Değerli yönetmen abim Çetin İnanç anlatmıştı; Amerika’da yaşayan oğlu Çeko Murat’ı ziyarete gittiğinde Los Angeles’de, Beverly Hills’de dolaşırken yollar tutulur, eskortlar eşliğinde bir Limuzin geçer. Oğlundan geçenin kim olduğunu öğrenmesini ister. Oğlu sorup geldiğinde gülmeye başlar. “Baba sen de yönetmensin, bu geçen de yönetmenmiş” der. Limuzinle geçen yönetmen Spielberg’dir.
Bize dönelim; bir sinemacının onlarca film çekmiş bir yönetmenin ya da onlarca filmde oynamış bir oyuncunun bırakalım eskortlu Limuzinle bir yerden bir yere gitmesini, oturacak bir eve sahip olması bile çok zor. Amerika’da ya da Batı’da iş yapmış bir film sonrası bile malikanede, yalıda, villada yaşama olanağı bulabilirken, bizim sinemacılarımız sosyal haklardan yoksun setlerde, yolda kazalar geçirerek ya da ölerek var olmaya çalışıyorlar.
Sinemamızda en çok film yöneten, 37 filmle, aşılabilmesi zor bir rekora imza atan senarist, yönetmen kadın sinemacımız Bilge Olgaç da ne yazık ki oturduğu Taksim'deki ‘sobalı evinde’ çıkan yangın sonucu hayatını kaybetti. Ölümü kayıtlara “kaza” olarak geçti fakat 37 sinema filmi ve televizyon dizileri de yöneten bir kadın sinemacının sobalı bir evde yaşamını sürdürmek zorunda olması, yangının soba kaynaklı olduğu ve en acısı yanarak öldüğü gerçeği ne sektörün kendini sorgulamasına ne de düzgün bir telif hakları yasası çıkarmadığı gibi bu yönetmenlerin filmlerine yasaklar getirerek yaşam koşullarını kısıtlayan, güçleştiren bu ülkeyi yönetenlerin utanmalarına, sinemacılardan özür dilemelerine neden olabildi.
SİNEMAYA UZANAN YOLCULUK
Bilge Olgaç’ın yaşam öyküsü 10 Ocak 1940 tarihinde Kırklareli’nin Vize ilçesinde altı çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak başlar. Maddi imkansızlıklarla dolu bir çocukluğun ardından Nişantaşı Kız Enstitüsü’nde eğitim görmeye başlayan Bilge Olgaç annesi babası ayrılınca evli olan büyük ablasının yanına yerleşir. Çok kitap okuyan bir gençti ve daha o yaşlarda sınıf farkını, sınıf çatışmasını, zenginlerle yoksullar arasındaki dengesiz uçurumun farkına varır. Yaşadığı koşullar nedeniyle evliliği bir çıkış, kurtuluş yolu olarak görür. 1956'da daha 16 yaşındayken Enstitü’nün son sınıfında okulu bırakıp sinemada prodüksiyon amirliği yapan Vecdi Bender ile evlenir; bir oğlu olur.
Bir yandan öyküler yazıyordur. Yazdığı “Kısmetin En Güzeli” adlı öyküyü eşi Vecdi Bender’in Memduh Ün’e okutması sonrası Bilge Olgaç’ın sinema serüveni de başlar. Memduh Ün öyküyü film yapmak ister ve Bilge Olgaç’ın da yönetmen yardımcılığı yapmasını önerir. Böylece 1962 yılında “Kısmetin En Güzeli” filminde Memduh Ün’ün asistanı olarak ilk kez sinemada, kamera arkasında yer alır. Öykü ve film bir kenar mahallede yaşanan kötürüm bir kızla, bir ressam aşkının, mahalleliyle ilişkilerinin öyküsünü anlatır.
Başrollerinde Fatma Girik ve Fikret Hakan’ın yer aldığı, öyküyü Bülent Oran’ın senaryolaştırdığı filmde Semih Sezerli, Uğur Kıvılcım, Abdurrahman Palay, Ulvi Uraz, Ali Şen, Muammer Gözalan, Necdet Tosun, Mine Soley, Mümtaz Ener, Meral Kurtuluş, Diler Saraç, Nezihe Güler de yer alır.
Daha ilk yer aldığı filmde Memduh Ün gibi bir ustayla ve önemli bir oyuncu kadrosuyla çalışmak iyi bir başlangıç olur Bilge Olgaç için, üstelik kendi yazdığı bir öykünün sinemaya uyarlanmasıdır bu. Osman F. Seden, Hasan Kazankaya, Kemal İnci ve Halit Refiğ’le de (senaryo yazımı ve reji ekibinde) çalışan Bilge Olgaç 1965 yılında yönetmen olarak ilk filmi “Üçünüzü De Mıhlarım”ı çeker. Yapımcılığını Yılmaz Güney’in yakın çevresinden olan Hasan Kazankaya’nın üstlendiği, baş rollerinde Yılmaz Güney ve Pervin Par’n oynadığı filmin senaristi Yücel Uçanoğlu’dur. Filmin diğer oyuncuları arasında Hayati Hamzaoğlu, Tuncel Kurtiz, Aliye Rona, Sevinç Pekin, Atilla Yurdesin, Aysel Gilda, Erol Kesler, Saadet Uçanoğlu da yer alır.
KADINLIĞINI UNUTARAK VAR OLMAK
Aynı yıl “Babasız Yaşayamam”, “Sokaklar Yanıyor”, “Krallar Kralı” filmlerini de yöneten Bilge Olgaç “Türk sinemasının dördüncü kadın yönetmeni” olarak geçer sinema tarihine. Aynı zamanda bugüne dek sinemamızın en çok film çeken kadın yönetmeni olur. Filmlerinde toplumsal sorunlara yer veren Bilge Olgaç'ın sinema serüvenini ele alırken iki döneme ayırmak gerekir. Erkek egemen sinema sektöründe daha çok “erkek filmleri” yapmak zorunda kaldığı, “kadın olduğunu unutturmaya çalıştığı” ilk döneminde, çoğunlukla erkeklere hitap eden vurdulu kırdılı filmler yapmıştır.
Bu dönemini şöyle anlatır Bilge Olgaç: “Benim başladığım yıllarda gerçekten her şey son derece zordu. Sinema gibi erkeklerin tekelindeki bir sanat dalına atılmıştım ve ilk filmim vurdulu kırdılı bir erkek olayıydı. Ben sadece set içi ve çevre ilişkilerinde zorlandım. Örneğin kadın olmamdan dolayı çok çabuk yorulacağımı düşünüyorlardı. Dağ̆ bayır dolaşıyorduk, beni akıllarınca korumaya aldılar ancak hepsi yoruldu ben yorulmadım. Ben kadın olduğumu unutmaya, onlara da unutturmaya çalıştım. Benim yanımda dövüştüler, küfürleştiler. Bu gerçekten çok önemliydi ve sonunda beni kendilerinden biri olarak gördüler.”
İkinci döneminde toplumsal sorunları ele alan, kadınların toplumda yaşadığı sorunları, toplumdaki kadını işleyen filmler yapar. Bu filmlerde bilinçsiz, eğitimsiz kadınları ve yaşanan sorunların tüm suçunu kadınlara yükleyen erkekleri anlatır. Bu dönem filmlerinde kadınları ya koşulların ya da sistemin, “feodal düzenin” kurbanları olarak ele aldığını görürüz. Bazı filmlerinde (Yarın Cumartesi) bilinçli, eğitime önem veren, farkındalık yaratmaya çalışan kadın karakterlere de yer verir.
Kaynakça;
- Sinemanın "Dişil" Yüzü: Türkiye'de Kadın Yönetmenler, Semire Ruken Öztürk, Om Yayınevi, 2004
- Bilge Olgaç Biyografi, Burcu Dabak Özdemir, Humanities Institute
- https://www.sinematurk.com/kisi/1172-bilge-olgac
(II)
Akademisyen Semire Ruken Öztürk “Sinemanın ‘Dişil’ Yüzü Türkiye’de Kadın Yönetmenler” kitabında Agah Özgüç’ün “Türk Filmleri Sözlüğü” kitaplarından yararlanarak sinemamızda kadın yönetmenlerin filmlerinin sayısını, 2002 yılına kadar çekilen toplam film sayısına oranlarını ve yıllar içindeki dağılımlarını verir. Buna göre 1914-2002 yılları arasında çekilen 3 bin 35 filmden sadece 96 filmi kadınlar yönetmiştir; kadın yönetmen sayısı ise 23’tür.
1990’dan sonra günümüze dek kadın yönetmenlerin sayısının çoğaldığı görülür.(1)
Bilge Olgaç Türkiye’nin en uzun soluklu ve en çok film yöneten kadın yönetmeni olarak geçer sinema tarihine; çoğunun senaryosunu da yazdığı toplam 37 filmi vardır. Erkek egemenliğindeki Yeşilçam’da önce kendini kabul ettirmek, özgür çalışma ortamı yaratmak için çabalar, sonra da yaptığı filmlerle, üretim koşullarının erkek egemen yapısını değiştirir. İlk döneminde filmlerinde erkek hikayeleri varken sonrasında kadın odaklı hikayelere ve toplumsal sorunlara yönelir; sinemada cinsiyetçi kalıpların aşılmasını sağlayan yönetmenlerden biri olur.
“İlk başlarda setlerdeki sert imajının sebebi, sektöre yeni adım atmış ve bu işi yapan sayılı kadından birisi olarak kuşkulu bakışlara karşı kendisini korumaktı. ‘Bir kadın ne yapabilir ki?’ temalı bakışları kırıp kendisini ispatladığında, büründüğü sert tavırlı rolden vazgeçmiş ve neşeli ılımlı gerçek haline kavuşmuştur. Bilge Olgaç’ın hikayesi aslında bir vazgeçiş bir varoluş hikayesidir.”(2)
Bilge Olgaç, yazar olmasının verdiği ustalıkla filmlerinin büyük bir kısmının senaryosunu da kendi yazar. İyi gözlemcidir, insanların yaşamlarına yakından bakar. “Kendisini seyirciyle özdeşleştirmek zorunda olduğuna inanır. Seyirciyi hangi yönde ne denli değiştirebileceğini, kendisini seyirciyle özdeşleştirerek bulduğunu savunur.”
Zengine karşı fakirin yanında bir duruş sergiler yazdığı öykülerde, yaptığı filmlerde. Yaşanan toplumsal koşullarda kadınların hem zengin hem de yoksul erkekler için cinsel nesne konumunda olduğunu yansıtır filmleriyle. Ezilen ve çıkış yolu bulamayan kadınlar için Olgaç’ın filmleriyle vermeye çalıştığı mesaj ve öneri kadınlar için tek çıkar yolun bilinçsiz toplumun eğitilmesi olduğu yönündedir.
Ustalık dönemi olarak değerlendirilen 1984-94 yılları arasındaki dönemde Olgaç, “Söylem olarak da konu olarak da kendisini geliştirmiş, hemcinslerinin problemlerine odaklı çalışmaya başlamıştır.” Sadece kadının sorunlarına, çilesine, ezilmişliğine değil aynı zamanda toplumsal sorunlara da yöneltir kamerasını. Olgaç kadın sorunlarının yanı sıra “asıl ilgisini çeken konular; düzenin değişmesi, devrimciler üzerindeki baskılar, ekonomik eşitsizlik ve toplumsal sömürüdür.” (Mevlüde Kuşaklıoğ)
“Bilge Olgaç sete herkesten erken gelirdi. Hem disiplinli hem de çok enerjikti. Yerinde duramazdı; yalnızca mizansenle değil, dekordan kostüme her şeyle ilgilenir, detaylara dikkat ederdi. Kağıt üstünde kurduğu dünyanın canlandığını görmek ona büyük bir coşku veriyordu. Tekniğe hakimdi, kamerayı ve objektifleri iyi tanırdı. Bu özelliğinden dolayı teknik ekibin ona çok saygı duyduğunu gördüm. Görüntü yönetmeninin ‘Keşke tüm yönetmenler senin gibi ne istediğini bilse’ dediğini bizzat duydum.”(3)
Bu cümleler Bilge Olgaç’ın asistanlığını da yapmış olan ve Hocası Bilge Olgaç’ı anlattığı “Bilge ve Öğrencisi” adıyla bir belgesel de yapan Yönetmen Belmin Söylemez’in “Bilge Olgaç’ın asistanı olmak” başlıklı yazısından.
Ağalık düzeni ve feodalite Bilge Olgaç filmlerinin odağındaki temel eleştirel alan olarak öne çıkar. Erkeğin kadını ezdiği, kadının yok sayıldığı, kadına şiddetin ön plana çıktığı konuları ve kadın dayanışmasının gerekliliğini ele alır.
“Gerçekten de sinema da kadın olmak, erkek olmaktan daha zordu. Bugün olmasa bile dün, mesleki eğitimleri bir kenara, genel eğitimleri ‘çıraklık’ geleneğine dayalı Yeşilçam’da, toplumun değer yargılarını kırmak, erkek egemenliğindeki bu sektörde yönetmen olarak var olabilmek, kadınlığın rafa kalkmasıyla olasıydı ki, Bilge’nin otoritesi biraz da buradan geliyordu.”(4)
1984 yılında çektiği “Kaşık Düşmanı” filmi 21. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi 3. Film” seçilir. Bilge Olgaç’a da “En İyi Senaryo” dalında ödül verilir. “Kaşık Düşmanı” filmi Fransa- Créteil’deki Kadın Filmleri Festivali’nin (1985), “Büyük Ödülü”nü de kazandırır Bilge Olgaç’a fakat siyasi nedenlerden dolayı yurt dışına çıkma yasağı olduğu için ödülü almaya gidemez.
Seks filmleri furyası döneminde sinemaya on yıl ara veren Olgaç; bu dönemde televizyon için reklam filmleri yönetir. Daha fazla okuma araştırma fırsatı bulduğunu, bunların da sosyal, ekonomik, psikolojik, siyasi ve cinsiyetçi yaklaşımlarının öne çıktığı filmlerinin oluşumuna olanak sağladığını söyler.
Bilge Olgaç’ın seks furyası sonrası sinemaya dönüşü, kadın-insan duyarlılığının, toplumsal duyarlılıkla birlikte ele aldığı filmler döneminin de başlangıcı olur. Toplumsal sorunlara ve kadın sorunlarına doğru duyarlı filmler üretir bu döneminde, yoksul ya da emeğiyle çalışan kadınların sorunlarını anlatır.
37 film yönetmesine, onlarca senaryo yazmasına karşın bir ev sahibi olamayan Bilge Olgaç kirada oturur yıllarca.
“Onca filme, sinemadaki onca mücadelesine karşın bir ev sahibi olamamanın sıkıntısını, filmlerindeki mekanlara özen göstererek dağıtmaya çalışan Bilge’nin sonunda, kiralık da olsa bir evi olur ama, evin kendisine mezar olacağından habersizdir. Yeşilçam’ın arka sokaklarında bulduğu evini özlemle dayayıp döşer, arkadaşlarını ağırlamaya başlar ki, bir yangın sonsuza dek ‘evsizlik’ kaygısından kurtarıverir Bilge’yi.”(4)
(1) Sinemanın “Dişil” Yüzü: Türkiye’de Kadın Yönetmenler, Semire Ruken Öztürk, Om Yayınevi, 2004
(2) Bilge Olgaç Sineması, Mevlüde Kuşaklıoğ, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2014
(3) Belmin Söylemez, Cumhuriyet, 10.04.2018
(4) Bilge Olgaç: Bir Dosta Selam, Ayşe Durukan 06 Mart 2004, bianet.org
(III)
Bilge Olgaç 1965 yılında çektiği ilk filmi “Üçünüzü de Mıhlarım”la başladığı sinema yolculuğunda ölümünden sonra vizyona giren son filmi “Bir Yanımız Bahar Bahçe”nin çekimlerinin sürdürdüğü fakat evinde sobadan kaynaklı çıkan yangında dumandan boğularak hayatını kaybettiği 1994 yılına kadar film çekmeyi sürdürür. Öyküler, senaryolar yazar, filmler yönetir; sanatla başkaldırır hayata, manifestosunu ürettikleriyle haykırır.
Bilge Olgaç ilk kadın yönetmenimiz değildir fakat yönetmenliği, sinemayı meslek edinen, geçimini bu işten sağlayan, yaşamını sadece sinemayla kurup sürdüren, kısa yaşamına bir kadın yönetmen tarafından aşılması zor bir rekor olarak 37 film sığdıran ilk kadın olarak yazdırır adını sinema tarihine.
Vurdulu kırdılı avantür filmler çektiği ilk döneminde, 1970 yılında Kerim Korcan’ın eserinden senaryolaştırarak çektiği hapishane filmi “Linç”le adından söz ettirmeye, tanınmaya başlar. Demir Karahan, Fatma Karanfil, Baki Tamer, Danyal Topatan, Hasan Ceylan, Atıf Kaptan, Süheyl Eğriboz, Ali Şen’in rol aldığı Linç ile 2. Adana Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’ne layık görülür.
1974 yılında senaryosunu da yazdığı başrollerinde Türkan Şoray ve Mehmet Keskinoğlu’nun yer aldığı feodal düzeni eleştirdiği “Açlık”, 1975’te “Bir Gün Mutlaka” filmlerini çeker, “Toplumsal koşullar değişirse erkeklerin de değişeceğini” savunan Bilge Olgaç, o yıllarda “döneminin tek kadın yönetmeni” olarak anılmaya başlar.
“Bir Gün Mutlaka”nın senaryosu Yılmaz Güney’e aitti.
HAYATI SEÇTİĞİ GİBİ YAŞAR
Bilge Olgaç sinemayla ilişkisini şöyle anlatır: “Sinema benim yaşam biçimim. Fakat ülkemizde kendiniz için yaşam biçimi haline gelmiş bir sanatı, sakat, yarım yaşamak zorundasınız. Tek gözünüz kör ya da kolunuz kesik gibi. Sinema soluk alışım, ama ben bile burnumu tıkıyorum. Fakat yine de tüm bu söylediklerim ya da yaşadıklarım yüzünden yaşam biçimimi değiştirmeyi düşünemem. Kısaca rağmen sinema”
Seks filmleri furyası döneminde sinemadan uzaklaşır, reklam filmleri çeker. 9 yıllık aradan sonra 1984 yılında gerçekten yaşanmış bir trajediden yola çıkarak çektiği “Kaşık Düşmanı” ile sinemaya döner. Film aynı yıl Antalya Film Festivalinde en iyi 3. film ve en iyi senaryo ödüllerini alır. Ayrıca Fransa’da Creteil’de 7. Kadın Filmleri Festivalinde yarışarak Büyük Ödül’e layık görülür fakat Bilge Olgaç ödüllerini almak için festivale gidemez çünkü siyasi nedenlerle yasaklı olduğundan kendisine pasaport verilmez.
“Ürün belirler çevrenin düşüncelerini” diyen Bilge Olgaç 1980’li yıllarda “Gülüşan”, “Üç Halka Yirmibeş”, “İpekçe”, “Kurşun Adres Sormaz” gibi iddialı, ilgi gören filmler yapar. “Filmografisindeki çeşitliliğe rağmen toplumsal gerçeklere eğilen bir yönetmen olarak tanınır.” Büyük kentin dışında kasaba ve köylerdeki yaşamın sorunlarına da yer verir Bilge Olgaç… “Gülüşan”, “İpekçe”, “Gömlek”, “Kızın Adı Fatma”, “Umut Hep Vardı” gibi kadın odaklı filmler çekerek, bu filmlerinde erkek şiddeti, seks işçiliği gibi konuları işleyen Bilge Olgaç, ele aldığı temalar üzerinden toplumsal düzen eleştirisi yapar.
37 FİLMLİK BİR REKORA İMZA ATAR AMA BİR EV BİLE ALAMAZ
Bilge Olgaç senaryo yazmanın film çekmenin dışında sinema emekçilerinin haklarını korumak için de çaba gösterir. Her boşlukta bir sonraki filmin senaryosu için çalışır. Senaryolarını yazmak için arkadaşı, Oyuncusu Halil Ergün’ün İznik’teki çiftliğine gider genellikle. Hayatı boyunca ekonomik zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan Bilge Olgaç, borçlar alarak sürdürmeye çalışır yaşamını. Otuz yedi sinema filmi, birçok reklam filmi, bir televizyon dizisi çekmiş olmasına karşın altmış dört yıllık ömründe ev sahibi olamaz.
Bilge Olgaç’a göre iyi bir yönetmen olmanın kriterleri şöyledir: “Olaylara iyi bir gözlemci olabilmeli. Diyalektik bakıp yorumlayabilmeli. Sürekli okuyup araştırmalı, sağlıklı olmalı. Gözlediği olayı hangi amaçla hangi topluma anlatacağını çok iyi bilmeli. Film çekerken aynı zamanda seyirci olabilmeli. Çağdaş olmalı. İnsanı çok iyi tanımalı. Ayrıca olaya sanat açısından bakmalı, para açısından değil…” Çektiği 37 filmin 32’sinin senaryosunu kendi yazar. Bu başarının gözlem yapmasından, hayata ve insanların yaşamlarına yakından bakmasından geldiğini söyleyebiliriz.
Bilge Olgaç, 2 Mart 1994’de henüz 54 yaşındayken Taksim’deki evinde çıkan yangın sonucu aramızdan ayrılır.
ARDINDAN
Oyuncu, yapımcı, televizyona birçok iş yapan Ayşe Durukan bianet.org’da yayımlanan 06 Mart 2004 tarihli, “Bilge Olgaç: Bir Dosta Selam” başlıklı yazısında 2 Mart 1994 gecesini şöyle anlatır: “2 Mart 1994...Gümüşsuyu’daki Set Otelde bazı sanatçılar ve gazetecilerle birlikte Galatasaray’ın Monaco maçını izliyoruz. Maçın sonuna gelinmiş ve Galatasaray 3-0 yenikti ki, bomba gibi bir haber düştü salona: Bilge Olgaç yanarak öldü. (…) O bizim Bilge’mizdi ama, ailesinden kimseleri tanımıyorduk. Sinemanın emektarları, çalıştığı oyuncular arandı. Güzin Özipek’in kardeşi Erdem Özipek’e ulaşıldı sonunda. Derken bir araba bulundu, Bilge’nin kız kardeşinin evine gönderildi. Halil Ergün’e haber ulaştığında itfaiyeciler evden henüz çıkmamıştı. Yangını söndürmek için sıkılan suyun göle dönüştürdüğü, kesif bir is kokusunun sardığı evden Halil’le birlikte Bilge’ye ait birkaç parça yazı, senaryo ve resmi kurtarmaya çalışırken, göz yaşlarımız sular seller gibi akıyordu. Bilge, koyu bir Beşiktaşlıydı ve futbol düşkünüydü. Galatasaray’ın maçını izlerken sigarayla uyuyakalmış, yorgana düşen sigara, içten içe yanarak önce dumana ardından da aleve dönüşmüştü. Söylendiğine göre Bilge, dumandan boğulmuştu.”
Mesut Kara / Evrensel
- Sinemanın "Dişil" Yüzü: Türkiye’de Kadın Yönetmenler, Semire Ruken Öztürk, Om Yayınevi, 2004- Bilge Olgaç Sineması, Mevlüde Kuşaklıoğ, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2014
- Belmin Söylemez, Cumhuriyet, 10.04.2018
- Bilge Olgaç: Bir Dosta Selam, Ayşe Durukan;https://m.bianet.org/bianet/kultur/30659-bilge-olgac-bir-dosta-selam