6 Haziran 2023 Salı

Ağrı’dan Kahire’ye ucuz emek rekabeti (Bahadır Özgür) + Sosyal adaletin önemi (Hayri Kozanoğlu) - BİRGÜN

 


Ağrı’dan Kahire’ye ucuz emek rekabeti (Bahadır Özgür)

14 Mayıs’tan bir gün sonra Yeşim Tekstil, Ağrı’daki fabrikasını kapattı. 28 Mayıs’tan bir gün önce ise Çinli Oppo, fabrikasını Mısır’a taşıdı. ‘Fabrika göçünün’ ardında politik gelişmeleri de içeren karmaşık bir süreç yatıyor.

      Dönemin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Oppo fabrikasını ziyaret etmişti. (Fotoğraf: AA)

Gerilimli seçim günlerinin arasına sıkışmış iki önemli gelişme yaşandı. Türkiye kapitalizminin yönelimleri, siyasal temsil biçimleri, uluslararası iş bölümündeki yeri ve adım adım inşa edilen ucuz emek rejimi üzerine tartışmayı zenginleştirecek iki olaydı bunlar.

Oy kaygısının her şeye baskın geldiği dönemde üzerinde fazla duramadığımız bu gelişmeleri hatırlayalım önce.

14 Mayıs’taki seçimin ilk turundan bir gün sonra Yeşim Tekstil, Ağrı’daki fabrikasını kapattığını duyurdu. 28 Mayıs’taki ikinci turun bir gün öncesinde ise Çinli teknoloji devi Oppo, Tuzla’daki fabrikasını sessiz sedasız Mısır’a taşıdı. İlk bakışta sıradan görünen ‘fabrika göçünün’ ardında, kıyasıya ucuz emek rekabetinden başlayıp, bölgesel politik gelişmeleri, Erdoğan’ın ‘U’ dönüşlerini, küresel iş bölümündeki yeni eğilimleri de içeren karmaşık bir sermaye birikim süreci yatıyor aslında.

ÇİN MODELİ HAYALİ VE GERÇEKLER

Yeşim Tekstil, Bursalı köklü bir firma. Amerika, Rusya ve AB ülkeleri ihracat pazarları. Küresel markalara üretim yapıyor. Nike, Zara, Pull&Bear, Bershka, Tommy Hilfiger, Tommy Jeans, Polo Ralph Lauren başlıcaları. Ağrı’daki fabrikayı 2019 yerel seçiminin hemen öncesinde, belediye başkanlığına aday olan Savcı Sayan ve dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun katıldığı törenle açmıştı. Yerel seçim propagandasının merkezindeydi. Zira, en fakir kent Ağrı’da uzun süre sonra yapılmış ilk sanayi yatırımıydı. Yerel basında baş haberdi. AKP’ye oy da kazandırdı. Bursa’dan AB’ye, Moldova’dan Rusya’ya üretim yapan firma, Ağrı’yı, ABD ve Afrika için düşünmüştü. Geçen yıl sendikalaşma yüzünden resti çekmiş, “kapatıp giderim” demiş, oy kaygısıyla siyaset devreye girmiş, sendika ile patron arasındaki sürtüşme ertelenmişti.

Ama şirketin arzusu gerçekleşmedi. Peki neden?

Yeşim Tekstil’in yatırımı siyasal iktidarın ekonomi politikasıyla örtüşüyordu. TL’nin değer kaybı, kredi genişlemesi, orta gelirliler yoksullaştırılarak genişletilen emek havuzu üzerine inşa edilmeye çalışılan ‘Çin tipi kalkınma’, Recep Tayyip Erdoğan’ın mottosu olmuştu. ABD Başkanı Donald Trump ile ilişkiler hayalini besliyordu. Hali hazırdaki ABD-Çin ticari geriliminin pandemiyle birleşmesinin yarattığı ‘tedarik zinciri’ sorunlarını da not düşelim. ‘Çin modeli’ olarak formüle etse de Erdoğan esasında yeni oluşmakta olan uluslararası iş bölümünde Vietnamlılaşma (orta-orta üst teknoloji ülkesi) ile Bangladeşleşme (sudan ucuz emek ülkesi) arasında bir yere konumlandırmaya çalışıyordu Türkiye’yi. Çin’in, Batı’ya tedarikte ‘ara durak’ ihtiyacı da belirleyiciydi. Erdoğan’ın arzusu da tam gerçekleşmedi ama. 

Peki neden?

                                                           Ağrı’daki Yeşim Tekstil Fabrikası da kapatıldı.

RABİA’DAN DOSTUM SİSİ’YE: MISIR’LA REKABET

Erdoğan, iktidarı ile uluslararası iş bölümünün ihtiyaçları arasındaki dengeyi korumakta bocaladı. Siyaseten istihdam belirleyiciydi. Şirketlerin karlılığını ucuz emeğin yanında finansal araçlarla (Kur korumalı mevduat, kredi, rezervleri harcama, tavuk dönercinin dahi açıldığı borsa yoluyla fonlama) tahkim etti. İç pazarda fiyat artışı, enflasyonun üzerine çıktı. Menkul ve gayrimenkul fiyatları şişti. Böylece Forbes listesindeki ‘milli’ zenginlerin her birinin serveti ortalama 300 milyon dolar yükselirken, küçük mülk sahipleri de (kira, ev satışı, inşaat projeleri) bir nebze yararlanabildi. Emekçinin hesabına ise asgari ücret zamlarını, EYT’yi, sosyal yardımları yazalım.

Lakin ihracatın değeri kur ve enflasyonla muazzam düzeyde geriledi. Dış ticaret açığı patladı. Doğru düzgün yatırım da olmadı. Özel incelenmesi gereken askeri sanayinin kendine özgü dinamizmi, doğayı altüst eden madencilik dışında, ihracatın birinci kalemi otomotivde ne olduğu belirsiz TOGG, ikinci sıradaki tekstilde ise Çin’in ve Körfez’in ihracatçı sermayesine çuval, branda vs. üreten fabrikalar ile Çin hammaddesine dayalı iplik/iplik boyama dışında yeni yatırım görünmüyor. İstihdam yoğun biçimde son 10 yılda kredilerin etkisiyle sayısı 1 milyon artan mikro işletmelere tutunabildi. İstihdamın yüzde 35.8’ini barındırıyorlar. Büyük ölçekli işletmelerin payı yüzde 28. Böyle bir ekonomi politikasının sermayenin küresel rekabetinin gerçekleriyle uzun süre uyuşması zordu. Hele finansal bağımlılığı yoğun olan bir ülkede.

Ucuz emek tek başına yetmiyor yani. Onu, uluslararası iş bölümünün mecburiyetleriyle de desteklemek, finansal olanakları istikrarlı hale getirmek lazım. İşte asgari ücret zammı ve enerji maliyetinin üzerine bir de enflasyonun öz sermayeleri eritmesi eklenince, yeni yatırımla desteklenemeyen mevcut kapasite çareyi üretimi ‘bölgesel plana’ yaymakta buldu. İki seçim arasında gerçekleşen Erdoğan’ın zikzakları da bu ihtiyaca yanıt verme çabasıydı bir bakıma. ‘Rabia’dan ‘dostum Sisi’ye evrilen politik manevraları, Mavi Vatan’dan Akdeniz’deki doğalgaz arama savaşına, Libya’dan Suriye’deki sorunlara, Batı ile ilişkilerden Afrika pazarının anahtar rolüne uzanan karmaşık politik meselelerin yanında, Yeşim Tekstil’in göçüyle de beraber okumak anlamlı olur.

TEKSTİLCİ NİYE MISIR’A GÖÇÜYOR?

Nitekim Ağrı fabrikasını kapatmadan bir ay önce Yeşim Tekstil patronu, Ekonomim gazetesine verdiği demeçte, Mısır’a 80 milyon dolarlık yeni yatırım kararı aldıklarını söylüyordu. Maliyetler yüzünden Uzak Doğu ile rekabet edebilmelerinin yegane yolunun ‘bölgesel üretim üsleri’ olduğunu belirtiyordu. Haberde ayrıca Taypa, Realkom, FG Group gibi birçok şirketin sıfırdan yatırım yapacağı ifade ediliyordu. Mısır’da 35 büyük Türk tekstilci faaliyette. Yeşim Tekstil, üst üste iki yıldır Mısır’ın ihracat şampiyonu. İhracatın 3’te 1’i Türk şirketlerin elinde. Çinli tekstil devleri ve AB’li küresel markalar da Mısır’a kayıyor. Haliyle Çin tedariğinin rotası buraya kırıldı. Oppo gibi teknoloji şirketleri fabrikalarını taşıdılar. Bu arada Koç’un son yıllardaki en büyük yatırımlarından birisinin Afrika pazarı için Mısır’da kurduğu Arçelik fabrikası olduğunu hatırlatalım. ABD pazarına girişin yolu Mısır çünkü. 120 milyar dolarlık ABD hazır giyim ithalatından Türkiye geçen yıl 1 milyar dolar, Mısır 1.2 milyar dolar pay aldı. Bunun iki sebebi var: İlki; Mısır-İsrail-ABD arasında ‘Ortadoğu bölgesel barışı’ gerekçesiyle 1990’lı yıllarda kurulmaya başlanan Nitelikli Endüstri Bölgeleri. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da vaadi olan bölgelerin sayısı 15’i aştı. Belli oranda İsrail tedariği kullanılan ürünlere ABD sıfır gümrük uyguluyor. Türkiye’ye yüzde 30’ları aşıyor. İkincisi; Sisi, kamuda uygulanan asgari ücret düzenini, Dünya Bankası’nın isteği ile 2021’de özel sektöre yaydı. Mısır Lirası’nı yüzde 25 devalüe etti. Toplam işçilik maliyeti Türkiye’de 600 doları bulurken, Mısır’da 150-175 dolar. Enerji maliyeti Türkiye’nin yarısı.

Seçim arasına sıkışmış fabrika göçünün arka planı kabaca böyle işte. 2008 krizi, pandemi, Çin-ABD rekabeti ve bölgesel savaşlarla yeni bir uluslararası işbölümü şekilleniyor. Tekstil üzerinden Mısır-Türkiye rekabeti bu bakımdan dikkat çekici. Elbette Türkiye kapitalizmi, 90’larda kurduğu otomotiv sanayi ve Batı finansal sistemine tam entegrasyonuyla Mısır’ı aşıyor. Ancak neoliberal yapılanma süreci paralellik arzeden iki ülkenin tekstil özelinde girdiği rekabet, yeni işbölümünü incelerken bir örmek.

Dolayısıyla ulusal sermayelerin küresel işbölümündeki rekabetinin getirdiği bölgesel ihtiyaçlara uygun olarak siyasal pozisyonların, temsil biçimlerinin, devlet yapısının da dönüşüm geçirdiğini gözden kaçırmamak, Erdoğan rejimine buralardan da bakmak önemli.

                                                                        /././

Sosyal adaletin önemi (Hayri Kozanoğlu)

     Fotoğraf: Depo Photos

Küresel çapta bir ankette insanların dörtte üçü yaşamlarının iyiye gitmediğini söylüyor. 244 milyon çocuk okula gidemiyor. Yoksul ülkelerde 10 yaşına gelen 10 çocuktan 7’si basit bir öyküyü okuyup anlama yetisinden uzakta.

Hafta sonu, memleketin içi karartıcı gündeminden biraz uzaklaşayım dedim ve bir uluslararası rapor okudum. Açıkçası, köşe yazımda da biraz Türkiye detoksu yapmayı, başka bir konuda kalem oynatmayı arzuladım. Eğer benzer bir ruh hali içerisinde iseniz buyurun… Yok, ülkenin bunca derdi tasası arasında böyle araştırma raporları neyimize diyorsanız, siz de haklısınız…

Bugün Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Uluslararası Emek Konferansı’na sunduğu Sosyal Adaleti İlerletmek metnini konu alıyoruz:

Covid-19’dan artan yaşam pahalılığına, aşırı hava olaylarına, jeopolitik istikrarsızlığa ve ufukta beliren borç krizine, dünyada yaşanan olumsuzlukların sosyal adaleti sağlamaya yönelik çabaları eğer tersine çevirmiyorsa bile, en azından geciktirdiği hatırlatılıyor. 

Küresel çapta yapılan bir ankette insanların dörtte üçü yaşamlarının iyiye gitmediğini dile getiriyor. Bu noktada ILO’nun kuruluş bildirgesinde, sosyal adaletin, “tüm insanlar ırkına, inancına, cinsiyetine bakılmaksızın, özgürlük, onur, ekonomik güvenlik ve fırsat eşitliği temelinde maddi koşullarını iyileştirmek ve tinsel gelişimini sağlamak hakkına sahiptir” şeklinde tanımladığına dikkat çekilerek, insan onurunun “emek bir meta değildir” ilkesine dayanması gereğinin altı çiziliyor.

SOSYAL ADALETİN DÖRT BOYUTU

Sosyal adaletin genelde dört boyutu bulunduğu söylenebilir. Birinci boyut, evrensel insan hakları ve kabiliyetleridir. Bu haklar yeterli bir yaşam standardına, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerine erişebilmeyi kapsar. Bu ayrıca örgütlenme özgürlüğünü de içerir. Uluslararası emek standartlarının yerleşmesi ve uygulanması da insan haklarının bir parçasıdır. 

İkinci boyut, istihdam ve üretken faaliyetler için fırsatlara eşit erişimdir. Kişiye ekonomik faaliyetlere katılma olanağı tanınması ve gayreti ölçüsünde ödüllendirilmesi sonucu hem anlamlı bir işe sahip olma, hem de topluma katkı yapma fırsatı doğar. 

Üçüncü boyut, adil bölüşümdür. Ekonomik büyümenin nimetlerinin adil bölüşümü ancak toplumdaki dezavantajlı ve kırılgan kesimlerin sorunlarına özenle eğilinmesiyle olanaklıdır. 

Dördüncü boyut, adil dönüşümlerdir. Küreselleşme, teknolojik, demografik, çevresel ve diğer dönüşümlerin ve sıklaşan krizlerin insanların refahını en az olumsuz etkileyecek şekilde yönetilebilmesidir. 

KÜRESEL ADALETSİZLİKLER DERİNLEŞİYOR

Ne yazık ki raporun bundan sonrasında somut bulgularla küresel sosyal adaletin ne kadar uzağında bulunduğumuz sergileniyor. 244 milyon çocuk ve genç okula gidemiyor. Yoksul ülkelerde 10 yaşına gelen her 10 çocuktan 7’si basit bir öyküyü okuyup anlama yetisinden uzakta.

2020’de 160 milyon çocuk çalıştırılıyordu. Bunların 50 milyon kadarı modern köle konumundaydı. Bu rakamların 2016’ya göre 8 milyon ve 2,7 milyon artışı işlerin kötüye gittiğini gösteriyordu. 

Milyonlarca insan güvenli ve sağlıklı olmayan koşullarda çalışıyor. Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıklarından 2 milyon dolayında işçinin hayatı kaybettiği tahmin ediliyor. İstihdam sahibi her beş kişinden birinin işyerinde fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddet ve tacize uğradığı biliniyor. 

Her beş gençten biri, ne eğitimde, ne istihdamda, ne de stajda. Dünya istihdamının yüzde 60’ı kayıtdışı ekonomide çalışıyor. Parça başı, geçici, kısmi zamanlı işler toplam istihdamda giderek yaygınlaşıyor.

İşgücü piyasasında toplumsal cinsiyet ayrımcılığı da çok yaygın. Eşit işlerde kadınlar erkeklerin yüzde 20 altında kazanıyor. Gelişmiş ülkelerde göçmen kadınlar ile ülkenin yurttaşı erkekler arasındaki ücret farkı ise yüzde 21’e ulaşıyor. 

2022’de 205 milyonu işsiz, 268 milyonu ise işsiz sayılmasa da istediği tarzda bir işte çalışamayan, örneğin tam zamanlı çalışmak isteyip ancak kısmi zamanlı işlerle yetinen insanların toplamı 473 milyonu buluyordu.

Özetle, giderek derinleşen krizler, sosyal kalkınmaya yeterli yatırım yapılmaması, artan eşitsizlikler, küresel dayanışmanın yetersizliği ve görülmemiş düzeyde yüksek borçlar nedeniyle dünya, sosyal adalet hedefinin çok uzağında bulunuyor. 

Dünyada 4 milyon kişi sosyal koruma ağlarının dışında kalıyor. Herkesin yaşamı boyunca kapsamlı, yeterli ve sürdürülebilir sosyal koruma olanağı altında bulunması ilkesinden giderek uzaklaşılıyor. Pandemide daha açık görüldüğü gibi birçok ülkede her yurttaşın sağlık hizmetine erişimi, hastalık ve işsizlik halinde devreye girecek programlar bulunmuyor.

ILO’nun tahminlerine göre, yaşlı yurttaşlara minimum bir sosyal koruma sağlanması çok önemli ekonomik ve demografik etkiler yaratacak. Düşük ve orta-düşük gelirli ülkelerde 10 yıl içerisinde kişi başına gelirde yüzde 14,8 artış gözlemlenecek. Bu dönüşüm yoksulluğu yüzde 6 azaltırken, toplumsal cinsiyet temelli ücret farklılıklarını da yüzde 3,6 daraltacak. Gelir dağılımı eşitsizlikleri de en alttaki yüzde 40’ın toplam gelirden yüzde 2,5 daha fazla pay almasıyla bir parça azalacak. 

ILO’nun işçiler, işverenler ve hükümetler olmak üzere sosyal diyaloğu geliştirmek, sorunları çözmek üzere “üç taraflı” bir modeli var. ILO benzeri BM kuruluşları, yapıları gereği sorunlara parmak bassa da, bu sorunlarda kapitalizmin rolünü ifade etmekten, adını ağızlarına almaktan çekinirler. Burada da çözüm yolunda sermaye kesiminden lütuf beklemeleri fazlaca iyimser görünüyor.

Sorunların çözümü için yine aynı şekilde IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası mali kuruluşlardan medet ummaları da yine dünyaya fazla pembe gözlükle bakmalarının sonucu. 

Yine de sosyal adalet kavramının önemini hatırlattıkları, küresel çelişkileri somut olgular ve rakamlarla yansıttıkları için onlara teşekkür borçluyuz. Ulusal ve küresel sınıf mücadeleleri için bu tarz dokümanların yol gösterici işlevini aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. (ILO Advancing social, justice, International Labour Conference 111th Session, 2023)



İbrahim Kalın: Karanlıktan gelip karanlığa giden adam + AKP'nin yeni İstanbul valisini yakından tanıyalım: Vali Davut Gül kimdir? (soL)

 İbrahim Kalın: Karanlıktan gelip karanlığa giden adam (Orhan Gökdemir-soL / Özel)

Karmakarışık, tuhaf, islamcı bir militanın portresi bu. Sahneyi ve gösterişi de seviyor üstelik. İbrahim Kalın karanlıktan gelmişti, karanlığa döndü.

Eski Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olması ile birlikte boşalan MİT Başkanlığı koltuğuna oturdu. Erdoğan, daha önce "büyükelçi" sıfatı verdiği, sonra "başdanışman" ve "cumhurbaşkanlığı sözcüsü" yaptığı İbrahim Kalın’ı en stratejik kurumun başına geçirdi. Bu bir tür saray usulü “kara kutu” değişimi. Kalın’ın atanacağı haberleri üzerine Gazeteci Fehmi Çalmuk, Kalın'ın üniversite döneminde katıldığı eylemlerden kareler yayınladı. Böylece MİT’in başına islamcı hareket içinden gelen eski bir militan oturmuş oldu.

Kalın hakkında başka iddialarda var. WikiLeaks belgelerinde İbrahim Kalın'ın CIA gölge kuruluşu Stratfor'a TR-306 kod adıyla çalıştığı deşifre edilmişti. Stratfor Direktörü G. Friedman o tarihte Başbakan danışmanı olan İbrahim Kalın’la ilgili mesajında şöyle diyordu: “Bu adam büyük bir kaynak, ilişki gizli kalmalı, İbrahim'in müdahale yeteneği bizim statümüzü ortaya koyuyor. Bu adam büyük bir kaynak.”

Strafor şirketi Pentagon ile CIA gibi yapılara danışmanlık hizmeti veriyor ve “Gölge CIA” olarak adlandırılıyor. Stratfor, Amerikan Savunma Bakanlığı birimleriyle birlikte özel kuruluşlara da kritik istihbarat satan, bir kuruluş. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu'daki ülkelerde önemli birimlerde görev alan kişilerle kurduğu e-mail ağı vasıtasıyla ülkeler hakkında önemli bilgiler ediniyor. Örgütün Türkiye'de de birçok üyesi olduğu WikiLeaks belgeleri ile anlaşılmıştı.

MALEZYA İSLAM ÜNİVERSİTESİ KARDEŞLİĞİ

Aslen Erzurumlu veya iddialara göre Siirtli olan İbrahim Kalın 1971'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nü ve 1994 yılında Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde (IIUM) yüksek lisansını bitirdi. İbrahim Kalın'ın Malezya'da bulunduğu yıllarda eski Başbakan Ahmet Davutoğlu doçent olarak aynı üniversitede çalışmaktaydı. ABD'deki George Washington Üniversitesi'nde doktora yaptı. 2002-2005 yılları arasında, Kutsal Haç Koleji’nin (College of Holly Cross) Dini Çalışmalar kısmında görev aldı. Felsefe, İslam düşüncesi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda uzmanlaştı. SETA adlı araştırma şirketinin kurucu başkanı. 2007 yılında İslam ve Batı başlıklı kitabı yayımlandı. Bu çalışmasıyla Fethullahçı Türkiye Yazarlar Birliği'nin Fikir Ödülü'nü kazandı.

Kalın ve Davutoğlu’nun yollarının kesiştiği Malezya İslam Üniversitesinin de ilginç bir hikayesi var. Malezya eski bir İngiliz sömürgesi. 1957'de Malezya'nın İngiliz Milletler Topluluğu içinde kalması şartı ile bağımsızlığı kabul edildi. Malezya İslam Üniversitesi, 1983 yılında Bangladeş, Suudi Arabistan, Türkiye, Pakistan, Mısır, Libya, Maldivler ve Malezya’nın maddi katkılarıyla kuruldu. İslamcıların ortak duraklarından biri oldu. Davutoğlu da Boğaziçi Üniversitesi'nde yetersiz bulunduğu için öğretim üyesi yapılmayınca bu üniversitenin yolunu tutmuştu. Türkiye’den gelen onu aşkın öğretim üyesinden biri olan Davutoğlu, Doçent kadrosu ile çalıştığı üniversitede siyaset bilimi bölümünü kurmuştu. İbrahim Kalın da Davutoğlu'nun en önemli öğrencisi oldu. Kalın, 1994 yılında yüksek lisansını bitirip “Molla Sadra’da Hareket-i Cevheriyye Nazariyesi” başlıklı yüksek lisans tezini tamamlayarak Türkiye’ye döndü. Hocası Davutoğlu da aynı tarihlerde ülkeye döndü. Çünkü Refah Partisi, mahalli idareler seçiminde başarı göstermiş, yerel yönetimleri ele geçirmişti. Yurtdışındaki İslamcılara ihtiyaç vardı.

Ahmet Davutoğlu'nun kurdurduğu, “AKP think thanki” denilen SETA Vakfı’nın 2006-2009 yılları arasında Genel Koordinatörlüğü’nde bulundu. Mevcut ve eski SETA üyelerinden bazıları Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sistemi içerisinde üst düzey yetkili olarak görev yapıyor. İbrahim Kalın onların başında geliyor. SETA'nın eski İstanbul Genel Koordinatörü ve SETA Genel Koordinatör Yardımcısı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı. SETA genel koordinatörü Burhanettin Duran da Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyesi.

2009 yılında Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla boşalan dış politikadan sorumlu Başbakan Başdanışmanlığına, Malezya’dan hocası Davutoğlu'nun tavsiyesi ile getirildi.

İbrahim Kalın'ın Ahmet Davutoğlu ile dostluğu kesintisiz sürdü. 2017 yılında kızı Rumeysa Kalın, Furkan Karabulut ile evlendi. Çiftin nikah şahitliğini Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, İsmail Kahraman, Binali Yıldırım ve Ahmet Davutoğlu yaptı.

FETHULAH İLE YOLU KESİŞMEYEN İSLAMCI VAR MI?

Kalın, 15 Temmuz darbe girişiminden önce, Fethullahçıların Today's Zaman gazetesinde yazarlık yapıyordu. Kalın’ın yolunun düştüğü Georgetown Üniversitesi’nde de Fethullahçıların kontrolü var. ABD'de iken de Gülen'i Georgetown Üniversitesi’nin 2009 yılında hazırladığı “en etkili 500 Müslüman” listesini hazırlayanlar arasındaydı. ABD’deki bu ünlü üniversiteye Fethullahçıların büyük paralar akıttığı biliniyor. Kalın, Erdoğan-Cemaat kavgası çıkınca Today’s Zaman’da yazmaktan vaz geçti.

Bir tarafında bağlama aşkı var. Birkaç yıl önce kendi yazıp bestelediği “Hiç oldum” isimli türküsünü Youtube üzerinden paylaştı. Dokuz dakikalık türküyle ilgili açıklamaların olduğu kısımda gitarlar, e-bow ve kopuzda Erkan Oğur'un ismi yer alıyordu. Haliyle büyük tartışma çıktı. Projenin bir buçuk, iki sene önce yapıldığını belirten Oğur, “Ben sadece müzikle ilgili bir yaklaşımla ve İbrahim Kalın'ı bağlama seven, halk müziğiyle ilgili birisi diye hissettiğim için birkaç müzisyen arkadaşın ricası üzerine kopuzumla eşlik ettim. Öylesine bir stüdyo işiydi, benim için ondan öte bir şey değildi. [İbrahim Kalın] da aradı, ricacı oldu” dedi. Kalın forsunu kullanıp TRT’nin müzik kanallarında bile boy gösterdi. Bir gün işsiz kalırsa mesleği hazır.

Karmakarışık, tuhaf, islamcı bir militanın portresi bu. Sahneyi ve gösterişi de seviyor üstelik. Saray’da odasını toplarken, MİT Başkanı olarak atanmasından saatler önce yarısı karanlıkta kalan bir fotoğrafını profil fotoğrafı olarak seçti. İbrahim Kalın karanlıktan gelmişti, karanlığa döndü.

Orhan Gökdemir / soL- Özel

                                                               /././

AKP'nin yeni İstanbul valisini yakından tanıyalım: Vali Davut Gül kimdir? (soL-Özel)

Sivas anmasındaki Erdoğan şartı, gericilik karşıtı şiir okuyan öğretmeni açığa aldırması, Bilal'in arkasında kıldığı namaz, Gezi davası sonrası attığı mesaj... Yeni İstanbul valisi ataması şaşırtmadı.

İletişim Başkanlığı tarafından dün yapılan açıklamada "Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Valisi olarak Sayın Davut Gül’ü atamıştır" denildi.

Bu atama, İçişleri Bakanlığı sona eren Süleyman Soylu'nun son talebinin de havada kaldığını gösterdi. İddiaya göre Soylu, Erdoğan’dan İstanbul Valisi olarak kendisine yakın olan Çetin Oktay Kaldırım'ı ataması için ricada bulunmuştu.

Ancak bu rica belli ki havada kaldı, koltuk ise Davut Gül'e gitti.

Peki kimdir Davut Gül?

Yaptığı gerici açıklamalar ve icraatları, Gezi Davası sonrası attığı "Devlet, yarına bırakır ama yanına bırakmaz" mesajı, 14 Mayıs seçimleri öncesi Erdoğan için oy istemesi, bir işçinin ölümünün ardındanki ihmalleri gizlemek için dile getirdiği "eleştiriler ideolojik" sözleri İstanbul'un yeni Valisi Davut Gül'ün kimliği konusunda oldukça kapsamlı bir bilgi veriyor.

Sivas Katliamı anmasında 'Erdoğan' şartı ve saldırı tehdidi

Davut Gül'ün yurttaşların hak arama ve sokağa çıkmasına karşı nasıl bir tavrı olacağına ilişkin ilk veri, Sivas Valiliği yaptığı döneme ait. 2018 yılında, Sivas Katliamı anması için kendisiyle görüşen heyete, "Cumhurbaşkanı ve hükümet aleyhinde hakaret içeren slogan atılırsa, mitinge müdahale ederiz" diyen Gül'ün bu sözleri tepki çekmişti.

Gericilik karşıtı şiir nedeniyle öğretmeni açığa aldırdı

2021 yılında, 10 Kasım kapsamında Gaziantep Şehitkamil Vicdan-Ahmet Güner Ortaokulu'nda yapılan törende Şair Süleyman Apaydın'ın "Yıkım Heykellerimi" adlı şiirini okuyan öğretmen gerici basın ve Vali Davut Gül'ün hedef göstermesi sonrası önce soruşturma konusu oldu, sonrasında da açığa alındı.

Bir mühendis cami inşaatında öldü, eleştirilere 'ideolojik' dedi

"Türkiye'nin ikinci en büyük camisi" denilerek gündem edilen Gaziantep'teki caminin inşaatında, 2019 yılında yaşanan çöküntü sonrası bir mühendis yaşamını yitirmiş, TMMOB, caminin statik projesi ve ruhsatının bulunmadığını tespit etmişti.

Kalıpta kullanılması gereken malzemelerin kullanılmadığını, kalıp sistemlerinin denetlenmediğini ve onay alınmadan ilkel bir şekilde yapıldığını belirten TMMOB, "cami inşaatının bir mühendislik ürünü olmadığını" açıklamıştı.

Davut Gül'ün başında olduğu Valilik ise gelen bu eleştirilere karşı “Bazı kesimlerin bu üzücü olayı ideolojik ve siyasi tatmin aracı olarak kullanması en çok merhum Korkut Küçükcan ve ailesini üzecektir" açıklamasında bulunmuştu.

4-6 yaş Kuran kursları 'anasınıfı ihtiyacını karşılıyor'muş...

Kentte açılacak 4-6 yaş Kuran kursları için "anasınıfı ihtiyacını karşılıyor" iddiasında bulunan Gül, şöyle konuşmuştu:

4-6 yaş Kuran Kursu’nun hem Kuran Kursu olarak bir işlevi var hem de anasınıfı ihtiyacını karşılıyor. O açıdan ciddi anlamda eğitimin altyapısı da güçlenmiş oluyor. Bunu sahiplenen Şahinbey Belediye Başkanımıza teşekkür ediyorum. 20 tane 4-6 yaş Kuran Kursu yapma hedefi çok ciddi, çok önemli ve büyük ölçüde sıkıntımızı ortadan kaldıracak bir hedef. Emeği geçenlere,  hayırseverimize ve ailesine teşekkür ediyorum.

Bilal'in arkasında namaz


2019 yılında, Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan’ın Güneydoğu Anadolu bölgesindeki gezisi sırasında sürekli protokolle karşılanması tepki çekmiş, Antep durağında ise Bilal Erdoğan'ın cami ziyareti sırasında, Gaziantep Valisi Davut Gül’ün hemen Bilal Erdoğan’ın arkasında namaz kıldığı görülmüştü.

Türkiye'de kesilen koronavirüs cezalarının yarısı Gül'ün valiliğinde kesildi

Davut Gül'ün ülkede gündem olmasının sağlayan bir diğer olay, salgın sırasında halka kesilen cezalar olmuştu.

Sadece Mayıs 2021'e kadar geçen süreçte 998 iş yeri 92 bin 714 kişiye ceza yazılan kentteki tabloya ilişkin açıklamada bulunan Gül, "Türkiye’de toplam yazılan cezanın yarısını Gaziantep'te yazdık! Sizlere büyük iş düşüyor; bu paraları öderken çok büyük sıkıntı çekeceksiniz, lütfen çevremizdeki insanları uyaralım" demişti.

Bir ihale klasiği

AKP iktidarında kendilerine yakın isimlere, AKP'lilere ihale vermek bir kural haline gelmiş durumda. Vali Gül de bu kuralı hayata geçirenlerden biri.

Salgın sırasında Gaziantep Valiliği, yurttaşlara dağıtmak amacıyla 318 bin TL değerinde tek kullanımlık maske ihalesi düzenlerken, ihaleyi AKP’den milletvekili aday adayı olan Hayri Aytaç’ın şirketi almış, ihale tepki konusu olmuştu.

Yolsuzluk ve rüşvet iddiasına erişim engeli

Geçtiğimiz yıl Vali Gül hakkında, Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayımlanmış, "Gaziantep Valiliği hakkında suç duyurusu: Yolsuzluk ve rüşvet ağı ortaya çıktı" başlıklı haber, Vali'nin talebiyle erişime engellenmişti.

Söz konusu habere göre, Gaziantep Valiliği Yaptırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB) tarafından düzenlenen 16 milyon 884 bin TL bedelli “Gaziantep İli Nizip ilçesi Fatih Sultan Mehmet Kültür Merkezi Yapım İşi” ihalesi Sağıroğulları İnşaat ve Haskem İnşaat LTD. ŞTİ. iş ortaklığı ticari işletmesine verilmişti.

Sözleşmeye göre iş bitim tarihi 21 Şubat 2020 iken sürekli istenilen revizelerden dolayı 3 defa süre uzatımı verilen yapım işinde, yapılan imalatların eksik gösterildiği ve fazladan yapılan imalatların ise ihale sahibine verilmediği ifade edilmişti.

Sağıroğulları İnşaat’ın sahibi Sedat Sağır, ‘görevi kötüye kullanma’, ‘rüşvet’ ve ‘kamu malına zarar verme’ iddiasıyla Gaziantep Valisi Davut Gül, eski Vali Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, YIKOB Müdürü Bekir Bayraktar ve YIKOB biriminde çalışan mühendisler Nahsen Taş, Sercan Alagöz, M. Sinan Güzelbey hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu.

Dilekçede, şu anda İçişleri Bakanlığı’nın atamasıyla istanbul Valiliği Hukuk Müşavirliği görevine gelen dönemin Gaziantep Vali Yardımcısı Hüseyin Yılmaz’ın süreç boyunca çeşitli usulsüzlüklerle projeyi uzattığı ve şirketi iflasa sürüklediği kaydedilmişti.

Bakan'a derdini anlatmak isteyen yurttaşı itmişti

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, bir dizi açılış ve incelemelerde bulunmak üzere geçtiğimiz yıl ağustos ayında Gazintep'e giderken, burada tepki çeken bir olay yaşanmıştı.

Bakan'a derdini anlatmak isteyen bir yurttaş, Vali Gül tarafından itilmiş, yaşanan bu olayı CHP'li Meclis Üyesi Uğur Kalkan şu sözlerle aktarmıştı:

"Bakan Murat Kurum bugün Gaziantep'teydi. Gaziantep Plastik Ayakkabıcılar Yapı Kooperatifi Başkanı Murat Gün, Bakan'a derdini anlatmaya çalıştı. Bu esnada Gaziantep Valisi, Murat Gün'ü eliyle ittirerek müdahalede bulundu. Makamınız ne olursa olsun; vatandaşa bu şekilde davranamazsınız."

Katledilen sağlık emekçisinin ardından: Sağlıkta şiddet gibi açıklayamayız

Gaziantep Valisi Davut Gül, Konya Devlet Hastanesi'nde katledilen Doktor Ekrem Karakaya'nın ölümünün ardından "Bugün bir hekimimiz menfur bir saldırıyla hayatını kaybetti. Nereden baksanız acı bir olay ama daha acı olanı, herkesin mevzi kazanma derdinde olması! Sağlıkta şiddetin ortadan kalkması için alınabilecek tedbirler olmakla birlikte bu olayı sağlıkta şiddet gibi açıklayamayız..." demiş, bu sözler sağlık emekçilerinin tepkisini çekmişti.

Gezi mesajı çok şey anlatıyor

İstanbul'un yeni Valisi Gül'ün göreve neden getirildiğinin işaretlerinden biri de hukuksuz Gezi Parkı davası kararları sonrası attığı mesaj oldu. Vali Davut Gül, Twitter’dan Gezi Davası kararları sonrası “Devlet, yarına bırakır ama yanına bırakmaz. İyi geceler…” diye yazmıştı. 

AKP'ye oy istenen toplantıda devletin valisi de vardı...

AKP milletvekili adayı Abdülhamit Gül, Gaziantep'te toplantılar düzenleyerek Erdoğan'a ve AKP'ye oy isterken, söz konusu toplantılarda Vali Davut Gül de yer almıştı. Devletin valisinin AKP adayının seçim toplantılarına katılması büyük tepki çekmişti.

Gül'ün İstanbul'a atanmasından önce gündem olduğu son icraat bu olmuştu...

Davut Gül kimdir?

1974 yılında Erzurum'un Horasan ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Horasan'da, liseyi Kadıköy Mehmet Beyazıt Lisesi'nde bitirdi. Kıbrıs Yakındoğu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 2000 yılında Gaziantep'te kaymakam adayı olarak mesleğe başladı. Muğla - Kavaklıdere, İzmir - Kemalpaşa ilçesinde kaymakam vekilliği, İngiltere'de yurtdışı stajı, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yüksek lisans yaptıktan sonra asaleten Kırklareli - Kofçaz Kaymakamı olarak atandı. 2003 - 2005 Şirvan Kaymakamlığı, 2005 - 2006 yıllarında Karaman Vali Yardımcılığı, 2006 - 2009 yıllarında Gürün Kaymakamı olarak görev yaptı. Gördes ve Şarkışla Kaymakamlıklarının ardından 2015'te İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığına atandı. 09.06.2016 - 05.11.2018 tarihleri arasında Sivas Valisi olarak görev yaptı. 26 Ekim 2018 tarih ve 2018/202 sayılı Cumhurbaşkanı Atama Kararı ile Gaziantep Valiliği görevine atandı.

(soL-Özel)

Erdoğan'ın koruma ekibinin günlük maliyeti 10 milyon TL'yi aştı - Cumhuriyet

 

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın korumalarının bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı, geçtiğimiz nisan ayında günlük 10 milyon TL harcadı.

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), 2023 Nisan ayı için 'Mali Tablo'sunu açıkladı. EGM’nin verilerine göre, Erdoğan’ın korumalarının bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı, nisan ayı boyunca günde 10 milyon 614 bin TL harcadı.

2023'ün ilk 4 ayında Cumhurbaşkanı koruma gideri toplam 832 milyon 285 bin TL olurken; 2023'ün ilk 4 ayında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Cumhurbaşkanı koruma gideri toplam günlük 29 milyon TL'ye yükseldi.

Verileri Twitter hesabından paylaşan Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, geçmiş yılların harcamalarını da hatırlattı.

EGM'nin verilerine göre, daha önceki tablo ise şu şekildeydi:

  • 2023 Ocak 99 milyon 991 bin 
  • 2023 Şubat 168 milyon 761 bin 
  • 2023 Mart 245 milyon 098 bin 

KORUMA SAYISI AÇIKLANMIYOR

Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı’nın görev tanımı ise şu şekilde ifade ediliyor:

“Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı, Cumhurbaşkanı ve aile bireylerinin can güvenliği ve saygınlığı başta olmak üzere, konut, çalışma yeri, her türlü ulaşım vasıtası ile intikali esnasında, yakın koruma hizmetlerinden sorumludur. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı’na ait tüm yerleşkelerin ve Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu her türlü bina ve tesisin güvenliğini sağlamakla görevlidir.”

Erdoğan’ı ve Beştepe'yi koruyan koruma sayısı da yıllardır sır gibi saklanıyor. Milletvekillerinin “Sarayları ve Erdoğan’ı kaç koruma koruyor?” sorularına bugüne kadar hiç yanıt verilmedi.

Cumhuriyet


Hatay'da TOKİ için milyonlarca zeytin ağacı kesilecek + Phaselis’te mahkemeden ikinci durdurma kararı çıktı! - soL

 Hatay'da TOKİ için milyonlarca zeytin ağacı kesilecek (ÖZKAN ÖZTAŞ)

Hatay'da depremzedeler için yapılacak TOKİ alanında milyonlarca zeytin ağacının olduğu belirtiliyor. Konuya tepki gösteren köylüler soL Haber'e konuştu.

Hatay'ın Antakya İlçesi'ne bağlı Dikmece Köyü sakileri zeytinlik alanlarına ve tarım arazilerine sahip çıkmak için eylem yaptı. Yüzlerce köylünün katıldığı eyleme çevre köylerden, siyasi partilerden, sendikalardan ve derneklerden de destek geldi. 

Depremzedeler için yapılacak TOKİ çalışmaları için tasarlanan arazilerden birinin milyonlarca zeytin ağacının bulunduğu tarım arazisi olduğu ifade edilirken soL'a konuşan köylüler "Bir sorunu çözelim derken başka bir sorun yaratmasınlar" diyor.

Milyonlarca zeytin tehlikede

TOKİ yapılması için planlanan arazilerin biri olan Dikmece Köyü ve çevresinde verimli tarım arazileri ve zeytin ağaçları var. Yüz yıllık zeytin ağaçlarının olduğu bölgede yaşayan köylüler ise sahada yaklaşık 15 milyon adet zeytin ağacı olduğunu ifade ediyor. Aynı zamanda bir çok sit alanının da olduğu bölgenin inşaat alanı olarak kamulaştırılacağı ve bu konuda uzmanların sahada incelemeler yaptığı ifade ediliyor. 

"Bir sorunu çözerken başka bir sorun yaratmasınlar"

Konuyla alakalı soL Haber'e konuşan Dikmece Köyü sakinleri ise "Elbette depremzedeler için yapılacak inşaatlara karşı değiliz. Nasıl olabiliriz ki? Bizler de depremzedeyiz. Akrabalarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı yitirdik. Bir çoğumuzun evi, barkı yıkıldı. Ama şimdi bu sorunu çözelim derken de başka bir sorun yaratılmasın. Mesela buranın az ilerisinde ormanlık vasfını yitirmiş araziler var. Hem dağlara doğru daha sağlam zemini olan yerler. Oraya yapsalar hem bu zeytinlikler hem de tarlalar zarar görmemiş olacak. Burada sit alanları var, zeytin ağaçları ve tarlalar var. Buraya TOKi yapmanın akla mantığa sığar yanı yok" diyor.

"Zeytincilik yapıyoruz. Ne gidecek yerimiz ne de yapacak başka bir işimiz var"

Bu topraklarda dedelerinden kalma zeytin ağaçlarıyla geçimlerini yaptıklarını ifade eden köylüler buralara TOKİ yapılırsa bir kuşağın tamamen göç etmek ve iş değiştirmek zorunda kalacaklarını ifade ediyor. Köylüler, durumu "Çocuklarımızı bu zeytinlerle büyüttük, bu zeytinlerden elde ettiğimiz gelirle okuttuk. Ömrümüzü veriyoruz bu zeytinlere. Her birini topluyoruz, tane tane işliyoruz. Bakın deprem oldu, kalacak yer bulamadı kimse, aldık bu zeytin brandalarını çadır yaptık. Bu zeytin bizim her şeyimiz. Hatay'dan zeytini çıkarırsanız ne kalır geriye? Zeytin buranın kültürüdür, kimliğidir. Binlerce yıldır bu topraklarda yetişiyor bu zeytinler. Dedelerimiz ekti bunları biz de gelecek kuşaklara devredeceğiz. Kıymasınlar bu güzelim ağaçlara" cümleleriyle anlatıyorlar.

"Hakkımız arayacağız, sonuna kadar mücadele edeceğiz"

Konuyla alakalı Hatay'ın Antakya İlçesi'ne bağlı Dikmece Mahallesi'nde (Köyü) yapılan basın açıklamasına bir çok köylü katıldı. Hukukçuların da yer aldığı basın açıklamasında köylüler haklarını sonuna kadar arayacaklarının ve mücadeleden vazgeçmeyeceklerinin altını ısrarla çizdiler ve eklediler: "Az ilerde ormanlık vasfını yitirmiş 2B araziler var. Buraya yapsınlar TOKİ'yi. Henüz resmi gazetede yayınlanmadı bu durum. Resmiyete dökmeden vazgeçsinler. Bir depremzedeye ev yapalım derken diğer depremzedenin ekmeğiyle oynamasınlar".

Bölgenin ilerleyen günlerde bir şantiyeye dönüşüp dönüşmeyeceği netleşecek. Ancak köylüler mücadelede ısrarcı. Benzer bir çok örneği hatırlatan Dikmece Köyü sakinleri, mücadele edip böylesi projeleri durduran örnekleri hatırlatarak mücadele edeceklerini belirtiyor.

                                                             /././

Phaselis’te mahkemeden ikinci durdurma kararı çıktı! (Yusuf Yavuz)

Phaselis’te Bakanlık eliyle uygulanan halk plajı projesiyle ilgili ihalenin iptali için açılan davada Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce yürütmeyi durdurma kararı verildi.

Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan Phaselis antik kentinin koruma alanı sınırları içindeki iki ayrı koyda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından inşa edilen halk plajı projesiyle ilgili açılan ikinci davada da Mahkeme’den yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Bölgede yaşayan vatandaşların açtığı davayı gören Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 30 Mayıs 2023 tarihli kararında, inşaat projesine dayanak teşkil eden Koruma Kurulu onayının da yürütmesinin durdurulduğuna işaret edilerek, “ihale işlemlerinin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararlar doğurabilecek nitelikte olduğu anlaşıldığından” itiraz yolu kapalı olmak üzere yürütmeyi durdurma kararının kabul edildiği kaydedildi. Kararı değerlendiren davanın avukatı Tuncay Koç, Phaselis’le ilgili ihalenin askıya alındığına işaret ederek, “Artık Phaselis’te projeyle ilgili hiçbir şey yapılamaz” diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Phaselis antik kentinin 1. Derece akeolojik sit alanı statüsündeki koruma alanı sınırları içerisinde inşa ettiği iki ayrı halk plajı için 30 Ocak 2023 tarihinde ihale yapılmıştı. İhale şartnamesine göre 60 gün yapım süresi olan 47 milyonluk proje için Alacasu ve Bostanlık koyları seçilmişti.

Tepkiler üzerine koydaki betonların bir kısmı kaldırıldı

Alacasu koyunda iş makinelerinin girmesiyle başlayan inşaat çalışmaları, koruma altındaki sit alanına beton temellerin atılmasıyla kamuoyunun tepkisine neden oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, bu tepkilerin ardından beton temellerin söküleceğini, kazık sistemiyle projeyi uygulayacaklarını açıkladı. Beton zeminlerin bir kısmı kırılarak kaldırılırken, projede değişiklik yapılarak çalışmalara devam edildi.

Proje inşaatı jandarma eşliğinde seçimlere yetiştirildi

Yöre halkının açtığı iptal davaları devam ederken, seçimlere yetiştirileceği söylenen proje jandarmaların gözetiminde tamamlandı. Antalya 3. İdare Mahkemesi ise inşaatın devam ettiği geçtiğimiz Nisan ayında projenin temelini oluşturan 13 Ekim 2022 tarihli Koruma Kurulu kararını mevzuata aykırı bularak yürütmesini durdurdu.

İnşaat tamamlandı, mahkeme ihaleyi durdurdu

Bu kararın ardından projeyle ilgili ihalenin iptali için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na karşı Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde açılan davada da mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 30 Mayıs 2023 tarihli kararında, Kurul kararının yürütmesini durduran Antalya 3. İdare Mahkemesi’nin aldığı karara atıfta bulunularak şöyle denildi:

Dava konusu işlemin Antalya - Kemer ‘Phaselis Antik Kenti Ören Yeri ve Bütünleyici Kıyı Alanı Çevre Düzenlemesi Yapım İşine’ ait 30.01.2023 tarihinde onaylanan 2022/1512795 ihale kayıt numaralı ve 3438225 sayılı ihale kararının bulunması ve yapım işinin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararlar doğurabilecek nitelikte bulunması sebebiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 Sayılı Yasanın 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına’ şeklinde karar verilmiştir.

‘İhale uygulanırsa telafisi güç zararla doğabilir'

Tüm bu nedenlerle; dava konusu ihale kararı ve Olur'un dayandığı işlemin Koruma Bölge Kurulu kararı olduğu ve Antalya 3. İdare Mahkemesince de bu kararın yürütülmesinin durdurulmasına karar verildiği, ihale işlemlerinin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabilecek nitelikte olduğu anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması isteminin; bekletilen dosyada verilecek karar sonrasında mahkememizce yeni bir karar verilinceye kadar kabulüne, 2577 sayılı Kanunun 20/A maddesinin 2/e maddesi uyarınca itiraz yolu kapalı olmak üzere, 30/05/2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

Av. Tuncay Koç: Şu andan itibaren tek çivi çakılamaz

Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin kararını değerlendiren davanın avukatı Tuncay Koç, projeyle ilgili ihaleye karşı açtıkları davada mahkemenin geçici olarak yürütmeyi durdurma kararı verdiğini belirterek, “Artık Phaselis’te projeyle ilgili hiçbir şey yapılamaz. Şu andan itibaren tek çivi çakılamaz. İhale artık askıya alınmış durumda. Zaten dört kere revize edilmiş bir planın da aynı ihaleyle devam etmesi hukuken de sakattı. Bu kararın çok daha önceden verilmesi gerekiyordu. Geç kalınmış bir karar ama hiçbir şey bitmiş değil. Phaselis’te hukuka, mevzuata göre çevre mücadelemiz devam ediyor” diye konuştu.

Geç gelen yargı kararı korunan alanda yapılaşmaya yol açtı

Phaselis’le ilgili davalar bundan sonra Antalya 3. İdare Mahkemesi’nde görülecek. Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin almış olduğu karar, davayla ilgili yapılacak bilirkişi incelemesinin tamamlanmasına ve Antalya 3. İdare Mahkemesi’nin yeni bir karar alıncaya kadar korunan alandaki yapılaşma projesinin alanda telafisi imkânsız zararlar vermesinin önüne geçmeyi amaçlıyor. Ancak henüz inşaatın başladığı günlerde açılan davalarda projenin tamamlanmasının ve korunan alanın tahrip edilmesinin ardından gelen kararlar, ‘ivedi yargılama’ usulüne tabi olan yürütmeyi durdurma talepli davaların amacıyla çelişiyor.



İzmir'de 842 okula imam, müezzin gibi din görevlileri atandı + İzmir'de okullarda imam görevlendirilmesine eğitimcilerden tepki: Anayasa'ya ve yasalara aykırı+ İstanbul'da 238 okul TÜGVA'ya tahsis edildi (soL)



İzmir'de 842 okula imam, müezzin gibi din görevlileri atandı

İzmir’de 'manevi danışmanlık' hizmeti adı altında 842 okula imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atandı. 

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile İzmir İl Müftülüğü arasında yapılan protokolle, “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES)” kapsamında 842 ilkokul, ortaokul, liseye "manevi danışmanlık" hizmeti adı altında imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atandı. 
 
2017 yılında uygulamaya konulan yönetmelikle imam hatip mezunlarının ilkokul, ortaokul ve liselerde “manevi danışmanlık” adı altında hizmet vermesinin önünün açılmasının ardından MEB ile Müftülük arasında yapılan protokollerle, kent genelinde bulunan 2 bin 496 okulun 3’te 1’inde görevlendirme yapıldı.

Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre okullara gönderilen yazıda, “öğrencilerin millî, mânevî, ahlâkî, insânî, kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak” amacıyla “manevi danışmanlık” protokolünün imzalandığı kaydedildi.

                                                                  /././

İzmir'de okullarda imam görevlendirilmesine eğitimcilerden tepki: Anayasa'ya ve yasalara aykırı

Eğitim-İş ve Eğitim-Sen İzmir 1 No'lu şube başkanları, okullarda imam, vaiz gibi din görevlilerinin görevlendirilmesine tepki gösterdi.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Müftülüğü arasında imzalanan protokol kapsamında, İzmir’deki 842 okulda imam, Kur’an kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirildi. Bu görevlendirmelere eğitim sendikaları tepki gösterdi.

İktidarın din görevlilerini okullarda görevlendirerek aslında belli bir inanç sisteminin de siyasallaşmasına neden olduğuna dikkat çeken Eğitim-İş İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Adem Yıldırım, şunları söyledi:

'Hukuki süreç başlatılacak'

“Bize gelen son bilgiler, 842 okula ‘manevi rehberlik’ adı altında vaiz, imamların ve din görevlilerinin atandığı yönünde. Bu, ÇEDES projesi. Bu projede görevlendirilen din insanlarının pedagojik formasyonun olmayışı, yani öğrencilerle birebir ilgilenecek kişilerin pedagojik formasyondan geçmeleri gerekiyor, öğretmen arkadaşların formasyon sahibi kişilerden oluşması ve çevre uyarlılığı ve değerlere sahip çıkma konusundaki yetkinliklerinin de tartışmaya açıldığı aşikardır. İkinci bir husus; Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu tür projelere ayırdığı kaynaklarla birlikte kamu kaynaklarının heba edildiğinin de farkındayız. Mesela İzmir’de derslik ihtiyacı varken, daha inşaatı tamamlanmamış, deprem sonrası yıkılmış ya da yıkılma kararı olan okullar tamamlanmamışken büyük bir kaynağın bu protokollerle heba edildiği bir gerçek. Diğer bir konu ise 200 bin öğretmen ihtiyacı varken ve dışarıda 700 bin arkadaşımız atama beklerken bunları görevlendirmek, atamak adına ‘kaynak yok’ bahanesinin arkasına saklanan siyasal iktidar, din görevlilerini okullarda görevlendirerek aslında belli bir inanç sisteminin de siyasallaşmasına neden olmaktadır. Laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılmaya çalışılan bir süreçte Eğitim-İş olarak biz, bu projenin bu şekilde kabul edilmesini ve yürütülmesini doğru bulmuyoruz. Bununla ilgili genel merkezimiz gerekli zemini oluşturup hukuki süreci de başlatacaktır.”

Velilere çağrı

Velilere seslenen Yıldırım, “Belli bir inanç sisteminin siyasallaşacağı endişemiz aşikarken çocukların bu tür faaliyetlere katılması konusunda velilerden izin belgesi isteyecek. Bizim net bir çağrımız var. Velilerimizin çocuklarını bu konularla ilgili kulüplerde görevlendirmelerini, görev almalarını ya da etkinliklere katılmamalarını istemeleri en doğal süreç olacaktır diye düşünüyoruz” dedi.

Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı 

Eğitim Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Necip Vardal da İzmir Valiliği, ÇEDES projesine dayanarak İzmir genelinde 842 okulda ‘manevi danışman’ adı altında Diyanet İşleri’nden vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticisi gibi görevlileri okullarda görevlendirdi. Biz, bu görevlendirmenin Anayasa’ya, Anayasa’nın laiklik ilkesine, milli eğitimin kendi mevzuatına uygun olmadığını değerlendiriyoruz. Görevlendirilenlerin pedagojik formasyonun belirsiz olması, pedagojik formasyona sahip olup olmadığının bilinmemesi, okullarımızda eğitim-öğretim süreçlerinin ihtisas sahibi kişiler tarafından yürütülmesinin gerektiği ve buna ilişkin geçmiş yıllarda çeşitli protokollerle ilgili yargı kararlarında bunun altı çizilmekte. Hem kamu eliyle hem de uzman, ihtisas sahibi kişiler tarafından yürütülmesi zorunluluk olmasına rağmen Diyanet personellerinin bu okullarda görevlendirilmesinin hem Anayasa hem de yasalara aykırı olduğunu ve bu görevlendirmelerin geri çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bununla ilgili Eğitim Sen Genel Merkezi, protokole bu hafta içinde dava açacak. Bununla ilgili çalışmalarda sürüyor. İptali için protokol yargıya götürülecektir diye konuştu. 

                                                                /././

İstanbul'da 238 okul TÜGVA'ya tahsis edildi

'İstanbul Ortaokul Yaz Okulu' isimli proje kapsamında verilecek 'Cüz\Kuran’ı Kerim eğitimleri' için İstanbul'da 238 okul, TÜGVA'ya tahsis edildi.

İstanbul’daki yüzlerce okul, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yönetiminde yer aldığı Türkiye Gençlik Vakfı’na (TÜGVA) tahsis edildi.

BirGün'den İsamil Arı'nın haberine göre; TÜGVA, 23 Mayıs 2023 tarihinde İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderdiği yazı ile İstanbul'un farklı ilçelerindeki toplam 238 okul ile bu okulların spor salonlarının 16 Haziran ile 28 Temmuz arasında kendilerine tahsis edilmesini istedi. İstanbul Valiliği ise tahsis talebine onay verdi. 

TÜGVA’nın İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderildiği yazıda,Bu sene altıncısını gerçekleştireceğimiz TÜGVA İstanbul Ortaokul Yaz Okulu projemiz kapsamında imzalanan iş birliği protokolü 25 Şubat 2021 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İş birliği protokolü çerçevesinde tüm ilçelerimizde ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik sosyal, kültürel, sanatsal, sportif, teknolojik mesleki alanlar başta olmak üzere birçok proje eğitim programı, seminer, konferans, etkinlik ve organizasyon gerçekleştirmekteyiz. Bu kapsamdan Cüz\Kuran’ı Kerim eğitimleri başta olmak üzere… listede yer alan okulların ve spor salonlarının 19 Haziran ile 28 Temmuz tarihleri arasında hafta içi 09.00 ile 17.00 arasında tarafımıza tahsis edilmesini talep etmekteyiz ifadeleri yer aldı. 

Bağcılar'da 42, Esenler'de 25 okul

Yazıya eklenen listede ise İstanbul genelindeki toplam 238 okul yer aldı. TÜGVA’nın en fazla okul talep ettiği ilçeler ise sırasıyla, 42 okulla Bağcılar, 25 okulla Esenler ve 12 okulla Küçükçekmece oldu.

Ayrıca, TÜGVA’ya tahsis edilen okullarda konferans salonlarının, sınıfların, atölye ve laboratuvarların hazır halde bulundurulması istedi. Okulların öğretmen, öğrenci ve velileri TÜGVA’nın düzenlediği çalışmalara katılmasını teşvik edeceği de belirtildi. 

TÜGVA'ya hangi ilçede kaç okul verildiğinin listesi ise şöyle:

  • Arnavutköy: 11
  • Ataşehir: 2 
  • Avcılar: 8
  • Bağcılar: 42
  • Bahçelievler: 8
  • Bakırköy: 2
  • Başakşehir: 6
  • Bayrampaşa: 4
  • Beşiktaş: 1
  • Beykoz: 4
  • Beylikdüzü: 2
  • Beyoğlu: 2
  • Büyükçekmece: 5
  • Çatalca: 1
  • Çekmeköy: 3
  • Esenler: 25 
  • Esenyurt: 10 
  • Eyüpsultan: 4
  • Fatih: 3
  • Gaziosmanpaşa: 10
  • Güngören: 4
  • Kadıköy: 1
  • Kağıthane: 6
  • Kartal: 7
  • Küçükçekmece: 12
  • Maltepe: 2
  • Pendik: 7
  • Sancaktepe: 3
  • Sarıyer: 5
  • Silivri: 7
  • Sultanbeyli: 2
  • Sultangazi: 5
  • Şile:1
  • Şişli: 1
  • Tuzla: 5
  • Ümraniye: 3
  • Üsküdar: 4
  • Zeytinburnu: 10

Bakanlık hukuksuzlukta ısrar ediyor

Eğitim Sen İstanbul 2 Nolu Şube Başkanı Çayan Çalık ise konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede okulların TÜGVA’ya tahsis edilmesine tepki gösterdi.

Çalık, konuya ilişkin şu ifadeleri kullandı: “Milli Eğitim Bakanlığı geçmiş yıllarda mahkeme kararıyla birçok protokolün iptal edilmesine rağmen ısrarla bu hukuksuzluğa devam ediyor. Şu an İstanbul’da 238 okulun TÜGVA’ya tahsis edilmiş olması protokol adı altında meşrulaştırıIamaz, bu hukuksuz bir işlemdir. Bu işlem kamu kaynaklarının böyle bir vakfa devredilmesi manasına gelir. Milli Eğitim Bakanlığı derhal bu protokolü iptal etmeli ve Valilik okullara gönderdiği yazıyı geri çekmelidir."

(soL)