12 Eylül 2023 Salı

Darbenin mirası AKP rejimi - BİRGÜN

 43 yıl önce gerçekleşen askeri faşist darbeyle ülkenin geleceği karartıldı. Tarikat ve cemaatler, bürokrasiden ticarete her alanda güç kazandı. Bugünkü rejimin köşe taşları döşendi. Hukuk askıya alındı, gerici abluka ülkeyi boydan boya kuşattı. Bugünkü AKP rejimi, 12 Eylül’ün meyvesidir.

Türkiye, 12 Eylül 1980’de yaşanan askeri, emperyalist, faşist darbeyle siyasal, sosyal, hukuksal ve bilimsel olarak tarihinin en büyük yıkımına uğradı. 43 yıl önce gerçekleşen faşist darbe, siyasal İslamcıların önünü açarak bugünkü AKP rejiminin temel yapı taşlarını döşedi. Hukuk askıya alınırken eğitim sistemi yok edildi. Üniversitelerin özerkliği darbe sonrası YÖK’ün kurulmasıyla sona erdi. Ekonomide 24 Ocak kararlarıyla neoliberal politikalar hayata geçirildi, emek ve çalışma hayatına ağır darbe indirildi. İşçilerin örgütlenme hakları başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri ellerinden alındı. Tarikatların önü açılırken eğitim sistemi gerici müfredatla donatıldı. Emperyalizmin desteğiyle gerçekleşen darbe Beyaz Saray’da ‘bizim çocuklar kazandı’ nidalarıyla karşılandı. ABD’nin Ortadoğu ve Yeşil Kuşak projesinin bir devamı niteliğini taşıyan 12 Eylül sonrası sola ağır darbe indirildi, ülke tamamen siyasal İslamcıların hegemonyasına sokuldu. 

12 Eylül Cuntası özgür düşünceyi yok ederek, otoriteye bağımlı bir toplumsal yapı yerleştirdi. 1970’lerde yükselen sol muhalefete karşı panzehir olarak ‘din ve milliyetçilik’ desteklendi. Darbe, Türk-İslam sentezini resmi bir devlet ideolojisi haline getirmeyi hedefledi, eğitim ve kültür alanını bu amaca hizmet edecek şekilde biçimlendirdi. 1982 Anayasasıyla din eğitimi devlet kontrolünde zorunlu hale gelirken anayasal güvence altına da alındı. Sünni-İslamcı bir din kültürü ve ahlak bilgisi müfredatı okutulmaya başlandı. Hızla Kuran kursları açıldı. Darbeci General Kenan Evren konuşmalarında kimi zaman hadislerden, ayetlerden alıntılar yaptı.

Bugünkü dinselleştirme yolunun dönüm noktası Evren’in politikalarıyla başlayıp ANAP Genel Başkanı Turgut Özal ile derinleşti. Sağ hükümetler, bir yandan tarikatlardan oy devşirirken, tarikatlar da devlet desteğini arkasına alıp giderek güçlendi. Nakşibendiler, Nurcular, Fethullahçılar siyaset sahnesinde daha görünür hale geldi. Gerici gruplar devlet bürokrasisi içine hızla nüfuz etti. Bilhassa Fetullahçılar, 15 Temmuz darbe girişimine kadar yargıda, bürokraside ve siyasette son derece etkin rol aldı. 15 Temmuz sonrası Fetullahçılardan boşalan mevzilere de Menzil Cemaati başta olmak üzere yine cemaat ve tarikatlar yerleşti.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından AKP’nin desteğiyle Meclis’e Hüda Par ve YRP’nin de girmesiyle birlikte tarihin en gerici Meclis’i kuruldu. Tarikat ve cemaatler etkin hale geldi. Gerici dernek ve vakıfların hedef gösterdiği konserler yasaklandı. Sanatçılar hedef alınırken sergilere saldırılar düzenlendi.  İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde park ve sahillerde içki içmek yasaklandı. Diyanet Başkanı Ali Erbaş Cuma gününün tatil olması tartışmasını başlattı. Milli Eğitim Bakanı karma eğitime karşı açıklamalarda bulunurken okullara imam atanması büyük tepki çekti. LGBTİ bireyler hedef tahtasına konuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kamuda burka, çarşaf giyilmesinin de önünü açacak olan yeni Anayasa için Kısacası eğitimden bürokrasiye, siyasetten yargıya bütün bir toplumsal yaşam, gerici bir grup azınlığın arzu ve talepleriyle boğulmak istendi.

SİYASAL İSLAM SOLUN PANZEHRİ GÖRÜLDÜ (Prof. Dr. Behlül Özkan)

Darbenin sonuçlarını BirGün’e değerlendiren Prof. Dr. Behlül Özkan, “12 Eylül darbesinin ülkede yol açtığı dediğimiz Türk-İslam sentezinin bu topraklara yayılması onunla sınırlı bir durum değil. Çok daha önceden müesses nizam ve ordu tarafından hatta sermayenin de desteği ile egemen kılınmaya çalışılan bir durum mevcut. 1962-1965 yılları arasında başladığını söyleyebiliriz. Çünkü 61 anayasasından sonra dünya ile paralel biçimde yükselen sendikal hareketler, öğrenci hareketleri ülkede solu büyüten etkenler oldu. Dolayısıyla İslamcılığın desteklenmesi de tam olarak bu yıllarda başladı. Solun panzehiri olarak yayılmaya çalışılan ve desteklenen bir hal aldı. Milli Selamet Partisi bunun örneklerinden o yıllarda. Meclis’te olan hatta çeşitli bakanlıkları elinde bulunduran İslamcılığı yaymaya çalışan bir yapı. Sermaye de geliştiği o yıllarda desteğini esirgemedi” dedi.

80 darbesinin çok daha önceden harekete geçen İslami yapıların karşısında solu tamamıyla ortadan kaldırdığını ve tasfiye ettiğine vurgu yapan Özkan, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Bu anlamda 12 Eylül'ün kendisinden önceki zamanlarda yürütülen politikalardan farklı bir durumu yok. En büyük farkı solu tamamen tasfiye etmesi. Öte yandan dünyadaki neoliberal dönüşümün ülkede bir benzerinin yaşanması, sendikasızlaşmaya, işçi hareketlerinin dağılmasına yol açtı.

1990’lara gelindiğinde 28 Şubat öncesinde bile ordu ve müesses nizam SHP’ye karşı bile İslamcılığı tercih ediyordu. Bir örnek verecek olursak; Ankara’da belediye seçimlerinde SHP adayı ile Melih Gökçek kafa kafaya gidiyordu. O süreçte ordunun, ‘komünistler alacağına Melih Gökçek alsın’ söylemleri vardı.  Melih Gökçek onlar için 1967’de kurulmuş ‘mücadele birliği’ kökeninden gelen biriydi. Ve dışarıda İslami sağ siyasetçi görüntüsü varken, ordu Gökçek için ‘bizim çocuktu’ diye bahsediyordu. En militarist İslamcı örgütlerden gelip sola karşı kitlesel saldırıyı yapanların bu şekilde önü açıldı, sol bu şekilde tasfiye edilmeye devam etti. Üzerinden 43 yıl geçen 12 Eylül darbesine baktığınızda bu açıdan tablo çok net. Solun önünü kapattığınızda kimin önü açılıyorsa darbenin bugün kime yaradığı ortaya çıkıyor zaten.”

YURTSEVERLER ASLA TESLİM OLMADILAR (Önder İşleyen - SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi)

12 Eylül cuntasının gerçek sahiplerinin Kenan Evren ve arkadaşlarının olmadığını herkes biliyor. Darbenin gerçek sahibi yıllarca NATO ve CIA’nın büyüttüğü, “çocuklarının” arkasında olan Amerika’dan başkası değil. 12 Eylül darbesi, özel harp dairelerinde, komando kamplarında ve asker-sivil bürokraside devlet politikası haline getirilmiş olan, milliyetçiliğin ve İslamcılığın başarılı olabilmesi için tasarlandı. Devrimci yükseliş içinde büyüyen toplumsal aydınlanma dalgası kırılarak ülke tümüyle gerici sağ güçlere teslim edildi. ABD yıllarca komünizme karşı mücadele adı altında yürüttüğü ‘yeşil kuşak’ politikasıyla tarikat ve cemaatleri besledi. 12 Eylül öncesinde yaşanan Maraş’lar, Çorum’lar ve diğer bütün katliamlar ile gerçekleşen suikastlar, ABD güdümlü faşistler eliyle bunun için gerçekleştirildi. 12 Eylül’le birlikte ülkenin sokulduğu gericilik koridorunda devlet eliyle büyütülenler, sonrasında ABD’nin BOP projesinin eş başkanları olarak iktidara taşındı. Sonuçta, 12 Eylül’le başlayan süreç, yukarıdan aşağıya devletin tüm yapılarını, sistemi ve sistemin sözde Cumhuriyetçi partileriyle birlikte dinamiklerini de dönüştürdü. Bir anlamda 12 Eylül ülkenin cumhuriyetçi, ilerici birikimlerinin tasfiye edildiği bir şeriatçı faşizme geçiş projesi oldu. Bu politika devrimcileri yok ederek toplumun, dinciliğin esareti altına alınması üzerine kuruldu. Bugün sürüp giden bu karanlık, Amerikancı ve dinciliği teşvik eden politikalarıyla 12 Eylül’ün sonucudur. Başka bir ifadeyle de 12 Eylül’ün yeni Evren’leri de bugünkü iktidar sahipleridir. Buna karşın 43 yıl sonra da bu topraklarda hala emperyalist dönüşüme direnebilecek, yurtsever, devrimci büyük direniş potansiyelleri var. Evet, şimdilik Amerikan’ın “çocukları” kazanmış görünebilir. Ama bu ülkenin devrimcileri, yurtsever insanları asla teslim olmadı. Sonunda da galip gelecek olanlar 6.Filo’ya secde edenler değil bağımsızlık ve halkın mutluluğu için faşizme ve cuntaya karşı canları pahasına direnen devrimcilerin yolundan yürüyenler olacaktır.”

DÜN 12 EYLÜL, BUGÜN ‘TEK ADAM’ REJİMİ VAR (Sedat Başkavak - EMEP Genel Başkan Yardımcısı)

Sedat Başkavak ise şu değerlendirmeyi yaptı: “TRT’de 12 Eylül Askeri Darbesini ilan eden Kenen Evren ‘kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temellere oturtmak ve kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koyduk’ demişti. Darbeyi patronlar ve patron örgütleri selamladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her zaman olduğu gibi ‘Halkımıza yeni ve demokratik bir anayasa lazım, bunu da bu dönem yapacağız’ diyerek oluşturduğu tek adam düzeni pekiştirmek üzere halkın demokratik anayasa isteğini istismar etmektedir. Darbeci generallerin mitinglerde ellerinde Kuran, dillerinde ayet ile başlattıkları süreç; bugün tarikatların devlet kadrolarını paylaşmasına, başta okullar olmak üzere devlet kurumlarına imam atanmasına kadar ilerledi. Din istismarı ekonomiye de yansıdı ‘Nas var nas’ denilerek halkın cebinden alınan paralar bankalara aktarıldı. Dün 12 Eylül rejimine karşı mücadele edenler, bugün de tek adam rejimine karşı mücadele ediyor.”

                                                                         ***

CUNTANIN GETİRDİKLERİ

12 Eylül faşizminin ortaya çıkardığı kurumlar bugün de varlığını sürdürüyor. Darbenin ülkeyi içine sürüklediği karanlığı bütün olarak anlatmak zor da olsa öne çıkan başlıkları bir kez hatırlatalım:

• Darbe sonrası binlerce insan işkenceye maruz kaldı. Yüzlercesi sakat bırakıldı, kurşuna dizilenler, işkencede öldürülenler, ömür boyu hapis cezası alanlar… Büyük çoğunluğunu devrimcilerin oluşturduğu 50 kişi idam edildi, gazeteler ve dergiler toplatıldı, yasaklandı, binlerce kitap yakıldı. Sendikalar, dernekler, partiler kapatıldı, mallarına el konuldu.

• THK, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun dışındaki tüm derneklerin, tüm siyasi partilerin, Türk-İş dışındaki tüm sendikaların faaliyetleri durduruldu. Arşivlerine, bina ve paralarına el konuldu.

• Sendikalaşma ortadan kaldırıldı, çalışanların kıdem tazminatı gibi kazanımları daraltıldı, ücretler ve sosyal haklar budandı, işçi sağlığı ve iş güvenliği zayıflatıldı, sınırlamalarla grev hakkı yasaklandı.

• Tüm Belediye başkanları görevden alındı, yerlerine sıkıyönetim komutanlıklarınca atama yapıldı. Darbeden hemen sonra 24 Ocak kararları hayata geçirildi, sermayenin önü açılırken emek hareketi yok edildi.

• Yine darbe sonrası kurulan YÖK ile üniversitelerin özerkliği ortadan kaldırıldı, sermayeye göre şekillenen, bilim dışı bir yapı haline dönüştürüldü. Akademi, milliyetçi, İslamcı kadrolarla dolduruldu.

∗∗∗

12 EYLÜL AKP İLE SÜRÜYOR

Yasaları ve kurumlarıyla 12 Eylül, AKP iktidarı tarafından bugün de varlığını sürdürmeye devam ediyor.

AKP siyaseti varlığını 12 Eylül’e borçludur ve bu nedenle de 12 Eylül Anayasasını koruyarak sürdürdüğü gibi, 12 Eylül’ün bütün kurum ve kuruluşlarını korumaktadır.

AKP 12 Eylül’ün en önemli kurumlarından YÖK’e, RTÜK’e, HSYK’ya, DGM’ye (Bugünkü adı ÖYM) karşı değildir; bütün bu kurumları AKP’lileştirerek ayakta tutmaktadır.

AKP vesayete de karşı değildir. Çünkü bugün bizzat kendisi toplum üzerinde vesayet rejimi kurmuştur. Üniversitelerden medyaya, yargıdan emniyete kadar bütün alanlarda vesayet oluşturmuş; muhalefet hareketlerinin üzerine 12 Eylül anlayışıyla yürümüştür.

AKP 12 Eylül’ün yasalarına da karşı değildir. Çünkü başta Sendikalar Yasası olmak üzere, Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları gibi bütün antidemokratik yasaları revize ederek olduğu gibi korumaktadır.

AKP sendika ve parti kapatmalarına da karşı değildir. AKP iktidarı boyunca çeşitli sendikalara kapatma davaları açılmış ve bunlardan emeklilerin, öğrencilerin, çiftçilerin ve yargı mensuplarının sendikal örgütleri kapatılmıştır.

Bugün AKP hükümeti aynı zihniyetle sendikal yasakların, barajların, grev yasaklarının ardında durmaya devam ediyor. Bununla da yetinmiyor, grev yasağı getirerek bu uygulamaların da ötesine geçiyor. Taşeronlaştırma, güvencesizlik, işsizlik, yaygın işten çıkartmalar hükümet politikası olarak uygulanıyor.

Türkiye sendikal haklar alanında dünyada en kötü sabıkaya sahip, en baskıcı, en müdahaleci ülkelerden biri durumunda. Yani 12 Eylül bu alanda da AKP ile varlığını sürdürüyor. Sermayenin, patronların yüzü AKP ile gülmeye devam ediyor.

AKP YÖK sistemini kaldırma iddiası ile geldi. Fakat bugün YÖK uygulamalarının, bilim üzerinde kurduğu tahakkümün sahibi durumunda. Üniversitelerde parasız eğitim, parasız sağlık isteyen, dayanışma masası açtıkları için polisin müdahalesine uğrayan binlerce, cezaevlerine atılan yüzlerce öğrenci var. Bugün cemaat denetimindeki gecekondu üniversiteleri liyakata bakmaksızın siyasal kadrolarla sözde bilim üretmeye çalışıyorlar.

AKP demokratik eğitim sistemine karşıdır. 12 Eylül’de başlayan zorunlu din dersleri düşünen, sorgulayan, eleştirel nesillerin yetişmesine engel olmak istiyordu. AKP iktidarı 4+4+4 ile dindar nesil yaratarak bu projeyi tamamlamaya çalışmaktadır. Bugün de karma eğitim tartışmaları yaşanıyor. Okullarda din dersi saatinin sayısı artarken gerici vakıf ve derneklerle işbirliği prokolü imzalanıyor. ÇEDES Projesiyle okullara din görevlisi atanıyor.

Hak ve özgürlükleri sadece kendisi için istemektedir. Televizyon kanalları RTÜK, gazeteler Basın İlan Kurumu sopasıyla susturulmak isteniyor.

AİHM kararlarına rağmen Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi cezaevlerinde bulunan siyasetçiler serbest bırakılmıyor. Milletvekili seçilmesine rağmen Can Atalay, gazeteci Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan hukuksuz yere cezaevinde tutuluyor.

En küçük bir eylem dahi polis engeliyle karşılanıyor. Her hafta gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri AYM kararına rağmen gözaltına alınıyor. Kayyum rektöre karşı çıkan üniversite öğrencileri, Akbelen’de doğasına sahip çıkan yaşam savunucuları, akaryakıt zammını protesto eden şoförler, fabrikada grev yapan işçiler polis müdahalesine maruz kalıyor.

(BİRGÜN)


Göz göre göre kaçtılar + Bir annenin zaferi - Timur Soykan / BİRGÜN

 Göz göre göre kaçtılar 

6 Şubat Depremi’nde 35 kişinin hayatını kaybettiği Ezgi Apartmanı ile ilgili bilirkişi raporu tamamlandı. Raporda müteahhidin ve binanın alt katındaki Kervan Pastanesi’nin taşıyıcı sistemlere zarar verdiği, yıkımda asli kusurlu oldukları tespit edildi. Kervan Pastanesi’nin sahipleri firar etti. Savcılık yakalama kararı çıkardı.

                                                   Sami Kervancıoğlu

Kahramanmaraş merkez Onikişubat ilçesindeki Ezgi Apartmanı, 6 Şubat Depremi’nin ilk saniyelerinde yıkılmıştı. 10 katlı binada 36 kişi yataklarından bile çıkamadan hayatını kaybetmişti. 1996 yılında inşa edilen binadaki dairelerin yarısı Kervancıoğlu Ailesi’ne aitti. Sami Kervancıoğlu aynı zamanda Kahramanmaraş’ta 4 şubesi bulunan Kervan Pastaneleri’nin sahibiydi. Ezgi Apartmanı’nın giriş katındaki Kervan Pastanesi, 2017 yılında kapıcı dairesini de içine alarak genişletilmişti.  

Havalandırma için perde duvara iki büyük delik açılmıştı. Pastanenin asma katına çıkan bir asansör tabliye kırılıp yerleştirilmişti. Yeni merdiven yapmak için kiriş ve döşemeler kesilmişti. Su boruları için kirişlerde delikler açılmıştı. Apartman yöneticisi Mustafa Doğruoğlu, o dönem bu tahribatın fotoğraflarıyla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvurmuştu. Gelen yanıtta tadilatın binaya zarar vermediği, imar affından faydalandığı anlatılmıştı. Yönetici Mustafa Doğruoğlu, 6 Şubat depreminde Ezgi Apartmanı’nda eşi ve iki evladıyla hayatını kaybetti.

Depremden sonra Kervan Pastanesi’ndeki tadilatta binaya verilen zararın fotoğrafları, belgeleri ortaya çıktı. Ancak Sami Kervancıoğlu, eski MÜSİAD Başkanı’ydı. Zengindi ve siyasi gücü vardı. Hiç tutuklanmadı.

Nurgül Göksu ise Ezgi Apartmanı’nda Sami Kervancıoğlu’nun kiracısı olan avukat oğlu Ahmet Can Zabun, gelini Avukat Nesibe Zabun ve henüz 6 aylık torunu Asude’yi kaybetmişti. Onların cenazelerini depremden 8 gün sonra enkazdan almıştı. Bir ay sonra binanın enkazının delil toplanmadan kaldırıldığını gördü. Enkazın başında nöbet tutarak kesilen bir kolonu, tabye kırılarak binaya yerleştirilen asansör parçalarını buldu ve görüntüledi. Savcıları çağırarak tutanaklar tutturdu.

Acılı anne adalet mücadelesi verirken Kervan Pastanesi’nin avukatlarının hakaretlerine uğradı. Kervan Pastanesi ile ilişkili bir yerel gazeteci, onun ailesini kaybettiği enkazda yayın yaparak anneyi hedef gösterdi. Ama Nurgül Göksu vazgeçmedi. Yeni delillerle soruşturmaya destek oldu.

                                         Adalet mücadelesi veren anne Nurgül Göksu ve depremde ölen oğlu.

Onun mücadelesi sonucunda aylar sonra Sami Kervancıoğlu ifadeye çağırılmış ve yurt dışına çıkış yasağı ile serbest bırakılmıştı. Kervancıoğlu’nun avukatları, 1997’de binayı yapan müteahhit Yakup Aktaş’ı suçladı. Kaçak kat çıktığını savundu.

Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı, Ezgi Apartmanı ile ilgili Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nden bilirkişi raporu istemişti. 7 öğretim üyesinin hazırladığı rapor Cuma günü savcılığa ulaştı. Raporda binayı inşa eden müteahhit ve tadilat yapan Kervan Pastanesi’nin yıkımda asli kusurlu oldukları belirtildi.

KTÜ’nün raporunda Kervan Pastanesi perde duvarında havalandırma için delikler açıldığı, zemin kat ile asma kat arasında fretli kolonun kesildiği, pastanenin servis asansörü için tabliyede statik ve mimari projede bulunmayan bir boşluk açtığı anlatıldı.  Bunlar izinsiz ve projesiz yapılmıştı.

Müteahhit ise zemin etüdü yaptırmamıştı. Rapora göre; binada temel kirişler donatı alanı açısından yetersizdi. Binada kaçak bir kat da vardı.

Binada yıkıma neden olan eksiklikler ve dış müdahaleler konusunda Fenni mesul de asli kusurlu bulundu. Fenni mesul Mehmet Tekin tutuklandı.

KTÜ’nün raporu üzerine Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı, Kervan Pastanesi’nin sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel’in, mevcutlu olarak savcılığa getirilmesi talimatı verdi. Ancak polisler Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel’i kayıtlı adreslerinde bulamadı. Telefonlarını da açmadılar. Bunun üzerine savcılık Kervan Pastanesi’nin sahipleri hakkında yakalama kararı çıkardı.

                                                                  Mustafa Pekel (sağda)

Avukatının verdiği bilgiye göre; binanın müteahhidi Yakup Aktaş hakkında 80 yaşında ve ağır sağlık sorunları olması nedeniyle adli kontrol kararı devam ediyor.

Aylardır adalet mücadelesi veren Nurgül Göksu ise karmaşık hisler içinde. “Ben aylardır sadece çocuğumun, gelinimin, torunumun kanı yerde kalmasın diye yaşıyorum. Uyumadım, yemedim, içmedim, adalet istedim. Delilleri buldum. Bu süreçte 15 kilo verdim. Hep ağladım. Bana baskı yaptılar vazgeçmedim. Şimdi onlar adaletten kaçıyor. Müteahhit, Kervan Pastanesi, yetkililer, 35 insanın ölümünde kimin sorumluluğu varsa cezasını çeksin” diyor.

                                                                 /././

Bir annenin zaferi 

6 Şubat depreminde oğlu, gelini ve torununu Ezgi Apartmanı’nda yitiren annenin hukuk mücadelesinde yeni gelişme yaşandı. Müteahhit ile binanın alt katındaki pastanenin sahipleri kusurlu bulundu, yakalama kararı çıkarıldı.

                         Depremde yıkılan 10 katlı Ezgi Apartmanı’nda 35 kişi yaşamını yitirmişti. (Fotoğraf: AA)

Maraş merkezli 11 ili etkileyen 6 Şubat Depremi’nde 35 kişinin hayatını kaybettiği Ezgi Apartmanı ile ilgili bilirkişi raporu tamamlandı. Raporda müteahhidin ve binanın alt katındaki Kervan Pastanesi’nin taşıyıcı sistemlere zarar verdiği, yıkımda asli kusurlu oldukları tespit edildi. Kervan Pastanesi’nin sahipleri firar etti. Savcılık yakalama kararı çıkardı.

Maraş’ın Onikişubat ilçesindeki Ezgi Apartmanı, depremin ilk saniyelerinde yıkılmıştı. 1996’da inşa edilen binadaki dairelerin yarısı Kervancıoğlu ailesine aitti. Sami Kervancıoğlu aynı zamanda Maraş’ta 4 şubesi bulunan Kervan Pastaneleri’nin sahibiydi.

SİYASİ GÜCÜ VARDI

Ezgi Apartmanı’nın giriş katındaki Kervan Pastanesi, 2017 yılında kapıcı dairesini de içine alarak genişletilmiş, havalandırma için perde duvara iki büyük delik açılmıştı. Pastanenin asma katına çıkan bir asansör tabliye kırılıp yerleştirilmişti. Yeni merdiven yapmak için kiriş ve döşemeler kesilmişti. Su boruları için kirişlerde delikler açılmıştı. Apartman yöneticisi Mustafa Doğruoğlu, o dönem bu tahribatın fotoğraflarıyla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvurmuştu. Gelen yanıtta tadilatın binaya zarar vermediği, imar affından faydalandığı anlatılmıştı. Yönetici Doğruoğlu da depremde eşi ve iki evladıyla hayatını kaybetti. Depremden sonra Kervan Pastanesi’ndeki tadilatta binaya verilen zararın fotoğrafları, belgeleri ortaya çıktı. Ancak Sami Kervancıoğlu, eski MÜSİAD Başkanı’ydı. Zengindi ve siyasi gücü vardı. Hiç tutuklanmadı. Nurgül Göksu ise Ezgi Apartmanı’nda Sami Kervancıoğlu’nun kiracısı olan avukat oğlu Ahmet Can Zabun, gelini avukat Nesibe Zabun ve henüz 6 aylık torunu Asude’yi kaybetmişti. Cenazelerini depremden 8 gün sonra enkazdan almıştı. Bir ay sonra binanın enkazının delil toplanmadan kaldırıldığını gördü. Enkazın başında nöbet tutarak kesilen bir kolonu, tabye kırılarak binaya yerleştirilen asansör parçalarını buldu ve görüntüledi. Savcıları çağırarak tutanaklar tutturdu. Acılı anne adalet mücadelesi verirken Kervan Pastanesi’nin avukatlarının hakaretlerine uğradı. Ama vazgeçmedi.

                                   Adalet mücadelesi veren anne Nurgül Göksu ve depremde ölen oğlu.

3 KİŞİ HAKKINDA KARAR

 Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı, Ezgi Apartmanı ile ilgili Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nden bilirkişi raporu istemişti. 7 öğretim üyesinin hazırladığı rapor cuma günü savcılığa ulaştı. Raporda binayı inşa eden müteahhit ve tadilat yapan Kervan Pastanesi’nin yıkımda asli kusurlu oldukları belirtildi.KTÜ’nün raporunda, pastanenin perde duvarında havalandırma için delikler açıldığı, zemin kat ile asma kat arasında fretli kolonun kesildiği, pastanenin servis asansörü için tabliyede statik ve mimari projede bulunmayan bir boşluk açtığı anlatıldı. Bunlar izinsiz ve projesiz yapılmıştı. Müteahhit ise zemin etüdü yaptırmamıştı. Rapora göre; binada temel kirişler donatı alanı açısından yetersizdi. Binada kaçak bir kat da vardı. Binada yıkıma neden olan eksiklikler ve dış müdahaleler konusunda Fenni mesul de asli kusurlu bulundu. Fenni mesul Mehmet Tekin tutuklandı. KTÜ’nün raporu üzerine Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı, Kervan Pastanesi’nin sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel’in, mevcutlu olarak savcılığa getirilmesi talimatı verdi. Ancak polisler Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel’i kayıtlı adreslerinde bulamadı. Telefonlarını da açmadılar. Bunun üzerine savcılık Kervan Pastanesi’nin sahipleri ve binanın müteahhidi Yakup Aktaş hakkında da yakalama kararı çıkardı. Aylardır adalet mücadelesi veren Nurgül Göksu ise karmaşık hisler içinde. “Aylardır sadece çocuğumun, gelinimin, torunumun kanı yerde kalmasın diye yaşıyorum. Uyumadım, yemedim, içmedim, adalet istedim. Delilleri buldum. Şimdi onlar adaletten kaçıyor. Müteahhit, Kervan Pastanesi, yetkililer, 35 insanın ölümünde kimin sorumluluğu varsa cezasını çeksin” dedi.

Timur Soykan / BİRGÜN

11 Eylül 2023 Pazartesi

Alanya’da doğal sit olan Demirtaş sahili adım adım böyle yapılaşmaya açıldı! - Yusuf Yavuz / soL

 “Turizmci pandemide zarar etti, ülkeye olan dış göç yüzünden konut talebi arttı” gerekçesiyle Alanya Demirtaş sahili de betonlaştırılacak…

Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’nin Eylül ayı toplantısı 11 Eylül Pazartesi günü yapılacak. Meclis gündeminde görüşülmesi beklenen maddeler arasında imar revizyonları yine öne çıkıyor. Toplam 95 gündem maddesiyle saat 14.00’da toplanacak olan Büyükşehir Meclisi’nin devam oturumu ise 15 Eylül Cuma günü yapılacak.

Caretta yuvalama alanı sahil 1999'da doğal sit ilan edildi

Meclis gündeminin 7. Maddesinde yer alan Alanya Belediyesi’nin Demirtaş Mahallesi’nde yapmak istediği 1/5 bin ölçekli Nazım İmar Planı Değişikliği talebi, Antalya Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu tarafından 12 Temmuz 2023 tarihinde ‘uygun’ bulunarak Meclis’e havale edildi. Plan değişikliği raporunda yer verilen bilgilere göre, Demirtaş sahilindeki bölge deniz kaplumbağalarının yuvalama kumsallarından biri olduğu için Nisan 1999’da 1. Derece doğal sit alanı olarak koruma altına alındı. Ancak Kurul kararına açılan dava sonucu İdare Mahkemesi’nce sit kararı iptal edildi.

                              Alanya Demirtaş sahilinde sit alanından çıkarılan alanlar yapılaşmaya açılıyor

Yerel belediyenin talebiyle kurul sit derecesini düşürdü

Mahkeme kararının ardından 2003 yılında Koruma Bölge Kurulu sahilin durumunu yeniden gündemine aldı ve Keşefli, Yeşilöz ve Uğrak köyleri sınırlarında kalan bölgeyi 27 Şubat 2003 tarihinde 3. Derece doğal sit alanı ilan etti. Dönemin Demirtaş Belediyesi ise Demirtaş beldesi ile Seki köyleri arasında kalan 1. Derece doğal sit alanı kararının değiştirilmesi için Kurul’a başvurdu. Bunun üzerine Kurul 16. Şubat 2006 tarihli kararı ile Demirtaş mücavir alanı içerisinde kalan, Seki köyü, Syedra antik kentinden başlayarak, belde sınırları içerisinde devam eden alanın 3. Derece doğal sit alanı olarak tescil etti. Bir başka deyişle Demirtaş Belediyesi, mahkeme kararını emsal göstererek bu alanın da koruma derecesinin düşürülmesini sağladı.

Sınırlar değiştikçe 23,7 hektarlık arazi sit dışı bırakıldı 

Önce 1. Dereceden 3. Dereceye düşürülen koruma kararları, daha sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca yapılan güncellemelerle bir kez daha değiştirildi. Yapılan düzenlemeyle 3. Derece sit alanının sınırları daraltılarak Nitelikli Doğal Koruma Alanı olarak tescil edilirken, etkileme geçiş alanı da Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak tescil edildi. Bu düzenlemelerin ardından korunan alan sınırlarının değişmesiyle birlikte korunan alan sınırlarının dışında kalan yaklaşık 23,7 hektarlık arazi için imar planı değişikliğine giden Alanya Belediyesi, imar rantının oldukça yüksek olduğu bu bölgede, Demirtaş Mahallesi’ndeki mevcut Nazım İmar Planı hükümlerinin geçerli olacağı kaydediliyor.  Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da, planlamaya konu 23,7 hektarlık alanın “doğal sit alanı dışında kaldığı” yönünde görüş bildirmesinin ardından yapılaşmaya açılabilecek.

Demirtaş sahilinde 5 kat yapılaşma izni verilmesi öngörülüyor

Aynı şekilde Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Eylül ayı gündemine alınan 28. Madde de Alanya Belediyesi’nin Demirtaş Mahallesi’ndeki söz konusu araziler üzerindeki turizm tesis alanı yapılaşma koşullarının değiştirilmesi talebini içeriyor. Buna göre plan üzerinde TAKS (taban alanı katsayısı) oranı belirlenmemiş bölgelerde “TAKS oranı yüzde 20’yi aşamaz” ibaresinin, “TAKS oranı yüzde 30’u aşamaz” şeklinde değiştirilmesi talep ediliyor. Alanya Belediye Meclisi’nin 3 Mayıs 2023 tarihli oturumunda itirazlar eşliğinde ve oy çokluğu ile aldığı değişiklik talebi, Antalya Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu tarafından 6 Eylül 2023 tarihinde uygun bulunarak Meclis’e havale edildi. Emsal oranı yüzde 80, kat yüksekliği ise 4 olarak belirlenen düzenleme ile Demirtaş sahilinde yeni otel inşaatları yükselmesinin önü açılacak.

                                         Demirtaş sahilinde turizm alanı olarak ayrılan bölge

‘Pandemide turizmci zarar gördü, dış göç konut talebini artırdı' gerekçesi

Plan raporunda değişikliğin yapılmasına gerekçe olarak bölgedeki turizmcilerin pandemi döneminden olumsuz etkilendiği belirtilerek, söz konusu düzenlemeyle turizm yatırımlarının teşvik edilmesinin amaçlandığı kaydediliyor. Farklı ülkelerde yaşanan savaş ve iç çatışmalar nedeniyle ülkeye büyük oranda dış göç artışı olduğuna da değinilen plan raporunda, göçe bağlı olarak artan konut talebinin arttığına değinilerek, “Demirtaş Mahallesi’nde de turizm tesis alanı olarak planlı olan alanlarda gerek emsal düşüklüğü, gerekse yaşanan olaylar nedeniyle turizm yatırımı yapılmamaktadır” ifadelerine yer verildi.

‘Boş atıl durumdaki alanlar' nitelemesi 

Plan raporunda, plan değişikliği yapılmak istenen arazilerle ilgili “Onaylı imar planına göre oluşmuş parseller yapılaşmaya açık durumdadır. Fiili durumda kısmen tarım yapılan alanlar ile boş atıl durumdaki alanlar yer almaktadır” ifadelerine yer verilmesi de dikkati çekti. İlçe merkezindeki imar hükümlerinin daha önce korunan alan statüsünde olan kıyı alanında da geçerli kılınması, Demirtaş sahilinin de betonlaşmasına yol açacak.

Yusuf Yavuz / soL

10 Eylül 2023 Pazar

Sıradan insanların ressamı Neş'e Erdok + Laocoön ve oğulları (FİDE LALE DURAK -soL/Kültür)

Sıradan insanların ressamı Neş'e Erdok 

Neş’e Erdok’un haberlerde görüp etkilenerek resmettiği bu olaylar, Erdok’un sanata olan yaklaşımını anlatmak için çok iyi birer örnek.

                   Neş’e Erdok, 2022, “Korkmayın biz çıktık, kapıyı kırmanıza gerek yok (kentsel dönüşüm)”
Geçtiğimiz yıl, İstanbul Güngören’deki kentsel dönüşüm sırasında evlere sabah baskınları yapılmış ve insanlar evlerinden atılmıştı. Bu baskınlardan birinde polis, boşaltacağı bir evin kapısında çocuğa ait gibi görünen el yazısıyla yazılmış şu cümleyi bulmuştu: “Korkmayın biz çıktık, kapıyı kırmanıza gerek yok.” Yine 2022 yılında, Migros’un İstanbul Esenyurt deposunda işten çıkarmalara ve düşük maaşlara karşı direnişe geçen işçilerin eylemi, Migros Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın Beykoz’daki villasının önüne kadar dayanmış ve işçiler polis tarafından darp edilerek göz altına alınmıştı. O işçilerden biri, elinde plastik kelepçe, göz altı arabasında göz yaşlarını silerken kameralara yansımış ve göz altından çıktıktan sonra “bir ekmeği bize çok gördüler” demişti.
                                                    
Neş’e Erdok, 2022, “Kelepçe”

Güngören’deki o ev yıkıldı ve üstünde yazının olduğu kapı da artık yok; mücadele eden işçiler bazı örneklerde kazanımlar elde etmiş olsa da geçen yıldan beri emekçiler daha iyi koşullarda çalışmıyor. Sanatın yalnız başına bir değiştirme gücü olmadığı aşikâr. Ama, o cümle Neş’e Erdok’un resmine adını verdi ve “Kelepçe” isimli resim, Migros işçisinin göz yaşlarını hep hatırlatacak. Neş’e Erdok’un haberlerde görüp etkilenerek resmettiği bu olaylar, Erdok’un sanata olan yaklaşımını anlatmak için çok iyi birer örnek.

Neş’e Erdok, Balkan Harbi sırasında Türkiye’ye göçen iki ailenin çocuğu olarak 1940 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Erdok’un bir röportajında bahsettiğine göre, orta okuldaki resim öğretmeninin Güzel Sanatlar mezunu olması vesilesiyle Erdok küçük yaşta resmi sever. Ressam olma isteği, başlarda ailesi tarafından hoş görülmese de, Erdok’un geçirdiği ağır tifo sonrasında, ressamlığın onun için daha az yorucu bir meslek olacağı düşünülerek desteklenir. Böylece Erdok, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) girerek, daha az yorulacağı değil belki ama ömrü boyunca severek yapacağı bir mesleğe adım atar. Akademi’de Neşet Günal atölyesinden mezun olur. Neşet Günal’ın toplumcu gerçekçi yaklaşımından ve resimlerindeki figür çözümlemelerinden etkilenir. Mezun olduktan sonra bir yıl Madrid’e giderek İspanyol dili, edebiyatı, uygarlığı ve sanat tarihi üzerine çalışır. Hemen ardından Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olarak yetiştirilmek üzere, devlet bursuyla Paris’e gönderilir. Yurda döndüğünde mezun olduğu Neşet Günal atölyesinde asistan olarak görevlendirilir ve Profesör olarak emekli olacağı 2008 yılına kadar burada çalışır.

Neş’e Erdok’un resimlerinde kendi deyimiyle; “çok güzel ya da hali vakti yerinde insanlar” yoktur, onun yerine gündelik hayatın sıradan insanları vardır. Resimlerinde, her gün vapurda gördüğü simitçiye, işe giden emekçilere, balonuyla mutlu bir çocuğa ya da camiden kalkan bir cenazeye, şahit olduğu, yaşamına iz bırakmış kişilere ve olaylara yer verir. Bu açıdan Erdok’un resimleri sanatçının günlükleri gibidir: biraz hayal gücünden beslenen ama hep yaşanmışlık dolu, baktıkça öyküsünün hissedildiği, bazen de hepimizin şahit olduğu toplumsal olayları ölümsüzleştiren tuvaller. Örneğin 2021 yılında İzmir’de meydana gelen deprem sonrasında yaptığı “Bayraklı ‘Kurtuluş’” ve 2023 yılında henüz üzerinden altı ay geçmiş olan büyük depremin ardından yaptığı “Hatay”, hem politik hem de sanatsal estetik ile üretilebileceğini gösteren resimlerdir.

                                                Neş’e Erdok, 2021, "Bayraklı ‘Kurtuluş"

Her iki resimde de kurtulan bir insana yardım etmek için uzanan eller ve insanlar vardır. Erdok’un resimlerinde eller, portre gibi duyguludur ve bu amaçla resme dahil edilir. Eller, bazen resim tarihindeki mitolojik kahramanları anımsatan dramatik bir duruşa, bazen de toplumcu gerçekçi sanatta emeğin bir temsili olarak öne çıkartılan abartılı büyüklüklere sahiptir.

“Bayraklı ‘Kurtuluş’” resminde, resmin geneline hâkim olan gri rengi, kurtarılan insanın üzerine serilmiş bir battaniye keser. Ölümün kasvetli soğukluğuna inat yaşamın önemi göz alıcı bir turuncu ile vurgulanırken; yaşama yeniden dönmüş bir insanın solgunluğu ve kırılganlığı ise nazikçe uzatılan bir gül ile kucaklanır. Geri kalan her şey aynı gride kamufle edilir. “Hatay” resminde de benzer etkiler vardır; bu kez kurtarılan çocuk, kırmızı bir kask, çiçek motifleriyle süslü bir battaniye, bir kuş ve elini yalayan kedi gibi sıcak renk ve imgelerle sarılır.

                                                  Neş’e Erdok, 2023, “Hatay”

Bugün 83 yaşında olan Erdok, hala resim yapamadığı günü eksik sayıyor çünkü onun için resim yapmak varoluş nedeni. Ve bu varoluşu kendine de kanıtlamak istercesine resimlerine ya kendisini ya da kendisinin temsili olarak bir kediyi mutlaka ekliyor. Belki de bu yüzden otoportresinde ve diğer figürlerinde insanlar hep gözümüzün içine bakıyor ve her bir el ayrı bir portre gibi duygu taşıyor.

Erdok’un, bu yazıda da yer verilen son resimlerinden oluşan kişisel sergisi, Bomontiada’da sergi salonunda sürmekte. Bugün serginin son günü, fırsatı olup gidebilenler, sergide ilk olarak Lermontov’un “Düş” şiiri için yapılmış resmiyle karşılaşacaklar. Şiirin okunarak resme bakılmasını tavsiye ederim, ilk paragrafın dizeleri şöyle:

“Öğle sıcağında, Dağıstan vadisinde

Göğsümde kurşun sessiz yatmaktaydım;

Yaram derindi, hala tütüyordu ve

Damla damla sızmakta idi kanım”

Neş’e Erdok, 2022, “Lermontov’un ‘Düş’ Şiiri İçin”

“Lermontov’un Düş Şiiri İçin”, “Melankoli’nin Kara Güneşi”nde ya da “Gamlı Baykuş” gibi çoğu otoportre olan figürlerinde, yalnızlık ve melankoli duygusu kendini hissettirir. Sanatçının yalnızlığından kurtulma ve duygularını paylaşma biçimi belki de resimlerini bizimle paylaşmasıdır. Her durumda Erdok sıradan hayatı, işçilerle, emekçilerle, çocuklarla, depremden kurtulanlarla gözümüzün içine bakarak, ellerinden yaşam akıtarak, her zaman kasvetli fırçasıyla biraz melankolik ama insandan yana bir duruşla paylaşıyor.

                                                                                 /././


Laocoön ve oğulları 

Rönesans döneminde, El Greco’nun resimlerinde ya da modern dönemde, üretilen estetiğin etkisi sanatçısının niyetini aştığında bir tarihselliğe kavuşabiliyor.

1506 yılında Roma’da yapılan kazılar sırasında bulunan “Laocoön ve oğulları” heykelinin MÖ 175-150 civarına ait olduğu düşünülür.  Heykelde, Vergilius’un Aeneas destanından bir öykü betimlenir: Truvalı rahip Laokoön, kente gönderilen tahta atın içinde Yunan askerleri olduğunu anlar ve atın kente sokulmaması için halkı uyarır. Ancak aslında tanrıların karşı karşıya geldiği savaşta, Truva’yı yerle bir etmek isteyen tanrılar bu duruma kızar. İşlerine karıştığını düşündükleri rahibi cezalandırmak için denizden yılanlar gönderirler. Rahip Laocoön ve oğulları yılanlar tarafından öldürülür. 

Heykel Helenistik döneme tarihlenir. Helenistik dönemde sanatçılar, büyü ve dinle olan bağlarını zayıflatmış ve resme ya da heykele ait teknik sorunlara gerçekten teknik sorunlar olarak bakmaya başlamışlardır. Sanatçıların dinsel öykülerin bağıntıları olmadan, tekniğe dair getirdiği yeni çözümler, aynı zamanda ustalıklarını da ispat etmesi anlamına geliyor, böylece öncelikli amaç dinsel öykü aktarımı olmaktan çıkıyordu.  “Laocoön ve oğulları” heykelinin gerçek insan boyutlarında olması, kompozisyonunun dinamizmi ve portrelerdeki duygu, bulunduğu dönem olan Rönesans sanatçılarını da oldukça etkilemişti. 

                            Agesander, Athenodoros ve Polydorus, M.Ö. 175-150, “Laocoön ve Oğulları”, Vatikan
Rönesans döneminde yaşanan yenilikler sanata da çok şey katmıştı; insan bedenine dair bilinenler arttıkça sanatçılar figürlerini gerçeğe yakın yapmaya, matematik bilgisi yaygınlaştıkça sanat eserinin göze hoş gelen estetiğinin formüllerini oluşturmaya başlamışlardı. Rönesans, özellikle bir sonraki kuşak sanatçılar için “sanatın doruğu” demekti. Bu yüzden, Rönesans dönemi eserlerinden daha iyi işler yapmanın mümkün olmayacağını düşünen sanatçılar bakış açılarını değiştirdiler. Rönesansın güzellik anlayışını içi boş ve ruhsuz olarak değerlendirip, kendi “güzel” imgelerini ise gerçeküstücülüğe yaklaşarak ve figürlerine ruhsallık atfederek oluşturdular. Bu dönem sanatçılarının geliştirdiği bu yeni üslup nedeniyle, yaptıkları tarza “Üslupçuluk / Maniyerizm” adı verildi. Maniyerizmin önemli isimlerinden olan Parmagianino, insan bedenini uzatıp, kafalarını küçültürken; Tintoretto ise resimlerindeki bitmemişlik duygusu ve asimetri ile dönemin ilham alınan ustalarından oldu. Ancak hiçbiri bu yeni yöntemleri El Greco (Yunan) adıyla tanınan Girit doğumlu Domenikos Theotokopoulos kadar ileri taşıyamadı. 
                                                
El Greco, 1610-1614, “Laocoön”, Washington – ABD

El Greco, 20’li yaşlarında Venedik’e gelmeden önce kendi ülkesinde eski Bizans tarzında ikon resimlerinde ustalaşır, Venedik sonrasında Roma’ya geçerek maniyerist sanatın etkileriyle birlikte kendi özgün tarzını belirginleştirir. Ancak Roma’da kolay kabul görmez, sonunda İspanya’nın Toledo kentine yerleşir. Muhtemelen kendisi de oldukça inançlı biri olan El Greco, kutsal öyküleri yeniden, heyecanla anlatabileceği kenti bulmuştur. Çünkü, yakın zamana kadar İspanya’nın başkenti olan Toledo’nun kilise ve Orta Çağ etkisi daha belirgindir ve bu kent El Greco’ya kucak açacaktır.

El Greco, neredeyse ömrünün tamamında dinsel resimler üretir, ölmeden dört yıl önce, Roma’da bulunduktan yaklaşık 100 yıl sonra “Laocoön ve Oğulları” heykelinden etkilenerek, “Laocoön” adında bir resim yapar. Bu resimde rahip Laocoön ve bir oğlu yılanla boğuşmaktadır, diğer oğlu ise çoktan ölmüştür. Resmin arka planındaki manzara ile ön taraftaki figürler gerçek dışı bir şekilde birleşirler. Resmin genel etkisindeki soyutluk El Greco’nun diğer işlerinden farklıdır. Diğer açıdan figürlerin uzun ve kıvrımlı formu, çevreyle ilişkilenmeyen içe dönük, hülyalı ruhsallıkları El Greco’nun maniyerizminin alışıldık bir örneğidir. İlham aldığı heykelde de olduğu gibi, figürlerin gözlerindeki derinlik, ağızlarındaki hafif açıklık ve dağınık saçları ile resimde oluşturulan dramatik etki, Helenistik dönem ile benzerlik kurar ama dramanın kaynağının dinsel bir tutku olması ile Helenistik dönemden ayrılır. El Greco’nun aziz ya da İsa portrelerine bakıldığında en çok gözler dikkat çeker. Bu dinsel figürlerin gözleri yukarı bakan ve ağlamaklıdır. Dolayısıyla bu resimde El Greco, bir insanı azizleri tasvir ederken betimlediği özelliklerle resmetmiştir. 

                                                 El Greco, “Laocoön” resminden detay

El Greco’nun resmindeki dışavurum ve soyutlama gücü, kendisinden yaklaşık 300 yıl sonra, modern sanatı oluşturan sanatçıları etkileyecekti. Özellikle Picasso, onun siyah kontörlerinden ve soluk renkli figürlerindeki cesareti örnek alacak; ülkemizden Neş’e Erdok etkilendiğini belirtmekten çekinmediği İspanya sanatına baktığında, El Greco’nun figürlerinin deformasyonunu, belki de özellikle ellerinin portrelerdeki konumlanışını etkili bulacaktı. 

Başa dönmemiz gerekirse, tanrıların kendi işine karıştığı için cezalandırdığı bir insanın hikayesinden seküler ya da dinsel birçok eser üretilmiş olabilir. Ancak gerçekte insan kendi hikayesini yazıyor. Bu yüzden insanlar savaşırken bir yandan tanrılar savaşıyor ya da resimlerdeki betimlemelerde azizler, insanlar birbirine karışıyor. Rönesans döneminde, El Greco’nun resimlerinde ya da modern dönemde, üretilen estetiğin etkisi sanatçısının niyetini aştığında bir tarihselliğe kavuşabiliyor. Sanata buradan baktığımızda insanlığın büyük hikayesi de daha anlaşılır olabilir. 

FİDE LALE DURAK -soL/Kültür



Hasan İzzettin Dinamo’nun şiirinde TKP’nin 103 yıllık mücadelesini bulmak - YEKTA ARMANC HATİPOĞLU / soL-Özel

 

Hasan İzzettin Dinamo’nun şiirinde anlattığı “Türkiye Sovyet Cumhuriyeti” şiirindeki çağrı ve kavga; partisi TKP’nin 103. yılında “Sosyalist İktidar” mücadelesi olarak yükseliyor.

10 Eylül 1920, bu topraklarda sosyalist hareket açısından milat oldu; Türkiye Komünist Partisi kuruldu. Bakü’de kurulan parti ve farklı siyasi geleneklerden gelen kadroları büyük oranda Ekim Devrimi’nden etkilenmişlerdi. Etkilenmemeleri düşünülemezdi. Dünyanın ilk işçi devletinin kuruluşuna, eskinin yıkılıp yeninin doğmasına şahit olmak hafife alınacak bir deneyim değildir kuşkusuz.

Türkiye Komünist Partisi’nin kesintisiz bir tarihi olmadığı açık. Tevkifatlar, ihanetler, likidasyonlar, hizipler; bunlar olmadan TKP tarihini okumak eksik kalacaktır. Ancak bunlarla birlikte direngen kadrolar, yerinde programlar ve adımlar, aydın çevresi ve en önemlisi kabaca dahi olsa “siyasi hedef” de TKP’nin dününde ve bugününde duran; Parti’yi bugüne getiren başlıklar. Direngen kadro ve aydın çevresinin içinde pek çok kişinin adı sayılabilir. Hasan İzzettin Dinamo da onlardan biri.

Yazın hayatına hece ölçüsüyle başlayan Dinamo, Nâzım Hikmet’le tanıştıktan sonra serbest ölçüyle yazmaya başlar. 1935’te Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş Bölümü’nü okumaya devam ederken, İsmet İnönü’ye karşı yazılan bir bildiride adı geçti diye Türk Ceza Kanunu’nun meşhur antikomünist “142. maddesinden” yargılanır ve dört yıl hapisle cezalandırılır. Ardından İstanbul’a geçer. İkinci Dünya Savaşı’nın Nazi Almanya’sı lehine sürdüğü yıllarda Yeni Edebiyat ve Ses gibi dergilerde antifaşist yazılar yazmaya başlar. Türkiye’nin egemen siyasi atmosferine tıpkı diğer TKP’liler gibi, diğer TKP’li aydınlar gibi kafa tutmaktan geri durmamıştır. TKP’li Halil Yalçınkaya’nın kızı Şerife ile yaptığı düğün, Parti kadrolarının bir araya gelmesi için araç görevi görür. Reşat Fuat Baraner’in TKP liderliğine gelmesi bu düğünden sonraya denk gelir. Abidin Dino, Bedri Rahmi, Mine Urgan, Suphi Taşan da düğündeki “tanıdık” isimlerdendir. Polisler, Hasan İzzettin Dinamo’yu sorguladıklarında bu düğünü nasıl atladıklarına şaşırdıklarını bile söylemişlerdir. Tabii düğün her şeyin “normalleşmesine” vesile olmaz. Dinamo’nun hayatı sürgünlerle, hapislerle geçer. 1909’da doğan Dinamo, 1989 yılında, 80 yaşında hayatını kaybeder. Arkasında “Savaş ve Açlar,” yedi ciltlik “Kutsal İsyan,” ve “Kutsal Barış” kitaplarının yanı sıra çelik gibi bir sosyalist aydın kimliği de bırakır.

“Siyasi hedef” başlığı ise biraz karmaşık. TKP, 1920’de başlayan mücadele sürecinden bugüne çok farklı siyasi hedefleri önüne koymuş bir parti. Ama en nihayetinde eşitlik, özgürlük, sosyalist bir ülke mücadelesi TKP’nin 103 yıllık tarihinde her zaman olmasa da çoğunlukla yeri olmuş hedeflerden.

Bugün de TKP’de karşılığı olan eşitlik, özgürlük ve “sosyalist Türkiye” mücadelesini en iyi, en estetik anlatan şairlerden birisi Hasan İzzettin Dinamo. “Aziz Türk işçisi!” diye başlayan, 1944 tarihli ve kendisine bir yıl hapis cezasına mal olan “Türkiye Sovyet Cumhuriyeti” şiirinin yazılma hikayesini Ömer Turan, 2013 yılında soL’da anlatmıştı:

“Hasan İzzettin Dinamo İstanbul’da arkadaşı Hasan Basri Alp’in (Daha sonraları Sansaryan Han’da polis tarafından merdiven boşluğundan atılarak öldürülür. Emniyet tarafından düşerek öldüğü açıklaması yapılır) evinde saklandığı sıralar birlikte faşizme karşı yeni bir edebiyat ve düşünce dergisi çıkarmaya karar verirler. Hasan Basri, Dinamo’dan dergiye bir şiir yazmasını da ister. Dinamo o gece ‘Türk Sovyet Cumhuriyeti’ adlı şiiri yazar.

Sonrasını şöyle anlatır Dinamo:

‘Ertesi gün Basri’ye, dergiye koyacağımız ilk şiirin müsveddesini okuduğumda ağzı açık kaldı. Sanki bir devlet kurulmuş gibi oğlan atılıp alnımdan öptü.’

Bu şiir, dergide yayımlanmadan önce polisin eline geçer. TBMM’nin kapalı oturumunda tartışmalara neden olur ve Dinamo ağır ceza alır. Hiçbir kitabında olmayan bu şiiri yıllar sonra damadı Cemil Acar TBMM arşivinden bulup çıkarır.

'… Senin bahtın,/Yaralı parmaklarınla ayıkladığın/Malum tütünün zifiri kadar karadır.' diye hatırlatıyor Hasan İzzettin Dinamo işçi sınıfının durumunu, işçi sınıfına. Ama bununla sınırlı kalmıyor tabii, Dinamo’nun bu şiirde yaptığı bir durum tespitinin ötesindedir. Sınıfı mücadeleye çağırır Dinamo, kurtuluşa işaret eder: 'Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,/Böyle süklüm püklüm durduğunu/Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,/Bırakıp senin nasırlı ellerine/Bu güzel memleketi,/Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.' Ve işçi sınıfının ayağa kalkışının görkemli olacağını 'Öyle silkin ki aziz işçim,/Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,/Bütün Türkiye’deki ağaçların/En üst dallarından en alt dallarına kadar/Senin nasırlı ellerinle asılanlar/Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin./Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası/Vaka-i Vakvakiye bile imrensin."

Dinamo’ya bir yıl hapis cezası aldıran şiiri, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti’nin tamamı şu şekilde:

Aziz Türk işçisi!

Tütüncüm, tornacım, mensucatçım, ateşçim ve sair

Dünyanın kurtuluş saati çalıyor.

Biliyorum ki en kabadayınız

Soğuk tütün depolarında

Koca bir hafta harcadıktan sonra

Ancak bir kefen parası alıyor,

Karısını veya çocuğunu gömmek için.

Aziz Türk işçisi!

Senin bahtın,

Yaralı parmaklarınla ayıkladığın

Malum tütünün zifiri kadar karadır.

Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,

Böyle süklüm püklüm durduğunu

Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,

Bırakıp senin nasırlı ellerine

Bu güzel memleketi,

Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.

Öyle silkin ki aziz işçim,

Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,

Bütün Türkiye’deki ağaçların

En üst dallarından en alt dallarına kadar

Senin nasırlı ellerinle asılanlar

Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin.

Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası

Vaka-i Vakvakiye bile imrensin.

Çekip alalım ayaklarından

Donlarına varıncaya kadar onların,

Gömülelim koltuklarına o ılık salonların…

Dışarıda yağarken buram buram kar,

Aç ve soğuk günlerden kalma hatıralar,

Karışıp halka halka Bafra tütünü dumanına

Bize göz kırpacak uzak yıldızlar.

Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti,

Çalışmak, yaşamak, gezmek hürriyeti

İçin kurulacaktır.

Ve bunlara karşı çıkan babamız bile olsa

İnsafsızca ve merhametsizce

Tutulup çarmıha vurulacaktır.

Bu dizelerde, Dinamo’nun yanı sıra partisi TKP’nin de kavgası ve sözü vardır; çalışmak ve gezmek hürriyeti için kurulacak, işçi sınıfının elinde yükselecek bir sosyalist cumhuriyet.

Bu dizelerin mücadelesi, tıpkı 1940’larda olduğu gibi, 2023 yılında da Türkiye Komünist Partisi tarafından veriliyor. Türkiye Komünist Partisi, işçi sınıfını, iktidarı alma mücadelesine “Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu” açıklığıyla çağırıyor.

Türkiye Komünist Partisi 103 yaşında. Likidasyonlar, ihanetler, hainler, hizipler görmüş Parti; bir o kadar da direngen kadrolar, tarihselliğine oturmuş programlar ve siyasi hedefler gördü. Dinamo’nun şiirinde anlattığı “Türkiye Sovyet Cumhuriyeti” şiirindeki çağrı ve kavga; partisi TKP’nin 103. yılında “Sosyalist İktidar” mücadelesi olarak yükseliyor.

YEKTA ARMANC HATİPOĞLU / soL-Özel