Her zamankinden daha karanlık bir 10 Kasım...(Zülal Kalkandelen-Cumhuriyet)
“Millet ve memleket adına ve hesabına tek başvurulacak yer burasıdır; yani Yüksek Meclis’inizdir. Bu yasal hakkı, bu milli hakkı, bu doğal hakkı hiçbir sebep ve bahane ile ve hiçbir düşünce ile, hiçbir kimseye ve hiçbir kurula terk edemeyiz.”
Bu sözleri, 102 yıl önce 1921 yılında söyleyen kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü. İki büyük eserinden biri olarak nitelediği Türkiye Cumhuriyeti, 100. kuruluş yılında karşıdevrimcilerin yönetiminde, siyasal İslamın ablukası altında ve son olarak da yeni bir yargı darbesi ile karşı karşıya!
Saltanatı ve hilafeti kaldırmış bir lider olarak 1923’te “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır” diyerek bıraktığı emanetine ihanet edilmiş; 16 Nisan 2017 referandumuyla “şahsım devleti” kurularak Osmanlı monarşisini andıran bir sistem uygulanmaya başlanmıştır.
“Türk tipi başkanlık Sistemi” denilen bu ucube sistem sonucunda, Türkiye, tüm devlet kurumlarının tek kişinin ağzından çıkacak talimatlarla yönetildiği bir ülke haline getirilmiş, hemen her alanda tarikatların ve cemaatlerin ağırlığı ortaya çıkmıştır.
‘HALKIN TEŞKİLATI’, RANTIN TEŞKİLATI MI OLDU?
Oysa Mustafa Kemal, 24 Aralık 1921’de Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’ın kendisiyle yaptığı söyleşide, “Teşkilat, baştan sona kadar halk teşkilatı olacaktır. Genel idareyi halkın eline vereceğiz. Bu toplumda hak sahibi olmak, herkesin emek sahibi olması esasına dayanacaktır” demişti. (Bu söyleşinin tamamı, Alev Coşkun’un yayıma hazırlayıp günümüz Türkçesine uyarladığı “Atatürk’ün Hatıraları” adlı kitapta yer alıyor. Cumhuriyet Kitapları, Ağustos 2023, s.38)
2023 Türkiye’sinde ise durum tam tersi. TBMM’de en az 30-40 milyon insanı doğrudan ilgilendiren ve mülk edinme hakkını yok eden yasa, milletin vekilleri tarafından 8 Kasım 2023’te kabul edildi. Yasa oylanırken 195 muhalefet milletvekili oturuma katılmamış. Bunu eleştirince “Katılsak da sonuç değişmezdi. Kuliste bekleyen iktidar milletvekilleri salona girerdi” diyerek savunma yapıyorlar. TBMM’nin iktidarın anayasaya aykırı kararlarına meşruluk kazandırma kurumu haline geldiğini kanıtlayan son örnek bu da...
Kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren yasada öyle kararlar var ki bunun bir mülksüzleştirme yasası olduğu ve bu yolla yoksulların kentin daha da uzak noktalarına itileceği açık.
MÜLKE ÇÖKME OPERASYONU VE AYM’YE YARGI DARBESİ
Bugün Atatürk’ün ölümünün 85. yıldönümünde çok şey söyleyebiliriz... Kurtuluş Savaşı’nın ardından gerçekleştirdiği devrimler ile padişahlık sistemini kaldırıp egemenliği halka veren Cumhuriyeti kurduğu için, yurttaşlık bilincini geliştirdiği için, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti yolunda attığı dev adımlar ve kadın haklarına, bilime ve eğitime özel bir önem verdiği için onu saygıyla anarken emanetine saldıranlara ve ona sahip çıkmayanlara karşı öfke doluyuz.
En acısı, Atatürk’ün “halkın teşkilatı” olarak nitelediği TBMM’nin bugün belli bir çıkar grubuna yarayacak şekilde hareket etmesi ve halkın alın terinin, emeğinin hakkı olan mülküne çökme operasyonunu kabul etmiş olmasıdır.
Ne ilginçtir ki tam da bu aşamada, yasa hakkında Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası için başvurulması gündeme gelecekken bu kurumun devreden çıkarılması ya da işlevsizleştirilmesi için yargı darbesi de başlatılmıştır.
Her zamankinden daha karanlık bir 10 Kasım...
/././
Alacağınız tavır Cumhuriyetin kaderini belirleyecek (Murat Ağırel-Cumhuriyet)
Türkiye tarihi günler yaşıyor...
Açık bir yargı krizi var.
Bunun vatandaş nezdinde pek anlaşılacağını düşünmüyorum. Bu normal. Fakat siyasetin, özellikle de muhalefetin nasıl bir kriz yaşandığını insanlara anlatması aktarması lazım. Hatta biz gazetecilerin de bu krizi nesnel bir şekilde ortaya koyması gerekiyor.
Tam olarak bir sistem tıkanıklığı bu.
Hatırlarsanız Can Atalay hakkında yapılan başvuruya Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi. Kararı yerel mahkemeye “Düzeltin” diye gönderdi. Yerel mahkeme kararı uygulamak yerine günlerce beklettikten sonra dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise kendisini anayasanın yerine koyarak AYM’nin kararını tanımadı ve kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Can Atalay’ın da milletvekilliğinin düşürülmesini istedi.
Akıl alır gibi değil. Hangi hukuk devletinde, anayasa mahkemesinin anayasaya göre verdiği kararların bağlayıcılığı sorgulanır? Hiçbir kurumun anayasayı yok sayma veya ona direnme hakkı yoktur.
O zaman ben de hukuku tanımıyorum canımın istediğini yaparım var mı başka itirazınız varsa da umurumda değil zaten.
Olur mu böyle şey?...
Yargıtay ceza dairesi Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunu da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptı. Oysaki AYM üyeleri hakkında soruşturma AYM Genel Kurulu kararı ile yapılıyor. Yargılama yetkisi de Yüce Divan olarak AYM’de.
Barolar Birliği, “Bu karar anayasal düzene karşı açık bir başkaldırıdır” dedi. Keza CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Bu bir hukuk darbesi” dedi.
Anayasanın hiçe sayıldığı bir ülkede hiçbir yurttaş güvende değildir. Zaten yapılan değişikliklerle Anayasa Mahkemesi’ne ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na gerek doğrudan, gerekse dolayısıyla üye seçmek yetkisi verilmek suretiyle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı tamamen yok edildi. TBMM’nin yürütmeyi denetlemek yetkisi neredeyse sıfırlandı ve TBMM işlevsiz hale getirildi.
Ankara Barosu Dergisi’nde Anayasa değişikliği ile ilgili şu bölüm vardı:
“Fransız Anayasası’ndan önce hazırlanan 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi ‘Hakların güvence altına alınmasını sağlamayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsenmeyen toplumlar, asla bir anayasaya sahip değildirler’ hükmünü ortaya koymuştur.
Bu hükmü göz önüne alan Fransızlar, daha sonra yaptıkları tüm anayasalarında kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı kalmışlardır. Sadece Fransızlar değil, anayasacılığı ve anayasal devlet modelini esas alan Almanya, İspanya, İtalya, Portekiz gibi diğer Batı ülkeleri de kendi anayasalarında aynı ilkeleri benimsemişler, yani anayasalarını kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerine inşa etmişlerdir.”
Anayasa, “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir” der. Anayasa, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” der.
Üstelik bu Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini iktidar oraya atadı.
İktidarın aldığı kararları onayladığında Anayasa Mahkemesi tanınıyor da iktidarın beğenmediği karar verdiğinde ise neden tanınmıyor ve yetkisi tartışılıyor. Kuvvetler ayrılığı ve anayasa zaten bunun için yok mu?
Yok değerli okuyucu yok. Bu ülkede kuvvetler ayrılığı filan yok. Bu ülkede üstünlerin hukuku var. Kimin gücü kime yeterse hukuku var. AKP-MHP hukuku var, Menzil cemaati hukuku var, İsmailağa, patron hukuku var, holding ve faiz hukuku var, ezenlerin hukuku var.
Yargıtay’ın vermiş olduğu bu karara karşı TBMM, siyasi partiler, hukukçular ve vatandaşlar çok net bir tavır almalı. Almazsa ipinden kurtulmuş gibi var olandan daha hukuksuz bir düzen doğuyor.
Şimdi alacağınız tavır, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini belirleyecek.
/././
AKP rejimine anayasallık kazandırma girişimi(Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararını yok sayıyor, kararı alan mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusu yapıyor, TBMM’ye “Aldığımız kararı okut ve Can Atalay’ın milletvekilliğini düşür” diye talimat veriyor.
Bu, ancak “Yargıtay’ın TBMM’nin ve AYM’nin yetkisine darbe girişimi” olarak nitelenebilir.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bu kararı aldığı gün AKP içinden gelen eleştirel çıkışlar, bazı yorumcular tarafından “Demek ki AKP’nin değil Yargıtay’ın darbe girişimi” diye, bazı yorumcular tarafından da “Cumhur İttifakı içi çatışma” diye değerlendirildi.
‘MİLLİ YARGI-NEOLİBERAL YARGI’ ALDATMACASI
Oysa AKP iktidarının 21 yıldır izlediği yol haritasına, Erdoğan’ın politika yapma biçimine ve hukukla ilişkisine bakıldığında bunun rejim-anayasa bağlamında bir hamle olduğu görülecektir. Bu “Yargıtay ile anayasayı çarpıştırma” işi, “Erdoğan’ın ‘yeni rejim’ için son engellerin de ortadan kaldırılması yolunda attığı bir adım”dan başka şey değildi.
Nitekim, kimi AKP’lilerin Yargıtay hamlesine eleştirisine rağmen, Saray’dan gelen ilk açıklama, bunun bir Erdoğan hamlesi olduğuna işaret ediyordu. Cumhurbaşkanının başdanışmanı Mehmet Uçum’un kararı sahipleniş ifadeleri, tipik bir Erdoğanizm örneğiydi. Uçum, Yargıtay’ın anayasaya darbe girişimini “Milli yargının batıcı ve neoliberal yargıya karşı mücadelesi” diye savunuyordu.
Uçum bu Erdoğanizm tipi karşıtlık ile Yargıtay’ı savunurken ajanslara, AKP’nin ekonomi kurmaylarının, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Erkan’ın, JP Morgan sponsorlu yatırım toplantısı için New York’a gideceğini duyuruyordu. Yani neoliberal AKP, bu çatışmada da kendisini “milli”, karşıtını “neoliberal” ilan ederek siyaset yapıyordu!
DEVLETIN ‘KİM YÜKSEK’ SORUNU
Nihayet Erdoğan ertesi gün Özbekistan dönüşünde hem Yargıtay’ın hamlesini savunarak hem de kararı eleştiren AKP’lilere “hizaya geç” komutu vererek, tablonun “iç çatışma” olduğunu düşünenler için de netleşmesini sağladı.
“Anayasa Mahkemesi birçok yanlışı arka arkaya yapar hale geldi” diyen Erdoğan, Yargıtay’ın o yanlışları yapan Anayasa Mahkemesi’ne şunu söylediğini belirtti: “Sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim ve yüksek mahkeme olarak da şu anda sizinle ilgili bir yaptırımı talep ediyorum.” (AA, 10.11.2023)
Bu sözler açıkça, Yargıtay’ın Erdoğan onaylı bir “had bildirme operasyonu” yaptığını ortaya koymaktadır: “Sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim” sözleri ise “devlet (çözülmesi) teorisi” bağlamında tartışılacak niteliktedir!
Erdoğan, kararı eleştiren Hayati Yazıcı ve Şamil Tayyar başta AKP’lilere de “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışıyla hareket edin” talimatı verdi. Yani “hukuku boş vermeli” ve tek tek hepsi, Erdoğan olmalıydı!
YENİ ANAYASA YAPTIRMAMAK
Kapsamlı analizlere gerek yok: AKP FETÖ’yle işbirliği yaparak yargıyı önce birlikte ele geçirdi, anayasayı defalarca değiştirdi, bizzat Bahçeli’nin tarifiyle söylersek “madem Erdoğan anayasaya uymuyordu, anayasa Erdoğan’a uydurulmalıydı”.
Kısacası rejimi yıktılar ve inşa etmekte oldukları yeni rejime yasallık, anayasallık kazandırma peşindeler. Bu nedenle de “yeni anayasa” yapmak istiyorlar.
Yargıtay’ın anayasaya darbe girişimi, o yolu açmak içindir ve konu bir hukuk tartışması değildir.
Ve böyle olduğu için de “Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyen Erdoğan ile “Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını” isteyen Bahçeli’ye yeni anayasa yaptırmamak ülke için de kalan hukuk ve demokrasi için de dahası muhalefet için de bir varlık-yokluk konusudur artık.