9 Eylül 2023 Cumartesi

Siyasal İslam dini nasıl kullanır? + Ebrar buzdağının görünen kısmı, mevzu daha derinde (Berkant Gültekin-BİRGÜN)

 Siyasal İslam dini nasıl kullanır?

Devlet destekli gerici dernek ve vakıfların artan gücüne paralel olarak laikliğe ve yaşam tarzına yönelik saldırıların frekansı da sıklaştı. Toplumsal zeminde ve bilhassa eğitimde, çağdaşlığa dair tüm değerler siyasal İslamcı ideoloji doğrultusunda tırpanlanmak isteniyor. Milli kadın voleybolcular bile “makbul” bulunmadıkları için fütursuz saldırılarla karşı karşıya kalıyor. Konserler ve festivaller iktidar tarafından yasaklanırken kamusal alanda içki içilmesi maksatlı şekilde tartışmaya açılıyor. Bu sayede ileride yapılacak hamleler için nabız yoklanıyor, zemin hazırlanıyor.

Radikalinden ılımlısına siyasal İslamcılar son dönemde daha önce hiç olmadıkları kadar özgüvenli ve agresif. Mayıs seçimleriyle birlikte AKP’nin devletteki gücünü tahkim etmesi, arkalarındaki rüzgârı da kuvvetlendirdi. Büyük maddi imkânlara erişen, eli-kolu uzayan ve kanuni olarak ayrıcalıklı kılınan bu yapılar, artık kelimelerini seçmiyor, hedeflerini ve nasıl bir ülke istediklerini gizlemiyor. Arkalarına ise dinin “kutsal gücü”nü alıyorlar. Meşruiyetlerini, İslam inancının halk nezdindeki karşılığı üzerinden kuruyor ve politik taleplerine uhrevi bir kılıf geçiriyorlar. Bu yolla her adımlarını, sahip oldukları gücü korumak ve büyütmek amacıyla attıkları gerçeğini gizlemeye çalışıyor, dinin arkasına saklanarak bir illüzyon yaratıyorlar.

***

Geçen günlerde Bursa’nın İnegöl ilçesinde halk otobüslerine verilen reklam sosyal medyada gündem oldu. İnegöl Din Görevlileri Derneği otobüslerin reklam alanlarını kiralayarak, “Tesettür tarz değil farz’dır” yazdırmış ve altında Nur Suresi’nden bir ayete yer vermişti. İslam, gerçekten de siyasal İslamcıların savunduğu gibi erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu savunan bir din. Bunda hiçbir şüphe ya da yoruma yer bırakacak gri bir alan yok. Nisa suresinin 34’üncü ayeti açıkça, “Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler” diyor. Ayet, iyi kadının “itaatkar” olması gerektiğini belirterek konuyu kapatıyor. Hatta erkeklere, kadınları dövme hakkı bile veriyor.

Fakat hadisenin farklı ve genellikle gözden kaçan bir boyutu söz konusu. Siyasal İslamcıların uğruna mücadele ettiklerini söyledikleri Kuran’da 114 sure ve surelerin altında toplam 6 binden fazla ayet bulunuyor. Ortaya çıktığı coğrafyanın ve dönemin sosyo-politik konjonktürü bağlamında konuşursak, Kuran’da hayattaki her konuya dair bir kural bulunabiliyor. Peki, 21. yüzyıl gibi her şeyin bir karmaşaya dönüştüğü, açlık, sefalet, sömürü ve adaletsizlik başta olmak üzere yüzlerce sorunun çözüm beklediği bir çağda, siyasal İslam neden sadece birkaç konuya kafayı takmış durumda?

Türkiye’de gericiliğin en temel konusu, kadınların nasıl yaşayacağı, nasıl davranacağı ve nasıl giyineceği. Bunu içki içme, eğlenme ve seküler yaşantıya ilişkin alışkanlıklar takip ediyor. Dünyada ve memlekette o denli ciddi ve büyük problemler varken, siyasal İslamcılar sadece bu konuları kendilerine gündem ediyor. Bunun nedeni Kuran’ın diğer konulara ilişkin buyruklarının bulunmaması değil, onların İslamcılar için işlevsel olmaması. Günümüzde siyasal İslamcı ideolojinin politik ihtiyaçları, laikliği ortadan kaldırmayı, kadın özgürlüğünü kısıtlamayı ve seküler yaşam alışkanlıklarını bastırmayı gerektirdiğinden, 2023 Türkiye’sinde gericilik, kutsal saydığı inançsal hükümleri de kendi faydası için manipüle edebiliyor. Dine dair bu ayıklayıcı yaklaşım, aslında yürütülen mücadelenin anlatıldığı gibi “manevi değerler” uğruna değil, tam tersine, daha fazla politik ve maddi güç adına verildiğini ortaya koyuyor.

Otobüslere kadınların nasıl giyineceğine ilişkin ayetler reklam olarak veriliyor da açgözlülük, aşırılık, israf veya hırsızlıkla ilgili ayetler niye hiç gericiler tarafından hatırlatılmıyor? Hatırlatılsın ve ülke daha fazla dine gömülsün diye değil; ama bunu sormak siyasal İslamcıların kendi kutsal kitaplarını savunurken bile ne kadar seçici ve ayıklayıcı olduğunu göstermek açısından önemli. Siyasal İslamcılar kendi dinlerini, adeta editoryal bir süzgeçten geçiriyor. Politik ihtiyaçlarına göre, neyi öne çıkaracaklarını, hangi başlıkla kamuoyunu meşgul edeceklerini kendileri belirliyor. Dertleri israfı önlemek, adaleti sağlamak, savurganlığı durdurmak, hırsızlıklara son vermek olamıyor bir türlü. Ayrıca bunu dediklerinde günün politik atmosferinde terazinin diğer tarafına geçeceklerini biliyorlar. AKP iktidarını destekleyen bir tarikat, bugün adaleti, israfı, hırsızlığı, yalanı, talanı konu alan ayetleri hiç umursamaz ama aynı tarikat iktidarla ters düşerse, yeri göğü kitapta adaletten ve hırsızlıktan söz eden ayetlerle inletir. İşte siyasal İslam özünde budur.

***

Benzer bir durum devlet yönetimi için de geçerli. Erdoğan faizi indirecekken “nas” diyor, nas’a ihtiyaç kalmayınca onun yerini “rasyonel ekonominin kuralları” alıyor. Hayata akılcı bir noktadan bakanlar için politik kararları alırken din bir referans unsuru olamaz ama siyasal İslamcılar, ihtiyaç hasıl olunca dine dört elle sarılırken süreç farklı bir yöne girmeyi gerektirdiğinde o dini buyrukları bir anda ıskartaya çıkartabiliyor.

Anaakım muhalefetin de Türkiye’de tarikatı, cemaati, derneği ve vakıfıyla el üstünde tuttuğu, “memleketin değeri” olarak hürmet gösterdiği, ideolojik hamlelerine “halkın inancı” diyerek saygıda kusur etmediği siyasal İslamcılar, kendilerine sağlanan bu konforlu atmosferde rüya gibi bir dönem geçiriyor. Gericilik ülkeyi örümcek ağlarıyla kuşatırken, sağı daha seyreltilmiş sağ politikalarla yenebileceğini sanan muhalefet ise bunun iktidarın gücünü sağlamlaştıran bir harç olduğunu göremiyor.

Türkiye’de AKP’yi yenme mücadelesi, siyasal İslama ve gericiliğe karşı yürütülen mücadeleden bağımsız düşünülemez. Bugüne kadar “muhafazakârları ürkütmeme” anlayışıyla icra edilen siyaset, ülkede inanç sömürüsü üzerine kurulu dinsel hegemonyayı derinleştirdi ve değişim olanaklarını henüz filizlenme aşamasındayken tıkadı. İttifak tartışmalarına gömülen muhalefet, kendi ayağına vurduğu bu prangayı kırmadan topluma bir umut vadedemeyecek.(Fotoğraf: inegolonline.com)

                                                                               /././

Ebrar buzdağının görünen kısmı, mevzu daha derinde

A Milli Kadın Voleybol Takımı, Milletler Ligi şampiyonluğunun ardından pazar gecesi Avrupa Şampiyonluğunu kazanarak Türkiye’yi takım sporlarında eşi benzeri olmayan bir başarıyla tanıştırdı. Sırbistan gibi güçlü bir rakip karşısında geriden gelinerek alınan galibiyet, her yönüyle epik ve uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir zaferdi. Kadın voleybolcuların ülkeye 2023’ün en güzel gecesini yaşattığına şüphe yok.

Böylesi bir başarının herkes tarafından alkışlanması beklenir. Ama günümüz Türkiye’sinde bu mümkün olamadı. Çünkü kadın voleybolcular, taşıdıkları değerler nedeniyle bir kısım iktidar yanlısını uzun süredir rahatsız ediyor. “Yerlilik ve millilik” edebiyatıyla yeri göğü inletenler, konu “tasvip edilmeyenlerin” uluslararası çapta kazandığı başarıya gelince bir anda frene basıyor. Kimileri bu rahatsızlığı açıktan dile getirirken kimileri ise çaresizce homurdanıyor. İkinci gruba girenler öfkelerini şimdilik içlerine gömüyorlar ama fırsatını buldukları ilk anda saldırıya geçecekler.

***

Kadın voleybolcular şampiyonluğa yürürken hedefteki isim, takımın yıldızlarından Ebrar Karakurt’tu. 23 yaşındaki Ebrar, cinsel kimliğini kimseden saklamadığı için bir süredir gericilerin hedefindeydi zaten. Sosyal medyada “Sana tahammül ediyoruz” diyen Abdülhamid isimli bir kullanıcıya verdiği “Boş yapma Abdülhamid” cevabı, büyük finale 2 gün kala konuyu “tarihsel” bir düzleme taşıdı. Ebrar, cevap verdiği kişinin isminin Berke de olabileceğini, Abdülhamid ismi üzerinden kendisine tepki geliştirilmesinin doğru olmadığını anlatmaya çalıştı ama çoktan ok yaydan çıkmıştı.

Alınganlığı ve muktedirken bile mağdur olabilme becerisiyle nam salan Anadolu muhafazakârlığı, Ebrar’ın Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid’e göndermede bulunduğu görüşündeydi. Türkiye tarihinin en önemli sportif başarısına ulaşmaya hazırlanırken, yerliliği ve milliliği dilinden düşürmeyen bu zevat, sırf kendi dünya görüşleriyle uyuşmuyor diye Ebrar’ın milli takımdan kovulmasını, hatta Türkiye’nin Sırbistan’a kaybetmesini diledi. Neticede onların istediği olmadı ve memleket kazandı.

Gerici zihin dünyasının asıl derdi ise Ebrar’ın şahsı ya da cinsel kimliğiyle sınırlı değildi. İşin özü, kadınlardan eve hapsolmalarını bekleyenler, “Osmanlı torunları”nın şortlu kadınlar tarafından temsil edilmesini yediremiyorlardı kendilerine. Kadın dediğin çocuklarının anası, kocasının zevcesi olmalıydı. Kadının rolü erkeği tamamlamak, ona hayatı kolaylaştırmaktı. “Edepli” giyinmeli, çoğunlukla susmalı ve dizini kırıp oturmalıydı. Nasıl oluyordu da saçı başı açık, şortlu ve hür iradeli kadınlar Türkiye’yi temsil edebiliyordu? “Türk kadını” deyince akla gelen imaj nasıl kadın voleybolcular olabilirdi? Onların takıldığı esas mevzu buydu. Ebrar ise onlar için “kolay hedef”ti. Bazı gazetelerin şampiyonluğu görmemeleri de bu köhne bakışın yansımasıydı.

***

Kadın voleybolculara yönelik hücumun toplumda o denli yaygın bir karşılığı olmadığı söyleniyor. Örneğin spor yorumcusu Güntekin Onay, “Bence bu ülkede belli ve yobaz bir kesimin düşünceleri gereksiz yere fazla ciddiye alınıyor. Türkiye'nin bence en az %97-98'i Voleybolcu kızlarımızın başarısı ile mutlu ve gurur duyuyor” görüşünü dile getirdi. Bu çok yanlış olmasa da eksik. Toplumsal zeminde marjinal kalıyor belki ama yobaz düşünce, son yıllarda hiç olmadığı kadar görünür durumda. Bunun bir kısmı sosyal medya etkisi. Seküler kesimin haklı tepkileri, gerici zihniyeti teşhir etmekle birlikte daha da görünür yapıyor. Ancak gerici yapıların iktidardan aldığı destek, devlet kademelerinde büyüyen varlıkları, kamusal alana dair müdahaleleri sıradanlaştırılıp önemsizleştirilmemeli.

Gerici söylemlerin taşıyıcısı olan “kanaat önderlerinin” Diyanet kadrolarında görev yapması, üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalışması, okullarda çocuklarla bir araya gelmesi, bakanlık ve belediyelerin etkinliklerinde boy göstermesi, hatta Meclis'e girmesi Türkiye’de iktidarın ideolojik yönelimlerine dair bir şeyler söylüyor. Gericiler, AKP’nin kendilerine açtığı sayısız kanal sayesinde toplumdaki karşılıklarından daha fazla güce, imtiyaza ve belirleyicilik kapasitesine sahip artık. Eğitimi, kültürü, sporu ve yaşamın tüm alanlarını günbegün dönüştürüyorlar. O nedenle “Bunların toplumda karşılığı yok” demek ya da “zamanın ilerici akışı”na güvenip politik bariyer kurmamak, tehlikeyi hafife almak anlamına gelir. Formula 1’in 2020 sezonunda Türkiye’de yapılan yarışın ardından podyumda şampanya yerine gazoz patlatıldığı unutulmamalı. 2021’de ise şampanya patlatılması için “özel izin” gerekti. Bunlar simgesel ama önemli detaylar.

***

Hitler, 1936’da Almanya’da düzenlenecek Olimpiyat Oyunları’nı “Aryan ırkın üstünlüğünü” kanıtlamak için bir fırsata çevirmek istemişti. Kendi ülkelerinde de ayrımcılığa maruz kalan siyah Amerikalı atletler Jesse Owens ve Cornelius Cooper Johnson ise kazandıkları altın madalyalarla bunun ne kadar saçma ve temelsiz bir fikir olduğunu Hitler’in yüzüne çarptı. Siyah sporcuların Hitler’i stadyumdan kaçırtan bu başarıları, Nazizmin aldığı ideolojik bir mağlubiyetti aynı zamanda.

Elbette bizim mevzumuz Nazizm ya da ırkçı ayrımcılık değil. Ancak Türkiye’deki mevcut manzara, kadın voleybolcuların zaferinin sadece sportif bir başarı olmadığını gösteriyor. Kadının sıkıştırılmaya çalışıldığı kalıpları aşan ve gerek söylemleri gerekse de görünüşleriyle çağdaş dünyanın seküler değerlerini temsil eden kadın voleybol takımı, ülkeye Avrupa şampiyonluğundan çok daha fazlasını kazandırdı. Hiç şüphe yok ki yıllardır toplumda hakim kılınmaya çalışılan gerici yaklaşım, kadınların smaçlarıyla ideolojik bir darbe aldı. Bu kadar gürültü boşuna kopmuyor zira...

Berkant Gültekin-BİRGÜN

Devrimimizi ararken: 'Orta sınıflar'ın çöküşü - Erhan Nalçacı / soL

 

Ancak Batı emperyalizminde eriyor “orta sınıflar”. Bunun doğrudan devrimci bir hamleye yol açacağını düşünecek kadar saf değiliz ama düzen çok önemli bir tamponunu yitiriyor.

Bu köşede “orta sınıf” kavramı ile çok uğraştık. Çünkü bir düzen emekçi sınıfların bir kısmını “orta sınıf” diye etiketleyebiliyor ve onların kendini sermaye sınıfının uzantısı olarak görmelerini sağlıyorsa devrime karşı oldukça dayanıklı hale gelmiş demektir.

“Orta sınıf” sahte bir kavramdır. Sınıfı mülkiyet ilişkilerine ve kimin kimi sömürdüğüne göre değil, gelire ve tüketim standartlarına göre tanımlanır. Dolayısı ile işçi sınıfının üst katmanları ile sermaye sınıfının alt katmanlarını birbirine harmanlar, yapay bir sınıf üretir.

Üretim araçlarının mülkiyetini ve sermaye birikimini gizleyince, gelir dağılımı grafikleri kalır elinizde. Toplumu hane halkı gelirine göre %20’lik dilimlere bölen bu veriler de büyük bir toplumsal eşitsizliğe işaret eder. Ancak esas olarak sermaye sınıfının asalak varlığını ve yoksulluğun altındaki sömürüyü gözden kaçırır.

Fransa’da “orta sınıfın” İkinci Dünya Savaşı sonrası 1965 ile 1985 yılları arasında oluştuğu söyleniyor. O yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin ve her ülkede devrimini arayan bir komünist partisinin varlığı “orta sınıf”ı yaratmalarının temel nedeniydi. Sermaye sınıfı ülkede ve dünyada sömürdüğü emekçilerden elde ettiği artığın bir kısmını Fransız işçi sınıfı ile paylaşmak zorunda kaldı.

Düzeni güçlendirme konusunda başarılı olduklarını da biliyoruz, çünkü o yıllarda Fransız Komünist Partisi devrimden vaz geçti, hedeflerini sonsuza kadar erteledi, düzen içi bir aktöre dönüştü. İşçi sınıfı Fransız sermayesinin işbirlikçisi durumuna düştü. 

Oysa Fransız işçi sınıfının dolayımlar aracılığı ile elde ettiği refahın altında Sibirya sürgünlerinden dönen Bolşeviklerin, Kronstadt Bahriyelilerinin, Beyaz Ordu’ya göz açtırmayan Kazakların, İkinci Dünya Savaşında Nazilere karşı savaşırken can veren 3 milyon Sovyetler Birliği Komünist Partisi üyesinin ve en nihayet kendi ülkelerindeki partizanların emeği ve kanı vardı.

Şimdi Fransa’da “orta sınıf”ın erimesine karşı bir tepki olarak ortaya çıkan Sarı Yelekliler’in sağcılığına şaşırmamak gerekiyor. Düzenin bütün pisliklerine karşı sessiz kalmak üzere satın alınmış “ruhların” birden yükseleceğini düşünmek hata olur.

Ancak Batı emperyalizminde eriyor “orta sınıflar”. Bunun doğrudan devrimci bir hamleye yol açacağını düşünecek kadar saf değiliz ama düzen çok önemli bir tamponunu yitiriyor. Her türlü liberal ve gerici ideolojinin beslendiği vasat çözülüyor ve bu toplumsal kesimler işçi sınıfının öncü siyasetinin etkisine açık hale geliyor.

Önce bir kez “orta sınıf” cenneti olarak bilinen ABD’ye bakalım. Aşağıdaki şekil gelire göre tanımlanan “orta sınıfın” 1971’den bu yana nasıl gerilediğini ve artık ABD halkının üçte birinin yoksulluk içinde yaşadığını gösteriyor. Öte yandan bu veri bize zenginlerin daha zengin olduğunu ve yaşam biçimleri arasındaki uçurumun daha da açıldığını gösteriyor. 

Şekil 1: Grafik ABD’deki yetişkinlerin gelirlerine göre düşük, orta ve yüksek gelir gruplarındaki nüfus yüzdelerini 1971 ve 2021 için karşılaştırıyor. Orta gelir grupları erirken yüksek ve düşük gelir grupları arasındaki uçurum artıyor.

ABD’de evsizlerin oranı hızla artıyor. 600 bin kadar kişinin evsiz olduğu ABD’de asgari ücret alan bir kişinin bir odalı ev kiralayabilmesi için haftada 90 saat çalışması gerektiği söyleniyor.

Aşağıdaki grafik de çok çarpıcı ve bize çocukların anne-babasından daha iyi koşullara sahip olma oranını gösteriyor. İşçi sınıfının sömürü düzenine ve ABD’nin uluslararası düzeyde her türlü cinayet ve kalleşliğine ses çıkarmama karşılığında sağlanan refaha “Amerikan Kontratı” deniyor. Buna göre çocuklar anne-babalarından daha çok kazanacaklar ve daha iyi yaşayacaklar. 

Gerçekten 1940’lı yıllarda doğanların %90 kadarı bunu gerçekleştiriyor. 1985 doğumluların %50’si ise anne-babasından daha az kazanıyor ve daha kötü koşullarda yaşıyor. 

Şekil 2: Grafik ABD’de doğum yıllarına göre çocukların anne-babalarından daha fazla para kazanma oranını veriyor. ABD basınında “Sönen Amerikan Rüyası” olarak paylaşılan bu veri 1985 doğumluların yarısının yaşama atıldıklarında anne-babalarından daha az kazandığını ortaya koyuyor.

Neden Batı emperyalizminde “orta sınıflar” erime eğiliminde?

Öncelikle 1990 sonrası devrim tehlikesini uzun bir süre ötelediklerini düşündükleri için sosyal devleti yok etmekte ve sömürü oranını alabildiğine artırmakta sakınca görmüyorlar. Eğer bir ülkedeki işçi sınıfının devrimci bir ufku yoksa bırakın yeni kazanımları elindekilerden de oluyor.

İkincisi, kapitalizmin yapısal krizi yakalarında, bu ülkeler ya ekonomik durgunluk içindeler, ya durgunluğa girmek üzereler, dolayısıyla büyüme hızları çok zayıflamış durumda.

Üçüncüsü ise, emperyalist rekabette geriye itiliyorlar. Örneğin, Afrika’da Fransa’nın düştüğü duruma bakın bir kez. Ama genel olarak pazarları, ham madde kaynaklarını, kendilerine yönelmiş insan gücünü ve sermaye yatırım alanlarını kaybediyorlar. 

Öte yandan, “orta sınıfı” büyüten ülkeler de var.

Aşağıdaki tablo Çin’de büyük bir toplumsal eşitsizlik olduğunu ve ulusal gelirin yarısına yakınını en üst %20’lik grubun aldığı görülüyor. Buna karşılık 3. ve 4. %20’lik grupların aldığı pay korunuyor ve “orta sınıf”ın görece stabil olduğu fark ediliyor. Aslında Çin’de “orta sınıf”ı yükseltecek önlemler alınıyor. Örneğin, 2007 ile 2016 arasında Çinlilerin yurt içi turistik gezilerinin yüzlerce defa arttığı, Hong Kong, Macao gibi kentlere yaptıkları harcamaların 10 milyar Dolardan 260 milyar Dolara çıktığı belirtiliyor. 

Şekil 3: Çin’de 2013 ve 2021 yılları arası %20’lik gelir gruplarının ulusal zenginlikten aldıkları pay izleniyor. Toplumsal eşitsizliğe karşı “orta sınıfların” korunduğu görülüyor.

“Orta sınıf” yaratmaya dönük çabaları veya buradaki gerilemeleri bir de Rusya’da ele almakta yarar var.

Söz konusu çelişkiler tarihin motorunu hızlandırıyor. 

Erhan Nalçacı / soL



8 Eylül 2023 Cuma

Ukrayna ve hegemonya + FransAfrik’ten ABDAfrik’e mi? - Ceyda Karan / BİRGÜN

 

Ukrayna ve hegemonya

ABD’li neocon’ların AB’deki uzantılarıyla birlikte tetikledikleri Ukrayna çatışması 18 ayı doldurdu. Bu son Anglo-Amerikan ‘mühendislik projesi’; hegemonya yitimi kaygılarını azaltmak bir yana, ‘Küresel Güney’deki hareketlenme eşliğinde daha da derinleştiriyor. Ukrayna üzerinden yaratılan kriz; mikro/yerel ve makro/küresel unsurları eşliğinde bütünsel değerlendirilmeden anlaşılması zor.

Ukrayna, 24 Ağustos’ta 32’nci ‘bağımsızlık yıldönümünü’ kutladı. Trajikomik. Zira Batı, BM Güvenlik Konseyi’nin 2202 sayılı kararını, yani belirli dengelere dayalı uluslararası hukuku uygulamış olsaydı hiç yaşanmayacak olan bu çatışmanın ilk sonucu, bildiğimiz anlamda Ukrayna ve ‘devletlilik halinin’ sona ermesi. Ukrayna nazilerinin kurucusu Biletsky’le son buluşmasıyla dikkat çeken ‘Kiev’in kapo’su Zelenskiy’nin durumu hiç parlak değil. Banderacıların Rusya Federasyonu’na askeri olarak boyun eğdirmesinin mümkün görünmediğini artık Batı medyası bile yazıyor.

4 Haziran’da NATO mühimmatı ve lojistiği eşliğinde Zaporojya’da büyük umutlarla başlayan Ukrayna taarruzu, bırakın Melitopol ve Azak denizine inmeyi, Rusya’nın ana savunma hatlarına bile ulaşamadı. Ukrayna güçleri üç ayda, çatışmalardan önce 480 nüfuslu küçük bir kasaba olan Robotino ve Verbovoye’de takıldı kaldı. Rusya’nın geçen kış inşa ettiği ‘Surovikin hattı’ geçit vermedi. Kiev, mayıs sonunda yitirdiği Bahmut/Artyomovsk’u alamadı. Kuzey hattında Kupyansk ve Krasnıy Limanı’ndaki gelişmeler ‘kontrollü’ bir Rusya taarruzuna işaret ediyor. Ukrayna Kara Kuvvetleri Komutanı Surskiy’nin ‘savunmaya geçilmesine’ dair son beyanı yaz taarruzunun sonuna işaret.

“HAYAL KIRIKLIĞI”

4 Haziran’da cepheye sürülen Batı’nın ‘mucize silahları’ arasında Alman Leopard tanklarının cayır cayır yanışına tanıklık edilmişti. Taarruz sönümlenirken meşhur İngiliz tankı Challenger’ın yanma görüntüleri var. Tanklardan sonra F-16 verilmesi neye yarayacak meçhul. Taarruz Batı-Kiev hattında karşılıklı ithamlara yol açarken, ilk siyasi kurban Ukrayna Savunma Bakanı Aleksey Reznikov oldu, ‘yolsuzluk’ iddiasıyla kovuldu.

Batılı yorumcular, Kiev’in Rusya kentlerinde çoğu kez sivil binalara denk gelen SİHA/İHA’lı saldırılarından ‘büyük zafiyet’ sonucunu çıkarıyorlar. Ukrayna ordusuna cephede bir katkısı yok. Yine Prigojin/Wagner kalkışması üzerinden Rusya’ya dair mübalağalı yorumlar kendi kendilerini boşa çıkarıyor. Wagner vakası en baştan özel harekata gönülsüz olan Batı ile bağlantılı oligarşi için de hayırlı sonuçlar üretmiş değil.

Yine Batılı yorumcuların mütemadiyen ‘Rusya hesap hatası yaptı’, ‘başarılı olamadı’ saptamalarını okuyoruz. Belki de ABD’nin son 30 yılda zayıf devletlere saldırıp iki üç ayda işlerini bitirmesi temel alındığındandır… Rusya’dan ABD gibi davranması bekleniyor, yine Rusya’nın bir ‘NATO ordusuyla’ savaştığı çoğu kez zaten anılmıyor.

YIPRATMA SAVAŞI

Buna karşılık Batı’daki muhalif yorumcular Rusya’nın ‘yıpratma savaşına’ vurgu yapıyor. Adı üzerinde ‘yıpratma savaşı’; hızlı bir zaferle toprak kazanmaktan ziyade NATO ordusunu ‘öğütme’ odaklı. Bu da Moskova’nın ‘demilitarizasyon’ ve ‘denazifikasyon’ olarak anılan hedefleriyle uyumlu. Ukrayna’nın 2014 darbesinde Kiev’le yolunu referandumla ayırmış Kırım’ı da zapt etmeyi içeren maksimalist hedefleri karşısında, Moskova’nın Rus nüfus ağırlıklı 4 bölgenin ötesinde hedeflerini ‘bilinçli olarak’ belirsiz tutma stratejisinden bahsedilebilir. Rusya’nın genel nüfus büyüklüğü, endüstriyel kapasitesi, vuruş kabiliyeti Kiev ile tezat çizerken, ‘yıpratma savaşı’ Banderacılar için hayırlı sonuç üretemiyor.

Batı en baştan beri kimi siyasilerinin ‘son Ukraynalıya kadar…’ söyleminde somutlanacak şekilde çatışmayı uzatmaya odaklı. Stratejik hedef olarak Rusya Federasyonu’nun parçalanması umuluyor. Avrupa’daki ekonomik ve siyasi krizin olası sonuçları ile ABD’de 2024 başkanlık seçimlerinin sonuçları bu ‘umutları’ nereye taşıyacak, meçhul.

BATI’NIN YOL AYRIMI

Rusya’nın da çatışmayı makro/küresel hedefleri doğrultusunda yürüttüğü söylenebilir. Batı’nın Rusya’ya açtığı yaptırım savaşı işe yaramadı. Enerjide OPEC+ kararları da Batı’nın arzusu hilafına bir sonuç yarattı. Moskova’nın ‘insancıl hukuk’ gereği bir yıl yürüttüğü tahıl koridoru anlaşması da BM’yi çıkarına göre ezip geçen Batı politikalarının kurbanı oldu.

Rusya’yı parçalamak üzere açılan Ukrayna cephesinin, makro/küresel bağlamda Batı açısından en somut sonucu ‘itaatsizler cephesi’ oluşması. Ağustos sonundaki Johannesburg zirvesinde BRICS’in genişlemesi kararıyla Küresel Güney olgusu pekişti. İlk etapta Küresel Güney’in dünya pazarında jeoekonomik çıkarlarını koordine edeceği bir aygıta kavuştuğunu söylemek mümkün. Nereye evrileceğini henüz bilmiyoruz. Ukrayna tetikçiliğiyle hegemonya krizini şiddetlendirmenin ötesinde sonuç elde edemeyen Batı, önümüzdeki aylarda krizi sönümlendirmeyi seçmezse, seneye bambaşka ve daha tehlikeli meseleleri konuşacağımız ise kesin.  

                                                                    /././

FransAfrik’ten ABDAfrik’e mi?

Çanlar FransAfrik’in sonu için çalıyor. 26 Temmuz’da Nijer’deki “askeri darbe hareketi”, 2,3 milyon nüfusuyla küçük ama petrol zengini Gabon’a taşındı. Ülkeyi 50 yıldan fazladır yöneten Bongo ailesiyle birlikte Fransa’ya da bir ay sonra ikinci tokat oldu. Ancak perde arkası ilginç bir resim sunuyor.

Gabon’daki darbe Batı’da, Paris’e altın ve uranyum gibi kaynakların vanasını kapatarak işe koyulan Nijer’deki gibi yankılanmadı. “Wagner teması” da işlenmiyor. Afrika halklarındaki anti-emperyalist hissiyat eşliğinde gidişat henüz meçhul. Ve Thomas Sakkara’dan miras Burkina Faso (namuslu insanların ülkesi) dışında görünümü yeni sömürgecilik karşıtı hareketliliğe yormak zor.  

BONGO AİLESİ

Gabon'da 26 Ağustos’taki seçimlerin ardından hile iddialarıyla belirsizlik yaşanıyordu. Seçim Komisyonu’nun Ali bin Bongo Ondimba’nın üçüncü dönem için yüzde 64 oranıyla kazandığını duyurmasıyla ipler koptu. Gabon ordusu seçim sonuçlarını iptal edip yönetime el koydu. “Gabon halkı adına barışı korumak üzere rejime son verildiği” açıklanırken “sorumsuz ve öngörülemez hükümetin ülkeyi kaosun eşiğine getirdiği” savunuldu.

Ev hapsine alınan Ondimba İngilizce video ile dünyaya ve destekçisi Fransa’ya seslendi; ”Oğlum bir yerde, eşim bir başka yerde” dedi. Ne ki Gabon halkı sokaklarda coşku içerisinde ordunun kurduğu Geçiş ve Kurumların Restorasyonu Komitesi’ne destek veriyor. Petrol zengini ülke GSYİH açısından Afrika’nın en zenginlerinden ama halkın üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Bongo ailesi Paris’in güçlü desteğiyle 1967’den beri iktidardaydı. Ali Bongo’nun babası Ömer Bongo ülkeyi 2009’a kadar yönetmişti. Fransa, Kanada ve ABD’de bankalardaki milyon dolarları, gayrimenkulleri, Ferrari, Porsche ve Bugattileriyle tanınıyorlar. Askerler devrik liderin evinde bavul ve çantalar içlerinde CFA frangı, dolar ve avro desteleri buldu.

Bu koşullarda Gabon’da Rothschild ailesinin kurduğu çokuluslu madencilik şirketi Eramet faaliyetlerini askıya aldı. ABD’li Carlyle Group’a ait Assala Energy ise petrol üretiminin etkilenmediğini açıkladı.

BATI’DAN SESLER…

Nijer ile kıyaslanırsa Gabon için Batı’dan güçlü kınama, acil yaptırım çağrısı yahut askeri müdahale tehdidi gelmedi. AB dış politika şefi Josep Borrell’e “Gabon’da darbe oldu. AB ne yapacak?” diye sorulduğunda önce “Ben Nijer’e yaptırım önereceğim” dedi. Gabon diye tekrarlanınca “Evet, duydum” yanıtını verdi. Açıkça geveledi.

Elbette Paris rahatsız. Fransa'nın Libreville’deki üs dâhil 400 askeri var ve madencilik ve petrol sektörlerine de “koruma” sağlamakta. Hükümet sözcüsü Olivier Veran, darbeyi dikkatle izlediklerini söylerken, “seçim sonuçlarına saygı duyulmasına” vurgu yaptı.

Geçiş dönemi lideri, seçkin Cumhuriyet Muhafızları’nın komutanı General Brice Oligui Nguema. Washington, Gabon için Nijer’deki tonundan daha düşük biçimde “anayasal rejime dönme” çağrısı yaptı. Ne ki Nguema’nın ABD ile ilişkileri iyi görünüyor. CIA’nın da soruşturduğu belirtilen Maryland eyaletinde mülk alımı gibi iddialar olsa da…

Eğer, ABD yanlısı bir general Fransız yanlısı bir başkanı devirdiyse ve Avrupa “gık” diyemiyorlarsa, bu Fransa’nın artık Afrika’daki Batı çıkarlarını koruyacak güç görülmediği anlamına gelir.

AMERİKAN FAKTÖRÜ

Esasen Nijer’de Wagner’e yıkılmaya çalışılan darbede de işin rengi değişti. Batı güdümündeki ECOWAS’ın (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) askeri işgal tehditleri söndü gitti. Nijer'in seçilmiş lideri Mohamed Bazoum’u deviren General Abdurrahman Tchiani ile özel güçler komutanı Musa Salaou Barmou dâhil cuntanın ABD ile yakınlığı vurgulanıyor. Intercept’e göre en az beş subay söz konusu. Tchiani de Barmou da askeri eğitimlerini ABD Ulusal Savunma Üniversitesi'nde almış, Fort Bragg, Fort Moore gibi üslerde görev yapmış.

Nijer, Agadez’de istihbarat ve gözetleme üssü ve 1100-4 bin arasında ifade edilen askeri bulunan ABD, durumu kontrol altına aldı. Zaten “darbe” tanımından kaçınmışken, jet hızla eski istihbaratçı Kathleen FitzGibbon'u Niamey'e yeni büyükelçi atadılar.

Ancak “çok kutupluluk” eğilimlerinin güçlendiği bir ortamda “eski” sömürgeci gücün yerini almanın bedelleri olacak. Nitekim Kiev’deki gibi darbe koreografileriyle namlı ABD Dışişleri Müsteşarı Victoria Nuland’ın 7-8 Ağustos’taki Niamey ziyareti, artık sömürgelerin askerlerini eğitmenin yetmeyeceğine işaret. Nuland’ın devrik lider Bazoum ile görüşme talebi reddedildi, darbe lideri Tchiani ile görüşemedi, bunun yerine Barmou ile pazarlık yaptı.

İşe yaramış görünüyor. Nijer'in en üst düzey sivil yetkilisi Ali Lamine Zeine, NY Times’a açıkça Wagner ile çalışma niyetleri olmadığını söylerken, "Nijeryalıları burada görmek istemediğiniz ortaklara itmeyin" mesajı verdi. ABD’nin tutumunu “makul” diye niteledi ama askeri anlaşmaların gözden geçirilmesi zamanının geleceğini belirtti. Buna uranyum ve altını da ekleyin.

Güney Afrikalı bir yetkilinin, Afrika turunda kendilerinden yardım isteyen Nuland’la ilgili "Amerikalılarla çalıştığım 20 yılı aşkın süredir onları hiç bu kadar çaresiz görmemiştim" sözleri de dikkat çekici.

Fransız dekolonizasyonunun yerini ABD’nin neoliberal yeni sömürgeciliği mi alacak, bilmiyoruz. Bir yandan Fransa öfkesiyle birleşen anti-emperyalist damarla Rusya bayrakları sallayan yeni yetişen nesil var. Frankofon olup ABD eğitimiyle mayalanmış elitlerin altındaki zemin kayarken, bu biraz da durumu nasıl yöneteceklerine bağlı.

Ceyda Karan / BİRGÜN

                                                


Deyrizor'da bir Kürt-Arap savaşı mı yaşanıyor? - Özkan Öztaş / soL-Özel

 

Suriye'nin Deyrizor kentinde 27 Ağustos tarihinden bu yana yaşanan çatışmalar, bir "Kürt-Arap savaşı"nı akla getiriyor. Ancak tabloya bakıldığında tarafların geçişken olduğu görülüyor.

Suriye'nin Deyrizor kentinde 27 Ağustos itibariyle başlayan çatışmalar ve karışıklıklar akıllara bir Kürt-Arap çatışmasını getirmekle birlikte Suriye'de 10 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın hafızalarda yeniden canlanmasına da sebep oldu. Bazı Arap aşiretlerle öncülüğünü YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki çatışmalar, kestirme yorumlar yapmanın yanıltıcı olacağı derecede karmaşık. 

Ne olmuştu?

Olaylar, 27 Ağustos tarihinde SDG kontrolündeki Deyrizor'da yerel komutanlardan Ebu Havle adıyla bilinen Ahmed el Halil'in yerel mahkemeler tarafından gözaltına alınması ve görevinden uzaklaştırılmasıyla başladı. Bu hamleyi Kürt kuvvetlerinin, Arapların nüfuzundaki bölgelerde bir tür "mıntıka temizliği" olarak okuyan bazı Arap aşiretler ayaklanarak isyan etti ve çatışmalar başladı. 

SDG'ye bağlı yerel meclisin ve kurumların yaptığı açıklamada Ebu Havle ismiyle tanınan Ahmed el Halil'in görevi kötüye kullandığı, uyuşturucu ticaretine ve rüşvete adının karıştığı, kendisinin ve ailesinin orantısız şekilde zenginleştiği ve görevden alma ve tutuklama süreçlerinin yerel mahkemelerin kararıyla gerçekleştiği ifade edildi. 

Arap aşiretler bu durumu Kürt siyasetinin nüfuzunu arttırma çabası okurken SDG içindeki Kürt güçleri de Arap aşiretlerini Esad ile işbirliği yapmakla suçluyor.

Deyrizor neden önemli?

Suriye'nin kuzeydoğusunda yer alan Deyrizor kenti (Deyr el Zor yada Deyrezor olarak da Türkçe'ye aktarılıyor) hem Arap aşiretlerinin varlığı ve gücü hem de Irak sınırında yer alması ve sınır geçişlerine yakın olması nedeniyle önemli.

Kürt kuvvetleri Kürtlerin yoğun yaşadığı yerleri güvenli kılmak ve IŞİD saldırılarını engellemek için, Arap aşiretleri mevcut güçlerini korumak için, İran ve Irak ise sınır geçişlerini korumak ve politik dengeleri sürdürmek için bu kenti önemsiyor. Deyrizor'a bağlı Ebu Kamal ilçesindeki sınır kapısı Şii kuvvetlerin de önemsediği bir nokta. Buradan Şii kuvvelerin İran üzerinden Suriye'ye geçiş yaptığı ifade ediliyor.

Ayrıca bu bölge petrol gelirleri üzerinde söz sahibi olmak adına da tüm kuvvetlerin varlığını sürdürmek istediği bir yer. 

Uluslararası ilişkiler ve SDG'nin mevcut durumu

Deyrizor'da yaşayan Arap ve Kürt nüfusunun bir araya getirilerek oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri, içinde Arap ve Kürt kuvvetleri başta olmak üzere diğer etnik unsurların da yer aldığı bir oluşum. Bu oluşumun hayata geçirilmesinde özellikle ABD öncü rol oynadı. Arap aşiretleriyle yürütülen mesai ve Kürt kuvvetleriyle yapılan temaslar sürecin hayata geçirilmesini kolaylaştırdı. 

Ancak Deyrizor geçmişten bu yana Sünni Arap aşiretlerin varlığıyla bilinen ve geçmişte de Şam yönetimiyle arası mesafeli olan bir konumda. Bölgedeki Arap aşiretlerinin Suudilerle de geçmişten bu yana teması ve ilişkisi var. SDG'nin hayata geçirilmesi döneminde bu nedenle Suudi Arabistan da öncülük etmiş ve sürece ikna olmayan Arap aşiretlerinin sürece dahil olmalarını sağlamıştı. Rusya da bu oluşumu resmi olarak muhatap almış ve ilişkileri sürdürmüştü. Türkiye ise SDG'yi YPG ve PKK uzantısı olarak tarif ederek hem yapılanmayı gayri meşru görüyor hem de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'deki varlığı için bir güvenlik gerekçesi gösteriyor. 

Ortada bir Kürt-Arap savaşı mı var? Arap aşiretlerinin dengesi nedir?

Türkiye kamuoyuna yansıyan başlıklar bölgede bir tür Kürt-Arap savaşı çıktığı ve çatışmaların Kürtler ile Araplar arasında yaşandığına dairdi. Özellikle yandaş basın, kentteki son gelişmeleri, Türkiye'nin Suriye'deki işgalci pozisyonunun haklılığına gerekçe olarak sunuyor. Ancak yaşananlara yakından bakınca tablonun tam olarak böyle olmadığı anlaşılıyor. 

Deyrizor'da öne çıkan dört büyük Arap aşireti var. Bu aşiretlerin tamamı şu an SDG ile savaş halinde değil. 

Arap aşiretlerinin bir kısmı IŞİD teröründe yalnız kalınca Esad kuvvetlerine sığındı. Örneğin Bakara aşiretine bağlı bazı temsilciler Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'la yaptıkları görüşmelerde IŞİD sürecinde derslerini aldıklarını söylemiş, yaptıkları ihaneti telafi edeceklerine dair teminatlar vermişti. 

Bunun yanı sıra SDG'yle uyumlu çalışmaya devam eden Arap aşiretleri de mevcut. Bu sebeple ortada net manasıyla bir Kürt-Arap çatışması var demek tabloyu izah etmeye yetmiyor. Örneğin, bölgeye yakın Heseke'de Arap aşiretleri olası IŞİD saldırılarına karşı Kürtleri davet etmişti ve bu ilişkiler büyük oranda devam ediyor. Hem ayaklanan Arap aşiretlerine hem de SDG'ye mesafeli olan aileler de mevcut.  

ABD ya da Türkiye'nin bölgedeki belirleyici rolü

Bölgedeki Arap aşiretlerle hem Türkiye hem de ABD ilişkilerini sürdürüyor ve çıkan isyanlarda rol almaya çalışıyor. Ancak bölgede bulunan Arap aşiretler kalıcı olana bakma çabasında. Zira herkes savaşın eskisi gibi devam etmediğini, Esad'ın bu zorlu sınavda rüştünü ispatladığını ve diğer seçeneklerle ilerlendiğinde bir anda yalnız kalabileceklerini biliyor, bir kısmı bunu geçmişte deneyimledi. Dolayısıyla bu tür çatışmalarda Esad'a destek vermeyen kuvvetler de Esad'ı karşısına almaya pek niyetli değil.


'ABD ikili oynuyor, Şam ABD'ye karşı Arap aşiretlerin yanında'

Konuya dair geçtiğimiz gün açıklamalarda bulunan Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat, Şam hükümetinin, Deyrizor'daki Arap aşiretlerine ABD ordusuna bağlı güçlere karşı verdikleri savaşta destek verdiğini doğruladı. Mikdat yaptığı mülakatta bu çatışmaların neticesinde bölgedeki Amerikan işgalinin sona ereceğini ifade etti. 

ABD'nin Suriye'deki rakip tüm müttefikleri aynı anda desteklediğinin altını çizen Faysal Mikdat, ABD'nin hem Türkiye'nin Suriye'deki varlığını hem de SDG'nin varlığını aynı anda desteklediğini hatırlatıyor. Bu sürecin herkes tarafından gözlemlendiğini hatırlatan Mikdat, tüm bu faaliyetlerin Suriye'yi ekonomik ve siyasi manada yıpratmak için yapıldığının altını çiziyor. 

Mikdat'ın açıklamasında SDG'yi doğrudan karşıya almaması ve sıkça ABD ve Türkiye'nin fiili işgaline değinmesi, Arap aşiretlerine desteğini açıklamakla birlikte mevcut durumu bir tür Kürt-Arap çatışması olarak da tarif etmekten kaçınması dikkat çekiyor. 

Süreç nereye evrilir?

Bölgede nüfus olarak çoğunluk Arap aşiretlerinde. Dolayısıyla topyekün bir Kürt-Arap savaşı durumunda Kürt kuvvetlerinin Deyrizor'da tutunması çok zor görünüyor. Mevcut durumda SDG'nin hala Deyrizor'da süreci yönetebiliyor olması, ortada bir tür Kürt-Arap aşiret savaşı olmadığına işaret ediyor. Bununla birlikte SDG'nin kentteki meşruiyetinin yıprandığı da bir diğer gerçek.

Bölgedeki ekonomik sorunlar, savaşın getirdiği yıkım, paylaşım konusunu daha önemli kılıyor. Arap aşiretleri de Kürtler de petrol ve diğer gelirler konusunda geri adım atmak istemiyor. 

Yaşanan çatışmalar, Ebu Havle olarak bilinen Ahmed el Halil'in tutuklanmasına tepki gösteren aşiret üyeleri tarafından silahlı bir isyana dönüştü. Ancak bu ekipler tüm Arap aşiretlerini arkasına alamadığı için isyanın devam etmesi zor görünüyor. Bu süreçte hiçbir Arap kuvveti kalıcı olmayan iktidarlara yatırım yapmak istemiyor. Dolayısıyla sürecin zaman zaman kimi çatışmalarla belli aralıklarda devam ettiği bir sürece yayılarak durulması bekleniyor. Zira hem Irak'ta hem de Suriye'de tarafların hızlıca organize olabilecekleri ve çatışmaların uzun zamana yayılarak devam ettiği bir "normalleşme" hali emperyalist kuvvetlerce tercih edilir görünüyor. Burada örnek olarak, Filistin'e işaret ediliyor. Filistin sorununa benzeyen kronikleşmiş sorunların olduğu direnç noktaları, mevcut kaosu yönetmeyi işlevli kılıyor. Birçok uzman sorunun farklı şehirlere sıçramasına ihtimal vermese de sorunların çözümüne dair kalıcı adımlar atılmasını beklemiyor.

Özkan Öztaş / soL-Özel

KISA KISA GÜNDEM - 8 EYLÜL 2023 -

 


ABD'den Ukrayna'ya 600 milyon dolarlık yeni yardım paketi (soL)

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın ziyaretinden ve 1 milyar dolarlık yeni askeri ve insanı yardım taahhüdünde bulunmasından bir gün sonra Ukrayna'ya 600 milyon dolar değerinde yeni yardım paketini açıkladı.(https://haber.sol.org.tr/haber/abdden-ukraynaya-600-milyon-dolarlik-yeni-yardim-paketi-383857)

ABD Ukrayna'ya seyreltilmiş uranyum mermileri gönderiyor: 'Abrams tanklarında kullanılacak'(soL)

Pentagon Ukrayna'ya vereceği seyreltilmiş uranyum mermilerinin bu yıl Ukrayna'ya göndereceği Abrams tanklarında kullanılacağını açıkladı.(https://haber.sol.org.tr/haber/abd-ukraynaya-seyreltilmis-uranyum-mermileri-gonderiyor-abrams-tanklarinda-kullanilacak)

Thodex davasında karar çıktı: Faruk Fatih Özer'e 11 bin 196 yıl hapis cezası (soL)

Arnavutluk'ta yakalanıp Türkiye'ye getirilen kripto para borsası Thodex'in kurucusu  Faruk Fatih Özer'in dolandırıcılıktan yargılandığı davadan karar çıktı.  Anadolu 9. Ağır Ceza Mahkemesi Özer'i, “örgüt kurma, yönetme ve örgüte üye olmak”, “nitelikli dolandırıcılık” “mal varlığı değerlerini aklama” suçlarından toplam 11 bin 196 yıl hapse çarptırdı.  Sanıklar Faruk Fatih Özer, Güven Özer ve Serap Özer bir müşteki yönünden “bilişim sistemleri kullanmak suretiyle dolandırıcılık” suçundan ayrı ayrı 6 yıl 4 ay 15 gün hapis ve 135 milyon TL adli para cezasına mahkum edildi. 16 sanık hakkında ise delil yetersizliği gerekçesiyle “nitelikli dolandırıcılık” suçundan beraat kararı verildi. Mahkeme, bu hükümle birlikte 4 sanığın tahliyesine karar verdi.  Dosyaya göre; Thodex 2 bin 27 kişiyi mağdur etmiş, toplam dolandırıcılık miktarı ise 257 milyon 862 bin 432 liraydı.

AKP'li Üsküdar Belediyesi'ne bağlı mülk 49 yıllığına Nakşibendi tarikatına kiralandı (soL)

AKP'li Üsküdar Belediyesi, belediyeye ait mülkü eğitim ve yurt faaliyetlerinde kullanmaları için Nakşibendi tarikatına bağlı Erenköy Cemaati’nin vakfına 49 yıllığına kiraladı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpli-uskudar-belediyesine-bagli-mulk-49-yilligina-naksibendi-tarikatina-kiralandi-383850)

Kiracılar Dayanışması Platformu'nun kurucusu ev sahibi tarafından evinden çıkartıldı (soL)

Antalya'da Kiracılar Dayanışması Platformu kurucusu Cengiz Kul, ev sahibi ile kira konusunda anlaşamadığı için ev sahibi tarafından evden çıkartıldı. Eşyalarıyla birlikte sokağa atılan Kul, "İlk örnek değilim. Ancak korkarım ki son örnek de olmayacağım" dedi.  Kiracılar için verdikleri mücadelede "Bugün bana, yarın sana" sloganını sürekli hatırlattıklarını ifade eden Cengiz Kul, "Elbette yaşadıklarım kolay değil. Eşim ve çocuğum tedavi görüyorken sokağa atıldık. Eşyalarımızla birlikte dışarıdayız" dedi. Yüksek kira dayatmasına evet demediği için sokağa atıldığını belirten Cengiz Kul "Bizlere zorla imzalattıkları tahliye şartnamesi ile evden attılar. Şimdi sokakta kaldık. Bugüne kadar destek olduğumuz, omuz verdiğimiz herkesi benzer şekilde mücadeleye ve dayanışmaya çağırıyoruz. Biz kiracıların yine kiracılardan başka sırtını yaslayacağı kimse maalesef yok" dedi.

Depremzede için yapılan milyonluk barınma merkezi aylardır boş iddiası: Konteyner kent var ama!(Cengiz Karagöz-Cumhuriyet)

YARISI yıkılan Hatay’daki sorunların başında “barınma” geliyor. Depremzedeler, çadırlarda yaşam savaşı verirken 100 konteynerin bulunduğu Aziziye konteyner kentinin hiç kullanılmadığı ortaya çıktı. Olay anlaşılınca valilik unutulduğu iddia edilen konteynerlerin öğretmenlere verileceğini savundu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/depremzede-icin-yapilan-milyonluk-barinma-merkezi-aylardir-bos-iddiasi-konteyner-kent-var-ama-2117043)

Yeni afetler kapıda (Sibel Bahçetepe-Birgün)

Yaşanan sel felaketi bir kez daha altyapı eksiklerini gözler önüne serdi. Dere yataklarına yakın ve taşkın riskinin yüksek olduğu bölgelerdeki yapılaşmalar "Sırada hangi kent var?" sorusunu gündeme getirdi.(https://www.birgun.net/haber/yeni-afetler-kapida-466904)

CHP'li Türker Ateş: ‘Cumhurbaşkanlığı ihaleleri 1 milyarı aştı’ (Sarp Sağkal-Cumhuriyet)

CHP'li Türker Ateş, Kamu Alımları İzleme Raporu verilerine ilişkin açıklamalarda bulundu. Ateş, "Geçen yıl 45 milyon lira olan ihale harcamaları bu yıl 1 milyar 80 milyon liraya çıktı" ifadelerini kullandı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chpli-turker-ates-cumhurbaskanligi-ihaleleri-1-milyari-asti-2117062)

Akbelen dikenli telle çevrildi (Nagihan Yılkın-Cumhuriyet)

Muğla Milas’ta Akbelen Ormanı’ndaki yüzlerce ağaç Limak Holding ve İÇTAŞ’ın ortağı olduğu YK Enerji’nin termik santralına yakıt sağlayan kömür maden sahasını genişletmek için kesildi. Akbelen’de çevre nöbeti devam ederken direnişçilerin ağaç kesiminin yapıldığı alana girişlerinin engellenmesi için çekilen tellerin üzerine şimdi de dikenli tel çekildi. Yaklaşık 780 gündür Akbelen’de nöbet tutan İkizköylü direnişcisi Esra Işık, dikenli tellerin özellikle nöbet tutulan yerden başlanarak maden alanının sınırlarına göre çekildiğine dikkat çekti. Dikenli tellerin sadece insanlar için değil diğer canlılar için de tehlikeli olduğunu belirten Işık, “Ormana girişimize engel olacak şekilde tehlikeli teller çekildi. Bu bir gözdağı, bir baskı mekanizması. Biz sonuna kadar mücadele edeceğiz, nöbet alanını da terk etmeyeceğiz. Gitmemiz için her şey yapılıyor ama gitmeyeceğiz. Burayı maden ocağına çevirtmeyeceğiz” dedi. Işık, evlerinin de abluka altına alındığını belirterek şöyle dedi: “Evimizin karşısında jandarma aracı bekliyor aynı zamanda şirketin gönderdiği iddia edilen kulübeler de var. Evlerimiz gözetleniyor bir yandan. Hep ensemizdeler, sürekli takip ediliyoruz.” 

SPK'den 3 şirketin halka arzına onay(Birgün)

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Hat-San Gemi İnşaa Bakım Onarım Deniz Nakliyat Sanayi ve Ticaret AŞ'nin 22,60 liradan, Reeder Teknoloji Sanayi ve Ticaret AŞ'nin 9,30 liradan ve Adra Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı AŞ'nin 22,66 liradan ilk halka arzını onayladı.(https://www.birgun.net/haber/spk-den-3-sirketin-halka-arzina-onay-466920)

Aza tamah etmedi (Mustafa Bildircin-Birgün)

Bu yılki 36,1 milyar TL’lik bütçesiyle çok sayıda kamu kurumunu geride bırakan ancak yurttaşa, “Aza tamah” öğütleyen Diyanet’in bütçesi 2024’te 91,8 milyar TL’ye yükselecek. 2026’da ise 131,1 milyar TL’ye fırlayacak. (https://www.birgun.net/haber/aza-tamah-etmedi-466872)

Sinemayla umut ekiyoruz (Işıl Çalışkan-Birgün)

Ayvalık Film Festivali’nin biletleri satışa çıktı. Festivalin direktörü Azize Tan, “Sinema etrafında bir araya gelmek, yaşadığımız sosyal, ekonomik, politik tüm zorluklara rağmen bir arada durabileceğimizi gösteriyor” dedi. (https://www.birgun.net/haber/sinemayla-umut-ekiyoruz-466899)

(derleyen: mstfkrc)

OVP üzerine ilk saptamalar - Oğuz Oyan / soL-Özel

 2024 yılında enflasyonla birlikte ekonomik durgunluk yani bir stagflasyon yaşanması olasılığı büyümektedir. Muhtemel bir IMF programı bu olasılığı kuvvetlendirebilecektir.

"Orta Vadeli Program: 2024-2026" (OVP) üzerine kimi ilk saptamalar...

1) 12. Kalkınma Planı (2024-2028) hazırlıkları sona erip resmileşmeden OVP'nin çıkarılması, 5018'e aykırıdır. OVP, KP'nin türevi olmak durumundadır! Tersi değil!

2) Cumhurbaşkanının (CB) OVP'yi sunması bazıları için sürpriz olmuştur. 2018'den beri üzerinde tepindiği ve 2 yıldır da vahim uygulamalarla bir kez daha kanıtlamaya çalıştığı iddialarının tam tersini savunabilmek doğrusu çok kuvvetli bir siyasi pişkinliği ve toplumu aptal yerine koymayı gerektirirdi. En azından bir mahcubiyet duyarak veya siyaseten müşkül duruma düşmekten sakınarak bundan kaçınabileceği düşünülebilirdi. Bunun, toplumdan olumsuz siyasi tepki almayan bir siyasetçi açısından fazla iyimser kaldığı bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Ama heyhat, şu sözler Erdoğan'dan gelebildi: "Sıkı para politikası sayesinde enflasyonu tek haneye düşüreceğiz". İktisatçı olmayanlar için çevirelim: "Sıkı para yani yüksek faiz politikası sayesinde enflasyonu düşüreceğiz" diyor CB! 
Demek ki neymiş, "faiz sebep enflasyon netice" değilmiş! Peki yüzü kızardı mı acaba? Ben farkedemedim...

Bu "zihni sinir" politikaların yol açtığı KKM kamburu için de "artık görevini tamamladı" diyebiliyor. İyi de bu, görevini tamamlayan siyasetçiyi kızağa çekmeye benzemiyor. KKM belası, toplumda çok boyutlu gelir transferlerine yol açtığı gibi kamu maliyesi üzerinde de tahripkâr etkilerde bulundu. Ondan kurtulmak da çok ciddi ekonomik-sosyal sonuçlara yol açacak ve muhtemelen bugüne kadarki yürürlük süresini aşacak bir tasfiye zamanına ihtiyaç duyulacak...

3) CB, soru almıyoruz ama yarın sabah Cevdet Yılmaz ve Mehmet Şimşek basına soru-cevaplı brifing verecekler dedi. Şimdi, gazetecilerden biri faiz politikasındaki 180 derecelik sapma konusunda sormaya cesaret ederse (ki daha önce sorulmuştu), aynı yanıtın yani "siyasi sorulara yanıt vermiyoruz" yanıtının alınacağından emin olabilirsiniz. Gerçi RTE bunu ekonomist olarak açıklamıştı ama demek ki, zamane Türkiye'sinde işler ters gidince faiz politikaları ekonomik değil siyasi alana girivermektedir!! 

4) Ballandırılan kimi hedeflere de değinmemek olmaz: CB, "2026'da Kişi Başına Milli Gelirin (KBMG'nin) 14.885 dolara ulaşmasıyla yüksek gelir grubu ülkeler arasına gireceğiz" müjdesini veriyor! Yüksek gelirli ülkeler acaba ne zaman buralara (yani 15 bin dolarlar seviyesine) düştüler diye merak ederseniz, Google bile size yardımcı olamaz. Öte yandan, gene düşük değerli dolar kuru üzerinden hesaplanan, üstelik GSYH oluşumuna sığınmacıları katıp bölüşümüne katmayarak bulunacak KBMG gene şişirilmiş olacaktır. Ayrıca hatırlatalım 2013'te KBMG zaten 12 bin doları aşmıştı. O zamanlar 2023 hedefi ise 25.000 dolardı. Şimdi toplum 2023'te 12.415 dolara razı edilmek isteniyor. 2026 için de, şişirilmiş haliyle bile 14.885 küsur dolar "vadediliyor". 2011'de muhalefete "sizin hayalleriniz bile bizim hedeflerimize yetişemez" diyenlerin şimdi hayalleri bile tükenmiş görünüyor. 

Aynı şey ihracat hedefi için de geçerli, 2023 için 500 milyar dolar hedefini koyanlar, şimdi OVP'ye 2026'da 300 milyar dolar eşiğini kıl payı aşma hedefini yerleştirmişler!

Biraz daha teknik eleştiriler 

5) OVP'ler bize yıllardır şunu öğretti: İçinde bulunulan yıla ve Programın ilk yılına bak, gerisini boşver, çünkü ilk yılın bile tutma olasılığı çok düşükken izleyen yılların tutması mucize ötesi sayılabilir. Bu program da farklı değil. İlk başta 2024 enflasyon hedefi şaşacağı için izleyen yılların ekonomik büyüklükleri/hedefleri de hep sapacaktır.

2023 hedeflerinin bile tutması şüphelidir. Örneğin TÜFE yılsonu tahmini yüzde 65'e çıkarılmıştır ama aşılması kuvvetle muhtemeldir. Yüzde 70'in üzerine çıkması daha büyük olasılıktır. Daha üç ay sonrasını bile görememek  mi? Yoksa ücretleri/enflasyon farklarını baskılamanın aracı mı?

Aynı durum 2024 enflasyon hedefi için daha fazla geçerli: TCMB'nin yüzde 33'lük hedefi korunmuş. Peki tutar mı? İmkansız.

6) C. Yılmaz, kamu kesimi borç yükünün düşüklüğünün bir avantaj olduğunu, bunun 2024 ve 2025'te güçlü bir kamu borçlanmasına izin verdiğini söyledi. Nitekim, OVP'de AB tanımlı kamu kesimi borç stoku/GSYH oranı şöyle öngörülüyor (%):

Demek ki, 2024 ve 2025'te kamu borçlanmasında çok yüklü bir artış yaşanacak. 

2024 yılında Merkezi Yönetim Bütçesi Dengesinin 2 trilyon 652 milyar TL'ye çıkmasının ve GSYH'ye oranının (2023 için beklendiği gibi) yüzde 6,4 gibi devasa bir açığa karşılık gelmesinin sonuçlarından biri de kamu borçlanmasında yaşanacak. Nitekim faiz giderlerinin 2023 Bütçesinde 646 milyar TL'den 2024'te 1.254 milyar TL'ye çıkmasının öngörülmesi boşuna değildir. Bu arada, toplam bütçe harcamaları 2024/2023'te yüzde 61,5 artarken, faiz giderinin yüzde 94 artacak olmasına dikkat çekilmelidir.

7) Üstelik kamu finansmanında borçlanmaya yüklenilecek olması vergilere yüklenilmeyeceği anlamına gelmiyor. Vergi ve TÜFE artışlarını karşılaştıralım (%):


Bu iki satır karşılaştırılınca özellikle 2024 yılında iki şey olabilecek görünüyor: Ya enflasyonu çok aşan vergi artışlarına ulaşılacak ya da enflasyon hedefi çok aşılacağı için reel olarak daha ılımlı vergi yükü artışı yaşanacak. Her durumda OVP'de 2024'te 2023'e göre GSYH'ye oranla vergi yükünde 1,2 puan artış bekleniyor.

8) Ortalama dolar kuru artışı 2024 ve 2025'te enflasyon hedeflerinin üzerinde görünse de, GSYH artışının gerisindedir.

Enflasyon tahminleri gerçekleşecekse, bu ortalama kurlara göre, TL reel değer kaybedecek denilirdi. Ancak GSYH artışları enflasyon tahminlerini 2024 ve 2025 için yanlışlıyor. (2026'ya bakmaya hiç gerek yok). O zaman TL ya paritesini koruyacak ya da reel değer kazanacak. Reel değer kazanması halinde 2016 öncesinin Şimşek-Babacan politikalarına yakın olur, dolar bazında GSYH'yı ve KBMG'yi de şişirir.

9) Vergilerde, özellikle de dolaylı vergilerde önemli artışlar yanında kamunun yönlendirdiği fiyatlarda da 2024'te ciddi artışlar olması beklenmelidir. Dolayısıyla, 2024 enflasyonunun yüzde 45'in altına düşmesi çok zordur; yüzde 50'nin üzerinde gerçekleşmesiyse daha güçlü olasılıktır. Gelir yönetimi politikasının (yani ücretler başta olmak üzere reel gelirleri aşındırmanın) etkin araçlarından biri olarak -en azından 2023 ile 2024'te- enflasyonun da kullanıldığı/kullanılacağı anlaşılmaktadır.

Bunun bir göstergesi de, özel tüketim harcamalarında 2024'ten itibaren çok ciddi bir kısılmanın öngörülüyor olmasıdır. Kamu tüketiminde de ciddi bir azalış öngörülmektedir. Böylece "toplam nihai yurtiçi talep" 2022'de %12,5 ve 2023'te %9,2 artarken, OVP yıllarında sırasıyla sadece %3,6, %4,2, %4,4 artması öngörülmektedir. Bu çok kuvvetli bir daralma demektir. 

10) GSYH büyümesinde "basmakalıp standart" olan yüzde 5 oranının altına inilerek 2023 ve 2024'te yüzde 4,4 ve yüzde 4,0 oranlarının öngörülmüş olması daha gerçekçi gözükmekle birlikte, bu oranlara erişilmesi de o kadar kolay olmayacaktır. Çünkü, (i) epeydir GSYH büyümesinde önemli bir rol oynayan özel ve kamu tüketimde ciddi bir daralma öngörülmektedir. (ii) Dış ticaret hacmi /GSYH'ye oranının 2023'te yüzde 58,3'ten 2026'da yüzde 54,3'e gerilemesi ve ihracat yanında sanayinin çarklarının dönmesi için önemli olan ithalatın da sınırlandırılması öngörülmektedir. Türkiye'de büyümenin motoru olan cari işlemler açığının da dönem boyunca hızla geriletilmesi de soru işaretlerine eklenmektedir. Öte yandan 2023'te cari dengenin 42,5 milyar dolar açıkla bağlanması biraz zorlama görünmektedir. 2024 yılında enflasyonla birlikte ekonomik durgunluk yani bir stagflasyon yaşanması olasılığı büyümektedir. Muhtemel bir IMF programı bu olasılığı kuvvetlendirebilecektir. Nitekim işsizlikte de bir düzelme öngörülmemektedir. İşsizliğin 2025'te nihayet çift hanenin altına indirilmesi, yüzde 9,9 oranının da gösterdiği gibi zorlama bir hedef olarak Programa iliştirilmiş gözükmektedir.

Bu Programın tutarsızlıklarına ve çelişkilerine daha sonra tekrar dönme fırsatımız olacaktır.

Oğuz Oyan / soL-Özel