4 Haziran 2023 Pazar

Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni kabinesini açıkladı - T24

 Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığı'na getirildi


Merakla beklenen yeni kabine belli oldu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabinede bulunan isimleri açıkladı. Ekonomide merakla beklenen isim olan Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanlığı'na getirilirken, İçişleri Bakanlığı'na eski İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı ise Türk Silahlı Kuvvetleri Başkanı Yaşar Güler oldu. 

Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı koltuğuna Cevdet Yılmaz otururken, yeni kabinede ilk kez bakan olan 15 isim yer aldı. Cumhurbaşkanlığı Erdoğan'ın kabinesinde geçmiş dönemden sadece Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy yer alırken, 15 yeni isim kabinede kendine yer buldu.


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Çankaya Köşkü'nde kabinesini açıklamadan önce yaptığı açıklamada, "Tüm bunların bizlere aynı zamanda çok büyük bir sorumluluk yüklediğini de çok iyi biliyoruz 85 milyon vatandaşımızla birlikte bizim için dua eden 100 milyonların da umudunu taşıdığımızın farkındayız. Nasıl bugüne kadar milletin helaline halel getirmediysek inşallah bundan sonra da canımız pahasına bu emanete sahip çıkacağız. Göreve başlama törenimizde ifade ettiğim ilkeler temelinde 85 milyonun dirliği kardeşliği esenliği için engellere aldırmadan zorluklar karşısında çalışacağız. Türkiye cumhurbaşkanı olarak tüm Türkiye’ye hizmet edeceğiz. Şimdiye kadar beraber çalıştığımız nice badireyi beraber aştığımız eski kabine üyelerimize bir kez daha teşekkür ediyorum. Şimdi sizlerle birlikte yol yürüyeceğimiz yeni kabine üyelerimizi paylaşmak istiyorum" ifadelerini kullandı.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı yeni kabinede bulunan isimler ve görevleri

Cumhurbaşkanı Yardımcısı: Cevdet Yılmaz

Dışişleri Bakanlığı: Hakan Fidan

İçişleri Bakanlığı: Ali Yerlikaya

Adalet Bakanlığı: Yılmaz Tunç

Hazine ve Maliye Bakanlığı: Mehmet Şimşek

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı: Mahinur Özdemir Göktaş

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: Vedat Işıkhan

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı: Mehmet Özhaseki

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı: Alparslan Bayraktar

Gençlik ve Spor Bakanlığı: Osman Aşkın Bak

Kültür ve Turizm Bakanlığı: Mehmet Nuri Ersoy

Milli Eğitim Bakanlığı: Yusuf Tekin

Milli Savunma Bakanlığı: Yaşar Güler

Sağlık Bakanlığı: Fahrettin Koca

Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı: Mehmet Fatih Kacır

Tarım ve Orman Bakanlığı: İbrahim Yumaklı

Ticaret Bakanlığı: Ömer Bolat

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı: Abdülkadir Uraloğlu

T24

3 Haziran 2023 Cumartesi

BİRGÜN - 3 HAZİRAN 2023 -

Depremde zarar görmüştü: Afşin-Elbistan B Termik Santralı’nda yangın!


Deprem felaketinde zarar gören ve 10 Mayıs’ta yeniden üretime başlayan Türkiye'nin en büyük termik santralı Afşin-Elbistan B Termik Santralı'nda, bakım çalışmaları sürerken henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Yangına ekiplerce müdahale ediliyor.

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat'taki depremlerden etkilenen ve 10 Mayıs'ta yapılan bakım ve onarım çalışmalarının ardından yeniden üretime başlayan Afşin-Elbistan B Termik Santralı'nda yangın çıktı. Alınan bilgiye göre, yaklaşık 20 yıldan beri elektrik üreten her biri 360 megavat kurulu güce sahip 4 üniteden oluşan Afşin-Elbistan B Termik Santralı'nda bakım çalışmaları sırasında henüz belirlenemeyen nedenle yangın meydana geldi.

Bölgeye çok sayıda itfaiye ekibinin yanı sıra 3 yangın söndürme helikopteri sevk edildi. Santrale gelen ekiplerin yangını söndürme çalışmaları sürüyor.

                                                               /././

 İstanbul’a bir ihanet daha: Projeye ÇED onayı verildi


AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘yatay mimari’ vurgusu yapsa da dikey mimari ısrarı bitmiyor. BirGün’ün daha önce gündeme getirdiği, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) İnşaat A.Ş.’nin, İstanbul’un Sarıyer ilçesi Ayazağa Mahallesi’nde 18 bin 352 metrekarelik araziye ‘413 konut ve 12 ticaret alanı’ndan oluşan projeyi inşa etmek için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yapılan başvurudan yanıt geldi. Bakanlıktan yapılan açıklamada, projeyle ilgili, ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir’ kararı verildi.

AYAZAĞA DERESİ DİBİNDE

OYAK’ın bakanlığa sunduğu proje tanıtım dosyasında yer alan bilgilere göre, dört bloktan oluşan inşaatın 3 bloku konut alanına diğeri ise ticaret alanına ayrılacak. Projede toplam inşaat alanı 159 bin 213 metrekare olacak. Söz konusu arazinin mülkiyetinin OYAK adına kayıtlı olduğu aktarılan dosyada, projenin maliyetinin 1 milyar 382 bin 306 TL olduğu belirtildi. Öte yandan konut projesinin yapılacağı arazi, İstanbul’un en değerli noktalarından biri. Araziye 120 metre mesafede Seyrantepe Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 450 metre uzaklıkta Galatasaray Nef Stadyumu, 850 metre mesafede ise Vadi İstanbul AVM bulunuyor. Ayrıca konut projesinin hayata geçirilmek istendiği arsanın 450 metre kuzeybatısından Ayazağa Deresi geçiyor. 

                                                                   /././

Hindistan'daki tren kazasında ölü sayısı 288'e yükseldi

Hindistan'da dün meydana gelen tren kazasında ölü sayısı 288'e yükseldi. Yetkililer, 600'den fazla yolcunun çıkarılması için çalışmaların sürdüğünü bildirdi.


Hindistan'ın Orissa eyaletinde dün meydana gelen tren kazasında ölü sayısı 288'e çıktı, 900'den fazla kişi yaralandı.

Eyaletin Balasore bölgesindeki Bahanaga Bazar Tren İstasyonu yakınlarında dün yerel saatle 19.20'de iki yolcu ve bir yük treninin karıştığı kaza meydana geldi.

Kazada 288 kişi yaşamını yitirdi, 900'den fazla kişi yaralandı.

Kazada hayatını kaybedenlerin sayısının yükselmesinden endişe ediliyor.

Demir yolu yetkilisi, kazaya karışan yolcu trenlerinin, Coromandel Express ve Yashwatpur-Howrah Ekspress’e ait olduğu bilgisini paylaştı.

YOLCULARIN ÇIKARILMASI İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR


Yetkililer, yaralıların 179'unun hastaneye kaldırıldığını, trende sıkışan 600'den fazla yolcunun çıkarılması için çalışmaların sürdüğünü bildirdi.

Shalimar Tren İstasyonu'ndan kalkan Coromandel Express yolcu treninin, Chennai Central Tren İstasyonu'na doğru seyir halinde olduğu kaydedildi.

Orissa eyaleti üst düzey yetkililerinden Pradeep Jena, açıklamasında bölgeye 115 ambulans, 50 otobüs, 45 mobil klinik ve 1200'ü aşkın polis ve kurtarma ekibi sevk edildiğini söyledi.

"Kan bağışında bulunan tüm gönüllülere minnettarım. Takviye olarak doktorlar, ambulanslar, otobüsler göndermeye çalışıyoruz" diyen Jena, kurtarma faaliyetlerine odaklandıklarını ve kazanın sebebinin araştırıldığını belirtti.

Kurtarma çalışmalarına yerel halkın da destek verdiği aktarıldı. Kaza sonrası çok sayıda tren seferi iptal edildi.

HİNDİSTAN CUMHURBAŞKANI: TALİHSİZ KAZA

Hindistan Cumhurbaşkanı Draupadi Murmu, Twitter paylaşımında, "talihsiz kaza" nedeniyle derin üzüntü duyduğunu ve yakınlarını kaybeden ailelerin acısını paylaştığını belirtti.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi ise attığı tweet ile kazaya ilişkin Demiryolu Bakanı ile görüştüğünü ve kazadan etkilenenlere gerekli tüm desteğin verilmeye çalışıldığını ifade etti.

Modi, yakınlarını kaybeden ailelere başlığı, yaralılara şifa diledi.

                                                                    /././

Cumartesi Anneleri ters kelepçeyle gözaltına alındı!


AYM'nin ihlal kararına rağmen yedi haftadır Galatasaray Meydanı'na çıkışları engellenen Cumartesi Anneleri ve hak savunucularına bu hafta da polis tarafından müdahale edildi. En az 13 kişinin ters kelepçe ile gözaltına alındığı aktarıldı.

Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle 1995 yılından bu yana Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri, 949'uncu hafta eylemlerinde yine polis tarafından engellendi.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) oturma eylemlerinin yasaklanmasıyla ilgili verdiği 'ihlal' kararının ardından Cumartesi Anneleri 8 haftadır her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda karanfil bırakarak basın açıklaması yapmak istiyor.

8 haftadır polis müdahalesine maruz kalan Cumartesi Anneleri bu hafta ters kelepçeyle gözaltına alındı.

Gözaltına alınanların isimleri şöyle: Hanife Yıldız, İrfan Bilgin, Besna Tosun, Ali Ocak, Ali Tosun, Eren Keskin, Gülseren Yoleri, Leman Yurtsever, Nazım Dikbaş, Cihan Kaplan, Aslı Takanay, Hünkar Hüdai Yurtsever, Taylan Bekin.

                                                                 /././

Erdoğan ailesinin dünürü için kötü, Muğla için iyi haber

Muğla 2. İdare Mahkemesi, Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi’nin açtığı davada, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, Marmaris’te Erdoğan ailesinin dünürüne ait araziye özel yaptığı imar plan değişikliği için “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.


Muğla 2. İdare Mahkemesi, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, Marmaris’te Erdoğan ailesinin dünürüne ait araziye özel yaptığı imar plan değişikliği için “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Uzun süredir Marmaris’deki doğa talanlarına karşı mücadele eden Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi gösterdikleri çabaların karşılığını bir kez daha aldı. Hisarönü Köyü, 142 parselde yaşlı bakımevi inşası için Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı imar planı değişikliğine mahkeme “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, Erdoğan ailesinin dünürüne ait arazide yaşlı bakımevi yapılmasının önünü açmak üzere imar plan değişikliğine gitme kararının iptali için açılan davalarda bilirkişi, doğa lehine rapor düzenleyerek davacıların haklılığını gösterdi.

1 Haziran 2023 günü iki tarafı dere, önü deniz olan ve 17 metrede sert zemin bulunan sulak alanda yapılmak istenen projeye, bilirkişi raporu doğrultusunda Muğla İdare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı çıktı.

Muğla Mimarlar Odası ve Muğla Büyükşehir Belediyesi ile gerçekleşen dayanışma, yaşam alanlarının korunması için verilen mücadelede karşılık buldu ve mahkemenin verdiği “yürütmeyi durdurma” kararı ile yapılmak istenen talana ve tahribata engel olundu.

                                                               /././

Fransa'da uyuşturucu operasyonu: 5 Türk vatandaşı gözaltına alındı


Fransa'da gerçekleştirilen bir uyuşturucu operasyonunda 5 Türk vatandaşı gözaltına alındı. Yetkililer, uyuşturucu maddenin 'helal' ürünleri satan bir mağazada kurulan gizli bölmeden dağıtıldığını belirtti.

Fransa'da uyuşturucuyla mücadele ofisi OFAST, eroin kaçakcılığı yaptıkları şüphesiyle 5 Türk vatandaşını gözaltına aldı. Operasyonda 20 kilo eroin ve çok sayıda ateşli silaha el konuldu.

Euronews'te yer alan habere göre, Lyon kenti yakınlarındaki operasyonda 5 şüpheli gözaltına alınırken şebekeyi Türkiye'den yönettiği belirtilen kişinin ise henüz yakalanmadığı bildirildi.

SUÇLAMALARI REDDETTİLER 

OFAST yetkililerine göre uyuşturucu madde, 'helal' ürünleri satan bir mağazada kurulan gizli bölmeden dağıtılıyordu. Şüphelilerin ilk sorgulamaları sırasında kendilerine yöneltilen suçlamaları reddettikleri bildirildi. Soruşturma Lyon'da bir tetkik hakimi tarafından yürütülüyor.

                                                                   /././

SOL Parti’den gazeteci Çiğdem Toker’e dayanışma ziyareti

SOL Parti, demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını hatırlatan yorumu nedeniyle iktidar çevreleri tarafından hedef alınan gazeteci Çiğdem Toker’e dayanışma ziyareti gerçekleştirdi.

SOL Parti, gazeteci Çiğdem Toker’e destek ve dayanışma ziyaretinde bulundu.

Toker’in yazarı olduğu T24’ün Ankara bürosunu ziyaret eden SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen ile Parti Meclisi Üyesi Sercan Dede, deneyimli gazeteciyle bir araya geldi.

SOL Parti’nin Twitter hesabından ziyarete ilişkin yapılan açıklamada, Toker’in “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” sözü hatırlatılarak, “Başkanlar Kurulu Üyemiz Önder İşleyen ve PM üyemiz Sercan Dede,  Çiğdem Toker'e dayanışma ziyaretinde bulundu. Baskılara karşı omuz omuza” denildi.

Gazeteci Çiğdem Toker, seçim gecesi yorumcu olduğu Fox TV’de demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını hatırlatmış, halkın demokratik protesto hakkının kriminalize edilmemesi gerektiğinin altını çizmişti.

Yandaş medya ise bu sözleri nedeniyle Toker’i hedef almış, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ise Toker’in yorumunun inceleneceğini duyurmuştu.

SÖZLERİNİN ARKASINDA DURMUŞTU

Toker bu gelişmelerin ardından dün T24’te kaleme aldığı yazısında, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de geçmişte benzer açıklamaları olduğunu hatırlatarak şunları ifade etmişti:

“Seçim gecesi Fox TV’de katıldığım yayında "demokrasinin yalnızca sandıktan ibaret olmadığını" da içeren sözlerim dolayısıyla, adım üzerinden gazetecilik ve ifade özgürlüğü hedef alındı, alınmakta.

Yayında sözlü olarak ifade ettim, bir de yazılı olarak tekrar edeyim:

Demokrasi yalnızca sandıktan ibaret değildir.

Zira bir seçim ("sandık) ancak demokratik ve eşit koşullarda gerçekleştiriliyorsa onun bir seçim olduğundan söz edilebilir. Ki, bu dahi, çoğulcu demokrasinin asgari gerek ve yeter şartıdır. Bu nedenle, ne kadar demokratik ve eşit koşullarda yapılırsa yapılsın, demokrasinin sandıktan/seçimden ibaret olduğunu söyleyemeyiz.”




ABD’nin Çin’e uyguladığı çip ambargosu nereye varabilir? - Erhan Nalçacı / soL

 

ABD’nin bu taktiği Çin’i yavaşlatsa bile durduramayabilir ve jeostratejik konumu istediği avantajlı noktaya çekemeyebilir.

Geçenlerde Hiroşima’da gerçekleşen G-7 Devletleri zirvesinde Batı emperyalizminin Çin’e dönük düşmanca tavrı daha çok ete kemiğe büründü. Bu düşmanlığın askeri kuşatmadan, üretimlerin askerileşmesine, ekonomik yaptırımlardan rekabetçi girişimlere kadar birçok boyutu bulunuyor.

Ancak bu yazıda ABD’nin bir yıla yakın zamandır Çin’e uyguladığı çip ambargosuna göz atalım. Bu göz atma bize hem emperyalist dünyadaki rekabetin aldığı durumu hem de dünya kapitalizmindeki açmazları, özündeki akılsızlığı daha iyi kavrama fırsatı verecek.

1970’lerde emperyalist sistemin lider ülkesi olarak ABD bu liderliğin hakkını vererek Silikon Vadisi’nde çip üretimine başlamıştı. 

Bir belleğe sahip olabilen ve sistemden gelen uyarılara programları doğrultusunda kendiliğinden kontrol sinyalleri yollayan çipler bugün hemen her metanın içinde yer alıyorlar. Bu düzende metayı akıllı, bizi aptal yapan bir işleyişe sahipler.

Bilgisayarlar, cep telefonları, otomobiller, beyaz eşya, silahlar, hatta evler…

Geçen yüzyılda doğal olarak ABD hem çip tasarımında, hem üretiminde, hem satışında açık ara birinci ülkeydi.

Ancak 1990’lardan sonra reel üretim hızla ucuz emek gücünü pazarlayan coğrafyalara, özellikle Asya ülkelerine kaydı.  Bu olay dünya üretiminin hiçbir mantıklı planlamaya dayanmadığını, ancak sermayenin daha yüksek kâr hırsının üretim kapasitesinin dağılımını yönlendirdiğini gösteriyor.

ABD hala çip tasarımında dünya çapında ön planda ve çip satışında da. Ancak çip üretiminde çok geri kalmış gözüküyor. Aşağıdaki grafiklere bir kez bakalım:


2022 rakamlarına göre dünya çip üretiminde ülkelerin yüzde olarak payları görülüyor. Tayvan %66’lık payı ile açık ara öndeyken, yıllar içinde yurtdışına sermaye ihraçları ile Batı emperyalizminin çip üretiminde önemsiz sayılacak bir paya sahip olduğu anlaşılıyor. Buna karşılık Güney Kore görece önemli bir çip üretim merkeziyken Çin’in hızla çip üretimini arttırdığı izleniyor.


Ülkelerin çip pazarındaki oranlarına bakıldığında ise emperyalizmin ne anlama geldiği daha iyi anlaşılıyor. Çip üretiminde düşük bir paya sahip olan ABD pazarın büyük kısmını elinde bulunduruyor.

Grafikler bize ABD’nin nasıl bir üretim üssü olmaktan çıktığını ancak sermaye ihraçları ve diğer emperyalizme ait mekanizmalarla çip pazarını elinde tuttuğunu gösteriyor. Yine grafikler bütün dünyada kullanılan çiplerin kapitalizmin kendine içkin üretim anarşisi nedeniyle ezici çoğunluğunun doğu Asya’da üretildiğini gösteriyor.

Çip tasarımı modern bir emek gücü olan kadrolara dayanırken çip üretimi ise milyarlarca dolarlık dev bir yatırım gerektiriyor ve yatırımın sonuçları yıllar sonra kendini gösterebiliyor. 

Tabloyu tamamlamak için bir de çip üreten makinelerden bahsetmek gerekiyor, çünkü günümüz üretici güçlerinin başlıca içeriğini oluştururken bunların üretiminde de uzmanlaşma görülüyor. Bu konuda Hollanda ön plana çıkıyor ve yüz binlerce parçadan oluşan ve her bir parçanın başka ülkelerde üretildiği çip yapan lazer sistemleri üretiliyor.

Çin’e uygulanan ambargoya gelmeden tablonun tümüne bakmaya çalışalım.

Dünyanın fabrikasına dönüşen Çin’de üretim yapan şirketler hemen her metaya bazen yüzlerce çip yerleştirdikleri için Çin dünyanın en büyük pazarı haline gelmiş bulunuyor. Yakında 550 milyar dolarlık çip satışının 300 milyar dolarlık kısmı Çin pazarına ait olacak.

Dolayısı ile ABD’li, Güney Koreli, Tayvan’ı şirketler pazarlarını esas olarak Çin’de buluyorlar.

ABD ise tam buraya çomak sokmak istiyor. Geçen sene Ağustos’ta çıkan Çip ve Bilim Yasası’na göre, ABD kendi ülkesinde çip üretimini teşvik ediyor, araştırma ve yatırıma kredi veriyor, vergiden muaf tutuyor ve bu yasadan yararlanmak isteyen şirketleri Çin ile ilişkilenmekten men ediyor.

Öte yandan Batı emperyalizminin pasifikteki ortaklarına Çin’e teknoloji transferini ve gelişmiş çiplerin satışını yasaklamaya çalışıyor. Çin’e Hollanda’nın çip üreten makine, Güney Kore, Japonya ve Tayvan’ın gelişkin çip satışına kısıt getiriliyor.

Bu ambargonun çok kışkırtıcı olduğunu kabul edelim.

ABD 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’yı savaşa sürüklerken petrole ulaşımını engellemiş ve Japonya’nın görüşme isteklerini geri çevirmişti.

Çip üretimi de bugün petrol kadar önemli, çünkü çipsiz bir üretim mümkün değil.

Buna karşılık Çin teknoloji eşiğini kısa sayılabilecek bir süre önce atladı ve üretemedikleri bir şey kalmadı neredeyse. Şimdi hızla kendi çip üretimlerini geliştirmeye çalışıyorlar.

Bu köşede birçok kez belirttiğimiz bir konu ise, emperyalizmin patron ülkesinin liderlik ettiği diğer emperyalist ülkelere de kazandırma ilkesiydi. Bu ilke bozuluyor, ABD emperyalizminin peşine takılanlar zarar ediyorlar. Almanya’nın resesyona girmesine bir kez bakın.

Dünyanın en büyük çip pazarını ittifak ülkelerinin tekellerine yasaklamak büyük bir kayıp getiriyor onlar için. Macron gibi, bu ülkelerin yöneticilerinin ikircikli tavrı ve sürekli yalpalamaları bununla da ilgili.

Dolayısı ile ABD’nin bu taktiği Çin’i yavaşlatsa bile durduramayabilir ve jeostratejik konumu istediği avantajlı noktaya çekemeyebilir.

Çin geçenlerde ABD çip tekeli Micron’a güvenlik nedeniyle Çin’e satış yasağı getirdi.

Gerçekten mesele güvenlik miydi?

ABD’nin 1980’lerde Sovyetler Birliği’ne bozuk çip satacak kadar alçak olduğunu biliyoruz tarihten.

Ancak Çin’in bu tavrı el yükseltmek ve karşı tarafı boşa çıkarmak için de olabilir.

Takip edelim süreci.

Ama üretimin toplumsallaşmasının ulusal sınırları kat be kat aştığı günümüzde sosyalizme olan gereksinimin nasıl arttığının farkında olalım.

Yaşadığımız bütün sıkıntılar, Türkiye’de, ABD’de, Avrupa’da, Pasifik’te, gecikmiş olan sosyalizmle ilgili.

Erhan Nalçacı / soL



soL - 3 HAZİRAN 2023 -

 Orhan Kemal'in ölüm yıldönümü: 'Kara, büyülü ya da aydınlık gerçekçilik?'

'Orhan Kemal’in aydınlık gerçekçiliğini eşsiz kılan, kapkara, korkunç, kederli gerçeklikler içinde parlayan umuttur. Siyasette aydınlık gerçekçilik olamaz mı?'


15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğan Orhan Kemal, 2 Haziran 1970'te Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da yaşamını yitirdi. 

Ömrü boyunca, 50'den fazla kitaba imza atan Orhan Kemal, işçi sınıfının yaşamını da en iyi anlatan yazarlardan biriydi.

Ölümünün 53. yıldönümünde Orhan Kemal'i Gamze Yücesan Özdemir'in 13 Temmuz 2020'de yazdığı "Sınıf ve edebiyat: Kara, büyülü ya da aydınlık gerçekçilik?" yazısıyla anıyoruz:

Sınıf ve edebiyat ilişkisini en güzel özetleyen cümle şudur herhalde: “İşçi sınıfının anlatılmaya ve okunmaya değer bir hayatı vardır.” İşçi sınıfı edebiyatta nasıl temsil edilir? Sınıf bilinci, sınıf kültürü ve mücadele deneyimleri nasıl aktarılır? Edebiyatta işçi sınıfının içinde bulunduğu iktisadi, siyasal ve ideolojik yapılar nasıl sunulur? 

Edebiyat sınıfı muhakkak ki kucaklar. Ona farklı dertlerle farklı açılardan bakar. Gerçekçilik olarak adlandırabileceğimiz açı, diğerlerinin pek çoğundan farklı olarak, sınıfın baktığı açıya çok yakın durduğu için daha önemli bana sorarsanız.

Sınıf ve edebiyat bağlamında ortaya çıkan eserleri gerçekçilik akımı içinde üç farklı yaklaşım olarak gözlemleyebiliriz: kara gerçekçilik, büyülü gerçekçilik ve aydınlık gerçekçilik. Kara gerçekçilikte, zor ve kötü koşullarla karşı karşıya kalan emekçiler öfkeli ya da umursamaz tavırlar içinde daha sert ve daha karanlık bir varoluş benimser. İşçilerin yaşamlarında deneyimledikleri bastırılmışlık, kıstırılmışlık bir şiddete evrilir. İşçi sınıfı üyelerinin çıkmazda kalışı hissedilir. Çıkışsızlık, öfkeyi yansıtan ünlemler ve içe çekilip nefreti büyüten sessizlikler olarak hep merkezdedir. Bu yaklaşımla en net Boris Vian ve Charles Bukowski romanlarında karşı karşıya kalırız. 

Büyülü gerçekçilikte, emekçiler gerçekle gerçek dışının, olağanla olağan olmayanın, düşle sahici olanın aynı ortamda yan yana gelip herhangi bir çatışmaya girmeden var olabildiği bir ortamın nesnesine dönüşebilirler. Söz konusu ortamda hayali olan gerçek olanı destekler. Daha da gerçek olması için hayalle güçlendirilmiştir gerçekler. Zor ve kötü koşullardaki varoluşları, mücadeleleri ve umutları yalnızca fiziksel yaşamlarında değil düşlerinde de gerçekleşir. İşçi sınıfının hayatı farklı anlatılabilirse, işçi sınıfı da bu hikayenin bir parçası olursa, dünya da başka bir yer olabilir. Gabriel Garcia Marquez romanları büyülü gerçekçiliğin en çarpıcı örnekleridir hiç kuşkusuz. 

Aydınlık gerçekçilik ise Orhan Kemal'in eserlerinde var olur. Aydınlık gerçekçilik, Orhan Kemal’e göre, gerçekte olanı olduğu gibi yansıtmak değildir yalnızca. Gerçeğin ölçülerini kendinde toplayıp “olmuş mu” ile birlikte “olabilir mi”nin de karşılığını aramaktır. Burada da hayali olan gerçek olanı destekler. Böyle baktığımızda farkı hayali olanın anlatıya daha sessizce girmesi ve iflah olmaz iyimserliğidir. Tekrar edeyim: Aydınlık gerçekçiliğin kurucu unsuru iyimserliktir. “Burjuvalaşmış teknik karşısında ezilen, yok olan insanlar benim insanlarım olmuştur” der Orhan Kemal ve ekler, “Ben, aydınlık, umut dolu, okuduğum zaman bana yaşama sevinci, kötülüklerle savaşabilme gücü veren romanları seviyorum. Üst yanı fasa fisooooo.” 

Aydınlık gerçekçilikte işçi sınıfı içinde bulunduğu toplumsal koşullarla değerlendirilir. Bereketli Topraklar Üzerinde’de, “Pehlivan Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hemşerisi Hasan’a değil, onu bu hallere sokan devire, devrana, kahpe feleğe…” diye anlatılır. 

İşçi sınıfının sesi yükselir. Orhan Kemal’in sözleriyle, “Yani yazar olarak kendimi aradan çekip, okuyucumu anlattığım şeylerle baş başa bırakıyorum. Görüyorum ki, okuyucum zekidir. Baş başa kaldığı şeylerden, anlaşılması gereken şeyleri -benim şerh ü izahım olmaksızın da- anlayabilmektedir.” Ve ardından ekler, “Ben bol diyaloglarımla kabuktan derinlere inmek, yani ruh tahlilleri yapmak istiyorum. Üç beş konuşma, çoğu sefer sayfalar dolusu izahın yerini tutmalıdır.”

Sevgili Orhan Kemal Orhan Kemalliğini bir gecede büyütmemiştir tabii. Nâzım Hikmet, 1949 yılında ona bir mektup yazar. Bu mektubunda onun yazdığı kitabı ve yazarlığını değerlendirir. Mektupta Nâzım Hikmet genç yazara şöyle der: “Senin bazı hikayelerin, yalnız kederli değil aynı zamanda ümitsiz… Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmekte en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı, tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır… Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın, daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar.” Orhan Kemal’in aydınlık gerçekçiliğini -bu mektubun etkisiyle mi bilinmez- eşsiz kılan, kapkara, korkunç, kederli gerçeklikler içinde parlayan umuttur.

Siyasette aydınlık gerçekçilik olamaz mı? Salgınla birlikte siyasetin sıkıştığı bir dönemdeyiz. Siyasal iktidarın izlediği politikalar işçi sınıfı için gelecek günlerin daha da zorlaşacağına işaret ediyor. Muhalefetin hayalleri ile işçilerin gerçekleri arasında hiçbir bağlantı bulunmuyor. Siyasette bugüne ve yarına ışık olacak aydınlık gerçekçiliği ancak ve ancak sosyalist sol var edebilir. Önümüzdeki günlerin zor ve sancılı olacağı kesinken soralım öyleyse, “Hayallerimiz gerçeği destekleyemez mi? Daha da gerçek olması için umutlarımızla güçlendirilemez mi gerçekler?” 

Not: Orhan Kemal’den alıntılar, Asım Bezirci’nin Orhan Kemal (1984, Tekin Yayınevi) adlı kitabındandır.

                                                      /././

Nâzım Hikmet NHKM'de anılıyor: Nâzım gibi umutlu, Nâzım gibi inançlı, Nâzım gibi kararlı!

Komünist şair Nâzım Hikmet 60. ölüm yıldönümü vesilesiyle NHKM İstanbul'da düzenlenecek 'Nâzım gibi umutlu, Nâzım gibi inançlı, Nâzım gibi kararlı!' başlıklı etkinlikle alınacak.

Komünist şair Nâzım Hikmet 60. ölüm yıldönümü vesilesiyle pazar günü Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde (NHKM) anılacak.

'Nâzım gibi umutlu, Nâzım gibi inançlı, Nâzım gibi kararlı!' başlıklı etkinliğe; sanatçılar Ayşe Yaltırım, Dengin Ceyhan, Gülcan Altan, Metin Coşkun, Orhan Aydın- Güneş Demir ve Senan Kara'nın yanı sıra TKP İstanbul İl Başkanı Senem Doruk İnam katılacak.

 Etkinlik, saat 17.00'de NHKM Bahçe'de başlayacak.

                                                                    /././

Cağaloğlu Anadolu Lisesi mezunları törende gerici okul müdürünü protesto etti

Cağaloğlu Anadolu Lisesi 165. Dönem mezunları, Hiranur Vakfı'ndaki çocuk istismarını savunan müdür Cafer Koçyiğit'i sırtlarını dönerek protesto etti.


Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nin 165. dönem mezunları, tarikatçı Hiranur Vakfı başkanının 6 yaşındaki H.K.G’yi “evlendirmesi”ni savunan sosyal medya paylaşımıyla bilinen okul müdürü Cafer Koçyiğit'i mezuniyet töreninde protesto etti. Mezun öğrenciler, Koçyiğit'in AKP propagandası içeren bir konuşma yaptığı sırada arkalarını dönerek tepkilerini gösterdi. Mezunların protestosuna veliler de katıldı.(https://twitter.com/i/status/1664690602489925637)

Koçyiğit ne demişti?

Cafer Koçyiğit, Hiranur Vakfı'ndaki istismar skandalını sosyal medyada şöyle savunmuştu:

Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat:6) Bu ayet İman edenlere hitap ediyor. İmansızlar siz iftira atmaya karalama yapmaya devam edebilirsiniz!

                                                            /././

Erbakan'ın Meclis'teki ilk gününde hedefi 6284 sayılı yasa: 'Haşa bir ayet değil'

Fatih Erbakan yeni yasama döneminin ilk gününde Meclis'ten katıldığı canlı yayında '6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun' için 'haşa bir ayet değil' dedi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, yeni yasama döneminin ilk gününde Meclis'ten katıldığı canlı yayında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un mağduriyetlere yol açtığını öne sürdü. Erbakan "6284 haşa bir ayet değil. Avrupa'dan ihraç edilmiş bir kanun. Bunun eksiğinin gediğinin giderilmesi yanlışı varsa düzeltilmesi gayet tabi" dedi. Meclis'ten CNN Türk canlı yayınına katılarak Dicle Canova'nın sorularını yanıtlayan Erbakan "Kadınlara yönelik şiddetle alakalı 6284 sayılı kanunun hemen değişmesi yönünde bir girişimde bulunacak mısınız? Bir de şunu merak ettim; Özlem Zengin 'bizim kırmızı çizgimiz' demişti. AK Parti'nin Grup Başkanvekili olacak, öyle görünüyor. Bugün karşılaştınız mı, el sıkıştınız mı? Özlem Hanım'la karşılaştığınız da söylemek istediğiniz bir şey var mı?" sorusuna şu yanıtı verdi:

'6284 mağduriyetlere yol açıyor'

"Yok, karşılaşmadık. Özlem Hanım'ın orada kastettiği bana kalırsa, kadına şiddet konusu kırmızı çizgi, 6284 haşa bir ayet değil. Avrupa'dan ihraç edilmiş bir kanun. Bunun eksiğinin gediğinin giderilmesi yanlışı varsa düzeltilmesi gayet tabi. Ama 'kadına şiddet konusu kırmızı çizgimizdir' dediğini düşünüyorum. Böyle bir noktada da bizde aynı şekilde kadına değil sadece bütün canlılara hayvanlara, doğaya, tabiata... Şiddet bizim inancımıza aykırı. Böyle bir şeyin kabul edilmesi, onaylanması mümkün olamaz. Bizim 6284 ile ilgili söylediğimiz bazı aksaklıkları ve eksiklikleri nedeniyle mağduriyetlere yol açıyor. Bir kere suçun ispat edilmesi ortada yok. Sadece beyana dayalı bir şekilde, kadının beyanıyla... Tabii mağdurun beyanı. Aynı şekilde erkeğe de bu hak verilmiş. Biz sadece kadının bu hakkı var diye karşı çıkmıyoruz erkek de, hanımım bana şiddet uyguladı, desem benim de beyanım geçerli ama bu olmamalı. İddia sahibinin iddiasını ispatlaması lazım."

                                                              /././

Merkez Bankası'nın başına Hafize Gaye Erkan'ın getirileceği iddia edildi

Hazine ve Maliye Bakanı olarak Mehmet Şimşek'in, Merkez Bankası Başkanı olarak ise Hafize Gaye Erkan'ın görevlendirileceği ileri sürüldü.

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Cumartesi gecesi yeni bakanları açıklaması bekleniyor. Gazete Oksijen'de yer alan habere göre "son anda bir değişiklik yapılmazsa" Mehmet Şimşek'in Hazine ve Maliye Bakanı olması bekleniyor. Daha önce Şimşek'in Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu ile çalışmak istemediği ileri sürülmüştü. Haberde Merkez Bankası'nın yeni başkanının "ABD’de 'Müthiş Türk kızı' olarak tanınan Goldman Sachs gibi finans devleri ile çalışan" Hafize Gaye Erkan olacağı iddia edildi. Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı, İbrahim Kalın'ın MİT Müsteşarı olacağı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın'ın yerine Çağatay Kılınç'ın getirileceği, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler'inse Milli Savunma Bakanı olacağı da haberde ileri sürüldü.

Hafize Gaye Erkan kimdir?

1982 doğumlu Hafize Gaye Erkan, İstanbul Erkek Lisesi'nin ardından Boğaziçi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Burslu olarak Princeton Üniversitesi'nde doktora yaptı. Goldman Sachs’ta başladığı kariyerine First Republic Bank’ta devam etti. Burada Başkan, Kıdemli Başkan Yardımcısı, Yatı­rım Bölümü Başkanı ve Risk Yönetimi Eş Başkanı unvanlarını aldı. 2022'de ise ABD'de sigorta devi Marsh McLennan'ın Yönetim Kurulu'na atandı.

                                                              /././

Mülkiyeliler İnek Bayramı'nı iptal etti: 'Can güvenliğimiz sağlanamayacak noktaya geldi'

Mülkiyeli öğrencilerin yaklaşık 100 yıldır düzenlediği İnek Bayramı, artan baskı ve tehditler nedeniyle iptal edildi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin gelenekselleşen İnek Bayramı, üniversite idaresi ve gerici öğrenci topluluklarının baskısı ve tehditleri nedeniyle etkinliğin bileşenleri tarafından iptal edildi.

Mülkiyeli öğrencilerin yaklaşık 100 yıldır düzenlediği, Cebeci halkının da katıldığı etkinlik son dönemde çeşitli engellemelere ve hedef göstermelere maruz kalmıştı. Etkinlik, geçtiğimiz yıl İnek Duası bölümünün "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağıladığı" gerekçesiyle yargıya taşınmıştı.

Bu yıl ise üniversite idaresinin açıklamaları öğrencilerin can güvenliğini tehlikeye atacak boyuta ulaştı. Bazı öğrenci toplulukları da bayramın simgesi ‘imam’ figürünün dini değerlere saygısızlık olduğunu savundu. 

Konuya ilişkin Festival Komitesi tarafından yapılan açıklamada "Akademik takvimde 11-12 Mayıs tarihlerinde yer alan İnek Bayramı'nın yaşadığımız deprem felaketi sebebiyle 15-16 Haziran tarihlerinde yapılması planlanmıştı. Üniversite yönetiminin İnek Bayramı festival üzerindeki yıllardır süregelen sistematik baskı ve tehditleri tüllabın can güvenliğinin sağlanamayacağı noktaya gelmiştir. Bu sebeple İnek Bayramı'nın tüm bileşenlerinin ortak kararıyla belirtilen tarihlerde yapılacak olan İnek Bayramı iptal edilmiştir'' denildi.


Kurtuluş düşü - Orhan Gökdemir / soL

 'Komünizm sonsuz hayattır, sonsuz gençliktir, sonsuz bahardır' diyor şair. Esası 'kurtuluş düşü'dür.  

3 Haziran 63, demek altmışıncı yılındayız şairsizliğimizin. Dile kolay, o yıl doğanlar altmışıncı yaşını doldurdu bu yıl ki daha fenası ben de aralarındayım. Seneye şairin öldüğü yaşta olacağız demek ki.

İnsanlar ölümlüdür evet ama aralarından bazıları ölümsüz ürünler bırakır arkasında. Büyük insanlık ailesinin kutsanmış çocuklarıdır onlar. Aldığından daha fazlasını verdiklerindendir bu, çağının ruhunu taşıdıklarındandır. 

1902’de doğdu Nazım. Hürriyetle altısında, Sosyalizmle on beşinde, Cumhuriyetle yirmi birinde kesişti yolu. Demek ki çağının ruhu kesif bir devrimden ibarettir. Haliyle Nazım da devrimden ibarettir bir bakıma. Diyor ki o da;

Ben, bir insan,
ben, Türk şairi Komünist Nazım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben ...

Nazım Hikmet devrimin çocuğudur ama elbette birbirine benzer ve birbirinden farklı iki ayrı devrimdir sözünü ettiğimiz. Biri burjuva karakterlidir, diğeri işçi kokuludur; biri her mahallede bir zengin yaratmak istemektedir, diğeri yârin yanağından gayrı her şeyi eşitçe, kardeşçe paylaşmak derdindedir. Tarihin cilvesi bu iki devrimi aynı cephede yan yana getirmiştir üstelik. İkisi de emperyalizme karşı mazlum milletler safında savaşmaktadır çünkü. Kuzeydekiler koşar Anadolu’ya, destekler bu burjuva karakterli devrimi. Ama o karakter, Anadolu’nun ilk sosyalistlerini boğmak için harekete geçecektir az sonra. 

Diyor ki şair;

Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, ‘hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey’, der.

Böyledir, iki devrimini arasında duran şair görmektedir, yenenler yenilenlerin ak libaslarında siler kılıçların kanını. Tarih, sınıf savaşlarının tarihidir çünkü, haliyle kafanızla yüreğinizin arasında bir yerdedir bu tarihin gerçeği. Bilime de şiire de mecburuz o yüzden. Bilimle bakacağız ve şiiri eksik etmeyeceğiz yanımızdan. Demek ki devrimsiz şiir olmaz, demek ki şiirsiz devrim imkansızdır. Nazım özetle budur. 

Ne hoş, bilimde devrim yapmaya kalkışanların yolu da şiire düşüyor mecburen. Fizikçi Niels Bohr, atom altı fiziği hakkında şöyle diyor: “Konu atomlar olduğunda, dil ancak şiirde olduğu gibi kullanılabilir.” Bilimin imgelere yasalanarak ilerlediği yerdir burası. Kelimeler yeni gerçeği ifade etmekte yetersiz kalır çünkü. Bu durumda şiire başvurmak gerekir. Esası kelimeleri devrime uymaya zorlamaktan ibarettir. Nazım’ın şiiri de özetle budur. 

***

Nazım, 1921 yılında, demek henüz 19 yaşındayken, milli mücadeleye katılmak için Anadolu'ya geçti. Yolda durdular, cepheye gönderilmek için yol aradılar, izin istediler. Ama Bolu'da öğretmenlik düştü paylarına. Burjuva devrimi için yol kapanmıştı. 

Aynı yılın eylül ayında Batum üzerinden Moskova'ya geçtiler, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne öğrenci yazıldılar çaresiz. Bu bir devrimden ötekine geçiş anlamındadır aynı zamanda, bir tür zamanda yolculuktur. Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra döndü şair, Aydınlık dergisinde yazmaya başladı. Şiir ve yazıları artık öteki devrime meylediyordu, 15 yıl hapis istediler hakkında. O da yeniden tuttu Moskova’nın yolunu. Üç yıl sonra, 1928'de, af çıkardılar. Döndü, tutuklayıp attılar içeri. Sonra yeni davalar, yeni mahpusluklar. Ama aklına bile gelmedi devrime küsmek, liderine sırtını dönmek. Mektup yazdı kendisini çaresiz hissettiği bir günde, şöyle diyordu:

“Türk inkılabına ve senin ruhuna and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu da bir an olsun düşünebileyim… Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum…” Doğaldır bu da, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı için en güzel dizeleri o kaleme almıştır. Devrime ihanet eden şair değildir, şaire ihanet eden devrimdir. Çünkü devrim kuzeydekini artık düşman bellemektedir. Şair burjuva düşmanlığının ne ilk ne de son kurbanı olacaktır haliyle…

Trabzon’dan bir motor açılıyor
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! 
Motoru taşlıyorlar 
Son perdeye başlıyorlar! 
Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş 
Kemal kumandanın kordonuna 
Kumandan Kahyanın cebine inmiş…

Böyle açıldı tarihimiz. Ateş ve ihanet var, kan var, verilmiş can var her yanında. Ama biliyoruz, tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu! Devrim çocuklarını yer zaman zaman ve Nazım da sonuçta bir devrimin çocuğudur. 

***

Hatırlıyorum.
On sekiz yaşımdayım.
Anadolu’dayım.
Anadolu savaşmakta.
Yol boyunca gidiyoruz.
Sıcak. Gölge yok.
Diyor ki yol arkadaşım köylü Mehmed:
“Yakında acılarımız dinecek,
Bolşevikler yardım ediyor bize, Lenin ve Stalin.
Dökeceğiz gavuru denize.

Esası budur olup bitenin. Köylü Mehmed karar verir tarihin hızlı mı yoksa yavaş mı ilerleyeceğine. Bir devrimden ötekine bir kapı açılır böylece. Eşitliğe yol vermese bile o kapı, ışıklı kelimeler sızar arasından, halkların yüzüne vurur esintisi. Şiir diyoruz. 

Ve o şiire esinini veren devrim, ne yazık, teoride durduğu gibi durmaz her zaman. Yozlaşır, hedeflerinden vazgeçer, duraklar, hatta çöker. Tutkuyla bağlanmak gerekir yine de, şiirde olduğu gibi eğilmek gerekir üzerine. Bu sadece iyi yaşamakla ilgili değildir çünkü, insan olma, insan kalma maceramızla ilgilidir. 
Bir inanca, bir düşe, bir umuda ihtiyacımız var o halde. “Komünizm sonsuz hayattır, sonsuz gençliktir, sonsuz bahardır” diyor şair. Esası “kurtuluş düşü”dür.  

***

Nazım 1962’de, demek ki ölümünden bir yıl önce, o düşü şöyle not düşüyor defterine:

Yaşım altmış
on dokuzumdan beri bir düş görürüm
yağmur çamur yaz kış
uykuda uyanık
takılmış düşümün peşine yürürüm…

Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde:
ulu kurtuluş düşü memleketimin.

3 Haziran 63, demek altmışıncı yılındayız şairsizliğimizin. Dile kolay, o yıl doğanlar altmışıncı yaşını doldurdu bu yıl ki daha fenası ben de aralarındayım. Seneye şairin öldüğü yaşta olacağız demek ki. Bir düşümüz var ama, ilk günkü gibi genç, ilk günkü gibi taze. Ulu kurtuluş düşüdür bu, memleketimizin. O düş ki hapislerde ışığıdır hürriyetimizin, ekmeğimizin katığıdır sürgünde, her biten akşamdadır, her biten günde… Mecburuz, yok edeceğiz insanın insana kulluğunu!

Orhan Gökdemir / soL