfer geliri azaldı, 'müteşebbis' geliri arttı

Toplam gelir içerisinde en yüksek payı yüzde 46,2 ile bir önceki yıla göre 0,9 puan azalan maaş ve ücret geliri aldı. İkinci sırayı yüzde 21,0 ile önceki yıla göre 3,5 puan artan müteşebbis geliri alırken üçüncü sırayı yüzde 20,2 ile önceki yıla göre 3,7 puanlık azalış gösteren sosyal transfer geliri oluşturdu.

Tarım gelirinin müteşebbis geliri içindeki payı yüzde 19,8 olurken, emekli ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı ise yüzde 89,8 olarak gerçekleşti.

Eğitime göre gelir payı

Yıllık ortalama esas iş gelirleri sırasıyla yükseköğretim mezunlarında 87 bin 451 TL, lise ve dengi okul mezunlarında 62 bin 835 TL, lise altı eğitimlilerde 46 bin 916 TL, bir okul bitirmeyenlerde 34 bin 755 TL ve okur-yazar olmayan fertlerde 25 bin 406 TL olarak hesaplandı. Geçen yıla göre yıllık ortalama esas iş gelirinde en yüksek artış yüzde 34,1 ile bir okul bitirmeyen, en düşük artış ise yüzde 28,1 ile okur-yazar olmayan fertlerde oldu.

En düşük yıllık ortalama gelir tarımda

Esas iş gelirleri sektörel ayrımda incelendiğinde; en yüksek yıllık ortalama gelirin 66 bin 072 TL ile hizmet sektöründe, en düşük yıllık ortalama gelirin ise 46 bin 106 TL ile tarım sektöründe olduğu görüldü. Bir önceki yıla göre; yıllık ortalama esas iş gelirinde en yüksek artış yüzde 41,3 ile tarım sektöründe gözlenirken, bunu yüzde 35,5 ile inşaat sektörü izledi. Diğer taraftan sanayi sektöründe yüzde 32,1, hizmet sektöründe ise yüzde 29,1 artış gözlendi.

En yüksek artış patronlarda, en düşük artış ücretlilerde

Yıllık ortalama esas iş gelirleri sırasıyla işverenlerde 220 bin 482 TL, kendi hesabına çalışanlarda 58 bin 697 TL, ücretli maaşlılarda 56 bin 899 TL ve yevmiyelilerde 25 bin 632 TL olarak hesaplandı. Geçen yıla göre en yüksek artış yüzde 61,8 ile işverenlerde, en düşük artış ise yüzde 21,5 ile ücretli maaşlılarda oldu.

En düşük gelir Van, Muş, Bitlis, Hakkari'de

Son yapılan araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2022 yılında 48 bin 642 TL iken, İBBS 2. Düzey bölgeleri itibarıyla en yüksek olduğu bölge 69 bin 904 TL ile TR10 (İstanbul) bölgesi oldu. Bu bölgeyi, 59 bin 798 TL ile TR51 (Ankara) bölgesi ve 59 bin 272 TL ile TR31 (İzmir) bölgesi izledi. En düşük yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri ise 23 bin 063 TL ile TRB2 (Van, Muş, Bitlis, Hakkari) bölgesinde gerçekleşti.

En yüksek gelir eşitsizliği İstanbul'da

Son yapılan araştırma sonuçlarına göre P80/P20 oranı Türkiye'de 7,9 iken, bu değerin en düşük olduğu İBBS 2. Düzey bölgeleri 4,5 ile TRB1 (Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli) ve TR81 (Zonguldak, Karabük, Bartın) olurken bu bölgeleri 4,9 ile TR42 (Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Yalova) bölgesi izledi.

P80/P20 oranının en yüksek olduğu İBBS 2. Düzey bölgeleri ise 8,1 ile TR10 (İstanbul), 7,9 ile TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) ve 7,4 ile TR52 (Konya, Karaman) oldu.

İlk yüzde 10'dakiler zenginleşirken, son yüzde 10'dakiler daha da yoksullaştı

Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasının panel bir çalışma olması nedeni ile ilk defa bu yıl yıllar itibarıyla geçiş istatistikleri üretildi.

Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre sıralı yüzde 10'luk gelir grupları itibarıyla fertlerin bir önceki yıla göre yüzdelik geçişleri incelendiğinde; bir önceki yılda birinci yüzde 10'luk grupta olan fertlerin 2022 yılında yüzde 55,4'ünün, son yüzde 10'luk grupta olan fertlerin ise yüzde 70,5'inin gelir grubu değişmedi. Ayrıca 2021 yılında birinci yüzde 10'luk grupta olan fertlerin yüzde 23,7'sinin 2022 yılında gelir grubu birden fazla yükseldi. Son yüzde 10'luk grupta olan fertlerin ise yüzde 8,3'ünün gelir grubu birden fazla düştü.

                                                                  /././

Sömürünün tablosu: Holdingler kârlarını katlamaya devam ediyor (soL)

Sabancı, Koç, Anadolu ve Eczacıbaşı'nın kâr oranlarını defalarca katladığını gösteren tabloyu paylaşan Serdal Bahçe 'Ne istihdamlarında anlamlı bir artış var ne de üretken kapasitelerinde' dedi.

AKP döneminde holdingler kârlılıklarını arttırdılar, yeni yatırımlarla kazandılar. Holdinglere ve onlara kazandırmaya devam eden politikalara dokunulmadığı sürece 14 Mayıs'tan sonra da holdinglerin iktidarı sürecek.

Emekçiler daha fazla yoksullaşırken 2022'de holdingler kârlarını 3-4 katına çıkardılar.

soL yazarı, iktisatçı Serdal Bahçe 2022'de Sabancı, Koç, Anadolu ve Eczacıbaşı holdinglerinin katlanan kâr oranlarına ilişkin bir tabloyu paylaştı.

Sömürüdeki artışı gözler önüne seren tabloya ilişkin Bahçe "anaakım iktisatçılara" da bazı sorular yönelterek "Anaakım iktisat ne yazık ki alıklaştırıyor" diye belirtti.

Bahçe, dört holdingin 2022 kârları ve kâr artış oranlarını gösteren tabloyu sosyal medya hesabından şu ifadelerle paylaştı. 

"Aşağıda memleketimizin ensesi kalın göbeği büyük holdinglerinin 2021 ve 2022 kârları ve kâr artış oranları var. Bu arada 2022 yılı TÜİK TÜFE enflasyon oranı % 72 ve ÜFE enflasyon oranı ise % 128.

Anaakım iktisatçılara sorun bakalım şu artışın maliyetlerdeki artışlarla ya da talepteki artışla bir ilgisi var mıdır? Anaakım iktisat ne yazık ki alıklaştırıyor.

Anaakım iktisatçı şöyle itiraz edebilir: 'Ama kapasitelerini ve istihdamlarını arttırmış olabilirler'. Faaliyet raporlarına göre bu itiraz yersizdir çünkü ne istihdamlarında anlamlı bir artış var ne de üretken kapasitelerinde. AKP dönemi ekonomi politiği."

(soL)



Sinop Kalesi: Antik Kent mi Alkadraz mı? - soL/Özel

 


'Sabahattin Ali’nin ve Hasan Heybetli’nin sırtını dayadığı duvarlara' sahip olmasıyla pazarlanan hapishane-müze projesi, elde ettiği popülerliği kültür turizmi adı altında ranta dönüştürecek.

Sabahattin Ali’nin Aldırma Gönül şiirinde anlattığı Sinop Tarihi Cezaevi, restorasyon çalışmaları sırasında kale surlarının delinerek kapı açılması ve dışarıdan erişim için yerleştirilen demir merdiveniyle bir kez daha gündeme geldi. Tartışmaların merkezinde, yapının bazı dizi ve filmlerde mekan olarak kullanılması nedeniyle popüler kültürün malzemesine dönüşmesi ve içinde yer aldığı antik yerleşke bağlamından koparılarak ranta kurban edilmesi yer alıyor.

Yeni cezaevi müzesinin 24 saat gezilebilir ve alışveriş yapılabilir bir mekan olacağı, böylece tarihi hafızadan koparılmış bir tüketim aracı haline geleceği söyleniyor. Kent hafızası ve kültürel mirasının korunması için bir araya gelen kent sakinleri ise, mücadelelerini farklı dernek ve platformlar altında uzun yıllar sürdürdükten sonra KENTSAV adıyla kurdukları dernekle kentin tarihi kültürel dokusunu ilgilendiren faaliyetleri, imar planlarını yakından izliyor.

Sinop Antik Kenti

Sinop, çok eski dönemlerden beri Karadeniz’in deli dalgalarıyla karşı karşıya gelenlerin sığındığı doğal bir liman. Kent Helenistik dönem ızgara planlı sokaklar, kale burçları, Roma, Bizans, Selçuklu gibi değişik dönemlere ait surlar, tarihi hamam, kilise ve benzeri yapı kalıntılarına sahip. Kazı çalışmalarında elde edilen birçok eser kent müzesinde sergileniyor ve Türkiye’deki birçok müzede olduğu gibi depolarında sergilenenden çok daha fazlası bulunuyor. Sinop kent merkezinin sahilden tepeye dev bir antik kent üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün.

Tarihi Sinop Kalesi’nin limana bakan sur içi, 1853 Paris Anlaşması'yla Karadeniz’in askeri üs ve tersanelerden arındırılması ilkesi gereği tersanesinin kapatılmasıyla zindan olarak kullanılmaya başlandı. Zamanla ek binalar yapılarak cezaevine ve 1997’de de müzeye dönüştü. 2020’de Avrupa Birliği’nin desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon kapsamına alındı.

                                                      Tarihi tersane girişi

                                                          Tarihi tersane girişinden bir başka görünüm

Sinop Tarihi Cezaevi kimileri için Türkiye’nin Alkadraz’ı, kimilerine göre ise binlerce yıl önce inşasına başlanıp zamanla eklenen yapıları, üzerinde 7 kapı, kayıkhane girişi ve 11 burçlu kalesi, uzantısında Balatlar Kilisesi ile buluşan antik bir yaşam alanının parçası.

Miras kime ait? İlerlemeye mi utanca mı?

Restorasyonu "Tarihi Cezaevi" kavramıyla sınırlandıran proje, çağlar boyu varlığını korumayı başarmış Sinop Kalesi ve antik yaşam alanını görmezden geliyor. “Sabahattin Ali’nin ve Hasan Heybetli’nin sırtını dayadığı duvarlara” sahip olmasıyla övünülerek pazarlanan hapishane-müze projesinin, elde ettiği popülerliği kültür turizmi adı altında bilet keserek ranta dönüştürmeyi hedeflediği anlaşılıyor.

Restorasyon projesinde birkaç hafta önce denize bakan kale surlarında bir kapı açıldı ve demir bir merdiven monte edildi. Projenin yürütücüleri kale duvarında açılan deliği “bu geçiş kapısı projede yer alıyordu, üstelik tersanenin eski dönemlerde örülmüş kemerinin açılması da bütçe nedeniyle tamamlanamıyor” diyerek savunsa da sahilden geçerken surlardaki değişikliği gören halk bu duruma kızgın.

                                                       Sur duvarına açılan kapı

Uzun yıllardır bu çalışmaları yakından izleyen kent sakinleri bir yanda mevcut projede yer alan ve kalenin tarihsel önemini ortaya çıkarabilecek uygulamaların yapılmamasını, öte yanda binlerce yıllık antik bir kentin yer üstündeki en önemli parçasının tarihsel bağlamından koparılıp salt cezaevine indirgenmesini eleştiriyor.

                                          Sura açılan kapı ve monte edilen demir merdiven

İşgal alanları da koruma altında!

Kalenin surları boyunca başka eklenti ve yapılar da mevcut. Kayıtlara göre cezaevi olarak ilk kullanımı 1500'lerin sonlarına denk gelen yerleşke, 1800'lerin sonlarına doğru resmi olarak cezaevine dönüştü ve zaman içinde surların iç kısmına başka bazı cezaevi ek binaları da inşa edildi. Sonraki dönemlerde cezaevinin dış kısmında surlar üzerinde bazı yapılar belirdi.
Tarihi doku içine ‘kondurulan’ bu binalar kale surlarının üzerine ve kimi yerde duvar üzerine bindirilerek inşa edilmiş, eklentileriyle birlikte tarihi dokuyu tamamen bozmaya başlamış işgalci yapılar olarak görülüyor. Cezaevi restorasyonu sürerken kentin sakinleri tarafından da çok eleştirilen bu işgalci binaların akıbetinin ne olacağı henüz belirsiz.

'Hafızamızı satıyorlar'

Arzu Kayhan Dizdaroğlu da kent hafızasının silinmesinden, tarihin ve kültürün tüketim malzemesi haline getirilmesinden rahatsız bir Sinoplu. Aynı zamanda 2023 seçimlerinde Sinop’tan TKP milletvekili adayı olan Dizdaroğlu, KENTSAV’ın Sinop’un mevcut tarihi dokusuyla yaşanabilir bir yer olmayı sürdürmesi için mücadele ettiğini belirtiyor. “Bu projenin tek amacı, UNESCO Kültürel Miras listesine aday olan antik bir kent dokusunu, popüler kültür içinde ünlenmiş bir cezaevine sıkıştırıp onu izlenecek bir metaya dönüştürmek. Kent hafızasını satılabilir hale getirmek.”


Dizdaroğlu, Tarihi Cezaevi’nin kültürel mirası özgürlüğün hapsi üzerinden anlatacağını ve komünist Sabahattin Ali ile mafya lideri Hasan Heybetli’yi aynı cümle içinde kullanmalarının da Sinop halkı için utanç meselesi olduğunu söylüyor. “Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, manevi ve soyut olan değerleri maddi ve tüketilir nesneler haline getirip rant sağlamak istiyorlar. Bunun Phaselis’e ya da Salda Gölü’ne yapılandan bir farkı yok” diyen Dizdaroğlu, Sinopluların kentin tarihi ve kültürel dokusunu koruma mücadelesinden vazgeçmeyeceğinin altını çiziyor.

soL/Özel

 



9 Mayıs 2023 Salı

AKP'li belediyeden 'kentsel dönüşüm': Tarihi doku yok edildi + 'Kentsel dönüşüm düzeni enkaz altında kaldı, suç ve suçlu bellidir' (soL)

 AKP'li belediyeden 'kentsel dönüşüm': Tarihi doku yok edildi (Yusuf Yavuz-soL)

AKP’li Niğde Belediyesi’nin tarihi Kale Mahallesi'nde başlattığı kentsel dönüşüm sırasında tarihi yapılar yıkıldı, kale duvarları arasında kalan tüneller molozlarla dolduruldu.


AKP’li Niğde Belediyesi ve TOKİ tarafından yürütülen Niğde Kale Mahallesi’ndeki  kentsel dönüşüm projesi için Cumhurbaşkanı kararı ile çıkarılan acele kamulaştırma kararıyla ilgili açılan iptal davası Danıştay 6. Dairesi’nde görüldü. Danıştay’ın daha önce yürütmeyi durdurma kararı verdiği davanın duruşmasında Danıştay Savcılığı’nın da acele kamulaştırmayla ilgili Cumhurbaşkanı Kararı'nın iptali yönünde mütalaa verdiği öğrenildi. Davanın avukatı İsmail Hakkı Atal, Niğde Kale Mahallesi’nde önemli kısmı kültür varlığı niteliğindeki 2 bin civarında gayrimenkulün AKP’li Niğde Belediyesi tarafından hukuka aykırı şekilde çıkarılan Cumhurbaşkanı kararına dayanılarak acele kamulaştırmaya konu edildiğini belirterek, “AKP’li Niğde Belediyesi, Selçuklular tarafından inşa edilen Niğde Kalesinin etrafında yapılanmış olan Kale Mahallesinin tarihi dokusunu yok etti. Niğde Kalesinin dış duvarları ile iç duvarlar arasındaki tünelleri molozlarla doldurdu” diye konuştu.

Danıştay yürütmeyi durdurdu

Niğde’de kentsel dönüşüm başlatılan Kale Mahallesi'ndeki yapıların yıkımına dayanak teşkil eden acele kamulaştırmalara ilişkin Cumhurbaşkanı kararının iptali için mülk sahiplerinin açtığı iptal davaları Danıştay’da görüldü. Danıştay 6. Dairesi, davalı idarelerden acele kamulaştırma kararına dayanak oluşturan planın gönderilmesini istedi. Ancak acele kamulaştırma kararından tam 6 ay sonra hazırlanan planın gönderilmesi üzerine Danıştay bu planın acele kamulaştırma kararına dayanak oluşturamayacağına hükmederek 24 Mart 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı’nın yürütmesini durdurdu.

Davacıların avukatı İsmail Hakkı Atal, duruşma sırasında Danıştay Savcılığı’nın da Cumhurbaşkanı kararının iptali yönünde mütalaa verdiğini kaydederek, “Danıştay 6. Dairesi önümüzdeki günlerde kararını açıklayacak. Daha önce dava açan, ancak Belediyenin davadan vazgeçirdiği müvekkillerden Mesut Demir ise, 28 Nisan 2023 günü Belediye yıkım ekiplerinin gelmesi üzerine evinin üzerine benzin bidonuyla çıkarak kendini yakmaya çalıştı” dedi.

AKP’li Niğde Belediyesi tarihi dokuyu yok etti

                                                 Niğde Belediye Başkanı Emrah Özdemir

Niğde Kale Mahallesi’nde önemli kısmı kültür varlığı niteliğindeki 2 bin civarında gayrimenkulün AKP’li Niğde Belediyesi tarafından hukuka aykırı şekilde çıkarılan Cumhurbaşkanı kararına dayanılarak acele kamulaştırmaya konu edildiğini belirterek, “AKP’li Niğde Belediyesi, Selçuklular tarafından inşa edilen Niğde Kalesinin etrafında yapılanmış olan Kale Mahallesinin tarihi dokusunu yok etti. Niğde Kalesinin dış duvarları ile iç duvarlar arasındaki tünelleri molozlarla doldurdu” diye konuştu.

Danıştay’da görülen duruşmada, Niğde Belediyesi Kentsel Tasarım Müdürü’nün Kale, Alaaaddin, Balhasan, Eskisaray, Songur ve Burhan mahallelerindeki 12,5 hektarlık yıkım alanında Koruma Kurulunun 3 gün inceleme yaparak koruma altına alınacak yerleri belirlediklerini söylediğini dile getiren Atal, “Aslında Kurulun nasıl görev yapmadığını ve betonlaşma projelerinin tasdik mercii olduğunu, hukuka ve kanuna uygun işlem yapılmadığını da itiraf etmiş oldu. 125 dönümlük alanda 2 bin gayrimenkulün bırakınız incelemeyi, 3 gün içinde etrafından dolaşılarak yürünmesi dahi mümkün olmadığından, hukukun ve bilimin nasıl by-pass edildiği, ülkemizin betona boğularak ekonomik felakete uğratılması süreci Niğde Belediyesinin tarihi Kale Mahallesi yıkımıyla bir kez daha somutlaştı” görüşünü dile getirdi.  

Yapılan uygulamanın ‘Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’a dayandırıldığını ancak uygulamada kanun hükümlerinin tam tersinin uygulandığını savunan Av. İsmail Hakkı Atal, “Yıpranan tarihi eserler yenilenerek korunmak ve yaşatılarak kullanılmak yerine dava açan müvekkillerin dışındakiler Niğde Belediyesi tarafından yıkıldı. Danıştay tarafından Cumhurbaşkanı Kararının iptali an meselesi olduğundan, başkaca yurttaşlar dava açmadan Niğde Belediyesi yangından mal kaçırırcasına yıkım işlerini uyguluyor” diye konuştu. 

Sadece arkeoloji ve sanat tarihi alanında değil, ekonomi biliminden de uzak bir anlayışla ülkenin inşaat ve beton yığınına sürüklendiğinin altını çizen Atal, “Üretimden uzak bu betonlaşma ve rant süreci, ülkemizi ekonomik krize sokmuştur. Hal böyleyken, tarihi ve kültürel varlıklarımızın yok edilerek ekonomik krizi daha da derinleştirecek betonlaşma sürecinin devam ettirilmeye çalışılması, sadece tarihi Kale Mahallesindeki yurttaşlara değil, tüm ülkemize ve halkımıza zarar verici bir faaliyettir” görüşünü savundu.

Atal, Niğde Belediyesi’nin tarihi kalenin iç duvarlarıyla dış duvarları arasında bulunan yeraltı odaları ve tünellerin molozlarla doldurulduğunu gösteren görüntüleri de paylaşarak, Kayseri Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nu yapılan tahribata payanda olmakla eleştirdi.

Niğde’deki tarih yıkımına zemin teşkil eden acele kamulaştırma kararının iptali için açılan davada davalı idare olan Cumhurbaşkanlığı, Danıştay’a ilettiği savunmasında davada süre aşımı bulunduğunu belirterek, “acele kamulaştırma işleminin sebep unsuru bakımından Cumhurbaşkanına takdir yetkisi verildiği, başka bir deyişle, idarelerce yapılacak hizmet ve yatırımların gerektirdiği kamulaştırmaların aceleliğine karar verme yetkisinin Cumhurbaşkanına bırakıldığı, dava konusu acele kamulaştırma kararının kanuna ve mevzuata uygun olduğu” yönünde savunma verdi.

Danıştay 6. Dairesi ise yürütmeyi durdurma kararında dava konusu Cumhurbaşkanı kararının davacıya tebliğ edildiğine dair belgenin dosyaya sunulmadığı ve davacı tarafından öğrenme tarihi üzerine altmış günlük genel dava açma süresi içinde davanın açıldığın belirterek, “davalı idarelerin davada süre aşımı bulunduğu yönündeki itirazı yerinde görülmemiştir” hükmüne yer verdi.

Dönemin özgün yapıları arasında yer alıyor

Niğde Kalesi’nin geçmişi M.Ö 8. yüzyıla kadar uzanıyor. 13. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Sultan I. Alâeddin Keykubat tarafından yapılan imar faaliyetleri sırasında kapsamlı bir onarım gören Niğde Kalesi, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de onarımlar gördü. Kale içerisinde 1223’te Sultan I. Alâeddin Keykubat adına yaptırılan ünlü Alaeddin Cami, anıtsal taç kapısı ve taş işçiliği ile dönemin özgün inanç yapıları arasında yer alıyor.

Tescilli olmayan yapılar yıkıldı

Niğde Belediyesi’nin ‘Kale ve Çevresi Yenileme Projesi’ adıyla başlattığı kentsel dönüşüm projesi hakkında belediyenin resmi internet sitesinde şu bilgilere yer veriliyor:

“Günümüze kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Niğde’nin önemli tarih ve kültür alanlarından birisi olan Niğde Kalesi ve çevresini tarihi dokuyu bozmadan yenileyip halkımızın kullanımına sunuyoruz. Niğde’mizin tarihi ve kültürel açıdan zenginliğini ve birikimini geleceğe taşıyacak olan ve şehrimizi turizm açısından önemli bir merkez haline getirecek olan Kale ve Çevresi Koruma ve Yenileme projemizde şu anda tescilli olmayan yapıların yıkımını tamamlamış durumdayız."

Butik oteller, alışveriş merkezi yapılacak

AKP'li Belediye Başkan Emrah Özdemir de proje için “Erdoğan’ın imzaladığı Kararname ile ‘Kale ve Çevresi Koruma ve Yenileme Alanı’ olarak ilan edilen ve yaklaşık 45 bin m2’lik alanı kapsayan kentsel yenileme alanı ilimiz açısından bir cazibe merkezi olacaktır. Proje kapsamında kentin tarihi ve kültürel dokusu korunarak gerçekleştirilecek çalışmalar ile şehrimizin geçmişten gelen değerleri geleceğe taşınacaktır” dedi.

Proje kapsamında butik oteller, çarşı, sinema, alışveriş merkezi gibi yapıların inşa edilmesi planlanıyor.

Yusuf Yavuz-soL

                                                                       /././

'Kentsel dönüşüm düzeni enkaz altında kaldı, suç ve suçlu bellidir' (BURCU GÜNÜŞEN - sol/Söyleşi)

Depreme ilişkin 2. raporunu yayımlayan Mimarlar Odası'nın başkanı Eyüp Muhcu '6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir' dedi.


TMMOB Mimarlar Odası 6 Şubat depremlerine ilişkin ikinci raporunu önceki gün kamuoyuyla paylaştı. İlk raporunu 11-16 Şubat 2023 tarihleri arasında bölgedeki teknik heyetinin incelemeleri ışığında yayımlayan odanın ikinci raporu ise 29 Mart-2 Nisan 2023 tarihleri arasında bölgede yapılan inceleme ve değerlendirmelerine dayanıyor.

Yaklaşık 200 sayfalık raporda deprem bölgesinde yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasından yıkım çalışmalarına afet sonrası sürecin yönetiminde yanlışlıkların, yetersizliklerin ve koordinasyon eksikliklerinin devam ettiği tespitine yer veriliyor.

Depremlerin ardından bölgedeki imar süreçlerinde kamusal ve hukuksal denetimin yok sayıldığına dikkat çekilen raporda, yapılan ihalelere ilişkin bilgilere yer veriliyor. Rapor iktidarın afet ve kriz koşullarını kendi adına bir fırsata dönüştürdüğünün altını çiziyor.

AKP iktidarı depremin ardından sorumluluğu üzerinden atma çabasıyla "kentsel dönüşüm" projelerine karşı çıkanları hedef alırken, Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu soL'a yaptığı açıklamada "6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir" dedi.

Muhcu resmi açıklamaya göre 50 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği, 100 binden fazla kişinin yaralandığı depremlerde yıkılan ve ağır hasar gören konutların yarısından fazlasını AKP döneminde yapılan binaların oluşturduğunu dile getirdi.

"Mimarlar Odası 6 Şubat 2023 Depremleri Raporu 2 - Tespitler, Değerlendirmeler, Öneriler" başlıklı rapor üzerine Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu sorularımızı yanıtladı:

'1999 depremleri öncesine göre kentler afetlere daha açık hale getirildi'

Odanızın 6 Şubat Depremleri'ne ilişkin hazırladığı ikinci raporda ülkemizin aradan geçen 24 yılın sonunda geldiği noktanın 1999 Depremleri öncesindeki durumdan daha da geride olduğunu tespit ediyorsunuz. Bunun başlıca nedenleri nelerdir?

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin 11 ilde büyük yıkım ve can kayıplarına neden olması kentlerimizin afetlere karşı güvenli olmadığını acı bir şekilde ortaya koymuştur. 2000 yılı sonrası AKP döneminde üretilen yeni binalar yıkılan veya ağır hasar gören konutların yüzde 50’den fazlasını oluşturmaktadır. 

1999 Marmara Depremleri ve sonrasında; sağlıklı ve güvenli kentler hedefi doğrultusunda kentlerin afet risklerinin azaltılması, mevcut yapılaşmanın güvenli hale getirilmesi; tehlike arz eden yapıların tespit edilerek yenilenmesi, plan bütünlüğüne bağlı olarak yeni yapılaşma alanlarının belirlenmesi gerekiyordu.

Sağlıklı ve güvenli kentleşme hedefi yerine, emlak ve imar rantını önceleyen kentleşme politikaları ikame edilmesi; kentleri ve yaşam çevrelerini 1999 depremleri öncesine göre afetlere karşı daha açık hale getirdi.

Bakanlık ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle; tüm kentsel ve kırsal alanlar imara açılarak doğal, kültürel ve tarihi değerler sermaye ve yatırım araçlarına dönüştürüldü. 

Olası bir afette kullanılması planlanan toplanma alanları yatırımcı ve sermaye sahiplerine tahsis edilerek, bu alanlarda iş merkezi, alışveriş merkezi, toplu konut ve stat yapılmasında bir sakınca görülmemiştir. 

Bununla birlikte 6 Şubat depremleri sonrası merkezi ve yerel yönetimlerin ve AFAD başta olmak üzere ilgili ve sorumlu kurumların, afetlere hazırlıklı olmadığı görülmüştür. 

Afetlerle ilgili Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak kurumların yıllarca süren çalışmalarla oluşan birikim, deneyim ve kurumsal hafıza yok edilmiş; afetlerle ilgili tüm yetkileri merkezileştirilerek AFAD’a aktarılmıştır.

Deprem sonrası ilk müdahale, arama ve kurtarma çalışmalarında var olan deneyim ve birikimlerin de gerisine düşülmüştür. Bu nedenle can kayıplarında büyük artışlar olmuştur.

'Yıkımın nedeni tam da uygulanan 'kentsel dönüşüm' politikalarıdır'

Raporda iktidarın kentsel dönüşüm politikalarının ve imar aflarının depremin yıkıcı etkisini artırdığına ilişkin önemli tespitlere yer veriliyor. AKP iktidarının depremin ardından kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkanları suçlama refleksi sizce bu açıdan nereye oturuyor?

2002 yılından bugüne siyasi iktidar, izlediği “Kentsel dönüşüm” adı altında  ”rant odaklı” kentleşme politikalarını yaşama geçirmek için; mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı bir şekilde bütün kentsel ve kırsal alanlarda yapılaşmanın önünü açacak yasal düzenlemeler getirmiştir. 

İlk olarak 2005 yılında TBMM’ye Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısı olarak sunulan 5366 Sayılı “Yıpranan Tarihî Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”; ardından 2012 yılında 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiştir. 

5366 Sayılı Kanunla eskiyen ve özelliğini kaybetmiş kent bölgelerinin yeniden inşaası gerekçesiyle kentsel sit alanlarının ve tarihi kent dokularının; 6306 Sayılı Kanunla mevcut yapılaşmanın güvenli hale getirilmesi; tehlike arz eden yapıların tespit edilerek yenilenmesi gerekçesiyle kentsel ve kırsal alanların, tüm çevrenin yapılaşmaya açılmasının, gizli imar affı yoluyla yapılaşma yasağı olan alanlardaki kaçak yapıların meşrulaştırılmasının önü açılmıştır

Kentlerde kaçak ve plansız yapılaşmaya göz yumulan alanlar, bir kısmı kentin merkezinde olan eski gecekondu bölgeleri ve sanayi alanları, tarihî yerleşim alanları sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmıştır. Rant odaklı olan kentsel dönüşüm uygulamalarıyla alanlarda yerinde iskan sağlanmamış, planlama ilkelerine aykırı imar hak ve ayrıcalıkları ile yeniden yapılaşmaya açılarak kentsel alanlar üzerinden emlak rantı sağlanmasının kaynağı olmuşlardır. 

Ülkemizde kentleşme süreçlerinin yeniden yapılandırıldığı kentsel dönüşüm uygulamalarıyla; Anayasa ile koruma altına alınan, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam ve mülkiyet hakları yok sayılmış, doğal ve yapılı yaşam çevrelerine el konmuştur. Kentler ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar ve kışlaklar; taşıdıkları doğal ve kültürel değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir. 

Bakanlık ve TOKİ tarafından yürütülen; yoğunluk arttıran, bilimsel şehircilik ve planlama ilkelerine uymayan, kamu yararına aykırı rant amaçlı ayrıcalıklı imar uygulamalarının önünü açan dönüşüm amaçlı proje ve uygulamalar yoluyla ve kısa zamanda çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla kentlerimiz; deprem ve tüm diğer afetler karşısında güvencesiz hale gelmiştir. 

Ne kentlerimizde ne de kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltmayı, gelecek nesillere sağlıklı ve yaşanabilir bir yapılı çevre bırakmayı hedefleyecek hiçbir gerçekçi proje üretilmemiştir. 

Bu koşullarda gerçekleşen 6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir. Bütün yıkım sürecinin baş sorumlusu olan Erdoğan, sorumluluktan kurtulma telaşı içinde, muhalefet ile birlikte TMMOB ve Meslek Odalarını “Kentsel dönüşüm engellemekle…” suçlamaya başladı. Oysa, yıkımın nedeni tam da uygulanan “kentsel dönüşüm” politikalarıdır.

Bir yıl içinde kalıcı konut iddiası: Tepkileri geçiştirmeye yönelik bir aldatmaca

İktidar kalıcı konutları 1 yıl içinde teslim etme sözü verse de raporda dikkat çekici bir tespit de yer alıyor. Buna göre depremzedeler için vaat edilen konteynerlere geçişin bile 4 yılı bulabileceği ifade ediliyor. Depremin ardından halkın barınma sorununa ilişkin tespitlerinizi anlatabilir misiniz?

6 Şubat 2023 depremlerinin üstünden bir ay geçtikten sonra Cumhurbaşkanı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından; deprem bölgesinin "yeniden ihya ve inşa süreci olarak" bölgede kalıcı konutların bir yıl içinde tamamlanacağı ilan edildi. TOKİ eliyle 200 bin konutun kentlerde 70 bin konutun ise kırsal alanlarda inşa edilmesi öngörülüyor.

Nüfus, konut ihtiyacı, yapı-hak sahipliği, eğitim ve sağlık altyapı ihtiyacı, bölgedeki mevcut çevre düzeni ve imar planlarında yer alan hükümleri ve notları, bölgesel planlama yaklaşımları vb. hakkında kamuoyuyla bilgi paylaşılmamıştır

Yaklaşık 270 bin konutun 1 yıl içerisinde yapılacağı iddiası gerçeklerle bağdaşmamaktadır. 14 Mayıs'ta yapılacak seçimlere yönelik bir propagandadan ve toplumun tepkilerini geçiştirmeye yönelik bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

Bakanlık verilerine göre; 2020 Elazığ depreminden sonra, Elazığ’da yapımı planlanan 24 bin 963 konuttan, 3 yıl içerisinde ancak 21 bin 140'ı tamamlanabilmiştir. 

Benzer şekilde, 2020 İzmir depreminde evleri yıkılan ve ağır hasar gören vatandaşlar için TOKİ tarafından yapımı planlanan 5 bin 61 konuttan, 2022 yılı sonuna dek ancak 2 bin 245'i tamamlanabilmiştir. 

2003-2022 arasını kapsayan 20 yıllık süreçte TOKİ tarafından 1 milyon 170 bin konut inşa edilmiştir. Buna göre TOKİ yıllık 58 bin 500 konut üretebilmektedir

Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya’da depremler sonrası ortaya çıkan konut ihtiyacını karşılamaya yönelik uygulamalara başlanmıştır. Dört ilde de kalıcı konut alanlarının kent merkezlerine uzak, tarım arazileri, orman alanları veya doğal-arkeolojik sit alanlarına yakın veya üzerinde seçildiği gözlemlenmiştir. 

Bu alanlardaki kalıcı konutlar, merkezi idare Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TOKİ tarafından hazırlanan planlar çerçevesinde; yerel idare, meslek kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları sürece dâhil edilmeksizin tip projeler olarak tasarlanmış ve yapı üretimine geçilmiştir. 

Depremden etkilenen kentsel ve kırsal alanlarda planlama ve yapılaşmaya yönelik süreçlerde;

  • Yeni yerleşim alanlarının tüm sosyal ve kültürel donatı ve altyapının yanı sıra kent merkezleri, kentler arası ve bölgesel ilişkiler ve ihtiyaçlar dikkate alınmaksızın bütüncül çalışmalar yerine parçacıl çözümler üretilmesi,
  • Yıkım ve kayıplara neden olan yapı üretim ve denetim süreci ile planlama ve yapılaşma yöntemlerinin tekrarlanması, • Bölgede depremsellik koşulları devam ederken inşaat ve yapılaşma faaliyetlerine başlanması,
  • Seçilen alanların kent merkezlerine uzak olması, 
  • Kent merkezi, işyerleri, eğitim ve sağlık altyapısı, sosyo-kültürel ve diğer ihtiyaç duyulan donatıların bulunmaması, 
  • Orman alanlarına, arkeolojik sit alanlarına, tarım arazilerine yakın olması, bazı alanlarda tarım arazilerinin imara açılması, 
  • Konut yerleşimlerini tip projeler olması ve yerelin ihtiyaçlarına göre oluşturulmaması, 
  • Yapı taşıyıcı sistemlerinin ve malzemenin, betonarme tünel kalıp tek tip plan şeması ile çok sayıda konut-yaşam alanı üretilmesi, 
  • Sürece yerelin katılımının sağlanmaması,
  • Yerinde dönüşüm ve yerinde yeniden yapım alternatiflerinin değerlendirilmemiş olması, gelecekte bölgede ve ülkemizde kentsel ve kırsal alanlarda çeşitli sorunlara neden olacaktır. Kalıcı konutlara yönelik planlama ve yapılaşma karar süreçlerinde yukarıda bahsedilen sorunlar nedeniyle kısa, orta ve uzun vadede; 
  • Eski kent merkezi, işyerleri, eğitim ve sağlık altyapısı, sosyo-kültürel donatılar ve diğer ihtiyaç duyulan donatılara erişim sağlanamaması, 
  • Kentlilerin kendi yaşam alanlarını kendilerinin tercih edememesi ve bu alanlara yerleştirilen yurttaşların uyum sağlayamaması ve terk etmesi, • kentlerin tarihsel, sosyal ve kültürel dokusunun korunamaması, 
  • Gelecekte büyük arsa değişimleri ve spekülasyonları ile birlikte rant odaklı uygulamaların ve mülkiyet sorunlarının oluşması, 
  • Verimli tarım arazilerinin kaybı ve tarımsal üretimde düşüş yaşanması,
  • Korunan alanlar, tarım arazileri ve arkeolojik sit alanlarında büyüyen kentsel doku nedeniyle yapılaşma baskısının artması; doğal ve kültürel çevrede geri dönülemez tahribat yaşanması, 
  • Tip projelerle tasarlanan yapılı çevrenin tek tip yapılaşma ve yaşam biçimleri sunması, nitelikli mimarlık ve tasarım hizmetleriyle yaşam alanı alternatiflerinin oluşturulamaması, 
  • Bölgede malzeme, işçilik ve imalat, mesleki hizmetlerde yerel olanakların değerlendirilmemesi, 
  • Kırsal dokunun hızla yok olarak betonarme tip yapı modellerinin hakim olması, 
  • Yerel mimari birikimin ve yaşam biçimlerinin ortadan kalkması ve kültürel ve sosyal kayıpların yaşanması, söz konusu olacaktır. 

'Buğday tarlalarına, zeytin bahçelerine temel atılmaya başlandı'

Deprem sonrası insanlar yeni yapılacak konutların da güvenilirliğini sorguluyor. Raporunuzda bölgede kent merkezlerinin ticari ve finans merkezleri olarak dönüştürülmek istendiğine ve konutların kent merkezleri dışında tarım ve orman alanlarına yakın yerlere yapıldığına dikkat çekiliyor. Bu durumda yeni yapılacak konutlara ne kadar güvenebiliriz?

Betonarme kalıcı konutların yüksek yerlere yapılması, tünel kalıp sisteminin kullanılması ve yapıların 4, 5 katla sınırlandırılması ile güvenli yapı yapılması öngörülmektedir.

Bölgede yapılan tespitlerde ise; jeolojik etütler henüz tamamlanmadan buğday tarlalarına ve zeytin bahçelerine temel atılmaya başlandığı görülmektedir. Ayrıca arkeolojik sit ve orman alanları ve meralar yapılaşmaya açılmaktadır.

Kalıcı konutların bir kısmının sağlam zeminlere yapılması; önemli bir kısmının ise zayıf zeminlere inşa edilmesi söz konusudur.

Ayrıca, uygulamalarda farklı doğa olaylarını bilimsel verilere göre değerlendirmeyen ve sadece yapı sağlamlığını esas alan bir yaklaşım öne çıkmaktadır. 

Başta Tarihi Antakya kent merkezi olmak üzere, riskli alan ve acele kamulaştırma kararlarıyla bölgedeki yurttaşların yaşam alanlarına ve varlıklarına el konulmaktadır. Kent merkezlerinin kamusal alan olmaktan çıkmasına, tarihi, kültürel ve mimari mirasın, geleneksel dokunun yok olmasına neden olacak bir süreç başlatılmıştır. Konut alanlarının boşaltılması, yerlerine ticaret ve finans merkezi yapılması programları ve dönüşüm uygulamaları gündeme getirilmiştir.

Kalıcı konutların yer seçimlerinin, tek tip yapı olmalarının, çevre ve kültür değerlerine yaptığı olumsuzlukların yanında; afetlere karşı güvenli olduklarını söylemek mümkün değil.

Depremin ardından yapılan ihaleler: Kamu kurumları tamamen devre dışı

Depremin ardından yeni yapılaşmalarda ihale süreçlerinin kamu denetiminin dışına çıkarılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yaşanan depremler gerekçe gösterilerek; iktidar; afet ve kriz koşullarını kendi adına bir fırsata dönüştürmüştür. Kamusal ve hukuki denetim yok sayılarak bölgedeki planlama ve imar süreci yeniden yapılandırılmaya başlanmış, kamuya ait kaynaklar, kentler, doğal, kültürel değerlerin yatırım araçlarına dönüştürülmesine odaklanılmıştır.
 
Afet sonrası müdahale, planlama ve iyileştirme süreçleri mevzuat kapsamında iki farklı düzenleme ile tanımlanmıştır. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda “olağanüstü hal” ilanı, 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun”da ise “afete maruz bölge” ilanı düzenlenmiştir. 

6 Şubat 2023 tarihli depremlerin ardından farklı hukuki düzenlemeler getiren bu düzenlemelerden; idarenin ve yürütmenin yetkilerini genişleten ve mülkiyet hakkına ilişkin yargı denetiminden muaf OHAL kararnameleri ile düzenleme yapma yetkisi veren Olağanüstü Hal ilan ederek yürürlüğe sokmuştur. 

24 Şubat 2023 tarihinde “6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararıyla “126 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” yayımlanarak yürürlüğe sokulmuştur. 

126 Sayılı CB Kararnamesi ile bütün planlama, altyapı, yapı üretimi ve denetimi, teknik ve hukuki altyapı olmadan ihale yapma yetkileri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve bağlı TOKİ’ye verilmiştir. İlgili Bakanlıklar, Belediyeler ve kamu kurumları tamamen devre dışı bırakılmıştır.

Bakanlığa ve TOKİ'ye verilen yetkiler

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ve TOKİ’ye verilen yetkiler:

  • 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamındaki meralar ile 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamındaki orman alanları da dâhil geçici veya kesin iskân alanlarını resen belirleme, 
  • kesin iskân alanı olarak belirlenecek mevcut kentsel alanlarda ve köylerde, planlama ve imar uygulamaları onay süreçleri beklenmeksizin yalnızca jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda onaylanacak vaziyet planına ve düzenlenecek yapı ruhsatına göre uygulama yapma, 
  • Geçici veya kesin iskân alanlarında 4342 Mera Kanunu, 6831 Orman Kanunu kapsamında verilen izinler; 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu gereğince kiraya verilen mesire yerleri, orman parkları ve taşınmazlara ilişkin kiralama sözleşmeleri, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında verilen tahsis alanları, 3213 sayılı Maden Kanunu kapsamındaki maden ruhsatları resen iptal etme, 
  • Geçici ve kesin iskân alanlarında kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel mülkiyete tabi bütün taşınmazlar için devir veya acele kamulaştırma kararı alma, 
  • Altyapı, üstyapı dâhil her türlü inşaat yapma veya yaptırma, arsa paylarını belirleme, cins değişikliği yapma, kat irtifakı, kat mülkiyeti kurma; bu yetkiyi TOKİ’ye veya bağlı, ilgili ve ilişkili kurum, kuruluş ve bunların iştiraklerine devretme, 
  • Yapım işleri için 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun kapsamında ihale öncesi idarelerce yerine getirilmesi gerekli düzenlemeleri uygulamama yoluyla denetimden muaf ve sınırsız inşaat yetkileri verilmiştir. 

Depremden etkilenen kentlerin tamamında acil, geçici ve kalıcı konutların ve diğer donatıların ve yerleşim alanlarının yapılaşmasına yönelik bu kararnameyle birlikte bölgede yapılaşmaya yönelik karar ve ihaleler yayımlanmıştır. 

İktidara yakın şirketlere 100 milyar TL

Bu kapsamda; ihale yasası hükümleri aranmaksızın ve kapalı kapılar ardında iktidara yakın şirketlere 100 milyarın üzerinde dağıtılmıştır:

  • Adıyaman İli, Merkez İlçesi, Örenli Mahallesi 2. Etap 996 Adet Konut İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında Md İnşaat Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi & Pilon Yapı İnşaat Turizm Petrol Madencilik Gıda Otomotiv Tekstil İthalat İhracat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi & Zerkon Beton Ve Yapı Elemanları İnşaat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi İş Ortaklığı 996 2023/286541 22.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.666.000.000,00
  • Adıyaman İli, Merkez İlçesi, Örenli Mahallesi 3. Etap 1075 Adet Konut İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında Ahes İnşaat Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi 1075 2023/312628 28.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.812.002.053,00 TRY
  • Hatay İli, Payas İlçesi, Çağlalık Mahallesi 821 Adet Konut (+7KD) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Egemen İnşaat Ve Ticaret Anonim Şirketi, Okyanus 821 2023/168678 23.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.145.000.000,00
  • Hatay İli, İskenderun İlçesi, Aşkarbeyli Mahallesi 499 Adet Konut ve Cebike Mahallesi 460 Adet Konut ve 1 Adet 3 Dükkanlı Ticaret Merkezi İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Sibar Yapı Teknik Ticaret Anonim Şirketi 959 2023/281230 21.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.772.000.000,00
  • Kahramanmaraş İli, Dulkadiroğlu İlçesi 2.Etap 628 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Baş Yapı İnşaat Taahhüt Ve Turizm Sanayi Dış Ticaret Limited Şirketi, İnkosa İnşaat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi İş Ortaklığı 628 2023/188282 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.118.000.000,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli Elbistan İlçesi Karaelbistan Mahallesi 3. Etap 428 Adet Konut ve 4. Etap 310 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Leda Yapı Ve Proje Taahhüt Limited Şirketi 738 2023/188271 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.260.000.000,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli, Dulkadiroğlu İlçesi, Ağyar Mahallesi 862 Adet Konut ve 1 Adet 5 Dükkanlı Ticaret Merkezi İnşaatı İle Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Metro Mühendislik Gıda Maddeleri Sanve Tic. Ltd.Şti. & Mustafa Özaydın İş Ortaklığı 862 2023/199069 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.498.000.000,00 TRY
  • İli Elbistan İlçesi Karaelbistan Mahallesi 5. Etap 714 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında En-Ez İnşaat Sanayi Ve Ticaret A.Ş 714 2023/199296 1.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.116.029.061,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli Afşin İlçesi Gerger Mahallesi 1. Etap 1090 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (II. Oturum) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Çakır İnşaat İthalatihracat San.Ve Tic.Ltd.Şti. 1090 2023/211115 3.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 2.040.000.000,00

Şehir hastanesi yapımında ihale şartlarına uyulmamış

Raporda dikkat çeken bir diğer başlıksa kamuya ait yapılardaki yıkım ve altyapıdaki hasarlarla ilgili tespit ve gözlemleriniz... Örneğin Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi'ndeki ağır hasarın fotoğraflarına yer verilen raporda bu hastanede iddia edilenin aksine sismik yalıtım -izolatör- olmadığını dile getiriyorsunuz. Yine 1930-40'lı yıllarda yapılan bazı kamu binalarının ise depremde yıkılmadığını görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Deprem Raporu ile amacımız; depremin etkileri, hasarlar ve sonrası yaşanan süreçle ilgili bilgi kirliliği ve gerçek dışı açıklamaları ortadan kaldırılmak ve gerçekleri kamuoyunun bilgisine sunmaktır.  Zira iktidar kamuoyunu yanıltıcı sürekli açıklamalar yapmaktadır.

Necip Fazıl Şehir Hastanesi’nin iddia edildiği gibi sismik yalıtım olmadığıdır. Belli ki, ihale koşulları yerine getirilmemiş. Ve yapı ağır hasar görmüştür.


İktidarın “2000 yılından önceki yapıların yıkıldığı, kendi dönemlerinde yapılan binaların sağlam olduğu…” gibi gerçekle bağdaşmayan açıklamalar yapılmaktadır. Yerinde yapılan tespitlerde ise özellikle tarım alanlarına yapılan yeni sitelerin yıkıldığı görülmüştür.

Adıyaman-Gölbaşı’nda 1934’de yapılan tren istasyonu ve hizmet binaları hasar bile almazken; bölgedeki yeni yapıların yıkılmış veya ağır hasarlı olmaları başka bir örnek.

2000 öncesi ve hatta 1980 öncesi pek çok kamu yapısı ayakta olduğu halde; yeni kamu yapılarının, özel hastanelerin yıkılması gibi pek çok örnek vermemiz mümkün.

Günümüzde inşaat yapım sistemleri, teknolojileri, denetim ve tasarım teknikleri gelişmiş olmasına rağmen güvenli yapı üretimi sorunu yaşanmaktadır. Kentler geçmişe göre afet risklerine daha savunmasızdır.

Bunun nedeni kentleşme ve yapılaşma süreçlerinde “insanı ve doğayı” esas almayan; emlak ve inşaat üzerinden rant elde etmeyi amaçlayan yönetim anlayışlarıdır.

Kentlerin ayağa kaldırılması ve yaraların sarılması ortak sorumluluğumuz

Rapora ve Odanızın bundan sonra yapılması gerekenlere ilişkin değerlendirmeleri hakkında dikkat çekmek istediğiniz başka bir şey var mı?

Yıkılan kentlerimizin ayağa kaldırılmasını ve yaraların sarılmasının ortak sorumluluğumuz olarak değerlendirmekteyiz. Bu nedenle sürecin bilimin rehberliğinde ve kamu yararını gözeten bir anlayışla yönetilmesi şarttır.

Depremin etkilediği ve yıkımlara yol açtığı bölge, doğa ve kültür değerleri bakımından çok zengin bir yerdir. Milli Parklar, Sulak Alanlar, Tabiat koruma Alanları, Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları vb. önemlidir…

Ülkemizdeki 25 su havzasından 4’ü, 30 tarım havzasından 6’sı deprem bölgesinde yer almaktadır.

Farklı kültürel katmanlardan oluşan Tarihi Antakya kent merkezi dünyaca büyük bir öneme sahiptir. Ve mutlaka koruma ilkeleri doğrultusunda ayağa kaldırılmalıdır.

Bölgede kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, yeniden canlanması çalışmalarında bütün bu değerleri ve güzellikleri de gören bir bakış açısına gereksinim vardır.

(BURCU GÜNÜŞEN - SOL/SÖYLEŞI)