9 Kasım 2023 Perşembe

KENTSEL DÖNÜŞÜM (Dosya)

Rantsal dönüşümün önündeki engeller kaldırıldı: 'Yoksullar kentin daha da çeperine itilecek'(Emre Alım-soL/Özel)

Deprem riskini azaltacağı savunulan yasa değişikliğiyle müteahhitler zenginleşecek, konut hakkı ihlal edilen yoksullar kentlerin dışına itilecek.

Kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren kanun değişikliği Meclis'te kabul edildi. Yüz binlerce yurttaşın konut hakkını ilgilendiren değişiklik, Meclis'ten muhalefetin cılız itirazları arasında sessiz sedasız geçti.

6306 sayılı kanun 2012 yılında, Van depreminden sonra yürürlüğe girdi, bu tarihten sonra pek çok değişikliğe uğradı. Kanun mevcut haliyle dahi Anayasaya aykırı pek çok düzenleme içermekteydi. Kanunun kapsamı ''afet riski altındaki alanlar'' olarak tarif edilirken, yalnızca deprem riski bulunan bölgelere değil, ranta açılması planlanan alanlara uygulandı.

Çok sayıda bilim insanının uyarılarına karşın 6 Şubat öncesinde depremin etkilediği şehirlerde bu kanun kapsamında bir planlama yapılmadı. Buna karşılık, kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden yıllarda yoksulların yaşadığı pek çok mahalle riskli alan ilan edildi, bugüne dek bu mahallelerin bir kısmı tahliye edilerek yıkıldı. 

Aynı kanuna dair bugün kabul edilen değişikliğin gerekçesindeyse yaşanana dek herhangi bir önlemin alınmadığı 6 Şubat depremi işaret ediliyor. Ranta dayalı bir dönüşüm için hukuki her türlü "engel" bertaraf edililiyor.

Rantsal dönüşümün önündeki engeller kaldırıldı

Yasanın yeni halinin bu zamana kadar süren hukuksuzlukları derinleştireceğini ve yasalaştırılacağını belirten Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Esin Köymen, önümüzdeki dönemde daha çok mağduriyet yaşanabileceğini dile getiriyor: 

''Daha önce riskli ilan edilen alanlarda ve afetlerden sonra çok sık acele kamulaştırma işlemleri yapıldı. Burdaki durum acele kamulaştırmadan daha farklı. Yeni yasada ‘yeni yerleşim alanı’ bölümü kaldırıldığı için artık boş alanlara değil mevcut yapı stoklarının olduğu alanlar da rezerv alan ilan edilebilir.  Kentsel dönüşüm alanında daha önce 3’te 2 çoğunluğun kararıyla uygulamaya geçiliyordu şimdi salt çoğunluk yani yüzde 50+1 yeterli olacak. İnsanların ekonomik olarak gücü olmayabilir. Devletin burada sağladığı teşvikleri ve gerçek kira bedellerini de biliyoruz. Neredeyse 4’te 1’i oranında. Bu durumda varsıl grupların dar gelirler üzerindeki kentsel dönüşüm baskısı artacak. İnsanların başka bir yere gitmek dışında bir alternatifi kalmıyor.''

'Yoksullar kentin daha da çeperine itilecek'

Sürecin ilk adımı 16 Ekim tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın kuruluşunu düzenleyen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atıldı. Kurulan bu başkanlığa verilen yetkiler ve konuşulan değişiklikler, yeni örneklerin keyfi ve hukuksuz bir şekilde yürütülmesini sağlayacak.

Esin Köymen'e göre, yeni yasayla ranta dayalı kentsel dönüşüm herkesi mağdur edebilecek, bugüne dek belirli mahallelerde öne çıkan hukuksuz uygulamalar kentin geneline de yayılabilecek:  

''Daha önce 6306 sayılı kanunun uygulandığı gecekondu mahalleleri daha çok Hazine arazileri üzerindeydi. Bugün kendi mülkiyetlerinde de benzer bir durumu yaşayabilirler. Kentin varsıllar ve yoksullar arasında bir gerilimin mekanı haline gelmesidir bu. Bir avuç varsılın yanında geri kalan tüm yoksullar kentin daha çeperine doğru itilecek.''

Hukuki müdahale zorlaşacak

Kanunun yürürlükte haliyle hak kayıplarına neden olduğunu, rant odaklı uygulandığını hatırlatan Avukat Bade Başkan, yeni değişikliklerle olumsuz örneklere hukuki müdahalenin güçleşeceğine işaret ediyor:

''Süreler ve usullerde yapılan değişiklikler ile her türlü itiraz ve dava yolu oldubittiye getirilerek engellenecek, keyfiyetle binlerce insanın yaşadığı mahallelerin yıkımının ve tahliyesinin önü açılacak. Mahkemeye erişim, konut hakkı gibi pek çok temel hakkın ihlal edildiği bu düzenlemeler ile Kentsel Dönüşüm Başkanlığı isimli kurumun inisiyatifine bırakılıyoruz. Bu değişikliklerin deprem gerekçesiyle yapıldığı iddia edilse de, kanun değişikliğine bakıldığında amaçlananın deprem sebebiyle yurttaşların can ve mal güvenliğini korumak olmadığı anlaşılıyor. Daha önce, bu kanun kapsamında açılan davalardan yürütmenin durdurulması kararı alındığı, kimi davaların kabul edildiğini görmüştük. Yürütmenin durdurulmasının reddedildiği durumda bu karara itiraz mümkün olmayacak.''

Başta depremzedeler olmak üzere yoksulların haklarının zarar göreceğini belirten Bade Başkan, düzenlemenin 'sosyal devlet ilkesine' aykırılığına dikkat çekiyor:  

"Emekçiler ve mahalleleri kentlerden tamamen çıkartılacak. Bugün deprem riski altında, sağlıksız konutlarda oturan yüz binlerce vatandaşın evinin güçlendirilmesi, boş konutların değerlendirilmesi konuşulmazken dava ve yıkım süreçlerinin hızlandırılmasının hedeflenmesi önceliklerin ne olduğunu gösteriyor. Sonuçta, sosyal devlet ilkesine aykırı bu kanunların uygulanmasıyla Anayasal pek çok temel hak ve hürriyetin de ihlali söz konusu olacak."

Anayasa'nın 57. maddesi ne diyor? 

Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.

Fetihtepe örneğinde ne yaşandı?

6306 sayılı kanunun uygulandığı son mahallelerden biri, 2016 senesinde riskli alan ilan edilen İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki Fetihtepe Mahallesiydi. İstanbul’da deprem riski daha yüksek pek çok ilçe ve mahalle bulunmasına karşın, dönüşüm için şehir merkezine yakın bir gecekondu mahallesi olan Fetihtepe Mahallesi seçilmişti. Kiraların on binleri bulduğu İstanbul’da 5 bin 250 lira kira yardımı ile mahalleli yaşadıkları konutlardan çıkartıldı, uzak mahallelere ya da farklı şehirlere taşınmak zorunda bırakıldı. 

Değişiklik yapılan maddeler özetle şöyle:

  • Riskli yapılara ilişkin olarak kiracı ve ev sahiplerine yapılan tebligatların “kolaylaştırılması” maksadıyla, riskli yapı tespit işlemi ile yapı tahliyesi ve yıktırılmasına ilişkin tutanağın yapıya asılması, muhtarlıklara ilanı ve e-devlet üzerinden yapılacak bildirimler ile ilerlenmesi yeterli kabul edilecek. Bu yolla pek çok yapının riskli yapı tespit işleminin ve tahliye ile yıkımın habersiz olarak gerçekleştirilmesinin önü açılacak ve dava sürelerinin kullanılması zorlaştırılacak. 
  • Riskli yapı tespiti ve yıkım için tahliye işlemi ev sahibi veya kiracıların bulunmaması halinde kapalı kapı ve alanların açılması suretiyle, zorla gerçekleştirilebilecek. 
  • Kentsel dönüşüm için gelir sağlamak maksadıyla, riskli yapıların belirli bir metrekaresinin veya değerinin Kentsel Dönüşüm Başkanlığına devri mümkün olacak. 
  • Riskli alan ilan edilen mahallelerde, mahallelilerin yıldırılması ve tahliyesi maksadıyla yürütülmekte olan elektrik, su ve doğalgaz gibi hizmetlerin durdurulması yetkisi Bakanlık’tan alınarak Kentsel Dönüşüm Başkanlığına verilecek. 
  • Uygulamada riskli yapıların yıktırılması için ev sahiplerine önce altmış günden, sonrasında otuz günden çok olmamak üzere belirlenen süreler, tek seferde doksan günden fazla olmamak üzere değiştirilerek zorlaştırılan tebliğ usulü ile hak kayıpları yaşanacak. 
  • Kanunda hak sahiplerinin kararı ile uygulanan tüm işlemlerde, çoğunluk üçte ikiden yarıya düşürülecek.
  • Satış bedellerinin eksik hesaplanması halinde karara katılmayan ev sahiplerinin başvuruları sonucunda satış işleminin iptali ortadan kaldırılacak, aradaki farkın satın alan hisse sahibi tarafından ödenerek ilerlenecek.
  • Rezerv yapı alanı olarak ilan edilecek alanların, yeni yerleşim alanı olarak belirlenmesi şartı kaldırılarak mevcut yerleşim alanlarında hukuksuz olarak rezerv alan ilan edilme yetkisi doğacak. 
  • Plan ilan, askı ve itiraz süreleri kısaltılacak. 
  • Karar alınması sürecinin uzaması ihtimaline karşı lisanslı kuruluşlar ortaya çıkacak.
  • "Yoksul veya dar gelirli" ev sahiplerinin hakları Kentsel Dönüşüm Başkanlığı ile paylı mülkiyet esaslarıyla tescil edilecek ve oturma hakkı verilebilecek. 

 Uygulamada ne değişecek?

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki'nin İstanbul'da 600 bin konutun dönüştürülmesi gerektiğini belirtmesi rantın büyüklüğünü gösteriyor. Gün geçtikçe yoksullaşan milyonlarca emekçinin dönüşüm maliyetlerine katlanamayarak yaşadığı mahallelerden tamamen çıkarılacağı tahmin ediliyor. Tüm bu değişikliklerin yanı sıra yapıların güçlendirilmesinin hiç değerlendirilmemesi de bunun kanıtı niteliğinde.

Deprem bölgesinde çok sayıda yıkım, güçlendirme, tahliye, abonelik iptali gibi işlemlerine karşı dava açılmıştı. Deprem bölgesinde depremden önce veya sonra herhangi bir önlem almayan iktidar, kanun değişikliği kapsamında iptal davalarının hızlandırılmasını amaçladığını açıkça belirtiyor. 

Savunmaya cevap ve cevaba cevap dilekçesinin ve yürütmenin durdurulması kararına itirazın kaldırılması, tebligatın seri yolla yapılması ve istinaf sürelerinin kısaltılması ile deprem bölgesindeki ev sahipleri başta olmak üzere, hak sahiplerinin mahkemeye erişim hakkı kısıtlanacak. Bu yolla, 6 Şubat depreminde yıkılan on bir ili depremden etkilenen yurttaşların aleyhine yeniden inşasının önü açılacak. 

Tek itiraz yolu AYM

Meclis'te kabul edilen yasa değişikliği için gözler Anayasa Mahkemesi'ne itiraz yetkisi bulunan muhalefette. Esin Köymen, itirazın gerçekleştirilmesi için milletvekilleriyle görüştüklerini aktarıyor:

''Yasanın kendisine dava açma yetkimiz yok. Muhalefet partilerinin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi gerekiyor. Raporlarımızı hazırlıyoruz, kamuoyu ve milletvekilleriyle paylaşıyoruz.''

                                                       /././

'Kentsel dönüşüm düzeni enkaz altında kaldı, suç ve suçlu bellidir'(Burcu Günüşen-soL/Söyleşi)-(04/05/2023)

Depreme ilişkin 2. raporunu yayımlayan Mimarlar Odası'nın başkanı Eyüp Muhcu '6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir' dedi.

TMMOB Mimarlar Odası 6 Şubat depremlerine ilişkin ikinci raporunu önceki gün kamuoyuyla paylaştı. İlk raporunu 11-16 Şubat 2023 tarihleri arasında bölgedeki teknik heyetinin incelemeleri ışığında yayımlayan odanın ikinci raporu ise 29 Mart-2 Nisan 2023 tarihleri arasında bölgede yapılan inceleme ve değerlendirmelerine dayanıyor.

Yaklaşık 200 sayfalık raporda deprem bölgesinde yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasından yıkım çalışmalarına afet sonrası sürecin yönetiminde yanlışlıkların, yetersizliklerin ve koordinasyon eksikliklerinin devam ettiği tespitine yer veriliyor.

Depremlerin ardından bölgedeki imar süreçlerinde kamusal ve hukuksal denetimin yok sayıldığına dikkat çekilen raporda, yapılan ihalelere ilişkin bilgilere yer veriliyor. Rapor iktidarın afet ve kriz koşullarını kendi adına bir fırsata dönüştürdüğünün altını çiziyor.

AKP iktidarı depremin ardından sorumluluğu üzerinden atma çabasıyla "kentsel dönüşüm" projelerine karşı çıkanları hedef alırken, Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu soL'a yaptığı açıklamada "6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir" dedi.

Muhcu resmi açıklamaya göre 50 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği, 100 binden fazla kişinin yaralandığı depremlerde yıkılan ve ağır hasar gören konutların yarısından fazlasını AKP döneminde yapılan binaların oluşturduğunu dile getirdi.

"Mimarlar Odası 6 Şubat 2023 Depremleri Raporu 2 - Tespitler, Değerlendirmeler, Öneriler" başlıklı rapor üzerine Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu sorularımızı yanıtladı:

'1999 depremleri öncesine göre kentler afetlere daha açık hale getirildi'

Odanızın 6 Şubat Depremleri'ne ilişkin hazırladığı ikinci raporda ülkemizin aradan geçen 24 yılın sonunda geldiği noktanın 1999 Depremleri öncesindeki durumdan daha da geride olduğunu tespit ediyorsunuz. Bunun başlıca nedenleri nelerdir?

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin 11 ilde büyük yıkım ve can kayıplarına neden olması kentlerimizin afetlere karşı güvenli olmadığını acı bir şekilde ortaya koymuştur. 2000 yılı sonrası AKP döneminde üretilen yeni binalar yıkılan veya ağır hasar gören konutların yüzde 50’den fazlasını oluşturmaktadır. 

1999 Marmara Depremleri ve sonrasında; sağlıklı ve güvenli kentler hedefi doğrultusunda kentlerin afet risklerinin azaltılması, mevcut yapılaşmanın güvenli hale getirilmesi; tehlike arz eden yapıların tespit edilerek yenilenmesi, plan bütünlüğüne bağlı olarak yeni yapılaşma alanlarının belirlenmesi gerekiyordu.

Sağlıklı ve güvenli kentleşme hedefi yerine, emlak ve imar rantını önceleyen kentleşme politikaları ikame edilmesi; kentleri ve yaşam çevrelerini 1999 depremleri öncesine göre afetlere karşı daha açık hale getirdi.

Bakanlık ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle; tüm kentsel ve kırsal alanlar imara açılarak doğal, kültürel ve tarihi değerler sermaye ve yatırım araçlarına dönüştürüldü. 

Olası bir afette kullanılması planlanan toplanma alanları yatırımcı ve sermaye sahiplerine tahsis edilerek, bu alanlarda iş merkezi, alışveriş merkezi, toplu konut ve stat yapılmasında bir sakınca görülmemiştir. 

Bununla birlikte 6 Şubat depremleri sonrası merkezi ve yerel yönetimlerin ve AFAD başta olmak üzere ilgili ve sorumlu kurumların, afetlere hazırlıklı olmadığı görülmüştür. 

Afetlerle ilgili Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak kurumların yıllarca süren çalışmalarla oluşan birikim, deneyim ve kurumsal hafıza yok edilmiş; afetlerle ilgili tüm yetkileri merkezileştirilerek AFAD’a aktarılmıştır.

Deprem sonrası ilk müdahale, arama ve kurtarma çalışmalarında var olan deneyim ve birikimlerin de gerisine düşülmüştür. Bu nedenle can kayıplarında büyük artışlar olmuştur.

'Yıkımın nedeni tam da uygulanan 'kentsel dönüşüm' politikalarıdır'

Raporda iktidarın kentsel dönüşüm politikalarının ve imar aflarının depremin yıkıcı etkisini artırdığına ilişkin önemli tespitlere yer veriliyor. AKP iktidarının depremin ardından kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkanları suçlama refleksi sizce bu açıdan nereye oturuyor?

2002 yılından bugüne siyasi iktidar, izlediği “Kentsel dönüşüm” adı altında  ”rant odaklı” kentleşme politikalarını yaşama geçirmek için; mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı bir şekilde bütün kentsel ve kırsal alanlarda yapılaşmanın önünü açacak yasal düzenlemeler getirmiştir. 

İlk olarak 2005 yılında TBMM’ye Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısı olarak sunulan 5366 Sayılı “Yıpranan Tarihî Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”; ardından 2012 yılında 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiştir. 

5366 Sayılı Kanunla eskiyen ve özelliğini kaybetmiş kent bölgelerinin yeniden inşaası gerekçesiyle kentsel sit alanlarının ve tarihi kent dokularının; 6306 Sayılı Kanunla mevcut yapılaşmanın güvenli hale getirilmesi; tehlike arz eden yapıların tespit edilerek yenilenmesi gerekçesiyle kentsel ve kırsal alanların, tüm çevrenin yapılaşmaya açılmasının, gizli imar affı yoluyla yapılaşma yasağı olan alanlardaki kaçak yapıların meşrulaştırılmasının önü açılmıştır

Kentlerde kaçak ve plansız yapılaşmaya göz yumulan alanlar, bir kısmı kentin merkezinde olan eski gecekondu bölgeleri ve sanayi alanları, tarihî yerleşim alanları sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmıştır. Rant odaklı olan kentsel dönüşüm uygulamalarıyla alanlarda yerinde iskan sağlanmamış, planlama ilkelerine aykırı imar hak ve ayrıcalıkları ile yeniden yapılaşmaya açılarak kentsel alanlar üzerinden emlak rantı sağlanmasının kaynağı olmuşlardır. 

Ülkemizde kentleşme süreçlerinin yeniden yapılandırıldığı kentsel dönüşüm uygulamalarıyla; Anayasa ile koruma altına alınan, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam ve mülkiyet hakları yok sayılmış, doğal ve yapılı yaşam çevrelerine el konmuştur. Kentler ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar ve kışlaklar; taşıdıkları doğal ve kültürel değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir. 

Bakanlık ve TOKİ tarafından yürütülen; yoğunluk arttıran, bilimsel şehircilik ve planlama ilkelerine uymayan, kamu yararına aykırı rant amaçlı ayrıcalıklı imar uygulamalarının önünü açan dönüşüm amaçlı proje ve uygulamalar yoluyla ve kısa zamanda çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla kentlerimiz; deprem ve tüm diğer afetler karşısında güvencesiz hale gelmiştir. 

Ne kentlerimizde ne de kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltmayı, gelecek nesillere sağlıklı ve yaşanabilir bir yapılı çevre bırakmayı hedefleyecek hiçbir gerçekçi proje üretilmemiştir. 

Bu koşullarda gerçekleşen 6 Şubat depremleri ile iktidarın dayattığı Kentsel Dönüşüm Düzeni enkaz altında kalmıştır. Suç ve suçlu bellidir. Bütün yıkım sürecinin baş sorumlusu olan Erdoğan, sorumluluktan kurtulma telaşı içinde, muhalefet ile birlikte TMMOB ve Meslek Odalarını “Kentsel dönüşüm engellemekle…” suçlamaya başladı. Oysa, yıkımın nedeni tam da uygulanan “kentsel dönüşüm” politikalarıdır.

Bir yıl içinde kalıcı konut iddiası: Tepkileri geçiştirmeye yönelik bir aldatmaca

İktidar kalıcı konutları 1 yıl içinde teslim etme sözü verse de raporda dikkat çekici bir tespit de yer alıyor. Buna göre depremzedeler için vaat edilen konteynerlere geçişin bile 4 yılı bulabileceği ifade ediliyor. Depremin ardından halkın barınma sorununa ilişkin tespitlerinizi anlatabilir misiniz?

6 Şubat 2023 depremlerinin üstünden bir ay geçtikten sonra Cumhurbaşkanı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından; deprem bölgesinin "yeniden ihya ve inşa süreci olarak" bölgede kalıcı konutların bir yıl içinde tamamlanacağı ilan edildi. TOKİ eliyle 200 bin konutun kentlerde 70 bin konutun ise kırsal alanlarda inşa edilmesi öngörülüyor.

Nüfus, konut ihtiyacı, yapı-hak sahipliği, eğitim ve sağlık altyapı ihtiyacı, bölgedeki mevcut çevre düzeni ve imar planlarında yer alan hükümleri ve notları, bölgesel planlama yaklaşımları vb. hakkında kamuoyuyla bilgi paylaşılmamıştır

Yaklaşık 270 bin konutun 1 yıl içerisinde yapılacağı iddiası gerçeklerle bağdaşmamaktadır. 14 Mayıs'ta yapılacak seçimlere yönelik bir propagandadan ve toplumun tepkilerini geçiştirmeye yönelik bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

Bakanlık verilerine göre; 2020 Elazığ depreminden sonra, Elazığ’da yapımı planlanan 24 bin 963 konuttan, 3 yıl içerisinde ancak 21 bin 140'ı tamamlanabilmiştir. 

Benzer şekilde, 2020 İzmir depreminde evleri yıkılan ve ağır hasar gören vatandaşlar için TOKİ tarafından yapımı planlanan 5 bin 61 konuttan, 2022 yılı sonuna dek ancak 2 bin 245'i tamamlanabilmiştir. 

2003-2022 arasını kapsayan 20 yıllık süreçte TOKİ tarafından 1 milyon 170 bin konut inşa edilmiştir. Buna göre TOKİ yıllık 58 bin 500 konut üretebilmektedir

Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya’da depremler sonrası ortaya çıkan konut ihtiyacını karşılamaya yönelik uygulamalara başlanmıştır. Dört ilde de kalıcı konut alanlarının kent merkezlerine uzak, tarım arazileri, orman alanları veya doğal-arkeolojik sit alanlarına yakın veya üzerinde seçildiği gözlemlenmiştir. 

Bu alanlardaki kalıcı konutlar, merkezi idare Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TOKİ tarafından hazırlanan planlar çerçevesinde; yerel idare, meslek kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları sürece dâhil edilmeksizin tip projeler olarak tasarlanmış ve yapı üretimine geçilmiştir. 

Depremden etkilenen kentsel ve kırsal alanlarda planlama ve yapılaşmaya yönelik süreçlerde;

  • Yeni yerleşim alanlarının tüm sosyal ve kültürel donatı ve altyapının yanı sıra kent merkezleri, kentler arası ve bölgesel ilişkiler ve ihtiyaçlar dikkate alınmaksızın bütüncül çalışmalar yerine parçacıl çözümler üretilmesi,
  • Yıkım ve kayıplara neden olan yapı üretim ve denetim süreci ile planlama ve yapılaşma yöntemlerinin tekrarlanması, • Bölgede depremsellik koşulları devam ederken inşaat ve yapılaşma faaliyetlerine başlanması,
  • Seçilen alanların kent merkezlerine uzak olması, 
  • Kent merkezi, işyerleri, eğitim ve sağlık altyapısı, sosyo-kültürel ve diğer ihtiyaç duyulan donatıların bulunmaması, 
  • Orman alanlarına, arkeolojik sit alanlarına, tarım arazilerine yakın olması, bazı alanlarda tarım arazilerinin imara açılması, 
  • Konut yerleşimlerini tip projeler olması ve yerelin ihtiyaçlarına göre oluşturulmaması, 
  • Yapı taşıyıcı sistemlerinin ve malzemenin, betonarme tünel kalıp tek tip plan şeması ile çok sayıda konut-yaşam alanı üretilmesi, 
  • Sürece yerelin katılımının sağlanmaması,
  • Yerinde dönüşüm ve yerinde yeniden yapım alternatiflerinin değerlendirilmemiş olması, gelecekte bölgede ve ülkemizde kentsel ve kırsal alanlarda çeşitli sorunlara neden olacaktır. Kalıcı konutlara yönelik planlama ve yapılaşma karar süreçlerinde yukarıda bahsedilen sorunlar nedeniyle kısa, orta ve uzun vadede; 
  • Eski kent merkezi, işyerleri, eğitim ve sağlık altyapısı, sosyo-kültürel donatılar ve diğer ihtiyaç duyulan donatılara erişim sağlanamaması, 
  • Kentlilerin kendi yaşam alanlarını kendilerinin tercih edememesi ve bu alanlara yerleştirilen yurttaşların uyum sağlayamaması ve terk etmesi, • kentlerin tarihsel, sosyal ve kültürel dokusunun korunamaması, 
  • Gelecekte büyük arsa değişimleri ve spekülasyonları ile birlikte rant odaklı uygulamaların ve mülkiyet sorunlarının oluşması, 
  • Verimli tarım arazilerinin kaybı ve tarımsal üretimde düşüş yaşanması,
  • Korunan alanlar, tarım arazileri ve arkeolojik sit alanlarında büyüyen kentsel doku nedeniyle yapılaşma baskısının artması; doğal ve kültürel çevrede geri dönülemez tahribat yaşanması, 
  • Tip projelerle tasarlanan yapılı çevrenin tek tip yapılaşma ve yaşam biçimleri sunması, nitelikli mimarlık ve tasarım hizmetleriyle yaşam alanı alternatiflerinin oluşturulamaması, 
  • Bölgede malzeme, işçilik ve imalat, mesleki hizmetlerde yerel olanakların değerlendirilmemesi, 
  • Kırsal dokunun hızla yok olarak betonarme tip yapı modellerinin hakim olması, 
  • Yerel mimari birikimin ve yaşam biçimlerinin ortadan kalkması ve kültürel ve sosyal kayıpların yaşanması, söz konusu olacaktır. 

'Buğday tarlalarına, zeytin bahçelerine temel atılmaya başlandı'

Deprem sonrası insanlar yeni yapılacak konutların da güvenilirliğini sorguluyor. Raporunuzda bölgede kent merkezlerinin ticari ve finans merkezleri olarak dönüştürülmek istendiğine ve konutların kent merkezleri dışında tarım ve orman alanlarına yakın yerlere yapıldığına dikkat çekiliyor. Bu durumda yeni yapılacak konutlara ne kadar güvenebiliriz?

Betonarme kalıcı konutların yüksek yerlere yapılması, tünel kalıp sisteminin kullanılması ve yapıların 4, 5 katla sınırlandırılması ile güvenli yapı yapılması öngörülmektedir.

Bölgede yapılan tespitlerde ise; jeolojik etütler henüz tamamlanmadan buğday tarlalarına ve zeytin bahçelerine temel atılmaya başlandığı görülmektedir. Ayrıca arkeolojik sit ve orman alanları ve meralar yapılaşmaya açılmaktadır.

Kalıcı konutların bir kısmının sağlam zeminlere yapılması; önemli bir kısmının ise zayıf zeminlere inşa edilmesi söz konusudur.

Ayrıca, uygulamalarda farklı doğa olaylarını bilimsel verilere göre değerlendirmeyen ve sadece yapı sağlamlığını esas alan bir yaklaşım öne çıkmaktadır. 

Başta Tarihi Antakya kent merkezi olmak üzere, riskli alan ve acele kamulaştırma kararlarıyla bölgedeki yurttaşların yaşam alanlarına ve varlıklarına el konulmaktadır. Kent merkezlerinin kamusal alan olmaktan çıkmasına, tarihi, kültürel ve mimari mirasın, geleneksel dokunun yok olmasına neden olacak bir süreç başlatılmıştır. Konut alanlarının boşaltılması, yerlerine ticaret ve finans merkezi yapılması programları ve dönüşüm uygulamaları gündeme getirilmiştir.

Kalıcı konutların yer seçimlerinin, tek tip yapı olmalarının, çevre ve kültür değerlerine yaptığı olumsuzlukların yanında; afetlere karşı güvenli olduklarını söylemek mümkün değil.

Depremin ardından yapılan ihaleler: Kamu kurumları tamamen devre dışı

Depremin ardından yeni yapılaşmalarda ihale süreçlerinin kamu denetiminin dışına çıkarılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yaşanan depremler gerekçe gösterilerek; iktidar; afet ve kriz koşullarını kendi adına bir fırsata dönüştürmüştür. Kamusal ve hukuki denetim yok sayılarak bölgedeki planlama ve imar süreci yeniden yapılandırılmaya başlanmış, kamuya ait kaynaklar, kentler, doğal, kültürel değerlerin yatırım araçlarına dönüştürülmesine odaklanılmıştır.
 
Afet sonrası müdahale, planlama ve iyileştirme süreçleri mevzuat kapsamında iki farklı düzenleme ile tanımlanmıştır. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda “olağanüstü hal” ilanı, 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun”da ise “afete maruz bölge” ilanı düzenlenmiştir. 

6 Şubat 2023 tarihli depremlerin ardından farklı hukuki düzenlemeler getiren bu düzenlemelerden; idarenin ve yürütmenin yetkilerini genişleten ve mülkiyet hakkına ilişkin yargı denetiminden muaf OHAL kararnameleri ile düzenleme yapma yetkisi veren Olağanüstü Hal ilan ederek yürürlüğe sokmuştur. 

24 Şubat 2023 tarihinde “6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararıyla “126 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” yayımlanarak yürürlüğe sokulmuştur. 

126 Sayılı CB Kararnamesi ile bütün planlama, altyapı, yapı üretimi ve denetimi, teknik ve hukuki altyapı olmadan ihale yapma yetkileri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve bağlı TOKİ’ye verilmiştir. İlgili Bakanlıklar, Belediyeler ve kamu kurumları tamamen devre dışı bırakılmıştır.

Bakanlığa ve TOKİ'ye verilen yetkiler

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ve TOKİ’ye verilen yetkiler:

  • 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamındaki meralar ile 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamındaki orman alanları da dâhil geçici veya kesin iskân alanlarını resen belirleme, 
  • kesin iskân alanı olarak belirlenecek mevcut kentsel alanlarda ve köylerde, planlama ve imar uygulamaları onay süreçleri beklenmeksizin yalnızca jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda onaylanacak vaziyet planına ve düzenlenecek yapı ruhsatına göre uygulama yapma, 
  • Geçici veya kesin iskân alanlarında 4342 Mera Kanunu, 6831 Orman Kanunu kapsamında verilen izinler; 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu gereğince kiraya verilen mesire yerleri, orman parkları ve taşınmazlara ilişkin kiralama sözleşmeleri, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında verilen tahsis alanları, 3213 sayılı Maden Kanunu kapsamındaki maden ruhsatları resen iptal etme, 
  • Geçici ve kesin iskân alanlarında kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel mülkiyete tabi bütün taşınmazlar için devir veya acele kamulaştırma kararı alma, 
  • Altyapı, üstyapı dâhil her türlü inşaat yapma veya yaptırma, arsa paylarını belirleme, cins değişikliği yapma, kat irtifakı, kat mülkiyeti kurma; bu yetkiyi TOKİ’ye veya bağlı, ilgili ve ilişkili kurum, kuruluş ve bunların iştiraklerine devretme, 
  • Yapım işleri için 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun kapsamında ihale öncesi idarelerce yerine getirilmesi gerekli düzenlemeleri uygulamama yoluyla denetimden muaf ve sınırsız inşaat yetkileri verilmiştir. 

Depremden etkilenen kentlerin tamamında acil, geçici ve kalıcı konutların ve diğer donatıların ve yerleşim alanlarının yapılaşmasına yönelik bu kararnameyle birlikte bölgede yapılaşmaya yönelik karar ve ihaleler yayımlanmıştır. 

İktidara yakın şirketlere 100 milyar TL

Bu kapsamda; ihale yasası hükümleri aranmaksızın ve kapalı kapılar ardında iktidara yakın şirketlere 100 milyarın üzerinde dağıtılmıştır:

  • Adıyaman İli, Merkez İlçesi, Örenli Mahallesi 2. Etap 996 Adet Konut İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında Md İnşaat Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi & Pilon Yapı İnşaat Turizm Petrol Madencilik Gıda Otomotiv Tekstil İthalat İhracat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi & Zerkon Beton Ve Yapı Elemanları İnşaat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi İş Ortaklığı 996 2023/286541 22.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.666.000.000,00
  • Adıyaman İli, Merkez İlçesi, Örenli Mahallesi 3. Etap 1075 Adet Konut İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında Ahes İnşaat Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi 1075 2023/312628 28.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.812.002.053,00 TRY
  • Hatay İli, Payas İlçesi, Çağlalık Mahallesi 821 Adet Konut (+7KD) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Egemen İnşaat Ve Ticaret Anonim Şirketi, Okyanus 821 2023/168678 23.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.145.000.000,00
  • Hatay İli, İskenderun İlçesi, Aşkarbeyli Mahallesi 499 Adet Konut ve Cebike Mahallesi 460 Adet Konut ve 1 Adet 3 Dükkanlı Ticaret Merkezi İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Sibar Yapı Teknik Ticaret Anonim Şirketi 959 2023/281230 21.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.772.000.000,00
  • Kahramanmaraş İli, Dulkadiroğlu İlçesi 2.Etap 628 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Baş Yapı İnşaat Taahhüt Ve Turizm Sanayi Dış Ticaret Limited Şirketi, İnkosa İnşaat Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi İş Ortaklığı 628 2023/188282 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.118.000.000,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli Elbistan İlçesi Karaelbistan Mahallesi 3. Etap 428 Adet Konut ve 4. Etap 310 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Leda Yapı Ve Proje Taahhüt Limited Şirketi 738 2023/188271 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.260.000.000,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli, Dulkadiroğlu İlçesi, Ağyar Mahallesi 862 Adet Konut ve 1 Adet 5 Dükkanlı Ticaret Merkezi İnşaatı İle Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (2.OTURUM) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Metro Mühendislik Gıda Maddeleri Sanve Tic. Ltd.Şti. & Mustafa Özaydın İş Ortaklığı 862 2023/199069 28.02.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.498.000.000,00 TRY
  • İli Elbistan İlçesi Karaelbistan Mahallesi 5. Etap 714 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi Afet Konutu İnşaat Aşamasında En-Ez İnşaat Sanayi Ve Ticaret A.Ş 714 2023/199296 1.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 1.116.029.061,00 TRY
  • Kahramanmaraş İli Afşin İlçesi Gerger Mahallesi 1. Etap 1090 Adet Konut İnşaatı ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi (II. Oturum) Afet Konutu İnşaat Aşamasında Çakır İnşaat İthalatihracat San.Ve Tic.Ltd.Şti. 1090 2023/211115 3.03.2023 YAPIM İŞİ Pazarlık (MD 21 B) 2.040.000.000,00

Şehir hastanesi yapımında ihale şartlarına uyulmamış

Raporda dikkat çeken bir diğer başlıksa kamuya ait yapılardaki yıkım ve altyapıdaki hasarlarla ilgili tespit ve gözlemleriniz... Örneğin Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi'ndeki ağır hasarın fotoğraflarına yer verilen raporda bu hastanede iddia edilenin aksine sismik yalıtım -izolatör- olmadığını dile getiriyorsunuz. Yine 1930-40'lı yıllarda yapılan bazı kamu binalarının ise depremde yıkılmadığını görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Deprem Raporu ile amacımız; depremin etkileri, hasarlar ve sonrası yaşanan süreçle ilgili bilgi kirliliği ve gerçek dışı açıklamaları ortadan kaldırılmak ve gerçekleri kamuoyunun bilgisine sunmaktır.  Zira iktidar kamuoyunu yanıltıcı sürekli açıklamalar yapmaktadır.

Necip Fazıl Şehir Hastanesi’nin iddia edildiği gibi sismik yalıtım olmadığıdır. Belli ki, ihale koşulları yerine getirilmemiş. Ve yapı ağır hasar görmüştür.

                                                 Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi

İktidarın “2000 yılından önceki yapıların yıkıldığı, kendi dönemlerinde yapılan binaların sağlam olduğu…” gibi gerçekle bağdaşmayan açıklamalar yapılmaktadır. Yerinde yapılan tespitlerde ise özellikle tarım alanlarına yapılan yeni sitelerin yıkıldığı görülmüştür.

Adıyaman-Gölbaşı’nda 1934’de yapılan tren istasyonu ve hizmet binaları hasar bile almazken; bölgedeki yeni yapıların yıkılmış veya ağır hasarlı olmaları başka bir örnek.

2000 öncesi ve hatta 1980 öncesi pek çok kamu yapısı ayakta olduğu halde; yeni kamu yapılarının, özel hastanelerin yıkılması gibi pek çok örnek vermemiz mümkün.

Günümüzde inşaat yapım sistemleri, teknolojileri, denetim ve tasarım teknikleri gelişmiş olmasına rağmen güvenli yapı üretimi sorunu yaşanmaktadır. Kentler geçmişe göre afet risklerine daha savunmasızdır.

Bunun nedeni kentleşme ve yapılaşma süreçlerinde “insanı ve doğayı” esas almayan; emlak ve inşaat üzerinden rant elde etmeyi amaçlayan yönetim anlayışlarıdır.

Kentlerin ayağa kaldırılması ve yaraların sarılması ortak sorumluluğumuz

Rapora ve Odanızın bundan sonra yapılması gerekenlere ilişkin değerlendirmeleri hakkında dikkat çekmek istediğiniz başka bir şey var mı?

Yıkılan kentlerimizin ayağa kaldırılmasını ve yaraların sarılmasının ortak sorumluluğumuz olarak değerlendirmekteyiz. Bu nedenle sürecin bilimin rehberliğinde ve kamu yararını gözeten bir anlayışla yönetilmesi şarttır.

Depremin etkilediği ve yıkımlara yol açtığı bölge, doğa ve kültür değerleri bakımından çok zengin bir yerdir. Milli Parklar, Sulak Alanlar, Tabiat koruma Alanları, Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları vb. önemlidir…

Ülkemizdeki 25 su havzasından 4’ü, 30 tarım havzasından 6’sı deprem bölgesinde yer almaktadır.

Farklı kültürel katmanlardan oluşan Tarihi Antakya kent merkezi dünyaca büyük bir öneme sahiptir. Ve mutlaka koruma ilkeleri doğrultusunda ayağa kaldırılmalıdır.

Bölgede kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, yeniden canlanması çalışmalarında bütün bu değerleri ve güzellikleri de gören bir bakış açısına gereksinim vardır.

                                                                 /././

Amaç hak gaspı ve mülksüzleştirme (Hüseyin Şimşek-Birgün)
İktidarın kentsel dönüşüm teklifi kabul edildi. Düzenleme ile özel mülkiyetlerin rezerv yapı ilan edilerek yurttaşların mülksüzleştirmesinin önü açıldı. Afetle mücadele adı altında milyonlar göçe zorlanacak.

6 Şubat depremlerinin ardından hazırlanan, vatandaşın konut sorununu çözmesi beklenirken içerisinde mülkiyet hakkını yok eden düzenlemeler bulunan kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.

İktidar partisinin kentsel dönüşüm uygulamalarını hızlandırma gerekçesiyle kaleme aldığı ancak başta rezerv yapılarla ilgili düzenleme olmak üzere çok sayıda “vatandaşa karşı” madde bulunan teklife AKP ve MHP milletvekilleri “evet” oyu verirken büyük bir çoğunluğu oylamaya katılmayan muhalefet milletvekilleri ise “hayır” dedi. Teklif, 82 ret oyuna karşılık 238 oyla kabul edildi. Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yürürlüğe girecek düzenlemeye göre, artık üzerinde yerleşim yeri olan alanlar da rezerv yapı alanı ilan edilebilecek.

Bir yerin rezerv alan olabilmesi için ‘üzerinde yapı olmaması ve meskun mahal dışında yer alması’ şartı artık aranmayacak. Rezerv yapı alanı ilan edilen yerler, dönüşüm için boşaltılıp yerine yeni binalar yapılacak. Şehir merkezlerinde üzerinde yapı bulunan alanlar, özel mülkiyetler, parklar ve askeri alanlar da artık ‘rezerv alan’ ilan edilebilecek.

EV SAHİBİ YOK, POLİS VAR

Artık riskli yapı tespitlerinde ev sahibinin bulunması uygulaması da son buluyor. Buna göre, riskli yapı tespitlerinde eğer mülk sahibi konutunda yoksa polis ekipleri çağrılacak. Polisler, gerekli işlemleri “ev sahibi varmış gibi” gerçekleştirecek.

BORÇLANDIRACAKLAR

Bir binanın kentsel dönüşüme girebilmesi için hak sahiplerinden üçte ikisinin onayını alma zorunluluğu da ortadan kalktı. Artık hak sahiplerinin yarıdan bir fazlasının onay vermesi durumunda bina, kentsel dönüşüm statüsüne alınacak. Kentsel dönüşüme giren yapılar için borçlanan ya da tapusunda haciz bulunan vatandaş, borcunu ödeyemezse mülkiyet hakkını tamamen kaybedebilecek, konutta sadece oturma hakkına sahip olacak. Rantın ve hak gaspının önüne açacak yasayla özetle şunlar yapılabilecek.

• Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, artık mevcutta bina bulunan alanları da rezerv alan ilan edebilecek. Önceden yalnızca boş alanlar rezerv alan ilan edilebiliyordu. Yeni düzenlemede artık mevcut binalar rezerv alan kapsamına alınabilecek. Bakanlık istediği her yeri rezerv alan ilan edebilecek.

• Rezerv alan ilan edilen yerdeki konutlar mahkeme süreci dahil 90 gün içinde boşaltılacak.

• Rezerv alana alınan yerlerdeki konut sahiplerine bakanlık başka bir yerden konut verebilecek.

• Örneğin Kadıköy'de mevcut bir binanın olduğu alan rezerv alan ilan edilip bina 90 gün içinde yıkılabilecek. Konut sahibine ise duruma göre ya aynı yerden ya da başka bir ilçeden, mesela Sultanbeyli'den konut verilebilecek. Bu da yeni borçlanmaları beraberinde getirecek.

• Rezerv alanlardaki imar planı, parselasyon, ruhsat ve iskan aşamalarında bakanlık yetkili olacak, belediyeler by-pass edilecek.

Bu yasayla birlikte Bakanlığın, hareket alanının genişlediğini belirten Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, BirGün TV’ye yaptığı açıklamada, herkesin mülksüzleştirme tehdidi altında olduğunu söyledi.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi yasasıyla gelen birçok tehlikenin, son değişikle birlikte de sorunun derinleştiğine dikkat çeken Giritlioğlu, “Rezerv alan kavramını aslında uzun zamandır biz gündeme de getiriyoruz. Çünkü aslında 6306 sayılı kanunda zaten bilerek bulanık bırakılmış bir kavramdı. Yani bilimsel kriterleri yoktu bunun. Şimdi bu sorun daha da derinleşti. Çünkü artık yerleşik alanlar da rezerv alan kapsamı içerisine alındı. Dolayısıyla artık bakanlığın bu anlamda hareket alanı daha da genişlemiş oldu. Ve artık kent merkezleri, yerleşik alanlar, meskün alanlar, insanların çok uzun zamandır yaşadığı, aidiyet duyduğu alanlarda da bir mülkiyet garantisi yok” dedi.

EVLERİNDEN OLACAKLAR

İnsanların kendi evlerinden kapı dışarı edilmesinin önünü açan maddeyi değerlendiren Giritlioğlu, “Böyle bir ihtimal var, tabii ki kimse kimseyi birdenbire kapı dışarıya edemez. Artık evin yok diye dışarıya atamaz ama bunun yollarını getiriyor bu yasa. Deprem riski adı altında tamamen bir mülkiyetin el değiştirmesi süreci başlatılıyor. Deprem bahane edilerek kent merkezinde yaşayan, yaşamakta olan insanlar birdenbire kendilerini başka bir yerde bulabilirler” diye konuştu.

“Zorla tahliyenin yolu açılıyor” diyen Giritlioğlu itiraz mekanizmasının da ortadan kaldırıldığına dikkat çekiyor: “Bu bir hız yasası.İnsanlar hızla evlerinden atılıyorlar. Çıkmazlar ve bununla mücadele etmeye kalkarlarsa, kolluk kuvvetiyle evlerine girilerek tahliye ediliyorlar. Dava süreçleri hızlanıyor, bilirkişilerin bilimsel görüşlerini hazırlayacağı süreler azalıyor. Özellikle canını emanet ettiğin bir yerde, bilimsel görüş raporu apar topar hazırlanamaz. Dava süreçlerinde de öyle. Bakın yürütmeyi durdurma kararlarına itiraz edemeyeceksiniz.

∗∗∗

HEDEFLERİNDE RANTI BÜYÜK İSTANBUL VAR

İlk süreçte İstanbul için özel bir yasa gündeme geldiğini hatırlatan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, “İptal edilebileceği ihtimali ve uygulanabilirlikten uzak olduğu gerekçesiyle kanunda bir değişikliğe gidildi. En büyük rantın İstanbul’da olduğunu düşününce hedefte diyebiliriz” dedi. Giritlioğlu, yapılması gerekenlere ilişkin ise şunlar söyledi: “Rezerv alan bir kere kamu arazisi olmalı. Ve burada kentin riskli bölgelerini etap etap taşıyacak kamu konutları yapılmalı. Bir tür sosyal konuttan söz ediyorum. İnsanlar yaşadığı yerler, güçlendirildikten sonra tekrar vatandaş geriye dönebilmeli. Yoksa bu sürekli kent merkezinin boşaltılması ve kentin başka birilerine pazarlanması anlamını taşıyor. Böyle bir rezerv alan olamaz. Yani bu amacına aykırı bir şey. Sadece yeni inşaat yaparak insanları daha fazla borçlandırarak, kentin dışına sürerek afetle mücadele etmek diye bir politika olamaz.”

İNŞAAT TEKELLERİNE PEŞKEŞ ÇEKİLECEK

Sol, sosyalist partiler Meclis’te kabul edilen rant yasasına ilişkin açıklama yaptı.

SOL Parti: TBMM’de kabul edilen torba yasa ile geçtiğimiz 12 yıllık yıkım sürecinden doymayan rant çevrelerinin sorunlarına yeni çözümler üretilmiştir. Uzun sürdüğü gerekçesi ile mülkiyet gaspı karşısında hak aramanın yolları daraltılmış, kısıtlanmış ve gasp edilmiştir. Halkın mülküne ey koyma süreci karşısında ortaya çıkan hukuksal engeller ortadan kaldırılmıştır. Planlama bütünlüğünü ortadan kaldırılmıştır. Yapılaşmayı artıracak sürecin önü açılmıştır. Barınma ve mülkiyet gibi temel anayasal haklar rant aracı haline getirilmiştir. Depremler karşısında sağlıklı, güvenli, nitelikli yapılarda yaşamak halkımızın temel hakkıdır. Haklarımızın gaspedilmesine, kentsel ve kırsal alanlarımızın yağmalanmasına, afet riskinin ranta kurban edilmesine izin vermeyeceğiz.

Emek Partisi: Amaç deprem riski altındaki alanların dönüştürülmesi değil, rant odaklı yapılaşmadır.

Kamuya ait taşınmazlar, hazine arazileri sermaye sınıfına ve inşaat tekellerine peşkeş çekilecektir. Yerel yönetimlerin yetkileri tamamen ortadan kaldırılırken, Kentsel Dönüşüm Başkanlığına sınırsız özel yetkiler verilecektir.

Yurttaşlarının mülklerine el konulmasının, barınma hakkının engellenmesinin, yoksul emekçilerin yeniden borçlandırılmasının önü açılacaktır.

Özellikle İstanbul üzerinden yeniden bir sermaye birikimi, mega şehirler, küresel kent planları yapılıyor. Şehir uluslararası tekellere açılırken emekçiler şehir dışına atılacak, geniş ölçekte bir yer değiştirme yaşanacaktır.

YASAL ‘PÜRÜZLERİ’ ORTADAN KALDIRDILAR

İstanbul Okmeydanı’nda, Beyoğlu Belediyesi ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından dönüşüm zulmüne karşı direnen Okmeydanı Çevre Derneği Başkanı Rüstem Karakuş, “ Bu afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi kanunu aslında sosyal amaçlı konutlar yapmak amacıyla ortaya çıkmış bir kanun değildi. Bu kanunun birçok maddesi daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi, ortadan kaldırıldı ama şimdi bu yeni hükümet döneminde o reddedilen kanunlar yeni baştan gündeme getiriliyor. Bu işi daha da kolaylaştırmak için yapılan bir düzenlemedir bu. Asıl amaç afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi değil rant olarak yapılaşmanın önünü açmak içindir” dedi. Beyoğlu sürecini anlatan Karakuş şu ifadeleri kullandı: “Dolapdere’de, Tophane’de, Kasımpaşa’da vs. bir sürü dokunsan yıkılacak halde bina varken buralardan başlamak yerine Okmeydanı’ndan başladılar çünkü orasının rantı yüksek. Asıl amaç insanlara sosyal konut sağlamak değil, inşaat sektörünü canlandırmak."

                                                                 /././

Rantsal dönüşüm yasası tamam(Nurcan Gökdemir-Birgün)

İktidar, kentsel dönüşümle ilgili yasa teklifini “deprem bölgesinde evsiz kalan yurttaşların başını sokacak bir çatıyı inşa” gibi kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerekçe ile TBMM’ye sundu. Ancak açıklanır açıklanmaz anlaşıldı ki iktidarın hemen hemen her yeni yasa  ya da yasa değişikliğinin ortak noktası olan çoğunluğun çıkarlarına aykırı olarak “belli çevrelere rant aktarma” tercihinin bu metne de hakim olduğu ortaya çıktı.

ŞANTİYE DEĞİL RANTİYE YASASI

“Şantiye değil rantiye yasası”, “Rantsal dönüşüm yasası” diye nitelenen bu yasa düzenlemesinin esas olarak İstanbul’un kıymetli arazilerini peşkeş çekmeyi hedeflediği, büyük bir vurgun yapılacağı anlatılmaya çalışıldı. Özellikle de teklifin 6’ncı maddesiyle “rezerv yapı alanları” tanımının değiştirilmesinin vurguna yasal kılıf hazırlamayı amaçladığı söylendi. Yürürlükteki yasada rezerv yapı alanı ilanı için üzerinde yerleşim yeri bulunmaması koşulu varken bu düzenleme ile bu zorunluluk kaldırıldı. Bu da özellikle kent merkezlerinde bulunan kıymetli yerleşim yerlerinin rezerv yapı alanı olarak ilan edilmesinin, yurttaşların uzun yıllar biriktirerek sahip olduğu mülklerinin tapularının paçavraya dönüştürülmesi ve bu kişilerin belirsiz adreslere sürülmesinin yolunu açtığı görüldü. İktidar sözcüleri ise amaçlarının bu olmadığını savunarak, “deprem bölgesindeki inşaatlar” için yapıldığı gibi bir duygusal istismarla yasa teklifini savundu.

Sonuçta yasa Meclis’ten çıktı ve onay için Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gönderildi. Onaylanacağı kesin olan bu yasa yürürlüğe girdiğinde yaşanacakları tahmin etmek mümkün, iktidara yakın birçok inşaat şirketinin kent yağması için bu düzenlemeyi beklediği, birçoğunun yola koyulduğu biliniyor.

ŞİŞLİ’DEKİ HUKUKSUZLUKLAR

“Hayır böyle değil, kötü niyetlisiniz” denilebilir. O zaman İstanbul’un Şişli semtinde 16 yıldan bu yana yaşanan bir mücadeleyi hatırlatalım. Taraflar; iktidara yakınlığıyla bilinen bir inşaat şirketi, CHP’li belediye, AKP’li ı bakanlık ve karşılarında mülklerinin ellerinden alınmasına itiraz eden, yıllardır yaşadıkları yerlerden sürülmek istemeyen yurttaşlar…

 Meclis’teki iktidar çoğunluğunun attığı adımların adresinin hiç değişmediğinin de çarpıcı bir örneği burada yaşananlar…

Gazeteci Serdar Nazim Yüce’nin de bir süre önce haberleştirdiği bu süreçte yaşananlar özetle şöyle:

Şişli Kaptanpaşa Mahallesi’nde, Şişli Belediye binasının karşısındaki 20 bin 200 metrekarelik kupon arazinin 8 bin 730 metrekarelik bölümü iktidara yakınlığıyla bilinen Taşyapı İnşaat’ın, alanın büyük bölümünde yurttaşların yaşadığı evler, işyerleri bulunuyor. Bu alanda getirisi büyük bir inşaat hazırlanan şirket önce birkaç baraka inşa ettiriyor. Sonra bu barakaları bahane ederek alanla ilgili riskli yapı kararı aldırmaya çalışıyor. Bu kararı verecek denetim şirketi de kolaylıkla bulunuyor. Arsada payı bulunan yurttaşların itirazı üzerine Elazığ İli Riskli Yapı Tespitine İtiraz Değerlendirme Teknik Heyeti itirazı görüşüyor ve beklenen sonuç: İtiraz reddediliyor.

BELEDİYE BAKANLIK ELELE YOLU AÇTI

Süreçte CHP’li Şişli Belediyesi’nin bürokratlarının şirket lehine gayretleri olduğu da tespit ediliyor. Bu arada Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, kanunda çok açık hüküm bulunmasına karşın üzerinde binaların bulunduğu alanı rezerv yapı alanı ilan ediyor. Bakanlıktan kararı çıkarttıran şirket bu kararı da kullanarak üç kamu bankasından milyonlarca dolarlık krediler alıyor. Ardından şirkete 6 milyar liralık bir kredi daha veriliyor.

Bu kredilerin tahsisinde hukuki süreç tamamlanmamasına karşın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğünün şirkete verdiği inşaat ruhsatının etkili olduğunu da belirtelim.

DEĞİŞİKLİĞİN GEREKÇESİ YARGI KARARINDA

Arsada payı bulunan yurttaşlar bu arada yürürlükteki yasaya aykırı bir şekilde rezerv yapı alanı ilanı kararının iptali için mahkemeye gidiyor. Mahkeme en son 26 Nisan 2022 tarihinde bu kararı iptal ediyor. İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin kararındaki bir ifade hukuk dışılığın altını çizerken TBMM’de iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen bu kanunun sonuçlarını ve kimlere yarayacağını da deşifre ediyor:

“…”Rezerv Yapı Alanı” olarak belirlenmesine yönelik idari işlemin iptaline yönelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na karşı açılan iş bu davada:

-Bölgenin ve taşınmazın fiili durumunu göz önüne alındığı planlarda ‘meskun bir alan’ olması sebebiyle ‘rezerv alan’ kapsamına alınmasının fiilen hangi soruna çözüm olduğunun anlaşılamadığı…”

Kararda denilen şu: “Üzerinde iskan varsa ve yaşanmayı imkansız kılacak bir sorun yoksa rezerv yapı alanı ilan edemezsin” deniliyor. Bu süreç tamamlanmadan şirketin yardımına iktidar yetişiyor. Bu engeli kaldıracak bir yasa düzenlemesi Meclis’ten geçiriliyor. Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından artık yargı “meskun alan” diyerek rezerv yapı alanı kararlarını iptal edemeyecek.

REFERANSI ERDOĞAN

Kimlerin kent yağmasından nemalandığının sayısız örneği biliniyor, bu yasa değişikliği ile kalan sınırlı arazinin de yağmalanmasının yolu açıldı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 17-25 Aralık sürecinin önemli aktörlerinden olan eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a, “Müslüman uşaktır yardımcı ol” talimatı verdiği Taşyapı Yönetim Kurulu Başkanı Emrullah Turanlı’nın servetine servet katmasında katkısının olup olmadığı sorusunun yanıtını biz veremeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var, Turanlı’ya son büyük yardımın da Meclis eliyle yapılmış olduğu…

                                                                /././

EMEP: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı imar aflarıyla evleri de tabutluğa çevirdi (Evrensel)

EMEP, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütçesinin 284 milyar TL olmasını eleştirerek, bakanlığın kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşüm yapan bir bakanlık olduğunu belirtti.

Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak halkı sağlıklı bir çevre, ucuz insanca yaşanılabilir konut hakkından mahrum bırakan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bütçeden 284 milyar TL alması ile ilgili açıklama yaptı

“PEK ÇOK YURTTA ASANSÖR ÇAKILMALARININ BİR SORUMLUSU BU BAKANLIKTIR”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının bağlı kuruluşlarla birlikte bütçeden alacağı payın yaklaşık 284 milyar TL olarak açıklandığını, TOKİ, İller Bankası ve Emlak Katılım Bankası gibi diğer kuruluşların bütçeleri de eklenince pek çok bakanlıktan büyük bütçeye sahip bir bakanlık olduğunu belirten Başkavak; “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Kamusal hizmetlerin ticarileştirilip özelleştirilmesi ve devletin şirket gibi yönetilmesinin vurgun, talan ve tahribatın en bariz örnekleri bu bakanlık üzerinden yürümektedir. İş güvenliği ve yapı denetimleri gibi asansör denetimlerini de kamusal hizmet alanından çıkartıp ticari şirketlere açan düzenlemeler yine bu bakanlık eliyle yürütülmektedir. O nedenle başta Aydın KYK olmak üzere pek çok yurtta ölüm ve yaralanmalara yol açan asansör çakılmalarının bir sorumlusu da bu bakanlıktır” dedi. 

Başta nehir ve ırmaklar olmak üzere su havzalarının yanı başına sanayi tesisleri kurduran, ormanların içine taş ocağı, çimento fabrikası izni veren, tarım alanlarını maden, enerji ve inşaat şirketlerinin talanına açanın da bu bakanlık olduğunu vurgulayan Başkavak şunları söyledi; “Ordu ilinin toplam arazisinin yüzde 74’ünü maden arama sahası ilan ederek, tarım alanlarının yüzde 76’sına, orman alanlarının yüzde70’ine, meraların yüzde 64’üne maden ruhsatı vererek tarım ve ormanlık alanları maden şirketlerine peşkeş çeken bu bakanlığın adının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olması da ayrı bir çelişkidir.”

Evden başlayarak çöpü yerinde ayrıştırmak üzere bir çabası olmayan bakanlığın sıfır atıktan anladığı market poşetini 25 kuruşa satmak olduğunu ifade eden Başkavak başta Adana ve Mersin olmak üzere atık ithalatıyla ülkeyi Avrupa’nın çöplüğü haline getirenin de yine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olduğunu belirtti.

“EV SAHİPLİĞİ DEĞİL KİRACILIK ARTMAKTADIR”

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının, yaptıkları sosyal konut projeleriyle konut ve kiralarda görülen artışı durdurduğu iddiasının da koca bir yalan olduğunun alıtını çizen Başkavak şu ifadeleri kullandı; “2002’de nüfusun yüzde 73’ü kendi evinde otururken 2019’da bu oran yüzde 58,8’e inmiştir. Ev sahipliği değil kiracılık artmaktadır. AKP iktidarında yaşayacak konut, bir hak olmaktan çıkıp yatırım aracına dönüşürken hem konut fiyatları hem de kiralar aşırı yükselmektedir. Bir yanda küçük bir azınlık tapu üstüne tapu dizerken diğer yanda milyonlar aldığı maaş kadar kiray yatırmaktadır.”

“BELEDİYE HİBELERİNDE AYRIMCILIK YAPAN BAKANLIK” 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının İller Bankası üzerinden belediyelere verdiği hibe ve kredilerde ayrımcılık yapan bir bakanlık olduğuna işaret eden Başkavak; “2021 Yılında yüzde 100 hibe verilen 191 belediye projesinden 188’i (yani yüzde 98,4’ü) Cumhur İttifakı ve kayyum belediyelerine aittir. 2019-2021 yılları arasında 994 belediyeye yaptığı 2.628 araç yardımının yüzde 97’si Cumhur İttifakı ve kayyum belediyelerine gönderilirken günlük masrafı 15 milyon lira olan saraya bile 5 araç alarak, halktan toplanan vergilerle oluşturulan bakanlık bütçesi iktidarın harcamaları için kullanılmıştır” dedi.

“BİRÇOK HASARLI YAPI BU BAKANLIK ELİYLE YASAL STATÜ KAZANDI”

Aralıklı olarak çıkarılan imar aflarının devlete gelir kaynağı olarak görülürken, gerekli kontroller yapılmadan depreme karşı dayanıklılığı denetlenemeyen, pek çok hasarlı yapının para karşılığı bu bakanlık eliyle yasal statüye kavuştuğunu belirten Başkavak. 2018’de çıkarılan imar affıyla 7 milyon 86 bin kaçak yapının ruhsatlandırıldığını hatırlattı.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM ADI ALTINDA RANTSAL DÖNÜŞÜM YAPAN BAKANLIK”

1999-2022 arası toplanan 83 milyar 621 milyon 941 bin TL (yıllık ortalama kurla 38,2 milyar dolar) deprem vergisinin “deprem dirençli kentler” oluşturmak yerine duble yol, köprü vb yerlere harcanmasına yol verenin de bu bakanlık olduğuna işaret eden Başkavak; “Kentsel dönüşüm adı altında yapılan rantsal dönüşümler yargıya takılınca devreye riskli alan tespitini sokarak önce riskli alan ilan edip, sonrada kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşüme başlayan yine bu bakanlıktır” dedi.

“İnsanları en temel hakları olan sağlıklı bir çevre, ucuz insanca yaşanılabilir konut hakkından mahrum bırakan bir iktidarın şehircilik politikası emekçi halkı değil başta inşaat tekelleri olmak üzere enerji, sanayi ve maden şirketlerini korumaya hizmet etmektedir. Bu düzen değişmelidir” diyen Başkavak Emek Partisi olarak emekçilere şu çağrıyı yaptı

  • “KYK yurt asansörlerinde gençlerimizin ölmediği,
  • Tarım ve ormanlık alanların maden, enerji ve inşaat şirketlerine peşkeş çekilmediği,
  • Ülkeyi Avrupa’nın çöplüğü haline getiren atık ithalatının durdurulduğu,
  • Depremlerde can vermeyeceğimiz, deprem dirençli kentlerin oluşturulması için kaynak ayrıldığı,
  • İnsanca yaşayacak sağlıklı sosyal konutlar için ucuz kredi ve kira koşullarının sağlandığı,
  • Bakanlık ve bağlı kuruluşların bütçesinin iç edilmediği bir ülke için mücadeleyi yükseltelim.”
  • (derleyen: mstfkrc)
  •                                                       



YARGITAY (Dosya) II- TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği karar

Adalet Bakanı Tunç: Sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye yararı yok (soL)

CHP Genel Başkanı Özel'in açıklamalarına yanıt veren Adalet Bakanı Tunç "Mahkeme kararlarını bahane ederek sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye bir yararı yoktur" dedi.

Yargıtay'ın, Gezi davası tutuklusu ve TİP milletvekili Can Atalay hakkında hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasının ardından dün akşam CHP grubu Meclis'te olağanüstü toplandı.

Toplantı sonrası kürsüden açıklama yapan CHP Genel Başkanı Özgür Özel "Bu bir darbe girişimidir" dedi ve "Halkı bu kalkışmayı bastırmaya davet ediyoruz" çağrısında bulundu.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç konuya ilişkin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada "Mahkeme kararlarını bahane ederek sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye bir yararı yoktur. Hukuk devletinde sorunlar sokakta değil, yine hukuk içinde öngörülen mekanizmalarla çözülür" ifadelerini kullandı.

Tunç, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şunları kaydetti:

"Gezi kalkışması sebebiyle Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesi uyarınca, 'cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan verilen kesinleşmiş mahkumiyet hükmü sonrasında, bu hükümle ilgili olarak verilen Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları üzerinden yapılan değerlendirmelerde 'Meclis'e yönelik darbe yapıldığı' şeklinde açıklamalarda bulunmak son derece yanlış ve sorumsuzca bir harekettir.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Mahkeme kararlarını bahane ederek sokak hareketleri çağrısında bulunmanın kimseye bir yararı yoktur. Hukuk devletinde sorunlar sokakta değil, yine hukuk içinde öngörülen mekanizmalarla çözülür."

                                                                 /././

AYM üyelerine suç duyurusunda bulunan Yargıtay, FETÖ'den ihraç edilen savcıya atıf yapmış (Birgün)

Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Can Atalay hakkında 'hak ihlali' veren AYM üyeleri hakkında yaptığı suç duyurusunda FETÖ'den ihraç edilen savcı Özcan Özbey'in 2013 yılında kaleme aldığı "Türk Anayasa Hukukunda Bireysel Başvuru" kitabına atıf yaptığı ortaya çıktı.

Can Atalay hakkında AYM kararına uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin suç duyurusunda atıf yaptığı savcı hakkında dikkat çeken bir detay ortaya çıktı.

Gazete Duvar'dan Can Bursalı'nın haberine göre, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay'ın başvurusu üzerine hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) kararına uymadı. Daire, kararı veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.

Verilen kararda çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezi ile akademik yayınlara atıf yapıldı. Atıf yapılan kitaplardan biri de 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra eski adıyla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) ihraç ettiği savcı Özcan Özbey'e ait.

2013'TE KALEME ALINAN KİTABA ATIF 

Aynı zamanda doktor unvanı da olan ihraç savcı Özcan Özbey'in 2013 yılında kaleme aldığı "Türk Anayasa Hukukunda Bireysel Başvuru" kitabında yer alan şu ifadeler, Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin kararında dayanak olarak kullandı:

"Bireysel başvuru yolunda bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edilip edilmediği araştırılmakta olup, bireysel başvurunun önceki yargılamanın devamı niteliğinde olduğundan söz edilemez. Bu nedenle bireysel başvuruyu "olağanüstü kanun yolu" olarak nitelendirmek mümkün değildir. Bireysel başvuru sui generis bir hukuki yoldur. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edilen bireylerin, diğer başvuru yollarını tükettikten sonra başvurdukları istisnai ve kendine özgü, ikincil nitelikte, anayasal bir hak arama yolu şeklinde tanımlanabilir."

AYM RAPORTÖRÜ OLARAK GÖREV YAPMIŞTI

15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından 24 Ağustos 2016'daki HSYK'nin ihraç ettiği 2 bin 847 hakim ve savcı arasında yer alan Özcan Özbey'in, AYM ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvuruların yanı sıra insan hakları hukuku konusunda toplam 5 kitabı bulunuyor.

Özcan Özbey, bir dönem AYM'de raportör olarak da görev yapmıştı.

                                                                  /././

MHP, Yargıtay'a sahip çıktı: AYM yargısal aktivizm yapamaz(Birgün)
MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, “Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı kontrol mekanizmasının bulunmaması önemli bir eksikliktir. Hukuk normu koymanın, muhakeme meselesi değildir. Anayasa Mahkemesi yargısal aktivizm de bulunamaz. Yasama organın yerine geçerek norm da ihdas edemez, mevcut olan normu da görmezden gelemez, anayasayı yeniden yorumlayamaz. Suç ve ceza politikasını belirlemek, Anayasa Mahkemesi kararlarında sıkça ifade edildiği gibi kanun koyucunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir” açıklamasını yaptı.

MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, “Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı kontrol mekanizmasının bulunmaması önemli bir eksikliktir. Hukuk normu koymanın, muhakeme meselesi değildir. Anayasa Mahkemesi yargısal aktivizm de bulunamaz. Yasama organın yerine geçerek norm da ihdas edemez, mevcut olan normu da görmezden gelemez, anayasayı yeniden yorumlayamaz. Suç ve ceza politikasını belirlemek, Anayasa Mahkemesi kararlarında sıkça ifade edildiği gibi kanun koyucunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir” açıklamasını yaptı.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bugün akşam Anayasa Mahkemesi'nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiği yönündeki kararına uyulmamasına hükmetti. Daire, “yargısal aktivizm” yapmakla suçladığı ihlal kararı yönünde oy kullanan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Daire aynı zamanda Atalay'ın milletvekilliğinin de düşürülmesi işlemlerine başlanması için kararı TBMM Başkanlığı'na gönderdi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi söz konusu kararı bugün verdi. Karar, akşam saatlerinde kamuoyu ile paylaşıldı.

MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:

“Ceza kanunlarının yorum tekeli ceza hakimlerine bırakılmıştır. Hakim yargı faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hakim, soruna ölçülü duygusallıktan uzak ve soğukkanlı yaklaşarak gerek metne bağlı dar yorumla, gerekse kanun koyucunun iradesini ortaya koyan amaca yönelik yorumla, meseleyi çözmeye ve doğru sonuca ulaşmaya çalışır.

AYM kararları gücünü, bir başka hukuki merciin denetiminden geçmeyecek olmasından, herkesi bağlayıcı olmasından değil, yetkin ve tutarlı hukuki gerekçelerden almalıdır. Hukuk kuralı uygulayıcının elinde değişmemelidir. Hakimler ne diyorlarsa anayasa odur denebilir mi?

Kuvvetler ayrılığı ilkesi çeşitli şekillerde zedelenebilir. Bunlardan biri de yargısal aktivizmdir. Yargısal aktivizm, bazen yasama organının etkisizleşmesine, bazen yasama kararlarının iptaline, bazen yargının yasama organının yerine geçmesi olarak karşımıza çıkar.

Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı kontrol mekanizmasının bulunmaması önemli bir eksikliktir. Hukuk normu koymanın, muhakeme meselesi değildir. Anayasa Mahkemesi yargısal aktivizm de bulunamaz. Yasama organın yerine geçerek norm da ihdas edemez, mevcut olan normu da görmezden gelemez, anayasayı yeniden yorumlayamaz. Suç ve ceza politikasını belirlemek, Anayasa Mahkemesi kararlarında sıkça ifade edildiği gibi kanun koyucunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir.”                                
                                                                      /././

İstanbul Barosu'ndan Can Atalay yorumu: Karara uyulmaması bireylerin konusu olmaktan çıkmıştır (Birgün)

Yargıtay'ın, tutuklu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki AYM kararını tanımaması hakkında konuşan İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, "Yargıtay’ın AYM kararına uymaması bireylerin konusu olmaktan çıkmıştır" dedi. İstanbul Barosu tarafından yapılan açıklamada ise Yargıtay’ın AYM kararını “yargı darbesi” olarak nitelendirildi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulacağı kaydedildi.

İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından alınan Can Atalay kararına Yargıtay'ın uymamasına tepki gösterdi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında AYM'nin verdiği karara ilişkin açıklama yapan Saraç, Yargıtay'ın AYM kararına uymamasına ilişkin "Bireylerin konusu olmaktan çıktı" yorumunda bulundu. 

Sosyal medya platformu X üzerinden açıklama yapan Saraç şu ifadeleri kullandı:

"Yargıtay’ın AYM kararına uymaması bireylerin konusu olmaktan çıkmıştır. Hukuk devletini ve tüm bireylerin hukuk güvenliğini ilgilendiren, sözün bittiği yerdir. Avukatlar hukuk devletinin yok edilmesine izin vermeyecektir."

İSTANBUL BAROSU SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAK

İstanbul Barosu tarafından yapılan açıklamada ise Yargıtay’ın AYM kararını “yargı darbesi” olarak nitelendirildi.

Baro, Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulacağını açıkladı.

Açıklamada, 14 Kasım Salı günü Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde yapılacak basın açıklaması için çağrı yapıldı.

İstanbul Barosu’nun “Yargı Darbesine İzin Vermeyeceğiz” başlıklı açıklamasının tamamı şu şekilde:

“Yargıtay 3. Ceza Dairesinin aldığı karar, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağını hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek açıklıkta düzenleyen (m.153/6) hükümlerine aykırı olup, yargı darbesi niteliğindedir.

Mevcut hukuk sistemini yargı darbesiyle değiştirme çabası niteliğinde olan ve Anayasa mahkemesi kararını yok sayan bu karar, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğunu hüküm altına alan 11. Maddesine de aykırıdır.

İstanbul Barosu olarak, açık bir şekilde suç işleyen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı hakkında daha önce HSK’ ya suç duyurusunda bulunduğumuz gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında da gerekli ceza soruşturmasının başlatılması için Yargıtay Başkanlar Kuruluna suç duyurusunda bulunulacaktır.

14 KASIM'DA BASIN AÇIKLAMASI YAPILACAK

Yargının bizzat kendisinin Anayasanın emredici kurallarını tanımadığı, yok saydığı bir ortamda hukuk devletinden söz edilemeyeceği gibi hiç bir vatandaşımızın da kendisini güven içinde hissetmeyeceği şüphesizdir.

İstanbul Barosu başta yargı makamları olmak üzere hukuk devletinin gereklerine uygun davranılması konusunda her türlü girişimde bulunacaktır.

Bu kapsamda İstanbul Barosu olarak meslektaşlarımızı Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyeleri hakkında suç duyurusuna katılmak için 14 Kasım Salı saat 11.00’e kadar Baronet üzerinden imza vermeye hukuka saygı ve yapılacak suç duyurusunun basın açıklaması için 14 Kasım Salı günü saat 12.00’de Çağlayan Adliyesi’ne davet ediyoruz.”

NE OLMUŞTU?

Can Atalay, Gezi Parkı davasında 18 yıl hapse mahkum edildikten sonra 14 Mayıs'ta yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde TİP'ten milletvekili seçilmişti. Atalay'ın, "milletvekili seçilmesi nedeniyle hakkındaki yargılamanın durması ve tahliye edilmesi" talebiyle yaptığı başvuru, Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nce reddedilmişti. Yargılamaya devam edilmesi nedeniyle "seçilme ve siyasi faaliyette bulunma" hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de "kişi hürriyeti ve güvenliği" hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapılmıştı.

Gezi davasından mahkum olduktan sonra milletvekili seçilen ve Anayasa Mahkemesi'nin hakkında ihlal kararı verdiği Avukat Can Atalay'ın dosyası Anayasa Mahkemesi tarafından yerel mahkeme olan İstanbul 13. Ceza Mahkemesi'ne gönderilmişti. Mahkeme, dosyada karar verme yetkisinin Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nde olduğunu belirterek dosyayı geçtiğimiz günlerde bu daireye göndermişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise kararı tanımamış, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını öne sürerek Atalay hakkında ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunmuştu.

                                                        /././

Yargıda millileştirme (Gözde Bedeloğlu-Birgün)

Avrupa Birliği Komisyonu’nun dün yayınladığı ve Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi sorunlar olduğunu belirttiği şaşırtıcı olmayan raporun dumanı tüterken, aynı gün Türkiye’de bu geri gidişe dair el yükselten bir olay yaşandı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, TİP Milletvekili Can Atalay’ın hak ihlali gerekçesiyle tahliyesine hükmeden Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında yetki sınırlarını aştıklarını iddia ederek suç duyurusunda bulundu. Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı arasında etkili bir kuvvetler ayrılığı bulunmadığına dikkat çeken AB raporunun yayınlandığı gün gündemi sallayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamakla beraber, Atalay hakkında hak ihlali kararı veren üyelerine yönelttiği suçlamalar, hukuk devleti adına durumun vahametini apaçık ortaya serdi.

***

Gezi Parkı davası iktidar için öyle ikonik bir dava ki, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan Osman Kavala hakkında “derhal serbest bırakılmalıdır” diyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararı uygulamayarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde oy hakkını kaybetmeye varan yaptırımların önünü açmaktan çekinilmiyor. Can Atalay, hukuki bir engel olmadığı için milletvekili adayı olabildi, seçime girdi ve Hatay halkı tarafından kendilerini temsilen meclise gönderildi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi Atalay’ın cezasını milletvekili seçildikten sonra yani siyasi dokunulmazlığını aldıktan sonra onadı. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı buna işaret ediyor. Bu durumda Atalay’ın yargılanmasına vekilliği süresince ara verilmesi gerekiyor. Özetle mahkeme ne Atalay’ın suçlu olup olduğuyla ilgileniyor ne de davayı ortadan kaldırıyor.

***

Gezi eylemleriyle ilgili açılan ilk dava 2015 yılında beraatla sonuçlanmıştı. 2019’da ‘FETÖ soruşturmaları’ sebebiyle görevden alınan ve kaçak durumunda olan savcı Muammer Akkaş tarafından hazırlanan ikinci iddianame ile yeni bir yargı süreci başladı. 2020 yılında gelen beraat kararı 2021 yılında yeniden bozuldu. Son olarak bu yılın eylül ayında Yargıtay 3. Ceza Dairesi Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden’in “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış hapis cezalarını onadı. Bir beraat bir tutuklama, bir beraat bir tutuklama şeklinde süren davaya ilişkin Bahçeli, “yargıya saygı duyulmalıdır” demişti. Erdoğan’ın yorumu ise memnuniyetini gösteriyordu: “Yargımız kararını verdi. Kusura bakmasınlar bu ülkede hukuk var.”

***

AİHM kararlarının göz ardı edilme gerekçesinin ardında, AKP-MHP iktidarının Gezi eylemlerini dış güç destekli bir kalkışma olarak tarif etmesinin de bir kolaylığı var. Ülkenin idaresini hedef aldığı söylenen dış güçlerin yargı kararları neden düşmanlaştırılmasın ki? Erdoğan, her ne kadar birkaç kez kendi de başvurmuş olsa da “bizim mahkeme kararlarımızı tanımayanı biz de tanımayız” diyerek Kavala kararıyla ilgili AİHM’i eleştirmişti. Devlet Bahçeli de Demirtaş ile ilgili kararından sonra AİHM için, “tanımıyoruz, takmıyoruz” demişti. Dedikleri gibi oldu. AİHM kararları uygulanmadı. Bu, uluslararası mahkemeyi takmama ve tanımama tavrı ulusal mahkemeleri suçlama ve hatta kurumsal varlığını tartışmaya açmakla paralel ilerledi. Ne de olsa bonkörce ve rahatlıkla dile getirilen ‘milli ve yerli olan-olmayan’ tarifesi her zaman kullanıma açık.

***

Seçim öncesi, HDP’nin hazine yardımının bloke edilmesi kararını kaldıran Anayasa Mahkemesi için Bahçeli “AYM, Türk milletinin mahkemesi değildir. Teröristlere hazine yardımını açan melanet olarak algılıyoruz” diyerek hem ülkenin en yüksek yargı kurumunu hem de seçime girme hakkı olan ve milyonlarca yurttaşın oy verdiği bir siyasi partiyi hedef almıştı. Öncesi de vardı. Yargıtay’a HDP’yi kapatma çağrısı yapan Bahçeli AYM’nin kapatmaya dair iddianameyi iade etmesi üzerine yüksek mahkemenin de HDP ile birlikte kapatılması gerektiğini söylemişti.

***

Bahçeli’nin “adı yüksek aidiyeti ve ahlakı düşük” sözleriyle ağır şekilde eleştirdiği AYM’ye yönelik zincirleme tepkileri seçimden sonra da sürdü. AYM’nin, Yargıtay’ın HDP’nin hazine yardımının bloke edilmesi talebini “yasada Yargıtay’a bu konuda yetki veren düzenleme yok” diyerek reddetmesi üzerine Bahçeli AYM başkan ve üyelerinin söylediklerini kale almamasından yakınarak AYM’ye yeni bir şekil verilmesi gerektiğini söyledi. Bu şeklin tarifi, milli düşünceye sahip, vatanını seven bir anlayışla faaliyet yürütecek bir mahkemeydi. İki yıl önce MHP tarafından açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümünde yeni anayasa” önerisinde AYM, yüksek mahkeme statüsünden çıkarılıp özel bir statüde düzenleniyor ve “Yüce Divan” adıyla yeni bir yapı oluşturulması fikri yer alıyordu.

***

Üzerinden bir ay bile geçmedi, Bahçeli, HDP’nin kapatılmasıyla ilgili iddianameyi bekleterek Yeşil Sol Parti adıyla seçimlere girebilmesinin ve yoluna HEDEP olarak devam etmesinin sorumlusu olarak gördüğü AYM’ye dava açacaklarını söylemişti. Dün Türkiye yargı tarihinde bir ilk yaşandı. Yargıtay, Can Atalay’ın tahliye edilmesi gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi’nin kararını kabul etmedi ve hak ihlali yönünde oy kullanan üyeleri hakkında suç duyurunda bulundu. AYM’nin yapısının değiştirilmesi üzerine düşünceler, beğenilmeyen kararlarının ağır dille eleştirilmesi, kapatılması gerekliliği yönünde beyanlarda bulunmak, Yargıtay ve AYM birbirlerinin rakibiymiş gibi estirilen hava ve geldiğimiz noktada Yargıtay’ın milli, Anayasa Mahkemesi’nin gayri milli olduğuna dair imalar eşliğinde başlatılan tartışma. Bir süredir yuvarlanarak üzerimize gelen çığa bakıyorduk hepimiz. Gürültüyle yaklaşan şey sürpriz sayılmaz.

                                                                       /././

AYM kapatılmıştır!(Kayhan Ayhan-Birgün)
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM’nin Can Atalay hakkındaki kararını tanımadı. İhlal kararı alan AYM üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunuldu. Hukukçular, "Anayasa Mahkemesi bir anlamda kapatılmıştır" dedi.

Yargıtay Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 14 Mayıs genel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye edilmesi yönünde verdiği kararı tanımadı. AYM’nin Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını belirten Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay hakkında ihlal kararı veren Yüksek Mahkeme üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine karar verildi.

Dosya hakkındaki talepleri değerlendiren Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında verilen ihlal kararında AYM’nin, Daire’nin infazı kabil ve kesinleşmiş kararını dikkate almaksızın inceleme yaptığını savundu.

“AYM BİZİ TEHDİT ETTİ”

AYM’nin, ihlal kararında, yasal bir dayanağı olmamasına ve doktrinde bile tartışmalı bir konu olmasına rağmen, ‘Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif işlevinden’ bahsederek, kararı veren Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerini ‘ihmal suçunu işlemişlerdir’ şeklinde tehdit etme boyutuna kadar işi vardırdığı öne sürüldü.   

‘‘YARGISAL AKTİVİZM”

Yargıdan beklenenin, kanunlara, Anayasa’ya ve en önemlisi hukuka uygun kararlar alabilmesi olduğuna vurgu yapılarak, "Anayasa Mahkemesi, bu şekilde yargısal aktivizim yaparak, ‘şeklen denetleyemediği Anayasa hükmünü uygulanamaz hale getirme, kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuruları kabul etme, soruşturmalara müdahil olma, kovuşturmaları yapılamaz hale getirme’ şeklinde Anayasa’ya aykırı olarak verdiği kararları ile görev ve yetkilerini, Anayasa ve kanunlardan üstün görmek suretiyle bir nevi Anayasa’yı uygulanamaz hale getirerek, kendisinin sorgulanmasına ve meşruiyetinin tartışılmasına yol açmıştır" denildi.

HUKUKEN YOK HÜKMÜNDE

                                                     Prof.Dr.Adem Sözüer

Prof. Dr. Adem Sözüer, Yargıtay kararını BirGün'e değerlendirdi. Sözüer, Anayasa'ya göre Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının mahkemeler dâhil olmak üzere herkesi bağlayıcı nitelikte olduğunu vurgulayarak, "Fakat Can Atalay kararındaki durum bir kararın uygulanmamasından çok daha öte bir şey. Yani sanki karar mahkemeye gelmiş ve mahkeme 'bunu uygulamıyorum' diye bir karar vermiş. Şimdi hiç olmamış bir şey oluyor. Mahkeme toplanıp bu konuda bir karar vermiyor. Sanki Anayasa Mahkemesi mahkemenin başkanına bir mektup yazıyor. Mahkeme başkanı da alıyor bu mektubu ‘efendim bu mektuptaki durumda benim yapacağım bir şey yok. Bu mektubu ben Yargıtay'a yolluyorum’ diyor. Başkanın yaptığı işlem hakikaten hukuken yok hükmünde. Yani öyle bir yetkisi yok ki başkanın. Yargıtay'ın da burada yapması gereken şey ‘Başkan olarak bize böyle bir yazı gönderme yetkiniz yok’ demesi lazım. Ama Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da oturuyor bir manifesto yazıyor. Anayasa Mahkemesi'nin ne kadar yanlış karar verdiği, yetkisini aştığı gibi bir takım iddialar ortaya atıyor” diye konuştu.

HUKUK İNTİHARI

Bu kararla birlikte mahkemelerin kararları uygulamak için bir keyfiyet takınanacağının altını da çizen Sözüer, “Bu ne demektir? Aslında Anayasa Mahkemesi bir anlamda kapatılmıştır. Fonksiyonları felç edilmiştir. Türkiye'de acaba hukuku temelinden sarsacak daha büyük ne olabilir? AİHM kararlarının gereklerine uyulmuyordu hukuk inkâr ediliyordu diyorduk. Şimdi hukukun inkârından hukukun intihar ettirilmesine doğru gidiyoruz. Ama hukuk devreden çıkarılsa bile, hukuk ölmez. Hukuk varlığını devam ettirir. Hukuk bir gün geri döner” diye konuştu.

“Hiçbir toplum hiçbir hukuk devleti, hiçbir ciddi devlet bir mahkemesine bu şekilde bir anlamda aşağılayıcı bir tutum takınamaz” diyen Sözüer sözlerini şöyle noktaladı:

"Bu artık Can Atalay meselesi değildir. Anayasa Mahkemesi'nin varlığı meselesini konuşuyoruz. Bugün siz Anayasa Mahkemesi'ni böyle devre dışına bırakırsanız yarın Yargıtay'ı devre dışı bırakırsınız. Cumhuriyet tarihinde ve hukuk tarihimizde hiçbir şekilde izahı olmayan büyük bir hukuk dışına çıkış vardır bu uygulamayla. Anayasamızı bu şekilde bir anlamda devreden çıkarma, mahkemeleri küçük düşürme, saygınlıklarını yok etmeyi niye yapıyoruz? Ondan sonra toplumda kim hangi hukuka saygı duyacak? Devlete hukuk devletine nasıl güven duyacak? Bir devlet niye bu kadar küçültülür?"

                                                                         /././

Yargıda Can Atalay krizi: Anayasal düzene meydana okuma (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) tutuklu TİP milletvekili Can Atalay hakkındaki ihlal kararına direndi. Yargıtay, AYM’nin yetkisini aştığını öne sürüp üyeler hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi işlemlerinin başlatılması için karar TBMM’ye gönderildi. Hukukçular ve siyasiler, Yargıtay’a sert tepki gösterdi.

AYM, cezaevinde olan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında yapısal inceleme yaparak, hak ihlali kararı verdi, kararın derhal uygulanması için kararı yerel mahkamaya gönderdi. Yerel mahkeme ise karar vermeyerek, dosyayı Yargıtay’a iletti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, geçtiğimiz günlerde Atalay’ın dosyası hakkında hazırlanan mütalaada, Atalay’ın yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağını iddia etti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise kararını dün verdi ve ihlal kararına direndi; AYM kararının hukuki değer ve geçerliliğinin olmadığını savundu. Atalay’ın, hakkındaki kararın onanmasıyla hükümlü sıfatını kazandığı, milletvekilliğinin düşmesi gerektiği belirtilerek, milletvekilliğin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesi kararlaştırıldı. AYM’nin bu konuda inceleme yetkisinin bulunmadığı, kesinleşmiş kararı dikkate almaksızın inceleme yaptığı iddia edilen kararda, AYM’nin ihlal kararında türban konusundaki karara atıf yapılmasına değinilerek, “Tarafımızdan dikkat çekici bulunmuş ve bir ironi olarak değerlendirilmiştir” denildi. 

‘GÜLEN DE MECLİS’E GİREBİLİR’

Yapısal denetim kapsamında anayasanın 14. maddesi konusunda anayasal ya da yasal düzenleme yapılması çağrısı yapan AYM’nin, “kararlarında anayasal veya yasal bir yetkisi olmamasına karşın hiçbir organ tarafından denetlenmemenin vermiş olduğu rahatlıkla, içtihat yoluyla anayasal yetkisini sürekli artırdığı ve bunu kötüye kullandığı” savunuldu. Bazı TCK maddelerini anayasanın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kaydedilen kararda, “Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden, pek çok kanlı terör eylemi ile irtibatlandırılan ve haklarında yukarıda sayılan mutlak terör suçlarından soruşturma veya kovuşturma bulunup, henüz yakalanamayan ve kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen, Şerif Ali Tekalan, Recep Uzunallı, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Sabri Ok ve Ali Ekber Doğan ve bunlar gibi şüpheli ya da sanıkların, milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değil” denildi.

‘VESAYET MAKAMI GİBİ’

Atalay kararında “Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerinin tehdit edildiği” öne sürülen kararda, bu durumun “esef verici ve manidar bulunduğu” belirtildi. AYM’nin, “Meclis’in alanına da müdahale ettiği, aralarında astlık üstlük ilişkisi bulunmayan yüksek mahkemeler üzerinde de süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamı gibi davrandığı” iddia edilen kararda, “AYM, bu şekilde yargısal aktivizm yaparak, ‘şeklen denetleyemediği anayasa hükmünü uygulanamaz hale getirme, kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuruları kabul etme, soruşturmalara müdahil olma, kovuşturmaları yapılamaz hale getirme’ şeklinde anayasaya aykırı olarak verdiği kararları ile görev ve yetkilerini, anayasa ve kanunlardan üstün görmek suretiyle bir nevi anayasayı uygulanamaz hale getirerek, kendisinin sorgulanmasına ve meşruiyetinin tartışılmasına yol açmıştır” denildi. 

Atalay hakkında hak ihlali yönünde oy kullanan üyeler hakkında ise anayasa hükümlerini ihlal ettikleri, yetki sınırlarını aştıkları için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına hükmedildi.

‘ANAYASAL DÜZEN ASKIYA ALINDI’

Cumhuriyet’e konuşan Atalay’ın avukatı Deniz Özen, şunları söyledi: “Çok uzun bir hukuki değerlendirme yapacak durum yok. Artık burada hukuki bir tartışma zemini yok. Hukuki bir yorum yapacak durum kalmadı. Meselenin hukukla bağı tamamen koptu. Bu karar Türkiye’de anayasal düzenin askıya alındığını gösteriyor. Başka hiçbir açıklaması yok. Hiçbir yurttaşın anayasal güvencesinin kalmadığını gösteriyor. Bunun ötesinde söyleyebileceğim bir şey yok, keşke olsa.”

‘BASKIYI DİKKATE ALMAZ’

Yargıtay Onursal Daire Başkanı Hamdi Yaver Aktan ise AYM kararlarının uyulması gereken kararlar olduğunu vurgulayarak, “Yargıtay’ın suç duyurusunda bulunması bugüne kadar görülmüş değil” dedi. AYM’nin, kendisine çizilen yasal sınırlar içinde karar verdiğini vurgulayan Aktan, “AYM’nin zaman zaman yetkisini aştığı ileri sürülmüş ve öteden beri tartışmalar yapılmışsa da bunun doğruluğu ve yanlışlığı tartışılmaktadır. Ancak AYM bir karar verdikten sonra bağlayıcılığı tartışmasızdır ve mutlak suretle uyulması gerekiyor. Mahkeme kararlarına uyulmamasının yaptırımı da TCK’ye göre ‘görevi kötüye kullanma’ suçudur. Bu baskıyı AYM’nin dikkate alacağını düşünmüyorum. Anayasayı yorumlamada bütün mahkemelerin yetkisi var ama nihai yetki AYM’nin. AYM’nin bir kararından dolayı suç duyurusu yapılması da yine AYM kendi kendisini soruşturacak anlamına gelir. AYM’de yargılanması gerekir. AYM’nin tümü kendi kendini mi soruşturacak? İşin içinden çıkılamaz bir durum. Bu suç duyurusunun pratik bir yararı olacağını düşünmüyorum” ifadelerini kullandı.

‘DARBE GİRİŞİMİ’

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir ise, şunları kaydetti:

“Son derece tehlikeli bir sürece girdik çünkü Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM kararını tanımamak, uymamakla birlikte aynı zamanda suç duyurusunda bulunabilecek kadar da hukuki tartışmayı bir başka zemine taşıma ihtiyacı hissetmiş. Bu anayasal düzene bir meydan okumadır. Yargıtay’ın ilgili dairesinin yapması gereken anayasa gereği, AYM kararına uyup Can Atalay’ın tahliyesini sağlamaktır. Bunu bir hukukçu olarak bugüne dek aklıma dahi getiremezdim. Bunun hukuki bir tartışma zemininden, siyasi bir tartışma zeminine çekildiğini anlıyoruz. AYM’nin, birkaç özgürlükçü, evrensel hukuk ilkelerine uygun kararı dışında AKP iktidarını üzecek herhangi bir karar vermediğini zaten biliyoruz. Ama buna rağmen ‘AYM’yi kaldıralım’ çabaları olduğunu biliyoruz. Bu suç duyurusunun bir siyasi tartışma başlatıp belki AYM’nin kapatılmasına kadar varabilecek bir süreci ateşleme çabasından kaynaklandığını görüyorum. Burada akıl dışılık ve bir darbe girişimi var.”

‘SİYASİ BASKI’

CHP Ankara Milletvekili Umut Akdoğan ise “AYM, bütün organların denetimini yapan en üst mahkemedir. AYM’nin yargılamasının çerçevesini anayasa belirler, AYM yargılamasında sınır anayasaya uygunluktur. Yargıtay, her ne kadar hukuk ve ceza yargılamasında en üst mahkeme olsa da AYM’nin altında olan bir yargı organıdır. En üst mahkemeye karşı siyasi saiklerle Yargıtay’ı kullanmak anayasaya aykırıdır. Bu hiçbir hukuk devletinde yaşanabilecek bir şey değil. Yargıtay, bu kararıyla siyasi olarak kafa tutmaktadır. AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmak, Yargıtay üzerinden AYM’yi siyasi baskı altına almak demektir. Bu da anayasada güvence altına alınan hakim teminatını da yok saymaktır. İktidar yargı eliyle adaleti katletmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

‘SUÇ İŞLEDİLER’

İYİ Parti Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Ahmet Zeki Üçok da karara “Can Atalay düşmanlığı, hukuk tanımazlık bitmiyor. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM kararına uymayarak anayasanın 153. maddesini ihlal ederek suç işlemiştir. AYM başkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçları, kişisel suçları ve disiplin eylemleri için soruşturma açılması AYM Genel Kurulu kararına bağlıdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hiç bir yetkisi yoktur. TBMM, AYM’nin ihlal kararına rağmen Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine karar verirse anayasanın 153. maddesini ihlal etmiş olur. Yarın cumhurbaşkanı, AYM’nin iptal ettiği bir kanunu ben uygulayacağım derse kim karşı çıkacak? Hukuk bir gün size de lazım olacak” dedi.

‘SİYASET MÜDAHALE ETMELİ’

Avukat Başar Yaltı ise “Sözün bittiği yer denir, hukukun bittiği yer burası. Atalay konusunda AYM kararı konusunda muhatabın TBMM Başkanı olduğunu düşünüyorum. Hukuk kararını vermiştir, uygulamasını talep etmek Meclis'e, temsilcisi olan başkana aittir. Son karardan sonra hukuken yapılacak bir şey kalmadı. Yargıtay'ın verdiği karar anayasayı ihlaldir. Yavuz hırsız, ev sahibi bastırır denir ya, bu durumdayız. Türkiye'de hukuku çürüttüler. Siyasetin, bu olaya müdahale ederek, bir an önce asgari ölçüde de olsa kurallara uymayı sağlaması gerekiyor. Bu anarşik ortam hiç ummadığımız yerlere gider. Yargıtay 3. Ceza Dairesi suç işlemiştir. AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması tanımlanamaz bir durum” dedi.

‘BAKACAĞIZ’

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, karardan kısa bir süre ilk değerlendirmeyi Cumhuriyet'e yaptı. AYM üyeleri hakkında suç duyurusunun ilk olduğu belirtilerek, sürecin nasıl işleyeceği sorulan Şahin, Evrak yeni geldi. Bakacağız. Şimdiden net bir şey söyleyemeyiz yanıtını verdi.

                                                          /././

Hukukçu Kamil Tekin Sürek: Yargıtay bu cesareti Erdoğan ve Bahçeli'den alıyor

Yargıtay'ın AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmakla aynı zamanda TBMM'yi de azarlama cüreti gösterdiğini belirten Av. Kamil Tekin Sürek: "Yargıtay bu cesareti Erdoğan ve Bahçeli'den alıyor."

Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Anayasayı tanımama ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmakla aynı zamanda TBMM'yi de azarlama cüreti gösterdiğini belirten Avukat Kamil Tekin Sürek, bu cesaretin Erdoğan ve Bahçeli'den alındığını söyledi.

Gazetemizin Yazarı Avukat Kamil Tekin Sürek, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) görevleri ve yetki alanının Anayasada çok açık yazdığını kaydetti. AYM'nin kararlarına beğense de beğenmese de ağır ceza mahkemeleri, yargıtay daireleri ve bütün mahkemelerin uymak zorunda olduğun belirten Sürek, "Ben Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum, uymuyorum desem fazla bir değeri olmaz, uygulamam gerekiyorsa zorla devlet uygulatır. Ancak mahkeme uymuyorum deyince durum vahimdir. AYM üyeleri değil bu durumda, Yargıtay 3. Dairesi üyeleri yargılanır.

YARGITAY TBMM'YE DE GÖREV TEVDİ EDİYOR

Yargıtay 3. Dairesinin AYM kararını tanımayarak Anayasayı ihlal ettiği gibi kararda TBMM'yi de "Can Atalay'ın milletvekilliğini niye düşünmüyorsunuz" diye azarlama ve görev tevdi etme cüreti gösterdiğine dikkat çeken Sürek, "TBMM, Yargıtay 3. Dairesi'nin kararını istediği kadar bekletir. Dönem sonuna jandarma da bekletebilir. Zaten bugüne kadar bekleterek Anayasa ve AYM kararı doğrultusunda tutum aldığını göstermiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasayı ve AYM kararını tanımama cesaretini Erdoğan ve Bahçeli'den almaktadır. Bahçeli zaten AYM'nin kapatılması gerektiğini söylemiştir. Erdoğan da Anayasa değişikliği hazırlıkları ile AYM'nin yetkilerini kuşa çevirme hazırlığı yapmaktadır" diye konuştu.

                                                            /././

HEDEP MYK toplandı: Yargıtay'ı darbe teşebbüsüne cesaretlendiren AKP MHP iktidarının kendisi (Evrensel)

HEDEP MYK'si sırasında açıklama yapan HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan "Meclis’i ve Meclis Başkanlığını bu darbe teşebbüsüne karşı tutum almaya çağırıyoruz" dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi‘nin (MYK) tutuklu milletvekili Can Atalay’a dair verdiği ihlal kararına tanımaması nedeniyle Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan başkanlığında HDP Genel Merkezi’nde toplandı. 

Toplantıya, partinin grup başkanvekilleri, parti sözcüsü ve hukuk komisyonu eşsözcülerinin yanı sıra çok sayıda MYK üyesi de katıldı.

"YARGI ELİYLE SİYASİ DARBE YAPMA AMACI"

HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MYK toplantısı sırasında açıklama yaptı. Bakırhan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Anayasa'nın AKP, MHP eliyle askıya alındığı bir dönemde tarihte görülmediği kadar yargıda kadrolaşmanın kuvvetler birliğinin esas alındığı gerçeği ile maalesef karşı karşıyayız. 2015 yılından sonra adım adım bir Anayasasızlaştırma süreci yaşıyor Türkiye. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153. maddesinin açık hükümlerine rağmen Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kendisini Anayasa Mahkemesinin TBMM'nin ve Türkiye halklarının üzerinde görmesi yargı eliyle siyasi darbe yapma amacının açık göstergesidir." 

"YARGITAY'I CESARETLENDİREN AKP VE MHP"

"HDP'nin kapatılma davasında hukuk dışına çıkan AİHM'nin emsal kararlarını tanımayan ve kapatma davasını siyasi bir şova dönüştüren Yargıtay'ın siyasi iktidar ve ortağı tarafından cesaretlendirilmesi dünkü hukuk faciasının ön habercisiydi. Binlerce siyasetçi arkadaşımıza verilen adaletsiz ve hukuksuz cezaları onayan, bu cezaları onadıkça siyasi iktidar tarafından sırtı sıvazlanan Yargıtay, 7 yıllık tutukluluk süresini dolduran siyasetçi arkadaşlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Leyla Güven şahsında onlarca arkadaşımızı ısrarla rehin tutmaktadır. Yargıtay'ı darbe teşebbüsüne iten ve cesaretlendiren AKP MHP iktidarının kendisidir."

"İktidarın küçük ortağı yemiyor içmiyor 'Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır' diyor. Maalesef kimse de ona senin bu yaptığın 'Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs'tür demiyor. Biz buradan bunu diyoruz. Bu ifadeler faşist popülist bir rejim test edeceğiz demenin aslında bir itirafıydı."

"Ülke hukukunun en üst kurumuna bu kadar rahat tehdit varsa kimse güvende değil. Kimsenin sessiz kalma hakkı yoktur! Ülkenin geleceği söz konusudur. Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya dönük bu kadar açık ve rahat ifadelerde bulunmak aslında topluma savaş açmaktır, toplumu kökten yok saymaktır. Bu darbeci dile ve zihniyete, bu darbeci şovenizme dur denilmelidir. Bu iktidar dokunduğu her şeyi çürüten, yozlaştıran bir konumdadır. Durumun bu hale gelmesine iktidarın pratikleri katkı sunmuştur."

"ASIL SUÇLU SİZSİNİZ"

Erdoğan "Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum" demedi mi? Bahçeli "Anayasa Mahkemesi derhal kapatılmalıdır" demedi mi? Yerel mahkemeler defalarca "Anayasa Mahkemesini tanımıyoruz" demediler mi? Yargıtay "Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamıyorum" demedi mi? İşte anayasal düzeni değiştiren sizsiniz. Sizler binlerce siyasi tutsağı uyduruk delillerle anayasal düzeni değiştirmekle suçladınız, oysa asıl suçlu sizsiniz siz!

"Bu başkaldırı ve darbe teşebbüsüne karşı AİHM ve AYM kararlarının bir an önce uygulanması gerekiyor. Bu durumun gelişmediği her an ülkedeki istikrarsızlık ve kurumsal çürüme derinleşecektir."

"Darbenin panzehiri daha fazla demokrasi, daha fazla adalet ve özgürlüktür. Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararı derhal uygulanmalıdır. Hapishanelerdeki tüm siyasi tutsak yoldaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır."

"MECLİS'İ BU DARBE TEŞEBBÜSÜNE KARŞI TUTUM ALMAYA ÇAĞIRIYORUZ"

"Gelin hep birlikte yargının bu siyasi darbelerine, hukuksuzluklara ve kurumsal çürümeye son verelim. Gelin hep birlikte hukuk sistemini, Anayasayı ve yasaları yeniden ele alıp bu ülkede adalet, demokrasi ve barışı tesis edelim. Cumhuriyeti demokratikleştirip darbeci anlayışlardan sonsuza dek kurtaralım çağrımızı yineliyoruz. Meclis’i ve Meclis Başkanlığını bu darbe teşebbüsüne karşı tutum almaya çağırıyoruz."

"(CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in direnme çağrısı) Bu mevcut anlayışı halklarla birlikte, emekçilerle birlikte durdurabiliriz. Türkiye toplumunun karşı karşıya kaldığı bu tehdit ve tehlike sokakta mücadele etmekle değişebilir. CHP’nin çağrısını duyduk. Demokrasi için, barış için, bu haksız hukuksuz anlayışla mücadele etmek için, sokakta ve her yerde bu anlayışa karşı çıkan toplumsal kesimler ve siyasi partilerle dayanışma ve direniş içerisinde olacağımızı belirtmek istiyorum." (https://youtu.be/NeholliG3vM)

(derleyen: mstfkrc)