18 Ağustos 2023 Cuma

Az Neo-Osmanlıcılık, bolca İslam: Türk sermayesinin Afrika seferi + Türkiye Afrika’da tarımda ne yapıyor? + Dış politikada Afrika 'açılımı' (soL)

 Az Neo-Osmanlıcılık, bolca İslam: Türk sermayesinin Afrika seferi (Orhan Gökdemir-soL/Analiz)

Erdoğan ve partisinin Afrika’ya yönelik emelleri ve uzun vadeye yayılmış planları var. Yardım götürürken gördükleri uygun ve verimli arazileri de kiralıyorlar. Bunlar hep o büyük planın getirileri.

“Afrika Seyahatlerim” Emine Erdoğan’ın gezi anıları kitabı. Güncel fiyatı 56 TL. Bunu alana Tayyip Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitabı öneriliyor. Onun ederi ise 34,90. Bu gerçeğe çok yakın bir fiyatlandırma. Artık Türkiye’de Afrika, adil bir dünya hayalinden daha değerli. Emine Erdoğan, özenle kaleme aldığı kitabında 2014-2020 yılları arasında Cezayir, Ekvator Ginesi, Etiyopya, Cibuti, Somali, Fildişi Sahili, Gana, Nijerya, Gine, Uganda, Kenya, Tanzanya, Mozambik, Madagaskar, Sudan, Çad, Tunus, Moritanya, Mali, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zambiya, Gambiya ve Senegal olmak üzere 23 Afrika ülkesine gerçekleştirdiği seyahat anılarını anlatıyor. Tabii tek başına gitmedi oralara, eşinin yanında ve kalabalık refakatçilerin arasındaydı. Kendine gösterilen dramlara ağladı da. Hepsi gerçektir.  

Tabii Emine Hanım ve eşinin bu kadar çok Afrika gezisi yapması da rastlantı değil. Erdoğan ve partisinin Afrika’ya yönelik emelleri ve uzun vadeye yayılmış planları var. TRT ve türevleri Afrika’ya yardım programları ile dolu. Yardım götürürken gördükleri uygun ve verimli arazileri de kiralıyorlar. Bunlar hep o büyük planın getirileri. 

Türkiye'nin devlet eliyle Afrika'da toprak kiralayıp tarımsal üretim yapma hamlesi AKP’nin artık iktidara oturduğu 2013 yılına dayanıyor. Görevde olduğu sırada Erdoğan ile son derece sıkı ilişkileri bulunan devrik diktatör El Beşir döneminde, Sudan’da Beyaz Nil Nehri kenarında 99 yıllığına 500 bin hektar arazi kiralandı. Bunun yanında Sevakin Adası’nda Türkiye’ye 99 yıllığına tahsis edilmiş bir bölgede askeri üs oluşturuldu. 2013’te Etiyopya’nın Omo Vadisi’nde 25 yıllığına kiralanan 50 bin hektarlık bir arazide ELSE Şirketler Grubu patronu Seyfettin Koçak, İmam Altınbaş ve Kasım Külek Öz pamuk üretimine girişti. Çoğu yerel halktan oluşan işçileri ayda 30 ila 50 dolara çalıştırıyorlardı. Uzaklardan gelen bu patronlar sayesinde düzenli maaşları olmuştu!

Elbette Afrika’da Türk varlığı tarım sektörü ile sınırlı değil. Başta inşaat, enerji, eğitim, sağlık, kültür alanları gözde yatırım alanları. Özellikle ulaşım ve altyapı inşaatları Türk girişimcilerin ellerinde. Bölgeye yatırım yapan firmalara hazine garantili finansman sağlanıyor, teşvik ediliyor. Emine Hanım gezmiş, görmüş, beğenmiş, tereddüde mahal yok deniliyor. 

Plan var ama

Sudan ile Türkiye arasında tarımsal üretimin artırılması amacıyla, 2014’te anlaşma imzalandı. 2015’te anlaşma uygulamaya konuldu. Sudan’da 12 bin 500 hektar arazide “pilot çiftlik” kurulması kararlaştırıldı. Bunun için yüzde 80’i TİGEM’e, yüzde 20’si Sudan’a ait olan “Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık AŞ” kuruldu. İşler palana uygun ilerliyordu. 

Ancak daha yolun başında çiftlik kurulacak toprakların merkezi yönetimin değil, eyaletlerin veya kabilelerin kontrolünde olduğu ortaya çıktı. Anlaşma yapılan arazilerin üstünde köyler vardı ve o köylerin anlaşmadan falan haberi yoktu. Toprakların bir kısmı da tarıma elverişli değildi. Ayrıca güvenlik sorunları vardı, kabileler ve silahlı çeteler bölgeye girecek işletmelerden “zekât” adı altında haraç istiyordu. Daha fenası verilmezse cebren almaya yeltenmeleriydi. Dört milyon hektar tarım arazisi böylece âtıl kalmıştı. 

Muhalefet partileri bu sıkıntıyı duydu, “ne olacak şimdi” diye sordu. Erdoğan, 2020’de, eleştirenlere cahiller diye çıkıştı. Toprak kiralamada amaç bir asır sonrasının taleplerine hazırlık yapmaktı. “Böyle bir derdi olmayanlar ülkemizin niye Sudan’da Nijer’de toprak kiraladığını anlayamıyor. Bu çapsız zihniyet, her konuda karşımıza çıkıyor” dedi.   

Sudan’da sorun çıkmıştı ama Afrika’da devlette arazi de boldu. Erdoğan ve ekibinin sık yaptığı Afrika ziyaretleri, düzenlenen ticaret forumları, toplantılar, THY’nin onlarca uçuşu, hepsi aynı amaca yönelikti. 

Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre Afrika’dan en fazla toprak alan ülkelerin başında İngiltere, ABD ve Çin geliyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Rusya, Japonya, İsrail ve Türkiye listenin alt sıralarında. Emek gücü sudan ucuz kıtada. Ağalık düzenine benzer bir kabile düzeni var, işleri kolaylaştırıyor. Üstüne üstlük bolca maden ve petrol de var. Toprak satmaya ve kiralamaya meyilli Kongo ve Sudan gibi ülkeler kıtaya ilgiyi kışkırtıyor. Bu ülkeler topraklarını ya satıyor ya da yüz yıl gibi sürelerle kiralıyor. Öyle ki Kongo, yüzölçümünün dörtte birine denk düşen 8,1 milyon hektar tarım arazisini kiraya verdi. Bir anlamda toprakları üzerindeki egemenlik hakkını da parça parça kiracı devletlere devretmiş oldu. Kiracılar Afrika’nın siyasi, iktisadi, toplumsal hayatının tam ortasında artık. 

Türk sermayesinin Afrika seferi

Türkiye'nin Afrika ülkelerine yönelmesi 1998 yılında hazırlanan “Afrika'ya Açılım Eylem Planı” ile başladı. Ama fikir olarak kalan bu plan, AKP iktidarıyla birlikte uzun vadeli eyleme dönüştü. Türk şirketleri ve TİGEM 2013’ten bu yana Afrika ülkelerinde tarım amaçlı toprak kiralıyor. Bu ülkeler arasında Sudan, Zambiya, Etiyopya, Nijer ve Nijerya var. Ancak Sudan'da yaşanan darbe ve yönetim değişikliği nedeniyle proje hayata geçirilemedi. Türkiye de bunun üzerine Nijer'de arazi kiraladı. Burada yem bitkileri üretilecekti. Ağır aksak adımlarla olsa da ilerleme bariz. TÜİK verileri Türkiye'nin Afrika kıtasıyla ticaretinin 2002 yılında 4,3 milyar seviyesinden, 2020'de yaklaşık 22 milyar dolara çıktığına işaret ediyor. Türkiye’nin dış seferlerinde uç beyi olarak görevlendirdiği Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) Afrika’daki ofis sayısı 22. Ajans kıtada yüzlerce proje yürütüyor.

Bu Türkiye’nin artık kıtada bir oyuncu haline geldiğinin işaretleri. Kıtaya Türkiye’den gelenlerin diğer ülkelerden bir farkı yok ama AKP ve medyasına bakılacak olursa Türkler emperyal heveslerle hareket etmiyor. Maksat kıtaya yardım olsun! Zaten Osmanlılar da kıtaya tamamen insanı amaçlarla el atmamışlar mıydı? Ahmet Davutoğlu, 2009’da, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde bunu şöyle dillendirmişti; “Osmanlı'dan kalan bir mirasımız var. 'Yeni Osmanlı' diyorlar. Evet, Yeni Osmanlı'yız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız. Hatta, Kuzey Afrika'ya açılıyoruz. Büyük devletler şaşkınlıkla takip ediyorlar. Özellikle Fransa, Kuzey Afrika'ya niçin açıldığımızı araştırıyor. Ben de talimat verdim. Sarkozy hangi Afrika ülkesine giderse kafasını kaldırdığı yerde Türk büyükelçiliği binasını, bayrağını görecek. 'Binaları en güzel yerlerde tutun' diye talimat verdim.”

Yardımlar da diğer akçalı ilişkiler de Osmanlıcılık ve İslamcılık üzerinden ilerliyor haliyle. Böyle olduğu için Türkiye'nin Afrika'daki varlığının en büyük aracısı da Fethullahçılar olmuştu. Fethullahçılar ellerindeki her türlü aparatla bölgeye girmiş, okulları ve yardım kuruluşları ile yerleşmişti. 2016 darbe girişiminin ardından Fethullahçılar hemen her yerde kovalandı, onlardan doğan boşluk Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü ve TİKA ile dolduruldu. Kızılay, İHH ve Anadolu Ajansı ile desteklendi. Türkiye'nin 2002'de Afrika'daki büyükelçilik sayısı 12'ydi, bu sayı 2020 itibarıyla 42'ye çıktı. Türkiye'nin Afrika'daki ticari potansiyelini geliştirme amacıyla çok sayıda şirket ve ticari kurum da rotasını kıtaya çevirdi. Artık Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nun (DEİK) 45 Afrika ülkesiyle ortak iş konseyleri var. 

Afrika'ya en çok yatırım yapan Türk şirketleri şöyle:  

  • Summa AŞ: Senegal, Kongo, Nijer, Ruanda
  • Limak: Mozambik, Fildişi ve Senegal
  • Yapı Merkezi: Etiyopya ve Tanzanya 
  • Karadeniz Holding: Mozambik, Gana 
  • Albayrak: Somali

Petrol bunun neresinde?

Tabii denklemde bir de “fosil yakıtlar” meselesi var. Libya’daki iç savaşa müdahil olan ve bu sayede ülke ile deniz yetki alanları anlaşması yapan Türkiye, denizlerinde petrol araması yapması için Somali hükümetinden de davet aldı. Toprak kiralama Afrika ülkelerindeki iktidarlarla sıcak ilişkiler kurulması anlamına geliyor. Diğer alanlardaki ilerlemeler de bunun bir getirisi. 

Petrol varsa silah, çatışma ve asker de olur. Haliyle dış ilişkileri askeri ilişkiler takip ediyor.  Türkiye’nin askeri güç bulundurduğu ülkeler de şöyle: 

  • Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC): 40.000 
  • Suriye: 5.000 – 7.000
  • Irak: 2.500 
  • Somali: 2.000
  • Kosova :400
  • Katar: 300
  • Bosna Hersek: 250
  • Lübnan: 100
  • Azerbaycan: 100-200
  • Arnavutluk: 24
  • Libya: 35-100
  • Demokratik Kongo Cumhuriyeti: 17
  • Mali: 3-5
  • Orta Afrika Cumhuriyeti: 3-5

İngiltere merkezli danışmanlık şirketi Pricewaterhouse Coopers’un (PwC) yayınladığı “Küresel Savunma Perspektifleri 2017” adlı raporuna göre Türkiye, 2016’dan bu yana ABD’den sonra yurtdışında en aktif olan ikinci orduya sahip ülke. 
İktidara yakın bir “araştırma” kuruluşu “Mavi Vatan” doktrininden yola çıkarak ülkeye yeni bir güvenlik bölgesi tarif ediyor. Buna göre Türkiye’nin güvenliği; Kuzey Batıda, Bosna & Hersek, Macaristan, Arnavutluk ve Romanya’dan, Batıda, Libya-Malta arasındaki boğazdan, Tunus’tan, Güney Batıda ve Libya ve Mısır’dan, Kuzeyde, Kırım ve Ukrayna’dan, Kuzeydoğuda; Kafkasya ve Kazakistan’dan, Doğuda Afganistan ve Hazar Denizi kıyıları ve İran’dan, Güneyde Sudan, Somali, Etiyopya ve Bab-ül Mendep Boğazı ve Aden Körfezi’nden; Güney Doğuda, Umman ve Katar ile Hürmüz Boğazından başlıyor. Bu aşağı yukarı Osmanlı sınırıdır. 

Hedef Latin Amerika ve Ukrayna

Sadece Afrika değil, Tarım Bakanlığı, Ukrayna’nın yanı sıra Latin Amerika ve Afrika’daki bazı ülkeler başta olmak üzere toplam 10 ülke ile yürütülen görüşmelerin bazılarının anlaşma ile sonuçlandığını, bazıları ile de temasların sürdüğü belirtildi. Kiralanacak tarım arazilerinde, iklimsel nedenlerle Türkiye’de üretilemeyen veya üretimi yetersiz kalan tarımsal ürünler yetiştirilecek. TİGEM’in öncülüğünde yürütülecek projelerde kiralanan araziler için özel sektör de devreye sokulacak. Örneğin Sudan’da ananas, mango, avokado ve kanola gibi tropikal meyve sebzelerin yanı sıra Türkiye'de üretim açığı olan ayçiçeği, mısır, pamuk, susam, şeker kamışı ve yonca ekilecek. Son dönemde yem fiyatlarının artması nedeniyle, kiralanacak arazilerinde özellikle yem bitkisinin üretilmesine ağırlık verileceği belirtiliyor. Türkiye’de işlenip yurtdışında bisküvi, makarna ve bulgur olarak ihraç edilecek buğdayın üretiminin de yine yurtdışında kiralanacak arazilerde yapılacağı kaydedildi.  2022’de Venezuela heyetinin Türkiye’yi ziyareti sırasında da 400 bin hektarlık tarım alanının Türkiye’ye kiralanması gündeme gelmişti. 400 bin hektar; tüm tarımsal arazi varlığımızın yüzde 20’sine tekabül ediyor. Türk sermayesinin Afrika seferi mehter marşı eşliğinde sürüyor. 

                                                              /././

Türkiye Afrika’da tarımda ne yapıyor? (soL-Özel)

Erdoğan ve ekibinin sık yaptığı Afrika ziyaretleri, düzenlenen ticaret forumları, toplantılar, THY’nin onlarca uçuşu, hepsi aynı amaçla işliyor.

Türkiye’nin Afrika’da kiraladığı topraklar geçtiğimiz yıl epey gündem oldu. Bu alışverişe bir yanda büyük projeler, dev yatırımlar gözü ile bakılırken; diğer yanda, bu topraklarda ne ekilecek, kim ekecek, ekilen kim tarafından nasıl tüketilecek, Türkiye’de ekilmeden bekleyen topraklar ne olacak sorularının yanıtları kimde var, pek bilen yok.

Afrika’nın verimli topraklarının kiralanması ya da satılması, özellikle de emperyalist ülkelerin tarım ve gıda krizine çare üretme girişimleri üzerinden son yıllarda önem kazandı.

Dünya Ticaret Örgütü’nün 2013 kaynaklı bir raporuna göre Afrika’dan en fazla toprak alan ülkelerin başında İngiltere, ABD ve Çin geliyor. Bu listenin alt sıralarına, yani kıtaya ilgi gösteren ülkeler arasına daha güncel olarak Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Rusya, Japonya, İsrail ve Türkiye de eklendi. Yaşlı kıtanın kaderi ne yazık ki değişmiyor: Ucuz emek gücü, görece genç yaş ortalaması, emekçilerin haklarına ilişkin düzenlemelerin oldukça geri olması, kabile düzeninin her tür patron manipülasyonuna açık olması gibi sermaye açısından iştah kabartıcı özellikleri ve bunun üstüne verimli ve işlenmeye açık toprakları, talana açık maden ve fosil yakıt havzaları...

Afrika ülkelerinin de toprak kiralama ya da satmayı bir ekonomi politikası olarak benimsediği söylenebilir. Bunlar arasında Kongo ve Sudan en fazla toprak kiraya veren ülkeler. Bu ülkeler topraklarını ya satmayı ya da yüz yıl gibi çok uzun süreler, yani neredeyse süresiz olarak kiralamayı tercih ediyor. Örneğin Kongo, yüzölçümünün dörtte birine denk düşen 8,1 milyon hektar tarım arazisini kiraya vermiş durumda. Bu elbette kiralayan devlet ve burjuvazi açısından oradaki çalışma ilişkilerine, toplumsal yaşama ve siyasete de müdahil olmak demek.

'Bir asır sonrasına hazırlık'

Türkiye’den sermaye sahiplerinin ve TİGEM’in 2013’ten bu yana Afrika ülkelerinde tarım amaçlı toprak kiraladığı çok kez basına yansıdı. Bu ülkeler arasında Sudan, Zambiya, Etiyopya, Nijer ve Nijerya bulunuyor.

Erdoğan da geçtiğimiz aylarda yaptığı bir konuşmada, Türkiye’nin toprak kiralamada amacının bir asır sonrasının taleplerine hazırlık yapmak olduğunu savunmuş, “ülkenin Sudan’da Nijer’de niye toprak kiraladığını anlayamayanlar”ı çapsızlıkla suçlamıştı.

Diğer yandan yüz yıl sonrasının taleplerine hazır olmayı bırakın, yarın hangi adımı atacağını, hangi ters manevrayı yapacağını bilemediğimiz bir iktidarın Afrika’da kiralanan topraklara iişkin uzun vadeli bir planlama içinde olduğuna inanmak son derece güç.

Bizzat Anadolu Ajansı’nda Afrika’daki dış ülke tarım faaliyetlerinin “az masrafla çok kazanç fırsatı” olarak kıtanın istismar edilmesi anlamına geleceğinin ifade edildiği makaleler de yayımlanıyor; ancak “emperyal heveslerle hareket etmeyen, rekabetçi olmayan Türkiye”nin altı çizilerek.

Az masrafla çok kazanç hedeflerinin ve sınırlarından binlerce kilometre uzağa yatırım yapmanın hangi heveslerle açıklanacağına pek değinen yok. Bölgedeki kâr olanaklarının peşinden koşan onlarca başka aktör varken rekabetsiz bir senaryo nasıl mümkün olur, buna değinen de yok.

Onun yerine, Afrika’ya dönük sermaye yatırımlarına meşru bir görüntü kazandırmak konusunda epey çaba harcanıyor. İktidara yakın kalemler tarafından Afrika’ya ilişkin Osmanlı dönemindeki “insani ilişkiler” üzerinden bir tarih anlatısı yapılıp, uzun bir aradan sonra nihayet son yirmi yılda ilişkilerin yeniden toparlandığı iddia ediliyor.

Ticaret hacmi 20 katına çıktı

Bunun somut karşılığı olarak, TÜİK verileri Türkiye'nin Afrika kıtasıyla ticaretinin 2002 yılında 4,3 milyar seviyesinden, 2020'de yaklaşık 22 milyar dolara çıktığına işaret ediyor. TİKA’nın Afrika’daki ofisi de 2005’te Etiyopya’da açıldı ve aradan geçen 17 yılda bu sayı 22’ye yükseldi. Kıta ile ilişkiler özellikle son on yılda ivme kazandı. Yine TİKA’nın kendi raporlarında Afrika’da son 5 yılda tarım, hayvancılık, ormancılık ve balıkçılıkta 210 projeyi, gıda yardımı ve gıda güvenliğinde 144 projeyi tamamladığı belirtiliyor.

Toprak kiralama konusunda ilk adım ise 2013 yılının Ocak ayında, bereketli topraklara sahip olan Sudan’da gerçekleşti. Görevde olduğu sırada Erdoğan ile son derece sıkı ilişkileri bulunan devrik diktatör El Beşir döneminde, Sudan’da Beyaz Nil Nehri kenarında 99 yıllığına 500 bin hektar arazi kiralandı. Ancak ülkede yaşanan ve darbe ile sonuçlanan ve sonrasında da durulmayan, hükümet değişiklikleri ile giden süreç nedeniyle sebze meyve yetiştirilmesi planlanan arazide tarım faaliyeti başlamamış görünüyor. Dahası söz konusu ikili anlaşmaların sürekliliğine ya da geçerliliğine ilişkin pek bilgi yok. Diğer yandan aynı ülkeye ait Sevakin Adası’nda Türkiye’ye 2018 itibariyle 99 yıllığına tahsis edilmiş bir askeri üs de; ekonomik, askeri, diplomatik ve politik ilişkilerin birbiri ile ne kadar iç içe geçtiğinin bir göstergesi.

Yine 2013’te Etiyopya’nın Omo Vadisi’nde 25 yıllığına kiralanan 50 bin hektarlık bir arazide ELSE Şirketler Grubu patronu Seyfettin Koçak, İmam Altınbaş ve Kasım Külek Öz pamuk yatırımı yapmaya başladı. Çoğu yerel halktan oluşan işçilerin ayda 30-50 dolara çalıştırılıyor olması ise patronlar tarafından “sayemizde düzenli maaşları oldu” şeklinde açıklanabildi. Sabah gazetesinin 2014 yılında yayımladığı bir habere göre yurtdışında arazi kiralama konusunda Anadolu Grubu, Cevahir Holding, Altınbaş Holding dikkat çeken gruplar arasındaydı.

Daha güncel olarak, 2020 yılında, Nijer’de 1 milyon hektarda tarım yapılacağı ve buna ilişkin projeler hazırlandığı, özel sektörün yatırıma davet edildiğine ilişkin haberler basına yansımıştı. Ancak bu projelerin de akibeti ve tarım faaliyetlerinin ne durumda olduğu bilinmiyor. Diğer yandan Türkiye sermayesi, içme suyuna erişim oranının yüzde 56 olduğu Nijer’in ilk AVM’si ya da ilk 15 katlı binasını inşa ediyor olmak gibi “gurur”lara da sahip.

Bu ülke ile ilişkilerin Anadolu Ajansı’nın Nijer Haber Ajansı ile anlaşma imzalaması ya da Afrika “yardımlarının” Diyanet TV’nin favori yayın konularından biri olması gibi boyutları da var. Son olarak Şubat 2022’de Güney Sudan ile bir tarım işbiriği anlaşması imzalandığı duyuruldu.

Elbette Afrika’da yatırımlar tarım sektörü ile sınırlı değil; enerji, eğitim, sağlık, kültür ve birçok başka alan da söz konusu. Bu yazıda değinilmeyen ve görece daha ağırlıklı olan bir diğer sektör inşaat; özellikle de ulaşım ve altyapı inşaatları. Havalimanı işletmeciliği, baraj, hastane, stadyum gibi büyük projelerde de sıklıkla Türk sermaye gruplarının isimleri geçiyor. Bölgeye yatırım yapan firmalara hazine garantili finansman sağlanıyor olması da iktidarın Afrika açılımı düşünüldüğünde şaşırtmıyor.

Afrika, Erdoğan iktidarı için hem “size en iyi ben hizmet ediyordum, hâlâ da öyle” dediği sermayeye sunabileceği kaynak ve sömürü olanakları bakımından farklı bir alternatif, hem dış politikada emperyalist bloklar karşısında zaman zaman yaşadığı sıkışmaya karşı elinde bulundurduğu yeni bir kart anlamına geliyor.

Erdoğan ve ekibinin sık sık, hatta kıta dışından bir ülke olduğu düşünülecek olursa rekor düzeyde, yaptığı Afrika ziyaretleri, düzenlenen ticaret forumları, toplantılar, THY’nin onlarca uçuşu, hepsi aynı amaçla işliyor.

Covid-19 sonrası dönemde içeride ve dışarıda gücünü toparlayabilmesi adına da iktidarın burada elde ettiği ağırlık önemli bir yere sahip.

                                                             /././

Dış politikada Afrika 'açılımı'  (MURAT AKAD-SOL/ANALİZ)

Dayanışma Meclisi üyesi Murat Akad, AKP'nin, Türkiye sermayesinin de önemli ilgi alanlarından olan Afrika konusundaki dış politikasını Dayanışma Forumu'nun 4. sayısında değerlendirdi.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana dış politika alanında gerçekleştirdiği açılımlardan birinin hedefi Afrika kıtası oldu. 2002 yılından önce Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika kıtası ile, özellikle de Sahra altı ülkeler olarak tanımlanan, yani kıtanın kuzey kıyısında yer alan Arap devletleri dışında kalan bölümüyle ilişkileri, bugüne kıyasla daha sınırlı düzeydeydi. Aslında Afrika ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi için ilk adımlar AKP iktidarından önce, 1990’lı yılların sonunda atılmaya başlamıştı. Ancak AKP bu adımları epeyce ileri götürdü.

Türkiye’nin 2005 yılında gözlemci olarak Afrika Birliği’ne katılması, Afrika ülkeleri ile ilişkilerin gelişmesindeki adımlardan birini oluşturdu.1 Afrika Birliği, Ocak 2008’de Türkiye’ye bu kez Stratejik Ortak statüsü verdi. Afrika ülkeleri ile Türkiye arasında ortaklıkla ilgili ilk zirve Nisan 2008’de İstanbul’da yapıldı. Bu zirvelerin ikincisi 2014’te Ekvator Ginesi’nde, üçüncüsü de Aralık 2021’de yine İstanbul’da düzenlendi. Bu son zirvede “güvenlik, ticaret, eğitim, tarım ve sağlık” alanlarına öncelik verilmesine karar verildi. Aynı zirvede Türkiye, 2021 başında yürürlüğe giren Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi ile bir çerçeve anlaşması imzaladı. Bu geniş çaplı zirvede bütün Afrika ülkeleri, bir bölümü devlet başkanları düzeyinde olmak üzere temsil edildi.

Bunlar dışında, çoğu ticari odaklı çeşitli toplantı, ikili görüşme vb. etkinlikler düzenlendi. Her yıl Türkiye’den çeşitli Afrika ülkelerine Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık düzeyinde ziyaretler yapıldı.

AKP döneminde Afrika ülkelerindeki diplomatik misyon sayısı da arttı. 54 Afrika ülkesinden 43 tanesinde Türkiye’nin büyükelçiliği var ve bunların önemli bir bölümü son on beş yıl içinde açıldı. Bu gelişmeye paralel olarak, Türkiye’de büyükelçiliği bulunan Afrika ülkelerinin sayısı da 40’a yaklaşmış durumda.

Kıtaya gösterilen ilginin bir başka göstergesi ise, Türkiye’nin ulusal havayolu şirketi olan Türk Hava Yolları’nın Afrika kıtasındaki uçuş noktalarının sayısındaki artış. THY, halen toplam 120 civarında ülkede 300 civarında noktaya sefer düzenliyor. Afrika’da sefer düzenlenen ülke sayısı 39, havalimanı sayısı ise 54. Bunların önemli bir bölümünü, THY’nin AKP dönemindeki genişlemesiyle başlayan seferler oluşturuyor.

AKP hükümeti kültürel ilişkilere de yoğunlaşmaya çalıştı. Bunda Müslüman Afrika ülkeleri öncelik taşıdı. Sıkça başvurulan uygulamalardan biri, çeşitli ülkelerdeki cami inşaatları oldu. Bu inşaatlar toplumunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri de aştı ve en son, ağırlıklı olarak Hıristiyan bir ülke olan Gana’nın başkenti Accra’da bir cami inşa edildi. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) yurt dışındaki 54 ofisinden 22’si Afrika’nın çeşitli ülkelerinde bulunuyor. Türkiye’nin kıtaya yönelik kalkınma yardımları 2019 yılında 3,9 milyar ABD doları düzeyine ulaştı (Fabricius, 2021).

Bir otobüs filosunun yenilenmesi, hastane yapımı, spor tesislerinin yapımı gibi yardım niteliğindeki faaliyetler yoksul Afrika ülkeleri için önem arz ediyor. COVID-19 pandemisi de bu açıdan bir olanak yarattı; Türkiye bazı yoksul Afrika ülkelerine aşı, maske, ventilatör vb. yardımlar gönderdi. Bu yardımlar ilgili ülkelerin nüfuslarına oranla mütevazı olsa da, yokluk ortamında bu ülkeler için belli bir anlam taşıyor.

Türkiye’nin Afrika’daki etkinlikleri arasında eğitim kurumlarının da önemli bir yeri var. Fethullah Gülen tarikatına ait olan okullar, dünyanın başka pek çok ülkesinde olduğu gibi Afrika’daki çok sayıda ülkede de açılmıştı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından bu okulların bir bölümünü, ilgili ülkelerle varılan anlaşmalar sonucunda Maarif Vakfı devraldı. Bir bölümü ise faaliyetini sürdürüyor. Halen Maarif Vakfı’na ait, 26 Afrika ülkesinde 175 adet okul var (Orakçı, 2022).

Ekonomik faaliyetler ise, Türkiye ile Afrika arasındaki ilişkinin belkemiğini oluşturuyor. 2003 yılında Türkiye’den kıtaya doğrudan yatırım 100 milyon ABD doları düzeyindeyken, bu rakam 2021’de 6,5 milyar dolar düzeyine ulaştı (Fabricius, 2021).

Çeşitli ülkelerdeki altyapı yatırımlarına da Türkiye’den ilgi gösteriliyor. Demiryolu, havalimanı, spor kompleksi, cami vb. tesislerin ihaleleri Türkiyeli firmalara gidiyor. Bu da elbette bu firmalar için önemli bir fırsat yaratıyor.

Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaretin bir boyutunu, “savunma sanayisi” oluşturuyor. Özellikle son birkaç yılda Türkiye’den bu kıtaya doğru silah satışının hacmi artıyor. Bunların başında da silahlı insansız hava araçları geliyor.

Türkiye’nin Afrika’ya yönelik askeri girişimleri yalnızca savunma sanayisi ile sınırlı değil. Yeni Osmanlıcı dış politika eğilimlerinin güçlendiği dönemde, bu kıtadaki bazı ülkeler de bu politikanın açılım hedefleri arasında yer aldı. İç karışıklıkların hiç eksik olmadığı Doğu Afrika ülkesi Somali’de, yönetime verilen desteğin karşılıklarından biri, 2017’de ülkenin başkenti Mogadişu’da açılan askeri üs olmuştu. Türkiye’nin yurt dışındaki en büyük askeri varlığını barındıran bu üs, faaliyetine devam ediyor.

AKP hükümetinin yakından ilgilendiği bir başka ülke Sudan oldu. Bu ülkeyi uzun süre boyunca yöneten Ömer El Beşir’le yakın ilişkiler kuruldu. 2017’de, ülkenin kuzeydoğusunda Kızıldeniz kıyısında yer alan Sevakin adası 99 yıllığına Türkiye’ye kiralandı. Adanın bir askeri üs için kullanılması gündeme geldi. Ancak Beşir’in bir halk hareketi ile iktidardan uzaklaştırılması sonrasında bu konuda bir gelişme yaşanmadı.

Askeri faaliyetlerin gerçekleştiği bir başka ülke Libya oldu. Bu faaliyetler uzun süre Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekleyecek şekilde yoğunlaştı. İki farklı iktidar odağının bir geçiş süreci için bir araya gelmesinin ardından bu faaliyetlerin yoğunluğu azalsa da, bu ülkedeki Türk askeri varlığı devam ediyor.

Öte yandan, çeşitli ülkelerle savunma işbirliği anlaşmaları imzalanıyor. Örneğin 2019’da Çad, 2020’de Nijer ve Nijerya ile; 2021 yılının Ağustos ayında, Moritanya, Burkina Faso, Mali, Nijer ve Çad’ın oluşturduğu G5 Sahel birliği ile Türkiye arasında birer savunma işbirliği anlaşması imzalandı (Erdem, 2021; Fabricius, 2021; G5 Sahel, 2021).

Ancak asıl mesele, Türkiye’nin nüfuz alanının genişlemesi. AKP başından beri, geçmişte pek öncelik taşımayan nüfuz bölgeleri oluşturma hedefine önem verdi. Bir dönem için bu, Yeni Osmanlıcı politika adıyla şekillendi. Bu politika, özellikle Suriye’deki gelişmeler nedeniyle başarısızlığa uğradı, ama nüfuz bölgeleri hedefi ortadan kalkmadı. Afrika da bu politikanın önemli uygulama alanlarından biri haline geldi. Kıtanın Batılı emperyalist ülkeler tarafından, eski sömürge ilişkilerinin de etkisiyle, çağdaş kapitalizmin bir sömürü alanı olarak görülmesi; Rusya ve Çin’in olduğu gibi, Türkiye’nin de işine yaradı. Sömürgeci Batı ülkelerinin aksine, Rusya, Çin ve Türkiye Afrikalılara ne yapmaları gerektiğini dikte etmeyen bir siyaset güdüyor. Bu da ilişkilerin geliştirilmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynuyor.2

Afrika ülkeleri ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesi, Avrupa ülkeleri tarafından da yakından izleniyor. Son on yılda bu ilişkilerin gelişim düzeyi, Avrupa ülkeleri ile kıta arasındaki ilişkilerin gelişiminin yaklaşık beş katı düzeyinde gerçekleşti (Tanchum, 2022). Özellikle, 19. yüzyılda kıtanın batısında ve kuzeyinde çok sayıda sömürge elde eden ve hegemonik gücünü aynı coğrafyada günümüzde de belli bir ölçüde sürdüren Fransa, Türkiye’nin bu bölgeye nüfuz etmesinden rahatsızlık duyuyor; her ne kadar bu nüfuzun düzeyi, bir emperyalist güç olarak Fransa’nınkinin çok altında olsa da. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’yi Batı Afrika’da Fransa karşıtı duyguları desteklemekle açıkça suçlayan açıklamalar yaptı (Kliment, 2021). Hatta Türkiye’nin Fransız askeri güçlerine yönelik saldırılar düzenleyen radikal İslamcılara destek verdiği iddia edildi.3

Özellikle Sahel bölgesindeki eski Fransız sömürgesi ülkelerde, Fransa’nın sömürgeci geçmişinin bugüne yansımaları, bu ülkeye karşı tepkileri büyütüyor. Bölgedeki radikal İslamcı örgütlerin faaliyetleri iktidarları zor durumda bırakırken, bölgedeki varlığı binlerce askerden oluşan Fransız birliklerinin bu faaliyetleri önlemekte yarar sağlamadığı vurgulanıyor. Türkiye ise bu ülkelere, “terörle mücadele” kapsamında askeri ve ekonomik yardımda bulunuyor.4

Her ne kadar ticaret hacmi ve siyasi ilişkiler son yıllarda ciddi derecede gelişmiş olsa da Afrika kıtasının Türkiye ekonomisi açısından birincil derecede öneme sahip olması mümkün değil. Yıllık yaklaşık 25 milyar dolarlık ticaret hacmi, örneğin Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki hacmin onda birinden ya da Asya ülkeleri ile Türkiye arasındaki hacmin üçte birinden az. Çin, Afrika ülkelerinin en büyük ticaret ortağı haline geldi ve kıtadaki ticaret ve yatırım düzeyi, yıllık yüzlerce milyar doları buluyor. Yani Türkiye’nin ekonomik olarak büyük güçlerle rekabet etmesi mümkün değil. AKP hükümeti, Afrika’yı bir ihracat kapısı olarak değerlendiriyor. Ancak gerek Afrika ülkelerinin ekonomik açıdan zayıflığı, gerekse Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz ortamının sanayi üretiminin geleceğini belirsiz kılması, bu hedefin gerçekleşmesi olasılığını bulanıklaştırıyor.

Çin’le bir karşılaştırma yapılırsa, ölçek farklılığı daha iyi anlaşılır. Türkiye ekonomisinin büyüklüğü Çin’in yaklaşık yüzde 5’i düzeyinde. Yalnızca bu nedenle dahi, Afrika’ya yönelik girdilerin ölçeğinin çok daha küçük olması kaçınılmaz.5 Öte yandan, ticaret hacminin büyümesi planlanan düzeyde olmadı. 2000’den 2020’ye dek Afrika ile olan ticaret hacmi 5 milyar dolardan 25 milyar dolara, yani yaklaşık 5 katına çıktı (Marcou, 2022). Ancak bu rakamın 2015 yılında 50 milyar dolar olması planlanmıştı. Çin’in Afrika ile olan ticaret hacmi aynı dönemde yaklaşık 10 katına çıktı (Ryder, 2022).

Benzeri bir durum Avrupa için de geçerli. AB ve AB üyesi ülkeler, kalkınma amacıyla kullanılması için 2014 ile 2020 arasında Sahel bölgesine 8 milyar ABD dolarından fazla destekte bulundu. TİKA verileri ise Türkiye’den aynı bölgeye 2014 ile 2019 arasında 61 milyon ABD doları düzeyinde destek olunduğunu gösteriyor (Armstrong, 2021).

Askerî açıdan bakıldığında da, Türkiye’nin ABD ya da Fransa gibi emperyalist güçlerle rekabet etmesi mümkün değil. Çeşitli ülkelerle Türkiye arasında imzalanan güvenlik işbirliği anlaşmaları ve benzeri adımların askeri ilişkilerin de gelişmesini sağladığı ortada. Öte yandan, ekonomisi kırılgan Türkiye’nin bunu sürdürmesi ancak bir dereceye kadar mümkün.

Aslında Afrika kıtası, özellikle son yıllarda giderek daha fazla sayıda ülkenin etkisini artırmaya yönelik girişimlerine sahne oluyor. Her ne kadar sömürgeciliğin ve emperyalizmin boyunduruğu altında uzun bir süre geçirmiş olsa da, kıtada henüz tüketilmemiş olan büyük miktarda doğal kaynak bulunuyor. Petrol, doğal gaz, çeşitli değerli madenler gibi kaynakların yanında, özellikle belli ürünlere yoğunlaşılan tarım açısından da kıta, daha güçlü ülkelerin iştahını kabartıyor. Batılı emperyalist ülkelerin yanında Çin ve Rusya bir süredir kıtaya gözünü dikmiş ve özellikle Çin epeyce mesafe kat etmiş durumda.6 Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan gibi zengin Körfez ülkeleri Afrika kıtasıyla ilişkilerini geliştiriyorlar. İsrail, Hindistan gibi ülkeler de bu kervana katılıyor.

Afrika ülkelerindeki orta sınıfın gelişmesiyle birlikte kıta ayrıca, güçlü ülkelerin gözünde bir pazar olarak da değer kazanıyor.

Türkiye bu sahnede büyük güçlerle değil, Körfez ülkeleri, Hindistan gibi ikinci plandaki ülkeler ile rekabet edebilir gibi görünüyor. Örneğin Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri son on yılda kıtadaki ticari ilişkilerini Türkiye’ye yakın bir düzeyde geliştirdiler (Tanchum, 2022). Bu ülkeler de Doğu Afrika’da ve Sahel bölgesinde belli bir düzeyde var olan etkilerini artırmaya çalışıyorlar (Armstrong, 2021).

Kuzey Afrika’daki en güçlü ülke olan Mısır da Türkiye’nin bölgede artan etkisinden rahatsızlık duyuyor. İki ülke, Libya’daki çekişmenin farklı taraflarına destek verdikleri için karşı karşıya gelmişlerdi. Uzun bir süre Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek veren AKP hükümeti, kısa bir süre önce Hafter’in önderliğindeki Libya Ulusal Ordusu ile de ilişkilerini geliştirmeye başladı. Aralık 2021’de yapılan görüşmeler, bu taraf üzerinde önemli bir etkiye sahip olan Mısır yönetiminde rahatsızlık uyandırdı (Mikhail, 2022, a). Mısır ayrıca Somali ile daha yakın ilişkiler kurarak Türkiye’nin bu ülkedeki etkisiyle rekabet etmeye çalışıyor (Mikhail, 2022, b).

Emperyalizm, etkisini genişletebileceği, kaynaklarını sömürebileceği alanlar arayışından vazgeçmiyor. Özellikle emperyalist hiyerarşinin üst basamaklarında yer alan güçlü ülkelerin sermaye sınıflarının, bu arayışın sonucunda gözlerini diktikleri önemli bir bölgeyi Afrika kıtası oluşturuyor. Afrika ayrıca, dünyanın diğer bölgeleri gibi, emperyalizmin, hegemonya krizinin çözümü için değerlendirmeye çalıştığı bir alan. Rusya ve Çin’in kıtaya dönük girişimleri, bu ortamda yeni fay hatları oluşmasına neden oluyor.

Kapitalist sistemde, daha güçlü ülkelerin Afrika ülkeleri gibi ülkelere gösterdiği ilgi, emperyalizmden bağımsız ele alınamaz. Bu ilginin temel amacı kaynaklara ulaşmak ve kâr elde etmektir. Bunun da elbette siyasi nüfusun artması gibi bir siyasi sonucu olacaktır. Türkiye’nin ve diğer güçlerin Afrika’ya yaklaşımını bu çerçevede ele almak gerekmektedir.

Afrika kıtası sömürgeciliğin ardından, o dönemde esen sosyalizm rüzgârlarından etkilenmiş, çok sayıda Afrika ülkesinde sosyalist iktidarlar ya da en azından sosyalizan unsurların belirlediği iktidarlar kurulmuştu. Emperyalizmin farklı biçimlerdeki müdahaleleri süreci tersine döndürdü. Ve bugün kıta, ne yazık ki, çeşitli boyutlardaki dış müdahalelere çok açık hale gelmiş durumda. Sermayenin boyunduruğundan kurtulabilmek için Afrika’nın da sosyalizme ihtiyacı var.(31/03/2022)


Kaynaklar

Armstrong, Hannah, “Turkey in the Sahel”, 27.07.2021, https://www.crisisgroup.org/africa/sahel/turkey-sahel (erişim tarihi: 11.02.2022)

Erdem, Ali Kemal, “Her Yedi Askerden Biri Sınırların Ötesinde: TSK’nın Yurt Dışındaki Gücü 50 Bini Aştı”, 16.02.2021, https://www.indyturk.com/node/316736/her-yedi-askerden-biri-s%C4%B1n%C4…- (erişim tarihi: 08.02.2022)

Fabricius, Peter, “Making Turkey Great Again”, 12.03.2021, https://issafrica.org/iss-today/making-turkey-great-again (erişim tarihi: 08.02.2022)

G5 Sahel, “Signature entre le G5 Sahel et la présidence de l’industrie de Défense turque d’un contrat de soutien à la Force Conjointe”, 19.08.2021, https://www.g5sahel.org/signature-entre-le-g5-sahel-et-la-presidence-de… (erişim tarihi: 08.02.2022)

Kliment, Alex, “What Is Turkey Doing in Africa?”, 19.10.2021, https://www.gzeromedia.com/what-is-turkey-doing-in-africa (erişim tarihi: 28.01.2022)

Marcou, Jean, “Turkey, A New African Power”, 18.01.2022, https://orientxxi.info/magazine/turkey-a-new-african-power,5310 (erişim tarihi: 19.01.2022)

Mikhail, George (a), “Egypt Wary of Turkey’s Moves in Eastern Libya”, 28.01.2022, https://www.al-monitor.com/originals/2022/01/egypt-wary-turkeys-moves-e… (erişim tarihi: 08.02.2022)

Mikhail, George (b), “Egypt Supports Somalia to Counter Turkish Influence”, 19.01.2022, https://www.al-monitor.com/originals/2022/01/egypt-supports-somalia-cou… (erişim tarihi: 08.02.2022)

Orakçı, Serhat, “The Rise of Turkey in Africa”, 09.01.2022, https://studies.aljazeera.net/en/analyses/rise-turkey-africa (erişim tarihi: 08.02.2022)

Ryder, Hannah, “Emerging Power Rivalries in Africa: Is China Really Ahead of Turkey”, 10.01.2022, https://www.theafricareport.com/164765/emerging-power-rivalries-in-afri… (erişim tarihi: 10.02.2022)

Tanchum, Michaël, “Gateway to Growth: How the European Green Deal Can Strengthen Africa’s and Europe’s Economies”, Ocak 2022, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (European Council on Foreign Relations), https://ecfr.eu/publication/gateway-to-growth-how-the-european-green-de… (erişim tarihi: 20.01.2022)

  • 1.Gözlemci üyelik, oy verme ya da öneride bulunma gibi hakların olmadığı, örgütün etkinliklerine katılma olanağı sağlayan bir konum. Ülkeler ya da bazı uluslararası örgütlere gözlemci üye statüsü verilebiliyor. Sayıları 100’e yaklaşan gözlemci üyeler arasında Çin, Britanya, Yunanistan ve ayrıca Filistin dahil çok sayıda Arap ülkesi de bulunuyor. İsrail de 2021’de, İbrahim Anlaşmaları paralelinde gözlemci üye oldu.
  • 2.Bu olgunun bir örneğini, Mali hükümeti üyesi bir bakanın şu demecinde görmek mümkün: https://odatv4.com/dunya/turkiye-rusya-ve-cin-ile-fransiz-yaptirimlarin… (erişim tarihi: 28.01.2122)
  • 3.Fransa’nın Mali’deki faaliyetlerine ilişkin bir değerlendirme için bkz. Nalçacı, Erhan, “Mali’de Fransa-Rusya Gerilimi Nereden Çıktı”, soL, 12.02.2022, https://haber.sol.org.tr/yazar/malide-fransa-rusya-gerilimi-nereden-cik… (erişim tarihi: 12.02.2022). Radikal İslamcılar, emperyalist güçler tarafından Afrika’nın çok sayıda ülkesinde siyasete müdahale aracı olarak kullanılıyorlar. Ya da bu örgütlerin hükümetleri zor durumda bırakan saldırganlıkları, dış güçlerin müdahalesi için zemin yaratıyor. Başka ülkeler gibi Türkiye de bu zeminden yararlanıyor.
  • 4.Bu “yardım”ın bir boyutunu, SADAT eliyle askeri eğitim verilmesi oluşturuyor.
  • 5.Benzer bir durum, gönderilmesi taahhüt edilen aşı miktarına da yansıyor. Aralık 2021’deki İstanbul Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika ülkelerine 15 milyon doz aşı yardımı yapılacağını açıkladı. Bu sayı, Çin’in 1 milyar dozluk taahhüdünün yanında epeyce küçük kalıyor (Ryder, 2022).
  • 6.Çin’in artan etkisinin bir boyutu Afrika ülkelerine açtığı kredilerle şekilleniyor. Örneğin Kenya, Etiyopya, Angola gibi ülkeler Çin’e olan borçlarını ödemekte zorlanıyorlar (Orakçı, 2022).



17 Ağustos 2023 Perşembe

Anıtkabir'in siluetine cami! - CUMHURİYET

 

Ankara Beşevler’de, Anıtkabir’e 300 metre mesafede olan “eğitim bölgesi”, “ibadet alanı” olarak onaylandı. Eski AKP’li başkanlar Melih Gökçek ve Mustafa Tuna döneminde yapılan dönüşüme mahkeme “dur” demişti. Alanda, önceden Hacettepe Devlet Konservatuvarı ve Turizm Meslek Lisesi vardı. Karar Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nde oybirliğiyle alındı. Planın emsal değerine göre caminin yüksekliğinin bir sınırı bulunmuyor. CHP’li meclis üyeleri, “Cami projesi CHP üyeleri arasında da çok tartışıldı. Projenin sıkıntılı olabileceğine ilişkin görüşler vardı” diye konuştu.

Ankara Beşevler’de bulunan Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi, 2016 yılında “depreme dayanıksız” olduğu gerekçesiyle yıkıldı. Hacettepe Devlet Konservatuvarı’yla bitişik olan ve “eğitim bölgesi” olarak adlandırılan alan, daha önce AKP’li eski başkanlar Melih Gökçek ve Mustafa Tuna dönemlerinde iki kez “ibadet alanına” dönüştürülmek üzere planlanmış ancak itirazlar sonucu, mahkemenin de “Beşevler Meydanı’na cami yapılması eğitim içeriğini zedeler” gerekçesiyle proje durdurulmuştu. 
Aynı proje, Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Meclisi’ne Haziran 2023’te tekrar geldi ve meclis toplantısında oybirliğiyle kabul edildi. Karar, temmuz ayında askıya çıktı. Meslek odaları ve bölge yurttaşları karara tepki gösterdi.

‘BÖLGEDE 4 CAMİ VAR’

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, 3. kez dava açmaya hazırlandıklarını belirterek “Cami, yürüme mesafesinde, 500 metre içinde dört adet cami olmasına karşın, ‘Cumhuriyetin eğitim ve bilim yerleşkesine’ yapılmak isteniyor. Eğitimin bundan zarar göreceği ifade edilirken, üst üste ibadet alanına dönüştürülmesi kabul ediliyor” dedi. 

Cami planının, Anıtkabir’in arazisine 300 metre mesafede olduğunun altını çizen Candan, “Beşevler’in kalbine 100 bin metrekare beton saplayarak, Anıtkabir’in alanında baskıyı artıracak ve üçüncü açılardan Anıtkabir’in siluetine dahi etki ederek bozabilecek bir konumda. Karara onay verenlere karşı sessiz kalmayacağız” diye konuştu.

‘YÜKSEKLİK BELİRSİZ’

Kararın “oy birliğiyle” alınmasını eleştiren Candan, şunları kaydetti: “İktidar, bu camiyi simgesel olarak kullanıyor. Mimarlar Odası zaten iktidarın yıkmaya çalıştığı camileri de koruyor.” 

Öte yandan, oybirliğiyle onaylanan proje kararında, 35 bin metrekarelik ibadet alanının “emsal 1,5 yükseklik serbest” olması da dikkat çekti. Candan, projede “yüksekliğin serbest” olarak tanımlanmasına tepki gösterdi. Planın emsal değerine göre, caminin yüksekliğinin bir sınırı bulunmuyor.

‘BİLİNÇLİ İHANET GİRİŞİMİ’

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt bir gazetede yayımlanan “Anıtkabir’e cami açılmalıdır. Türkiye artık dinsiz Atatürk anlayışını terk ederek ‘Müslüman Atatürk’ konseptine geçmelidir” sözlerini de anımsatarak karara tepki gösterdi. Bozkurt, şu değerlendirmeleri yaptı:

“Her ikisi de AKP iktidarı tarafından, ‘karşıdevrim’ sürecinde, Batı emperyalizminin 100 yıllık hedeflerini gerçekleştirme doğrultusunda bir ihanet girişimidir. Bunlar, bilinçli yapılan ve tesadüf olmayan ihanet girişimidir. Yoksa her yer bitti de Anıtkabir mi kaldı, Ankara’da cami kıtlığı mı var? Yapılanlar 100 yıldır devam eden, AKP iktidara gelene kadar ‘ete kemiğe büründürülemeyen’ sistematik çalışmalar.”


CUMHURİYET

 



16 Ağustos 2023 Çarşamba

Evrensel KÖŞE - 16 AĞUSTOS 2023 -

 


Pollock Grossman’a karşı: Çöküş mü, sürdürülebilir kriz mi? (M.Sinan Birdal-Evrensel)

                           ‘Milyonlar arkamda’ | John Heartfield’in kapitalizm-faşizm ilişkisine dair bir tasarımı, 1932

Nazi rejiminin yükselişine tanık olan Frankfurt Okulu üyelerinin 1930’lu yıllarda başlayan ve 1940’lı yıllarda devam eden tartışmalarında iki soru öne çıkar: 1) Nazizmi önceki rejimlerden ayıran yeni özelliği ne? 2) Rejim ne kadar istikrarlı, ne derece sürdürülebilir? (Buchstein 2019: 218)

Soruların ciddiyetini yorumlayabilmek için yükselişin ne kadar hızlı olduğunu bilmek lazım. Almanya’daki 20 Mayıs 1928 seçimlerinde Komünistler (KDP) yüzde 10.6 oy oranıyla parlamentoya 54 vekil, Naziler (NSDAP) ise yüzde 2.6 oy oranıyla 12 vekil seçtirebilmişti. 1929 Buhranı’ndan sonra gerçekleşen 14 Eylül 1930 seçimlerinde KDP yüzde 13.1 ve 77 vekil, NSDAP yüzde 18.3’le 107 vekil elde etti. 31 Temmuz 1932 seçimlerinde NSDAP yüzde 37.4 oy oranı ve 230 vekile ulaştı. 6 Kasım 1932 seçimlerinde oy oranı yüzde 33.1’e gerilemişti. Ne var ki bu son seçim olacaktı. 30 Ocak 1933’te Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından Şansölyelik görevi verilen Hitler, eski imparatorluk komutanını parlamentoyu dağıtıp 5 Mart’ta seçimleri ilan etmeye ikna etti. 4 Şubat’ta Hindenburg toplantı, yürüyüş, ifade ve basın özgürlüklerini askıya aldı. Seçimlerden altı gün önce, 27 Şubat’ta parlamento binasındaki çıkan yangından sonra Hindenburg yine Hitler’in tavsiyesiyle bir kararname çıkararak KDP’yi yasakladı ve komünistlerin kitlesel olarak tutuklanmasını emretti. 24 Mart’ta parlamento yasama yetkisini Hitler liderliğindeki hükümete devretti. 2 Ağustos 1934’te Hindenburg’un ölmesiyle Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik makamları birleştirildi, Lider Hitler’in dönemi başladı. Henüz 1938 Kasım pogromuna, 1939 Polonya, 1940 Fransa, 1941 Sovyetler Birliği işgalleri ve 1941’de yürürlüğe konulan Yahudi Soykırımı’na yıllar vardı, ancak cinayet, güç ve ganimet arasındaki ittifak 1933’te kurulmuştu. Frankfurt Okulu üyeleri de diğer birçok aydın gibi siyasi muhalefetin çöktüğü ve sürgün hayatının hüküm sürdüğü bu dönemde faşizmin yükselişini ve niteliğini tartışmaya başladılar.

Friedrich Pollock 1932’deki makalesinde kapitalizmin çöküş semptomları gösterdiğini ileri sürenlere karşı hem demokratik hem otoriter ülkelerde devlet kapitalizmi adını verdiği yeni bir toplumsal düzenin ortaya çıktığını iddia eder. Çöküş tezi 1929’da Frankfurt Okulu’nun ilk yayınlarından birinde, Henryk Grossman’ın “Birikim Yasası ve Kapitalist Sistemin Çöküşü” adlı kitabında işlenmiştir. Krakow doğumlu Grossman, Polonya’da Piłsudski’nin darbesinde evvel 1925’te Frankfurt’ta göçmüş ve Pollock’la beraber okulun ilk müdürü Viyanalı Carl Grünberg’in asistanı olarak çalışmaya başlamıştı. Grünberg ve Grossman Habsburg imparatorluğunda doğan Marxizm’in temsilcileriydi. Dolayısıyla Grossman’ın hedefinde, tam istihdam koşullarında kâr hadlerinin düşmesinin kapitalizmin çöküşüne götürmeyeceğini iddia eden Otto Bauer vardı. 1923’ten itibaren KDP’nin önemli siyasetçi ve aydınlarından Karl Korsch ve Frankfurt Okulunu finanse edecek olan Felix Weil’la Marxist teori üzerine çalışmaya başlayan Pollock’un tezlerini bu bağlam içinde yorumlamalı.

Pollock, kapitalizmin kriz atlatma özelliğine dikkat çeker. Pollock’a göre planlama tekniği, devletin ekonomik müdahale için sosyo-politik olarak yeniden örgütlenmesini mümkün kılmıştır. Plan, üretim, tüketim ve yatırım için hedefler koyarken bireyi de ekonomik bir özne olarak yeniden kurgulamıştır. Kırk yıl sonra Foucault’nun “biopolitika” olarak niteleyeceği bir şekilde, Pollock devlet kapitalizminin bireyi fizyolojik ve psikolojik olarak yeniden şekillendirdiğini, bir içgüdü ekonomi politiği inşa ettiğini vurgular. Emek artık piyasa eliyle dolaylı yoldan değil, doğrudan devlet otoritesiyle sömürülürken kâr saikinin yerini iktidar saiki almıştır. Planlı toplumda hangi sorunun öncelik kazanacağı kararı artık ekonomiden siyasete kaymıştır. Kitlesel rızanın hem terör hem sosyal devlet vasıtasıyla sağlandığı bu sistemde işçi ve emekçiler arasında tabakalaşma artmış, sınıf siyaseti olanaksızlaştırılmış, orta sınıf proleterleştirilmiş, parlamenterizm marjinalleştirilmiş ve kitleler üzerinde ruhsal hakimiyet kurulmuştur.

Pollock’un tezleri başlarda Horkheimer dışındaki tüm Frankfurt Okulu üyelerinden tepki görür. Tezler hem Weberci ideal-tipleştirme yönteminden ötürü idealist, hem de siyaseten pesimisttir. Horkheimer, Pollock’u hem kapitalizmin çöküşü argümanını öne süren Grossman’a, hem de bu argümana alternatif geliştiren Franz Neumann ve Otto Kirchheimer’e karşı savunur; başta Pollock’a kuşkuyla yaklaşan Adorno’yu ikna eder.

Horkheimer Nazizim üzerine ilk defa Kasım 1938’deki pogromlardan sonra, “Yahudiler ve Avrupa” başlıklı denemesiyle yazmaya başlar. Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı Eylül 1939’da yayına hazır olan bu metinde Horkheimer meşhur aforizmasını dile getirir: “Kapitalizmden bahsetmek istemeyen, faşizm üzerine sussun.” Ancak Horkheimer’in kapitalizm anlayışı neredeyse Von Rochau’yu andıran bir reelpolitik (uluslararası ilişkiler teorisindeki ismiyle “realist”) bir durum tespitine dayanır: “Hakimiyet ve sadece hakimiyet, onun aşılması değil” (Emery 2022: 90) Kanımca, Horkheimer’in çete sosyolojisinin yavan kalmasının başlıca nedeni ideal tipi bir yöntem olarak benimserken sonunda reelpolitiğe geri dönmesi. Böylece ekonominin önceliğinden siyasetin önceliğine ilerliyor.

Ne var ki Pollock’un Güney Batı Almanya’ya özgü Neo-Kantçılığına tepki sadece Viyana’dan esen pozitivist rüzgarlardan ibaret değildi. Pollock’a karşı en kalıcı eleştiriler Neumann, Kirchheimer ve Ernst Fraenkel gibi SPDli hukukçulardan gelecekti. Her üçü de 1933’te NSDASP’ye katılan ve siyasetin kavramsal olarak damıtıldığı bir “siyasetin önceliği” kuramının önde gelen temsilcisi Carl Schmitt’i yakından tanımakta ve ona karşı tezler üretmekteydi. Weimar mahkemelerinde iş hukuku, ceza hukuku gibi alanlarda faşizme karşı mücadele etmiş bu tecrübeli hukukçular Nazizmi bir rejim analizine tabi tutacaktı.

-Buchstein, Hubertus. 2019. “Kritische Theorie der Politik - Max Horkheimer und Otto Kirchheimer in der Kontroverse.” Leviathan 47(2): 215-243.
-Emery, Nicola. 2022. For Nonconformism: Max Horkheimer and Friedrich Pollock, the Other Frankfurt School. Leiden: Brill.

Aile hekimliği iflas eder mi?(Zeki Gül-Evrensel)

Deseler ki ilçe adliyelerinin kira ve diğer cari giderlerini savcı ve hakimler ödüyor, hatta mübaşir ve diğer memurlar ile temizlik görevlilerinin maaşını, kaleminden bilgisayarına tüm giderleri onlar karşılıyor ne düşünürdünüz? İnanmaz mıydınız? 

O zaman siz aile hekimliği modelinden bihabersiniz! Yıllar ne çabuk geçiyor değil mi? Sağlık ocakları 2006’da kapatılmış, aile hekimliği modeline geçilmişti. Geldik bugüne…

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu (AHEK), “aile sağlığı merkezlerinin (ASM) artan cari giderleri, ülkenin yaşadığı ekonomik problem, zamlar ve bunların aile hekimlerine ve halka yansımasıyla” ilgili uzun süredir kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Mesele aile hekimlerinin özlük hakkı sorunu olmayıp bizzat halkın sağlık hakkının zamana yayılmış gaspıdır. Çok bilindik ısıtılan kurbağa misaliyiz her birimiz…

TTB- AHEK’in de belirttiği üzere “mahallemizde gördüğümüz bir aile sağlığı merkezinin kapısındaki paspastan, reçete yazılan kâğıdına, temizlik malzemesinden, kullanılan elektriğine, çeşmeden akan suyundan, muayenede kullanılan dil basacağına kadar aile sağlığı merkezi içinde gördüğünüz tüm malzemeler aile hekimleri tarafından tedarik edilmekte ve satın alınmaktadır.” 

Yakında adliyesinden ilköğrenim okullarına, kamu kurumları aile hekimliği misali işletilirse şaşırmamak gerekiyor. Aldous Huxley’in ifadesi ile “tecrübe, insanın başına gelen şey değildir; o insanın o başına gelenle ne yaptığıdır”. Halk ya da birey olarak yaşadıklarımızın farkında olamazsak tecrübe damıtmak mümkün mü? Kamusal haklarımızın mekanlarını, organizasyonlarını, sağlık dahil yavaş yavaş yitiriyoruz. 

Aile hekimlerinin şahıslardan kiralanmak zorunda kalınan binaların kira artışları ev sahiplerinin insafına terkedilmiş durumda. “Sonuç olarak bu gider artışlarına dayanamayan aile hekimleri hizmet verdikleri aile sağlığı merkezlerinin kapanmasıyla bu birimlerden hizmet alan halk cezalandırılmış oluyor.” Yakında ‘gündüz aile sağlığı merkezi, gece pansiyon’ tabelaları görürsek şaşıracak mıyız? Tavsiyem hiçbir şeye şaşırmamanız.

Son sözü AHEK Sekreteri Dr. Sibel Uyan’a bırakıyorum: “İstanbul Havalimanı için mevcut kira 20 sene ötelemeye uğrarken alacakları kiranın küsuratı ile bile yüzlerce aile sağlığı merkezi yapılabilir. Bunlar tercih meselesidir. Tasarrufun şekli de yöntemi de tercih meselesidir. Maalesef bu tercihlerde her zaman zararlı çıkıyor”. 

Ve, W. Dwyer “hayatımız yaptığımız tercihlerin toplamıdır” der. Haksız mı?

Sağlıcakla ve dayanışma ile kalın….

Edremit körfezi ölüyor: Denize girenler hasta oluyor (Evrensel)

Balıkesir'in Edremit ilçesinde Körfez Siteler Derneği tarafından yapılan açıklamada Körfez'deki kirliliğe dikkat çekildi: "Körfez hızla kirleniyor, denize girenler hastalanıyor."

Balıkesir'in Edremit ilçesinde Körfez Siteler Derneği'nin yaptığı basın açıklamasında Körfez'deki kirlenmeye dikkat çekildi.

Güre Cumhuriyet Meydanı'nda yapılan açıklamaya Körfez ekoloji örgütleri, emek ve demokrasi güçleri, EMEP, Sol Parti, HDP, CHP, TİP il ve ilçe yöneticileri, Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan, CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, eski CHP Balıkesir milletvekili Mehmet Tüm, Sol Parti PM üyesi Alper Taş ve çok sayıda kişi katıldı.

Körfez Siteler Derneği Başkanı İsmail Çınar yaptığı konuşmada, "Körfez hızla kirleniyor, denize girenler hastalanıyor, hastaneler deniz kirliliğinden kaynaklı hastalarla doluyor" dedi. Bu çağda Körfez'de alt yapısı olmayan, yetersiz alt yapıya sahip mahalleler olduğunu söyleyen Çınar; "Sitelerdeki arıtma sistemleri çok yetersiz ve çok pahalı" dedi.

Özellikle yaz aylarında Körfez nüfusunun 4-5 kat arttığını söyleyen Çınar, mevcut arıtmaların yetersiz kaldığını ve atıkların arıtılmadan denize salındığını belirtti. "Yaşanan olumsuzlukların asıl ve tek sorumlusu plansız kentleşmeyi hayata geçiren devlet yöneticileridir" diyen Çınar, "çevremizi korumak bize düşüyor" şeklinde konuştu.

Son günlerde Akbelen'de yaşananlara da dikkat çeken Çınar, "Ormanlarımızı ve doğamızı, denizlerimizi, topraklarımızı devletten korumak için mücadele ediyoruz. Bunun için örgütlendik, derneğimizi kurduk. Şimdi birleşerek, çoğalarak mücadeleyi büyütmeliyiz" ifadelerini kullandı.

Çınar Körfez Siteler Derneği taleplerini şu şekilde sıraladı:

*Körfez nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede kanalizasyon altyapı derhal yapılsın.

*Yeterli kapasitede ileri biyolojik arıtma sistemleri kurulsun.

*Edremit Körfezi İzmit Körfezi olmasın.

*Denize gönül rahatlığıyla girilebilsin.

*Doğanın dengesi bozulmasın.

*İnsanca yaşayabileceğimiz ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir çevre istiyoruz.

Açıklama sırasında "Güç ver Körfezi kaybetmeyelim", "Körfez ölüyor yetkililer susuyor", "Her yer Akbelen, her yer direniş", "Havana, suyuna, denizine sahip çık" yazılı dövizler ve pankartlar taşıyan yurttaşlar sık sık slogan attı.

Dernek Başkanı'ndan sonra EDÇEP sözcüsü Kubilay Öztürk, Kazdağı Derneği adına Ömür İlgör, BURÇEP adına Hatice Engin ve TÜKODER Başkanı konuşma yaptılar.

Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan konuşurken, bazı yurttaşlar tepki gösterdiler.

"Bu kadar betonlaşmaya neden izin veriyorsunuz", "imza atmayın", "siz de bu kirliliğin ortağısınız" şeklinde tepkiler gelmesi üzerine Arslan açıklamalarda bulundu. "İmara açma izni bizde değil büyükşehir belediyesi yetkisindedir" diyen Arslan, arıtmayı taşımak yerine yeni arıtma yapmak için büyükşehirle görüştüklerini söyledi.

Son olarak konuşan CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, "Bir komşunuz olarak yaşanan sorunları biliyorum ve milletvekili olarak sorunları dillendireceğim" dedi.

Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararı iptal edildi (Evrensel)

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce duyurdu, mahkeme Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararını iptal etti.

Mahkeme Validebağ Korusu'nu yapılaşmaya açan bakanlık kararını iptal etti.

İstanbul Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı olan Validebağ Korusu ve Haydarpaşa Lisesi'ni içine alan sit alanı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 7 Mart 2022 tarihli kararıyla statüsü değiştirilerek yapılaşmaya açılmıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) bakanlığın bu kararını mahkemeye taşımıştı. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce, davanın sonuçlandığını duyurdu.

Twitter hesabından "İstanbullulara güzel bir haberim var" ifadeleriyle açıklama yapan Gökce, kararı şu  şekilde duyurdu:

"İstanbullulara güzel bir haberim var.

Validebağ Korusu İstanbul Anadolu yakasının ikinci büyük yeşil alanı.125 bitki, 119 kuş türüne ev sahipliği yapan, 400 yaşında anıt ağaçlara sahip ekolojik bir zenginlik. Haydarpaşa Lisesi de Validebağ korusunun devamı niteliğinde bir alanda yer alan mutlaka korunması gereken doğal bir sit alanı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 7 Mart 2022 tarihli kararıyla bu alanın sit alanı statüsünü değiştirerek yapılaşmaya açtı. Biz de Validebağ Korusu'nu yapılaşmadan korumak, İstanbulumuzun bu doğal güzelliğini gelecek kuşaklara bırakmak için gereken davayı açtık.

Sonuçta mahkeme alınan kararın planlama ilke ve tekniklerine uygun olmadığı gerekçesiyle itirazımızı kabul ederek planı iptal etti. Validebağ Korusu ve aynı alandaki Haydarpaşa Lisesi tüm güzellikleriyle İstanbullulara nefes vermeye devam edecek. Kamuoyuna mutlulukla duyururum."

(derleyen:mstfkrc)



Birgün KÖŞE - 16 AĞUSTOS 2023 -

 


Mafya günlükleri (Timur Soykan-Birgün)

Ucuza satılan vatandaşlık, kara paranın aklanmasının önünün açılması, rant düzeni ve devletteki çürüme Türkiye'ye mafya akınını doğurdu. Bununla birlikte Türkiye bir kokain rotasına dönüştürüldü.

Türkiye’nin dünya mafyasının üssüne dönüşmesiyle ilgili örneklerin sonu gelmiyor. Cumhur İttifakı tarafından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının çok ucuzlatılması dünya mafyasının Türkiye'ye akın etmesine neden oldu. Kara paralarıyla yatırım yapan ya da 400 bin dolara ev satın alan uluslararası suç örgütlerinin liderleri Türkiye Cumhuriyeti kimliğinin arkasında saklanabiliyor. Bu sayede Türkiye'de yakalansalar bile yargılanacakları ülkeye iade edilmiyorlar. Dubai'nin kendileri için güvenli bir liman olmaktan çıkmasından endişe eden mafya liderleri soluğu Türkiye'de alıyor.

Süleyman Soylu'nun İçişleri Bakanlığı döneminde bunun çok sayıda örneğiyle karşılaştık ve yazdık.

Marmaris'te bir parktaki bankta para dolu çantasını unutan ve karakola çantasını iade etmek için çağırılan kişinin İsveç'in kırmızı bültenle aradığı çete lideri Rawa Majid olduğu anlaşılmıştı. İsveç'i kana bulayan bu uyuşturucu kaçakçısı, Bodrum'da villa alarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuştu. 4 ay sonra tahliye oldu ve vatandaş olduğu için İsveç'e iade edilmedi.

Almanya merkezli büyük bir dolandırıcılık şebekesinin lideri olduğu iddia edilen İran asıllı Ahmet Nazari'nin Türk vatandaşı olduğunu Sedat Peker gündeme getirmişti.

Üstelik kırmızı bültenle aranan bu suç örgütü liderine silah ruhsatı da verilmişti. Sedat Peker, Ahmet Nazari'nin arkasında Mehmet Ağar'ın olduğunu öne sürmüştü.

Sedat Peker'e suikast planına finansör olduğu iddiasıyla Dubai'de tutuklanan Ahmet Nazari'nin tahliye olduktan sonra İstanbul'a döndüğü iddia ediliyor.

Hollandalı yetkililer de Avrupa'nın en büyük uyuşturucu baronlarından Jos Leijdekkers'in Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu iddia etmişti. Bu konuda kesin bir delil yok.

Ama Hollanda medyası yıllarca bu uyuşturucu kaçakçısının Dubai ve Türkiye'de yaşadığını ve kara parayla mülkler satın aldığını anlattı. Süleyman Soylu'nun İçişleri Bakanlığı'ndan ayrılmasından kısa süre sonra, haziran ayında Jos Leijdekkers'in çetesine önemli bir operasyon yapıldı ve 1 milyar TL'lik mal varlıklarına el konuldu.

10 MİLYAR DOLARLIK TİCARET

Ama 10 milyar dolarlık uyuşturucu ticaretini yönettiği öne sürülen Jos Leijdekkers kayıplara karıştı. Kısa süre sonra onun sağ kolu Isaac Bignan ise Türkiye'den kaçmaya çalışırken yakalandı.

'Balina' kod adlı ve kırmızı bültenle aranan Isaac Bignan'ın karısı ve çocuklarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı aldığı iddia ediliyor. Halen hapiste olan Isaac Bignan, Hollanda'ya iade edilmemesi için uğraşıyor. Bu çetenin içinde Türk vatandaşlığı alan kaç kişinin bulunduğu soru işareti.

Belçika medyasında son olarak gündeme gelen bir iddia, tablonun çok daha vahim olduğunu ortaya koyuyor. Standaard internet sitesinin muhabiri Mark Eeeckhaut'un haberine göre; ülkenin en büyük uyuşturucu kaçakçılarından Bosna Hersekli 38 yaşındaki Sani Al Murdaa ve onun sağ kolu 48 yaşındaki Arnavut Flamur Sinanaj'ın İstanbul'da yaşadığı tespit edildi.

Belçika kırmızı bültenle aradığı bu kişilerin iadesi için Türkiye'ye başvuru yaptı. Ancak Türkiye'den gelen yanıtta Sani Al Murdaa ve Flamur Sinanaj'ın Türk vatandaşı olduğu ve iade edilmeyeceği belirtildi. Bu iki uyuşturucu kaçakçısı Belçika'nın Anvers limanında yakalanan 3.2 ton kokain davasında aranıyor. Latin Amerika'dan Avrupa'ya kokain sevkiyatının önemli isimlerinden olduğu öne sürülen Sani Al Murdaa Karadağ merkezli Skaljari suç örgütünün önde gelen üyelerinden biri.

Skaljari Çetesiyle yine Karadağ merkezli Kavac Çetesi'nin Avrupa'daki savaşında 50'yi aşkın kişi öldürülmüştü. Son olarak Skaljarilerin lideri Jovan Vukotiç 8 Eylül 2022'de İstanbul Mecidiyeköy'de öldürülmüştü. Onu Türkiye'deki mafya gruplarına öldürten Kavac Çetesi'nin liderleri de İstanbul'da yakalanmıştı. Vukotiç'in ve onu Türkiye'deki mafya gruplarına öldürten Kavac liderlerinin oturum izni almaya çalıştıkları ortaya çıkmıştı. Üstelik Kavac liderlerinden ele geçirilen flash disklerde iki yıl önce İstanbul'da Skaljari örgütü liderlerinden Risto Mijanoviç'i işkence yaparak öldürdükleri görüntüler bulunmuştu. İşkence yapılan ve cinayetin işlendiği Sarıyer'deki lüks villanın sahibi ise Avrupa'nın en çok aranan uyuşturucu kaçakçılarından Zeljko Bojaniç idi. Tüm dünyada kırmızı bültenle aranan Bojaniç'in sahte kimlikle 8 yıldır Sarıyer'de lüks hayat sürdüğü anlaşılmıştı.

Ayrıca Belçika, 'Siyah' lakaplı suç örgütü lideri Abdelilah E.M.'nin de Türkiye'de olduğun tespit etmiş ve iadesini istemişti. Ancak suçluları iade anlaşması olmadığı için Türkiye 'Siyah'ı da iade etmemişti. Belçika İçişleri Bakanı yaptığı bir açıklamada Türkiye'de suçlulara vatandaşlık verilmesini eleştirmişti. Sadece Avrupa değil, Güney Amerika'daki uyuşturucu baronlarının da Türkiye'yi mesken tuttuğu iddia ediliyor. Latin Amerika ülkesi Ekvador'da uyuşturucu ve çetelerle mücadele sözü veren devlet başkanı adayı Fernando Villavicencio geçen hafta suikastla öldürüldü. Kısa süre önce uyuşturucu baronlarınca tehdit edildiğini söylemişti. Devlet başkanı adayını öldürttüğü iddia edilen  Los Choneros Cetesi'nin lideri Adolfo Macias 4 bin asker ve polisle yapılan operasyonla bir cezaevinden daha güvenlikli bir hapishaneye sevk edildi.

Bolivya medyası bu çetenin rakibi ve Ekvador'un ikinci büyük çetesi Los Lobos'un lideri Chavarria'nın Türkiye'de olduğunu öne sürdü. Vatandaş yapıldığına dair bir bilgi yok. 

'Pipo' lakaplı çete liderinin Bolivya Cezaevleri'nde 8 bin mensubunun olduğu iddia ediliyor. Bu çete Meksika'nın büyük kartelleriyle ortak hareket ediyor.  

VATANDAŞLIK UCUZA SATILIYOR

Son yıllarda ucuza satılan vatandaşlık, kara paranın aklanmasının önünü açan Varlık Barışı yasaları, mafyanın meşrulaştırıldığı rant düzeni ve devletteki çürüme Türkiye'ye mafya akınını doğurdu.

Bununla birlikte Türkiye bir kokain rotasına dönüştürüldü. Sadece Avrupa ve Ortadoğu pazarına giden yollar oluşturulmadı. Türkiye de büyük bir pazar oldu. 

Hollandalı baron Jos Leijdekkers'in çetesine Haziran ayında yapılan operasyon buna karşı harekete geçileceği umudu yarattı ve Avrupa'daki yetkililer de bu umudu ifade etti.

Ancak devamı gelecek mi? Gelecekse operasyonlar derinleştirilecek mi? Bu mücadelenin inandırıcı olması için şu soruya yanıt bulunmalı:

Hakkında kırmızı bülten olan, sabıkalı kişiler nasıl Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabildi? Çünkü yasaya göre bu kişilerin vatandaş yapılması imkansız. Bunu sağlayacak kadar güçlü bir çete mi var ve bu gücü nereden alıyorlar?

Bu sorular aydınlatılmadan Türkiye'nin bir mafya üssü olmaktan kurtulması imkansız.

ÇERKES CENGİZİN PASTASI

Türkiye'nin dünyadaki suç örgütlerinin üssüne dönüşmesinde mafyaya sağlanan meşruiyet önemli rol oynuyor. Bunun bir portresi olan Çerkes Cengiz'i daha önce anlatmıştık. Çerkes Cengiz lakaplı Cengiz Şıklaroğlu, yıllardır yeraltı dünyası imajını aleni bir şekilde sergiliyor. Bir gün yatacağı cezaevine 100 araçlık konvoyla gitmişti. Rusya'dan Türkiye'ye gelişinde havalimanında kendini yüzlerce kişiye kahramanlar gibi karşılatmıştı.

Beykoz'daki malikanesinde aslan, timsah, yılan beslediği görüntüleri sık sık sosyal medya hesaplarında paylaşıyor. Kardeşlik isimli örgütünde 10 binlerce kişinin olduğunu iddia ediyor. Ama tüm bunlar yetmedi. 'Çerkes Yapım' isimli şirket kurarak kendi dizisini bile çekti. Mafya dizisindeki acımasız sahneleri Youtube hesabında paylaştı. Bir süredir sosyal medya hesabını takip etmiyordum.

birgün.net Yayın Koordinatörü Uğur Koç dikkatimi çekti. Mafya temalı doğum günü pastasını sosyal medyada paylaşmış. Silah, para ve uyuşturucu sembolleriyle dolu pasta Türkiye'deki durumu özetliyor. Burası mafya için böyle bir cennet işte.

Barış Pehlivan’ın Avukatı Hüseyin Ersöz: Can güvenliği riski var! (Birgün)

Yazıları nedeniyle Silivri Cezaevi’ne giren gazeteci Barış Pehlivan‘ın avukatı Hüseyin Ersöz, Pehivan’ın cezaevindeki durumuna dair bilgi verdi. Ersöz, süreç içerisinde hakkında çıkan haberlerden sonra Pehlivan’ın cezaevinde can güvenliği riski oluştuğunu ve cezaevi müdürlüğüne durumu ileterek tedbir alınmasını istediklerini aktardı.

Gazeteci Barış Pehlivan, yazıları gerekçe gösterilerek hakkında verilen hapis cezası nedeniyle Silivri Cezaevi’ne girdi.

Pehlivan’ın avukatı Hüseyin Ersöz, TELE1 ekranlarında yayınlanan Açıkça programına konuk olarak gazeteci Barış Pehlivan’ın cezaevindeki durumuna dair bilgiler verdi.

Ersöz, Pehlivan’ın ankesörlü telefon kartı satın alarak yakınlarıyla iletişim kurabildiğini söyledi. Şu anda kendisi dahil 5 kişilik bir koğuşa yerleştirildiğini aktaran Ersöz, aynı zamanda Barış Pehlivan’ın açık cezaevi kurumunda olduğu için cezaevi kütüphanesinde görevlendirileceğini belirtti.

“CAN GÜVENLİĞİ RİSKİ…”
Ersöz sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün vermiş olduğumuz dilekçede Barış’ın can güvenliğiyle ilgili konuları dile getirmiştik. Çünkü son 1 haftadır 10 gündür yapılan haberlerin altındaki yorumlara baktığımızda, ‘Senin idam edilmen gerekirdi’, ‘Umarım cezaevinde senin işini bitirirler, sustururlar’, ‘vatan haini’ gibi  tehdit ve hakaret içeren nitelendirmelerin yer aldığını görüyoruz. Bu aslında Barış Pehlivan açısından, kamuoyunda geniş yer tutması sebebiyle, can güvenliği riskini beraberinde getiren bir durum oluşturduğu düşüncesindeydik. Gerekli tedbirlerin alınmasını talep ettik. Bunlar can güvenliğini sağlama konusunda yeterli midir, değil midir yarın Barış’ı ziyaret ettiğimizde değerlendirme şansımızı elde edeceğiz."

PEHLİVAN: BENİ BİR KATİLDEN DAHA TEHLİKELİ GÖRÜYORLAR

Pehlivan, cezaevi önünde yaptığı açıklamada, TBMM’de çıkan son yasada kendisini de kapsayan hükmün yok sayıldığını belirterek, “Haftalardır bana açıklama yapılmasını bekliyorum. Neden beni de kapsayan yasadan faydalandırılmıyorum. Benim bir tecavüz hükümlüsünden, cinayet hükümlüsünden, bir uyuşturucu satıcısından daha tehlikeli olduğumu mu düşünüyorlar. Ben buna isyan ediyorum” dedi.

RTÜK'ten KRT ve TELE1’e program durdurma cezası (Birgün)

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser, RTÜK’ün KRT TV’ye ve TELE1’e program durdurma ve para cezası verdiğini açıkladı. Her iki kanala da yüzde 3 para cezası, 3 kez de program durdurma cezası verildi.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, KRT TV ve TELE1'e 3 kez program durdurma ve yüzde 3 para cezası verdi.

Kararı, RTÜK üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser duyurdu.

Taşcı, sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:

“RTÜK, Haftanın Panoraması adlı programda ‘devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne aykırı’ yayın gerekçesiyle KRT’ye; Forum Hafta Sonu programında ‘milli ve manevi değerlere’ aykırı değerlendirme savıyla da TELE1’e yüzde 3 para 3 kez de program durdurma cezası verdi.”

RTÜK üyesi Tuncay Keser de kararı sosyal medya hesabında şu mesajla paylaştı:

"KRT ve TELE1’e RTÜK’ten ceza… Sosyolog Mücahit Bilici’nin 'Haftanın Panoraması' programındaki ifadeleri, 'Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne' aykırı bulunarak, KRT’ye 3 program durdurma, yüzde 3 idari para cezası verildi."

Benzine zam geldi: Litre fiyatı 38 liraya dayandı!(Birgün)

Akaryakıtta zam yağmuru devam ediyor. Bugün gelen 1 lira 55 kuruşluk benzin zammı ile birlikte benzinin litre fiyatı İstanbul'da 37 lirayı aştı. benzine bir zam daha gelecek. Seçim sonrası benzinde yapılan zam oranı ise yüzde 90'ın üzerine çıktı.

Benzin fiyatlarına bu gece yarısından itibarıyla 1 lira 55 kuruşluk zam yapıldı. Zamla birlikte benzinin litre fiyatı İstanbul'da 37 lirayı aştı. 

Seçimin ilk turu olan 14 Mayıs'ta İstanbul'da 19,81 TL olan benzinin litre fiyatı, kur ve vergi artışlarıyla birlikte 37,71 TL'ye yükseldi.

Böylece benzinde seçim sonrası yapılan zam oranı yüzde 90,4'e ulaştı. 

Güncel akaryakıt pompa fiyatlarına göre; İstanbul'da motorin litre fiyatı 38,34 liradan, benzinin litresi ise ortalama 37,71 liradan satılıyor.

AKARYAKIT FİYATLARI NASIL HESAPLANIYOR?

Akaryakıt fiyatları, Türkiye'nin de dahil olduğu Akdeniz piyasasındaki işlenmiş ürün fiyatlarının ortalaması ile dolar kurundaki değişiklikler baz alınarak rafineriler tarafından hesaplanıyor.

Bu hesaplama sonucunda dağıtım firmalarınca uygulanan fiyatlar, rekabet ve serbesti nedeniyle şirketler ve kentlere göre küçük değişiklikler gösterebiliyor.

AKP’li belediyenin şovu uzun sürmedi (Mustafa Bildircin-Birgün)

AKP’li Haliliye Belediyesi’nin şovu kısa sürdü. Belediyenin, Tasarruf Genelgesi’nden üç gün sonra 9 milyon TL’lik araç ve iş makinesi kiraladığı tespit edildi.

2022 yılında, “191 milyon 789 bin 157 TL’lik değerindeki köklü yatırım ile belediye envanterinde kiralık araç kalmadı” açıklamasıyla propaganda yapan AKP’li Haliliye Belediyesi’nin, Tasarruf Genelgesi’nden üç gün sonra araç ve iş makinası kiraladığı ortaya çıktı. Mehmet Canpolat yönetimindeki belediyenin, 20 Temmuz’da 9 milyon TL’lik araç kiralama ihalesine imza attığı belirlendi.

Belediyenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz nedeniyle personel maaşlarını ödemekte dahi zorlandığı iddia edilen AKP’li Haliliye Belediyesi, 2022 yılında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan yatırım desteği aldı. Destek kapsamında belediyeye 183 araç, iş makinesi ve temizlik araçları kazandırıldığı bildirildi. Belediyenin 2022 yılına yönelik raporlarında yatırımdan, “Köklü yatırım” şeklinde söz edilerek belediye envanterinde kiralık araç kalmadığı belirtildi.

5 Temmuz 2023 tarihinde gerçekleştirilen ihale ise belediyenin, “Köklü yatırım” şovunun kısa sürdüğünü gözler önüne serdi. İhale kapsamında, belediyenin kullanımı için araç ve iş makinesi kiralandığı öğrenildi. 20 Temmuz’da sözleşmesi imzalanan ihale kapsamında belediye, 9 milyon 54 bin 150 TL’lik harcama gerçekleştirdi. Pazarlık yöntemiyle gerçekleştirilen ihale, ihalenin tek katılımcısı olan belediye iştiraki Göbeklitepe Hizmet Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne bırakıldı.

AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Canpolat, araç yatırımına yönelik 2022 yılında şu açıklamayı yapmıştı: “Bizler, 2019 yılında göreve geldikten sonra hep birlikte hummalı bir çalışmanın içerisine girdik. Canla başla dedik, canı gönülden devam ediyoruz. Bizler, Haliliye belediyemizi geleceğe kendi mülk araçlarımızla taşımak gayreti içerisine düştük. Buradan meclis üyelerimize, belediye personellerimize, teşkilatımıza teşekkür ediyorum. Ve köklü bir yatırım yapalım, Haliliye Belediyesinde artık kiralık araç kalmasın dedik. Sayın Cumhurbaşkanımızın belediyecilik şiarını kendimize şiar ve vizyon ederek, üreten belediye sloganıyla, sahada kendi iş makinamız, kendi araçlarımız olsun gayretinin içerisine düştük.”

Karanlığın ikinci yılı (Birgün)

Köktendinci Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesinin üzerinden iki yıl geçti. Kadınları sosyal hayattan silen Taliban’a karşı umutsuzluk ve öfke hâkim.

Afganistan'da Taliban’ın 15 Ağustos 2021’de yeniden yönetime gelişinin üzerinden iki yıl geçti. İktidarı zorla ele geçiren ve o zamandan bu yana ülkeyi katı şeriat hükümlerine göre yönetmeye başlayan Taliban, "başkent Kabil’i ele geçirmelerini ve ülke genelinde şeriata dayalı şekilde güvenliği tesis etmelerini" kutladı. 

Taliban yetkilileri, yönetime el konulmasının ardından ‘şeriat kuralları temelindeki kadın haklarına bağlı olduklarını, İslam çerçevesinde kadınların çalışmasına ve eğitim görmesine, toplumda aktif olmalarına izin verileceğini’ iddia etti. Ancak Birleşmiş Milletler (BM) ve bağımsız kuruluşların raporları, kadınlar ile kız çocuklarının sistematik olarak yaşamdan dışlandığını gösteriyor.

HAYATTAN KOPARDILAR

Bu süreçte binlerce kadın gerek hükümet kurumları, gerek özel sektördeki işlerinden çıkarıldı ya da işten ayrılmaya zorlandı. Ülkede sadece hastaneler, okullar, emniyet birimleri ve havaalanları gibi ‘zorunlu’ ihtiyaç duyulan alanlarda çok az sayıda kadın çalışabiliyor. Ülkede, kız çocuklarının ilkokul haricindeki kademelerde okula gitmesi de yasaklandı. Taliban, okulların İslami koşullara uygun hale getirildikten sonra açılacağını kaydetse de söz konusu karara bir türlü varılamadı. Önceki hükümette yer alan Kadın İşleri Bakanlığı’nın yerine kurulan İyiliğe Davet ve Kötülükten Sakındırma Bakanlığı, zamanla kadınların özgürlüğüne yönelik kısıtlayıcı adımları hayata geçirdi.

Örtünmeleri zorunlu hale getirilen kadınların, spor salonları, park ve bahçeler gibi sosyal mekânlara girmesi ve hem uluslararası hem de yerel demokratik kitle örgütlerinde çalışması yasaklandı. 

Son olarak da yakın zamanda kuaför salonları bile kapatıldı. Öte yandan, medya alanında da büyük kısıtlamalar getirilerek ifade ve basın özgürlüğü sınırlandırıldı. Yüzlerce medya organı kapanmak zorunda kaldı, binlerce basın emekçisi işsiz kaldı. Afgan televizyonlarında dizi ve filmlerin yayınlanması da yasaklandı.

BBC Türkçe’ye konuşan Afganistan’daki hak ihlalleri üzerine çalışmalar yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacısı Fereshta Abbasi, “Taliban yönetime geldikten sonra uğruna savaştığımız her şeyi kaybettik” diyor. Abbasi, daha önce kanun gereği Meclis üyelerinin yüzde 25’inin kadınlardan oluştuğunu; kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasına ilişkin bir düzenleme ve bu konudan sorumlu bir bakanlık olduğunu hatırlatıyor: “Afgan kadınlarının yıllarca uğruna savaştığı, en büyük başarılarından biri Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Kanun’du. Bunu kaybettik. Bazı bölgelerde kızların 10 yaşından sonra eğitim alması yasak.”

YAŞIYORUZ AMA…

BBC Afgan servisinden Alia Rajai de Kabil’in merkezinde nadiren tek başına yürüyen kadın gördüğünü ve çoğu,- nun sadece gözlerinin açıkta kaldığını anlatıyor: “Biraz kısa bir kıyafet giyen kızlar durduruluyor, anne babaları çağırılıyor, ‘Bu kızınıza yapılan son uyarı’ deniliyor. BM Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı Ayrımcılık Çalışma Grubu Başkanı Dorothy Estrada Tanck de “Bu da toplumsal kısıtlama ortamı yaratıyor, ataerkilliği ve erkek kontrolünü daha da pekiştiriyor. Kadın sokakta ‘Neden yanında erkek olmadan dışarı çıkıyorsun?’ diye sorgulanırsa, sorumlu olan erkek de cezalandırılabilir. Konuştuğumuz bir kişi ‘Hayattayız ama yaşamıyoruz’ dedi. Kendi evlerinde hapisler” diyor.

SORUNLAR YUMAĞI

Ayrıca köktendinci örgütün iktidarına karşı umutsuzluk ve kızgınlık hakim. Afganistan’da önceki yıllara oranla saldırılar azalsa da BM yine de sivillere yönelik, bazıları Taliban’ın rakibi IŞİD tarafından üstlenilen düzinelerce saldırı olduğunu aktardı. Batı’nın maddi desteğini kestiği Afganistan’da halk, zor günler geçirirken Taliban ülkeye gelir getirecek kaynaklar bulmaya çalışıyor. Uluslararası yardım kuruluşları ise Afganistan’da yoksulluğun son iki yılda daha da arttığına, insani krizin derinleştiği uyarısı yaptı.

(derleyen:mstfkrc)